KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 821

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Haberler!..


Merhabalar,

4. SAYI ÇIKTI!Adamcağızın günahını almaktaymışım. Ben adam fellik fellik dolaşıyor derken günaha girermişim de haberim yokmuş. Dünya alemden özür diliyorum. Sayın büyüğüm meğerse mecburiyetten o ülke senin bu ülke benim gezermiş, suikastten kaçarmış. Özür dilerim sayın büyüğüm yerden göğe kadar haklısınız. Hayatınızdan endişe duyuyorsanız gezmeli dolaşmalısınız. Hele 1,5 yıl önce 100 metre ötenize de bomba koymuşlar. Size tek çare bırakmışlar, o da ortalıkta fazla görünmemek. Ne olur ne olmaz değil mi? Yok yok kötülük benim içimde. Elinde tabancayla yakalanan adamın rahat hallerini görünce bir tuhaf dejavu yaşadım. Aklıma yıllar önce rahmetli Özal'ı vuran Kartal Demirağ geldi. Yok canım yok, dedim ya benim kalbim kötü. Allah gecinden versin.

Haberleri okumaya devam ediyorum. Sayın valimiz buyurmuşlar. Kendilerine uzatılan mikrofona "Tek kişilik arabalara ölüm. Onlara yolun çukurlu kısmında bir kıçlık yer ayırın, geri kalan yolu da içinde birden fazla şahıs olan araçlara tahsis edin, bakın bakalım tarafik sorunu kalıyor mu?" demiş bulunmuşlar. Hayır ilin en tepesinde olunca böyle zihni sinir projeler üretmek mi gerekiyor? Hemen her konuda ihtisas sahibi sayın valimiz, yılların sorununa da böyle bir çözüm bulmuşlar. Ben trafiği idare etmekten anlamam sadece içine etmekle yükümlüyüm. Ama asıl trafik bilimcisi sevgili üstad altta başka konulardan dem vurunca ben de durumdan vazife çıkarıp şu konuyu bir irdeleyeyim dedim, yanlış anlaşılmasın yani. Hani tek çift plaka uygulamasını duymuştuk, hatta bir ara denemeye bile kalkmıştıkta memlekette araba satışları tavana vurmuştu. Ama bunu ilk defa duyduk. Anlıyorum amaç insanları toplu halde taşınmaya mecbur etmek. Saygı duyuyorum ama hepsi o kadar. Uygulanamayacak bir projeyi zikreden sayın valiyi ise avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum. "Ulen ihtiyar geç yanıma otur. Sultanahmet'te işim var, gidip geleceğiz. Tamam tamam köfte yediricem sana söz.(!?)"

Biliyorsunuz bizim pikap ancak benim paşa gönlümün istediklerini çalar. Dışarıdan müdahalelere de acayip sinirlenir, cızırtı yapar. Gelgelelim bizim radyonun ihtiyar bekçisi pardon DJ'i 4 gündür yorgan döşek yattığı yataktan kalkıp bugün işe gelince bir tuhaf oldum. Üzerime bir yumuşaklık geldi. "Bugün bir yazı yazdım, pikaba da şunu koyacaksın." diye yanıma gelip çimdik atmasına bile ses çıkarmadım. Garibim Karabük yollarında üşütmüş. Bir de kafayı üşütüp şu sigaradan vazgeçse iyi olacak. Şu adamın biraz başının etini yiyin, belki bırakır. Demem o ki, bugün pikapta bir güzel şarkının yeni yetme cover'ı var. Pek hazzetmesem de, Royal Gogolos çalıp çığırıyor, California Dreamin. Hepimize güzel bir hafta sonu dileyip huzurlarınızdan ayrılıyorum. Tabi ayrılmadan önce Çarşamba günü beni hararetle kutlayan tüm arkadaşların UEFA bayramını gönülden kutluyor, yanaklarından öpüyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Öymen ile Terim

Sen bak -kendi- işine değil mi? Olur mu, bakamıyorum işte!

Gazeteci-yazar Mine Kırıkkanat'ın, yalnızca düşündüğünü yazdığı için, yayınlandığı ilk günden itibaren görev aldığı Radikal Gazetesi'ndeki işine son verilmesi sırasında ve onun ardından sözüm ona demokrat gazetenin sözüm ona pek demokrat yazarları, yani Kırıkkanat'ın çalışma arkadaşlarından tek bir ses çıkmaması üzerine bendeniz içimde birikenlerini başkalarıyla da paylaşmak için fırsat kollarken bir de ne göreyim? Demokrat gazetenin, Kırıkkanat ertesi yazar transferi olarak seçtiği isim, kendisi de hop diye kabul etmiş, anlı şanlı duayen gazeteci Altan Öymen olmasın mı?

Bakar mısınız? Hafızam beni yanıltmıyorsa Milliyet Gazetesi'nin Genel Yönetmenliğini yapmış, muhtemelen değişik basın kuruluşlarının, örgütlerinin yönetimlerinde uzun yıllar bulunmuş, bulunmasa da basının ağabeylerinden, referans noktalarından, duayenlerinden varsayılan Altan Öymen. Parti yöneticiliklerini, aynı partinin il başkanlıkları için meydana çıkmalarını konumuzla doğrudan ilgili olmadığı için (öyle mi acaba?) anımsatmıyorum.

Söyleyeceğin sözün olabilir. Gündemde olmak ya da hatırlanmak isteyebilirsin. Ancak yalnızca görüşlerini çıplaklıkla dile getirdiği için görevine son verilen bir meslektaşına yapılan aleni haksızlık, etik olmayan davranış ortada iken, aynı gazeteye daha bu olay sıcaklığını korurken, üstelik neredeyse onun yerine mal bulmuş biri gibi zıplamak niye?

Sen bizim medyatörlerimizden misin? Ne oluyor? Kamuoyunun senin görüşlerini merak ettiğini mi sanıyorsun? Sana sütunlarını -hala- açacak bir çok gazete bulunur. Şart mı Radikal'de yazman?

Şart mı?

Böyle bir yer teklif edilse bile, teşekkür edip, gazeteciliğinin son yıllarında ileride temiz kuşaklara simge olarak saklanabilecek kamuoyu önünde bir yanıt ver ve de ki: "Mine Kırıkkanat meslektaşıma yapılan uygulamayı basının temel ilkeleri ile etik anlayışıma aykırı buluyorum. Önerdiğiniz bu görevi bu nedenle kabul etmiyorum."

Nerdee. Dilim varmıyor ama... Belki de kendi yazayım diye ortaya çıkmıştır?

Fatih Terim'e ne demeli? Güya Türkiye'de takım çalıştırmazmış. Güya onlarca Avrupa Kulubü peşindeymiş. Güya çok israr edilmişmiş. Güya millet sevgisi ağır basmışmış.

