|
|
|
31 Eylül 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Pişkinbaşlar heryerde!.. |
Merhabalar,
3 Ekim'e üç gün kala malum hepimiz türlü ruh halindeyiz. Hepimiz derken AB'yi kendine dert edenleri kasdediyorum elbette. Tabi kimse ilgilenmek ya da ilgili görünmeye mecbur değil. Avrupa Parlementosu'nda kan gövdeyi götürüyor oysa bakın devlet büyüklerim Arap Emirlikleri'nde mal götürme kavgasında. Öyle ki bu sefer işin dozunu bile ayarlayamamış, iş adamı kisvesiyle aralarına karışan vekili bile farketmemiş. Ya da farketmiş işine gelmemiş. Adamcağızın fabrikası varmış, eh hazır Meclis'te tatildeyken bastırmış parayı gidivermiş. Pişkinkliğin bini bin para. Pişkinlik bunlarda genetik o anlaşıldı. Bakın şimdi televizyonda Kadir Başkan İstanbul'daki inşaat üstü trafik rezaletine kulp bulmaya çalışıyor. Tek vardiyalı, bir buçuk saatlik öğle tatilli çalışma ile İstanbul'un ana damarlarını ihya edecekmiş. Bir de müjde verdi, ben de size vereyim tepe tepe kullanın. Önümüzdeki Çarşambadan itibaren gece de çalışacaklarmış. Koca yazı tek vardiyayla geçirdikten sonra kış vakti çift vardiyaya çıkıp işi halledecekmiş. Sayın Kadir Pişkinbaş! Hahhayt şimdi de müteahhitlerden dert yanıyor. Güler misin, ağlar mısın, tepin tepin tepinir misin? Göztepe'ye cami yapmayı da hala inceliyormuş. Bence incelediği mimari planlar. Minare Büyükada'dan görünsün mü görünmesin mi, onu tartışıyor besbelli.
Buraya nereden geldim yahu, ben asıl şu AB'yi kurcalayacaktım. Dedik ya hepimiz bir garip ruh halindeyiz. Neden dersiniz? Bir yanımız şu AB'ye biran evvel entegre olmayı isterken, beklerken, diğer yanımız lanet olsun diyor da ondan. Bu haleti ruhiye içinde üyelik bekleyen bir başka ülke vatandaşı var mıdır bilemiyorum. Bize benzer tasalar taşıyan bir Hırvatistan var, onun da elinde kesin alınacağına dair kapı gibi belgesi var. Ya bizim neyimiz var? Üç başlı ejderhanın sağ ayak serçe parmağı. Sizi bilemem, ben bu AB'den soğudum, sıtkım sıyrıldı. Biliyorum benimkisi bencilce bir boş boğazlık. Nasılsa ben göremiyeceğim öyleyse bananeci mi oldum yoksa. Millet olarak yıllarca bir onurdan bahsedildi bizlere. O onuru, o gururu içimize sindirdik. Çocuklarımıza da öğretmek için elimizden geleni ardımıza koymadık. Bunca çaba neden? Her adımda karşımıza bir odun koyup, yer misin yemez misin diye sabrımızı sınayan AB'ye ne pahasına olursa olsun girmek mi istediğimiz? Bakın burada ben AB'den çok kendi dirayetsiz yöneticilerimizi suçluyorum yanlış anlaşılmasın. Çünkü eğer onlar bu onurlu ve duyarlı politikayı kabul ettirmek için çaba gösterselerdi, eminim bu ağzı gevşek, istemekten başka özelliği olmayan Avrupalı parlementerlere bu kadar söz hakkı vermezlerdi. Kıbrıs'ı tanı, soykırımı tanı, ben senin efendinim ne dersem yapacaksın, tokat atacağım öbür yanağını çevireceksin, hatta beni yormayacaksın kendi kendini tokatlayacaksın. Yok yahu öyle değil. "Her ne pahasına olursa olsun AB'ye girmeli"ye benden ağız dolusu bir hayır!.
