|
|
|
26 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Tazelenmeye devam ediyoruz!.. |
Merhabalar,
Abone kayıtlarını elden geçirmeye devam ediyorum. Bugün 2. mesajı da almış olmalısınız. Üçünü birden alacaklardan peşinen özür diliyorum ama alınmama ihtimaline karşı 3 kere yollamayı doğru buldum. Yarın son mesajı alacaksınız ve bu işi bitireceğiz. Çarşamba gününden itibaren de artık her zaman olduğu gibi sitemizden abone kaydı devam edecek.
Gelelim şu açıkladığım ücretli olma meselesine. Her zamanki gibi sessiz çoğunluk beklemede. Az da olsa aldığım tepkilerden sonra birkaç laf daha edip konuyu biraz daha açmak istiyorum. Özellikle aramıza yeni katılan ya da KM yi site üzerinde tanıyanlar için minik bir hatırlatma yapmak istiyorum. Kahve Molası'nın en büyük ve benzersiz özelliği en tepede yazdığı gibi "Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete" olmasıdır. Önceliği ve misyonu budur. Benzersiz uygulamasının Türkiye'de bir başka örneği yoktur. KM, bu uygulaması ile okuyucularına hergün söylediği gibi bir adım öne çıkmayı başarmıştır. KM insanların lütfen gelip kendisini okumasını beklemez, hazırladığı sayıyı hergün abonelerine adrese teslim dağıtır. Bu organizasyon bizzat Cem Özbatur'un bir hobisi olarak gerçekleştirilmektedir. Bunu başka türlü yorumlamak insafsızlık olur. Kahve Molası'nın daha başlangıçta "Aman beni daha çok kişi okusun." demeyerek seçtiği yol meyvalarını vermiş, baldır bacak göstermeden, küfür etmeden, dedikodu yapmadan, niteliğinden taviz vermeden, tercih edilir bir medya haline gelmiştir. Amatör edebiyata mekan sağlamayı seçmiş ve bunuda layıkıyla yapmıştır, yapacaktır. Uzatmadan söylersek, KM amatör yazarlardan derlediği günlük sayılarını, bu tür edebiyat tutkunlarına elektronik ortamda ulaştıran bir iletişim aracıdır. Yani asıl olan abonelere gönderilen epostalardır. Harcanan emek bu epostaların oluşturulması içindir. Ancak teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar yararlanmayı isteyen editör bir de yardımcı site oluşturmuştur. Bu site başlangıçta bir arşiv sitesi olarak düşünülmüştür. Ancak ilerleyen zamanlarda genel istek üzerine yorum, forum, sohbet, müzik, kütüphane, roman gibi ek ünitelerle genişlemiştir. Ancak herşey günlük hazırlanan sayılarda hayat bulmaktadır. Fakat KM ye ilginin artması neticesinde günlük sayılardan bihaber, sadece ek unsurları kullanan gezginci bir okuyucu kitlesi de kendiliğinden oluşmuştur. Bu gezginciler, diğer sitelerde edindikleri alışkanlıkları KM'ye taşımaya çalışmışlar, kimi uygun bulunmuş kimi ise beğenilmeyip dışlanmıştır.
KM nin asıl amacı yazara yazı yazacak mekan yaratıp okuyucu ile buluşturmak olduğundan zaman içinde gezginci tabir edilen gelir geçer okuyuculardan rahatsızlıklar duyulmaya başlanmıştır. Bu rahatsızlığı bir nebze bertaraf etmek için interaktif ortamlara katılım için üye olma zorunluluğu getirilerek bir zaman için başarılı da olunmuştur. Ancak ilerleyen günlerde bu da yeterli olmamış, gereksiz tartışmalarla yorum panoları dolar olmuştur. Arada yapılan, yazıyı geliştirici yorumlar ve tartışmalar olmasa yapılması gereken interaktif ortamı tamamen kaldırmaktır belki de. O zamanlarda bu güzel hobi editör için hobi olmaktan çıkıp bir fobi haline dönüşmektedir. Günlük sayıları düzenlemek için ayrılan zaman yetmemekte, gün içinde bu sorunlarla uğraşılmak zorunda kalınmakadır. Peki Cem Özbatur'un bu güzel hobisini kendisine zehir etmeye hakkı var mıdır? Tabi ki yoktur. O gene her zamanki titizliğiyle günlük KM sayılarını hazırlamayı, bunu aboneleriyle paylaşmayı arzulamaktadır. Burada 2 seçenek vardır. Ya site interaktif ortama tamamen kapatılacaktır ya da yeni bir düzenleme ile en azından gelir geçer yorumculara dur denilecektir. Editör ikinci yolu seçmiştir. Bunun yolu olarakta interaktif katılımı ücretli yapmayı tercih etmiştir. Burada istenen, parayı verenin düdüğü çalması değil, bir zırt etmek için kapıyı çalmayı önlemektir. KM okuyucusu olmanın tadına varanların ise zaten interaktif tarafıyla bir ilgisi olmaması gerektiğini düşünmektedir. Eğer bu arada KM ye destek olmak isteyecekler bir katkıda bulunmak için üye olmayı seçerlerse de bundan mutluluk duyacaktır. Ama bu sayının az olacağını gayet iyi bilmektedir ve aslında belki de bunu istemektedir. Çünkü KM asıl işlevi olan e-gazete olma, hergün posta kutusuna ulaşma görevini HİÇBİR ÜCRET TALEP ETMEKSİZİN yürütmeye devam edecektir. Ve editörün asıl yapmak istediği de budur. Gün içinde o günün sayısına siteden de ulaşmak mümkün olacağından KM'nin gerçek okuyucusunun sayısında bir azalma olacağını düşünmemektedir. Örneklemek gerekirse, Hürriyet gazetesi okuyucularının nasıl ki anında yorum yapıp cevap alamadıkları için gazeteyi okumayı bırakmayacakları gibi, KM okuyucularının da yorum yapamadıkları için KM yi tamamen terkedecekleri aklının ucundan bile geçmemektedir. Hatta bugün için altıbin küsur olarak görünen abonenin epeyce bir bölümünün gerçekten KM yi okumadığını düşündüğünden abonelikleri tazeleme yoluna gitmiştir. Böylelikle altıbin sayısının ilk etapta üçbine kadar gerileyeceğini ama zaman içinde tekrar daha sağlıklı bir biçimde yükseleceğini tahmin etmektedir. Böylece KM nin gerçek misyonunu sevmiş yazar ve okuyucuyu buluşturma işlevini sürdürerek, büyük tad aldığı hobisini her zamanki titizliğiyle devam ettirmeyi istemektedir.
