KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 826

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : KAHVE MOLASI ABONELiGi TAZELENiYOR:-))


Merhabalar,

4. SAYI ÇIKTI!Her yıl Eylül ayı geldiğinde gazeteler "kayıt parası rezaleti" haberleriyle dolar bilirsiniz. Bunu en iyi o yaşta çocukları olupta kayıt peşinde koşanlar anlarlar. Geriye kalanları pek ilgilendirmez. Gizli kamerayla görüntülenen bir müdürü sıradan bir magazin haberi olarak izleriz çoğumuz. Gene pekçoğumuzun aklına bu sorunu kurcalamak, böyle kör gözüm parmağına, uluorta istenen paraların ne anlama geldiğini sorgulamak gelmez. Hatta bazen öyle ileri gideriz ki, o müdürü aşağılık bir soyguncu olmakla bile itham ederiz. Ama dikkatlilerinizin gözünden kaçmamıştır eminim. Devletin okullara yolladığı para sadece yıllık yüz elli milyon liraymış. Eski lira canım, yeni adıyla sadece 150 yeni lira. Sağlık ve eğitime ayrılan bütçenin utanç verici olduğunu biliyordum ama bunu tahmin etmiyordum. Hele hademenin maaşını bile okulun kendi kaynaklarından ödemeye çalıştığını öğrenince ağız dolusu bir çüşş demek geldi içimden ve dedim. O zaman geçin şimdi o müdürün yerine ve veliden para istemeyin. İmkanı var mı bu işin? Bunun ayıbı eğitimi sadece dört duvar ve içine hasbelkader gönderebildiği ve ancak maaşını ödeyebildiği bir angarya olarak gören yöneticilerindir. Şapkadan tavşan çıkartmak pahasına bu eğitimi sürdürmeye çalışan müdürler de birer kahramandırlar. Var mı bunun ötesi?

Eh haydi gelin şimdi de biraz bizden konuşalım. Nisan 2002'den bu yana sürdürdüğüm Kahve Molası adına tek gelirimin sizlerin takdiri olduğunu pekçoğunuz biliyorsunuz ama son zamanlarda bunun farkında olmayanların serzenişleri bana kadar ulaşınca artık karşılıklı bir motivasyona ihtiyaç duyduğumuz ortaya çıktı. Hafta başından beri kafamda dolaşan tilkiler bu sabah itibariyle oturacak yer buldular kendilerine. Bölük pörçük fikirler şekillenmeye başladı. Az sonra söyleyeceklerim belki bazılarınızın hoşuna gitmeyecek ama sizlerin de KM ye gösterdiğiniz ilginin yüzde birini kağıttan dergimize göstermediğinizi hatırlatınca ödeşeceğiz sanırım.

Aldığım kararların ilk merhalesi olarak sizlere birer eposta gönderdim. Abone listelerini yenilemek için hazırladığım bu mesajın içinde yeterince bilgi olduğundan burada söz etmeyeceğim. Bir ön bilgi olması ve zamanı geldiğinde sürpriz olmaması için aşağıda sıralamaya çalışacağım konular üzerinde hızla çalışmakta olduğumu bildirmek isterim.

1- KM eposta abonelerine eskiden olduğu gibi günlük sayılar halinde gönderilmeye devam edecek. Bunun için isim ve geçerli bir eposta adresini form aracılığıyla girmek yeterli olacak.

2- KM'nin hayatiyetini sürdürmesi, projelerini hayata geçirmesi için gerekli kaynağı sağlamak üzere Kahve Molası Sitesi'nin büyük bölümü ücretli hale gelecek. Makul düzeyde belirlenecek bu ücret karşılığında arşive erişim, yorum okuma ve yazma, müzik dinleme gibi ekstra özellikleri kullanma hakkı kazanılacak. Bir başka deyişle, sitemizde, geçişten itibaren, sadece günlük sayıya eposta olarak gönderildiği haliyle erişmek mümkün olacak. Ek özellikleri kullanmak ve arşive girmek için ücretli üyelik sistemi uygulanacak. Bu durumda şu anda yorumları okumak için kullanılan üyelikler bütünüyle iptal olacak. Öğrenciler ve herhangibir nedenle ödeme güçlüğü çekenler ücretli üyelikten muaf olacaklar.

3- KM ile KM Dergisi aboneliği arasında direk ilişki kurulacak. Şu anda kuralları tam olarak belli olmamakla birlikte, örneğin KM ye senelik üye olan otomatik olarak dergiye de abone olacak veya tam tersi.

4- İlk ödüllü yarışmamızı Ekim ayında başlatacağız. Kurallar ve jüri seçimi konusunda ki çalışmalar biter bitmez sizlerle paylaşacağım. Ödüllerin doyurucu olacağı garantisini şimdiden verebilirim.

Bunlara neden gerek olduğu konusunda söylenecek pekçok şey var ama burada sizleri daha fazla sıkmak istemiyorum. Soran olursa ayrıca cevap verebilirim. Bunu, Ümraniye Gonca Bacı İlköğretim Okulu Müdürü Cem bey'in okulu döndürmek için çevirdiği dolaplar olarakta görebilirsiniz. Bence bir zararı yok. Ancak bugün bunları sizlerle paylaşmamın asıl nedeni, konu üzerinde önceden bilgi sahibi olmanızı sağlamak ve kısa sürede geçeceğimiz bu yeni durumla ilgili görüşlerinizi öğrenmek. Şimdilik burada kesiyor ve hepimize güzel bir haftasonu dileyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

55 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Haberler

Gazete ve televizyonlardan son bir hafta içinde bazı haber başlıklarını not etmişim...

Irak Maliye Bakanı, Savunma Bakanlığı bütçesinden 1 milyar dolar çalındığını söylemiş. Bakana göre Elektrik, Ulaştırma ve İçişleri Bakanlığı bütçelerinden de 500-600 milyon dolar buharlaşmış.

Kim hiç etmiş bu paraları? 'Bağımsız Irak Devleti'nin altını kim oyuyor? Özgürlük ve demokrasi getirmek için orada bulunanlar bir şey demiyorlar mı, bu hortumlamalara?

Yine Irak'ta İngiliz askerleri, sivil iki İngiliz askerin insan öldürdükleri savıyla Irak güvenlik görevlilerince göz altına alındıkları hapishanenin duvarlarını tankla yıkıp, arkadaşlarını serbest bırakmışlar. Bu ara diğer tutuklu ve mahkumlarda kaçmışlar.

