|
|
|
29 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Hastalık mastalık kalmadı!.. |
Merhabalar,
Turp gibiyim maaşallah. O maçı seyredip hala hasta kalmaya olanak var mı sorarım. Şimdi Fenerbahçeli olanı olmayanı, ellerinizi vicdanınıza koyun öyle söyleyin. İyi takım şu Fenerbahçe değil mi?
Kusura bakmayın, günlerdir beklediğim, ama ya.. olmazsa diye endişelendiğim bir akşamı yaşadım. O yüzden böyle fanatik ağızlıyım. Ama ne yaşamak. Çok sevindim çok. Sadece galibiyete değil. Artık Avrupalı olmuş, eline verilen olanakları en iyi biçimde değerlendirmiş bir takım gördüm karşımda. Ona bayıldım. Aklını kullanır, etrafta olan bitene, hala utanmadan söyleyenlere kulaklarını tıkar sadece işini yaparsa, bu takım sevenlerini çok mutlu edecek ileride, bu belli. Sevmeyenler de takdir edecek bundan eminim. Haftalardır tek küfürün edilmediği elli bin kişilik stadı, gün geçtikçe büyüyen yıldızlarıyla uyuyan dev uykudan uyandı artık. Ha bu gruptan çıkar mı? Çıkmasına çıkar da, hani bir kaza oldu da çıkmadı diyelim, artık hiç önemi yok. Kaza der geçer, işimize bakarız. Tıpkı Avrupa'nın diğer büyük takımları gibi.
Bugün fanatizm dolu oldu affedin artık. Yılların birikimi bazen böyle konuşturuyor insanı. Bu arada Cimbom ve Kartal'a başarılar dileyip kaçayım. Haydi esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Dalya |
|
Yanık kokulu tenini savurduğunda düştü gülü,
Kulaklarının tınısında dans eden etekleri...
Güneşin kızıla boyadığı bir kentin çocuğuydu sanki... Teninde gezinen ışık damlalarında yanmış teni, yanık kokardı. Siyaha caka satan o parıldayan saçları beline indimi, sanki utandırırdı çevresindeki tüm güzellikleri, "sen de güzel misin be..!" der gibi.
Azgın çağlayanların döküldüğü bir ırmağın başıydı evi. Ön kapısından inen birkaç merdivenin eşiği düşerdi sulara. Kıyısına kurulu ahşap bir iskele ve tokmağına bağlanmış bir kayıktı yaşamı... Balık kokulu babası ise tüm hayatı. Annesi Dalya daha küçücükken ölmüştü. Azgın çağlayanın sularında yitmişti bedeni. Bir süre nefret etseler de baba kız, sonunda barışmışlardı, kapı komşuları çağlayanlarıyla. Çünkü ondan gelecek aşa muhtaçtı mideleri.
Babası gün doğmadan asardı sırtına eskimeye yüz tutmuş yağmurluğunu. Dalya' ya bir öpücük kondurdu mu, "dalya" derdi yelkensiz kayığında... Umuda, yarına çıkmalarını sağlayacak nimete doğru. Akşamın geç bir vaktinde düşerdi ayakları iskeleye, bir hamlede attığı düğümle kayığını bağlarken, Dalya' sının güzel gülüşü doğardı alacakaranlığın içinden. "Hoş geldin babacığım" derdi, o en narin sesiyle. Kol kola yaslanmış bir tek beden gibi çıkarlardı evlerinin merdivenlerini. Bir lokma ekmeği doğrayacakları, bir çorba başına otururlardı. Günün getirdiğine şükürler ederken.
Dalya, küçücük dünyasını büyütmek istedi bir gün. Güneşi bir tepeden değil, bir gökdelenin ardından doğan bir kentin hayalleriyle... Büyük düşler kurup, büyük adımlar atmak için düştü yola, babası her ne kadar yalnız kalsa da. "Gitmeliyim" dedi, "yarın beni çağırıyor" der gibi. Gitti...Dar ve izbe sokaklarında nice büyük düşleri öldüren, yenilmiş umutların peşine. Bir vakit doğurduğu düşlerini alıp bohçasına, bin renge boyadığı umuduyla yürüdü yollarını. Vurduğu her kapıdan çarparken itirazların rüzgarı, eğilmişti boynu, kırılmıştı umutları. "Hayır" dı, her çaldığı kapının cevabı. Tek istediği bir işti... Annesinin ölmeden, daha küçücükken öğrettiği terzilik işi.