Ücretli üyeliğin koşullarını açmak gerekirse, düşünülen aylık, 3 aylık, 6 aylık ve senelik üyeliklerdir. Bunun ücreti de sırasıyla 5, 13, 25 ve 50 YTL olarak öngörülmektedir. Bu paranın en az %50'sinin komisyon, vergi ve masraf olarak gideceği düşünülürse geriye kalan parayla köşe dönülemeyeceği ortadadır. Konuya 50-100 kişilik bir gönüllü ordusu destek olursa belki çoraptaki deliklerden biri kapanır diye bakılmaktadır. Ayrıca 6 aylık ve senelik üye olanlar doğal olarak, başka bir ücret ödemeksizin, aynı sürelerle KMD ye de abone olacaklardır. Şu anda KMD'ye ABONET aracılığıyla abone olanlar, abonelikleri sona erene kadar KM'nin doğal üyeleridir.
Kalabalıkta eşek kuyruğu kesilmeyeceğini iyi bilenlerdenim ama bunun yanında, sonunda gene kendi bildiğimi uygulasam da başkalarının fikirlerinden yararlanmayı severim. O nedenle KM ile ilgili tasarruflarımı önceden sizlerle paylaşmayı, varsa yanlışları törpüleme ve düzeltmeyi istiyorum. Ama bu konuda konuşmadan önce benim neyi neden istediğimi iyi bilmeniz gerektiğinden sizi 2 gündür böyle rahatsız ediyorum, kusura bakmayın. Kendimi affettirmek için bir güzel şarkı seçtim. Herzaman zevkle dinlediğim Sting ve onun klasiklerinden Desert Rose. İyi bir hafta dileyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
YENİ GERÇEKLER
Nereye baksam onları görüyorum. Ürkünç,boş caddelerinde bir kentin sığınacak sokaklar arıyorum kendime. Her yeri sarmışlar. Rüzgar garip kokusunu getiriyor evime. Perdelerimi kapatıyorum iyice. Para kokan semtlerde paralı sevgililer. Kokuşmuş bir defileden fırlamış güzel kadınlar. Caddelere açılan dar sokaklarda ve varoşlarında bu kentin. Onlar her yerde.
Gözleri ağızları yozlaşmış yalan beyazı. Ölümcül bir hastalık, kötü huylu bir kist gibi. Midemi bulandırıyor, tiksindiriyorlar beni. Mahallesinde her şeyden habersiz masum oyunlarını oynayan küçük çocukların oyuncak bebeklerinde ürüyor hayal kırıklıkları. Bir kısır döngü olduğunu anlatamıyorum onlara. Susmak acı çekmek demek...Susuyorum.
Belki düşünmemeliyim bunları. İki blok ötede bir adamın ağzının suyu akmasaydı genç bir kuzuya. Kadın kur yapan gözleri ile tutmasaydı midesini. Müthiş uğultularını duyumsuyorum beyinlerde, o uğultularla dolaşıyorlar. Koşarak gelen çiftler mutluluk saçıyorlar, aşkla. Ardından bağımlılıklar başlıyor. Ne yana baksam o çaresizce teslimiyet...
Kafası karışık yüzler oturuyor çardakta. Dokuzuncu katta kafası karışık bir adam dudaklarını kirletiyor ve yatağını sevgilisinin Kollarındaki kadın onu kazanmak için bütün gücüyle sevişiyor. Dokuzuncu kattaki adam aramayacak onu. Birazdan sevgilisi gelecek. " Özledim" diye kollarına atılacak, olan bitenden habersiz. İşte asıl o zaman erkek(!) olacak
Göz yaşları her yerde. Ne yana baksam onları görüyorum. Ne olduğunu bile anlayamadan boşanmış çiftler. Tüm bencillikleri ve karanlık yüzleri ile aşkları her şeyin üstünde gelen savaşlar. Kısır bir döngü olduğunu anlatamam ki, masum küçük çocuğa. Hayalini kurduğu aşk,öfke,ihtiras ve kaçışla bitecek saçma bir döngü. Işıkta parlayacak yeni alyanslar. Kendinin en tiksindirici yanını keşfetme duygusu: Yeni gerçekler
Telefondayız. Sana ne söylemeliyim? Susuyorum. Aslında, yüzüne kapatıyorum telefonu belki anlamıyorsun.
Derya Berrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Alper Kutay Erke Hayat Güzeldir! |
|
Derin sohbetlere dalarak şen şakrak kahkahalara boğulmuş kalabalığı göstererek "bak ne kadar da mutlular" dedi.
-Tabi mutlu olacaklar, hayatta gülmek kadar güzel bir şey var mı?
-Peki biz neden bu kadar mutlu değiliz?
-Yani sen; kendinden bahsediyorsun değil mi?
-Sen mutlu musun yani?
-Mutsuz olmak için bir sebep var mı?
-Şu anda istediğin gibi bir hayat yaşayabiliyor musun, hiçbir eksiğin yok mu?
--Eksik biter mi hiç?
-O halde gelip geçici bir duygu yoğunluğu senin ki, belki kendin bile inanmıyorsun mutlu olduğuna.
-Hayır mutluyum çünkü eksiklerim var, mutluyum çünkü hala ulaşmak istediğim ve ulaşamadığım hedeflerim var
-Böyle bayat felsefelerle beni kandırmaya çalışma, insan elde edemedikleri için sevinmez, üzülür.
-Ve böyle senin gibi somurtur durur değil mi?
-Seni anlamak gerçekten çok zor, sen bir mazoşistsin anlaşılan, kendine acı çektirmekten hoşlanıyorsun, yani sorunların olması seni mutlu ediyor.
-Hayır sadece gerçekçiyim. Bir an için hiçbir yorumda bulunmadan sadece söylediklerimi düşünebilir misin?
-Seni dinliyorum…
-Farz edelim ki hayatta ki tüm arzu ve isteklerine kavuşmuşun, elde etmek istediklerinin tümünü elde etmişin, tüm hedeflerini gerçekleştirmiş ve kendine hedef olarak belirleyeceğin hiçbir şeyin kalmamış; söylesene o halde ne için yaşıyorsun? Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış ve hiçbir gayesi olmayan insan ne için yaşar?
-Elde ettiklerinin tadını çıkarmak için tabici
-Bu yaşına kadar hiç elde ettiğin bir şey olmadı mı, gerçekleştirdiğin hiçbir idealin yok mu?
-Var tabici, var ama…
-O halde niçin onların tadını çıkarmıyorsun?
-Çünkü elde etmek istediğim daha yığınla şey var
-Yine aynı noktaya döndük galiba. Biliyorum sen o birçok şeyi elde etsen dahi mutlu olamayacaksın.
