|
|
|
28 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Taş gibiydim taş!.. |
Merhabalar,
Dün evden çıkmadım, daha doğrusu çıkamadım. Ekranın önünde sabitlediğim kafamı sağa sola beş, yukarı aşağı on derece ancak hareket ettirebiliyordum zira. Kazara fazla kaçsa boynumun üzerinde ne kadar sıvı varsa bulduğu her delikten fışkırıyordu sanki. Hay bu paçavra hastalığını icat edenin... Neyse efendim ben eskiden vallahi böyle değildim. Oysa o zamanlar şimdikinden 40 kilo zayıf bir adamdım. Demek ki neymiş? Bir kilo et bir dirhem ayıbı örtermiş belki ama mikrobu ezemezmiş. Tabi bunda serde olan gençliğin, hergün yapılan sporun etkisi vardı mutlaka. Oysa şimdi sadece özel Türk kaslarımı geliştirmek maksadıyla geviş getirebiliyorum. Böyle hasta olduğumda hep eskiyi yadederim, eliniz mahkum siz de dinleyeceksiniz.
İstanbul'a ilk geldiğim yıllar, Maçka'da bir evde 3 arkadaş bekar bekar oturup okuyoruz. Henüz İstanbul'un havasına, suyuna ve kızına güvenilmeyeceğini öğrenmemişim. Ayazda zibidi gibi gezmeler, karda buzda zamparalık derken günler geçiyor. Nedense o sıralar her fırsat bulduğumda İzmir'e kaçıyorum. Gene öyle bir arada Şubat sınavları öncesi İzmir'e kaçmışım. Sürekli bir gezme halindeyim. Bir gariplik olduğunu sezinliyorum ama yorgunluğa bağlıyorum. Ağzımın tadı paslı teneke gibi, küçük suyumun rengi bakıra dönmüş, ne yediğimden birşey anlıyorum ne içtiğimden. Birazda halsizlik var üzerinize afiyet. Neyse yedik içtik gezdik derken tatil bitiyor, yola çıkacağım günün öğleni annemle arabaya biniyoruz. Hesapta onu konkencilere götüreceğim. Annem de sıkı konkencidir ha. Neyse konumuz bu değil. Arabayı çalıştırmak üzereyken annemle göz göze geliyoruz ve film kopuyor. O ne haykırış. "Oğlum sen sapsarısın." diye bağırıyor. Yok canımlarla, boşver yahularla konken partisi yerine doğru hastahaneye gidiyoruz. Doktor kısacık bir muayeneden sonra teşhisi koyuyor. SARILIK. Amaninnn. Allahtan mikrobik değil, üşütmeden mütevellit oluşan cinsindenmiş. Oh oh iyi bari derken doktor amca "Seni bu halde salmam yatacaksın." diyor ve beni kahrediyor. Testlerde ortaya çıkan durum şu. Benim sarılık en tepeyi çoktan dönmüş yokuş aşağı iniyor. Bu arada doktor amca "Ulen bu hale gelene kadar nasıl ayakta kaldın?" diye bana çıkışıyor. Ben, kem küm vallahi bir anormallik yoktu diyorum ama bir yandan da o garipliklerin nedenini şıp diye anlıyorum. Zekiyim tabi anlarım. "Yok doktor amca ben yatamam burada, sınavlarım var, beni sal İstanbul'a söz boş vakitlerimde yatacağım." diyorum ve elinden kurtuluyorum. Bana karaciğer takviyesi 6 ampullük bir iğne ile perhiz reçetesi ve bol nasihat verip yolluyor. Annemin yakarmaları da kafi gelmiyor ve ben aynı akşam İstanbul'a dönüyorum. Döner dönmez söz verdiğim üzere iğnelerden birini sağ lobuma saplatıyorum. Bu arada hasta bakıcıya ettiğim küfürü bugün bile anar kıs kıs güleriz laf aramızda. Amaninn o ne acı, o ne ızdırap. Kaskatı kesmiş bacakla geçen koca gün. İğneyi verene de, yapana da hal hatır sormalar derken ben hergün yapılması için verilen iğnelerin geri kalan beş tanesini apartman boşluğundan aşağı sallandırıyor ve bu ızdıraba kökten bir çare buluyorum. Ve akabinde sınavlara girip çıkıyorum. Bir müddet sonra rahmetli amcamın ısrarı ile Haseki'ye gidip bir kontrolden geçiyorum ve sonuç mükemmel. Tıp literatürene geçecek bir domuz gibilik sergilemişim. İşte ayakta, koşturarak, hiçbir tedbir almaksızın sarılık geçiren yirmibeş sene öncesinin bu adamı, yani şimdinin buluttan nem kapan besili editörünün hikayesi böyle. Gelin siz benim yerime kendinizi koyun da böyle paçavra nitelikli hastalıklardan perişan olunca hayıflanmayın. Off of.