Karanlığa yüz tutmuş geç bir vakit, umutsuzluğundan eğilmiş omuzlarını yasladığı bir bankın kenarında, döküldü bunca zaman çizdiği tüm emekleri. Kentin karanlık gökyüzünden düşerken ıslağı, ıslak kaldırımına yapıştı hepsi. Gözlerinden akan yaşlar yağan yağmurun yanında bir hiçti. "Babacığım seni dinlemeliydim, neden geldim ki..!" diyerek küsmüştü umutları. Gidecekti... Büyük umutlarını küçültüp, çocukluğunun küçücük dünyasına tıkıştıracaktı hepsini.
Eliyle çenesini göklere kaldıran bir el uzandı yüzüne, "Neden ağlıyorsunuz" dercesine. Yutkundu Dalya... Birkaç güne sığmış suskunluğun lal uğultularıyla. Anlattı... Umutlarının ve büyük düşlerinin ıslak bir kaldırım taşında nasıl da yok olduklarını. Gözleri umut saçan genç bir beydi derdini dinlettiği.
- Üzülmenize gerek yok. Umudunuzu kaybetmeyin. Bu büyük kent çok düşü öldürür, siz de herkes gibi erken pes ederseniz. Verin bakayım çizdiklerinize.
- Ama ıslak hepsi... Çamur oldu. Üzeriniz kirlenecek.
- Önemi yok ....? Sahi adınız neydi?
- Dalya.
- Harika bir isim. Hımm... bunlar çok güzeller. Çok yeteneklisin. Neden bu kadar çabuk pes ediyorsun. Mutlaka yetenekten anlayacak birileri çıkacaktır karşına.
- Bilmiyorum... Birkaç gündür yaşadıklarımdan korkuyorum.
- Bu akşam geç oldu. Ama yarın için sana bir yer tavsiye edeceğim. Hani kentin ortasındaki büyük meydan var ya, biliyorsundur. O meydanın solundan giden bir Hürriyet Caddesi var. Caddenin başından yüz kilometre içeride, sağda büyük bir bina göreceksin. Ünlü bir markanın holding binası; oraya git. Mutlaka seni beğeneceklerdir.
Dalya "tamam" dedi umutsuzca. Son bir şans verecekti düşlerine. Teşekkür ederek ayrıldı umut dolu gözlerin sahibinin yanından. Gecenin siyah elbisesine sarılıp, sokağın başında kayboldu adam. Dalya otele doğru giderken içi sımsıcak olmuştu. İlk gün geldiği kadar umut doluydu. Odasına varır varmaz kağıt kalem sarıldı eline. Kirlenen umutlarını tekrar çizdi, tekrar bin renge boyadı. Gecenin bir yarısı gözlerini umutlarının üzerinde kapadı.
Sabah erken vakit açtı gözünü. Aceleyle toplandı ve kahvaltı yapmak için çıktı odasından. Sokağın başındaki börekçiye oturdu. Pencereden gelen geçeni izlerken, sanki bir anda umut dolu gözlü adamı gördüğünü sandı. "O, evet o." dedi yüksek sesle, yanındaki masalarda kahvaltı edenlerin merakları bakışlarını umursamazca. Kalktı ve hesabı öder ödemez çıktı sokağa, gözleri umut dolu adamın peşi sıra.
Dalya hızlı adımlarla ilerlerken, adam dar bir sokağın içinden kentin göbeğindeki meydana çıktı. Dün kendisine tarif ettiği caddeye doğru hızlı adımlarla ilerledi. Dalya yarı koşar durumda izledi kendisini. Yürüdü... O anda hızla gelen arabayı görmedi "Önüne baksana..!" diye bağıran sesle olduğu yerde irkildi. Geriye çekildi ve hiçbir şey söylemeden yoluna döndü. Umut gözlü adam yoktu, gitmişti. Dalya biraz daha yürüyünce, dün söylediği holding binasını gördü. Bir an kapıda durup silkelendi. Derin bir nefes alıp, döner kapıdan içeri adımını attı.
- İyi günler. Ben bazı modeller çiziyorum ve bunları göstermek için geldim.
- Randevunuz var mıydı?
- Hayır..!?!
