|
|
|
27 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Aman dikkatli olun!.. |
Merhabalar,
Havalar üşümeye başladı ya, benim nem kapmaya dünden hazır burnum da üzerinize afiyet şırıldamaya başladı. Sabahtan beri bir burun iki göz silip duruyorum. Kalıbıma yakışmayan bu durumdan dolayı kusura bakmayın. Bu halde birşeyler yazmaya kalkarsam sizi de nezle ederim ondan korkarım.
Abone tazeleme işlemi bugün yollanan üçüncü ve son mesajla tamamlandı. Yarından sonra KM tazelenmiş adreslerine gönderilmeye başlıyor. Siteden abonelikte eskiden olduğu gibi sürecek. İzninizle ben gidip biraz dinleneyim. Belki grip olmadan şu işi atlatırım. Zira hasta olmak için hiç vaktim yok:-)) Siz bana bakmayın, kendinize iyi bakın. Aşı mı olacaksınız, vitamin mi yükleyeceksiniz ne yapacaksanız biran evvel yapın ve şu paçavra hastalığına yakalanmayın. Sağlıklı bir gün dileğiyle, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler |
Nasılsın? İyi misin?
"Nasılsın? İyi misin?" diye sordu annem. "İyiyim" dedim; adettendir ya… Kısa süren telefon konuşmasının ardından, nereden esinlendiğini bilemediğim bir düşünce huzursuzluk verici bir saplantı halinde saatlerime mal oldu. Otuz yedi yaşımdayım ve bu yaşıma kadar bir kez olsun "Mutlu musun?" diye sormamıştı. Ne kadar düşünsem de anımsayamadım. Eminim ki sormuş olsaydı hatırlardım.
"İyi" olmakla "Mutlu" olmak arasındaki fark… Meğer ne büyükmüş.
Tut ki üç yaşında bir çocuğun var. Mesai saatlerinde ona bakabilecek bir bakıcı arıyorsun. İki aday buldun. Birinci aday çok titiz. Uyku saatleri konusunda despot, yemek zamanı ve dengeli beslenme konusunda ise bir uzman. Hijyen desen ondan sorulur. İkinci bakıcı ise sanırım biraz zıpır. Zeki bir kıza benziyor. Bebek onu daha çok sevdi. İyi anlaştılar. Hangisini tercih ederdin?
İlk bakıcıyı seçersen çocuğun sağlıklı olur. Temiz bir ortamda düzenli bir hayat sürer. Dengeli beslenir, zekâ gelişimine yararı olacak oyunlar oynar. İyi olur yani.
İkinci bakıcıda ise üşüyüp hasta olabilir. Çikolata, dondurma, cips ve benzeri abur cuburla beslenme riski söz konusudur. Eve döndüğünde çamurlara bulanmış, kum havuzunda tepinmekten giysileri kum içinde kalmış, paçaları ıslak bir çocukla karşılaşabilirsin. Gün boyu çığlık çığlığa kahkahalar atmaktan bitkin düşmüş yavrunu, halının üzerinde uyumuş kalmış bulabilirsin. Geçirdiği harika günün gülümsemesi, uykuya teslim olmuş yüzündedir; kim bilir hangi burun üstü çakılmadan armağan alnındaki çizikler ve son çikolatanın dudağının kenarında kalmış lekesi de… Bebek mutludur.
Bir bebek söz konusu ise eminim ki çoğunluk ilk bakıcıyı tercih edecektir. Peki ya bu yazıyı okuyan sen… Mutlu musun? İyi misin? İkisi birden olabilir misin? İyi düşün ve kendine karşı dürüst ol.
Bu aralar annem, evlenmem konusunda üzerimdeki baskılarını artırdı. Bir yığın aday bulup karşıma dikiliyor. Adaylar ona göre mükemmel. Evinin kadını olabilecek, beni derleyip toparlayacak, hayatımı düzene sokacak kızlar. Tabii ki kişilikleri de aynen öyle. Hepsi öncelikle birer anne adayı. Eş değil, yoldaş değil. "Keşke anne olacağımıza, öncelikle bir sevgili ve bir eş olabilseydik" diyecekleri yaşlarına henüz gelememişler. O geri dönüşü olmayan zamana…
Anneme rest çektim. Mutluluğu seçiyorum. Açlıktan ölmeyecek kadar yiyeceğim. Canım istediğinde uyuyacağım. Ertesi gün iş yerimde uykusuzluktan gebereceğim. Parasız kaldığımda rakı veya bira yerine ucuz şarap içeceğim. Hayatımla ilgili hiçbir plan yapmayacağım. Hafta sonlarımda ve tatillerimde sadece olmak istediğim yerde olacağım. Çocuğumu ikinci bakıcıya vereceğim ve tekil şahıs kipiyle kurduğum tüm bu cümleleri çoğul yapabilecek kadına elimi uzatacağım.
İktisat teorisi: Ders 1, yaş 35: Sermaye belirsizliğinde, günlük kâr esasına dayalı ticari yöntemler geçerlilik kazanır.
Ömürden daha belirsiz bir sermaye var mıdır?
O halde: Bu gün, yarından arttırdığımla yetinmeyeceğim; yarına, bugünden arttırdığımı bırakacağım.
