|
|
|
8 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Vakit gene kalmadı... |
Merhabalar,
Stresli başlayıp güzel biten bir gecenin ardından ancak açabildim bizim matbaayı. Milliler hakkını verdikleri bir oyunla Ukrayna'yı dize getirince artan sevincim, iki aydır gözümde tüten bizim prensle prensesin tatilden gece yarısı dönmesiyle ayyuka çıktı. O nedenle bu gece de sizden izin istiyorum. Artık yarına Allah Kerim. Giderken sizin için seçtiğim güzel bir şarkıyı pikaba koyayım ister misiniz? Epeydir ihmal etmişim kendisini, Elton John usta söylüyor, Nikita. Yarın görüşmek üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Aşk Çeşmesi |
|
Aşkın kıyılarında kurulmuş bir kentti yüreğim... Senin engin açıklarından ellerin şakaklarında gözlemlediğin. Sen beni çekmek istedikçe açıklığına, kuytu ormanlardı gizlendiğim... Çünkü senin bilmediğin, benim asla açıklarda yüzemediğim.
Sen hep fırtınalı anlar istedin... Hep yükseklerde kanat çırpmak, denizin en derinliğinde kulaç atmak... Oysa; ben sen değildim. Zaten senin gibi kıyılarda değil hep açıklarda yüzseydim, aynalarımda yansıyan kıza saygım olmazdı. Bil ki; bundandır sınırlarımı keskin çizmelerim.
Sen sandın ki; aşkın kitabını bir kalemde yazar, esas oğlanın resmi yerine renk renk seni çizerim. Oysa; kelimelerimin sınırsız olması, yazdıklarımda devrik cümlelerle oyun oynamam, hatta yazılarımda aşkın dibine vurmam uçlarda yaşamamı gerektirmediği gibi, paylaşımlarımı da uç noktalarda yaşamı gerektirmezdi. Bunu anlamak çok güç mü ki..?
Sen; kaçamak yollarının vardığı bir çeşmede, dayayıp ağzını musluğuna kana kana içmek yerine, sıkıca kapattığın gibi musluklarımı, uzaklaşmanı seyir ettirdin. Çünkü sen; sana çoğaldığım sevgi suyumu her geldiğin anda akar zannettin. Oysa bilmez misin sen; hiç kimse vazgeçilmez olmadığı gibi, kazanmak da kolay değildi kaybedileni. Sevgiye geç kaldığın gibi, bir gülüşe, bir öpüşe sarıp merhemini, bastırdığın yerde acılarımı dindirir sandın... Devamındaki sözlerini ise kırdığın kalbimin telafisi.
Sanma ki yıkılırım yokluğunda... Sanma ki küçülürüm karanlığında. Ben her yenilikte yeniden doğduğum gibi, her kayıpta döktüğüm tohumlarımdan yeniden yeşerir, yeniden filizlenirim. Çünkü, benim için yaşam sen gözlerimden düştüğünde başlar... Bir yarına, bir geleceğe uzanıp, yandığım yerde tutuştuğum ellerinden sıyrılıp, bir buzula sarılarak soğuyabileceğim gibi.
Zaten sevgili; hayattan yudumlayacağımız ortak bir zaman var ise tenlerimizden birkaç yudumda tadacağımız, elbet tuzlarımız tansiyonumuzu yükseltecektir. Sevgiyi zorlamak, biz olmaya çabalamak neyi halledebilir ki..?
Biz şimdi; ya zamanın getirdiği gibi yarına sarıp günleri, yaşayacağız olması gerektiği /olması gerektiğini düşündüğümüz gibi... Ya da; erteleyeceğiz tüm zamanları, dünlerimizi düşlerimizde yitirdiğimiz gibi.
"Yüzmeyi kısa zamanda öğrenmeli..!"
Barış vakti uzak ya da yakın... Önemli olan, ucunda barış olduğunu bilmektir.
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Afet Sertaç Gerçek ANKA KUŞU |
|
Bu yazıyı son dakika düğünü iptal olan sizin de tanıdığınız bir erkek arkadaşımın isteği üzerine yazıyorum. Size onun sözlerini aktarıyorum ''Öyle bir yazı yaz ki okuyunca beynime kurşunlar boşalsın, soğuk terler hissedeyim, yaşama dair ne varsa elimde tek tek gözümde canlansın, ağlamak istesem de göz yaşlarım isyan edip akmasın'' Üzgünüm! Bu yazı istediğin gibi bir yazı olmayacak ama yazının sonunda tüm bu duyguları yaşayacağına garanti verebilirim…Biri hariç…
Evlilik her faninin başına bir kere gelir sözü günümüzde eklentiye uğramıştır; en az bir kere başınıza gelir ve genellikle boşanmayı da beraberinde getirir. Ölüm bizi ayırana kadar hikayesine sizi inandıran ve diğer ilişkilerden faklı olarak evliliği düşündüren kişi doğru kişi midir? Yada bizler birileri için doğru kişi miyiz? Hayatta herkes birçok rol üstlenir ve bunların hepsinde başarılı olacak diye bir kaide yoktur; iyi bir patron, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş, iyi bir ebeveyn olabilirsiniz ama iyi bir eş olamayabilirsiniz. Önce şuna karar vermek lazım Evlilik size göre mi? Değil mi ya! Çuvaldızı kendimize iğneyi başkasına… Sonra eş adayınızın sizi olduğunuz gibi kabul edeceğine ve onu olduğu gibi kabul edebileceğinize dair hiçbir şüphenizin olmaması lazım falan filan..Bu liste uzar gider eğer evlilik öncesi bu checklist'i aşktan gözünüz kör olduğu için göremediyseniz geminiz karaya oturdu demektir ki iki seçeneğiniz var! Ya gemide kalıp onunla beraber paslanacaksınız ve kendinizi şu sözleri söylerken bulacaksınız: Havuzlu bir evin, gümüş ve altın rengi kredi kartlarının yanında aldatmanın ne önemi var… Hiçbir şeylerini eksik etmiyorum ama mutluluk benim de hakkım o yüzden mutluluğu dışarıda arıyorum… Devekuşunu bilirsiniz tehlike anında başını kuma gömer, o hiçbir şeyi görmediği için kendisinin de görülmediğini sanır yani siz kafanızı bu şekilde kuma gömerken çevrenizdekiler evliliğinizi sabun köpüğü evliliklerden biri olarak adlandırmasın diye durumu kurtarmak için tüm çabayı gösterirken, onlar aslında her şeyin farkındadır ama merak etmeyin olayın vahametini arttırmamak için sizi desteklerler, en azından öyle görünürler.