- Bir saniye bekleyin... "Adnan Bey, müsaitseniz iş görüşmesi için bir hanım geldi. Randevusu yok.... Peki efendim." Adnan Bey sizi bekliyor... Dördüncü kat, sağdaki son oda.
- Teşekkür ederim.
Dalya asansöre doğru ilerlerken, kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Dördüncü katın düğmesine bastı. İlk kez asansöre bindiğinden korkmuştu. Kapılar açıldığında tuttuğu nefesini bırakarak çıktı asansörden. Koridor boyunca yürüdü ve kapısında ismi yazılı odanın önüne vardığında durdu. Birkaç kez tıkladığı kapıdan "Gel..!" sesini duyunca girdi. Bilgisayar ekranının arkasında duran adamın sadece saçlarını görebilmişti.
- Adnan Bey.
- Hoş geldin Dalya. Otur şöyle.
- Ama...siz..!?!!
- Evet. Dün seni çağırırken gelmeyeceğini düşündüğümden kendimi tanıtmadım. Ben Adnan Besim Tan... Tan Holdingin Yönetim Kurulu Başkanıyım. Markamızı buymuşsundur belki. Stilsize adı altında bayanlara yönelik tekstil ürünleri tasarlayıp, üreten bir firmayız.
- Markanızı duymadım. Dün de bahsettiğim gibi, ben küçük bir kasabadan geliyorum. Bugüne kadar kendi yaptığım kıyafetleri giydim daima.
- Bu kadar yetenekli olunca, pahalı markalara para harcamanın bir anlamı yok elbette. Üzerinizdekiler de en az çizdikleriniz kadar güzel.
- Teşekkür ederim.
- Bak Dalya. Bir süredir Stilsize olarak yeni bir arayış içine girdik. Tanıdığımız tüm modelistler, en ünlüleri dahi bizi tatmin etmedi. Dün senin çizimlerini görünce, aradığımız yeni tarzın yaratıcısını bulduğumdan emin oldum. Bu sebeple bizimle çalışmandan mutluluk duyacağız.
- Tabi isterim. Övgüleriniz için teşekkür ederim. Elimden geleni yapacak, sizi düş kırıklığına uğratmayacağım.
- Bundan şüphem yok zaten. Kalk bakalım şimdi. Sana odanı göstereceğim.
- Odamı mı? Ayrı bir çalışma odam mı olacak?
Asansöre binmeden üçüncü kata indiler. Girdikleri o da şehrin büyük parkına bakıyordu.
Yeşil ağaçların etrafına döşenmiş çiçek kokularının yanında, parkın ortasına döşenmiş büyük bir havuzun fıskiyelerinin şırıltısı ve koşuşturan çocukların gülüşleri duyulabiliyordu. Odadaki çizim masası, çeşitli kalem, kağıtlar ve boyalar ile doluydu. Adnan Bey bir yandan odayı gezdirirken, bir yandan da kendisini bir kursa göndereceğini söylüyordu. Teknik anlamda bilgi eksikliği olduğunu Dalya' da biliyordu. Bu şekilde daha iyi tasarımlar çıkartacaktı.
Dalya çok geçmeden kurduğu tüm düşlerini gerçekleştirdi. Önce babasını taşıdı kente, sonra tüm geçmişini. Büyüdükçe büyüdü hayalleri ve zaten hepsi bir bir gerçekleşmeye başlamıştı. Babasıyla eski evlerine gittikleri her tatil gününde, kayıklarıyla "dalya" dediler gülümseyerek. Bilirlerdi, artık ciğerlerine işleyen balık kokuları, baba kız çıktıkları yolculuklarının keyfiydi. Artık bu azgın çağlayana muhtaç değillerdi. Şehre taşındıklarından beri, sanki bu deli çağlayan bile sakinleşmişti. Dingin bir göl gibi karşılıyordu daima kendilerini.
Bin renge boyadığı düşlerini,
Bir elin yardımıyla süsledi,
Yanık kokulu teninin altından taşıp,
Umuduna umut büyütürken yüreği.
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Baldırı çıplak
Balkonda oturmuş,akşam yemeğinin ayrıntıları ile uğraşıyordu.. Elindeki sebzeyi zeytinyağlı bir yemeğe dönüştürecekti. Ne olurdu kocası şunları meze diye yemeseydi.