-Kelime oyunları oynuyorsun!
-Bu üzerinde ki gömleğini kendin mi beğenip aldın?
-Ne alakası var şimdi? Ama merak ettiysen söyleyeyim, evet geçen hafta aldım
-Biraz evvel bize selam verip önümüzden geçen adam var ya, bir sene önce de aynı gömleği giyiyordu, altı ay önce de
-Yani benim o adamdan şanslı olduğumu söyleyeceksin, sohbeti geyik muhabbetine çevireceksen haber ver!
-Yaklaşık yarım saattir yürüyoruz seninle, bu haktan mahrum olan kaç insan var cezaevlerinde düşündün mü hiç?
-Olabilir, peki sen şimdi lüks içerisinde yaşayan, yediği önünde yemediği arkasında kaç insan var biliyor musun? Türkiye'de ki gelir uçurumunun farkında mısın? Sabahlara kadar eğlenen insanlar, baba parasıyla lüks otomobilleriyle fiyaka atan zengin çocukları… Bizim ise cebimizde metelik yok, ancak böyle aylak aylak gezinip sağa sola bakınmakla geçip gidiyor hayatımız…
-???
-Ne oldu, sustun?
-Haklısın galiba biraz fazla iyimserim yaşam hakkında değil mi?
-Aslında o kadar da değil, kendine haksızlık yapma, senin de dediklerin doğru bir bakıma
-Hayır hayır doğru söyleyen asıl sensin, şu halimize bak, perişanız, hala mutluluk oyunları oynamaya çalışıyoruz
-Perişan mıyız? O kadar da değil yani. Baksana bir etrafına, ne kadar da güzel hayat, pırıl pırıl bir gökyüzü, gülen insanlar, süslü kaldırımlar… İşte seninle farkımız burada zaten, hayat güzeldir diyorum sana anlasana…
Alper Kutay Erke
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bir aşk hikayesi
İlk görüşte aşk değildi benimki. Ama O'nunla tanıştığım ilk gün başımın döndüğünü itiraf etmeliyim. Galiba biraz da ayaklarım yerden kesildi.
Benimki paylaştıkça büyüyen bir aşktı. İlk günlerde seyrek buluşmalarımızda çok da önemsemedim O'nu. Çok genç olmamın getirdiği umarsızlıkla biraraya geldik. O ilk günlerde, 'Olsa da olur, olmasa da' gibiydi duygularım. Varlığı, hayatımda çok fazla yer kaplamıyordu.
Sevincimde, kederimde, coşkumda, heyecanımda, başarılarımda, başarısızlıklarımda, yalnızlıklarımda hep benimle oluşu büyüttü bu aşkı.
O'nu kendime yakın buldukça daha çok sevdim. Sevdikçe alıştım. Alıştıkça bağlandım. Bağlandıkça tutuldum. Tutuldukça aşkım 'marazi'leşti.
Ne onunla ne onsuz cinsinden bir aşktı bu.
En büyük kavgalarımı O'nunla yaptım. Pek çok kez terketmeyi denedim ama beceremedim. Med-cezirlerimde, sessizce benim O'na dönüşümü bekledi yıllar boyunca. Ve hep dönen ben oldum...
En büyük coşkularıma O'nu ortak ettim. Sevgimi, O'nu yanımdan hiç ayırmamakla gösterdim ama O, sessizliği ve sakinliğine rağmen hep 'aldatan' taraf oldu. Bense masum bakışlı sokak köpeği örneği 'sadık' olan taraf.
Yaşattığı sıkıntılara, acılara rağmen 'affeden' hep ben oldum. 'Hainlik' ise O'nun hanesine yazıldı.
Ama artık bitti bu 'köle' durumu!.
Artık kendimi O'ndan daha fazla önemsemeyi öğrendim. Yıllar sonra bile olsa.
Ben severek terketmenin dayanılmaz hüznüne rağmen, sevgilimi terkettim!
O'nun bana son ihanetini öğrendiğimde, kendimi bir hastanenin acil servisinde burnuma oksijen borusu takılıyken bulduğumda verdim kararımı.
O anda! Üstelik kendime acıyarak!
Bana verdiği tüm zararları bile bile sevdiğim için kendimden nefret ederek verdim kararımı!
İlk kez bu kadar güçlü ve kararlıyım O'nu terketme konusunda.
Biliyorum çok büyük yalnızlık ve boşluk yaşayacağım.
Kimi zaman O'nun kokusunu özleyeceğim deli gibi.
Belki gizlice O'nun bulunduğu ortamlarda kokusunu içime çekeceğim derin derin. Belki yeniden dönmeyi geçireceğim aklımdan.
Belki de gizlice, kaçamak kısa buluşmalar yapacağım.
Ama son ihanetini hatırlayınca, tekrar nefret edeceğim O'ndan.
O'nu çok sevdim biliyormusunuz.
Herşeye rağmen üstelik.
Ama artık ayrılık zamanı geldi.
Ve ben sigaraya ELVEDA dedim.
İçim buruk, ne yalan.
Üstelik çok MUTSUZUM.
Ama biliyorum ki, en büyük ayrılıklar bile zamanla unutuluyor.
Ben seni unutmak istiyorum SEVGİLİM.
Lütfen düş artık yakamdan!
Ceren Keskin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
UÇURTMADAN, ŞİŞME BOT YAPTIM SEVDAMI
Tutkulu bir kumar, bu oynadığım. Oyunlar arasında en güzeli ama... Sürekli kaybederken eskiden, şimdi tüm kartlar açık önümde ve kazanıp duruyorum. Büyük bir haksızlıklar zincirinin hemen ardından gelen, kaderimsi bir şans oyunu... Ve, asla kaybetmeyeceğimi de biliyorum artık. "en büyük kim?" sorusunun yanıtı açıklandı; BEN!
Ötesi olmayan ıraklıklar sardı dört bir yanımı, ve ben uzaklıkta uzakken, daha umutla bakabiliyorum yılların ardından dünyaya... Ya da yaşanılan her dolu ana. Karanlıklar Ülkesi'nin prensinden bir ses yükseldi birden; "ben sıkıldım prenslikten...". Çocuklar yığıldı şimdi önüme, hiçler git-ik... Yitik sevdalar, yerlerini kocaman aşklara bıraktı... Hem de, ölümüne aşklar..! Ben daha ne isterim ki; bunca acıdan sonra? Daha ne isterim içim kanarken; bana merhem olabilecek, bu yumuşak duygu yoğunluğundan başka..? Ne? Hiç.