Bu açık bir şekilde 'Bağımsız Irak Devleti'nin ayıbı. Ya kardeşim hiç sana demokrasi getiren insanların hatası, kusuru olabilir mi? Olursa da bunu sorgulamak, hele araştırmak size mi düşmüş? İyi yapmış İngiliz askerler, medeniyet budur, yıkıp almışlar arkadaşlarını. Hem kimin haddine -üstelik Irakta- bir İngiliz Askeri sorgulamak?

Önceki hafta gerçekleştirilen Mısır tarihinin ilk 'çok adaylı' başkan seçiminde 24 yıldır Başkanlık Koltuğunda oturan Mübarek 2011 yılına kadar görevini sürdürme yetkisini kayıtlı seçmenin yüzde yirmi üçünün katıldığı oylamada oyların yüzde seksen sekizini alarak kazanmış. İkinci sırada yüzde yedi oy alan Ayman Nur'un ise hakkında yolsuzluk iddiaları varmış, dokunulmazlığı kaldırılacakmış ancak ABD'nin telkin ve ricasıyla bu işlem seçim sonrasına ertelenmiş.

Haber yorumun her yerinden demokrasi akıyor. Tanrı ömür verirse- destek sürerse- Mübarek Başkanlıkta 30. senesini tamamlayacak. Olabilir; katılanlar azınlıkta olsalar da çoğunluk Başkanı desteklemiş. Hele ABD'nin demokrasi'nin korunması için gösterdiği titizlik, çok göz yaşartıcı.

Türkiye'ye dönelim...

Ankara'dayız. Efendim habere göre Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Gökçek'in oğlu şehir içi kırmızı ışıkta, arabası içinden tartıştığı bir başka araç içindekilerle, kendi aracının üzerine siren lambası koyarak takibe girişmiş. Dikmen semtinde kıstırılan grup, o sırada ekibe katılan Başkan'ın büyük oğlu ve korumalar tarafından fena halde dövülerek hastanelik edilmiş. Genç yaşta Belediye gelirleriyle kurulan Büyükşehir Ankara Sporun futbol şube sorumluluğu ile Milli Gençlik Teşkilatı Başkanlıkları gibi kıymetli görevlerde üstlenen oğul Gökçek'lerin karıştığı bu olayda gasp iddiaları da varmış.

Şimdi bu olayın ne haber değeri var da, gazetelere taşınmış açıkçası bunu ben anlayamadım. Yani Başkanın çocukları diye süt dökmüş kedi gibi oturmalarını mı bekliyoruz delikanlıların? Bu haberin Başkan'la ve Ankara'yla ne ilişkisi var, o da bütünüyle muamma.

ATV Ana Haber'de 'Fettullah Gülen'in güncel olaylara ilişkin görüşlerinin 2. kısmı' şeklinde bir bant gözüme çarptı geçen akşam. Amerika'da yaşayan Hoca Efendi ülkenin iç ve dış sorunlarına ve yaşanan gelişmelere yönelik görüşler beyan etmiş. Ali Kırca yönetiminde Türkiye'nin en çok izlenen ana haber saatinde bu görüşler; ayrı, özel bir bölüm ayrılarak iki kısım halinde izleyenlere ulaştırılıyor.

Bunu Ali Kırca ve ATV'nin habercilik başarısına kocaman bir artı puan olarak yazmalı. Sen git Amerika'ya, kendi halinde oturup durmakta olan Hocaefendiyi bul, israrla O'na ülkesiyle ilgili görüşlerini sor; öğren, derle topla ve yayınlayarak Türkiye'yi bu konuda aydınlat.

"Benimle Evlenir misin?" adlı televizyon şovu ile meşhur olan Semra Hanım'ın 24 yaşındaki oğlu Ata, Adana'da bir otel odasında aşırı uyuşturucudan hayatını kaybetmiş. Haftalar boyunca kendisine açılan televizyon ekranlarından inmemek için uğraşan anne "Oğlum medya ve şöhret kurbanı oldu" demiş.

Yorumsuz....

Tüpraş'ın yüzde on beş hissesi ile Galataport ihalesini alan İsrailli işadamı ile bazı üst düzey devlet yöneticilerinin önceki dönemlerde ilişkileri, temasları olmuş.

Bu da alakasız ve haber değeri olmayan bir başka haber. Eğer olmuşşsa, ilk defa mı oluyor kardeşim Türkiye'de bu tür şeyler? Yok, hayır. Ne diye kanıksadığımız şeyleri burnumuza getirip dayıyorsunuz? Sonra diyelim ki temaslar olmuş, bunda ne kötülük var? Türkiye'nin güzelim kaynakları, birikimleri ucuza, ne idüğü belirsizlere mi satılsın; yoksa ilgililerce önceden bilinen, değerlendirilen şahıslara mı? Kuşkusuz, herhalde ikincilere.

Kıbrıs'ın bir Rum Devleti olarak tanınması şart koşulurken, AB müzakereleri öngörüldüğü gibi 3 Ekim'de başlayacakmış.

Daha ne istersiniz?

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  KALPAZAN ÖNDER

Bazı adamlar vardır. Her türlü bela gelip bulur. Bütün çetrefilli olaylar bu adamların başından geçer. Hayret edersiniz. Sanki bu adamlar dünyaya son günlerin moda deyimiyle sanki ekşın, atraksiyon ve aksiyon yaşamak için gelmiştir. Bizim Önder tam böyle biriydi. Günlük, güneşlik bir havada Önder'in başına yıldırım düşmüş deseler inanırım. Önceleri anlattıklarına inanmazdım. Can sıkıntısına çerez olsun diye bunları uydurduğunu düşünürdüm. Onunla iş icabı dört ay kadar bir misafirhanede birlikte kaldığımda bütün anlattıklarının doğru olduğunu anladım.

Biraz fazlaca meraklı, her şeye bodoslama giren tiplerdendi. Böyle adamlar herkesin çevresinde vardır. Örneğin sokakta bir kaza olmuştur. Bir bakarsınız tam olayın ortasındadır. Kazanın nasıl olduğunu her zaman en iyi gören kişi odur. Birbirlerinin boğazına sarılmış şoförleri bir yandan ayırmaya çalışırken bir yandan da hakemlik yapmaktadır. "Sen şöyle geldin, o böyle döndü, sen sinyal vermedin, arkadan gelen arabayı kollarken önündekinin durduğunu fark edemedin… Sakın polis falan çağırmayın. Hadi el sıkışıp anlaşın. Polis gelip tutanak tutarsa yiyeceğiniz ceza bir yana ikinizde mahkemelerde sürünürsünüz. Hadi hadi nazlanmayın, aranızda anlaşın da bu olay burada kapansın."

