KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 809

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Ağustos 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Maganda vekil istemiyoruz!..


Merhabalar,

4. SAYI ÇIKTI!Anladık cengaver bir ırkın evlatlarıyız. Taa Altaylardan kalkmış Dünyanın her yanına yayılmışız. Kolay olmamış, çiçekle, böcekle, sevgiyle, şiirle almamışız, kılıçla, gürzle, okla, silahla, topla, tüfekle fethetmişiz yedi düveli. Silah, savaş genlerimize işlemiş, kopamamışız. Kopmaya da fırsat kalmamış. Bir küçük Anadolu kenti kadar kalmışken, silkinmişiz. Kürek, orak, çekiç, tüfek, tabanca ne varsa kuşanmışız. Üstüne cesaret ekmiş bu memleketi yeniden kurmuşuz. Yıllar geçmiş, geldiğimiz yeri unutmuş, birbirimizi yemeye çalışmışız. Küçük küçük silahları kuşanmış, kahve basmış kardeş vurmuş, ev basmış hoca vurmuşuz. Asker olmuş dağda eşkiya kovalamışız. Soyumuz sopumuz bu, işte biz buyuz. Avratla yatarken başımızı ata dayamış, bir elimizle yanak diğer elimizle silah okşamışız. Velhasıl adam olamamışız. Töre demiş silaha sarılmışız, namus demiş silahtan medet ummuşuz, düğün demiş, şampiyon demiş silah sıkmışız. Adam oldu sanıp milletvekili seçmişiz, sonra neşeden havaya silah sıkar, fotoğrafçılara poz verir olmuşuz. Neşeden çocuk vurmuşuz. Kederden gencecik kızı yaşamından etmişiz. Yuh olsun bize, yuh.

Magandaların başta gidenleri Meclis'te salınırken, medyaya elde silah kovboy vekil olarak resim verirken, bu olayların önüne geçmek mümkün mü? Devlet tarafından desteklenen bir terörün kendiliğinden yok olmasını beklemek akıl işi mi? Son 1 ayda 3 masum insan neşeden havaya sıkılan kurşunlarla hayatından oluyorsa bunun adı terördür. Ve devlet bu teröre örnek olanları çatısı altında saklamaktadır. O maganda vekiller cezalandırılmadıkları sürece de bu konuda timsah gözyaşları bile dökmelerine olanak yoktur. Bir sorumlu vatandaş olarak, Meclis Başkanı Bay Arınç'tan fezleke mi ne gerekiyorsa vermesini, aksi takdirde mezdeke eşliğinde gerdan kırmasını istiyorum. Eşlik etmeyen bööle olsun. Kızdım gene, haydi hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

1 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  Maganda Kurşunu

Hani gün gelecek horoz şekeri yiyen bir çocuğu anlatacaktım. Anlatacaklarımın kahramanları yüzlerini sakladılar ve gözleri bana artık yeni hikayeler anlatmıyorlar…
diye başladım.
Sonra durdum.
"Maganda Kurşunu"
Bir daha bunları yazmayacaktım.
Umutlu cümlelerle hayata dair öyküler anlatan bir yan(r)ımla, gördüklerinden endişelenen öbür yan(r)ım. Bir türlü bütünü tamamlayıp başlayamıyoruz.
Çünkü ben bir daha bunları yazmak istemiyorum dediğim andan itibaren bile üç kurşun değdi onlarca yüreğe. Üç kurşun, benim okuduğum duyduğum üç hedefsiz kurşun. *

Bir.
Denizli'de bir düğün.
Düğünleri sevmem ben. Kendi düğünüm de olmadı. Düğünleri düğün gibi yaşamayı bilmeyiz çoğu zaman. Aile olmayı kutlamaksa eğer, dostlarla doyasıya eğlenmeli. Kapalı mekanlarda, yüksek sesli müziklerin arasında, habire vuran ayakkabılar içinde, şu güzel giyinmiş, bu çok oynamış, ay limonata da berbatmış denilen düğünlerle işim olmaz benim.
Şimdi Denizli'de bir köy düğünündeyiz. Bir evin bahçesi. Efil efil esiyor. Gelin heyecanlı, damat terlemiş. Adet bu davullar dövülür, zurnalar çalınır.
Hadi halaya.
Derken havaya saçılır en saçma kurşun parçaları. Ve yere bir çocuk düşer.
"Denizli'de 8 yaşında bir çocuk maganda kurşunu ile hayatını kaybetti."
Diye haber olur, rengarenk gözleri ile bir daha bakamayacağı dünyanın renkli basınına.
Bir iki gün sonra unutulur. Unutmayan anasıdır, babasıdır.

İki.
Yer Gaziantep.
Bir otomobil hızla caddeye girmiştir. Sürücü kontrolü kaybetmişcesine ilerlemekte, yan koltuktan bir adam yarı beeline kadar dışarı sarkmıştır. Belli ki birileri takip ediliyor. Hani ilk görüşte bir mafya dizisi çekimi sanar insan.
Mafya dizilerini de hiç sevmem. Silah taşımayı marifetmiş gibi anlatır. Cesur olmanın silahla değil yürekle, sözle olduğunu öğrenmiştim ben çocukken. Dayakla değil sözleri ile en ağır cezaları veren öğretmenlerim vardı. Söz incitir. Söz onur, söz gururdur derlerdi.
Arabadan yarı beline kadar sarkmış adam havaya bir silah çeker. Silah ateş alır.
Hamile bir kadın yerde.
"Üç aylık hamile bir kadın maganda kurşunu ile felç oldu."
Diye yazar en haber kaynaklarımız.
Bir ana, bir doğmamış bebek kurban bu defa.