Geçiniz efendim geçiniz. Bal gibi pırıl pırıl genç bir meslektaşının ayağının kaydırılmasına en hafif deyimiyle izleyici kalıp, boşaltılan koltuğa balıklama atladı üstat Terim. Kendine seçtiği evet efendimci bir teknik güruh ile.

Diyelim ki bu entrikada, dereyi geçerken at değiştirme oyununda doğrudan bir dahilin yok. Diyelim ki davet ettiler, görev alman için.

Milyon tane Avrupa teklifi cebinde. Çıkıp desene: "Beyler. Güveniniz için teşekkür ederim. Zorluktan ve ulusal davaya hizmetten kaçmayacağımı bilirsiniz. Ancak bir meslektaşıma -Ersun Yenal Hocaya- yapılan uygulamayı, çalışma biçim ve etiğine -üstelikte Ulusal Takımımız söz konusuyken- uygun bulmuyorum. Beni bağışlayınız."

Nerdee. Dilim varmıyor ama... Belki de kendi geleyim diye ortaya çıkmıştır?

Ya onun medyadaki şakşakçılarına ne demeli? Olanca çıplaklığıyla sırıtan yanlışlarını bile görmezden gelen ya da bin bir kıvırtmayla sözüm ona eleştiren.

Bir çevrenize bakın ne olur? İşyerinizde, sokakta, bankada, sigortacıda, üniversitede, orada burada. Kimler, hangimiz meslek etiğine ve hakkaniyete uygun davranıyor, bu tür konularda sesini çıkarıyor? Ses çıkarmaktan vazgeçtim, çıkan -kendine menfaat sağlayacağı- durumlardan, ortamlardan yararlanmıyor? Bu ortamların oluşmasından uzak duruyor.

Bay Öymen. Bay Terim: Bu ülkenin, bu ülke insanlarının sizden öğreneceği, sizin elinizden paylaşacağı bir yeni adımın kalmadığını düşünürüm, kendi hesabıma. Ancak meslektaşlarınıza ayak oyunları oynanıp size makamlar sunulurken çıkıp gür sesle 'hayır' diyebilseydiniz, hem ülkeye hem de referans arayan genç kuşaklara uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir doğruluk, güzellik dersi vermiş olurdunuz.

Olurdunuz ama.

O zamanda bu ülke, 2005'in Türkiye'si, olmazdı.

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 6,826,826,826,826,826,826,82
              11 Kahveci oy vermiş.
12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ŞARAP PARASINA MASALLAR -5

Genç kız bir sabah işe giderken o adamın kendisine baktığını fark etti. Her sabah aynı saatte onu bu otobüs durağında beklerken görüyordu. Bakarsa baksın, üzerinde durmaya değemez diye düşündü. Sonra gelen otobüse bindi ve işine gitti. Adamın aynı otobüse binip binmediğine dikkat etmemişti. Gerçi aynı otobüsle işe gidiyor olsalar zaten bu güne kadar gözüne ilişirdi. Aynı durakta her sabah bekleyenler neredeyse birbirlerini tanıyor gibiydiler. Saat yedi buçuğu biraz geçerken her gün lise formalı iki kız öğrenci, elli yaşlarında bir karı koca, saçları maun kırmızısına boyalı ve yüzü çok sivilceli fazla süslü bir kadın, elinde her gün aynı pazar çantası ile temizliğe giden köylü görünümlü başka bir kadın ve tesettür giysileri içindeki kıza bakan o adam her sabah aynı otobüs durağına geliyordu.

Türbanlı genç kız fark etmemişti ama o adam uzun zamandır ona bakıyordu. Temizliğe giden köylü görünümlü kadın bunu hemen fark etmişti. "Boyu, posu devrilesice hiç utanma sıkılması da yok. Eşek kadar adam el kadar kıza kedi ciğer bakar gibi bakıyor."diye kendi kendine söyleniyordu. Adama kızıyordu ama kimsenin işine karışmak da üzerine vazife olmadığı için kendi kendine homurdanmakla kalıyordu.

Köylü görünümlü temizlikçi kadının adı Zeliha'ydı. Kocaman bir makarna fabrikasında büroları ve koridorları temizliyor, memurlara çay servisi yapıyor, isteyenlere tost hazırlıyor, bazen bir odadan ötekine kağıt, evrak gibi şeyler getirip götürüyordu. Türbanlı genç kız ile aynı sokakta oturuyordu. O kız Zeliha'nın birkaç yıldan beri oturduğu sokağa, Kıymet Nine'nin alt katına kiracı olarak iki ay önce gelmişti. Kızın nereden geldiğini, kimin nesi, kimin fesi olduğunu elbette bilmiyordu. Tanımasa bile aynı sokakta oturdukları için onu kendisine yakın buluyordu. Bilinçsizce ona sahip çıkmak, korumak ve esirgemek istiyordu. Giyimine bakılırsa imanlı, itikatlı namuslu, terbiyeli bir kıza benziyordu.

Kızın tesettürlü olması Zehra'nın hem hoşuna gidiyor hem de biraz gıcık oluyordu. Bu kızların hepsi yere kadar uzun pardösüler, ona uygun renkte etek ve ayakkabılar, pahalı eşarplar ile eski köye yeni adet getiriyorlardı. Başlarını örterken çenelerinin altından düğümlemek yerine yan taraflarından pahalı süs iğneleri ile sıkma baş yapıyorlardı. Bu yeni dindarlar giyinişleriyle sokaktaki öteki kadınlara siz yanlış örtünüyorsunuz, doğrusu bu gibi kibirli bir mesaj veriyorlardı. Zehra modaya göre değil gücünün yettiği kadarıyla semt pazarından aldıklarıyla büyüklerinden gördüğü gibi kendini erkeklerin bakışlarından esirgemeye çalışıyordu. Oysa bu tazeler kendilerini erkeklerin bakışlarından saklamak bir yana seçtikleri cıvıl cıvıl kıyafetlerle biz buradayız diye bağırır gibi giyiniyorlardı.

Ertesi sabah kız ve adam yine aynı saatte diğerleriyle birlikte otobüs durağına gelmişlerdi ve o adam yine kaçamak bakışlarla kıza bakıyordu. Kız da ona baktı. Kızın kendisine baktığını gören adam bakışlarını saklıyor, kız başını başka tarafa çevirdiğinde ise yine ona bakıyordu. Zeliha adama çok kızıyordu. Hatta elindeki pazar çantasını adamın kafasına indirip "Ne ulan yiyecek gibi kıza bakıyorsun. Senin hiç utanman, arlanman yok mu?"diye azarlamak istiyordu. Adam onlardan biraz daha geride bekliyor otobüs durağında biriken insanlarla arasına biraz mesafe koyuyordu.