Sorumsuz olduğumu düşünenlerle musalla taşında dalgamı geçeceğim.
"Nasılsın? İyi misin?"
"İyiliğin ölçütü soruyu sorana göre değişir. Sana göre iyi değilim anne ama mutluyum."
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel YAŞAM MÜZİKTİR |
|
Müziksiz insan, müziksiz toplum olur mu?
Yaşam müziktir. Fazıl Say
Evet, Fazıl Say Uçak Notları adlı kitabında böyle açıklamış, yaşamla müziğinin uyumunu.
Bence de yaşam, sonatları, ritim, vuruşları, ezgileriyle müziktir.
Öyle zamanlar vardır ki, hayatımızda esler vardır sadece, bize sus işareti yapan. Susarız bizde bekleriz. Dalarız o uçsuz bucaksız maviliklere. Sükûnet kaplamıştır her tarafı o an. Bir yağlı boya tablosunun gökyüzüne ulaşan beyaz bulutları girmiştir içimize. Yâda beyaz güvercinin kanat çırparak yalnızlığa yolcuğu semaya. Veya tarlada ki başağın yeşil olan renginin, hamlıktan çıkıp sarıya doğru yol alması.
Bazen de öyle hız alırız ki hayat dair, ritimler öyle hızlıdır ki, arkamıza bakmaya zaman kalmaz. Denizin dalgaların sahile hızla çarpması gibi, ağacın dallarının sağa sola hızla, rüzgârla beraber sallanması gibi bir şey bu.
Müzikte renklerde vardır hayatımıza dolan, biz onu gözümüzle görmesek de. Gitarın telinden çıkan, mi, sarının hoşluğunu, hafifliğini yansıtır benim ruhumda. Ve ardından güneş rengi bir sıcaklık kaplar içimi.
Ya do’nun ağırlığına tok sesine ne demeli. Bir merdivenden hızlı hızlı inerken çıkan seste yok mudur? Do. Ya da rüzgârın çıkardığı serinlikte. Bir marangozun ağaca şekil vermek için, vurduğu çekiçten çıkan seste yok mudur? Do
Evet, yaşam müziktir. Fa’sı, la’ sı, mi’ si, do’ su ile.
Kimi zaman hızlı adımlarla yaşadığımız, kimi zaman günlerce çıkmadığımız evimizde, bir durgunluk, olgunluktur müzik.
Bir gün evin bir köşesinde, sessiz, dalgın dalgın koltuğumuzda oturmuşken, yaşadığımız duygudur yalnızlık. Yâda pencereden dışarıya bakarken hissederiz baharın kokusunu, içimiz burkulur ardından. Hele de mevsimlerden sonbahar ise. Yağmurun damlalarını sayarız, cama vuran. O ise bizi görmeden çarpmanın da ivmesi ile yere düşer sessizce. Karışacaktır birazdan ıslanmış, rengi biraz kahverengi birazda sarı olan toprağa. Do sesinden, mi’ye geçercesine.
Be moller vardır hayatımızda acıları, gürültüleri artırmaya çalışan. Bizimse diyez’imiz vardır ona inat, onun sesini indirgeme, aşağıya çekmeye çalışan. Dostlarımız gibidir bu diyezler, paylaşarak acımızı azaltmaya, dindirmeye çalışır.
Nakaratlarımız yok mu, tekrarlarımız yok mu hayat ta. Evet, oda var yine mi? Diye isyan ettiğimiz ya da ben hep böyleyim dediğimiz.
Ve her parçanın, her ezginin, her konserin bir bitişi olduğu gibi hayatımızın da bir bitişi yok mudur?
Kimisi bu bitişi, çok hızlı vuruşlarla tamamlar İzmir Marşı gibi, koşarcasına. Kimisi de yavaş yavaş, aheste aheste.
Yaşam bir müzik değil miydi? Sonatı, ezgisi, ritim ve vuruşları ile.
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Veysel İkibudak
|
PALYAÇO VE SAVAŞÇI…
Bazı dönemlerde bir uzun hava söylenir gibi derinleşir acının kuyusu, yüreklerde boğuşmaya başlayıp mutluluğu aramaya başlar hüzünler. Bu zamanlarda, üşüyüp üşüyüp kendine sarılır insan...
Tam da zamanında bulur kendini hüzün ama istemli yaratıldığında sorunsuzdur.
Serzeniş hakkı mı? O da ne? Hiç olur mu bu zamanlarda? Yürek kopar kendiliğinden, savrulup töz olur zorunluluktan. Tam o anda bir düşünce kesmeye başlar yaşamın halkasını. Artık dışındasınızdır halkanın. Bir yanınız kendinizle bir yanınız her yerdedir.
Ötekiler ne yapar; serzeniş hakkını kendilerinde görenler… Onlar, sıcak yaz yanığı sevdalardan ek bir zaman çağırırlar uyku demlerine... Özgürlük kanatlanır zannederler yabancı banknotlarda. Tanıdıklarını sanırlar yaşamın öteki yüzünü.