Üç.
Şimdi Malatya'dayız.
Bir kına gecesi. Hadi itiraf ediyorum. Düğünüm olmadı ama kına gecesi yaptım. Anneanneme sözüm vardı. Onu tuttum. Bol bol da ağladım.
Kızlar toplanmış gelinin başında, bir başka tarafta oğlanlar damatla halay çekiyorlar.
En yanık türkülere başlanmış.
"Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar"
Gelin ortada elleri kınalı.
Bir kurşun geliyor, düğüne sevinen biri ateşlemiş silahını havaya. Silah sesi geceyi bölüyor. Bir genç kızın kafası kanlar içinde.
"Bir kına gecesinde, 22 yaşındaki üniversite öğrencisi genç kız şakağına isabet eden kurşun sonucu öldü."
Diye geçti üçüncü sayfalara.
Bir genç göçtü hayattan. Geride kalanlar, hep geride acılı.

Belinde silahı olanlar,
Evinde, arabasında, işinde silahı olanlar,
Meclisinde silahı olanlar…
Silah artık her yerde.

Uluslararası Af Örgütü basın sözcüsü Özlem Dalkıran'ın bir internet sitesine** yaptığı açıklamalar ilginç;

"Dalkıran, "Türkiye'de bireysel silahlanmayla ilgili çok net istatistikler yok" diyor. Ancak, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Ağustos 2005 tarihli verilerine göre, polisin yetki alanındaki bölgelerdeki rakamları anımsatıyor:

Taşıma ruhsatı sayısı: 284,289

Bulundurma ruhsatı sayısı: 312,832

Toplam tabanca sayısı: 597,121

Kayıtlı olan yivli av tüfeği sayısı: 4,568

Ruhsat sayısı sıralamasında Ankara ilk sırada. Ardından İstanbul, Antalya ve İzmir geliyor.

"Ruhsatsız silahların sayısınınsa bunun üç katı olduğu tahmin ediliyor" diyor Dalkıran.

2003 sonu istatistiklerine göreyse, Türkiye'de toplam 1,954,303 ruhsatlı silah bulunuyor.

1,086,651 kişi taşıma, 867,652 kişi bulundurma ruhsatına sahip.

"Buna göre, silah ruhsatı alma yeterliğine sahip her 19 kişiden birinde ruhsat var" diyor Dalkıran."

Serseri kurşunlara, ölüm saçan magandalara bir kere daha lanet okuyorum.
İnanıyorum ki bir gün gelecek, ben horoz şekeri yiyerek saklambaç oynayan ve korkusuzca yaşayan çocukların öykülerini anlatacağım.
O gün ne silahlar, ne de serseri kurşunlar haber olmayacak gazetelerde.
Ve biz o okunmuş eski gazetelerden uçurtmalar yapacağız.

* 21-29 Ağustos arası üç ayrı maganda kurşunu başlıklı haber okudum.
**Buradaki bilgiler http://www.bianet.org yayınlanan Tolga KORKUT'un 22.08.2005 tarihli "Maganda Kurşunu" Değil, Bireysel Silahlanma" başlıklı yazısından alınma.

SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  KES GIRGIRI YE BULGURU

- Alo, n'aber Yozgat sürmelisi?
- Ebendir Yozgat sürmelisi!
- Şişşşş, alooo!
- Aaa Edi! Sen miydin?
- Yok ebem. Hani şu Yozgat sürmelisi olan!
- Yaa zaten sıkıldım bu lanet şehirden, adını duyunca otomatik olarak küfre bağlıyorum.. Sen ve eben üstünüze alınmayın lütfen..
- Eee çıtırlar senden ekmek bekler. Ekmeğini Yozgat'tan çıkarmak da varmış kaderinde.. Allah'ın sopası yok ki hah hah haa!
- Gül sen, gül.. Yozgat'ta köşeyi dönüp, Laila'nın hemen böğründe 'Çıtır Bar'ı açtığımda, beleş bira diye yalvaracaksın ve ben sana veresiye bira bile vermeyeceğim. Adi edi!
- Bırak mızmızlanmayı da şunu dinle: Bilim adamları 5 duyunun masal olduğunu, aslında 33 duyumuz olduğunu açıklamışlar. Duyu deyince sen şimdi elektrik, fiş, priz, duy ilişkisi kurarsın da, benim bahsettiğim şey, hani şu duyu organlarımızla algıladığımız meşhur 5 duyu.. Görme, koklama, duyma, dokunma ve tat alma.. Çaktın?
- Çakacam haa! Beni salak yerine de koydun ya edi, helal olsun sana! Eee? Bundan yazı konusu çıkar demeyeceksin diil mi?
- Hah! Bingo! Konu tam senlik. Bayılırsın 'bilimci amcalara' sataşmaya. Yozgat ellerinde çıtır da yoktur sana ilham verecek, bu seferlik ben vereyim ilhamını dedim hah hah haa!
- Kalbimi kırıyosun edi! 'Çıtırlar da olmasa bi bok yazamazsın' demeye getiriyorsun ama özgüvenimi yıkamazsın! Hem hatırlarsan, alkol almanın da bir içgüdü olduğunu açıkladıklarından beri bilimci amcalarla barış imzaladım. Üstelik ne biçim yazı konusu bu? "Yarın bu bilimciler çıkıp, aslında 38 tane cinsel organımız var, derse şaşmayın! Daha bir tanesini tatmin edemedik, 38 tanesiyle nasıl baş edelim" mi yazacağım?
- Hah hah haaaa.. Ulan aklın fikrin cinsel organda yahu.. Yozgatlılar duymasın! Taşlanırsan, gelip kurtaramam da; malum kar kış...
- Hah, sen de 33 duyuna birden kına yakarsın! Dur sen, dur.. Sana öyle bir yazı yazacağım ki, 'eşeğe gerdan kır dedik; o da tuttu zartadan gaz çıkardı" diyeceksin!
- Hah hah haaa, alemsin. O nasıl bi söz yahu? Ve hatta ne alaka?
- Yozgat yöremizden bir atasözü. Alaka yok da, ne zamandır kullanmak istiyodum, uygun bi zemin bulamamıştım. Uysa da zart, uymasa da zart yani muhahahaha!
- Peki.. Hadi kendine iyi bakmaca, ciao!
- Bil mukabil efenim...