Kız ilk defa o sabah kendisine bakan adama dönüp onu tepeden tırnağa süzdü. Otuz yaşlarında, şakaklarına yeni aklar düşmeye başlamış, güzel yüzlü, zayıf, boylu, poslu, kısa kumral saçlı , temiz ve özenle giyinmiş biri olduğunu fark etti. Kadınları, kızları taciz etmekten hoşlanacak, hırpani, kaba saba tiplere hiç benzemiyordu. Bu tip adamlar işlerine genellikle otobüslerle değil arabaları ile giderlerdi. Belki de sadece iyi giyinmeyi seven, bütün kazandığını üstüne başına yatıran gösteriş düşkünü ama parasız pulsuz biriydi.

Kız her geçen gün adama daha dikkatli bakıyor, ona çaktırmadan adamın davranışlarını izliyordu. Hatta adamın otobüs durağına gelmediği o nadir sabahların birinde gözlerinin adamı aradığını fark etti. Bunu fark ettiği için de kendine kızdı. Hiç tanımadığı, selam bile vermediği bu adama karşı duyduğu merakın saçma sapan bir taşkınlıkla kendini tahmin ettiğinden bile daha fazla sardığını hissetti. İçinden kendi kendine "Bana ne elin adamından. Sabah durağa ister gelsin, isterse gelmesin. Bana ne oluyor ki." dedi.

Bir başka sabah kız adama başıyla selam verdi. Adam da kıza "Günaydın."dedi. Başka bir şey demedi. Bu selamı kıza yaklaşmak için bir fırsat gibi görmedi. Her zaman olduğu gibi durakta bekleyen insanlardan biraz uzakta otobüsünü beklemeye başladı. Kız otobüse binip gittiğinde adam hala durakta bekliyordu. Zehra kızın adama selam vermesine çok kızdı. "Dişi köpek kuyruk sallamazsa zaten erkek köpek de yanaşmaz. Çok sürmez bu kız bu adama kendi ayaklarıyla tıpış tıpış gider."diye düşündü. Ona göre kız tesettürlü de olsa pek sağlam pabuç değildi. Artık adama eskisi kadar sinir olmuyordu.

Daha sonraki sabahlarda, belki de birkaç hafta boyunca kız ve adam sadece birbirlerine günaydın demekle yetindi. Kasım ortalarına doğru durakta bekleyen kız adama "Hava ne kadar da soğuk. Artık sabahları durakta beklemek daha zor olacak değil mi?"diye sordu. Adam da "Evet, haklısın, havalar artık sabahları iyice soğuk olmaya başladı? Bahçedeki çeşmenin bu sabah buz tuttuğunu fark ettim." diyerek yanıt vermişti. Artık havadan sudan konuşmaya başlamışlardı. Yavaş yavaş birbirlerinin adlarını, işlerini, yaşlarını, ailelerinin kaç kişi olduğunu bile öğrenmişlerdi.

Yağmurlu bir sabah otobüs durağında bir otomobil yaklaştı. İçinde kızın artık adının Caner olduğunu bildiği o adam vardı. Kızı duraktan alıp iş yerine götürüp bıraktı. Zeliha artık her sabah durakta onları yan yana görüyordu. Aklından "Ben zaten bu işin böyle olacağını biliyordum." diye geçiriyordu. İkisine de eskisi kadar çok kızmıyordu. Ama yine de "Evli değil, nişanlı değiller. Adama bak, neredeyse kızın ağzına düşecek. Ayıp ama, çoluk çocuğa kötü örnek oluyorlar."diye kendi kendine de söylenmekten vazgeçmiyordu.

Adam daha sonraki günlerden birinde akşam üzeri arabasıyla kızı iş yerinin kapısında bekledi. Kız kapıdan çıkınca arabadan inip ona seslendi. Kızı doğruca evine götürmek yerine şehrin en kalabalık caddelerindeki çok bilinen kafelerden birine gitmeye ikna etti. Orada birkaç saat oturdular. Uzun uzun kendilerinden, hayallerinden ve gündelik sıkıntılardan söz ettiler. Tesettürlü kız o akşam okula gitmedi. Çay içip, pasta yiyerek uzun uzun konuştular. Adam gece saat on gibi kızı getirip evine bıraktı. Kız bu kente geldiğinden beri ilk kez o akşam kendini çok mutlu hissetti. Okula gitmediği için biraz suçluluk duysa da kendi kendine "Kırk yılın başında bir akşam gitmesem ne olcak sanki?" diye mırıldandı.

İşte o gece birkaç ay önce geldiği bu yabancı kentte tesettürlü kızın masalı da başlamış oldu.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,448,448,448,448,448,448,448,44
              9 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Filiz Mercanköşk

 Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk


  SİZİN TININIZ HANGİ MEVSİM Dİ?

Kulaklar vardı dinlemede, tınılarla dolu,
Gözler vardı ağaçlara kilitlenmiş,
Ve türküler vardı dillere serpiştirilmiş.

Üzerine sis çökmüş dumanlı dağlar gibi sıralanıyordu ağaçlar. İleri sarılan bir film şeridini izlercesine, ardı ardına kayıyordu görüntü. Sürekli gördüğüm bu ağaçların gövdeleri neden kar donukluğunda beyaz, haşin rüzgarların örselediği ölçüde yorgun ve ihtiyar bugün? Tüm geceyi uykusuz geçirmişler belli ki, ama neden? Yoksa yine bir tını mı çığrılmıştı bu gece?

Bir keresinde yaz gecelerinin birinde, söğüt ağacının altında oturan ozanın kulağı çınlamaya başlamış. "Yüce dağ başında yağan kar idim. Yağdı yağmur güneş vurdu eridim." diye dökülmüş kelimeler. Günlerdir demek istiyormuş da diyemiyormuş içindekileri böylesine güzel ve doğruca. Oysa bu defaki, kulağının duyduğu bir tınıdan ibaretmiş.

Huzura kavuşmuş, ara sıra kederli ve halimize acıyan gözlerle bakan o tuhaf kadının marifetleri bunlar. Sır taşı ve sabır taşının arasında bağdaş kurarak oturur. İnceden bir tınıya başlar yüreğinin derinliklerinde. Giderek yükselir ses ve kök salan ana ağacın incecik damarlarından yol alır. Yanık, tutkulu nağmeleri geçmişin ve şu anın hikayesini, tüm kendiliğiyle bırakır evrenin koynuna. Bir -insancık- masalının zamana hükmedişini duyar bazı kulaklar, çınladıkları zaman.

Yağmurun sokakları terkettiği bir sonbahar akşamı,
Görkemli çam ağacı genç söğüde,
Vurarak, döverek geçen rüzgarla,
Adı unutulmuş bir aşk masalının,
Zamana hükmedişini anlatıyordu.