Yalnızlıklar ve acılar içinden, sevgiyle yoğrulmuş bir UMUT belirdi içimde... Bugüne iki kalayı, üç geçe. Ve şimdi, büyüdü o UMUT içimde... Büyüdü... Büyümekte hala... Güzel bu. Acıdan kıvranmalar son buldu, kan ağlayışlara gebe kalmayacak artık göz pınarlarım ve şafak olmayacak gözlerimin feri..!
Mutluluk, bir oyundan realiteye dönüştü gerçek dünyaya taşarak, sanal alemden. Mutluluk, eskiden kalbimde bir şarkının ara nağmesi iken, şimdi tüm şarkıyı katletmiş neşeli notalara dönüştü. Anılar siyah-beyaz bir fotoğrafta çakili kaldı şimdi. Ve o anı fotoğrafı, nem kaplandı... Sefiller'i oynuyor Vichtor Hugo inadına...
Kaybolan yitik elmaslar gibi, en değerli cevheri içinde barındırıyor kalbim... Ortaya çikarsam, hiçbir değeri kalmayacak sanki. Çikarmayacagim da! İş; onu bulabilende... Gerçek ne ki, ey riyalarda dolanan? Ne gerçek senin için? Sen gerçek misin ki; arıyorsun onu?!
Küçük şeylerle büyük mutluluklar yaşamayı ögrendim. Ve, zaman oluyor, benden mutlusu yok sanki evren denilende. Yada, dünya merkezinde...
Bir ateş dokundu, geçti yüreğime. Acıya dayanıklı olup olmadığımı test ediyor, dünyanın en gaddar yanı ve ben, katlanabiliyorum en en acısına, acıların!!! Umursuz kalmak güzel, Zafer'siz günlerime... Ve aniden bir sürpriz oluyor bir kazanç gibi, kulaklarımdaki melodiye. "insanı teknolojik aletler değil, kalplerin kırılması öldürüyor." demişti Soul Lev, sonuna kadar da haklı. Bir kalp, kırılmaya görsün, bir daha hayır etmez...
Oruç tutmak istiyorum. Yemek için tutulanlardan değil ama. Ben "aşk orucu" tutmak istiyorum. Ya da... Daha da değerli bir şey... Kendi kendine acı vermek olarak algılanmasın ama bu. Oruç tutacağım ve bir düzene girecek, durmadan çalisan metabolizmam. Hayyam takılıyor aklımın bir köşesine bir süredir... Ve bugün; "bir çati da senin..." sözleri mutlu ediyor beni. Etten, kemikten bir düşünüş sarıyor bedenimi... Can... Bir can sarmalıyor beni... Tutabilecek miyim ki "aşk oruç"unu ben?.. Bir aşk kızı değilim belki ama... Yoksa öyle miyim? Bütünleşmiş, aşkla... Bilmem, çözemedim daha... Çözümsüzlükler, sığ bir liman oldu. Göçebe kuşlar göç ediyor yüreğimden ama UMUT, vefalıları oynuyor... Bana ihanet edecek gibi değil, her ne kadar da buna hazırlıklı olsam! Uçurtmadan, şişme bot yaptım sevdamı... Oynayıp duruyorum...
Kıskıvrak bir kısrak gibi Salınıp duruyor ortalarda, sadece bir sanı olan aşk zamanı. Fahişelikten açılıyor konu. Kapanmıyor bir daha... Doğru olanla, olmayan, kavgaya tutuşuyor. Hangisi doğru? Ya da hangisi doğru değil? Bilen, yok..!
Gül Çakır gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 1 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Bayram Leventoğlu |
Abuzittin
Sevgili Abbas; Satırlarıma başlarken, sana ve aile efradına selam eder sevgilerimi sunarım. Nasılsınız, inşallah afiyettesinizdir? Ben Abuzittin karındaşını sorarsan, halim kötü.
Derdim, para, pul değil. Hamd olsun bağ bahçe zebil , çocuklar büyüdü işe güce sarıldılar, maddiyatımız, iyicene iyi. Benim derdim, kendim.
Çarpıkların Haceliyi bildin mi? Geçen yıl sizlere ömür rahmetli oldu, ardında otuz yaşlarında dulunu bırakarak he mi de!Bir görsen, zavallı, öylesine güzel ve saf ki.
Komşuluk hakkı; kocasının hastalığında, ölümünde , vazifemiz diye ilgilendik, rahmetlinin alacaklarını ney topladım, dul karısına teslim ettim.Adını söylemeyi unuttum, Meşküre hanım, paraları bana iade etti ve;
- Abuzittin ağam, para, puldan anlamam, Allah rızası için, bu işleri hala yola sok, senden başkasına güvenemem.
Bilirsin, yardım severim, insaniyetliğim çoktur. Canla başla, dükkan kiralarını, banka hesaplarını, veraset işlerini bile hallettim. Meşküre hanım,
- Benim tek güvencim sensin, Abuzittin ağam, Allah muradını versin.
Zavallı dula ,yardım ettiğim için,sözleri beni de, komşuları da memnun etti.
- Aferin len Abuzittin, adamlık bu kadar olur!
- Allah’ın sevabını yüklendin len!
- Adama bu kadar iyliği,bubası yapmaz!
Lakin, benim hanımlar bu insaniyetliğimi,başka türlü yorumlamışlar.” -ulan eksik etekler,ben altmış yaşında otuzluk tazeyi neyleyim!Evlenecek çağı geçti geçiyor,kırk yaşında oğlum dururken bunu nereden icat ettiniz,acuzeler”, diyerek ikisine de bastım şaplağı. Arife ve Zarife yengen, dayağı yediler ama yinede inanmış gözükmüyorlardı.
Hırs arasında aklıma gelen Murşit oğlumu everme işini,Meşküreye açtım,”gelinim olur musun” diyerek. Önce bir kızardı, bozardı, boğuk ve mahcup ama kararlı bir sesle,
- Abuzittin ağam, öl de öleyim,lakin bu iş olamaz. Murşit benden iyilerine layık!Ben toy adamla yapamam, Haceliden, olgun kocanın tadına vardım, olgun herif, daha bir kıymet biliyor.
- Gel bu işe olur de. Ne suna kızlara seni değişmem. Seni baş göz etmeden ölürsem, gözüm açık gider.Gençsin,güzelsin seni rahat koymazlar, sen de üzülürsün, ben de Meşküre.
- Abuzittin ağa, Abuzittin ağa; Bunca yaşı nafile yaşamışsın,beni anlayamadın mı,için için seni istediğimi farketmedin mi? Sen alırsan varırım, sende istemesen bir başıma kalırım, hepsi bu kadar.
Bende şafak attı, nutkum tutuldu,kaçarcasına Meşkürenin evinden çıktım.