Kavga gürültüye balıklama atlayan biri her elbette her zaman bu kadar ucuz kurtulamaz. Bazen de sopayı yer, dudağının kenarı ve kaşı bantlı, burnu pamukla tıkanmış olarak çıkıp gelirdi. Siz elbette abarttığımı düşüneceksiniz. Hayır abartmıyorum, yazdıklarım tamı tamına doğru. Önder bir keresinde Tedaşa elektirk faturası yatırmaya gitmişti. Ertesi gün akşamüzeri kafası, kolu sargılı olarak kahveye geldi. Ne alakası var diyorsunuz. İyi attınız ama tutturamadınız. Tedaş'a çıkarken binanın merdivenlerden yuvarlanmadı. Karşıdan karşıya geçerken araba da çarpmadı. Yine her zaman yaptığı gibi başkalarının işine burnu sokmuş.

Sanki senin üzerine vazife? Sen ne karışıyorsun? Sen her moka burnunu sokma görevlisi misin? Senin evin, eşin, çoluk çocuğun, işin gücün yok mu? Ne söylersen söyle bu tip adamlar hayatta akıllanmazlar. Ondan sonra da gelip sizin başınızı ağrıtırlar. Sızlanmalarını dinlemek size kalır. Aslına bakarsanız belanın onu tınladığı bile yok. O gidip belayı kendi buluyor.

Tamam, sizi fazla merakta bırakmadan olayı anlatayım. Bizimki Tedaşa elektrik faturası yatırmaya gittiğinde vezne önünde kuyruk varmış. Gerçi öyle yüzlerce kişiden oluşan uzun bir kuyruk değilmiş. On beş yirmi dakikada sıranın size geldiği kuyruklardan işte. Herkes elinde parası ve faturasıyla sırasının gelmesini bekliyormuş. Bizimki de artık iyice vezneye yaklaşmış. Görevli memur elektrik faturasını yatıran kadının birinden bozuk para vermesini istemiş. Kadın cüzdanını karıştırmış ama memurun istediği kadar bozukluğu bulamış. Memur kadına, "Faturanız bende kalsın, siz aşağıdaki dükkanlardan birinde paranızı bozdurup gelin. Gelince yeniden sıraya girmeyin, direk vezneye yanıma gelin." demiş. Kadın ayağına basılmış gibi anında yaygarayı basmış. Görevli memura " Bozuk parayı kendiniz bulun. Ben hiçbir yere gitmiyorum."deyince memur kesip atmış. "O zaman faturanız burada gerekli bozuk para oluncaya kadar bekleyecek."demiş. Kadın iyice çileden çıkmış. Veznedeki memura bağırıp çağırmaya başlamış.

Memur bağırmış, kadın bağırmış derken bizimki dayanamamış "Bir bayana böyle davranılmaz."deyip memurun yakasına yapışmış, Öteki memurlar da gelip işin içine karışınca ortalık toz duman olmuş. Önder'i ve vezne görevlisini hastaneye kaldırmışlar. Adam yaralandığı için değil sadece rapor almak için hastaneye geldiğinden muayene olduktan sonra çıkıp gitmiş. Önder'i orada gürültüye patırtıya koşan memurlar adam akıllı benzetmişler. Doktorlar iç kanama olur kuşkusuyla bizimkini o gece müşahede altında tutmuş. Bu kadarıyla kalsa yine iyi. Veznede görevli memur kendisine vazife başında saldırdığı iddiasıyla Önder hakkında savcılığa dilekçe vererek şikayet etmiş. Polisler hastaneye gelip bizimkinin ifadesini almışlar. İfade vermiş vermesine ama Tedaştaki kavga neresinden bakarsan bak bizimkinin başına çorap öreceğe benziyormuş. Bakalım ne halt edecek. Bu kez resmen başını büyük bir belaya sokmuş.

Karısı olayı duyunca hastaneye gitmiş. Kocasının yanında iki gözü iki çeşme ağlarken Önder'e "Ohhh, iyi olmuş. Yine gidip belanı bulmuşsun. Az bile yapmışlar. Sana bin kere söylemedim mi? . Başkalarının işine burnunu sokma diye. Vuranların ellerine sağlık. Belki artık aklın başına gelmiştir."diyormuş. Kadıncağız haklı, bu Önder'in ilk vukuatı değil ki.

Önder'in kalpazanlık macerasına gelirsek bu durum ötekilerden biraz daha farklı. Bu olayda gerçekten Önder'in hiç suçu yok. Yaşadıklara tamamen talihsizlik ve tesadüften ibaret. Bu sefer belayı Önder gidip bulmamış, bela gelip ona musallat olmuş. Bizimki oğluyla birlikte otobüse atlayıp Ankara'ya gelmiş. Biz o zaman Önder'le birlikte Maltepe'de Tarımcılar Misafirhanesi diye bir yerde kalıyorduk.

Üzerlerindeki para bitince bizimki gidip kuyumcunun birinde yüz dolar bozdurmuş. Misafirhaneye dönünce bozuk parası olmadığı için de bizim çaycıya hem içtiği çayların parasını alması, hem de parası bozulsun diye çıkarıp ( o zaman en için en büyük kağıt para) yirmi milyon lira vermiş. Çaycının oğlu da arabaya benzin almak için gelip misafirhanede çaycılık yapan babasından para istemiş. Benzinciye gidip depoya benzin koydurduktan sonra babasından aldığı yirmi milyonu çıkarıp pompada çalışan adama vermiş. Benzin istasyonundaki pompacı parayı evirip çevirip bakmış ve bu para sahte demiş. Çaycının oğluyla benzincide çalışan adam tartışınca birileri olayı polise bildirmiş.. Tabi polisler oğlanı kapıp o parayı nereden aldığını sormuşlar. "Bu sabah babamdan aldım." deyince polisler oğlanı da alıp bizim misafirhaneye gelmişler. Çaycıyı sorguya çekince adam haliyle parayı Önder'den aldığını söylemiş. Polisler misafirhanenin kantininde oturup bizimkinin dönmesini beklemişler. Önder'i kapıdan girer girmez alıp götürmüşler. Önder'in söylediklerinden hareket eden polisler bizimkini de yanlarına alıp dolar bozdurduğunu söylediği kuyumcuya gitmişler.