Nadiren kulaklarınız çınlıyorsa, bir tınının evrenden size yansımasını duyuyorsunuz, anılıyorsunuz, belki de çağrılıyorsunuzdur kendi yüreğinize. Siz ulaşılmışlardan ve kavuşmuş olanlardansınız o vakit. Bu gün başı dumanlı bu agaçlar şahitlik ediyor ki, o kadının yüreğinden ve tınısından dün gece kış geçmiş.

Sus. Dinle! Bir sen değilsin yüreğini oradan oraya vuran, mevsimden mevsime savuran. Herkes kendi hikayesini daha hazin zanneder ve yanılır. Bu yanılgıyı kendine benzerlerle ve onun gibilerle karşılaştığında farkeder kimileri.

Tınıcı Kadın, erkek kadın demeden bir cok insanı misafir etmiş kendi yüreklerinde. Diyorlar ki;

Damıtılmış su, elekten geçirilmiş un gibi; kirini kabul etmiş, özünü fazlalaştıran her kabasını terketmiş birini tanıdıysanız; ne sevincinde güldür güldür, ne kederinde derbeder halli birinin yanında sadeliği güveni hissettiyseniz ve yalan söyleyemediyseniz; kendinizi seyrederek bir çift gözle sohbet ettiyseniz, biliyorsunuz nasıl bir şeyden bahsettiğimizi.

O kadının misafirleri öyle çoktu ki!
Her biri ayrı yerlerde,
Ait oldukları gerçek yerde,
Kendi yüreklerinde,
Aynı tınının üzerindeydiler.

Bildiklerini, yüreğinin tüm mevsimlerini ve renklerini kulağı çınlayanlarla paylaşan o kadını duyanınız oldu mu? Eğer olduysa söyleyiversin biriniz, sizin tınınız hangi mevsim di? Beni mi soruyorsunuz? Ben yoldan geçerken kar gövdeli ağaçları gördüm, hepsi o kadarcık.

Filiz Mercanköşk
fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Bir Afet; İki ülke, İki tepki

Eylül 2005'de Meksika Körfezi'nde etkili olan, ABD'nin New Orleans kentini yerle bir eden Katrina kasırgasından sonra yaşananlar, Küba hükümetinin ve Bush rejiminin, doğal afetler karşısında halklarına gösterdikleri ilgi ve davranış biçimlerindeki zıtlıkları, açıkça gözler önüne serdi.

Katrina'nın 160 mil/saat hızla esip gürleyeceğinden, bütün Meksika Körfezi ülkeleri gibi, Küba ve ABD de aynı anda haberdar olmuştu.

Küba, kendi topraklarında, fırtınadan etkilenecek bölgede yaşayan yaklaşık 1,5 milyon kişinin bölgeden uzaklaştırılmasını, hızla gerçekleştirdi. ABD'yle karşılaştırılamayacak denli kıt kaynaklara sahip bu küçük ada ülkesinde, bölgenin boşaltılması, Devrim Koruma Komiteleri'nin örgütlü çalışmaları sayesinde, hiç yağma olayı yaşanmadan, hatta, nakil sırasında belli miktarda özel eşyaların da taşınmasına olanak verilecek biçimde tamamlandı. Doktorlar, acil durumlara karşı ekipmanlı ve hazırlıklıydı; bütün ülkeye yayılan bir seferberlikle, 1,5 milyon kişiye yeterli olacak yiyecek, su, tıbbi yardım ve barınma gibi olanakların tümü, hızla sağlandı.

Olanakları kıt, küçük ülke yukarıda yazdıklarımı yaparken, Dünyanın en güçlü, en süper ülkesinin başındaki Bush rejimi, Katrina kasırgasına ilişkin yeterince bilgiye, önlem alabilecek olanak ve zamana sahipti; ama ne yazık ki, bir hazırlık yapmadı. Kaybolan yaşamların gerçek sayısı, yanı sıra da, uğranılan maddi kayıpların gerçek değeri belki aylar, belki de yıllar boyunca bilinemeyecek. Duyumlara göre, yüzbinlerce insan evsiz kalırken, onbinlercesi de öldü. Bu durum, Irkçı Bush rejiminin, "imparatorluğun" görece daha fakir bir yaşam sürmekteki bu "Afrika-Amerikalı" vatandaşlarına, yeterince önem vermediğinin adeta göstergesi oldu. Dünyanın en zengin federal hükümeti, ancak, binlerce kişi öldükten sonra, bu bölgelere yiyecek, su, giyecek, barınma ve sağlık hizmeti götürebildi.

Deniz seviyesinin altında kalan bir yerleşke olan New Orleans'ı, böylesi afetlerden koruması gereken "setler" iş göremedi; bu setlerin bakımı için ayrılan bütçeyse, Irak'taki kirli savaşa aktarılmıştı; ne ilginç ve yazıktır ki, bu aktarımı yapan da "Homeland Security", yani "Memleket Güvenliği" bölümüydü!

NBA maçlarının yapıldığı, televizyonda izlerken hayranlık duyduğumuz, o muhteşem salon "Superdome"'da, yirmi bin "Amerikan Vatandaşı", insan dışkıları arasında, açlık ve hastalıklarla dolu günler geçirdi. 1 Eylül'de Newyork Times'ın, bu durumu dünyaya duyurmasından hemen sonra, Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, daha önce -30 Ağustos'ta- ABD'ye yaptığı, 1,100 doktor ve 26 ton tıbbî malzemeden oluşan yardım teklifini yineledi. Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez de, yardım önerenler arasında yerini almakta hiç zaman geçirmeyenlerdendi: O da, bir milyon varil yakıtla, beş milyon dolarlık acil yardım ekipmanı ve personel göndermeyi teklif etti.
Fidel, ABD hükümetine yaptığı çağrıda, hükümetin politik farklılıkları bir kenara bırakıp, insani kaygıları ön plana alması gerektiğini de anımsattı. Ancak Bush rejimi, kendi hatalarının farkında olmasına karşın, onca vatandaşının -göz göre göre- ölmesini görmezlikten gelerek, Küba, Venezuella, İran ve Kanada'nın acil yardım tekliflerini geri çevirdi. Özellikle, 40 yıldır ambargo uyguladığı bir ülkenin, Küba'nın, o kıt kaynaklarıyla eğittiği doktorlarından yardım almayı, ürettiği ilaçlarından yararlanmayı ne yazık ki göze alamadı.


Oysa, Kübalı doktorların tamamı, zor koşullarda çalışmak üzere eğitilmiş, daha önce, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde görev yapmış, Hint Okyanusu'ndaki tsunamiden sonra o bölgede ve sel felaketinden sonra Haiti'de bulunmuş, hastalarla iletişim kurabilecek düzeyde İngilizce bilen, uluslararası deneyime sahip kişilerdi. Her doktorda iki çanta olacaktı: Birinde, ABD'ye yük olmamak için kendi su ve yiyecek gereksinimleri, diğerindeyse acil tıbbi ekipman ve ilaç. Toplam 24kg!