Abone tazeleme işlemini bitirdik. Tam tahmin ettiğim gibi oldu. Gerçek Kahve Molası tutkunlarının sayısını üçbin küsura indirdik. Böylece gereksiz bir yükten de kurtulmuş olduk. Bundan böyle abone kaydı gene eskiden olduğu gibi sitemizden devam edecek. Tek bir farkla, artık TEXT versiyonumuz yok. İleride ihtiyaç olursa yeniden başlarız. Ücretli abonelikle ilgili çalışmalar sürüyor. Bu arada sizlerden aldığım tepkileri de değerlendirdiğimden emin olabilirsiniz. Zamanı konusunda kesin bir tarih vermem zor ama en kısa sürede düzenlemeler yapılacak ve geçiş sağlanacak. Bugünkü şarkımızı sevgili Elif Bengü'nün yazısını okurken dinlemenizi öneriyor ve hoşçakalın diyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Sabır Şerbet |
|
Sabırsız duygularımla kırkpınar güreşçileri gibi dalaşa durayım, zamanın dervişleri de eredursunlar…
Ben de Sütannemin iki lafından birini yazıvereyim...
Sabreden derviş muradına ermiş, Sabişim derdi…
- O eskidendi sütannem
- Şimdiki bekleyen derviş beklerken gebermiş...
- Sabırla göz açıp kapayan da ermişliğe ermiş deyip, son sözü lafıyla bağlardı iki de sıkı düğüm atardı…
Yedi düvele yankılanan bütün sessiz çığlıklar sabırsız ruhların son türküsü mü oluyordu?
Sessiz sesler bölüyordu bütün yıldızları ortalarından..
Her bir yıldız ikiye bölünüp öyle yol alıyordu Samanyolundaki zaman aralıklarından….
Benliğimde çektiğim sıkıntılarla meydan muharebesindeyken yalvarıyordum en korkunç çığlıklarım ve ALLAHA dualarımla..
Bütün aylar,yıllar,mevsimler o an bitsin diyordum…
Duygularım deri değiştirsin istiyordum sıyrılmak için hüznün binbir türlü kimliklerinden.
Versem eline pasaportunu açığa çıksa hislerim,kederlerimle görünse dışarıdan virane kalbim.
Söğüt dalları gibi mütevazi eğilsem gönlümün bütün isteklerine dur desem izin vermesem öteden beriye çekiversem beni kendimden…
Kırk yıllık hatırlarda mı kaldı bir fincan kahve bahane, şahane sohbetleri?
Telvesinde şekilleniyor ayrı kalmış adı özlemmiş bütün aşıkların..
Falında kısmet yok bu defa üç güne varmaz tutar bütün sadakatsiz arzuların..
Safrası sarar yedi cihanı hükmü yok ki alınsın arta kalan malın mülkün aşkın,heyecanın ey şaşkın..
Fizanı sarmış ahtapot ruhlu tahammülsüzlük bıkkınlık ve geçici sarhoşluk...
Kim sabır ederse onda kalır onur ve vurdumduymazlık...
Dallanıp budaklandı iç karartıcı duygular,dünya’ya hakim oldu dalgalı tuzlu buzlu sular..
Hava nemini mayaladı yine, doğar duygu yüklü bulutlar…
Boşalır,saklanır,kucaklaşır yeryüzünün yeşili çimeniyle umreye çıkmış yağmurlar, rahmetlilerle birlikte hacı olur deniz,derya cümle topraklar…
Üç kız kardeş gibi geçiyor hayat, dilimlenmiş yıllar da ömür ve de zaman farkıyla..