Kuyumcu kendisini tanımadığını, böyle birinin gelip kendisine dolar bozdurmadığını söyleyince polisler bizimkini sorgulamak için Mamak tarafında bir yere götürmüşler. Defalarca, hatta saatlerce aynı soruları sormuşlar. Önder'i bir gece orada tutup sabıka kaydını falan araştırmışlar. Ertesi gün Önder "Dolar bozdururken oğlum da yanımdaydı."demiş. Bu sefer polisler bunun oğlanı da alıp sorgulamışlar. Söylediklerinin babasının söyledikleriyle tıpa tıp uyduğunu görünce bunların ikisini de yanlarına alıp yeniden aynı kuyumcu ile yüzleştirmeye götürmüşler. Kuyumca ak demiş kara dememiş. "Ben bunları tanımıyorum. Dolarlarını falan da bozmadım."diyormuş. Polisler bir sonuca ulaşamayınca bunların devamlı kaldıkları adresi alıp baba-oğlu bırakmışlar. .

Ertesi gün Önder süklüm püklüm misafirhaneye döndü. Dokunsak ağlayacak gibiydi. "Senin polisle ne işin var. Seni niye alıp götürdüler." diye sorunca olan biteni bir bir anlattı. Dinlediklerimize inanamadık. Böyle bir olay herkesin, her an başına gelebilirdi. "Bir tek kalpazanlığımız eksikti. Şimdi O da tamam oldu. Beni piyasaya sahte para sürdüğüm kuşkusuyla sorguladılar."deyince hepimiz hem makaraları koyuverdik. Sonraki günlerde Önder'e herkes kalpazan diye takılmaya başladı. Önder'in kalpazanlığı her gün başka bir espriye, şakaya konu olup bizi eğlendirdi. Önder şakalara, takılmalara çok alışkın olduğu için bu aramızda kırgınlık da yaratmadı.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
              10 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  SÖĞÜT DALI İSTİMLAK EDİLİNCE İNCİR AĞACINA TAŞINAN   MANDA

İncir ağacına uzanan minik parmak sevinçle kıkırdadı.
"Fark ettin mi? Orada bir manda yuva yapmııııış"
İncir ağacının dalına tünemiş sayın manda aşağı doğru baktı, kaldı.

Kaçımız bir incir ağacının dalından iki üç yaprak koparmamıştır?
Yapış yapış sütü parmak uçlarınıza bulaşır.
Kesin bir koku da aynı yapışkanlık ile parmaklarınıza yerleşiverir.
İncir ağaçlarını severim. Uzaktan. Arabamı altına, yakınına park etmem. Yapraklarına dokunmam. Nahoş bir his kalmış bende.

Küçük parmak incir ağacına doğru işaret edip daldaki mandayı gösterip kıkırdarken mevzu bahis ağacın dallarında hiçbir şey göremeyen ben, temiz parmak uçlarımdaki ıslaklığı ve yapışkanlığı hissediyorum. Bir an için gözlerimle söğüt ağacı arıyorum lakin etrafta sadece incir ağaçları var.

Aynı kokular gibi. Kızarmış hatta yanmaya yüz tutmuş ekmek ve peynir kokusu beni Poligon'da yıllar boyu oturduğumuz o evin mutfağına götürür. Çikolata kokusu karşı komşumuz Günay teyzenin mutfağından gelir. Yağmur sonrası yerde biriken her su gölcüğü beni Poligon deresinin taşıp birkaç blok ötede yaşayan insanları uykularındayken öldürdüğü o tuhaf geceye taşır…

Çevremizde olan biten her şeyi fark etmemiz zor elbette. Fark ettiğimizi sandıklarımız ise genelde farkında olmanın çok ötesinde bir boyuttan geliyor olmasın? Farkında değilizdir belki de; sadece parmak uçlarımızda bir yapışkanlık hissi ile bazı istasyonlara zıplaya zıplaya yaptığımız bir yolculuğa çıkarız. Zihnimizin içinde kör ebe oynar gibi bir oraya bir buraya dalgalanıp durur ve-emin olun-incir ağacının yakınından bile geçemeyiz. Yada ilk temaslarımız ile ilgili bağlantılar kurarız. İlk defa karşılaştıklarımızı dahi bir garip örgü içinde sarıp sarmalar ve buna da "fark etmek" deriz.

Aklımda Irwing Yalom'un kitaplarından birinde okuduğumu anımsadığım bir cümle var. Şöyle mi demişti ki yazarımız; "Gençlik yıllarımda hastalarımı tedavi etmek için onları geçmişten gelen korkuları ile yüzleştirdim ve bunun onların tedavisi için doğru bir şey olduğuna inandım. Halbuki geçmiş acılarını anımsayıp, nedenlerini bulduktan sonra sadece en derindeki korkularının ve acılarının canlandığı ile kaldılar."
Kelimeler bunlar değil sanırım, bende kalanlar ise bundan ibaret.
Kulağa çok ilginç geliyor, değil mi?
Geçmişin gölgelerini ışığa kavuşturduklarında neyi fark etmeleri gerekiyordu ki? Yada fark ettiler de ne değişti? Bazı şeyler değişebilir miydi?

İşte bu noktalarda analitik zeka kabusu ile takılıp kalmışken, farkında olduğum incir ağacının aslında hiç farkında olmadığımı anlamam zaman aldı doğrusu. Farkında olmak aslında büyürmüşçesine küçülmek gibiydi. Sığlaşırcasına derinleşmek, dilimizde tüy bitercesine susmak gibi. Tuhaf yani…
İncir ağacına bir duygu yüklemeden sadece onun farkında olmaktan bahsetmeye çalışıyorum.
Balzac gibi kelimelerimle sayfalarca betimlesem dahi anlattıklarımın asla incir ağacının ta kendisinin olmayacağını, incir ağacını ona "yapışkan, sütlü, kirli" duygusunu yükleyen içerideki "ben" den özgür kılıp yazmayı başarsam bile asla anlatamayacağım gibi.
Kabus kurgulamak isteyenler için iyi başlangıç, ha?

Ne yapacağım; bundan sonra "ben farkındalığı yüksek biriyimdir" demeyeceğim. Krishnamurti sıkı sıkı tembihledi.
Spontan dikkat ile farkındalık öylesine farklıymış ki gerçekte..
Farkında olmakla, meğer, alakam yokmuş…

Hay Allah, bakın yine bir şeyleri fark ettim!
Neyi mi?
Yeterince farkında olmuş olsaydım susacağımı, elbette.