Yada ikinci seçenek gemiyi terk edeceksiniz ki bu da boşanmak anlamına geliyor. Evlenirken kolaydır; biri sorar, ikisi kabul eder, ikisi de onaylar beş dakika ya sürer ya sürmez. Ama boşanmak öyle değildir. Aile psikoloğuna 6 ay gidersiniz onu ve hakimi kararınızın doğru olduğuna ikna etmeniz gerekir; nafaka, mal ve çocuk paylaşımı vs. vs. vs. Halbuki şu işi başından yapın değil mi? Nasıl olabilir? Şöyle olabilir! Evlenmeden önce aile psikoloğuna gidersiniz siz ve eş adayınız gerçekten evliliği yürütebilir mi? Cadı görümce, meraklı kaynana, sinir bozucu bacanak, evinize kamp kuran eşinizin yakın arkadaşları ile ortak bir hayatı sürdürmeyi gerçekten becerebilir misiniz? Gerekli tüm özelliklere sahip misiniz? Bu hayatı gerçekten istiyor musunuz? Bu hayat sizi gerçekten mutlu eder mi? Bu arada akıl sağlığınız yerinde olarak mı karar veriyorsunuz? İşte bunları ispat edebiliyorsanız o zaman evlenin çünkü bence gerekli olan bu, insanlar saçma sapan nedenlerden evlenmek isteyebilirler ama çok nadir insan saçma sapan sebeplerden boşanmak ister. Ve maalesef çoğu zaman sizin ödemeniz gereken bu kabarık faturayı çocuklarınız öder. Bu yüzden boşanmak yerine evlenmeyi zorlaştırmak lazım ki borazanına güvenmeyen borazancıbaşı olmasın.
Yazarın arkadaşına özel mesajı: Ağlamak güzeldir, süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma… Eminim göz yaşların, Anka kuşunun gözyaşları gibi ruhunda iyileştirici etkisini gösterecektir ve Anka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden hayata geleceksin. Her şey gibi bu da gelip bu da geçecektir.
Afet Sertaç Gerçek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bezgin Kedi : Öykü Yılmaz |
Atasözü Değil! Otuz Ciltlik Ansiklopedi
Vecizeler ve atasözleri, söylendiği dönemin sosyo-kültürel yapısını en iyi şekilde yansıttığı için tarih ve edebiyatın önemli bir parçasını oluşturur. Bu yüzden bir milleti yakından tanımak istiyorsanız; "O" ülkenin tarihi ve turistik hazinelerinin yer aldığı broşürle birlikte atasözleri kitabını da edinmenizde fayda var.
Kendi ata sözlerimize bakacak olursak atalarımızın ne kadar geveze olduğunu anlamamız uzun sürmez. Orta Asya senin Viyana önleri benim diyerek gezen atalarımız, yarı göçebe hayata geçince deveden inip ata binmişlerdir.Attan inip eşeğe bindikleri döneme ait kayıtlar Çin yazıtlarında mevcuttur fakat çevirisi yapılmamıştır. Böyle bir dönemin varlığını, eşeğiyle yol alırken karpuzunu düşüren atam sayesinde tesadüfen öğrenmekteyiz.
Atamın göçebe yaşam döneminde sarf ettiği sözlere yakından bakacak olursak genellikle deve muhabbetinden oluştuğunu görürüz ki, bu da günümüzdeki geyik muhabbetine tekamül eder. Örneğin deveye "boynun niye eğri" diyen atam - deveden "nerem düz ki" cevabını almıştır. Bununla da kalmayıp sıkıntıdan "deveye hendek atlatmak" gibi bir eğlence edinmiştir. Deve üstünde-seyir halindeki atamın muhabbetine son noktayı koyan sözü ise "devede kulak"tır.
Göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçen atalar ise aşka meşke de pek bir hevesli hale gelip "aşk bir derya, dalmayan bilmez" diyerek etrafta boy gösterirken, bir kısım ata ise; deveyi çadırının önüne bağlamak suretiyle- atına atlayıp çeşme başına inmeyi tercih etmiştir.Çeşme başında, terkisine atacağı kıza hava olsun diye atını kişnetip "at binicisine göre kişner" demeyi de ihmal etmemiştir. Aşk acısından kıvranan atalarımız ise "ana gibi yar olmaz" cümlesinde hemfikirdir.
Babaların at üstünde "cirit attığı" bir dönemde, anasıyla birlikte mantı büken atam da yine bu kategoriye girmektedir.
Dosttan yana da hiç yüzü gülmez ata dediğinin ki söyleyecek söz çıksın.Yediği kazıklar yüzünden veresiye defterini yakan mahalle bakkalı atam "dost ile ye, iç, alışveriş etme" yazısını çerçeveletip dükkanın görünen bir yerine iliştirmiştir. "Olsa! Dükkan senin" sözü de yine böyle bir olay üzerine çıkmıştır.