Sabaha kadar yatakta döndüm durdum. ”Ulan olur mu,ben altmış,o otuz?” Zarife yengen,nane limon kaynattı,anason verdi,yine de uyuyamadım.
Sabah kalktığımda yirmi yaş gençleşmiş gibi idim. İçim kıpır,kıpır yerimde
duramıyorum. Kahvaltımı yaptım mı , yapmadım mı bilemeden çıktım evimden,
doğru Meşküre’nin evine vardım.
- Sahi bana varır mısın, dün söylediklerin essah mıydı kız?
- Senden iyisini mi bulacağım, sen, he de olsun.
- He Meşküre he, Abuzittin sana kurban olsun.
Meşküre’nin evinden çıktım, yerde miyim, gökte miyim bilmiyorum. Dağda,
bayırda gezdim akşama kadar, ne yorgunluğumun, ne de nerede olduğumun
farkındayım. Aklımda Meşküre, gözlerimde yine o.
O gece, Arife’nin sırası, zarife den daha anlayışlıdır diye meseleyi ona
açtım. Meşküre ile evlenme lafımı duyar duymaz, yorganı yatağı bir yana
fırlatıp , bin bir figanla ayağa kalktı.
- Deyyus papaz, teneşir azgını bunak. Kara yazılı başım, kara yazılı zarife
Abum.
Diye ağlayıp dövünmeye başladı. Gecenin yarısı, evi ve köyü ayağa kaldırdı.
Öte evden Zarife, gömlek paça seyirtti.
- Ne oldu kız, ne ağlanıp bağırıyorsun ,benim adımın, bu saatte senin
ağzında işi ne?
- Bu, canı çıkasıca papaz var ya, üçüncüye evlenecekmiş, he mi de Haceli’nin
duluyla.
- Vay başıma gelen. Delirmiş olmalı bu, sen sus güzelim, sıkma canını, bu
herif aklını yitirmiş, yarın doktora neyim götürürüz.
Sonra bana döndü,
- Abuzittinim, yiğidim. Son iki senedir bacı kardeşe yatmıyor muyuz? Arife
ile de öylesin biliyorum, bu halde evlenmek kim, sen kim?
”Ulan acuzeler,siz adamda iştah mı bırakırsınız” diyerek bastım ikisine de
şaplağı. Zarife,arife kumasının yatağında bir birlerine sarılmış halde
uyuyarak, bense peykede uyanık, sabahı ettik. Sabah oldu, olmaz olsaydı.
Köylünün ağzına sakız olmuşuz, beni her gören; ” -Ağa ne zaman düğünün?
-Balayına neyin gidecen mi? -Murşit oğlunun işi yine yattı desene, -senden
sıra gelmez ki. -Ula ne erkekmiş sin,sana fazla yanaşmak da doğru değil.”
Köyün veletleri peşimde, “Damat ağa” yaveleriyle dolanıyorlar.Oğullarım da,
kızlarım da bir surat, bir surat, Arife,zarife mahkeme duvarının en yükseği.
Dünyam karardı anlayacağın, köyün şebeği olmama mi, evimin huzuruna mı,
Meşküre’me mi yanayım şaşırdım. Ne yapacağımı bilemiyorum, iki ucu pis
deynek arasındayım. Gönlüm,evlen diyor,aklım,olmazlanıyor. Aklımı başıma
toplamak , milletin zevzekliğinden kurtulmak için kasabaya inmeye karar
verdim. Bir iki gün sonra köye dönmek istiyorum, dönmeye cesaretim yok.
Meşküreyi de çok özledim.
Kadirin hanında geceliyorum, gündüzleri, Halil’in kahve de, düşünüp
duruyorum. Kasabada dördüncü günümün sabahında, katırcı Nizam’ın dürtmesiyle
uyandım.
- Abuzittin ağa, seni aşağıda bekleyen var.
Dışarı çıktığımda karşımda ki Meşküre’ydi.
- Beni o hal bırakıp nerelerdesin? Köye rezil oldum, üç günde beş kere
kapımı tık tıkladılar. Köyün kahpesi mi olacam gayrı. Sen nasıl erkeksin,
adımı pis ettin, bırakıp gittin!?
- Aklımı ters çevirdiler Meşkürem. Kendimi unuttum ama hep seni düşündüm,
neylesek ki?
- Edeceğini ettin, gönlümü çeldin, adımı çıkardın, evlenmekten başka yol
kaldı mı?
- Kabasakalın Ali hocayı çağıralım, basalım imam nikahını, kasabada bir de
ev tutalım…..
- Yağma yok. O kadar kolay mı? Hani benim garantim? Hükümet nikahı
yapamıyorsun, bari mehir olarak mal tapula.
- Malı nideceksin, Haceli’den dünya mal kaldı, senin dünyalığa ihtiyacın mı
var?
- Ben kendime mal mı istiyorum sandın, benim istediğim sensin. Lakin benimde
kadınlık gururum var. Üstüme üç, beş tarla tapula, bir de oturacağımız evi
tapula yeter. Benim olan senin değil mi kocam olunca? Ele güne karşı, çır
çıplak evlendi, metres gitti dedirtmem kendime.
- Hele bir düşüneyim.
- Düşünecek ne var ağa?
- Benim, çoluk çocuğum, iki tane acuze karım daha var, onların malını
tapulamak kolay mı?
- Düşündüğün şeye bak. Onların nereden haberi olacak, aha tapu oracıkta,
takriri verdin mi bitti bu iş. Mal yine senin sanırlar, tellal bağırtmasak
da olur. Adı benim, tadı senin olsun, Haceliden kalanları da seninkiler
eksin, biçsin.Ben bir şey istemiyorum, seninle olmak bana yeter.
Aklıma yattı, Hacelinin tarlaları oğlanların sesini kısar, tapu Meşküre nin
olmuş,ne fark eder ki? Meşküre benim,malım Meşküre nin olmuş, olsun be..
Tapuya gittik,üç tarla, bir de kasabada aldığım evi Meşküre’nin üstüne
yazdırdım.
Evi dayadık,döşedik.Kabasakalın Ali hoca nikahımızı kıydı. Beş aydır Meşküre
ile beraberim, yengelerin ve çocuklar epey zorlandılar, zamanla sesleri
kısıldı, Haceli’nin tarlalarını, ekip, biçmeye başladıklarında keyif
oldular. Arife ile Zarife yengelerini unuttum, yüzlerini bile görmüyorum.
Meşküre, bütün dünyamı doldurdu, ondan gayrısını ne görüyor, ne duyuyorum.
Karım beni seviyor, ben de onu seviyorum. Her şey öylesine kusursuz ve güzel
ki, bana tuhaf geliyor.