Yazık ediyor gibi geliyordu ona. Üşümeye başlayacaktı birazdan ve acele ediyordu.Yaz bitmek üzere,güz yavaş yavaş farkettirmeksizin bulaşmaktaydı üzerine. Çiçekli askılı elbisesi içinde, çıplak kolları, cıbıldak bacakları üşüyecek gibi duruyordu.. Sanki sıcakmış gibi giyinirse bitmeyecekti yaz.. Kandırabileceğini sanıyordu ;kendi gibi yaklaşan yaşlı baharı.. Karşısında sardunyaları arasından yemyeşil dağlar görülüyordu. Dumanlıydı yamaçlar, belli rahmet iniyordu gökten. Beş sene önce fidanken teneke içinde,memleketten getirdiği zeytini bu sene de meyve vermemişti. Demişti annesi saksıda olmaz bu diye. Bu balkonda kendini evinde hisetmek istiyordu. Limon mazısı, sardunyaları,yazın balkonda kışın merdivenlerde duran babasının ektiği kaucuğu, bodur narı, kartopu'su ,yeşil camdan eski şarap küpü, birde zeytini... Şöyle bir baktı balkonuna (aslında küçük bir terastı) keşke değiştirmeseydi çiçeklerin saksıların.Kimi tenekelerinde, kimi kırmızı kovalarda kalsaydı. O zaman çok çirkin görünmüştü gözüne, şimdi özlüyordu onları... Bazı şeyleri en iyisi hiç değiştirmemek gerekirdi.
İçeriden açık tv nin sesi geliyordu. Sadece reklam cıngıllarında fark ediyordu açık olduğunu ya varsın olsun du. Uzaklarda bir çocuğun ağlama sesini duydu. İrkildi istemeden. Her ağlayan çocuğun sesini kendi çocuğu sanırmıydı diğer annelerde? Düşündü ;neden gülen çocuk sesi değilde,ağlayan bağıran bir seseydi tepkisi?yok canımmm nerdeee dedi kendi kendine. analıktanmış. olsa olsa koruma içgüdüsüdür diye düşündü, yada sorumsuzlukla suçlanmaktan korkmaktandı. Hep öyle demezmiydi kocası:
çocuk düşer.........
ne biçim annesin ,sahip olamadın.
çocuk hasta olur......
ne biçim annesin, bir çocuğa bakamadın.
çocuk az uyur.......
ne biçim annesin,bi düzeni oturtamadın.
çocuk yemek yemez.....
ne biçim annesin. çocuğunu doyuramadın.
çocuk güler........
beni özlemiş kereta!!!!
Tam bunları düşünürken mavi, plastikten yer yer kirlenmiş,yer yer solmuş eternitlerin üstüne bir güvercin pat diye kondu.Korktu.Ansızın duyulan gürültüleri, sesleri hiç sevmezdi.Olumsuzluktu bu adını koyamadığı. Birtek gökgürültüsünün sesini severdi. Garip bir şekilde haz alırdı o sesi duymaktan. Hava baya kapalıydı,şanslıysa birazdan başlardı şimşekler çakmaya,gök yeri inletmeye. İşte ozaman akan sular duruverirdi. İşi gücü bırakır, oturup onları seyreder ve dinlerdi.Çook çok eskiden küçük bir çocukken korkardı gök gürlemesinden.Önce ışığı görür, geçici aydınlık karanlık odasına doluverir,o büzüşür yatağında,sonra o ses ve karanlık... Hem şimdiki gibiymiydi elektirikler? En ufak rüzgarda kesilir,fırtınalı havalarda günlerce beklenilirdi arıza bulunsun da tamir edilsin diye. Annesinden o zaman görmüştü buzdolabındaki yemeklerin,elektirikler kesildiğinde bozulmasın diye;balkona yere serilen ıslak bir havlunun üzerine konduğunu. Ama temiz bir havluda ıslatılıp içine toz girmesin diye sıkıca kapatılmış kapağın üzerine örtülürdü. Gülümsedi, özlemişti anasını. Zamanını tam hatırlamasada ilkokula giderkendi. Gene fırtınalı bir gece şimşek ve yıldırımlar (ikisini ayırmayı sevmedi hiç bir zaman) camları titretirken o çok korktuğu babası gelmişti odasına. ''Neden demişti neden korkuyorsun.evindesin ben seni korurum. hem önce geleceğini haber veriyor sana. Işığını gönderiyorki, korkma diye''. Bu kadar basitti işte.Olacağını bildiğin birşeyden neden korksundu ki?O günden sonra o kadar sevdiki, herkeze sevdirmeye çalıştı. Yurtta kızlar bunu pek komik bulur,yıldırımın hasarlarını falan anlatırlardı, aldığı canları.. Oda sustu. Belki bir gün sadece;yorum yapmayacak,olumsuzlukları önüne sermeyecek ,konuşabilecek birini bulurdu.. Yıldırımları gördüğü ve duyduğunda neden kalbinin daha hızlı attığını anlayabilecek biri. Amannn olsa ne olurdu olmasa ne?O seviyordu kim değiştirebilirdi ki?