Aslında bilimin de güzel sanatların da temeli o zamanlardan atılmışta biz fark edememişiz. "Kaş yapayım derken göz çıkaran" atalar dönemin heykel bölümü öğrencileridir zira güzel sanatlar fakültesinin tez konusu niteliğindedir göz çıkarmadan kaş yapmak.
"keçi kurttan kurtulursa, gergedan olur" diyen atamda döneminde kendi evrim teorisini geliştirmiştir.
Bir de açık araziye laboratuar kurup, gözlem yapan atalarımız vardı. "Sayılı koyunu kurt kapmaz" diyen ataya hak vermek lazım. Kurt kalabalık sürüye dalar ki -otuza kadar saymayı bilen atam otuz birinci koyunun kaybolduğunu fark etmesin diye.
"Şahin sinek avlamaz", "Şahin ile deve avlanmaz", "Çaykuşu ayağından tutulur" gibi sözler ise günümüzde veterinerlik fakültesinin ders konularıdır.
Gündelik yaşamda rahatlıkla tecrübe edeceğimiz şeylerin de atasözü olarak literatüre girmesini yadırgamamak lazım.Misal hamamı icat ettiğimizde "hamama giren terler" demeyi ihmal etmemişiz.Gelecek nesil hamama giderse başına gelecekten haberdar olsun diye.Ama natırın, yatırıp ne yaptığı konusunda bir söz bulamadım. Sanıyorum ki bu tecrübe edilerek öğrenilecek bir şey.
Fantezi dünyası da bir hayli geniş olan ata "atına dost gibi davran, düşman gibi bin" derken sadist ilişkilerden hoşlandığını ima etmeye çalışmış olabilir.Yatağa bağlama fantezisinin de bu dönemden geldiği gün gibi aşikardır zira kazığa bağlı ata düşman gibi binilirse ne olacağı bellidir.
"Can boğazdan gelir" diyerek yiyen-yedikçe şişen nahif atamı da anmadan duramayacağım.
Bütün bu söz furyasına bakarak nerden gelip nereye gittiğimiz, ne yiyip ne içtiğimiz ve nasıl yaşadığımız hakkında bir fikir sahibi olabilirsiniz.Bir de anlam veremediğimiz, neden, ne için söylenmiş diye düşündüğümüz sözlerimiz mevcuttur. Bu sözlerin önde gidenleri ise içinde kırk sayısının yer aldığı ata sözlerimizdir. "Kırk katır mı, kırk satır mı", "kırk gün kırk gece", "kırk kurda bir aslan ne yapsın" gibi sözlerin yorumunu size bırakıyorum.
Ben kuyuya bir taş attım, bakalım kırk akıllı çıkarabilecek mi?
Öykü Yılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Taşla kesmek eyleminin birleştiği bir yer…
Yaz mevsiminin bir ayında sıcaklardan bunaldığınız bir anda şöyle bir esinti çıksa da, rahatlasak dediğiniz olmuştur.
Eğer sıcak yeller yüzünüzü yalıyorsa yada nemden canınız çıkmak üzereyken, kendinizi Akdeniz'in serin sularına bırakmayı düşünmüşsünüzdür.
Bu serin sularda yüzdükçe ferahlarsınız, ancak zamanla sıkıldığınız olursa da değişik yerleri gezip görmeye, yaz ortasında üşümeye de niyetlendiğiniz olmuştur.
Şimdi sıcak yaz aylarında Antalya'da olduğunuzu düşünün. Belki birkaç günlüğüne belki de bir aylığına tatil için seçtiniz burayı. Hadi diyelim ki bu yeryüzü cennetinin bu köşesinde yaşıyorsunuz.
Arabanıza bindiniz ve kuzeye doğru yöneldiniz.
Sizi çam ağaçlarını yoğun gölgeleri karşılayacak, uzun bir süre de sizi bırakmadan sizinle yarışacak. Yolunuzun sol yanında, İskender'in bir zamanlar uğradığı Termessos'a, uğrasak mı düşünceleri benliğinizi zorlayacak.
Emin olun, sevdiğiniz bir müzik parçası, hafifçe kulağınıza fısıldarken zevkli olan bu ziyaretlere hafiften değişen rahatlatıcı serinlik, isteyerek sizi sarmalayacak.
Hafif kıvrımlı virajlar, tatlı rampalar sohbetlerinize kulak verecektir.
Derken, sağ ve sol yanınızda, bahçelerinden tazecik koparılmış meyvelerini satanları göreceksiniz.
Güzelim kütür kütür elmalar yada şeftali, yada al yanaklı kız misali, görselliği mükemmel kayısılar…
İsterseniz burada durun, bir tarhana çorbası yudumlayın, isterseniz de bu bölgeye has piyazla ağızlarınızı tatlandırın.
Cıvıl cıvıl sevecenliğiyle, meşhur Türk misafirperverliğini göstermeye çalışan, bu bölge insanının sıcakkanlılığını görmeye ne dersiniz? Bence kısada olsa burada durmalısınız. Ülkemizin önemli bir tarım ürününün başkenti sayılan bu yer neresi bildiniz mi?
Buranın adı: Korkuteli...
Süper marketlerde gördüğünüz, küçük beyaz şirinliğiyle paketlenmiş olarak almak isteğiniz, kültür mantarının yaklaşık % 40'ı Korkuteli'nde üretilmektedir.
Hadi gelin tırmanmaya devam edelim. Geldiğinize yöne göre sağa dönün ve ayağınızı gaz pedaline hafifçe dokundurun. Yukarılara doğru, ayaklarımız altında kalan şehir manzaraları ile hep yukarı doğru bakalım.