Arkasından kızılca kıyamet harmanı, kim bilir ki ayran içmiş, ayrı düşmüş insanı?
Kudurmuş bütün Şeytanlar, günahkar şarkılar söyleyerek cehennemin odunlarına, güneşin teninden ateş çalıyor…
Melekler cennetin kapısında arşa kadar nöbet beklemekte, bir himmet bir hikmet diye hu çekerek, gönül neyzeninden bir ilahi kudret yankılanıyor..
Hak! Yar olmuş,özlem evimde billur kadehlerde sabır şerbeti sunuyor…
Kuran der ki:
Sabır; acıya, zorluğa, haksızlığa ve başa gelen üzücü olaylara dayanma gücüdür.
Bir felakete veya belaya uğrayanın telaş ve feryat etmeden, her şeyin Cenâbı Allah'tan geldiğinin bilinci ile, bu sıkıntıya sonuna kadar tahammül göstermesidir.
İman sahibi; Cenâbı Allah'a sığınıp tevekkül ederek her türlü ıztıraplara isyan etmeden katlanır ve sonunda ise mutlaka Cenâbı Hakk'ın vereceği en iyi karar ile esenliğe kavuşacağını bilir. Kalem 68/48: ' Rabbinin hüküm vermesi için sabret...'
'' İlâhî Yasa'ları yerine getirmelerde yani emir ve yasaklar da nefsin kötü isteklerine direnebilmek sabrın zaferidir.
Sıkıntı, hastalık, kötülüklere karşı koyma; ancak sabır gücü ile mümkün olur.
Kulun sabırlı olması dışında, başkalarına da tavsiye etmesi, Kur'ân hükmü gereğidir.
Sabır sırrı ile benlikler, olgunlaşarak sonsuz kurtuluşa ulaşırlar.''
Oysa yaşam esen rüzgarlara esir düşmüş, sararıp solan uçuşan yaprakların yolculuğun da tekrarlanan, inişli çıkışlı basamaklar eşliğinde her gün yaşanan imtihana hazırlanıyor..
Sanki yaşım sonbahar, dökülmüş yaprak gibi idamlık duygularım.
Benliğim yar parem,sensiz sabırsız müebbet yaşıyorum…
Esse de sonbaharlar yağsa da kışlar, kelebekler misali ruhumdaki baharlarla uçacağım...
Havaya rayihaları karışan çiçeklerle açacağım.
Renk renk koşacağım kırlara, yüzeceğim balıklara, uçacağım kuşlara, canımdan çocuklarla ve en büyük sabırlarla can yarıma,evvelin zamanına varacağım...
Ahım nasılsa yakalar bulutları, ıslatır seni ve bütün yağmurları, sırılsıklam olursun, benliksiz sevda çekmekten kahrolursun...
Ey sabırsızlığım!
Kalbimin kıyılarına uğrama sakın..!
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
BİR OYUNCUNUN DÜNLÜĞÜ : Bahadır Benli |
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
Farkı bir dündü çok farklı insanlarla aynı dünde ayrı muhabbetler icra etmiştim ki bu cümleler diziliverdi…
21.03.2001/Dış Mekan
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
Ellerin de dünden kalma umutlarla geçici ümit öğünlerinde yüreklerini doyuran insanların hikayeleri vardır,
İmkansızın için de aradığı sanrı'yı ,ısıtarak bünyelerine kiralarlar…
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
Yağmur yağdıktan sonra 7 yaşındaki bir çocuğun annesinden gizli, sokağa firar etme hevesi,yalnız bir geceye dair kapı ardını bekleyen gözlerle bakan insanın sıkılganlığının tükenmez nefesi ,
Güneşli bir bahar gününde , cam önünde tüpsüz dalıp, uzaklara gidenlerin ve sonra aniden eski aşklarını yoldan geçen hurdacılara verip , yerine bu sefer tutar misali yüreğimizden arda kalanları asmak için aşk mandalları alan bizler, sonra bu pazarlığa bir sevda leğeni de ekleriz kim bilir ?