Bir zaman gelir ki aslında parayla anlamışlardır aradıklarını. Parayla oyun oynamak da sıkıntı vermeye başlar; hüzün çoktan uzaklaşmıştır onlardan. Artık mutluluğa dönüştürebilecek bir şeyleri kalmamıştır. Parayla aradıklarını, yürekleriyle arama demi başlar ama bu kez yaşamın piyangosundan acı çıkar şanslarına…
Oysaki "Para, üzüm gibidir. Çoğaldıkça sarhoş eder insanı".
Yoksullar sevinir bu duruma... Artık mutluluğu yaratabilecekleri bir şey vardır ellerinde: Umut… Yoksullar da umutla oyun oynar dururlar...
Yaşamın öteki yüzlerini tanımlamaya başlayınca, bir kez daha kendiliğinden kopar yüreğimiz. Cehalet, güneş gibi tutulur, tenekeler çalınır yüksek oktavlarda. Nedensiz bir sis çöker sözlere. Akşamlar, gündüzün gözlerine sürme çeker... Siyahları pembelere nasıl dönüştüreceğimizi düşünürüz.
Her anlam derinliğinde "Bu acı neden?" diye sorarız kendimize. Yararsız artık. Hüznü kaçırmışsak, "umutları da dul bırakmışızdır."
Bu yaşamda boyalı kuşlar olup kargaların arasında uçmaya çalışırsak, gagalarıyla parçalayıp atarlar bizi. Doğru konuşmak gerekirse, boyalı kuşların arasına katılan kargayı da yine biz parçalarız.
Peki ne yapmalıyız o zaman? Bir şey yapmalı mıyız?
Yapacaksak Anka kuşu olmalıyız hem de şeytanın kanatlarını takan bir Anka kuşu. Yeniden doğmalıyız kendi külümüzden. Ya da öldürmeliyiz düşüncelerimizi. Yok saymalıyız... Yok sayılmalıyız... Yavaşça, sessiz... Uyumalıyız uyutmak isteyenlerin isteğine boyun eğerek...
Onlar yalnızca uyu ve unut diyorlar... Gözlerini kapa ve dalıp git... Ama uzaktan uykumuzu bölen bir ses şöyle der: "Sonuna kadar dövüşsene korkak palyaço"
Ya savaşçısıyızdır, ya da palyaço... Zırhlarımızı düşüncelerimizle yaratırız ama palyaço giysisini yaşam çoktan dikmiştir üzerimize...
'Hiç'lik ve piçleşen kültür üstüne...
"Yaşam, kendi panzehirini de yine kendi içinde taşır."
Yaşam mı zehirliyor seni? O zaman yine yaşama dönüp, orada aramak gerekiyor panzehiri. Kendi içinizde duran ve yıllardır kendinizi zehirlediğiniz düşünceleriniz oldu mu hiç? Ya da bu zehiri yok ettiğiniz? Peki ya bağışıklık kazandığınız? Biraz daha sıkı düşünün bulursunuz?
Peki ya sistemin sizi zehirlediğini, uyuşturduğunu düşündünüz mü?
"Hayalleri olanlar uyumaz!"
Ne yapalım? Dünya aydınlık içinde olsaydı, ben de böyle şeyler yazmak zorunda kalmazdım.
"Sen neye hazırsan, o şey de senin için hazırdır." Yaşamla ve sistemle dans etmeye ne kadar hazırsınız? Hazır olmak mı gerekiyor?
Evet! Hazır olmak gerekiyor. Yoksa "yok" olursunuz. Ya da "piç kültür"ün oluşturduğu "boş küme" elemanlarından biri... "Hiç" olmak gibi bir şansı doğarak yok etmişsiniz bir kez…
Belirli dönemlerin belirsiz değişikliğe ittiği zamanlar, nedense eleştirel bakış açısını da beraberinde sürüklüyor.
Dönemin bittiğini anladığımızda birçok şeyin yerli yerine oturduğunu daha çabuk anlayabiliyoruz. Hatalar da bunlara dahil. Ya da yanlışlıklar… Olsun ama! Yaşamı da zaten yanlışlar belirlemiyor mu? Ve ekonomi…
Allah kahretsin! Bu yaşam benim sandığımdan daha yanlış!
Ne kadar da çok belirlememiz gereken şey var. Ya görmezden gelmek, ya da savaşçı olmak gerekiyor. Sonuç sürekli "ders". Ne yaşam bitiyor ne ders.
Bir dostun sesini duyabilmek için, birkaç kontör harcayabilmek için düşünmek durumunda bile kalmamız, öteki konulardaki duyarlılığımızı daha çok artırıyor. Bir dostun sesine doyabilmenin yolu bile ekonomi duvarında kırılıp dağılıyor.
Hayatınızı biz mi idare edeceğiz, yoksa başkaları mı?
Bazı şeyleri danışmak hoş da bazı kararları artık kendimiz versek, yaşamımızı kendimiz idare etmeyi öğrensek olmaz mı?
Herkese kendimizi beğendiremeyiz. Olası değildir bu. Herkesi de biz beğenmeyebiliriz. Bırakınız konuşsunlar, siz kendi yolunuza bakın, kendi çizginizde belirlediğiniz doğruların, amaçların peşinde koşun. Çünkü yaşadıklarımız ne olursa olsun, yaşadığımız şeylere ne ad koymuşsak onun adını alır.