Öbek öbek yeşilliklerin olduğu yerlerden geçerken dağlarda Akdeniz'in tipik bitki örtüsü makilikler görülecektir.
Bu şekilde sürüp giden yolun bir yerinde Yeleme diye bir yer göreceksiniz. Parlak alüminyumdan levhalardan yapılmış damlarıyla, küçük evlerin olduğu bir yer burası.
Yeleme yaylası...
Arabanızdan inip serin bir havayla temasınızı bütünleştirin bence.
Bu yol böyle sürüp giderken, bir subaşı molası vermeye ne dersiniz?
Az ilerden sağa dönüp, yazlık sebzeler ve meyve ağaçları arasından, kalabalığın yoğunlaştığı yeşil bir alana varıyorsunuz. Az önce bahsedilen öbek öbek yeşilliklerden biri de burada duruyor.
Yüksek ağaçlar arasında küçük yeşil bir meydan, bir kayalılık kavuğundan şırıl şırıl akan bir kaynak…
İnsanlar tadına bakmak için, susuzluklarını gidermek için bu kaynaktan akan buz gibi suyu yudumluyorlar.
Etrafa bakıyorsunuz, bazıları ellerinde yelpazeleri mangallarını tüttürüyorlar, bazıları top oynuyor, bazıları kaynak suyundan demlenmiş tavşan kanı çayını içiyor.
Siz hangisini yapmak istersiniz?
Başka seçenek mi istiyorsunuz?
Olgunluğu yerinde, güzel bir karpuzu veya kavunu akan buz gibi suda soğutup, yemeye var mısınız?
Sahi burası neresi diye sormuş muydunuz?
Özür dilerim, ben duymamış olabilirim.
Taşkesiği…
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Ferrari'sini Satan Bilge
Küçük bir çocukken babam bana "Peter ve sihirli ip" adlı peri masalını anlatırdı. Peter, çok hareketli küçük bir çocukmuş. Herkes onu severmiş; ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları. Ama bir zayıflığı varmış."
"Neymiş?"
Peter, asla o anı yaşayamıyormuş. Yaşamın akışından tat almayı bilmiyormuş. Okuldayken dışarıda oyun oynamak istermiş. Dışarıda oyun oynarken yaz tatilini özlermiş. Peter sürekli olarak hayal kurar ve hiç bir zaman günlerini dolduran özel anların keyfine varamazmış. Bir sabah Peter, evinin yakınlarındaki ormanda yürüyüşe çıkmış. Yorulunca çimenlik bir yer bulmuş ve sonunda uyuyakalmış. Birkaç dakikalık derin uykusundan sonra, birinin ona seslendiğini duymuş. "Peter! Peter!" Cırtlak ses yukarıdan geliyormuş. Gözlerini yavaşça açtığında tepesinde dikilen çarpıcı bir kadın görmüş. Kadın belki de yüz yaşındaymış ve kar beyazı saçları omuzlarından aşağıya yün bir battaniye gibi dökülüyormuş. Kadının kırışıklıklarla dolu elinde ortasında bir delik olan sihirli bir top varmış ve delikten uzun, altın bir ip sarkıyormuş.
"Kadın, "Peter" demiş, Bu senin yaşamının ipi… İpi birazcık çekersen, bir saat dakikalar gibi geçer. Biraz daha fazla çekersen, aylar hatta yıllar bile günler gibi geçer. Peter, bu keşif karşısında çok heyecanlanmış. Belki de ona sahip olabilirim diye düşünmüş. Yaşlı kadın hemen aşağıya eğilerek sihirli ipi olan topu küçük çocuğa vermiş. Ertesi gün, Peter sınıfta huzursuz ve yorgun bir şekilde oturuyormuş. Birdenbire aklına yeni oyuncağı gelmiş. Altın ipi biraz çekmiş ve kendini hızla evde, bahçede oyun oynarken bulmuş. Sihirli ipin gücünü keşfettikten sonra Peter, okul çocuğu olmaktan sıkılmış ve tüm heyecanları ile birlikte bir delikanlı olmak istemiş. Sonra altın ipi tekrar hızla yukarı çekmiş. Birdenbire Elise adlı güzel bir kız arkadaşı olan bir delikanlıya dönüşmüş. Fakat Peter gene memnun değilmiş. Anın tadını çıkarmayı ve yaşamının her evresindeki yalın mucizeleri keşfetmeyi hiç bir zaman öğrenememiş. Onun yerine bir erişkin olmayı hayal etmiş. Sonra ipi tekrar çekmiş ve uzun yıllar bir anda geçmiş. Derken kendini orta yaşlı bir erişkin olarak bulmuş. Elise eşiydi ve Peter bir ev dolusu çocuk ile çevrilmişti. Ama Peter başka bir şeyi de fark etmiş. Bir zamanlar simsiyah olan saçları beyazlamaya başlamıştı. Çok sevdiği , bir zamanlar genç olan annesi artık yaşlı ve güçsüz bir kadın olmuştu. Ama Peter hala anı yaşamıyordu. Şimdide yaşamayı asla öğrenememişti....
Yukarıda yazmış olduğum hikayenin devamını merak ediyorsanız eğer; liderlik, performans ve kişisel gelişim konularındaki bir numaralı kişi olan Robin S. Sharma'nın kaleminden çıkan Ferrari'sini Satan Bilge isimli kitabı okumanız gerekiyor. Emin olun bu kitabi okurken aklınızdan sürekli bu kitabi baş ucu kitabı yapmalıyım düşüncesi geçecektir. Zira ne yalan söyleyeyim bu kitabı okurken direk bu düşünce beyin hücrelerimin kıvrımlarını harekete geçirmişti. Üç kere, beş kere, gerekirse on kere hiç sıkılmadan okuyabileceğim nitelikte bir kitap...