* * *
(Pırt!)

Sosyal ilişkilerde de, ikili ilişkilerde de gerginliği yaratan taraf olarak erkekler suçlanır hep. Çünkü erkekler kavgacı, kaba, bencil ve ihanete meyilli olarak bilinirler.

Ancak her ne hikmetse, toplumsal hayatta hep kadınlar arası kavgalar klişe olarak yerleşmiştir. Komşu kavgaları, müdire hanım-sekreter hanım kavgaları, gelin-kaynana kavgaları, gelin-görümce kavgaları vesaire..

Gerginlik ya da kavgalar genellikle sözlü tacizle başlar. Biri birine hakaret eder, biri bir imada bulunur ya da biri birinin arkasından konuşur, bir diğeri bunu duyar ve dananın kuyruğu kopar.

Kadınların erkeklerden daha çok konuştuğu sır değil. Bakın, Prof. Dr. Nevzat Tarhan da 'Kadın Psikolojisi' adlı kitabında, kadınların neden çok konuştuklarını açıklıyor:

"İnsan beynini en çok çalıştıran eylem, kelime üretmektir. Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyne, anlam bölümü sağ beyne, duygular ise beynin derinliklerine yazılıdır. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalışmalıdır. Kadınlarda ve dişi hayvanlarda bu özelliğin, biyolojik eğilim olarak üstün olduğunu görüyoruz.
Konuşmanın psikolojik dinamiğinin başlıca özellikleri şunlardır:
1- Kadın üzüntülü olduğunda kendini iyi hissetmek için konuşma eğilimindedir. Erkek ise susmayı tercih eder.
2- Kadın yüksek sesle düşünür. Ne söylemek istediğini yüksek sesle araştırır.
3- İçtenlik ve paylaşımcılık hisleri kadını konuşmaya iter. Yakınlık ve yalnız olmama isteği konuşma ihtiyacını artırır.
4- Kadın, bilgi paylaşımı için konuşur. Erkek için ise konuşmak, sadece bilgi aktarma işidir."


Tamam erkeklerde bilek gücü var ama, kadının fendi de erkeği yeniyor işte. Çok konuşan taraf kadın olduğuna göre, gerginliklerin müsebbibi olarak kadınları göstermemi kim engelleyebilir?

Niçin damat-kayınbaba, damat-kayınbirader kavgası diye bir klişe yoktur mesela?

(Zart!)

Erkekler nettir. Ortada kendilerine yapılmış bir yamuk varsa, ya yamuk yapanı döverek mevzuuyu kapatırlar; ya da yamuk yapanla ilişkiyi kesip bir daha adını bile anmazlar. Kanlı da bitse, konuyu tek celsede kapatırlar.

Kadınlarda durum öyle değildir. Gerginlikleri hadise haline getirmekte ve mevzuuyu sonsuza kadar uzatmakta üstlerine yoktur. Hele de yamuk yapan hemcinsleriyse, her fırsatta onunla aynı ortamda bulunmaya, her fırsatta onun ağzının payını vermeye, her fırsatta ona nispet yapmaya gayret ederler.

Kadınlar asla hasımlarını hayatlarından çıkaramaz ve yok sayamazlar. Eğer bir kadının düşmanlığını kazandıysanız, artık onun için eşinden, dostundan ve ailesinden daha ilgi çekici birisiniz demektir. Yediğiniz, içtiğiniz, giydiğiniz, yaşadığınız, söylediğiniz her şey malzemedir; itinayla takip edilir ve yorumlanır.

Erkekler, sevmedikleri ot için 'gölge etme başka ihsan istemem' dileğindedirler. Ancak kadınlar, 'gölge etse de homurdansam, zırlasam, mızmızlansam' diye sevmedikleri otun gözünün içine bakar ve hatta gidip dibine otururlar.

(Zurt!)
Gerginlik fobim olduğu için bu işlere pek kafam basmaz. Ancak gözlemlerimi ve tecrübelerimi bir araya getirdiğimde, bu durumun kadınların ajitasyon merakıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Düşünmekle kalmıyor, aha da yazıyorum:

Malumunuz, kadınlar ajitasyona bayılırlar. Eh birileriyle hasım olmak, birilerinin hedefi olmak, birileri tarafından mağdur edilmek de iyi bir ajitasyon malzemesi olsa gerek. Ne kadar gerginlik, o kadar malzeme.. Ne kadar mağduriyet, o kadar şefkat..