Sigarasına uzandı, bitmek üzereydi paket. Islak elleri ile ıslattı tütününü. Fasulyeler bitmek üzereydi. Allahtan bildik bir adamdan alıyordu da ''feracesiz''di. Üşümüştü. Artık kışlıkları çıkarmanın zamanı gelmişti. Daha kapalı elbiseler giymeli, eteklerin altına önce kısa çorap, sonra çetik... Yarında kışlıkları çıkarsındı. Bir kurban bulmalıydı kendine yardıma çağıracak. Ne kadar az ütü yaparsa o kadar kardı. Elini attığı her işi becersede,severek yaptığı o kadar az şey vardıki. Acele etmeliydi, daha yağmur başlamadan çamaşırlar toplanacaktı.Ayak ayak üstüne atmaktan bacaklarının uyuştuğunu farketti. Kalk kızım dedi kendi kendine.Sana senden başkasından fayda yok.Son nefesini çekti sigarasından,külü usulca çıplak baldırına düştü. Ayağa kalkıp terliklerini giymeye üşenerekten yalınayak, balkondan içeri mutfağa doğru yöneldi. Dilinde daha önce ilk nerde dinlediğini ve ne zaman hafızasına kazıdığını bilemediği bir şeyler mırıldanarak......(ay gülüm gülüm kırıldı kolum, tutmuyor elim turnalar hey...)
Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kuşlar Utandı
Geldiler gittiler. Hiç biri bir sonrakine haber vermedi. Yaşanılanlar hep yaşanacaklardan biraz eksik kalırdı. Ömür dedikleri olguya manalar yüklemeye çalışan insanlar olurdu.
Kalmak isteyenler hep zamansızca giderlerdi. Gidenler hep üzgün bakışlarla ayrılırlardı.
“Yenik serçe” yaban ve asi dağların maviliğinde uzanan deli gençliğimiz gibi. Sürülenler gibi asil, sürenler gibi çaresiz ve bürokrasinin arkasına sığınan sözde devlet adamları gibi. Yaralanmış gecelerin derinliklerinde abdestli bir şekilde imamın sesini bekleyenler gibi.
Hiç suç işlemediği halde vatan haini ilan edilip sabah ezanında cenaze namazı kılınan ölüler gibi.
Yaşadıklarımız hep yaşananlardı da, yaşamak istediklerimiz yaşayacaklarımızdan hep eksik kalacaktı. Nüfus kağıdında yazan ismini bilmiyorum. Kod adı Aşkın'dı. Bir travestiydi. Sonradan kadın olmuştu yani. Eti yenmezdi ama o yinede satardı. Kocaman gözleri vardı. Erkek olduğu gayet belliydi. Ama o kızmışçasına davranırdı. Bir yerlere, bir şeylere kızmışçasına. Yaşamına “hayat” diyemediği için anlatacak bir “hayat hikayesi de” yoktu.
Beyaz tenliydi. Tevekkel ideoloji güdüpte her yaşadıklarına kader diyenler bile günahkar ilan etmişlerdi onu.
Bacakları kılsızdı. Koca kalıbını saymasak kadın bile diyebilirdik. Bazı bayanların kıskanacağı kadar güzeldi. Acaba erkek olsaydı. Aslında erkek olsaydı değil de erkek kalsaydı da bu kadar çekici olur muydu? Hayat değildi yaşadığı o da onun için “hayat kadını” olmuştu. Erkek olduğu halde.
Her sevişmeden sonra muhakkak bir köşede ağlardı. Sebebini bilmediği hüzünler doldururdu boğazını. Yutkunurdu. Üzülürdü bu hale geldiğine.