Çok dertliyim Abbas; sinirlerim laçka oldu. Ne gündüzleri uyanığım, ne de
geceleri uyuyabiliyorum. İçimi kemiren şüphe mahf ediyor. Kasabada bir
dedikodu ,güya “Meşküre beni,kasabanın bıçkını,Zarbana Rüştü denen kopuk la”
aldatıyormuş. Önceleri inanmak istemedim ama, şüphe bir bıçak gibi beynimi
kanatıyor.
Bir gece uyku ile uyanıklık arasında bocalıyorum. Meşküre,bir melek saflığı
ile yanımda uyuyor. Bir ara dalmışım, uyandığımda Meşküre yoktu. Yataktan
yavaşça kalkarak, ayak yoluna gittim. Tam hela kapısı ve ışığını açacaktım
ki, kulağıma bir takım fısıltılar çalındı. Meşküre bir erkekle fısıltılı bir
sesle konuşuyordu. Nefesimi tutarak, safi kulak kesildim.
- Bu kaçamaklardan bıktım artık.Yıllardır sana hasret, elin moruklarının
kıçını kokluyorum.
- Beni dinledin kötümü oldu? Hanım ağa oldun sayemde.Sefa beyin beslemesi,
ondan bile zenginsin şimdi.
- Orası doğru ama bu kadar mal yetmez mi bize? Haceli’nin dünyalığı bile
fazla değil mi idi rahatımıza, bu Abuzittin pezevengine ne lüzum vardı?
- Ulan feleksiz karı,dırdırı bırak,yüzdük kuyruğa geldik.Moruk yukarda
uyuyor, sen benim yanımdasın, böylesi daha bir güzel oluyor. Bu kırmızılı
çamaşır, pek de yaraşmış sana.
- Tarlaları evi tapuladı, maksadımıza erdik, vurayım kıçına tekmeyi ne
olacaksa olsun?
- Abuzittini def etmek o kadar kolay değil. Onu üzersen,işin farkına varırsa
ikimizi de yaşatmaz, Allah’ıma,dinime..
- Ya ne yapacağız,yoksa vuracak mısın herifi?
- Bıçkınız hileciyiz, ama katil değiliz. Adım Zarbana Rüştü ve her işin
kolayı vardır.
- Lafı gevelemeyi bırak ne yapacağız onu söyle!
- Bütün malını satacaksın, hem de kocanın eliyle.
- Abuzittin bu işi yapmaz ve de yaptırmaz!
- Sen şeytanın sol ayağısın kız. Bu herif sana öyle aşık ki akıl neyim
unutmuş, sen ne istersen yapar, değil tarlaları, senin için maşa bile satar.
- Satınca da, paraları alıp, pırr...
- Benim akıllı şeytanım, moruk uyanmadan yatağına gidersen iyi olur.
- Yarın öğlen bağ evinde buluşalım tamam mı?
- Tamam, tamam, git hadi.
Hemen yatağıma koştum, uyur taklidi yaparak beklemeye başladım. Meşküre ,
parmak uçlarına basarak geldi ve yattı. Derin, derin soluklanarak,
dudaklarında bir tebessümle uykuya daldı. Ben de, derin düşüncelerimle baş
başa sabahı ettim. Kullanmamakla hata ettiğim aklımı kullanmaya karar
verdiğim için sana bu mektubu yazdım. Senin aklına ihtiyacım var, benimkine
güvenim yok, beni bu çamurdan kurtar Abbas.
Abuzittin,Çemişin Musanın dükkanından mektubunu aldı ve zarfı açarak okumaya
başladı.
“Sevgili kardaşım Abuzittin. Gönderdiğin tafsilatlı mektubu aldım, içinde
bulunduğun duruma çok üzüldüm. Bu konuda gerekli çalışmalara başladım. Sen,
aklın ve sabrınla beraber ol yeter. Bu açmazın hakkından geliriz,
meraklanma.Benim her şeyden haberim olacak, işaretsiz iş yapmayacaksın.
İrtibat kuracağın kişiler mektubun altında yazıyor, onları hafızla ve
mektubu yak. Selamlar,sevgiler.
Kardaştan yakın arkadaşın, Abbas Geçvur.”
Abuzittin, yüzünde memnun bir gülümseme ile dükkandan çıktı.Kendine güveni
geri gelmişti sanki. Rastladığı herkese selam verdi, hal hatır sordu, neşe
ile evine vardığında Meşküre ağlıyordu.
- Ne oldu meşküre, niye ağlıyorsun?
- Çok hastayım Abuzittinim, kasıklarımda dayanılmaz ağrılarım oluyor. Seni
üzmemek için söylemedim. Ha bu gün geçer, ha yarın geçer bu ağrı geçmedi
arttı, bir doktora gitsek mi?
- Hemen gidelim, bir dakika ağrı çekmene dayanamam.
- Dandin Ayşe’nin şehirde bir doktoru varmış, ondan gün almış.
- Hangi gün?
- Yarın saat üç gibi bekliyormuş muayenesinde.
- Gidelim kanatsızım, gidelim meleğim, yeter ki sen iyi ol Fizana neyim bile
giderim.
-Ah, Abuzittin’im, yiğidim, hakkını nasıl öderim? Bu hastalık beni alır
götürürse, bensiz neylersin diye düşünmekteyim.
- Allah geçinden versin,o nasıl söz, ölüm bana daha yakın.
- Allah senin eksikliğini göstermesin yiğitim, sen ölme ben öleyim.
- Gız bırak bu lafları,gel şöyle kucağıma, ağrıların buralarında mı kız?
- Geçti valla, sen elleyince geçti.
Ulan hergele pezevenk dedim kendi kendime, Cilali İbo bile senin gibi rol
kesemez, hadi hayırlısı. Ya bu Meşküre kancığı ceyarın dişisinden beter,
yılan emme güvercin gösteriyor.
Meşküre’nin gün aldığı doktorun bina kapısına vardığımızda, Zarbana Rüştü
kapıdan çıkıyordu.Eğleştim, geldi ellerime sarıldı.
- Ne o Rüştü nörüyon?
- Hastalandım da ağa,doktora geldim.
- Geçmiş olsun,geçmiş olsun!
Bu işte bir bit yeniği olduğunu anlamıştım, hiç renk vermedim.
Doktor muayenesini bitirdi ve Meşküreye
- Hanım, sen dışarıda bekle, ben beyefendiye gerekli izahatı verir,
ilaçlarını yazarım.
Meşküre çıkınca doktor kısık bir sesle
- Bu söyleyeceklerim aramızda kalacak, sen dürüst bir adama benziyorsun,
sana yalan söyleyemem.
- Ne yalanı doktor?