Tam da burada: 'Leyleğin ömrü laklakla, kurbağanın ömrü vakvakla, kadının ömrü dırdırla geçer' yazmak istedim. Yazsam, hemcinslerimi küstürür müyüm acaba?
Hah! Bir aleyhtarınız daha oldu; hadi gene iyisiniz!

Öyle şeyler işte..
Ben ortamı terk ediyorum.. Siz de pencereleri açın, içerisi havalansın!
Babay!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,868,868,868,868,868,868,868,868,86
              7 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


SİZİN ÇOCUĞUNUZUN DA BİR “PULSUZ DİLEKÇE”Sİ VARDIR

Dünyanın en uzun ve meşakkatli işidir insan yetiştirmek… Onun içindir ki bütün toplumlarda ana ve baba kutsaldır. Resulullah’ın kavliyle söylemek gerekirse “Cennet anaların ayakları altındadır.” Çocuk yetiştirmek domates yetiştirmeye benzemez. Çünkü her çocuk ayrı bir dünyadır. Onları öncelikle çok iyi tanımalıyız. Bir çocuk için çok sağlıklı ve müspet neticeler veren bir yaklaşım tarzı bir başkasında çok menfi sonuçlar verebilir.

Rahmetli Atalay Yörükoğlu, vaktiyle çocukların ağzından anne ve babalarına seslenen bir mektup kaleme almıştı. “Pulsuz Dilekçe” adlı bu yazıyı defalarca okumuş ve düşünmüşümdür. Gerçekten de çocukların iç dünyasını ve gelişim çizgisini harikulâde ifade eden bu metin, bende çocuklara dair çok olumlu değişimler meydana getirmiştir. Önemine binaen bu metnin tamamını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım çocuklar neler istiyor, bizler neler veriyoruz:

“Sevgili anneciğim, babacığım; Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:

Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.
Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. "Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.
Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin.
Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır.
Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.
Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın.
Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum.
Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.
Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim. Sevgiler, Çocuğunuz…”

Evet,çocuğumuz ruh hâliyle bize böyle diyor günün yirmi dört saatinde…Duyuyor muyuz küçük sinelerden çıkan bu sessiz çığlığı?... Unutmayınız ki sizin çocuğunuzun da içine hapsettiği bir “Pulsuz Dilekçe”si vardır.

Hangimiz çocuklarımızın bu çığlığına kulak veriyoruz?Hiçbirimiz demek geliyor içimden ama bu kadar da karamsar olmak içimi acıtıyor. Muhakkak ki çocuklarını tanımaya çalışan ve onları anlayan anne babalar da vardır? Fakat yekûn üzerindeki oranları tek haneli rakamları geçmez.

Şüphesiz herkes çocuğunun iyi bir terbiye ve eğitim almasını ister. Onun için çabalar durur. Yemez yedirir, giymez giydirir. Saçını süpürge eder onların yolunda… Fakat bu yeterli midir?

Çocuklarımızı adam yerine koyup dinlemek ve alacağımız kararlarda onlara danışmak nedense hiçbirimizin aklına gelmez.Onları tarla,kendimizi rençber(çiftçi) yerine koyarız. Fakat onlardan da öğrenebileceğimiz şeyler olduğunu düşünmeyiz.Bu yöntemden vazgeçerek çocuklarımızın sesine de kulak verelim. Çünkü muhatabımız olan çocuklar robot değil,bizim gibi insan… Çocuk terbiyesi üzerine biraz daha düşünelim; kendimizi yenileyelim.

M.Nihat Malkoç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
              3 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Deniz Kılıç

 Kahveci : Deniz Kılıç


  Belki anlayacaktım

Daha sana şiirler yazacaktım, şarkılar fısıldayacaktım kulağına,
Senin için ne fındıklar kıracaktım, biraz erken kalkmadın mı?
Gelmişken kalsaydın, bir kaç sonsuzluk
Daha sana beni anlatacaktım.
Düş mü bitti, hayaller mi? Acele etmeseydin keşke,
yaratacaktım.
Tam da yelkenli sipariş etmiştim Umut Usta´ya
seni koluma takıp, kaçacaktım.
Oturuyorduk ne güzel öyle diz dize
başımı omuzuna yaslayacaktım.
Bir kaç bin yıllık yalnızlığım vardı
gitmeseydin biraz daha
seninle paylaşacaktım.
Daha sevişmeler vardı sırada
uzansaydın yatağa, dokunacaktım
iki vücudu da günaha sokup,
senin kollarında son bulacaktım.
biraz daha kalsaydın alışacaktım.

giderken ´ dönmeyeceğim´ diyebilseydin
hani hep ´seviyorum´ dediğin kadar,
belki bu gidişi anlayacaktım.
hem belki daha az
ağlayacaktım.