Yazar Sharma, bu başarılı eserinde sürekli olarak hayattan çeşitli dersler çıkarmamız gerektiği görüşünde... Bu tezini de zaten çeşitli yazarlardan yapmış olduğu çeşitli sözlerle de pekiştiriyor. Böyle yapmakla açıkçası iyide yapıyor. Örneğin kitabının bir köşesinde yer verdiği bu peri masalı öyküsünün gerçek hayatta ne anlama geldiğini hiç düşüneniniz olmadı mı? Yada ne biliyim sizde hiç bir şeylerin çağrışımını yapmadı mı? Sizleri bilemem ama bende direk olarak şu çağrışımı yaptığını söyleyebilirim.
Gerçek dünyadaki BİZLER yaşamı dolu dolu yaşamak için ikinci bir şansa sahip değiliz. O yüzden, bugün çok geç olmadan yaşam armağanının gözlerini açman için sana verilen şansı geç olmadan doya doya kullan. Yaşamını anlamlı kılan insanlara daha fazla zaman ayır. Özel anlara saygı duy..Yağmurda dans et, bağıra çağıra şarkı söyle... Bu günde yapmak istediğin şeyleri hiç bir zaman erteleme. Önemli olan hayatı ıskalamadan yakalamaktır nede olsa... Uzun lafın kısası ruhunu canlandır ve ruhunla ilgilenmeye başla... Bu, Nirvana'ya giden yoldur...
Yalın bir dil kullanarak kıvrak zekasını bir kez daha konuşturan Yazar Sharma'nın kitabı Goa Yayınları tarafından 10 Ytl'ye satışa sunuluyor... İlgilenenlere duyrulur... Ve son olarak unutmayın ki bilgiler paylaşıldığı takdirde önem kazanır. O yüzden daha çok kitap okunan ve okundukça paylaşımların artırıldığı bir dünyada tekrardan karşılaşmak dileklerimle…
Ebru Altın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
LORAINIEN'lerin GİZİ -3-
Bir saat kadar sonra Peter gitmesi gerektiğini söyledi. Telefon numaralarını birbirlerine verip vedalaşarak ayrıldılar. O günden sonraki on gün içinde iki kere daha görüştüler.
Bir sabah erken saatte Burak telefonunun sesiyle uyandı. Peter'in telaşlı sesi ile karşılaştı
"Burak. Hemen görüşelim. Ama önce Lorainien'lerin sitesine girip bir bak"
"Hayırdır? Ne oldu ki?"
"Yeni bir Roberto. Öldürülmüş. Bir Polonyalı"
"Ama nasıl olur? Bu periyodun Roberto'su ben değil miydim?"
"Ben de anlamadım"
Burak hemen bilgisayarını açarak Lorrainien'lerin internet sitesine girdi. Peter haklıydı. Yeni bir Roberto öldürülmüştü. Burak, Kendisini rahatlamış hissettiği ve engelleyemediği bir sevinç duyduğu için utandı. Nihayetinde bir başka genç ölmüştü. Bu ölüm garip bir soru işareti yaratmıştı. Durumu kavramaya çalışırken kapının sesiyle yerinden sıçradı. Gelen Peter olmalıydı. Kapıyı açtığında karşısında kırk yaşlarında bir rahip duruyordu.
"Günaydın evladım. Müsaitseniz görüşebilir miyiz?"
"Ee .Tabii. Ne konuda"
"Müsaade ederseniz gireyim. Anlatacağım"
Burak rahibi buyur etti. Adam salonda bir yere oturdu; Burak da karşısına… Rahip kısık bir öksürükle boğazını temizleyerek konuya girdi.
"Bize çok büyük zorluk çıkardınız genç dostum. Az kalsın planımız sizin yüzünüzden sekteye uğrayacaktı. Tabii ki bu cezasız kalmayacak"
Burak, adamın oldukça sakin bir ses tonuyla konuşmasına karşın sözlerinin içerdiği tehdit karşısında dehşete kapıldı. Daha "Ne oluyor?" diyemeden adamın sağ elindeki tabanca namlusunun kendisine çevrilmiş olduğunu gördü. Titremeye başlamıştı.
"Nasıl yani? Ne planı? Siz kimsiniz"
"Adım Sebastian. Az sonra öleceğinize göre bunun çok da önemi yok. Montecassino manastırıyla iletişime geçerek hikâyenizi anlatmalıydınız. Polonyalıyı ayarlayamamış olsaydık daha da güç duruma düşecektik. Şimdi hem cezalandırılmanız, hem de ilerleyen günlerde ekstra bir Roberto olarak ortaya çıkmanıza mani olmak için sizi ortadan kaldırmalıyım"
Bu arada Burak, karşısındaki rahibe belli etmeden koltuğun kenarındaki cep telefonundan el yordamıyla Peter'in numarasını çevirmişti. Peter telefonu açıp cevap alamayınca odadaki sesleri dinlemeye başlamıştı. Burak Sebastian'a;
"Durun. Ateş etmeyin. Nedenini bilmek istiyorum" dedi.
"Çok uzun hikâye dostum. Benim o kadar vaktim yok. Ama şunu bilin ki son bir aydır gördüğünüz rüyayla ilgili"
"Benim rüya gördüğümü nereden biliyorsunuz? Dahası rüyanın ne olduğunu nereden biliyorsunuz?"
"Çünkü rüyayı biz ayarladık"
"Biz mi? Siz kimsiniz?"
"Lorrainien'ler. Efsane bitmemeli. Bu korku sonsuza dek Montecassino'nun tepesinden eksik olmayacak. Her yirmi yılda yeni bir Roberto onları bulacak"
"Rüya nasıl ayarlanır yaa? Benim rüyalarıma nasıl giriyorsunuz?"