Yol kenarlarında para kazanmak için beklerdi.
Sürülenler gibi asil, sürenler gibi çaresizdi.
Gündüzleri ağlar geceleri sevişirdi. Geceleri seviştiği için, gündüzleri ağlardı. Kadınların kıskanacağı kadar güzeldi. Nüfus kağıdındaki ismi bilinmiyordu ama adı Aşkın'dı. Kimseye aşık olmamıştı ve kimsenin de aşkı değildi. Gecelik sevişmelerde, kıllı ve bir işe yaramayan adamlarla birlikte olurdu.
Sürülenler gibi asil, sürenler kadar çaresizdi. Yolda sadece para için müşteri dedikleri adamları beklerdi. Aşkın’dı. Ama ne kimsenin aşkıydı. Ne de kimseye aşık olmuştu.
Bir gece vakti yol kenarında müşteri dedikleri adamları beklerken çiğnendi, öldürdüler onu. Polis “kaza” dedi tevekkeller “kader”, oysa cinayetti yaşanan. Öldürdüler onu. Adı Aşkın’dı. Tek derdi yaşamına “hayat” diyebilmekti. Her yaşanmışlığa ve her yaşanacağa kader diyenler onun bu halini kaderden saymıyorlardı. Ezdiler onu, polis kaza dedi. Oysa açık cinayetti bu…
Sabah ezanında gömdüler. Polis kimliğini sordu arkadaşlarına, polis kayıtlarına Aşkın diye geçmedi adı. Çünkü ne kimseye aşıktı ne kimsenin aşkıydı. Bir gece karanlığında sadist ve “adam” bile denmeyecek varlıklar tarafından öldürüldü.
Utandı ailesi, tüm yakınları, sevdikleri utandı. O öldü. Sabah ezanında kıldılar namazını cehenneme yolladılar. Kanlar içindeki ölüsünü yıkarlarken kime namahrem sayılacağını kestirmeye çalıştı imam. Yıkadılar. Temizlenmedi ama yıkadılar. Sonra sabahın seher vaktinde kimseler görmeden kuş sesleri eşliğinde cehenneme yolladılar. Ailesi utandı, tanıdıkları utandı, imam utandı. Aşk utandı, aşkın utandı, kefen utandı, tabut utandı, sabah utandı, kuşlar utandı. Bir tek hayat utanmadı……..
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 11 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Petunya : Öykü Özü DÜN GECE |
|
Kendime hazırladığım tam teşekküllü bir sofra:
soğuttum şarabımı
bir kadeh,
buz gibi…
Bembeyaz beyaz peynir
tuzu tam kıvamında,
kişnişli zeytin bir de yanında…
Koskocaman bir tabak salata:
semizotu, domates
ve bir sarımsak kokusudur ellerimi saran,
Bekledim sabahtan beri
Sabırla…
Penceremden görünen yarım yamalak bir deniz:
her renkten ışık üzerinde
Parlayan her ışıkta başka bir yaşam
ya gürültülü bir barış
ya da sessiz bir kavga…
Şaraptan sonra içilen
Bir bardak bira;
sigaradan aldığım zehir,
bildik bir tiksinti ağzımda
Bir de televizyonda ezberlenmiş şarkılar
kalbime dokunan
sebepli
sebepsiz
gözyaşları…
İsyan etmediğim;
dokunup
silmediğim…
İçimde kalan son uhteler,
söyleyemediklerim
ve ne varsa alev alev yakan içimi,
Saçlarımı yakan ağıtlar misali
kızıl bir sevinç sanki
ve bir coşku
paylaşılmayan…
Gitar çalınan gecelerde duyulan
bir ağrı kollarımda,
büsbütün sıkıcı
ve sıradan…
.......
Dün gece sensizlik,
ucuz bir tütsü kokusuydu
tıkadıkça burnumu,
eve yayılan…
Öykü Özü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
No Sünnet No Cry
Gene Allah'ın belası bi akraba çocuğunun sünneti mi ne varmış..
Annem hemen tutunmaya başladı "Semih gelmen lazım.. gelmezsen ayıp olur.. onlar senin pipin kesilirken gelmişti ama.."
Bi yandan annemin bu baskıları bi yandanda evde oturuyorum zaten yapçak hiç bişey yok..