Deniz Kılıç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
              6 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Murat Güzel


Mimar Robot : SİNAN

2080 yılı. Nükleer savaş sonrası dünya yüzeyini radyasyon tabakası kaplamış ve atmosferdeki dengesizlik sonucu güneş ışınları yakıcı özelliği ile dünyadaki her yeri kurutmuş ve çöle döndürmüştür. Denizler kurumuştur. Sadece yeraltı şehirlerinde yaşam bulunmaktadır. Yer üstünde genelde robotlar ve insansız araçlar çalışmaktadır. Arada bir keşif seferleri ve bazı araştırmalar için de insanlı uzay araçları, Dünya yüzeyinde gezinmektedir. Su, bazı ufak tefek doğal kaynaklar haricinde yeraltı şehirlerindeki özel fabrikalarda yapay olarak üretilmektedir. Bu şehirlerde, yapay güneş, yapay şelaleler ve nehirler oluşturulmuştur. Özel ormanlarda bitki ve hayvan nesli devam ettirilmektedir. Şehirler arasındaki ulaşım, yeraltı şehirlerinin üstünde yerden bazen 1km'ye kadar varan yükseklikteki ışınlanma kuleleri ile yapılmaktadır. Yeraltı şehrindeki malzeme, araç, insan vs. herhangi bir şey önce bu kulelerin tepesine sonra da bu kulelerden diğer ışın kulelerine ve uzay araçlarına ışınlanmaktadır.

12 Mayıs 2080. Kommage Yeraltı Şehri İlkokulu'nda çocuklara tarih dersi verilmektedir. Öğretmen çocuklara, 2020-2030 yılları arasında çıkan Nükleer savaştan ve şu anki medeniyetlerinin nasıl oluştuğundan bahsetmektedir. Öğrencilerden birisi de Azra adlı kız çocuktur ve defterine birşeyler karalamaktadır.

15 Haziran 2095 . Azra, şirket sahibi bir inşaat mühendisidir. Kommage Şehir Meclisi'ne bir projesini götürür. Proje, düşük radyasyonlu olduğu tespit edilen dünyadaki bazı mevkilerde yerüstü prototip mini-şehirler kurmaktır. Projedeki ilk yer, 2020 yılına kadar çok gelişmiş bir şehir olan fakat nükleer savaşta yerle bir olmuş Eriha şehrinin harabeleridir. Meclis projeye destek verir. Azra yola çıkar. Beraberindeki asistan robot VILBIS, işçi robotlar ve işçi robotların lideri mimar robot STRABEL ile iki-üç şehir üzerinden ışınlanma yaptıktan sonra uzay gemisi ile Eriha harabelerinin üzerine gelir. Eriha, yıkık binalar, evler, köprüler ve yarılmış sokaklardan oluşmaktadır. Azra, geminin RAVA adlı ana bilgisayarına bir komut verir. Uzay gemisi yere indiğinde geminin tepesinden bir ışın çıkar ve daha sonra bu ışın binlerce ışına ayrılır ve bu ışınlar tıpkı bir fıskiye gibi etrafa yayılır, ve havadan yere yönelen bu binlerce ışın, Eriha harabelerinin bir kısmını içine alan yaklaşık 1km yüksekliğinde 3 km. çapında yarım küre şeklinde bir ışın kalkanı oluşturur. Bu kalkan çift katmanlıdır. Dışarıdaki radyasyon bu yarım küre kalkanın içerisindeki alana girememekte güneş ışığı ise yakıcı etkisinden arındırılmış olarak girmektedir.

Azra ve VILBIS KAŞİF I arazi aracı ile işçi robotlar ve liderleri STRABEL'de KAŞİF II adlı arazi aracı ile uzay gemisinden inerler ve çalışmanın başlayacağı ilk binaya doğru ilerlerler. Birden KAŞİF I, Azra'ya bir enerji kaynağı keşfettiğini söyler. Azra, KAŞİF I'e kaynağa git emrini verir. STRABEL'le KAŞİF II aracılığıyla iletişim kurar ve STRABEL'e gereken tüm çalışmaların başlatılması emrini verir ve kendisinin VILBIS'le az sonra çalışma bölgesinde olacağını söyler. STRABEL emri onaylar.

KAŞİF I enerji dalgasının yayıldığı merkeze geldiğinde Azra ve VILBIS araçtan inerler. Yıkılmış bir binanın bodrumuna doğru kaynağı izlerler. Enerji, bodrumdaki büyük bir çelik kasadan gelmektedir. VILBIS kasayı açar. Kasanın içinde çalışmaz durumda gibi görünen ama neredeyse yeni gibi duran bir robot vardır. VILBIS bu robot hakkında şu bilgileri verir : "Bu henüz hiç kullanılmamış bir örnek. Sahipleri savaş yüzünden fırsat bulamamışlar. Bu robot, lider özelliği olan ilk yapay zeka robotlardan. Üzerindeki yapay zeka programı SİNAN'dır. Daha sonra SİNAN yazılım programı, robotların performansında düşüklüğe ve bazı durumlarda diğer üst robotların ve insanların emirlerine uymamasına yol açtığı için artık kullanılmaz olmuştur. " VILBIS, Azra'ya bu robotla ilgilenmemenin daha doğru olacağını söyler. Azra, VILBIS'ı dinlemez. VILBIS'e robota ek enerji vermesini ve robotu açmasını söyler. VILBIS, SİNAN'a enerji verir. SİNAN kendine gelir. SİNAN'ın ilk sözü : "Sizi seviyorum" olur.