"Çeşitli teknikler var. Hipnotizma en sağlam yöntem"
"Tekniğin başarıya ulaştığından nasıl emin olabilirsiniz ki?"
"Biz emin olabiliriz. On gün önce St Antoine kilisesine neden gittiniz? Genç rahip Peter'le neden konuştunuz? Sanırım hikâyemizi ondan öğrendiniz. Şimdi o da başka bir kardeşimin kurbanı olacak"
Telefondan işittiklerinin üzerine Peter yatağından fırlayarak kalktı. Odasının bulunduğu kata çıkan merdivenlerden sesler geldiğini işitti. İki saniye sonra kapı çalındı. Baş rahip'in sesini işitti "Peter! Bir konuğun var kardeşim"
Peter odasının penceresinden kendini boşluğa bıraktı. İkinci kattan avluya başarılı bir atlayışla düştü. Hafifçe burktuğu bileğinin üzerinde sekerek bahçenin arka duvarına doğru koştu. Gelen kişi yalnız olmayabilirdi. Bu nedenle ön kapıdan çıkmaya cesaret edemedi. Bu arada elinde tuttuğu telefonun kapanmaması için olağanüstü gayret sarf ediyordu. Bahçe duvarının üzerinden atlayarak arka sokağa düştü. Hemen sokağın çıkışındaki taksi durağından bir taksiye atladı. Taksi şoförünün vites kolunun yanında duran cep telefonunu kaptığı gibi 155'i tuşladı. Şoförün tuhaf bakışından ne demek istediğini anlayarak "Benden sana beşyüz kontör. Şimdi işine bak ve polise verdiğim adrese çek"
"Memur bey. Bir cinayet girişimi var. Çok acil durum. Açık duran bir cep telefonundan cinayetin işlenmek üzere olduğunu işitiyorum. Adım Peter Terrano. St Antonie kilisesi rahiplerindenim. Gitmenizi istediğim adresi veriyorum Şafak sokak Sanlı apartmanı daire dört, Beşiktaş. Ben de şimdi oraya gidiyorum"
Taksi şoförü konuşmaları duyunca gaza yüklendi. Araba, lastiklerinden gelen acı bir çığlıkla yerinden fırladı.
Bu arada Burak, Sebastian'la konuşmaya devam ediyordu. Peter'in yardıma geleceğinden emindi. Peter'in işine yarayabilecek ipuçları vermeye çalışıyordu.
"Bu ne saçma bir hikâyedir. Altıyüz yıl önce gerçekleşmiş bir efsane yüzünden şimdi evimin salonunda öldürülecek miyim? Eğer burada ölmeseydim bile Montecassino manastırının mahzeninde ölecektim"
"Kader… Roberto'ya benziyor olmanız sizin kaderiniz genç adam. Neyse ki dünyada ona benzeyen birkaç kişi daha vardı"
"Peki size söz versem. Kesinlikle hiçbir kilisenin önünden bile geçmeyeceğime yemin etsem. Kurtulma şansım…"
"Maalesef delikanlı. Kendimizi asla deşifre etmeyiz. Eğer bir şekilde deşifre olduysak bilenler ölmek zorundadır"
"Beni de tarikatınıza alın. Sadık bir hizmetçiniz olayım. Lütfen öldürmeyin beni. Hem siz sağ bir Roberto aramıyor muydunuz? Ben varım işte. İntikamınız her neyse yardımcı olurum. Altıyüz yıl önceki Roberto olduğumu söylerim Papa'ya"
Sebastian gevrek bir kahkaha patlattı. Uzun süre güldükten sonra sırıtarak;
"Çok safsın aziz dostum. Bize ölecek adam lazım. Böyle bir efsaneye dindar Hıristiyanlar ve Vatikan inanır mı sanıyorsun? İlk canlı Roberto'da foyamız meydana çıkar. Oysa ölümler bize hatırı sayılır paralar kazandırıyor. Bu efsanenin sürmesi ne çok kişinin işine yarıyor tahmin bile edemezsin. Hepsi de en ufak pürüzde Manastırı ve Vatikan'ı köşeye sıkıştırabilecek ve bu olayı aleyhlerinde delil olarak kullanabilecek para babaları. Bazıları da efsaneyi ve kilisenin suçsuz yere bulaştığı bu ayıbı tüm dünyaya yayabilecek güçte medya kuruluşlarının patronları. Bunu bu güne kadar hiç kullanmadılar ama günü geldiğinde kullanılmak üzere kenarda tuttukları bir güç sahibi oldukları da kesin. Bize de iyi bakıyorlar doğrusu. Anlarsın ya"
"Yani hem sıradaki Roberto'yu manastıra yolluyor, hem de öldürüyordunuz öyle mi?"
"Ha şunu bileydin"
"Ya ilk Roberto? Bir de Andronikos var…"
"İlk Roberto bir ilüzyondan başka bir şey değildi. Tabloyu ve Roberto'yu hazırlayan da Lorrain'den başkası değil. O zaman için bunları sadece sıradan bir iktidar çekişmesi adına planlamış. Böyle bir işe yarayacağını tabii ki tahmin etmiyormuş"
"Ama Lorrain intihar ederek ölmemiş mi?"