Sorgusunda bu hayatın neresindeyiz içimizde nezarete bıraktığımız daha kaç yıl yiyeceği bile belli olmayan suça dönüşme sebebi sadece omuzlarımızda ki yükler yüzünden bu hastalığa tutulan, ertelenmiş daha kaç hayatı infaz edebilir ki insan…
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
O kadar çok ihtiyar genç tanıdım ki yüreğine misinalar takıp okyanuslara salan
görünmeden gelen her kederin ardından 75'lik bir şişenin arkadaşlığına 45'lik bir plak sallandıran
sigara dumanında keyfini rüzgara, hüsranlarını ciğerine saklayan
bu saklayışlarını bir röntgen filminin başrol oyuncusu olduğunda anlayan
ihtiyar genç yakışıklı ve hala delikanlı adamlar…
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
Neden böyle olduğunu onlara bir marifet misali sorduğunda bilmedikleri ?
Hayata soru sorma fırsatları olmayan ,
Kapalı bir mekanın kapışmasında psikolojik yanlarından öte coğrafi sorunları olan
Herhangi bir bankanın bank-yatiğinin temsilcisi
İsimlerinin bilinmesinin sadece kendilerince önemi,ölüme kiralık verdikleri yarınlarının hesapsız ev sahipleri… ( isimsiz hayatlar )
Bir sokak arası telaşı bizimkisi telafisi tercüme hataları içeren…
Yüzünde tanıdık bir sen gördüğün sevgili de, ardından tanıdık bir ben'le gitti diyebilmek, bir dostunun omuzlarına binmek yerine yaslanabilmek, bir ihtiyarın hayat hikayesini sıkılmadan dinleye bilmek, buz parçası misali hayatları eritmeden dondurabilmek tanrım çok mu zor ?
Bahadır Benli bahadirbenli@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
NERDESİN?
Bazen bir şarkı, bir şiir, bir ses gelir bulur sizi. Yüreğinizden bir yaprak düşer yere, bu davetsiz misafirinizin rüzgârıyla… Sonbaharınız başlar.
Ankara'da. Kızılay'ın orta yerinde. Konur sokakta. Renk ve ses cümbüşünün içinden geçiyorum. Kulağımda mp3 çalarım. Sonuna kadar açık sesi. Hüzünlü bir filmin başrol oyuncusu oluyorum bu sesle birden bire. Bu kalabalıkta yalnızlığım, yalınlığım yoğunlaşıyor. Kopkoyu bir çayın acı tadına benziyor. Buruluyorum. Üstat ne güzel yazmış. Ne güzel söylüyor bir diğeri. Ya bu melodi? Bu, düş kanatlarımı geçmişin dar ve karanlık koridorlarına doğru açıp sızım sızım sızlatan melodi?
Siz de dinleyin. Siz de Ahmet Kutsi Tecer'in o muhteşem sözleriyle sarsılın bir akşam üstü sokakların ortasında, kalabalıkların içinde. Siz de Zülfü Livaneli'nin yıllarca canınıza yoldaşlık eden, ruhunuzu bir yerlerinden kanatan kadife sesini bir kez daha dinleyin. Ve arkadaki muhteşem melodinin önce yavaş, sonra giderek yükselen hüznüne ortak olun.
Dinleyin.
İçinizde hiç durmadan kanayan yarayı bir kez daha hatırlayın…
Sahi, siz neyi, siz kimi arıyordunuz?
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgarlara karışır gider
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: - Nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden,
Ta derinden bir gün bana "Gel!" desin.
Ahmet Kutsi Tecer
Elif Bengü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
sensizliğe seğirteceğim
toy sevdaların pörsük anekdotlarını arşivleyerek
terk ediyorum bu senli şehrin bensiz makamlarını
hiddetsizce kapadığım kapıların ardında,
mağrur maşukların ruhunu şad eden tavrımla
yenik düşmeyeceğim göz yaşlarına...
görkemine gölgeler düşürmediğim gururumla
bu murdar demlerden an an uzaklaşacağım
uzandığım sensizlik yaylalarında menekşeler büyütüp,
yoncalar devşireceğim
ve yeni bir gönle ağaran gün olup zinde umutlara uyanacağım...