Felaket bölgesine en yakın kent Houston'a uçmaya hazır olarak bekletilen Küba'lı doktorlar ve tıbbî malzemeler, yalnızca bir kaç saatte felaket bölgesine ulaşacak, büyük olasılıkla da yüzlerce yaşamı kurtarabilecekti. Bush rejimi, buna izin vermediği gibi, yardım teklifinde bulunan ülkeleri kendi kamuoyuna sunarken, Küba'dan bahsetmedi bile!

Amerikan tarihinin en kötü yönetimi olarak nitelenen, Bush, Cheney, Rumsfeld ve diğer neocon (neocon olarak bilinen grup, ABD'nin rakipsiz gücünü her fırsatta, gerekirse önleyici savaş çıkartıp, kullanarak Amerikan değerlerini bütün dünyada yaymaya çalışır. 1960'larda başlayan bu düşünüş, 1970'lerde anti-komünist düşünceyle beslendi ve 1980'lerde Ronald Reagan etrafında Sovyet'lere karşı kümelendiler. Günümüzde, ABD çıkarları ile uyuşmayan her ideoloji, yönetim biçimi ve rejim, ABD için bir "ulusal tehdit" olarak görülmektedir) ekibine mensup kişilerden oluşan rejim, ne kendi vatandaşlarını, ne Irak'taki insanları ne de dünyanın geri kalanını umursuyor.

Barış içinde sürecek bir yaşama, zaman zaman, doğal felaketler de aracılık edebilirler; en azından, barış yolunda atılacak adımlara, bir başlangıç sağlayabilirler. Böylesi bir bakış açısı, ülke yönetenlerin beyinlerine kazınmadıkça, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, kendilerine uzanan yardım ellerini tutmadıkça, "megolomani"den vazgeçmedikçe, barışseverler, barış içinde yaşamayı beceren bir dünyanın hasretini çekenler, düşlerinin gerçekleşmesi için daha çok bekleyecekler.

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  DJ'iniz Sizlerle - 2



Günaaaaaaayyyyyyydıııııııııııııııııııın Ki eM eF eM ....!
41.5 Müptelaları...
Hepinize bu sabah yine; "41.5 kere maaşallah" diye sesleniyorum çok kısa dalga radyomuzdan.
Ve hemencecik elimi torbaya atıyooor ve sizler için bir sabah manisi seçiyorum :

Koca yazı bir çırpıda nasıl bitirdik,
Tadına doyamadan ne çabuk yitirdik,
Bugün olmaz yarın olmaz diye diye,
Güzelim günleri elimiz tersiyle ittirdik

Neyse efendim, önümüzdeki yazlara bakacağız, bu yazdan alınan dersleri küpe olsun diye kulağımıza takacağız. Üzerinize afiyet bir üşütmüşüm, bir üşütmüşüm ki; ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Safranbük yollarından bitap düşmüş bedenim virüslerle yaptığı maçı kolayca kaybedince, yorgan döşek yattım bir hafta boyunca. Günün anlam ve önemine binaen ilk şarkım eskilerden :
"Hastayım.. ( Tırını tırını tım ), yaaşıyorum, görünmeeeezzzz hayalinle...."

İşte böylesi bir halet-i ruhiye içinde söz verdiğim aşklara ve şiirlere de yer kalmadı elbette. Konu ile ilgili hafta içinde aldığım yüzlerce e-posta ve cep telefon mesajlarına buradan cevaben; "ilk fırsatta yazacağım" diyorum. Söz diyorum.. Tamam tamam, ayağımı da indiriyorum... ( Külyutmaz bu okur, külyutmaz )

Canlı telefon bağlantılarımız için bir kez daha hatırlatayım : 444 41.5 41.5

Stüdyo konuklarımız arasında kimler yok ki ? Yayınımıza teknik nedenlerle epeyce bir süre ara verince duyan gelmiş. Kapının önü Laila'yı sollamış, Reina'yı sallamış. Hele bir tip var; "İLk biraLar senden mi Loo ?" diye sormaz mı ? Zor attım kendimi stüdyodan içeri. Stüdyo konuklarımız arasında ayağının tozuyla Fransa'dan inen Suna ve Sevgili Kızı Esma Duru da varmış, Edi söyledi, bekliyoruz gelecek diye. Isındırmak için ve sabah sabah işinize gücünüze giderken sakın ola giymeyi unutmayasınız diye ilk şarkı geliyor. İstek sahipleri Ankara'dan Hale, Jale, Lale ve tüm mahalle :
Don Omar söylüyor; Dale Don Dale...

Canlı telefon bağlantımız geliyor, bakalım kim arıyor :
Buyruuun... KM FM 41.5... ?
- Bi buyuracağım şimdi kaç buçuk atacak anlayacaksın...
Hiii ..! Edi ..? Selam yahu, nerelerdesin ? Kem... Küm...
- Kapının önünde.. İçeri giremiyorum, ne bu izdiham ?
Edi'ciğim, bugün yeniden yayındayız ya onun için şeytmişlerdir..
- Ben sana yayın mayın yok demedim mi ?
Demişsindir.. Belki de.. Emin olamadım, hay aksi.. Ama başlamış bulundum, gel hemen ilk stüdyo konuğum olursun hem de bu vesile ile..
- Yayını kes, hem hastayım hem hoptiri çaça müzikler. Bu nasıl perhiz ? Üstelik perhiz deme bana ..!
Haydaaaaaa, ben mi dedim ?
- Sus, cevap verme Edi'ye..
( Yine diyet başına vurmuş anlaşılan ).. Açıyorum kapıyı..
- Zahmet etme, kalabalığı görünce vazgeçtim zaten, müşteriye gidiyorum..
( Oleyyyyy ! ) ... Tüh be Edi'ciğim, ben de şimdi Sevgili Edi stüdyo konuğumuz olacak diye senden bahsetmiştim, hay aksi.. Sesim geliyor mu ? Aloooo...
Size diyorum 41.5 FM, alooo ?
.........
Şöyle bir canlansalar, kanlansalar, ne o öyle ? Uyuz uyuz müzikler çalıp duruyorsun, adamı hasta ediyorsun. Bari yaz günlerinin anısına bi California Dreamin şeytttirsen be Edi'ciğim ..?


asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
              6 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  ÇIĞLIK ÖYKÜLÜ KADINLAR - Sevgi (2.Bölüm)

Gerçek bir yaşam öyküsüdür...

Arkasındaki adam bir an için boğazını sıkmayı bıraktı. Ahmet derin bir nefes aldı, gırtlağının üzerindeki sicimi iki eliyle zorlukla, az da olsa gevşetti. Sayıklar gibi 'Durun. Durun. Kimsiniz?', 'Neler oluyor?' diye haykırmaya başladı.