"Hayır. Lorrain müridleri tarafından kaçırılmış. Uzun yıllar da yaşamış. Hatta Andronikos'u ayarlayan da ta kendisiymiş. Manastır zaten Roberto'nun ölümü yüzünden bir soruşturma geçirmekteymiş ve bu büyük ihmallerinin, Vatikan tarafından affedilmeyeceğini düşündükleri için olayı öyle lanse etmişler. Doğrusu Lorrain'in peşine düşmeyi de düşünmüyorlarmış. Bu Lorrain ve müridlerinin de çok işine yaramış. Efsaneyi daha dramatik bir hale getirmiş"
Salonun camı birden büyük bir gürültüyle patladı ve salonun ortasına yumruk büyüklüğünde bir taş düştü. Sebastian'ın ani bir refleksle arkasını dönmesi Burak'a bir saniye kazandırmıştı. Ters takla atarak kendini oturduğu koltuğun arkasına attı ve sürünerek koridora çıktı. Arkasından üç el silah sesi duydu. Sokak kapısını açtığında çelik kapının ardında silah iki kez daha patladı ama mermiler kapıyı delemedi. Kapıyı kapattığı gibi yuvarlanırcasına merdivenlerden inmeye başladı. Üst kattan gelen ayak seslerini işitebiliyordu. Apartman kapısından çıkmama akıllılığını gösterdi. Binanın bodrum katına indi ve depolardan birine gizlendi. Sebastian, Burak'ın apartmandan çıktığını zannetmişti. Apartmanın dışından gelen silah seslerinin ardından uzun bir sessizlik oldu. Polis arabalarının hoparlörlerinden bir anons duyuldu.
"İçerde başka kimse varsa silahını bırakıp elleri havada dışarı çıksın. Binanın çevresi sarıldı bir yere kaçamazsınız. Komşular! Siz de pencerelerden uzak durun"
Burak merdivenlerde başka kimseyi görmemişti; ama yine de emin olamadığından yerinden kımıldamadı. Bir süre sonra merdivenlerde kalabalık koşuşturmalar işitti. Bunlar polisler olmalıydı. Bodrum kata inen ayak sesleri işitti. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Depoların arasındaki koridorun başından biri seslendi;
"Polis! Orada kimse var mı?"
"Ateş etmeyin. Ben Burak. Peter'in arkadaşı"
Dibine büzüldüğü duvarın köşesinden önce bir tabanca namlusu sonra da bir polis kepinin ucunu gördü.
"Ateş etmeyin. Burak ben. Saldırıya uğrayan kişi benim"
"Tamam delikanlı. Her şey geçti. Kalk bakalım"
Burak'ın tüm sinirleri boşalmıştı. Tir tir titriyordu. Polisin yardımıyla güçlükle ayağa kalkabildi. Gelen ikinci polis de diğer koluna girdi. Yalpalayarak ve sürekli sendeleyerek güçlükle merdivenleri tırmandı. Dışarıda dört arabalık polis ekibi vardı. Arabalardan birine elleri kelepçeli bir rahibi bindiriyorlardı; bu, Sebastian'ın partneriydi. Sebastian ise kapı girişinde yatıyor, aldığı yaralardan dolayı inliyordu. Başında bir gurup polis toplanmıştı. Burak yanından geçerken Sebastian, "Kurtuluşun yok. Kardeşlerim er geç seni ortadan kaldıracak" diye inledi. Burak yere çömelerek "Vatikan sırrınızı öğrenecek. Bütün dünya da. Siz sahtekârsınız" dedi. Ayağa kalkıp yanına gelen Peter'e var gücüyle sarıldı ve ağlamaya başladı.
Sonraki günlerde kilisenin baş rahibinin verdiği eşkale göre Peter'i öldürmeye gelen iki rahip de yakalandı. Dört kişinin sorgulanması sonucunda tarikatın Türkiye ayağı çökertilmişti.
Olayın duyulması sonucunda Vatikan derhal Montecassino manastırında bir soruşturma başlattı. Soruşturmanın sonucunda geçmiş tüm Roberto'ların mezarlarının yerlerini tespit ettiler. Ancak mezarlarda en ufak bir kemik bile bulamadılar. Lorrainien'ler yirmi yılda bir gelen gencin hep aynı kişi olduğu izlenimini vermek için sonradan mezarlardaki cesetleri çalıyorlardı. Vatikan, ailelerine ulaşabildikleri son birkaç Roberto için yüklüce tazminatlar ödedi. Roberto'ların düzmece hazırlandığını bilmeyen ve çoğunluğu hizmet takımından olan Lorrainien'ler, takip eden aylarda dağılarak yönetim kademesinde olanları ele verdiler. Tarikatın yönetim kademesindekilerin tamamı mahkûm edildi.
Peter, eğitimini ve sonrasındaki meslek yaşamını Vatikan'da, oldukça iyi bir konumda sürdürdü. Burak ise okulunu yüklü bir Vatikan bursuyla tamamlayarak parlak bir meslek yaşamına atıldı. İki arkadaş görüşmeye devam ettiler. Her yaz birbirlerinin yanına tatile gidiyorlardı. Burak üç yıl sonra Peter'in kız kardeşiyle evlenerek aralarında bir de akrabalık bağı oluşturdu.
Peter, dört yıl sonra 'Lorrainien Gerçeği' isimli bir kitap yayınladı. Kitapta tarikatın bütün gizi anlatılıyordu. Tarikat üyelerinin yargılanmaları sırasında ele geçen tüm delillerden yararlanarak oluşturmuştu kitabını. Tarikat, Roberto'ya benzeyen gençleri bulduğunda onlara çok iyi davranıyor, seçilmiş insan muamelesi yapıyor, eğitim, telkin veya hipnoz aracılığıyla onları yeni bir Roberto olduklarına inandırıyordu. Tarikat üyeleri, yetiştirdiği Roberto'ların görevlerinin gereği sırtlarına ya dövmeyle Arapça yazılar yazıyorlar yada görevlerinin başlamasından bir süre önce bir miktar kırbaçlayarak sırtlarında eski kırbaç izleri yaratıyorlardı. Son yıllarda gelişen hipnoz yöntemleriyle işleri daha da kolaylaşmıştı. Bu yolla sadece bir rüya yaratmaları artık yeterli oluyordu. Sırtında işaret taşımayan Roberto'lar da bunlardı genelde.