Hiçliği yaşamaktan ne kadar haz alabilirsiniz? Düşünün ve hindi gibi dalıp durmayın.
Televizyon kanallarında ve açtığınız birçok gazete sayfalarında, çok bilmiş ulema(!) insanların salyalı konuşmalarındaki anlamları tüketmeyin yalnızca. Seçmesini bilin ya da seçmek zorunda olmadığınızı. Yalnızca sunulanı ve dayatılanı tüketenlerden olmayın!
Düşünün ve şüphe edin. Meraklanın, merak etmeyenler yorumlayamazlar. Okumak size yalnızca yorumlamayı öğretmekle kalmaz, düşünebilmenin yollarını da öğretir. Neyi nasıl tüketeceğinize kendiniz karar verin.
Her gün "sizi sistemin parçası olmak isteyen" insanların konuşmalarını dinlemek zorunda kalıp salaklaşmaktansa kendi soru işaretlerinizin yanıtlarını da yine kendi içinizde aramayı öğrenin. Yaşam da böyle yapıyor zaten.
"Şöyle edin, böyle yapın!" diyerek yazan bir yazarın bile yazılarından şüphe edin.
Debelenin...
Değişim ve yenilik bir yana, dönüşebilmeli aslında insan… çünkü değişim başka yola sapmak, dönüşümse aynı yolda erdemlerle donanıp yol almaktır. Suyun buz olması dönüşüm, suyun petrol olması değişimdir. Suyun buz olmasında başkalaşım süreci de vardır. Bazen başkalaştığımız gibi… Yenileşmenin başlangıcı yalnızca bir kez olur insanda.
Yenileşme çok önceden başlamışsa ve bunun bilincindeyse insan artık dönüşebilmenin yollarını yaratabilmelidir. Kendi mutluluğunun yollarını yaratabilen insan, dönüşümü de başlatmıştır zaten.
Mutluluk… Bazen bir duş alımı sonrası, bazen harcayabilecek bir miktar para olması, bir arkadaşına bir şeyler ikram etme huzuru, çocuğunun bakışları, anne dizine baş koyulan an, vb. değil midir? Anlıktır zaten; kalıcı olsa belki de anlamı olmayacaktı.
Mutluluk kavramı, bolluk bereket içinde yaşama isteğinden doğmuştur? Her şeyin parayla satın alındığı bir toplumda mutluluk "zenginlik" anlamını taşıyor? İşte bunun içindir ki herkes zengin olmak istiyor ya!
Bireyin mutluluğu, toplumun mutluluğuyla gerçekleşebilmeli. Toplumcu toplumlarda insan kendini işe yarar hisseder ve yararlı birisi olarak bulur.
Nedense aklıma "Parayla saadet olmaz" şarkısı geliyor.
Her şey bildiğiniz, duyduğunuz kadardır mıdır? Her şey bilmedikleriniz kadar da olabilir.
Her dönüşüm kendi sorunlarını ve yine kendi çözümlerini yaratır. Panzehir ve zehir yaşanılan ve yaşanılacakların içinde barınır. Bazen biri ötekinden önce yerleşip oturur baş köşeye… O zaman hangisinin panzehir, hangisinin zehir olduğunu anlamanız zaman alır. Bir işin içine zaman girdi mi o iş zor olacak demektir. Zoru sevenler zehirlere karşı antikor oluşturmayı çabuk becerirler. Böyle bir yeteneğiniz yoksa yaşamın zehri içinde debelenip yok olmaya hazır olmalısınız.
Çünkü yaşam kimseyi deneyimli olması için beklemez aksine bu durum çok hoşuna gider. Apansız, aniden, sinsice...
Ya varsınız yaşamda, ya da yok!
Veysel İkibudak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Derya Taktak "Bilmek ve Tercih Etmemek"mi "Bilmemek ve Yapmamak"mı? |
|
Dün bir arkadaşımla konuşurken bana araba kullanmayı bilmediğini çünkü gerek duymadığını söyledi. Daha sonra bunun üzerine bir dolu açıklama sıraladı arkasından. O konuşup konu üzerinde derinleştikçe, ben de konudan uzaklaşıp genel bir felsefe üzerinde yoğunlaştım. Hayatta aslında bazen neden bilmeyi tercih etmediğimizi düşünmeye başladım. Çünkü bence mümkün olan her şeyi bileceksin ama yapmayı tercih etmeyebilirsin.
"Bilmek ve tercih etmemek" yada "Bilmemek ve yapmamak"... İki düşünce arasında çok büyük fark var, aynı aktivite olarak sonuçlansa da.
Bunun üzerine düşünürken, konu benim gündemimdeki başka bir soruna böyle yaklaşmamı sağladı. Ankara'da yaşayan ama birçok arkadaşı İstanbul'da olan bir insan olarak çokça arkadaşım tarafından tartılışan bir konuyu düşündüm. Önce biraz ön bilgi verim konu üzerinde.