Bu iki adam da kimdi? Kasıtları neydi? Cebindeki üç beş lira için mi bunu yapıyorlardı? Yoksa taksiyi mi çalmak istiyorlardı? Başka bir nedenleri mi vardı? Onu öldürecekler miydi?

Kimseyle husumeti yoktu ki. Kendilerine doğru yaklaşan bu araba da neyin nesiydi? İçinden bir kurtarıcı mı çıkacaktı? Yoksa, bu canavarlara yardım edecek yeni birileri miydi? Her şey daha önceden planlanmış mıydı? Birkaç saniyelik boşluk içerisinde, kafasına bin bir düşünce üşüştü. Yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Kendini büyükçe bir kapının eşiğinde hissediyordu; bir yanı yaşam, diğer yanı ölüm olan geniş bir kapı. Daha önce ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştı. İlk anda yaşadığı korku; yerini boyun eğişe, kabullenişe bırakmıştı. Meğer ölüm sadece bir kapıymış; bir geçiş. Birden yalın ayakmış gibi hissetti kendini. Kemerli kapının mermer eşiği üzerinde çıplak ayakları ile duruyor, soğuk; bir yalaz olup, tüm vücudunda geziyor, onu sarıyor, titretiyordu.

Birkaç saniye sonra; yaşamla ölümün ince bir çizgiden oluşan sınırının keskin acısını sağ böbreğinde hissetti. İlk bıçak darbesi sağ yanından gelmişti. Kim olduğunu bilmediği bu iki adam bir olup, o dar kapıdan içeri doğru, onu ölüme itiyorlardı.

Oysa, daha yetiştireceği iki evladı vardı. Hiç hesaplanmadık bir vakitte ölüm de nereden çıkmıştı şimdi?

Diğer araba, yakınlarında bir yerde durdu. Sürücüsü; farları açık bırakıp, dışarı çıktı. Ahmet'in arabasına doğru yaklaştı. Ahmet son bir umutla kafasını kaldırıp, adamın yarı karanlıkta görünen yüzüne dikkatle baktı. Adamın gözlerinde de 'ölüm'ü bir kez daha seçti. Adamın yüzü; tıpkı yanındaki ve arkasındaki adamlara benziyordu, bunların merhameti yoktu, kurtuluşu olmadığını anladı.

Adam, Ahmet'in kapısını araladı. Şaşkın şaşkın bakan Ahmet'in yüzüne öfkeli bir yumruk indirdi.

'Öldürün!' diye emir verdi.

Öldürdüler.

Sağ yanındaki ızbandut herif bıçağı defalarca Ahmet'in vücuduna sapladı. Yaşamı; yavaş yavaş kayıp, yitiyordu.

Ölüm; hep tek başına karşılanır değil mi? Bedeninden akan ılık kanları onu terk ederken, tüm hayatı parça parça akıp giderken, tutunduğu her düğüm birer birer çözülürken, uzaklara doğru baktı Ahmet, çok uzaklara, olabildiğince uzaklara...

Jandarma iki gün sonra Ahmet'in cesedini bulduğunda; katılaşmış yüzünde aynı ifadeler vardı; şaşkınlık, çaresizlik ve derin bir hüzün. Arabasının kapısı açıktı, yarı vücudu dışarıya doğru sarkmıştı.

Taksi olduğu gibi duruyordu, çalınmamıştı. Cebindeki üç beş liraya da dokunulmamıştı. Peki, Ahmet neden öldürülmüştü?

.....

Tüm bunlar olup biterken, başka yerlerde başka başka yaşamlar akmaya, yaşanmaya devam ediyordu;

Cırcır böceklerinin herkesi uyandırmak için sözleşerek, erkenden öttükleri bir sabah; kurumuş bir yaprak, hafif esen lodosun eteğine takılıp, uçuşurken; bir sucu, el arabasındaki damacanaları demir kapılı bir apartman girişine indirirken, bir esnaf dükkanının kepenklerini kaldırırken, başka biri kapısının önünü süpürmüş, tahta iskemlesi üzerinde ilk müşterisinin gelmesini beklerken, bir çocuk okul yolunda koşuştururken, elindeki çantasını yere düşürürken, içindekiler iskemlede oturan adamın ayakları önüne saçılırken, adam eğilip, bir eliyle çocuğun saçlarını okşarken, diğer eliyle çocuğa yardım edip, dökülenleri toplamaya çalışırken, ayağa kalktıklarında çocuğun kaymış önlük yakasını iki eliyle düzeltirken, cebine bir kaç demir liradan oluşan harçlığı sıkıştırırken; yaşam tüm gerçekliği ile yeni bir sabaha doğuyordu.

Yaşam hala yaşıyordu.

Köhne bir apartmanın giriş katı pencerelerinden birinde bir kadın; tül perdenin ardından dışarıya doğru bakıp, tüm bu olanı biteni izliyordu.

Yeni uyanmıştı, yüzü mahmurdu. İri, çekik gözlerinin altında minik halkalar oluşmuştu. Yanakları al aldı. Saçları açıktı; omuzlarından aşağı doğru dalga dalga dökülüyor, göğüslerinin üzerinde sonlanıyordu. Derin bir iç çekti, göğsü birkaç kez kabarıp, indi. Çok güzel bir kadındı. Diri vücudunun yuvarlak hatları, üzerindeki beyaz geceliğin içinden seçilebiliyordu. Bedenini pencereye dayayıp, dışarıyı izlemeye devam etti.

Arkasından bir el, belini sıkıca kavradı. Kendine doğru çekti.

-Erkencisin. Uyuyamadın mı?

-Uyku tutmadı.

Adamın diğer eli de, kadının beline dolandı, kadına daha da sarıldı.

-Ne yapıyorsun burada? Hadi gel yanıma.

-Şşt. Dur!

-Gel, dedim.

Adam, kadını salonun ortasına doğru çekti. Duvara dayadı. İki eliyle kadının yüzünü yukarı doğru kaldırdı, önce dudaklarına öpücükler kondurmaya başladı. Elleri boş durmuyor, kadının bedeninde aşağı yukarı geziniyordu. Geceliğinin eteğini yukarı doğru sıyırıyordu.

Kadın cilveli hareketlerle bir iki kez kaçar gibi yaptı. Adam, 'Seni seviyorum.' diye mırıldanıyordu. Geceliğin yakasını araladı, dudakları önce boynunda, ardından göğüslerinin üzerinde gezindi. Kadını belinden yakalayıp, aşağı doğru yatırdı.

Arada çirkin sözcükler fısıldıyor; 'Sen benim orospumsun' diyordu, 'Delirttin beni, delirttin! Her şeyi göze aldım senin için.' Kadın bu sözler üzerine minik, şuh kahkahalar atıyor, erkeğini baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyor, bazen bir yılan gibi kıvranıyor, bazen 'Dur!' deyip, kaçarcasına hareketler ediyor, bazense adamın ısrarlı öpücüklerine hararetle karşılık veriyordu.