Burak derin bir hipnozla bilinç altına kazınmış olan rüyadan uzun süre kurtulamayınca bir hipnotizma uzmanına başvurdu. Yeniden uyutularak rüyanın etkilerinden kurtulacaktı. Bir iki seans sonunda hem rüyadan büyük ölçüde kurtuldu, hem de rüyanın bilinç altına nasıl ekildiğini hatırladı. Rüyayı ilk kez görmesinden bir hafta önce bağırsaklarından ciddi şekilde hastalanmıştı ve üniversite hastanesine gitmişti. Muayeneden çıktıktan sonra bir hemşire yanına yaklaşarak doktorun bir iğne yapılmasını istediğini söylemişti. Burak yapılan iğneyle fenalaşmış ve bir iki saat sonra hastane koridorundaki bir sedyenin üzerinde uyanmıştı. İğneyi yapan hemşire Burak'a iğnenin dokunduğunu, kısa bir fenalık geçirdiğini ama artık iyi olduğunu ve gidebileceğini söylemişti. İşte o iki saat içinde birileri tarafından hipnotize edilmişti.
Burak uzun yıllar -normal koşullarda- rüyayı nadiren de olsa görmeye devam etti. Tüm gerçeği bildiğinden artık bu onu rahatsız etmiyordu. Sadece bir gün, karısı ve kızıyla Topkapı Sarayını gezmeye gittiğinde bayılmasına neden olan bir korku yaşadı. Harem dairesinin kapısı önünde birikmiş bir turist kafilesinin arasından geçmeye çalışıyorlardı. Yaşlı bir turistin omzuna dokunarak "Pardon" dedi. Yaşlı adam "Niente" diyerek yüzünü döndü. O yüz, Lorrain'in kül beyazı kırışık çehresini ve koyu karanlık gözlerini taşıyordu.
-SON-
Not: Bu öykü tamamen hayal ürünü olup kişi ve olaylar kurgudur. Gerçek olan bazı yer ve kurum adlarının anlatılan olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Su Burcu Ozan <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.158 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Hazan Sarhoşluğu
*Leylekler göç etti bugün...*
Bir karaltı ordusu solgun bulutlarda;
Kanat çırpışlarda sağır sessizliğin yankısı,
Kalabalık ve telaşsız...
Dillerde kuşların veda şarkısı;
Usulca göçmekte sıcaklara
Fısıltılı kanatlar.
Yorgun sesleri sürükler ayaklar,
Dolu misali yağar kıyılara ıssız günler;
Tufanlar kayıp, dalgaların uğultusunda.
Paramparça ruhlar...
Destana dönüşür gidişine adanan tüm dizeler,
Sözcükler anlamını yitirir yürekte.
Koklayınca solan manolya misali aşk
Ömrün son demlerinde.
Özlemlerdir şimdi yüzün iki yanına düşen;
Hasretin buruk tadı acıtır son yazda.
Heyhat!
Bir başına kalmaktır yalnızlık,
Şafaklar aydınlık olsa da...
Sarı bir melankoli yakar ağaçları;
Usulca yanaşır gecene kızıl bir sarhoşluk;
Umutlar, leyleklerin dilsiz kanatlarında...
Bir şiir vurur anılara, kırgın;
Yalar geçer kalemini kömür karası poyraz.
Sen ise sırılsıklam olmuşsun
Kuru ırmaklarda.
Bir an gözlerini yumarsın
Ve o an maziye kayıp gider avuçlarından,
Ardına bakmadan.
Gönlünde mor hüzünleri kucaklarsın,
Haykırırsın buğulu bakışlara;
Hoş geldin hazan...
Feride ÖZMAT
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
6 aylık erkek dalmaçyalı, sağlıklı ve çok hareketli, bütün aşıları tamam, bahçeli bir evde yaşayan ve ona iyi bakabilecek yeni sahibini arıyor! Aykut Özman aozman@egegaz.com.tr
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...Have you been thinking about putting yourself up for sale lately? Ever wonder how much money you could get on the open human market? HumanForSale.com will attempt to place a value on your life using a variety of criteria in 4 basic facets of life (physical,mental,lifestyle,personality)... http://www.humanforsale.com/ İnsana nasıl değer biçildiğini merak edenlere.
Toplam 2712 kişi ile ilgili detaylı bilgileri bulabileceğiniz ve hatta mutlaka yer almalı dediğiniz önemli kişileri de ekleyebileceğiniz sağlam bir biyografi sitesi http://www.kimkimdir.gen.tr/ Mutlaka inceleyin.
Asp konusunda ne kadar iyisiniz? Bu soruyu okuyan bir çok kahvedaşımızın ha? ne? nasıl yani? ya da nereden çıktı bu soru? dediğini duyar gibiyim. Heyecean yapmaya gerek yok. http://www.maxiasp.net/ kısayoluna giriyor ve ayrıntılı bilgileri alıyorsunuz. Ve hatta sıkı bir eğitimle ustalaşıyorsunuz bile.
...Hırtaboz Kimir? diye soran hiperaktif ( ! ) arkadaşlara çözüm yolu : Arıza olma durumudur. 30 gün deneme süresi ile ( Trial Version ) dünyaya gelen çok değerli arkadaşlarımıza " Hırtaboz " denir. Ve işte size Bir kaç Hırtaboz replikleri... http://www.mizahturk.com/hirtabozlar.asp
Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
PhotoFiltre 6.1.3 [1,40 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
|
|
|
|
|