- Biraz önce bir bıçkın geldi beni silahla tehdit etti, kararlı
görünüyordu.Senin getirdiğin hanımın çok hasta olduğunu, tedavisi için yüz
elli milyar gerekeceğini söylememi istedi. Hekim yeminimi bozup bu alçaklığı
yapamazdım. Kabul etmiş gibi yaptım, gerçeği söylüyorum kadının hiç bir
rahatsızlığı yok.
- Doktor bey, gerçeği söylediğiniz için teşekkür ederim. Hanıma sizin
dediğiniz gibi çok hasta olduğunu, dediğiniz miktar para lazımını söyleyip
sizi devreden çıkaracağım, gerisini ben hallederim.
Turşu gibi bir suratla doktorun yanından ayrıldığımda, Meşküre,
- Bu ne hal yiğitim, kötü haber mi?
- Kötü olmaya kötüde..çaresi varmış. Biraz masraflı olacak o kadar.
- Hastalığım kanser mi?
- O kadarını anlamam, doktor söyledi ya anlamadım!
- Masraf ne kadar?
- Yüz elli Milyar!
- Aboo, o kadar etmez ki Haceli’nin dünyalığı.
- Yetmezse benimkileri de satarız, yetmezse evi bile satarız,c an mı ileri,
paramı ileri.
- Abuzittinim, canım benim. Gün geçtikçe seni daha çok seviyorum. Sen ne
insanlıklı adammışsın yiğitim. Bu dünyadan göçmek değil üzüntüm, senden
ayrılacağıma yanıyorum.
- Sevince candan sevecen, gerekirse candan geçecen.
Meşküre mayıştı,mayıştıkca sokuldu,şehrin caddelerinde sarmaş dolaş
yürüyoruz,herkes bize bakıyor.Ne zormuş,içi başka dışı başka olmak,ne zormuş
böylesi sabır.
Abbasın, adamı Hıdırın Musa ile buluştuk.İri yarı,dost canlı bir adamdı.Hoş
sohbetten sonra bana bir çanta uzattı,
- Bu çanta tedariklidir, bunu al karın dışarıda iken evde bir yere
sakla,para dolu çantanın benzeri bu.
- Çantaları ben mi değiştireceğim?
- Ben değiştiremem ki tabi sen değiştireceksin. Ha unutmadan sorayım,Abbasın
mektuplarını yok ettin mi?
- Hemen yaktım, yoklar artık.
- Tapucu Mestan, muameleyi yapınca sizi çağıracak, öğlen sonunu bulur.
- Ben gideyim Musa kardeş, şu çanta işini halledeyim.
- Ulaa,az kalsın unutuyordum, Abbasın gönderdiği bir çanta var, seninmiş,
tamir mi ettirmiş neyse bu çantayı da al.
Çanta benimdi Muhasebe evraklarımı sakladığım muamelat çantamdı.Büyükçe bir
çanta idi.Çantanın neresini yaptırmış diye bakınca altının boş olduğunu fark
ettim. Canına yandığımın Abbası, ne hin oğlu hinsin diye düşündüm. Abbasın
eski evrak çantamı niye istediğini anlamıştım. Hıdırın Memiş’in verdiği
çantanın üstüne benim çantayı geçirince, yepyeni çanta görünmez oldu.
Muhasebe muamelatı çantamın sapından tuttum ve yürüdüm. Hıdırın Musa
ardımdan,
- Zengin adamsın Abuzittin ağa, Abbas gibi aklın var.
Doğru söze ne denir, yerden göğe haklı idi. Çantayı aldım, eve geldim.
Meşküre not yazmıştı"Dandin Ayşe abladayım,birazdan gelirim". Dolabın
kapağını açtım, çanta içinde çantayı görülecek şekilde yerleştirdim.
Muhasebe evraklarını cebime yerleştirerek uzanmıştım ki Meşküre eve döndü.
- Hastalık peydahlanalı, bu Dandin Ayşe karısından ayrılmıyorsun,doktor mu
o?
- Can sıkıntısından ne ettiğimi biliyor muyum, ağrılarımda azdı.
- Tarlaların evin pazarlığını bitirdim.
- Aman herif, daha önce söylesene,kaça verdin kaça?
- Neye seviniyorsun Meşküre, sanki ikimizin sefa parası, doktora
vereceğiz,doktora.
- Kaça verdin dedim?
- Yalvara yakara yüzelli milyara verebildim, hepsi doktorun,bize yolluk bile
kalmıyor.
Eteğini kaldırdı, belindeki keseden çıkardığı bir tomar parayı bana uzattı!
- Al gözlerimin ışığı, gönlümün yakışığı, fedakarım, cefakarım.Bu para
yolluğumuza yeter de artar bile.
- Peki Meşküre canım, öğlen sonu Tapucu Mestan çağıracak, takriri verecen
parayı alacağız. Yarın sabah yola çıkar, doktorun dediği hastaneye varırız.
Yemeği bitirmiştik, sofrayı toplamadan, Tapucunun ayakçısı çıka geldi,
- Abuzittin ağa, Mestan dayım istiyor, çabuk gelecekmişsiniz.
- Peki oğlum, söyle birazdan oradayız.
Tapu dairesinde, Meşküre, bütün varlığının takririni verdi, Hıdırın Musa,
tapu müdürünün önünde parayı saydı, çantaya istifledim. Çantayı iyice
kilitleyip anahtarı boynuma astım ve çantayı Meşküreye verdim.
- Ağam çantayı benim taşımam olur mu, sen varken. Erkek sensin, para senin
eline yakışır.
Eve geldiğimizde, çantayı koyarken dolaptaki çanta ile değiştirdim, iki
hareket yetti, çektim çıktı, bastırdım para dolu çanta benim eski muamelat
çantasının içine girmişti bile. Büyüksün Abbas.
Menşure, dolabın kapısını kilitledi ve bulaşıkları yıkamaya mutfağa gitti.
Birden hatırlamış gibi yaparak bağırdım.
- Dolabı aç,Muhasebeye gitmeliyim, muamelat çantamı almalıyım.İstanbul da ne
kadar kalacağız belli değil, devletten ceza yemeyelim, ulan iyi ki aklıma
geldi!
Meşküre dolabı açtı, büyük sarı çantamı aldım, para dolu çantanın benzeri
dolapta idi ve Meşkürenin gözü hep onda idi.
Çantayı, Hıdırın Musaya teslim ettim, talimat gereği söyleneni
yapmıştım.Cebimdeki evrakları boş ve eski çantanın ceplerine yerleştirerek
muhasebecime gittim, evrakları Muhasebecime teslim ettim, biraz para bırakıp
ayrıldım.Dibindeki düzeneğini çıkarıp başka yöne fırlattım, eski çantayı
muhasebecinin çöpüne attım. Verilen talimata uyarak görevimi
tamamlamıştım,”Dur bakalım ne olacak” diye düşünerek eve geldim.