Adamın yüzü kadının omuzları üzerinde iken, kadının bakışları ciddileşti. Adama sordu:

-Ya bizi bulurlarsa Metin?

-Kimse bulamaz.

-Ya bulurlarsa diyorum.

-Kimse bulamaz diyorum sana. Buralara kimseler gelemez. Az koşturmadın beni peşinden. Az yanmadım senin için. Gecelerce seni düşledim. Şimdi sırası mı? Sus şimdi. Sus!

-Susmuycam.

-Sus, dedim!

Çılgınca seviştiler. İlkel benliklerini sadece o anın içinde eritip, ter içinde kalarak birbirlerine kattılar. Zamandan ötede bir yerde, tek bir vücut olup birbirlerinin özüne aktılar. Dakikalar sonra yorgun düşüp, birbirlerine sımsıkı sarılarak öylece uzandılar. Kadın sırtını dönüp, küçücük oldu, adamın bedeni içinde kayboldu. Bir süre dinlendiler.

'Bırakmam seni.' dedi adam. 'Bırakmam seni.'

Kadın yine cilveyle kıkırdadı.

Bir süre sonra adam doğrulup, banyoya gitti. Su seslerine, ıslıkla çalınan bir türkü ezgisi karıştı. Dışarı çıkıp, üzerini giyindi. Kadının yanağına bir öpücük kondurdu.

-Ben bakkala gidiyorum. Hadi, sen de toparlan, çayı koy.

Dışarıya çıkan adam; kafasını tedirgin hareketlerle sokağın iki yanına doğru çevirip, gözleriyle ortalığı kolaçan etti. Telaşlı, aceleci adımlarla bakkala doğru ilerledi.

Tahta iskemle yine kapı önünde duruyordu. Bakkal bu sefer iskemlesinde oturmuyor, içerideki müşterisiyle ilgileniyordu. Az sonra yeni gelen müşterisinin de isteklerini yerine getirdi. Bir paket sana yağını, minik bir kavanoz balı, karper peyniri ve gazeteyi rulo yapıp, bir poşetin içine koydu. Başını yerden kaldırmayan bu tedirgin adama dik dik bakıp; yaşlı yüzündeki yılların deneyimiyle oluşan çizgileri biraz daha belirginleştirerek, sertçe sordu.

-Ekmek de lazım değil mi?

-Hah, az kalsın unutacaktım.

Diye yanıtladı kaygılı adam; kendini azarlanmış gibi hissederek... Başını biraz daha eğdi. Bozuk paralar elden ele geçerken, bu yeni müşterinin titrediğini fark etti.

Oradan kaçarcasına uzaklaştı. Hızlı adımlarla apartman girişine kadar yürüdü. Elindeki anahtarla demir kapının kilidini bir kez çevirip, içeri girdi. Otomata bastı. Biraz olsun rahatlamıştı. Derin bir nefes aldı. Poşetin içindeki gazeteye takıldı gözü, nedenini bilmediği bir merakla, hemen çıkarıp, sayfalarını aralamak istedi. Yarım kat yüksekliğindeki merdivenlerden yavaş yavaş yukarı çıkarken, elindeki gazetenin ilk haberlerine baktı. Gözü bir habere takıldı.

Yine bir taksi şoförü cinayeti.
Ahmet Demir, kimliği belirsiz kişiler tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Dağlık alana götürülen şanssız şoför.....

Gözleri satırlar arasında hızla gidip, geliyordu. Büyüyen gözlerle fotoğraflara dikkatle baktı. Ahmet'in vesikalık fotoğrafı sol üst köşedeydi, taksinin plakasını da gösteren diğer fotoğraf haberin altına iliştirilmişti.

Mırıldandı; 'Ahmet... Ahmet'i öldürmüşler.'

Tırmandığı basamaklardan geri geri aşağıya doğru inmeye başladı. Apartman kapısını bu sefer içeriden açtı. Gazeteyi yeniden rulo yapıp poşetin içine sıkıştırdı. Hızlı adımlarla, sokakta ilerlemeye başladı. Köşeyi süratle döndü. Ana caddeye vardığında, sağ elini yukarı doğru kaldırıp, bağırdı:

-Taksii!

Devam edecek...

Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,209,209,209,209,209,209,209,209,20
              20 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak Tuna Ötenel'in son albümü "How Much Do You Love Me?"yi ardından Çin asıllı Amerikalı yönetmen Alice Wu'nun ilk filmi "Sevgiyi Araken"i ve son olarak Zeugma kazılarını konu alan "Tarihe Son Bakış"ı sizlerle paylaşacağım.

HOW MUCH DO YOU LOVE ME? / TUNA ÖTENEL :

Türkiye'nin en önemli caz müzisyenlerinden Tuna Ötenel yeni albümü "How Much Do You Love Me?"yi Aura Records'tan çıkarttı.

4. solo albümünde piyano ve saksofon çalan Tuna Ötenel'e gitarda Neşet Ruacan, trompette İmer Demirer, kontrbasta Kürşat And ve davulda Ateş Tezer eşlik etti.

50 ve 60'ları günümüze taşıyan, standart caz formatındaki "How Much Do You Love Me?", Ötenel'in 50 yıllık caz birikimini bizlerle paylaşıyor.

Sadece üç günde İTÜ MİAM Stüdyosu'nda canlı olarak kaydedilen albüm, caz kulüp performansı havasını bozmamak için rötuşsuz dinleyicisiyle buluşuyor.

Latin caz tınılı "Eski Günler", solo piyanolu "İmbat", dünyada pek çok kez yorumlanmış olmasına rağmen Türkiye'de ilk defa kaydedilen "I Wished On The Moon" ve insanı derinden etkileyen, albüme adını veren "How Much Do You Love Me?" albümün öne çıkan parçaları. Ayrıca "I Wished On The Moon"un dışındaki diğer dokuz beste Ötenel'in.

Caz severlerin Tuna Ötenel'in "How Much Do You Love Me?"yi kaçırmamaları gerekir.

SEVGİYİ ARARKEN / SAVING FACE :

Normlar bütün toplumların içerisinde sözsel kanunlar olarak varolurlar. Normların günümüzde yumuşadığını söyleyebilirsek de, dünya her ne kadar tercihlere anlayışlı, kişisel haklara saygılı ve liberal görünse de hala hayatımızda önemli yer tutuyorlar. Mesela en modern olarak tanımladığımız ülkelerde bile babasız gebelikler ayıplanıyor, eşcinsel tercihleri olanlar toplumdan psikolojik dışlanmaya maruz bırakılıyorlar. Kişisel tercihleri onları toplumsal bir günah işlemişçesine aforoz edilmelerine sebep oluyor, yalnızlaştırıyor, toplumdan uzaklaştırıyor. "Sevgiyi Ararken" filmi bizlere toplum tarafından affedilmeyen iki "günahı" eşcinselliği ve babası belli olmayan hamile kadınların dünyasına götürüyor, onların normlarla savaşına ayna tutuyor.