Azra, VILBIS ve SİNAN bodrumda bir müddet konuşurlar ve konuşmalarından SİNAN'ın diğer yapay zeka robotlarının aksine sadece bilimsel ve mantıklı konuşmalar yapmamakta aynı zamanda duygulu sözler söylediği ve sanatsal fikirler öne sürdüğü anlaşılır. SİNAN, diğer robotların aksine şarkı da söylemektedir.. Azra, SİNAN'a kendi projesinden bahseder ve ilgili projeyi SİNAN'ın hafızasına yükler. SİNAN hemen proje hakkında fikirlerini söyler. Ve eğer kendisine görev verilirse işçi robotlarla birlikte bu harabeleri tekrar eskisi gibi içinden bir nehir geçen, yemyeşil bitkilerin ağaçların olduğu rengarenk bir şehir hale getirebileceğini ve zaten bunun için tasarlandığını söyler. Azra, SİNAN'a işçi robotların lideri STRABEL'den bahseder. Şehrin yeniden imar görevini STRABEL'in yapacağını ve kendisinin de ona yardımcı olabileceğini söyler. Azra, VILBIS ve SİNAN dışarı çıkarlar. KAŞİF I'e atlarlar ve çalışma bölgesine gelirler.

Çalışma bölgesine gelindiğinde STRABEL ve işçi robotlar hasar görmüş bir binayı yıkmaktadırlar. SİNAN hemen atılır ve binanın yıkımını durdurmak ister. Azra ona durması emrini verir. STRABEL ve SİNAN karşı karşıya gelirler. STRABEL yıkık dökük eski teknoloji binaların tamamen yıkılmasını ve yeni teknoloji binalar kurulmasını savunurken SİNAN eski binaların restore edilmesi ve yeni teknoloji ile donatılmasını savunur. Kararı Azra verir. Bina işçi robotlar yardımıyla 2 saat içerisinde restore edilir. Bina restore edildikten sonra SİNAN binaların dış cephelerini işçi robotlar yardımıyla çeşitli desenlerle boyayabileceğini, gerektiğinde bu boyaların ufak bir işlemle değiştirilip duvarların başka desenlere dönüşebileceğinden bahseder. Azra böyle bir şeyi daha önce duymamıştır. Çünkü binaların dış cepheleri için şimdiye kadar hep hologram görüntüleri kullanılmaktadır. STRABEL hologramla binanın dışının renklendirilmesini savunur SİNAN ise rengi değiştirilebilir boya kullanılması taraftarıdır. Azra, işçi robotları bölüştürerek binanın iki farklı yüzünde SİNAN ve STRABEL'in hünerlerini göstermesini emreder. SİNAN ve STRABEL çalışmaya başlarlar. Çalışmaları bitince ortada olan bir gerçek vardır. SİNAN'ın desenleri ve renkleri o kadar güzeldir ki dijital teknoloji olan hologram ve onun yapay grafikleri çok sönük ve renksiz kalmıştır. Ve Azra, SİNAN'ı işçi robotların ve STRABEL'in lideri yapar.

Sonraki günlerde işçi robotlar SİNAN'ın önderliğinde tüm binaları restore ederler son teknoloji ile donatırlar. Yerin altındaki bir su kaynağını ortaya çıkarır, minik bir nehir yatağı oluştururlar ve suyun şehrin etrafına akmasını sağlarlar. Nehir kenarlarına çiçekler, bitkiler, ağaçlar ekerler, onları sularlar. Sokakları tamir eder kenarlarına ağaçlar dikerler. Tüm bunları SİNAN'ın sanatsal anlayışı ile yaparlar. Fakat STRABEL, yazılımındaki liderlik özelliği dolayısıyla SİNAN'ın emirlerini dinlememeye başlar. Ve tüm çalışmaların tamamlanmak üzere olduğu günde, Azra ve VILBIS etrafta yokken STRABEL, SİNAN'ı restore edilmekte olan binanın tepesinden aşağı iter ve SİNAN parçalanır. Azra, KAŞİF I ile olay yerine geldiğinde SİNAN'ın parçalanmasına çok üzülür. VILBIS, SİNAN'ın hafıza ve program çipini çıkarabileceğini ve KAŞİF I'in bilgisayarına bağlayabileceğini söyler. Azra VILBIS'e onay verir. SİNAN'ın belleği KAŞİF I'e bağlandığında bellekteki görüntülerden STRABEL'in SİNAN'ı binanın tepesinden ittiği ortaya çıkar. Bunun üzerine Azra, STRABEL'e kendini kapat emrini verir ve STRABEL devre dışı bırakılır. Daha sonra belleği ve yazılımı gövdesinden sökülür yerine SİNAN'ın belleği ve yazılımı yüklenir. STRABEL'in eski, SİNAN'ın yeni gövdesine enerji verildiğinde robottan şu sözler duyulur : " Sizi Seviyorum" Azra'nın gözleri dolar.

20 Kasım 2095 çalışmalar tamamlanmıştır. Azra, VILBIS, SİNAN ve diğer robotlar, uzay gemisinin içindeki ışınlanma kapısında ilk gezici kafilenin ışınlanmasını beklemektedirler. RAVA kafilenin on saniye sonra gemide olacağını bildirir. Kafile gemiye ulaşır. Azra, VILBIS ve SİNAN kafileye "Hoşgeldiniz!" derler ve hep birlikte dışarı çıkarlar.. Geminin dışına çıktıklarında kafile gözlerine inanamaz, Eriha harabeleri Cennet gibi bir mini-şehre dönüşmüştür. Şaşkın ve hayran bakışlarla Eriha'nın merkezine doğru adım atarlarken Azra'nın bakışları SİNAN'a dönüktür. SİNAN birden duygusal bir şarkı mırıldanmaya başlar. Bu şarkıyı Azra da mırıldanmaya başlar ve yanındaki VILBIS'e de mırıldanması için emir verir...