Ankaralılar hayatı biraz daha sakin, düzenli yaşamak isterler. 25+ yaş grubu arkadaşlarıma bakıyorum. Üniversiteden sonra bir grup İstanbul'a taşındı, bir grup da Ankara'da kaldı. İstanbula gidenlerin hayat tarzları çok daha hızlı, daha gündelik ve yüzeysel ilişkilerle dolu, Ankaralılar ise arkadaşlarına, ailelerine sadık, ev buluşmalarına ağırlık veren, huzurlu, derin iliskiler yaşayan bir topluluk. Sonuçta her iki grup da aynı kaynaktan çıkmış, belli bir üniversite eğitimi almış, kültür düzeyleri yüksek insanlar. Fakat İstanbul'a gidenlerde başkalarının yaşadığı ihtişamlı hayattan etkilenme var. Bunun için daha hırslı oluyorlar, daha fazla "network" yapmaya çalışıyorlar. Ankara'lılar da uzaktan böyle yaşayan insanları yüzeysel olmakta yargılıyor.
Konumuzla nereden bağlayacağımı düşünüyorsunuzdur. Şöyle, ben de Ankara'da yaşayan bir insan olarak İstanbul'daki arkadaşlarımın hayat tarzlarıyla ilgili aslında yukarıdaki düşünce tarzında düşünüyorum. Çünkü İstanbul'da aslında o hayat tarzlarını beğenmediğimiz için uzak durduğumuz çevre, bir yandan da ekonomiyi elinde tutan, etkileyen, yani içinde olunduğunda aslında doğru yönlendirme yapabileceğiniz bir çevre. Aynı siyaset gibi. Uzak durmak ve eleştirmek bir şeyi değiştirmiyor. Yani bir çember var aslında, içine girmeye uzaktan cesaret edemiyorsunuz, yada "Tercih" etmiyorsunuz, çünkü içinde kurtlar var, size de bulaşır o pislikler diye. Özellikle iş dünyasında. İstanbul daha çok kargaşanın, çekişmelerin, yarışların olduğu bir arena. Ama içine girdiğinizde bir güç sahibi olabilirsiniz o toplulukta ve o güçle doğru şeyler yapabilirsiniz. Eğer sağlam bir karakteriniz yoksa akıntıya da kapılabilirsiniz. Yada zeki biriyseniz kendi yarattığınız "aletleri" yada "insanları" kullanarak akıntıya yön verebilirsiniz. Bence sevmesek de bu çevreden çok uzak durmamak gerekiyor. Parmağımızın ucunun degmesi ama kolumuzun içerde olmaması lazım...O yüzden "değmek ama kaptırmamak" işin sırrı.
Yani "bilmek ve tercih etmemek", "bilmemek ve yapmamak" degil.
"İstanbul mı, Ankara mı?" diye yaşadığım düşünce kargaşası çok mu belli oldu acaba?:)
Derya Taktak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Gişe
Yazacağım paragraflar, kafamdan yukarı doğru yükselen konuşma balonlarını temsil edecek olup, bu vesile ile çizgi roman yapımcıları saygıyla anılmaktadırlar, tarafımdan. Eğer, konuşmacının ağzından bu balonlara uzanan çizgiler kesiksiz olursa, o, yüksek sesle konuşmaları anlatır. Küçükten büyüğe doğru çap genişleten daireler, sonuçta konuşma balonuna ulaşıyorsa; o da, düşünceleri gösteriyor demektir. İşte, aşağıdaki sözcüklerim, kendi kendime konuşma balonlarımdır …da, şu ana kadarkiler de kendi kendime konuşmalarımdı? 40 yılda bir, bir ukalâlık yapayım dedim, yine saçmaladım. Ağzıma zzdarrt! ---> Olsun, "dikkat" kesilelim, 'biiip' demedim, niye?
Çünkü, buraya koyduğum ses, alışılagelmiş sansür sesi değildir! Hani, tıkanmış trafikte aralardan derelerden geçmeye çalışan ambulans, normal sireninin dışında, önündeki hanzoyu dürtmek için farklı bir ses çıkartır ya; bir yandan da aracın hoparlöründen seslenirken, 'azvrt vazrrt - DV 554, sağa yanaş, çabuk!' diye. İşte o ses, ayıpçı kelimeleri örtmek üzere öttürülen 'biip' sesinden daha etkilidir, daha bastırıcı ve akılda yer edicidir. Öndeki hırtın yüreği bir an ağzına gelip, ister istemez direksiyonu sağa kırar bencilce bir refleksle.