Kartal'ı kutlarım. Gerçekten iyi oynadılar. Cimbom için aynı şeyleri söyliyemeyeceğim üzgünüm. Neyse artık bir dahaki bahara. Daha önce söylemişmiydim hatırlamıyorum, ben Pazar sabahları TRT1 deki Western kuşağının hastasıyım. Kahvaltı masasında kovboyları seyretmeye bayılıyorum. İşte bugün sizlere o westernleri hatırlatan bir enstrümental şarkıyı çalıp gidiyorum. The Shadows çalıyor, Apache. Hepimize az yağmurlu güzel bir haftasonu diliyorum. Esenkalın
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın 'Değişenler' |
|
Her yıl Eylül ayının son haftası benim hüzün haftamdır. Bu hafta; 26 Eylül'ü, O'nun, yaşamımı değiştiren insanın, Rüştü Yüce Hoca'nın ölüm yıldönümünü içine alır. Yaprakların hızla sarardığı, birer ikişer yere döküldüğü, hüzün mevsimine denk düşmüştür onun yitip gidişi.
Çevresindeki herkesi yalnız insan oldukları için seven, onlara yalnız insan oldukları için elini uzatan, odasının duvarında asılı duran "Arkadaş ya olduğun gibi görün ya da göründüğü gibi ol!" sözünün tam hakkını veren adam gibi adam benim Hocam.
Yedi yıl yatılı okuyup mezun olduğu, Türk Eğitim Derneği (TED) Koleji onun ilk öğretim yuvası. Sonraları yıllar yılı TED Vakfı Başkanlığını yürütecektir. İzleyen dönemde Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) onu kucaklar, O da yeni yuvasını. Yine yıllar yılı değişik akademik çalışmaların yanında, Bölüm Başkanlıkları, Dekanlık gibi idari görevler de üstlenir üniversitesinde. Adı 'Kolej'le simgeleştiği gibi ODTÜ ile de simgeleşir. ODTÜ Mezunları Derneği'nin ilk kurucuları içinde yer alır ve başkanlıklar yapar. Basketbol. Önce Kolej'de, sonra Milli Takım'da basketbol oynar, antrenörlük, idarecilik görevlerinde bulunur, 1996 yılında henüz elli yedi yaşında bu dünyadan göçüp giderken, Basketbol Federasyonu Asbaşkanıdır.
Bütün bu yöneticiliklere yalnızca kurduğu ve özenle koruduğu insan ilişkileri çerçevesinde önerilmiş, yüreklendirilmiş ve seçilmiştir Sevgili Rüştü Hoca. Yirmi bin çeşit ayak oyununun, tarikatın siyasetin ticaretin birbirine dolandığı ortamların; vıcık, sefil ilişkilerin içinde olmamıştır.
Olmayınca 1980'lerle başlayan yeni devrin adamı da olamamış, tutunamamıştır. Önce yıllarını verdiği ODTÜ Rektörlüğü adaylığında sersemletilmiş, sonra Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde yüz üstü bırakılmıştır. Bu iki sağlam yitirişten sonra da tasını tarağını toplayıp çekip gidivermiştir kirli dünyadan, kanser illeti de bahanesi olmuştur.
Klasik bir laf ama. Çok yürekten inanıyorum, bu özel insan ve onunla simgeleşen insan özellikleri mutlaka ve mutlaka, 'insan türü böyle bir örnekte yetiştirdi' diye yeni gelen nesillere anlatılmalıdır. Ben de karınca kararınca onu öğrencilerime, çevreme inatla ve sıklıkla aktarırım. Kahve Molası da bundan nasibini almaktadır.