pişmanlık kurtçuğuna kemirtmeden içselimi
alıp gideceğim boynu bükülmeden asil kalmış bir kaç yanımı
senli hatıratların dikenli tellerine takılmadan
usulca sızdığım serhatlarda lütfuna ereceğim İlahinin
beni bekleyen yabansı sürprizlere aldırmaksızın
kapısından içeriye gireceğim ağyarın...
siyahi damarlarını kestiğim hayattan
seni akıtarak
çil beyaz güncelere seğirteceğim
sisli perdelerini araladığım o imalı dost(!) mekanlarından,
yutkunduğum bağırtımla sessizliğin çığlığına karışacağım
boğduğum asi duygularımı,
nehrine akıtacağım o paslı geçmişin
mihrakına evrildiğim diyarların izbelerinde yeniden dirileceğim
yörüngesine girdiğim devranın burçlarında
eskimez sevdaların bayraklarını dalgalandıracağım...
senli lahzanın darlarından sensiz vaktin vasiliklerine iltica edeceğim
sessizliğin sensiz kumsallarında güneşe nispet yürüyeceğim
sahici sevdalara uzanma isteğimi berkittiğim mavi düşlerle,
vuslat soluyacağım hasret renkli ciğerlerime
bağnazlığın esaret kınından insaniyetimi sıyırarak,
bir nefeslik mesafeden yitik muştuların gizemli ufkuna uzanacağım
ilk özgürlüğümü o kumral siluetine hibe edip,
dal dal serpilen zarafet gölgesinde serinleyeceğim
ve mutluluk yelpazesinin en müstesna boğumuna oturup,
avuç avuç süt ırmaklarından yudumlayacağım...
ve ardından,
bir bir menfezlerini öfkeden tıkaçlarla kapayacağım surlarını vefasız sevdaların
yerle yeksan olan melankolik kalelerin üzerinden geçerek,
enkazına tüküreceğim mukavva tüm ilişkilerin
sel olup aktığım vadilerde ihanetlerin helak haberi olacağım
mirasımın varissiz kalacağı bilinciyle,
son kez körelteceğim insafımla
üstüne yürüyeceğim mezalim mirasına yeryüzünün ...
Nihat Turan nihat_turan@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
1 KADIN 2 ÇOCUK 3 YAŞAM
Bazen durup dinlenmek ve dinlemek gerekir birşeyleri…
Hayat akıp giderken fark etmek için içindekileri…
Kimi zaman hergün gelip geçtiğimiz sokağın üzerindeki bir fidanının büyüyüp serpildiğini, kimi zaman ise pervasızca aşındırdığımız kaldırım taşlarının üzerinden ne yaşamların akıp gittigini…
Yani fark etmek durup dinlenmek, durup dinlemek…
Kendimce, biraz huzur bulmak için bir karar almıştım. Artık etrafımda olup bitenleri çok fazla kaale almayacaktım. Ki ben yapı olarak ne bir dilenciyi es geçebilecek nede birisinin bir başkasına zarar vermesine kayıtsız kalabilecek bir insanım.
Zaten böyle bir karar almak bile beni bireysel sorumluluklarım dan kaçıyormuşum hissi verecek kadar huzursuz ederken huzur bulmaya çalışacaktım aklımsıra….
Yaşadığım bir olaydan sonra söylemediğim daha doğrusu söyleyemediğim sözlerin isyanlarından boğazım yanarken, şimdi durdum ve bir nefes alıp dinledim…
Önce kendi iç dünyamı, sonra yaşamın edepsiz kurallarını…
Farkettiklerim burun kemiğimde bir sızı gibi geldi bana nedense…
Hayatta ya güçlü olacaksın yada yine ğüçlü olacaksın….
Yoksa, kendince görevini yapmanın verdiği gururla davranan bir zabıta tarafından yanında 2 çocuk tekmelene tekmelene bedelini şöförün pis küfürleri ve azarlamalarıyla ödeyeceğin bir otobüse bindirilip aslında hiç olmayan adresine değilde, başkalarının istediği bir yere gideceksin…
Gittiğin yerde insanların gözünden uzak, yani onların yani güçlü olanların vicdanına dokunamayacağın bir yerde…
Düşünüyorum da şimdi…
Acaba diyorum….???