Liebniz; "Nihil est in intellectus quod non prius fuerit in sensu.
Excipe: nisi ipse intellectus..."
(Daha önce duyulardan gelmeyen hiçbir şey zihinde yoktur, zihnin kendisi dışında)

Zihniniz açık, duyularınız kontrol altında, görüşünüz net olsun efendim.
İyi hafta sonları…

Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,329,329,329,329,329,329,329,329,32
              28 Kahveci oy vermiş.
20 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Mualla, Oh ne Ala ne Ala

Ayrılmak istemiyordu eşinden, hem de hiç istemiyordu. Çoğunlukla; "Anca beraber kanca beraber gideriz" diye beklerdi. Bıkıp usanmadan da dakikaları dakikalara eklerdi. Çıkılan yol uzun ve bir o kadar da zahmetliydi. Eşini bırakıp aklına estiği zaman çekip gitmişliği de vardı. Maceraya olan düşkünlüğü; bazen hata yapmasını beraberinde getiriyordu. Zaten eşi; bu durumlara epeyce alışıktı. Kendi iç dünyasında da oldukça barışıktı.

Çekip gitmeye kalktığında; çoğu zaman ağzının payını alır, süklüm püklüm yuvasına, eşinin yanına geri dönerdi. Eşiyle birlikte; uzun ve zahmetli yolları bir solukta aldıkları zamanlar da olmuştu. Ama her daim papaz pilavı yemezdi. Eşi de sağolsun, bir günden bir güne olsun; "Hayrola, nereye ?" demezdi. Gerçi şu anda içinde bulunduğu durum ne yazık ki; elini kolunu bağlamıştı. Eşi, her zaman olduğu gibi yine ağlamıştı. Zor durumda kaldığını, mecburiyetten gittiğini o da biliyordu. Biliyordu ama; kapı eşiğinden çıkmadan önce dönüp baktığında, o yine sessizce gözyaşlarını siliyordu...

Bir keresinde karşısına ne güzeller çıkmıştı, dün gibi hatırlıyordu. Gerçi o da zıvanadan çıkmıştı. Çok can yakmıştı ve çok kırmıştı. Ama tümüyle onun suçu değildi. İçeride durum iyi olunca dayanamayıp saldırmıştı. Bazı seyahatlerde imkanı olmasına rağmen hiç can yakmazdı, kıyısından köşesinden geçer, dönüp arkasına bile bakmazdı. Eşi bu durumları çok iyi bildiğinden pek kafaya takmazdı. Bilinirdi ki; bir aksilik olmazsa trafik geriye doğru akmazdı.

"Rastgele" deyip yola çıktı. Tek bir engel görünüyordu önünde. İçinden bir ses, bu engeli aşacağını söylüyordu. Bazen öyle aksilikler oluyordu ki; yola çıktığına çıkacağına bin pişman oluyordu. Kimi zaman gururu kırılıyordu. Hatta kimi zaman elinden hiçbir iş gelemiyordu ve hiçbir zaman ne olacağını bir türlü bilemiyordu. Fazla beklemesine fırsat kalmadı. Bu kez hiç kimse onu dikkate almadı. Artık koca alanda yek başınaydı. Allah vere de hızlı hızlı taşınaydı. Gözlerini kapadı ama çabası boşunaydı.

Heyhat, bacaklarında büyük bir ağırlık hissetti. Adeta; eski hastalığı nüksetti. Üç adımı zar zor atabilmişti. Belki, bir dakikadan daha az bir süre yatabilmişti. Yine adım atmakta zorlandı, son bir gayretle toparlandı ama dört adım sonra geldiği yere çaresizlik içinde yuvarlandı. Bir büyük şanssızlık, bir türlü yakasını bırakmıyordu. Yine üç adım atması gerektiğini gördü. Önce bir adım ve daha sonra iki adım. Böyle planladı. Hiç yerinden kalkacak gibi değildi. Sürüye sürüye üç adımı planladığı gibi attı. Bu kez belini duvara yaslayarak yattı. Varacağa yere ramak kalmıştı. Yorgunluktan pestili çıkmış, tam gözleri kapanıyordu ki; eşini gördü. Nihayet, o da peşinden geliyordu. Keşke girebilselerdi kolkola, keşke çıkabilselerdi birlikte yola ve hatta keşke beraber verebilselerdi mola. Duruverdi eşi, tam da iki adım kala. Tutabilmiş değildi eşinin elini hala. "Bu ne yavaşlık, pes doğrusu Mualla ..?" diye seslenemeden kararıverdi ortalık...

Sen daha pulları içeriye toplayana kadar alık alık, 2 mars 1 ters adamın koltuğunun altına verirler tavlayı işte böyle babalık...
- "Bana ikibir, üçbir gibi eciş bücüş zarlar; sana düşeş, dübeş.. Balıksın oğlum, balık ..!"
"Bilmiyorsan bu ..oku, git mektebini oku ..!" derler bizim memlekette..
- "Ah ulen kahpe kemik ..!" de derler mi acep aynı memlekette ?
"Derler, derler ..!" Elbette ... Maharet bilekte ...

Zarınız da haftasonunuz da düşeş olsun...

asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
              10 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  ÇIĞLIK ÖYKÜLÜ KADINLAR - Sevgi (3.Bölüm)

Gerçek bir yaşam öyküsüdür...

Şoföre gideceği yeri söyleyip, kalp atışlarının yavaşlamasını bekledi. Pencereyi araladı. Poşetin içinden gazeteyi çıkarıp, aynı haberi defalarca okudu. Ahmet'in ölümünü gözünde canlandırmaya çalışıyordu. Ölüm nedeninin bilinmediği, halen araştırıldığı yazılıydı. Cebinden mendilini çıkartıp, şakaklarında parlamaya başlayan terleri sildi.

-Vazgeçtim, Eminönü'ne gitmek istiyorum.

Taksi şoförü ilk sapaktan sağa dönüp, yolu değiştirdi. Bir süre sonra Yeni Camiinin önünde taksiden indi. Bir grup güvercin bacakları arasından göğe doğru kanatlandı. Beyni adımlarına yönetebilecek durumda değildi. İstemsiz, bilinçsiz, yalpalayarak yürüyordu. Camii önündeki basamaklara ulaşınca, olduğu yere çöktü. Dirseklerini dizlerinin üzerine dayayıp, iki elini çenesinde birleştirdi, ileriye, boşluğa doğru baktı.

Yaşadığı son olaylar gözleri önünden film şeridi gibi geçerken, meydan hareketlenmeye başlamıştı.