Can sıkıntısından patlıyorum.. Ama bu tarz sünnetlerdende nefret ederim..
Sonunda olayı beynimdeki "durum değerlendirme lobuna" havale ettim..
O lob daki mantık zerreciklerimden önüme şöyle bi rapor geldi:
"Be varoş çocuk evde popo büyütüp, Jennifer Lopez kıvamında kalçalara sahip olcaana, sünnete git bari aç karnını doyur..
Hem belli olmaz.. Bakarsın sünnetin yapılacağı lokantanın şık bi tuzluk takımı vardır..
Onu da cebe atarsın kazanç büyür.."
Beynimden gelen bu sinsi rapordan soora,şeriatın kestiği parmak acımaz mantığıyla gitmeyi kabul ettim..
Lokantaya girer girmez davetiyede yazan " cemiyetimiz pilavlıdır.."
yazısının doğruluğunu araştırmak için gözlerimi Şırnak Başpiskoposu gibi açtım..
Gerçekten doğruymuş.. Böyle törenlerin vazgeçilmez siması pilavın üstüne gözle görülemiycek küçüklükte et serpiştirmişler..
Yanına da içecek olarak ne koymuşlar inanamazsınız..
Benki zamanında bu tarz işkencelere sıkça maruz kalmış bir insan evlatçığıyımdır..
Ben bile şaşkınlıktan küçük dilime öpücük kondurdum..
Adamlar yemeğin yanına oralet koymuşlar.. Breeeee bu sıcakta hemde yemekle oralet mi içilir yaaaaaaaaa.. Allah bilir o oraleti de "ne alırsan bi milyon" culardan almışlardır..
Mide kanseri olmazsam iyi..
Valla bööle bi yemek yiceğime evde oturup Şokellalı ekmek yerdim daha iyi..
Neyse yemek faslı bittikten sonra masaya oturduk..
Masanında tam ortasına böyle bir tane saksı koymuşlar..
Bu saksı akıllarda soru işareti oluşturmaya başlamıştı ki, bizim masanın braveheart'ı olarak sünnet çocuğunun anasına sordum.. "Vasfiye teyze bu saksıda ne var???"
Vasfiye teyze den gelen yanıt nerdeyse yarım kilo kusmama sebep oluyodu..
"Semihhhh o bizim oğlanın sünnetde pipisinden kesilen et parçasının gömülü olduğu saksı..
Çok münasip bi hocaya sorduk, bize kesilen çükün saksıya gömüldüğü zaman, tüm aile fertlerini muska gibi belalardan uzak tuttuğunu sööledi.. Bizde ondan gittiğimiz her yere bunu götürüyoz.."
Allah'ım nereye düştüm bennnnnnnn..
Kadındaki mantığa bak.. Aynşıtayn yaşayıp Vasfiye'nin bu sözleri ettiğine şahit olsaydı kesin mesleği bırakır, hatta hareket çekip protesto ederdi bu olayı..
Masanın başında bi tane şahsiyet oturuyodu..
Adamı bi görseniz herif kasılmaktan adale kanseri olcaktı..
Sanki bütün düğün ahalisi toplanmışızda bu herifi kendimize Baron seçmişiz..
Adam bütün gece Kırmançolar Vadisi Baronu Polat Alemdar gibi oturdu..
Bi ara anneme eğilip "bu bakışlarıyla insanoğluna racon kesen amca kim?"
diye sordum..
"O sünnet çocuğunun büyük dedesi.." dedi..
"Ya dedenin büyüğü küçüğümü olurmuş,manavdan karpuz mu alıyon kadın??" diye sorduğumdaysa annemin cevabındaki üslup acayip sertleşti..
Tam eraftaki manyaklıkları oturup seyrediyorum, yanıma elindeki asasıyla sünnet çocuğu gelmez mi..
"Semih abiiiii benim çişim geldi, beni çişe götürrrrrr.."
Manyak çocuğa bak, ben sünnetin çişcibaşısı mıyım canım..
"Ya çocuk nabam.. açam avcumu işe" dedim..
Bide otistik velet dediğimi ciddiye alıp "Hadi Semih abiii aç yapayım madem.." demez mi..
Etraftan gelen "Hadi Semih abisi götürüver yavrucuğu tuvalete" baskısı yüzünden götürüp işetttirdim çocuğu..