Evde kimsecikler yoktu, bulaşıklar öylece duruyor, musluk boşa akıyordu.
Dolaba baktım, çanta yoktu, konsolda bir zarf, “beni oku” diyordu.
“ Seni koca bunak, seninle ömür geçireceğimi mi sandın? Sevgilim Zarbana ile
gidiyorum. Sakın ola beni arama. Hiçbir sıfatın yok, polis, seni dinlemez
bile. Senin için, bir karı bile çok, sen kendini ne sandın. Hesabım
olmasaydı selamını bile almazdım ya, neyse, hakkını helal et yine de.”
Abuzittin, derin iç geçirmesiyle daldı, gözleri nemlenmişti.
- Bile bile tuzağa düştüm, gideceğini zaten biliyordum. İhanet ne acı. Oh
olsun bana, oh olsun öküz kafama, ben bunu hak ettim. Sende hak ettin
Meşküre, sen de hakkını helal et.
Meşküre’nin mektubunu, polise götürdü.Tutanak tuttular, “yapacak bir şey
yok, kadın reşit ve satış kanuni”.
Karakol dan çıktığında rahatlamıştı. Abbas’ın planını uygulamışlar ve
başarmışlardı. İki eli cebinde, ıslık çalarak köye yollandı.
Meşküre ,bindiği otobüste, Zarbana Rüştü’ye yaslanmış, mutluluk hayalleri
kuruyordu. Para dolu çantayı bir eliyle tutuyor, Zarbanasına bile
elletmiyordu.
Otobüs, mola için durduğunda, çanta elinde tuvalete doğru yollanıyordu ki,
Zarbana;
- Güzelim çantanı bana ver, çıkınca alırsın. Helaya da çanta ile mi girecen?
Tövbe, tövbe..
- Sen kapıda bekle ama, korkarım ben.
- Bekliyorum, haydi işini bitir, bende sıkıştım.
Meşküre helaya girince, Zarbana topukladı. Yanına gelen taksiye atladığı
gibi uzaklaştı.Taksi ile anlaşmış, otobüsü takip ettirmişti. Meşküreye kazık
atmayı planlamıştı. Sapa yollardan bilinmeyen bir yere doğru gittiler.
Meşküre,tuvaletten çıkıp Zarbana’yı göremeyince, sağa sola seyirti, oyuna
geldiğini anlayınca ağlamaya başladı.
- Gitti, gitti. Yıllarımın emeği, kahırlı gecelerin bedeli gitti.
- Ne oldu hanım,neden ağlıyorsun?
- Yanımdaki adam, bütün paramı, servetimi alıp kaçtı.
- Jandarmaya haber verir yakalatırız, merak etme.
Jandarma geldi, Meşküre ifadesini verdi, yazıp çizdiler, “mutlaka yakalarız,
meraklanma” diyerek teselli edip gittiler. Yolcular, aralarında para
toplayıp Meşküre’ye verdiler.
- Al bunları kardeş, yolda lâzım olur.
- Sen,hiç meraklanma, ben sana iş bulurum, yatacak yer buluncaya kadar bizde
kalırsın. Bak bu hanım eşim. Tanrı misafirimiz olursun.
Meşküre, acılı gözlerle baktı adama ve karısına,
- Allah razı olsun, başka çarem yok ki. Siz olmasaydınız, aç açıkta
kaldıydım.
Jandarmaya, iyi kalpli Abdullah amcanın adresini verdiler, otobüs,
İstanbul’a doğru yollandı.
Birkaç gün sonra, deniz kenarında ki kayalıklar da cesedini buldular. Katil
kimse, kimliğini almamıştı. “Rüştü Karakuru”,namı diğer, Zarbana Rüştü.
Kasabada küçük bir araştırma, polisi , taksici Nizam Testere yi buldurdu.
Biraz sıkıştırınca itiraf etti,
- O kadar parayı yürüttü, bana sadece taksi parası vermeye kalkınca kendimi
kaybettim ve öldürdüm onu.
- Peki paralar nerede?
- Ne parası? Çanta, bomboştu, bir yerde eğleştik, her halde oralarda bir
yerde saklamıştı. Çantayı salladım gitti yola.
Polis, çok araştırdı ise de çantayı bulamadı, taksici Nizam Testere, yirmi
dört yıl ceza aldı, dosya kapandı. Kader,kötülerin cezasını, biri birilerini
harcatarak veriyordu.
Bayram Leventoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
BENİ VURDUN
Beni vurdun
Akşama doğru, beş sularıydı
Uzaktaydın da halbuki
Menzilinde değildim
Ama vurulmaya
Ne kadar da müsaittim.
Alnımın ortasından mı desem
Çünkü beynim sızlıyor.
Kansız bir darbeydi ama
Vurduğun yerden,
Oluk oluk
Sen akıyor.
Beni vurdun
Habersizdim, çaresizdim
Elinde silah da yoktu
Sahipsiz bulmuştun kalabalıkta
Bir park çıkışıydı sanırım
Yaza henüz veda etmiştim.
Şikayetçi olmadım bu durumdan
Hatta düşündükçe gülümsüyorum.
Görünmez kazaydı belli ki
Şeytan doldurmuştu gözlerini
Hâlâ oradadır ruhumun cesedi
İnan, bilerek kaldırmıyorum.
Elif Bengü
Yukarı
|
İnanmayacaksınız ama burası İspanya-Portekiz Sınırı!
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
30 EYLÜL 2005
MİAMİ - HAVANA
1992-52'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Film, devrim sonrasında ABD'ye gitmeyi seçen Kübalılar ve iki ülke arasındaki politik çelişki nedeniyle bölünen yaşamları ve bunun iki ülkeye dağılmış Küba toplumları üzerindeki etkilerini irdeler.
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.
Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.
Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.
Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Avant Browser 10.1 Build 26 [1.8 MB] Windows Free
http://www.avantbrowser.com/download.html Aylardır kullanıyorum ve müdavimi oldum. Aynı anda pekçok sayfaya en kullanışlı biçimde ulaşmak, ulaşırken her türlü güvenlik önlemini almış olmak, arama motorlarıyla entegrasyon,vb. pekçok özelliği bünyesinde barındıran mükemmel bir tarayıcı eklentisi. Eklenti demek ne kadar doğru bilmiyorum, aslında şöyle demeli, Internet Explorer tabanlı süper extra extra tarayıcı. Ve de ücretsiz. İstisnasız herkese tekrar tekrar tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|
|
|
|