Çevre esnaf, sabah ritüellerini huşu ile gerçekleştiriyor; sessiz bereket duaları eşliğinde teneke teneke kuş yemlerini, buğdayları meydana saçıyor, koyu yeşil-gri bir bulutun yemlerin üzerine inmesini bekliyorlardı. Kurşuni yeşil kümelerin kanat sesleri vapur düdüklerini bastırıyor, yere inen güvercinler küçük rızklarını birbirlerinin haklarını yemeden bitiriyorlardı. Ve aynı koyu renkli bulut; yeniden kanat çırpmaya başlıyor, kaşla göz arasında birbirlerinden uzaklaşıyor, mavi gökyüzüne serpişiyor, dağılıyor, kimi kendine bir saçak bulup konuyor, kimi Galata'nın ardına kadar uçup, saklanıyordu.

Ayağa kalktı, bir süre yürüdü. Bulduğu ilk telefon kulübesine girdi. Cebinden minik bir defter çıkarıp, tek tek kontrol ederek numaraları çevirdi. Çatallı, sabah mahmuru bir ses onu yanıtladı.

-Efendim?

-Benim. Ahmet'i öldürmüşler.

-Biliyorum. Kaç gündür sizi arıyorum. Bunların niyeti kötü. Neredesiniz siz?

-Evet, kötü. Amca oğlunun bir evi vardı, orada kaldık. Haberi bu sabah gazeteden okudum.

-Çabuk kaç oradan.

-Ne yapacağımı bilmiyorum. Bizi bir yere gönder.

-Sadece Almanya olabilir. Pasaport çıkarmak üç günümüzü alır. İkinizi birden halletmem mümkün değil. Emine'yi bırak.

-Bırakamam.

-Bırak diyorum. Beni dinle. Ayağına dolaşacak. O olmaz ise kurtulma şansın daha yüksek. Sakın sabit bir yerde kalma, sürekli yer değiştirmelisin. Beni yarın, tam bu saatte yeniden ara.

Telefonu kapattığında, olayın vahametini bir kez daha anlamıştı. Aklına Emine ile birlikte geçirdiği gece ve sabah geldi. İçi sızladı. Dönüp, onu evden almak istiyordu. Dönmeliydi. Daha bu sabah ona 'Seni asla bırakmam' diyordu. Telefondaki ses kulaklarında yankıladı 'İkiniz mümkün değil, ikiniz mümkün değil.' Ayağına takılan bir pet şişeye şiddetli bir tekme savurdu.

Öğlen olmuştu. Emine ise, yine salonun penceresine dayanmış, dışarıyı izliyordu. Saatler ilerledikçe umudunu yitirmeye başlamıştı. Bu adam nereye kaybolmuştu? Başına bir iş mi gelmişti? Saniyeler, dakikalar; sündükçe sünüyor, uzadıkça uzuyordu. Gittikçe endişelenmeye başladı. Üzerine bir şeyler geçirip, dışarı çıktı.

Yaşlı bakkal yine iskemlesinin üzerinde oturuyordu. Her şey, her günkü gibiydi. Bugün de; dün yaşanan günün bir benzeriydi. Sadece köhne apartmandan dışarı çıkan şu kadın; her şeye, bu güne, bu sokağa, hatta bu şehre yabancıydı. Adımları sudan çıkmış bir balık gibiydi; nereye gideceğini bilmeyen, yalnız, şaşkın ve çaresiz.

Bir süre sonra aynı kadın, tek başına geri dönüp, eve girdi. İki gün boyunca da tül perdenin ardından silueti seçildi. Tek bir kişiyle konuşmadı. Ekmek dahi almadı. Orada öylece bekledi. Sadece bekledi.

Yaşlı bakkal kadının kimi beklediğini çok iyi biliyordu. Bildiği sadece bu değildi; beklediği adamın bir daha dönmeyeceğini de adı gibi biliyordu. Birilerinin çoktan öğrendiğini, bazılarının bilmesi için zaman gerektiğini bildiği gibi.

Kadını en son gördüğünde adımları daha da güçsüzleşmişti. Bakışlarıyla kadının ardından gidişinin fotoğrafını çekti, bu kareyi de hafızasına yerleştirdi. O da bir daha dönmeyecekti, bundan emindi.

Az sonra, deniz otobüsünün penceresinden tek başına bakan bu kadın için yepyeni bir hayat başlıyordu.


.....

Karların eridiği bir gün, sırtındaki dengin altında iki büklüm olmuş bir adam, dik yokuştan aşağıya doğru, kaymamaya çalışarak inmeye çalışıyordu. Kamyonetin kasasında bekleyen adama sırtını dönüp, taşıdıklarını verdi. Derin bir nefes alıp, soluklandı. Cebinden sigarasını çıkarıp, bir tane yaktı.

-Bak, bütün parayı peşin vereceğim. Daha sonra onlardan hiçbir şey istemek yok. Yoksa külahları değişiriz. Pazarlığımız neyse o.

-Tamam dedik ya abi.

Yokuş yukarı yeniden çıktı. Tahta bahçe kapısı gıcırdayarak açıldı. Yanından geçen küçük çocuğun saçlarını okşadı.

-O senin için ağır değil mi? Bırak, biz taşırız onları. Hadi sen git bir bardak su getir.

Az sonra, evin kapısında, elinde sürahiyle Sevgi belirdi. Semih'e bir bardak su uzatıp, bekledi.

-Yenge bak, beni iyi dinle. Çok acele karar verdin. Daha bi yere gitmiş değilsiniz, gel vazgeç. Çocukların okulu bir bitsin. Yaz tatiline kadar beklesen, biraz daha düşünsen. Büyük şehirde bir başınıza ne yapacaksınız? Burada herkes tanıdık, korur kollarız sizi. Sana iş de buluruz. Gel, vazgeç.

Sevgi kararlıydı. Semih'e kararından dönmeyeceğini bir kez daha anlattı. Oğlan, köpekle oynaşmaya başlamış, onları dinliyordu.

-Semih Amca, anneme söyle, köpeğimi de götürelim. N'olur... Ben onu bırakıp, gidemem.

Semih, Sevgi'nin yüzüne bir kez daha baktı.

-Şu çocukları topraklarından ayırma. O koca kent sizi yutar bitirir.

Dedi fısıltıyla.

Dinlemedi Sevgi. İçeri girdi. Boşalmaya başlamış odaya baktı. Koyu renk çarşafın içine sarılmış yorganlardan oluşan dengin ipini sıkarak bağladı. Kucağına alarak, kapıya çıkardı, Semih'e uzattı. Oğlan hala köpekle oynuyordu.