Bu ses, otobandaki gişe kuyruklarında da duyulabilmektedir zaman zaman. Normal, sıradan, adi sürücülerin arabalarında sağ veya sola dönüşlerinde (bazen) kullandıkları sinyal lambaları vardır. Bir de genellikle koyu renkli, camları da simsiyah olan özel araçlar bulunmaktadır, ortamda.İlk bakışta farklılıkları belli olmaz, plakaları da beyaz zemin üzerine siyah harflerle işlenmiştir, diğerleri gibi. Ama, reklamın amacı nedir? Farkı ortaya çıkartmak, hedef kitleyi çarpmak! İşte bunların ön sinyal lambaları, gişe kuyruğuna yaklaşmaya başladıklarında bir çift deniz çakarı gibi kıpraşmaya başlar.Gün ışığında bile farketmemeniz mümkün değildir! Öndeki kara camlardan biri aralanır, açılan camdan içeri bile bakamazsanız. Kazara bakarsanız, gördüğünüze inanamazsınız; direksiyondaki korkunç suratlının yan koltuğunda bir sarışın kurulmuş, sırıtıyor olabilir ve belki arka koltuktan kahkaha sesleri geldiğini bile duyabilirsiniz kısacık bir an. Bir pençe, aracın tavanına, dibi mıknatıslı ve mavi mavi yanıp sönmekte olan rengi bozuk bir seyyar deniz fenerini yapıştırır, basar gider. Belediye otobüslerinin içinde, iç içe girmiş, omuz omuza vermiş, kaynaşmış, karbondioksitle yaşayabilen yaratıklardan, cama burnu yapışık olanlar, bu uzay aracına hayret ve saygı ile bakakalırlar. Siz de a-aa diye ağzınızı açar, egzosuna boğulursunuz. Tasvir etmeye çalıştığım, genelde etmeyi tasvip etmediğim ama dayanamayıp ettiğim küfürüme münasip gördüğüm ses, bir de o araçlardan çıkar.
O, kuyruğun en önündeki aracı durdurur, geçer gider. Peki ambulans? O da biraz daha güç olsa da geçmiştir gişeden ve sağa yanaşmıştır. Şoförün yanından biri fırlamış, aracın arkasına koşmuştur. Yavaş yavaş yaklaştığınız noktadan görebildikleriniz içinizi acıtır. Beyaz giysili bir kaç kişi çabalamaktadır ambulansın içinde. İdare binasından birileri de koşar oraya.
Sonra?
Yolu ikiye ayıran plastik, koca bariyerlerden bir-ikisi çekilir yana; kapısı kapanmış ambulans o aralıktan karşı yöne geçer. Sireni susmuş, ezik, yenik, üzgün, kızgın döner, gider geldiği yöne. Dikiz aynanızda, giderek küçülen mavi ışığın, isyan edercesine ekseni etrafında savruluşunu, altındaki araçtan ve içinde yatandan utanırcasına, çaresizce dört bir yana kaçma çabasını izlersiniz bir süre.
Sıranız gelmiştir, geçersiniz gişelerden …de;
…tepenizdeki konuşma balonunun içinde birbiri üstüne çaprazlama yerleştirilmiş kemiklere tutturulmuş kurukafalar, birkaç yıldırım sembolü, hırsla karalanmış kapkara bulutlar, becerebildiklerinizin en kötüsünden küfürleri temsilen helezon çiziktiriklerle…
…artık nereye gittiğinizi bilir misiniz, bilemez misiniz, ne bileyim.
Müfit Uzman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
NOTRE DAME'IN KAMBURU VE DENEYİMLERİMİZ
Bilim gerçeklerden, ahlak illizyonlardan beslenir. Nerede, neyin, nasıl olduğu gerçeğini aramak bilimin olmazsa olmaz son derece yasal araştırma yöntemidir. Bilimin gerçeği aramaktaki yasallığını ahlakta kullanmaya kalkmak, -en azından birkaç yüz yıl daha- ahlakın varoluş hedeflerinin sarsılmasına neden olmaktadır, olacaktır.
TV Showlardan tanıdığımız Gamze Özçelik son günlerde üç ayrı sıkıntıyla baş başa kaldı. 1- Güven kriterlerininin ve objelerinin yerinden oynaması, 2- Yeni bir hayat umutlarının alt üst oluşu, 3- Geniş bir kitlenin önünde özel dünyanın deşifre olması.
Özçelik olayı aynı zamanda, birçoğu basına yansımayan, bir eve, bir sokağa, bir mahalleye ya da bir şehire hapsolan binlerce dramın manşetlere çıkmış bir örneği. Benzerlerini ancak; öldürme, yaralama, intihar yada görsel bir değer taşıdığında sayfalarda görüyoruz. Çoğunlukla birkaç kişinin iç dünyasını altüst eden, yaşamakla azap çekmeyi anlamdaş kılan, dar bir çevre dışında kimsenin duymadığı; "sessiz kahroluşlar" şeklinde gerçekleşiyor.
Konu kişinin bir "mağdur" mu, bir "fail" mi, bir "rezil" mi olduğunu ihtiyaçların ve sunumların şekillendirdiği, ortak kanının gün be gün değişkenlik gösterebildiği böylesi hallerde, merkezdeki kişi; sosyal ve ruhsal anlamda en "diplerde" geziniyor. Bu "dipteki" gezinti, maalesef geri dönüşü olmayan bir hal ile baş başa olunduğunu her an gösterip, her uyanıldığında bir şimşek gibi beyni sarıp sarsıntısını sürdürüyor.
Hem çevrenin, hem insanın kendi ruhunu kıskaca aldığı zamanlarda, hayatın akıl almaz bir kararlılıkla devam etmesi, "yarın ne olacak" sorusunu daha da bir ağırlaştırarak sunuyor.