Murat Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              2 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Serpil Doğançay


ÇÖZÜLME

İşte geldi yine. Elimi tutuyor küçük ve yumuk parmaklarıyla…Bir süredir böyle bu… birimizden birinin ihtiyacı olduğunda buluşuyoruz hemen. Bu sefer onun ihtiyacı var, yani onunla çözülmesi gereken bir durumumuz var…

"Beni çağırdın"
"Evet canım, önemli …"
Sarılıyorum ona, kucağıma oturtuyorum, saçlarını okşuyorum…
"Korkuyorum…"
"Biliyorum canım, ama çok daha iyi olacaksın, daha özgür olacaksın" diyorum daha da sıkı sarılarak…

Elele tutuşuyoruz ve yemyeşil pırıl pırıl bir ışığın aydınlattığı merdivenlerden inmeye başlıyoruz. Kaçınçı inişimiz bu, daha kaç kez ineceğiz acaba?
Bir kata geliyoruz derinlerde...duruyoruz…
Karşımızda bir sürü oda, kapıları kapalı…altın renginde ışıkla çevrelenmişler…pırıl pırıl parlıyorlar…korkacak hiçbir şey yok ki…buraya inince hep bu duygu geliyor…rahatlamaya baslıyor insan...korkacak bir sey yok...

Oturuyorum, onu da kucağıma oturtuyorum yine…melek gibi…bütün küçük çocuklar gibi…

"Bugün çok önemli tespitler yaptım" diyorum, onları seninle burada paylaşmalıyım"
"Biliyorum"
"Hayatım, o zaman vakit kaybetmeyelim…Bak şu karşıdaki kapıyı açalım…elini ver bana ve beni hep hisset tamam mı?"

Kapıyı açıyoruz …Bir sahne beliriyor karşımızda…işte orda… sandalyede oturuyor ve şaşkınlıkla bakıyor teyzesi saçlarını atkuyruğu yaparken… birlikte gidecekleri evde annesinin neler söyleyeceğini konuşuyorlar annesi ve teyzesi…küçük kız ve annesi tanımadıkları bir kadının evine gidecekler…babasının sevgilisinin eviymiş, öyle söylüyor annesi…"Ben gitmek istemiyorum anne!"…"Olmaz sen de gideceksin annenle…görsün o orospu…evli erkeklerle ilişki kolay mıymış!"

Küçük kız ve annesi gidiyorlar o adrese. Kısa beyaz saçlı, yaşlıca, iri bir kadın açıyor kapıyı…"Ben Tarık Doğan'ın eşiyim" diyor annesi…iki kadın var evde…ikisi de annesinden daha yaşlı… kapıyı açan beyaz saçlı kadın diğerine"Hanımefendi Tarık Doğan beyin eşiymiş" diyor soran gözlerle…küçük kız kadınların şaşkınlıkla birbirlerine baktıklarını fark ediyor…onu kimse görmüyor mu o evde yoksa?…beyaz saçlı kadın hariç…
O kadının bakışlarını hiç unutmamış olduğumu fark ediyorum…işyerimdeki eğitmenlerden biri olan Zuhal hanıma karşı içimde hep hissettiğim tuhaf rahatsızlık duygusunun sebebini de anlıyorum birden…Zuhal hanım aynı bu kadına benziyor!

Oturuyorlar o evde kısa bir süre. Annesi bir şeyler anlatıyor. Diğer detaylar silinmiş gibi…bölük pörçük sahnelerde görülen yanlış eve ya da yanlış insanlara gitmiş oldukları…daha doğrusu kadınların öyle söyledikleri…bir kadına babasını rahat bırakmasını söylemek için yanlış bir eve gidiyorlar galiba …

"Sonrasını hatırlamıyorum" diyorum

Sahne orada donuyor. Tam da beyaz saçlı kadının küçük kıza baktığı anda…"Öğretmen olduğunu duymuştuk gittiğimiz kadının…eğer doğruysa"… Kadınla gözgöze geliyor küçük kız. Kadının kapkara gözlerinde anlaşılmaz anlamlar saklı. Kimbilir belki de 'Bu küçük kızın burada ne işi var' diye düşünen bir öğretmenin duyarlı bakışları bunlar…ya da sevgilisinin başına ne işler açtığını düşünen bir kadının dehşetini gizlemeye çalışan bakışları…

"İşte tam o anda almışsın kararı!" diyorum.
Ağlamaya başlıyor. Kucaklıyorum onu.
"Bak birtanem, bu odada hapsolmuşsun…hapsolmuşuz…hepimiz…şimdi bu odayı temizlemeliyiz…hepimiz özgür olmalıyız…biz…annemiz…hatta o kadın bile…"
"Biliyorum senin için çok zor!" diye devam ediyorum içim burkularak…"Ama inan benim için de hiç ama hiç kolay olmadı…hep zor ve imkansız ilişkilere çekildim…evliliğim, sonra yaşadığım birlikteliklerim…acı çektim…çektirdim de biliyorsun, senin o anda aldığın kararla ben annemin terk edemediği babamı terk ettim hep...bunu çözmemiz lazım artık"