-Gel oğlum.

Diyerek içeri çağırdı.

-Şu kutular tam senin boyuna göre.

Oğlan yerdeki kutulardan bir tanesini kaldırdı. Eşyalar eksildikçe, oda boşalıyordu.

Sevgi, ceviz sandığın başına geçti, kapağını araladı. İçindekilere bir kez daha göz attı; bir seccade, birkaç dantel, kanaviçe çarşaf takımı, üç beş tespih, bir erkek pijaması, henüz giyilmemiş bir gecelik. Sandığı kapatıp, yerinden oynattı, altından gümüşi renkte bir sigaralık çıktı. Ahmet'indi... Kaybettiklerinde nasıl da aramışlardı. İki üç gün tüm aile evi talan etmiş, bulaşamamışlardı. En sevdiği işlemeli kutuydu. Sevgi'nin elleri titredi. Kutuyu eline alıp, uzun uzun baktı. Eline bir bez alıp, iyice temizledi. Tam sandığın içine koyacakken, kızı girdi içeriye.

-Ağlıyor musun anne?

Ses etmedi. Gözyaşlarını içine doğru akıttı.

Günlerdir hep böyle oluyordu. Çocuklar hep peşindeydi. O ağlayacak diye gözünün içine bakıyorlardı. Eğer ağladığını görürlerse, onlar da hıçkırıklarla ağlamaya başlıyorlardı. Sevgi güçlü ise, onlar da güçlüydü. Kendini bıraktığında, onlar da bırakıyorlardı.

'Hayır' dedi, 'Ağlamıyorum.'...

Elindeki kutuyu; göstermeden, sandıktaki bir çarşafın arasına sardı. Sandığın iki ucunu tutup, taşıdılar.

Kırık bir aynada kalmış gölgen, hala gözlerin bakar gibi. Sesin epeydir yok.
Unutuyorum yüzünü. Şu fotoğrafı da kaldırsam duvardan, sanki silinip, gideceksin. Sindiğin duvarları bırakıp, gidiyorum şimdi.
Korkuyorum. Gün, gün eksilip, kaybolup, bitecek misin?

Güneş burada da var
Ta ki batana kadar
Yıldızlar yine parlar
Şafak atana kadar

Bilsen şimdi nerdeyim
Çılgın gecelerdeyim
Uzun bir seferdeyim
Gücüm yetene kadar

Gonca güllerim vardı
Burcu Burcu kokardı
Rengi soldu sarardı
Sevip tutana kadar

Bir yağmur ki dinmiyor
Fener söndü yanmıyor
Yüreğim dayanmıyor
Hasret bitene kadar

Bilsen şimdi nerdeyim
Çılgın gecelerdeyim
Uzun bir seferdeyim
Gücüm yetene kadar

Gonca güllerim vardı
Burcu Burcu kokardı
Rengi soldu sarardı
Sevip tutana kadar

(Günün şarkısı: Şükrüye Tutkun 'Gücüm Yetene Kadar')

Devam edecek...

Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,737,737,737,737,737,737,737,73
              30 Kahveci oy vermiş.
17 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Eylem Yiğit

 Kahveci : Eylem Yiğit


  Soyun kendinden ey hayat !

Soyun kendinden ey hayat !
Giyin yalanlarını üstüne !
Kaldı mı acılarından eksiğim ?
Neyle olanaklıyım sen söyle ?

Hangi boşluğumu aralarsan, içimdeki tüm yollar buz tutmuş, mahsur kalmışım çağının ilerisinde, işaretler ve işaretçiler uyumuş.
Söyle hangi doğru acılarla çarpılırsa, yıkımıyla yüzleştiğin ruhum düzleşir.
Vaktinden önce yaşlandı erken bunayan gençliğim, önce içimdeki celladı vurdum, iradeye çatıştı istem, benliğim parçalandı, kendimi yenemedim kendimi vurdum !

Ey hayat!
Yeşil reçeteli depresyonum benim. Sevdiğim aldatıyor mu paranoyam. Beynimin yüreğine kazınmış "sisteme" nefret. İliklerimde köklerini beslediğim söyle bana, şimdi ben hiçbir kuşaktan sana hangi gerçekleri biriktireyim?

Mutluluk oyunları oynardık sokaklarda mutlu olduğumuz için değil, oyun olduğundan, hoş mutluluk bir oyun olmazdı ya çocuk olduğumuzdan mutlu olurduk. Günaşırı yorgun düşer anlamlar arardık gökteki aydededen, yıldızlaştıkça çocukluğumuz kocaman birer adam olurduk.

Kara lastikten ayakkabılarımız ve gecenin soğuğunda titrediğimiz örme kazaklarımızla hüzünlü, uzunca kuyruklardan sonra aldığımız ekmeğin yağ sürülmüş tadıyla mutlu olurduk. Toz toprak sabahlarda nefes ettiğimiz çocukluk, siyah beyaz ekranlarda iç çekişlerimize karelenirdi. Şansımız yoktu mutluluğa çocuk olmaktan başka ve mutluluk çocukluk çağında elma şekeri bir avuntu…Hepsi bu!

Perdeler evvelden açılmıştı acının seyrine, öyle bir oyundu ki oynanan; çocukluğa, ekmeğe, özgürlüğe, gençliğe, mutluluktan ziyade insan olan geçmişe. Özlenen gelecekti..

Herhangi bir saatin herhangi bir vakti rüzgar eserken ya da gürlerken gök, tanrı buyruğuyla itaat isterken ve isyan ederken birileri aynı anda binlerce yavrunun ağlayışı karışırken güne ve gün aşklara, gün fakir akşamlara, yorgun sabahlara dönerken, genç çocuk kurşun sıkarken karanlığa ve kaçarken nefes nefese, ismini bile bilmediğim bir yerin bir vaktinde, yüreğim sızısını bile duymadığı ölümlere ağlarken, dalları kırarken fırtınalar, yeşerirken umut ve sevdiğim binlerce yıllık hasretle kollarını açmış beklerken sevdiğini;

Mutlaka Anlamı Vardır Yaşamanın !

Eylem Yiğit
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              9 Kahveci oy vermiş.
9 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Atatürk'ü kafamızdan-kalbimizden silemezler

Bugün günlerden 20 Eylül 2005 Salı akşamı. Batı da insanlar yaz sıcaklarından kurtulmak için serin köşeler ararken ben Avustralya'nın Sydney kentinde kompüterin-bilgisayarın başında elektrikli sobanın verdiği sıcalıkla Kahve Molası'da yer alan sıcak şiirleri okuyorum.Çünkü az önce kahvemi içmiştim.