Tv haberlerinde görünen Özçelik'in yapmacıklık içermeyen gözyaşları bir çok kişiye onun iç dünyasında neler yaşadığıyla ilgili birinci elden güvenilir bilgiler sundu. Alıştığımız sahnedeki o güleç, heyecanlı, şen insan gitmiş, yerine, içindeki ölümcül yangının anlaşılması için yıkıldığı yerden çırpınan biri gelmişti.
Yarını bugünden ve dünden daha güzel kılacak olan deneyimlerimizdir; toplum da birey de en iyisinden en kötüsüne kadar bugünün ve dünün deneyimleriyle ruhsal repartuarını yarın için hazırlayacaktır. Elbette bir kitaptan, bir filmden ya da renkli bir kutunun saçtığı resim ve seslerden elde edilen deneyim ile o izlencedeki öznenin yaşadıkları-öğrendikleri bir olamaz.
Neler öğrenilebilir böyle diplerde gezinirken; tutunulan dallar, güvenilen sosyal ilişkiler, duygular, beklentiler…
- En dipteyken -kendisini riske atarak- kişiye uzanan el/eller; ömrü boyunca insanın hayat "refakatçileridir"
- En dipler "ölçüm yeteneği yüksek" sınavlardır…Kimin ne kadar "dost" olduğu başka tecrübelerde kolayca görünemez.
- Bir insanın gerçek yüzünü bilmek, hissetmek kolay değildir. Bunun için "duygusal repartuardan" çok "zeka repartuarına" , akla başvurmak daha isabetlidir. O, kişinin kendisine karşı davranışlarında değil, -eğer varsa- düşmanına karşı aldığı "duygusal duruşta" ve mücadele yöntemlerinde saklıdır.
- Yaşanılan dünya, kuralları bir kesinlik içermeyen zenginliktedir. Aynı olay yüzünden bir gün taşlanıp ertesi gün kahraman ilan edilmek mümkündür. Her zaman insan kendini ifade ettiği müddetçe ibreyi hakkettiğin yöne çevirebilecektir
- Gizli kalması gereken, gizli kalmasını beklenen , gizli kalması olağan olan çıplak ruhumuzu görmeyi ancak "bir kişi" hak eder. Ancak "bir kişi" hak etmelidir. Suçluya cezasını vermek mahkemelerin sorumluluğunda ise, bir insanla tesis edilecek mesafenin tespitindeki kriterlerin eksikliği / yetersizliği kişinin kendisiyle hesaplaşmasıyla gelişecektir
- "Güven" yanılma olasılığı bulunan her tür duygunun en üstünde yer almalıdır ve akıl tarafından sorgulanmalıdır.
Bunlar Gamze Özçelik'in olası deneyimlerinden bazıları.
Notre Dame'nin Kamburu filmini seyreden herkes, Quassimodo'yu taşlayan kalabalığa kızar, ardından Esmeralda'nın kendisini riske atarak o "ucubeye" su vermesini alkışlar…
Hem de yürekten. Ama filmdeki özdeşlikle sosyal hayattaki bireysel tercih çoğu zaman birbirini tutmaz; film bitip sokağa çıkıldığında belki arkadaşların, belki akrabaların, belki sokağın, caddenin, şehrin veya yörenin kalabalığına katılmak için her zaman bir sebep vardır. Bu sebep bireyin içindeki ihtiyaçlardan beslenir. Gamze'yi küçültücü biçimde deşifre edenlerin beklentisi de kalabalıkların refleksinden faydalanma girişimidir. Ama özel bir konunun sosyalleşmesiyle birlikte yönü belirsizleşen kitlelerin özelliklerini, kendi kişisel çıkmazlarına bir "çıkar yol" olarak istismar eden kişi veya gurupların hesabını boşa çıkarmak, ya da manşetlere çıkmamış, etraftaki iç bunaltıcı, kahredici olaylara farklı bir pencereden bakmak için, ya ahlakın teknolojiye yetişmesini bekleyeceğiz ya da birey olarak kendimizi bir iç hesaplaşmayla baş başa bırakacağız.
En kötü koşullar bile "varlığın" hayat karşısında daha akılcı duruşunun bir vesilesidir. Bu ve benzer olaylar hem sahnedekilerin, hem izleyenlerin kendisine kimsenin duymadığı sorular sorduğu zamanlardır. Kişisel gelişme denen şey zaten kendimize sorduğumuz sorularla, gelecekteki benzer durumlara karşı yeni tepkiler oluşturmakla şekillenir. Böylece, zaman içinde, hem beslediğimiz hem kınadığımız, küçümsediğimiz magazin olayları da; çevremizdeki, içimizdeki, sessiz sedasız, basınsız, tv siz yanan canların sayısı da azalacaktır. Tüm dünyada rastlanan ölümle olan olağandışı ilişkilerin de; "kötü yönetimlerin" onlara hareket alanı tanıyan ahlaksal aralığın içinde hayat bulduğu düşünülürse, makinelere harcanan enerjinin, ilginin, yatırımın önemli bir kısmının; insana, insan ahlakına, insan sağlığına kayması gerekliliği ortaya çıkar.
"Varlığın yok olma süreci neden ihtiyaçlarım arasında?"