Elele tutuşuyoruz. Ağlamaya başlıyor. Gözyaşlarımız birbirine karışıyor…gerekli bu…
O odaya giriyoruz... ve o sahnedeki herkesi affederek geri gönderiyoruz. Sevgiyle sarıp sarmalıyoruz. Geçmişte olmaları gereken yere gönderiyoruz… bir kişi hariç…babamız yok o sahnede…Oysa oyunun jön karakteri o… Bunu küçüğüme anlatmam gerekiyor…Çünkü beş yaşındayken o acıya saplanan o…İçimdeki küçük kumandanım o…

"İnan bana hayatım, anne baba olmak için bir sınavdan geçirilmiyoruz, ehil miyiz diye araştırılmıyoruz, yaşayarak öğreniyoruz her şeyi… yapımız böyle… Ben 40 yaşımdayım ama içimde kocaman bir sen varsın!… Küçük devimsin sen benim…Ne güzel…ama bazen de ne kadar zor!"

"Ama niçin?"

"Anne ve babalar yetişkin kıyafeti giymiş çocuklardır sadece…kıyafetleri değiştiği için rolleri de değişmiştir. Ama gerçek sanatçılar derindedir"

"Sen yetişkinsin…"

"Ve biliyor musun ki ne kadar korkuyorum bu hayattan bazen…Oğlumu büyütürken de… O kadar korkuyorum ki…Ona da belli ediyorum herhalde bunu zaman zaman… İnsan korkularını bütünüyle paylaşamıyor çocuğuyla ama… olmuyor… çocuk biliyor ve anlıyor, kodlayamıyor yalnızca; ancak yetişkin kıyafetini giydiğinde kuruyor bağlantıları…yani neyi anladığını o zaman fark ediyor…"

Ağlamaya başlıyor yine…

"Ama…" diyor ve gerisini getiremiyor hıçkırıklardan…anlıyorum ne demek istediğini… "Bizim annemiz de çok korktu ama güçlüydü o!" diyorum… "Tanımadığı insanların evine gitmek kolay mı o kadar acı çekerken… kocayı kaybetmemek gerektiğini empoze eden bir sistemde…geri kazanması gerektiğini dikte eden bir sistemde… Bu sistem bütün dengemi bozuyor benim … inan bana çok güçlüymüş annemiz…bir tek… seni götürmeseymiş… daha iyi olurmuş…ama kendi derdine saplanmış o anda…"

"Beni unutmuş mu yani?"

"Hayır canım…çok acı çekiyormuş ve ne yapacağını bilmiyormuş…o kadar insanca ki bu… en önemlisi sevgisiz kaldığını zannetmiş..."

" Peki iyi olacak mıyız şimdi?"

"Babamızı da affetmemiz lazım bunun için" diyorum. "Önümüzde uzun bir yol ve daha bir sürü kapı var açmamız gereken…hazır mıyız?"

Serpil Doğançay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Özhan Bilgin

 Kahveci : Özhan Bilgin


   o yalnızlık

içinde yankılar taşıyan bir hayatın,
kör bıçaklarla kesilmiş bir tok hevesin,
özüyle , sözüyle ,varıyla , yoğuyla bir sonraya uzanamadığı
o yalnızlık..
salınır..

artık, boş sokakların yükleminde duramaz..
öykülerin durağında inemez..
kimselere soramaz yarınını..
kargı gibi batan bir geceden seslenir artık..
aksi gibi, batmayan bir sabaha uyanır ilk nefesiyle.. haykırır ve pusar..
aynı yazgıyı yoruldukça usanır..

ağıtlık mısralarla donatır defterini..
hatrını zorlaştıran, yanıltıp kaybettiren mısralarla..
sesi ayyuka çıkmamışken , yılar..
tütünlere sarar sesini.. mavi dumanlarla mırıldanır o bitmeyen hecesini..
uzar.. uzatır..

biteviye ,
yağmurda susayan bir semender ateşi gibi yanar..
sonra titrer.. öznesi , gölgesi yollara düşer.. o vakit , o yalnızlık sevişmeye kuşanır..
sonra yiter sanıp ,
çoğalır..

Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,389,389,389,389,389,389,389,389,38
              8 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Gülendam Z.Oğuz

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.120 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler




HER AKŞAM

Topluyor adamlar yine eşyalarını
      Pazardan.

Benim seni her akşam,
      yüreğimden ,
            toplamaya çalıştığım gibi...

Niye bu kadar gürültü yapıyorlar ki akşam akşam?
                  Ben hiç sesimi çıkarıyor muyum seni toplarken?

Öykü Özü



Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Google Talk [900 KB] 98/ME/NT/2000/XP Free
http://www.google.com/talk/
Google yaptı mı yapıyor. Bunların önüne geçmeye imkan yok anlaşıldı. Henüz beta sürümü olmasına rağmen mükemmel çalışan bir messenger. İster mail, ister messenger, isterseniz telefon olarak kullanın. Sesin mükemmeliğini gördüğünüzde şaşıracaksınız. Tek şartı bir Google mail hesabına sahip olmak. Bu da son derece kolay. Mutlaka yükleyin ve kullanın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050831.asp
ISSN: 1303-8923
31 Ağustos 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com