Bir taraftan şiirlerin hüznü beni duygusal bir aleme götürüken, diğer taraftan İngiliz kökenli AB Parlamenteri Andrew Duff isimli şahsın ; Atatürk'ü,Atatürkçülüğü artık kafanızdan silin ve resimlerini de kamu binalarındaki duvarlardan indirin.Yoksa AB kapılarından içeri giremezsiniz 'şeklindeki sözleri de hayli öfkelendirmiş-sinirlendirmiş durumda.

Bir ara gözüm pencereye takıldı.Dışarısı kapkaranlık ve rüzgârlı.. İçim karardı.Tıpkı Duff'ın Atatürkle ilgili sarfettiği sonu karanlık olan sözleri gibi !.Kendi kendime sordum -Biz nereye gidiyoruz,ne oldu bu Türk milletine de Atatürk'ümüze saygısızlıklar her geçen gün artıyor ?

Çanakkale'de,Dumlupınar'da,Sakarya'da kısaca Kurtuluş savaşında yüzbinlerce şehit verererek vatan bildiğimiz,yaşadığımız Anadolu topraklarını kurtaran,1923 de laik Cumhuriyet'i kurarak bizlere emanet eden atamızı, Duff ve onun gibiler kimlerden cesaret alıyorlarda bizden Atamızı kafamızdan,kalbimizden silinmesini ve resimlerinin duvarlardan indirilmesini isteyebiliyorlar şaşırmamak elde değil !..

Nedir devamlı hakaretlerine maruz kaldığımız Batılılarla beraber olma sevdası !.Daha bir sure önce üyesi olmaya çalıştığımız Avrupalıların gazetelerinde ; AB kapısından içeri girmeye çalışan bir köpeğe benzetmediler mi bizi ?. Nerede Türk olmanın gururu ?. Nerede Atatürk sevgisi ?. Nerede Birlik beraberlik ?...

Neyse, şöyle orta şekerli bir kahve yapıp içmek için burada bir mola verelim sevgili 'Kahve Molası' üyeleri-okuyucuları ve yöneticileri..Nasip olursa yakında yine sohbet ederiz.Ege ağzıyla ; kalın salıcakla.

Hulusi ŞENEL
Sydney Avustralya
hulusisenel@yahoo.com

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Recep Pehlivanlar

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Yürüme

Hangi şehrin yorgun bacaklarıyla yürüyorsun

Rakı ve balık kokusunun gülmelere bulaştığı bu sokakta

Yaşlı Rum kadının yüzündeki enkaz mı yaşadıkların

Yüzüne bak

Bu insanların yüzleridir belki

Gitmediğin şehirlerin kokusu

Dalgaların görkemli buğusu yanaklarında

Ve o ekşimsi tat

Harçlığını çıkaran bir çocuğun umuduyla

Kalabalığın anısız gözlerine yat

Senin sevgi dediğin mendile sümkürürken insanlar

Yürüme !..

Derya Berrak

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yorumsuz!

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Sevgili müzik dostlarım,

Evde Çalamadıklarım müzik veya yaşam hakkında söyleyecek sözü olan, içinde sevgi duyan herkese açık bir program. Felsefemizin uzantısı olarak programımız bu hafta Karadeniz yöresinden bir insanı ağırlayacak.

Konuğum Recep Pehlivanlar benim bir dönem birlikte çalıştığım ve iş hayatımın zor bir dönemini paylaştığımız bir arkadaşım. Kendisi Rize'nin Pazar ilçesinden. O zor günlerde iş kadar müzik zevkimizi de paylaşmıştık. Geçtiğimiz yaz kaybettiğimiz değerli sanatçı Kazım Koyuncunun anısına verilen konseri birlikte izlerken Karadeniz'e ithaf edeceğimiz bir program yapmaya karar vermiştik. Bu hafta sonu yayınlanacak ve adını Laz ve Caz koyduğumuz program işte böyle oluştu. Umarız içinizde bir mutluluk uyandırabiliriz.

Müzik listemizi bütünüyle Recep bey seçti:

1- Kazım Koyuncu / CD: Hayde / Tsira
2- Rosemary Clooney / CD: Diva, compilation / Fifty ways to leave your lover
3- Asturd Gilberto / CD: This is Asturd Gilberto / Fly me to the moon
4- Birol Topaloğlu / CD: Aravani / Nçaişi Birapa ( Çayın Şarkısı)
5- Bill Friesel / CD: The Intercontinentals / Eli
6- Etta James / CD: Lady Jazz / I just want to make love to you
7- Birol Topaloğlu / CD: Heyamo / Didou Nana

Bu programımızı 24 Eylül Cumartesi günü saat 13.05' de ve tekrarını ise 25 Eylül Pazar günü 17.05 de 102.8 NTV Radyo'da dinleyebilirsiniz.

Hepinize güzel bir hafta sonu dilerim. Sevgiyle ve güzellikle kalın / Tunçel Gülsoy

Gelecek Programlar:
1-2 Ekim, 15. Akbank Caz Festivali üzerine. ( 1. Bölüm)
8-9 Ekim, 15. Akbank Caz Festivali üzerine. ( 2. Bölüm)

Bu programla ilgili duyuruyu lütfen ilgilenebileceklerini düşündüğünüz dostlarınıza da iletin.
Varsa eleştirilerinizi, ve önerilerinizi lütfen e. posta göndererek bizimle paylaşın:
volkan.ust@ntv.com.tr
tuncelgulsoy@gmail.com
rpehlivanlar@gmail.com

İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.

Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.

Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.

Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Avant Browser 10.1 Build 26 [1.8 MB] Windows Free
http://www.avantbrowser.com/download.html
Aylardır kullanıyorum ve müdavimi oldum. Aynı anda pekçok sayfaya en kullanışlı biçimde ulaşmak, ulaşırken her türlü güvenlik önlemini almış olmak, arama motorlarıyla entegrasyon,vb. pekçok özelliği bünyesinde barındıran mükemmel bir tarayıcı eklentisi. Eklenti demek ne kadar doğru bilmiyorum, aslında şöyle demeli, Internet Explorer tabanlı süper extra extra tarayıcı. Ve de ücretsiz. İstisnasız herkese tekrar tekrar tavsiye olunur.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20050923.asp
ISSN: 1303-8923
23 Eylül 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com