Güçsüz olmak, fakir olmak,sahipsiz kalmak insanın kendi tercihi mi…?
Değil tabiki…
Peki neydi bu, ne içindi bunca hakaret bunca dışlama…
İnsan değilmiydik sonuçta…
İnsan…
Aslında sözünü ettiğim şey hergün balık istife binip evime gitmeye çalıştığım otobüste yaşadığım bir olay.
Zabıta kadını tekmeleyerek otobüse bindirmeye çalışıyordu.Nasırlı elleriyle küçük avuçlarından sıkı sıkı tuttuğu iki kız çocuğu ile birlikte karga tulumba bindirilmişlerdi otobüse…
Bir tarafta yer yarılsada içine girsem diye haykıran bakışlarını karanlığın içinde bir yerlere uzatmış, üzerinde düğmeleri dahi olmayan ve kenarını buruşturup zoraki tutturduğu gömlegi ile yitik bir yaşam,
Anne…
Kadın...
İnsan...
Diğer tarafta ise belkide birdaha ne zaman sahip olabileceğini bilmediği ve tekini zabıtanın öfkesinde yani durağın dibinde bırakmak zorunda kaldığı terliğine üzülen, karışık olan saçlarımı yoksa; hiçbir zaman hayata karşı umudu olmayacak dargın yürekleri mi bilinmez…
2 çocuk ...
Yani 1 kadın, 2 çocuk, 3 yaşam...
Biz kimdik..?
Peki onlar kimdi..?
Bu soruyu her iki tarafta kendine sormalıydı bence…
Biz insandık...!
Ya onlar...!
Arife Göktaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo Mutluyum, mutluyuz, mutlusunuz |
|
Son zamanlarda "mutluluk" kavramları üzerine düşünmeye başladım. Bu aralar herhangi bir deneme yazamamıştım. Mutluluk ve mutsuzluk hakkında birkaç değini yazmanınsa güzel olabileceğini düşündüm.
"Mutlu olmak" ne demektir? Herhâlde herkesin farklı zamanlarda, çeşitli ruh hâlleri içerisinde bu soruya verecekleri değişik yanıtları vardır. Bana göre, bırakın resmini çizmeyi, kelimelerle bile ifâdesi zor olan bir kavram mutluluk. Kimi zaman insan karnı doyduğu için mutludur, kimi zaman sevdiğinin yanında olduğunda, kimi zamansa küçük de olsa bir şey üretebildiğinde… Mutluluk, bir yerde egonun doyumudur. Sonuçta hepimiz, hayat piramidinin basamaklarının birinde dururuz. Bu sene gözlemledim ki, bu piramit üzerinde dururken, aşağımıza bakar şükreder, yukarı bakar "ah keşke!" deriz. Kötü bir olay olduğu zaman elimizde var olanları hatırlar, beklentilerimizi kısıtlarız. İşler yolundaysa gözümüz yükselir, nelere sahip olursak hayatımızın daha iyi olabileceğini düşünürüz, düşleriz. Bu, her bireyin kendi içinde yaşadığı bir denge durumudur. Ne inatçı bir yükselme hırsı, ne de sürekli bir şükretme durumu içinde olabilir insan… Genelde alıcı ve açgözlüyüzdür; ama bu da sanki bize öğretilmiş olandır. Ne dersiniz?
Sahip olduklarımız ve arzuladıklarımız arasında hayatımızı sürdürürken, son zamanlarda birçok alanda "mutlu olmak" kavramı dikkatimi çekti. "Mutlu olun", "Always smile", "Pozitif olun" gibi cümleciklerle başlayan bu dürtme, "şunu satın alın, mutlu olun", "şunu yapın, iyi hissedin" gibi telkinlere kadar uzanmakta. Bize mutluluğa dâir bu kadar çok yol gösterilirken, sahiden o kadar da mutsuz muyuz? İkinci sorumsa, insan sürekli mutlu olabilir mi?