Neyse tuvaletten çıktık.. Ve tam pistten geçerken o efsanevi,tüm zamanların hit şarkılarından biri olan " daracık daracık sokaklar.. kızlar misket yuvarlar" şarkısı çalmaya başladı..
Ve bi anda dans pistinde ellerini havaya kaldırmak suretiyle yakuza savaşçıları gibi dans edenler beni ablukaya aldı.. "Haydi semihçikkkkk şappi şappiiiiiiiii.." gibi tacizkar laflarla beni zorla oynattılar..
Dans pistinden bezgin bi biçimde inip, yerime çömdükten sonra durum değerlendirmesi yapıp, bu işkenceden kurtulmak için tüm IQ kapasitemi çalıştırmaya başladım..
Sonunda EF Bİ AY ajanlarının bile yapamıyacağı bir planla düğün yerinden tüydüm..
Valla biraz daha o ortamda kalsam, herhalde takı töreni yapılırken çocuğa takı olarak kafa atardım..
O derece bunalmıştım yani..
İşin meali bi daha beni düğün ve benzeri oluşumların içinde görmek fizik kurallarına aykırı olacak..
Yani peşmerge olup, Mesut Barzani'yle dağlara çıkarım daha iyi..
Bu da bana kapak olsun işte, bi daha Şamdan'a jartiyerli pozlar veririm de sünnete neyim gitmem..
Semih Yayıntaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
fazla sevdim seni
fazla sevdim seni.
fazla sakındım seni gözümden...
fazla özledim, fazla bekledim,
fazla dinledim seni.
fazla anlattım sana..
derinliğim fazla geldi sana,
fazla korktu gözün..
sense en kolayını seçtin: görmemezlikten geldin.
çırpınırken sana,
sense yaraladın beni her adımda.
biliyordun çünkü heryerimi, herşeyimi..
bu acı fazla bedenime, ruhuma, kalbime...
yüreğim fazla yaralandı, kırıldı...
elinden gelenin en fazlasını yapsan da artık eskisi gibi olamaz ki..
zaten sende fazlasını yapmazsın ki...
işte bende hayatımdaki tüm fazlalıkları temizliyorum.
öncelikle en fazla yeri olan "seni" gönderiyorum hayatımdan.
özgürsün artık, fazlalıklar ağır gelmeyecek sana..
bense temizlendikten sonra,
fazlalıkları çıkarınca hayatımdan,
ruhum eksilmiş, kaybolmuş ama ben çoğalmış olacağım bu hayata...
doğru ya haklısın ben fazla geldim sana..
işte bu yüzden fazlasıyla bencillik yapıyorum ve terk ediyorum bu hayatı.
öylece gidiyorum
fazlasıyla yalnız
fazlasıyla yorgun
fazlasıyla kırgın
fazlasıyla bıkkın
ve fazlasıyla dönüşü olmayan imkansız diyarlara gidiyorum
gerçi bu elveda da fazla sana ya
neyse...
elveda...
Didem Sökmen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.205 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
bekliyorum
bu limanda bekliyorum seni
yokluğunu yüklenmiş gemiler geçiyor
sıkıldıkça adınla oynuyorum boyuna
güvenilir evler yapıyorum adınla
akşam iyice yaslandı şehre
epeyce uzadı bir adamın gölgesi
işte bu gelen son gemidir
yokluğun inmese bari
Recep ŞENER
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
30 EYLÜL 2005
MİAMİ - HAVANA
1992-52'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Film, devrim sonrasında ABD'ye gitmeyi seçen Kübalılar ve iki ülke arasındaki politik çelişki nedeniyle bölünen yaşamları ve bunun iki ülkeye dağılmış Küba toplumları üzerindeki etkilerini irdeler.
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.
Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.
Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.
Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Baby POP3Preview [80 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=40 Minicik mükemmel bir ön kontrol programı. POP3 hesabınızı önce bununla kontrol ediyor, işe yaramaz masajları seçerek kolayca posta kutunuzdan siliyorsunuz. Ayrıca Spam Listeleri oluşturup sizin seçmenize gerek kalmadan kendiliğinden işaretlemesini sağlıyorsunuz. Öyle kurmaya falan da gerek yok. Tek bir exe dosyasını kullanıyorsunuz. POP3 hesabı kullanan hemen herkese tavsiye ederim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|