İki yıl önce, mezarı başında yapılan anma töreninde şimdiki (ve o dönemki) TED Vakfı Başkanı, kendisi ve babası eski ANAP milletvekili, 'genç'öğrencimiz Selçuk Pehlivanoğlu yaptığı konuşmada "Hocam eserleriyle yaşıyor. Örneğin, aday olduğu seçimde Melih Gökçek'e yitirdi ancak onun projeleri, planları yıllardır Ankara'da Belediyece yaşama geçiriliyor." demesin mi? Soluğum tutuldu. Mezar başını ve törenin özel anını zedelemeyeceğime inansam yüksek sesle sözünü kesip " Sen ne diyorsun beyefendi. Yıllardır Ankara'da sürdürülen bilim dışı, plan dışı uygulamalarla Hoca'nın adını ne hakla ilişkilendiriyorsun" diye bağıracaktım. Yapamadım içimde kaldı. Sanırım bu tür bir seslenme için başka fırsatlar gelecektir.
Gelecektir çünkü; Hoca bir düşüncenin, yaşama biçiminin simgesidir, onun yitirişi (ve yitirilişi) bir dönemin de kapanmasının simgesidir aslında. Seksenler, doksanlar sonrası yönetimlerde, ondan sonra gelen yöneticiliklerde (elbet bunun tüm başka kademeler içinde geçerli olduğunu düşünürüm) değişen yalnızca isimler değil; bakış açıları ve zihniyetlerdir de. Gelişme gibi gösterilen şaşalı tüm yatırımlara ve faaliyetlere karşın bunun ne tür bir 'değişiklik' olduğunu beraberce yaşıyoruz; anlayabilenler, görebilenler, anlamak ve görmek isteyenler görüyor.
TED Vakfı Okulları, ODTÜ Rektörlüğüyle birlikte kotarılan bir 'büyük hamle' ile ODTÜ arazisine, İncek yolu üzerindeki yeni kampusuna taşındı. (Sanırım bu arsa hibesi karşılığında TED Vakfı'da ODTÜ Kampusuna öğretim üyesi villaları yapmıştı.) Kolejin adı ile simgeleşen Ankara'nın Kızılay'ın arkasında kalan semtdeki eski binalarla bakalım daha ne tür hamleler yapılacak.
Efendim şehre epeyce uzak bu yeni Kolej Kampusuna öğrenci servis hizmeti veren üç minibüs geçen yıl ve bu öğretim yılında kaza yaptılar ve gencecik çocuklar hayatlarını kaybettiler. En son geçen hafta meydana gelen kazanın da bilançosu ağır. Kaza ertesi aracın bu tür taşımacılığı kontrol ve disiplin etmek için kullanılan, belirli kuruma bağlı ve C plakalı (yasal -öğrenci- servis plakası) olmadığı üstelik te aracın hacizli bulunduğu anlaşıldı. Televizyon görüntülerinde araç içinde boş bira şişeleri izleniyordu. Şimdi gazetelerden alıntıyla Vakıf Başkanı aynı Pehlivanoğlu'nun bu kaza ertesi ne söylediğine bakalım:
" C Plakası peşinde koşamayız. Bu yürürlükteki sistemin sorunları var biz kendi sistemimizi koyuyoruz."
Aynen değilse de bu çerçevede sözler. Mevcut kurallar, yönetmelikler TED Vakfı Yönetimini bağlamayabiliyor. Ama beğenmediklerinden ama başka nedenlerle diledikleri gibi davranabiliyorlar. Ne ala! Burası Türkiye. Herkes canı istediğini yapar, kanun ve kurallar biz istediğimizde uyulup, istemediğimizde bir kenara atılacak laf salatalarıdır aslında.