Amerika'da yaşayan Çin asıllı başarılı doktor Wil, lezbiyen eğilimleri ile cemiyet arasına sıkışıp kalmıştır. Bir gün, ona devamlı damat adayları bulmaya çalışan annesi yanına taşınır. Ancak bu durumda bir farklılık vardır. Annesi hamiledir. Ve dul kadın bebeğinin babasını bilmemektedir. Genç kadının bütün düzeni alt üst olur. Üstelik lezbiyenliğini ve balerin Vivian ile olan ilişkisini de gizlemekte zorlanmaya başlar. Şimdi anne kızın hem birbirleriyle hem de toplumun normlarıyla mücadele etmeleri gerekmektedir. Bu mücadele sırasında Wil annesini daha yakından tanıyacak bir yandan da kendini keşfedecektir.

Amerika'da yaşayan Çin asıllı yönetmen Alice Wu'nun ilk filmi olan "Sevgiyi Ararken" pek çok festivalde beğeni ile karşılandı. Yönetmen filminde toplum normlarına göre "yanlış" hayatlar süren bir anne kızın öyküsüne mercek tutuyor. Bu hikaye ile sadece eşcinsellerin ve baba belli olmayan hamilelerin hayatına girmiyoruz, geleneklerine bağlı kaldıkları etnik kültür ile yaşadıkları Batılı ülkenin kültürün çatışmasının etkilerini de görüyoruz.

Sinemaseverler için "Sevgiyi Ararken" bu haftanın izlenmesi gereken filmi.

TARİHE SON BAKIŞ / NEZİH BAŞGELEN - RIFAT ERGEÇ :

Eski dünyanın her yeri uygarlık tarihine belirli ölçülerde katkıda bulunmuştur. Ancak hiçbir yer Dicle - Fırat arasında kalan bölge kadar etkin olamamıştır. Bu bölgede onbinlerce yıl önce imparatorluklar kurulmuş, günümüz uygarlıklarının temeli atılmış, hayvanlar evcilleştirilmiş, para kullanılmaya başlanmıştır. Bu bölgenin arkeolojik ve kültürel açıdan zengin pek çok bölümü günümüzde barajlar nedeni ile sular altında kalmaya başlamıştır. Bunlardan en iyi bilineni ise Zeugma'dır. Peki neydi Zeugma'yı bu kadar önemli kılan? Akdeniz'in zengin mitlerinin tanrıları, tanrıçaları, kahramanları, büyük aşkları İ.Ö. 3 yüzyılda Fırat kıyısında kurulan Zeugma'da Antikçağ'ın usta ellerinde mozaiklere dönüşmüştü. Kent büyük bir ihtişama sahipti. Bu zenginlik İ.S. 256'da Sasani istilasıyla sona erdi ve şehir sessizliğe büründü. Dünyanın en nitelikli koleksiyonu kabul edilen Zeugma mozaikleri ise Birecik Barajı'nın suları altında kalmaktan son anda kurtarıldı. Bu çalışmaları daha yakından öğrenmek ve Fırat havzasını daha yakından tanımak isteyenler için Arkeoloji ve Sanat Yayınları'ndan çıkmış Belkıs/Zeugma - Halfeti ve Rumkale'yi konu alan "Tarihe Son Bakış" kitabı kütüphanenizde bulunması gereken bir kitap.

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.178 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


satmadan sataşacağım aşka

hani sen
avuçlarına aldığın kalbini masaya koyarak
al bu senin demiştin ödünsüz olarak
hani sen
sökün eden şafağım olacak
ve her gülümseyişinden gün batımını doğuracaktın bana
ve hani sen
gönlümün aydınlığı
gözümün feri
çehremin mütebbessim ilk hali olacaktın
sahi hani sen
sözü ar gibi an gibi ve and gibi diline alır öyle verirdin
neler oldu sana demeyeceğim
sadece
ne vakitlerdeyim onu anlamaya çabalayacağım
ve sükunsuz gönüllerin çöldeki ayak izlerinden kendimi bulmayı deneyeceğim

beni
bitimli bir melodinin nakaratında bırakıp gittin
bitimsiz bir çığlık gibi güncelerime çöktün
sevecen taraflarımı çaldın
neşeme neşter attın
yazgının siyah uçlu kalemini kullanarak
yaşamın vefa satırlarını karaladın
ruhumun haramisi bak
beni sensiz bıraktın
ve beni benden ötelere kovarak mülteci düşlere düşürdün

karanlığın bakir en koyu anında
küfre düşmeden küfür edeceğim sana
ediplerin diliyle edilmiş bir küfrün ulaştığı yerde
enkazıma tükürdüğüm ben
ayakta kalmış tek kolonluk canımla
canını yakacağım lanetli kelimeler savurarak

tenhaya öfkemi alarak çekileceğim
kalbimde fısıldayıp duran sövgüleri demleyeceğim bir müddet
ve bir müddet
yerilmiş-kovulmuş şeytanın şerrine tav halimle
satmadan sataşacağım aşka

ve öyle bir bedduayla çıkacağım ki karşına
tüm insanlığa edeceğim duaya adını katmayacağım

Nihat Turan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.portbodrum.com
Bodrum Yalıkavak'ta harika bir koyda "Sadece Marina Değil, Bir Yaşam Biçimi" sloganıyla özdeşleşen, hem tekneler hem de ziyaretçiler için muhteşem bir yaşama alanı. İtiraf ediyorum, bu siteyi de ben yaptım. Doğal olarak reklamı haketti:-)) Hamili site bizdendir yani. Severek çalıştığım sitelerden biri. İnşaatı halen sürse de bu haliyle bile fena olmadı. Haydi girin bir bakın.

Kahve Molası'nda bir dönem yorumlarını beğeni ile okuduğumuz sevgili dostumuz Hasan Taşkın yönetiminde iyi bir haber sitesi açıldı. Henüz çiçeği burnunda olan bu portalın kısa zamanda hakkettiği yere ulaşacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. http://www.haberyedi24.com

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


STOIK VideoConverter 2.1 [7,33 MB] Windows Free
http://wcarchive.cdrom.com/pub/bws/bws_47/StoikVideoConverter20.zip
Amatör filmciler için vazgeçilmez bir program olmaya aday. Bilgisayarınıza bir şekilde aldığınız bir video dosyasını Divx dahil pekçok formata çevirebileceğiniz bir yardımcı program. Birkaç dolar ödeyerek Pro versiyonunu almak ve çok daha fazla fonksiyona erişmek mümkün. Tüm amatör filmcilere tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050916.asp
ISSN: 1303-8923
16 Eylül 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com