İletişimin çok hızlı olduğu ve doğru kullanıldığında çevremizde olanlardan fazlasıyla haberdar olduğumuz bir zamandayız. Bu güçlü iletişimin getirileri olduğu kadar, genelde aldığımız haberler karamsar olduğundan, bizleri pek mutlu etmediği bir gerçeklik olabilir. Ne var ki daha önceleri, son zamanlarda olduğu kadar "mutluluğumuz" üzerine düşündüğümüzü sanmıyorum. Yeri geldiği zaman mutsuz, yeri geldiğinde mutluyduk. Kendi hâlimizde yuvarlanıp gidiyorduk. Şimdilerdeyse bu mutluluk ve mutsuzluk döngüsündeki yaşam, biraz çarpıtıldı gibi. "Siz hep mutsuzsunuz ve bu şekilde mutlu olabilirsiniz" şeklinde bir dayatmayla mutsuzluklarımız gözümüzde büyütülüyor; mutlu olabilmek adına daha çok alışveriş yapıyor, alternatif çözümler arıyor, mutsuzluktan yakınıyor, popülist bir "depresyon" anlayışı içinde özümüzü unutuyor, sanal bir insan doğası yaratmaya çalışıyoruz.
İnsan bâzen mutsuz olmalıdır. Hep gülümseyemeyiz, her zaman olumlu olamayız. Mutlu olmanın yolu kimi zaman mutsuzluktan geçmekte… Allah kimseye keder vermesin; ama kimi zaman keyifsizliğin de verdiği mistik bir haz olabilir. Bâzen çökkün bir duygu hâli, daha güçlü çıkışlar, yaratılacak bir proje, fikir, eser için ilhâm kaynağı olabilir. Mutsuzluk da mutluluk kadar normâl ve gereklidir. Aslında bu döngüleri kendi içimizde hep yaşıyorduk, yaşıyoruz; ama mutsuzluklarımız bu kadar gözümüzün içine sokulmuyor, bize yanlış bir şekilde gösterilmiyordu.
Yarın da, hayatımız, değişik yönleriyle bizlere gösterilmeye devam edecek. Gösterilenlerin ne kadarı doğru, ne kadarı tüketim felsefesi için olacak, tartışmayı size bırakıyorum. Bu uzun hayat yolunda, en azından mutsuzluklarımızın tüketime değil de sanata ve bilime bir vesile olması dileği ile…
Sevgi ve dostlukla…
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Neslihan Güzel <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.205 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SUYUN RESMİ
Yağmur sonrası ufukta aradım düşümü.
Boşluk sardı kumu, bir kuşağa dokundum.
Yedi renk bulaştı elime..
Sonra güneşi batırdım, ışığın gölgesi düştü denize.
Islık çaldım, bir martı çağırdım.
Ağıt yaktı bir dalga mercana.
Yunuslar anlamlarını saldılar içime.
Susuzdum, sustum. Susunca geldi.
Yağmurunu aradı ufukta sonra.
Boşluğu düşledi, derine dokundu.
Yedi kuşaktır renk döküldü yere..
Ayı kaldırdı, yakamoz düştü denize.
Gülümsedi, bir martı yolladı yarına.
Bir mercana daldı, ağladı.
Yunuslar anlamlarını saldılar içine.
Susuzdu, sustu. Susunca duydum.
Suyun resmini yap dedi. Yaptım.
Buket Bekaroğlu
Yukarı
|
Buna meskene tecavüz derler!..
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
30 EYLÜL 2005
MİAMİ - HAVANA
1992-52'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Film, devrim sonrasında ABD'ye gitmeyi seçen Kübalılar ve iki ülke arasındaki politik çelişki nedeniyle bölünen yaşamları ve bunun iki ülkeye dağılmış Küba toplumları üzerindeki etkilerini irdeler.
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.
Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.
Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.
Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Baby POP3Preview [80 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=40 Minicik mükemmel bir ön kontrol programı. POP3 hesabınızı önce bununla kontrol ediyor, işe yaramaz masajları seçerek kolayca posta kutunuzdan siliyorsunuz. Ayrıca Spam Listeleri oluşturup sizin seçmenize gerek kalmadan kendiliğinden işaretlemesini sağlıyorsunuz. Öyle kurmaya falan da gerek yok. Tek bir exe dosyasını kullanıyorsunuz. POP3 hesabı kullanan hemen herkese tavsiye ederim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|