Nesneleri uygun biçimde ilişkilendirip, var etmek, üretmek, kötüyü iyi etmek, yanlışı doğruya çevirmek, çirkini güzel kılmak en büyük erdemlerdir. Yok etme ihtiyacının ne ideolojisi vardır, ne partisi, ne de medyası, ne de siyasal adresi... O iki kişinin diyalogundan büyük orduların savaşlarına kadar geniş bir yelpazede gezinebilir ve akla/ahlaka uygun tek bir gerekçesi kabul edilebilir ; "Kendi varlığının tehdit altında olması" .
Varlık tehdit altında olmadan, "korunma ve hayatı normal akışında sürdürme" amacını aşan her tür "varlığı ezme ve yok etme" eğilimi, yukarda saydığımız "erdemli" duruşlarla ikame edilebilir. Yeter ki güzel bir hayat için ulaşmak istediğimiz hedefler kadar "vazgeçmenin" de kıymetini bilelim.
Dünya insanın bir taş üstüne bir taş daha koymanın, üretmenin, sevmenin keyfine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Gelecekte bu ihtiyacı katlanarak artacak. Çünkü her tür iletişim, haber alma, yok etme teknolojileri had safhada gelişmiş durumda ve gelişmesini ahlak kurallarının yeniden yapılanmasına olanak tanımayacak hızda sürdürüyor. Bu hengamenin ortasındaki bireyin ruh sağlığının ve sosyal sağlığın tutunacağı tek dal; yeniden düzenlenmiş, bireyi bu teknoloji girdabında azami ölçüde koruyacak ahlaki kriterlerdir. Değilse torunlarımız 10 dolar ödeyip uydudan satın alacakları "kişinin coğrafik takibi çizelgesiyle" birbirlerine hayatı zindan edebilirler.
Bilim gerçeklerden, ahlak illizyonlardan beslenir. Nerede, neyin, nasıl olduğu gerçeğini aramak bilimin olmazsa olmaz son derece yasal araştırma yöntemidir. Bilimin gerçeği aramaktaki yasallığını ahlakta kullanmaya kalkmak, -en azından birkaç yüz yıl daha- ahlakın varoluş hedeflerinin sarsılmasına neden olmaktadır, olacaktır.
Atalay Ergezen www.urlaonline.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 1 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Serap Ezgi <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.212 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
HAYAT
Sarp bir kayalık oldun kimi zaman
Tırmanırken dizlerimi kanatan..
Kimi zaman da çalkantılı bir deniz çırpındığım..
Bazen vefalı bir dostun gözlerinde buldum ümidi..
Ama bir tek annemin sarılışında buldum teselliyi
Çünkü o acı içinde teslim etti beni sana
Toz pembe günler de geçirdik birlikte
Sevdamın gözlerinde buldum ihaneti
En kalleş sözleri duydum kimi zaman..
Çok yordun.. çok hırpaladın, içimi acıttın
Durulmadım bak ayaktayım, hala seninle savaşmaktayım.
Son nefese dek yolumdan vazgeçmeyeceğim
Yaşıyorum çünkü sebebim var..
Sana yenilmeyeceğim hayat..
Herşeye başlasam da sıfırdan
Herşeye sil en baştan, inan aldırmam
Asla pes etmeyeceğim sana hayat
Tüm sevdiklerimi elimden alsan da..
Düzenbaz hilekar olsanda..
Yalancısın, göstermelik bir bahar olsan da
Bilirim geçicisin, herşey birgün değişecek
Ama yapıştığım inadım tükenmeyecek.
Bana sormadılar seni armağan ederken..
Yalnızdım biliyorum yola koyulurken
Yine yalnız olacağım göçerken
Şu savaş hep sürecek,
Ömür boyu seninle didişirken
Arada göz kırpacaksın ya da nanik yapacaksın
Ama duyuyor musun sevdalar yaşar hayat
Her ne yaparsan sana olan sevgimi koparamayacaksın
İyisiyle, kötüsüyle, günahıyla, sevabıyla
Herşeye rağmen seni yaşayacağım hayat.
Ani Toros
Yukarı
|
Bu ilan gülünsün diye değil, ciddiye alınması için kullanılmıştır.
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
30 EYLÜL 2005
MİAMİ - HAVANA
1992-52'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Film, devrim sonrasında ABD'ye gitmeyi seçen Kübalılar ve iki ülke arasındaki politik çelişki nedeniyle bölünen yaşamları ve bunun iki ülkeye dağılmış Küba toplumları üzerindeki etkilerini irdeler.
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.
Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.
Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.
Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Avant Browser 10.1 Build 26 [1.8 MB] Windows Free
http://www.avantbrowser.com/download.html Aylardır kullanıyorum ve müdavimi oldum. Aynı anda pekçok sayfaya en kullanışlı biçimde ulaşmak, ulaşırken her türlü güvenlik önlemini almış olmak, arama motorlarıyla entegrasyon,vb. pekçok özelliği bünyesinde barındıran mükemmel bir tarayıcı eklentisi. Eklenti demek ne kadar doğru bilmiyorum, aslında şöyle demeli, Internet Explorer tabanlı süper extra extra tarayıcı. Ve de ücretsiz. İstisnasız herkese tekrar tekrar tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|
|
|
|