26 Eylül'den birkaç gün geriye gidelim. 23 Eylül 2005. 68 Kuşağı'nın gözüpek, yiğit devrimcisi Taylan Özgür'ün 1969'da katledilmesinin üzerinden 36 yıl geçmiş. Değişik dönem alıntılarında Deniz Gezmiş'in O'nun yanında gömülmek isteği belirtilir. Dünyayı daha adil, daha yaşanılır kılmak adına sesini yükseltirken henüz 21 yaşındayken öldürülen Taylan Özgür'ün Ankara Cebeci'deki mezar taşında usta şair'den şu dizeler kazınmış: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine"
Efendim benim de üyesi bulunduğum ODTÜ Mezunları Derneği'nin Ankara Vişnelik Lokalinde bu yıldönümünün ertesi (24 Eylül, Cumartesi) bir anma düzenlenmiş. Pek iyi. Akşamüzeri bu etkinliğe yetişemedim, kaç kişi katıldı bilemeyeceğim ancak aynı gün saat altıda lokalin çevresini ana baba günü buluyorum. Değil içeri girmek, yaklaşmak bile mümkün değil. Ya; bu anma etkinliği ertesi, bir kalabalık olmasın? Hemencecik işin aslını anlıyoruz. Lokalin bahçesinde Şebnem Ferah Konseri varmış gece 21 de, bu izdiham yeni yirmibir yaş gençlerimizin konsere katılma telaşıyla ilintili. Taylan Özgür Ağabeylerine yönelik, arka odanın kenarındaki panocuğa asılan iki üç sayfalık metinlere hiç birinin göz attıklarını sanmıyorum!
Sevgili Rüştü Yüce Hoca. Senin yitirilişinin ne bu servis araçları kazalarıyla ne de Şebnem Ferah Konseri'yle ilişkisi var. Bugünlerde gündemi dolduran, bilimadamlarının konferansları, özelleştirmeler ve Kıbrıs'la da hiç bir bağlantısı olmaz.
Hocam, senden sonra kimi rektörlere, üniversitelerinin CEO'su diyorlar!
Haberin olsun.
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 8 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ŞARAP PARASINA MASALLAR -6 |
|
Bütün masallarda akıl almaz hazineler, tılsımlı sözcükler, dipsiz kuyular, çaresizlikler ve sonsuz mutluluğa açılan kocaman bir kapı vardı. Tükenmeyecek bir servet ve erişilmiş muratlarla masallar sona erer. Masal ile gerçek arasında tek tutarsızlık mutlu sona ilişkindir. Gerçek yaşamda servet tükenir ve prenses dırdırcı bir kadın, erkek alkolik ve sorumsuz bir kocaya dönüşebilir.
Tesettürlü kızın masalı bütün masallar kadar güzel başladı. O adamı sevdiğini, onun gözlerine baktığında içinin eridiğini ve yüreğinden ona doğru süt gibi beyaz, kar gibi tertemiz binlerce martının aynı anda uçtuğunu hissediyordu.
Daha önce de birilerin sevmişti. Lise yıllarında büyük sınıflarda bir oğlan vardı. Tenefüslerde, okul çıkışında gülüşüp konuşurlardı. Hatta bir keresinde okulda gülüp, konuşmaların biraz ötesine geçmişler okuldan kaçıp İnciraltı taraflarında büyük bir parka gidip sahilde oturmuşlar, ağaçların altında çimenlere yan yana uzanmışlardı. O sivilceli oğlan o gün boyundan büyük laflar etmiş, onu ne kadar sevdiğini, onunla evlenmeyi istediğini bile söylemişti. Ama oğlanın o gün söylediklerinin hepsi masallar kadar uzak, gerçek olamayacak kadar ucuzdu. Birde sürekli ellerini tutmak ve onu öpmek istiyordu. O zaman daha çok cahildi. Oğlan onu öperse başka bir erkek bir daha onu istemez, kirlenirim, mundar olurum diye düşünüyordu. Oğlanın yalvarmalarına yakarmalarına dayanamayıp sürekli ısmarladığı kola ve dondurmaların hatırına kendini bir kez dudaktan öptürmüştü. Oğlan onu öperken neredeyse orada küt diye düşüp heyecandan geberecekti.Ayrıca okul formasının üzerinden göğüslerini de sıkmıştı. Oğlanın bunu neden yaptığını hiç anlamamıştı, çünkü onun canı yanmıştı.
Sonra o oğlanın başka kızlarla da gezdiğini hatta diğer oğlanlara kendisi hakkında yalanlar söylediğini duymuştu. Bir daha hiç kimseye yüz vermemişti. Ama şimdiki başkaydı. Ne hissettikleri nede içinde kıpırdayan hevesler eskiden yaşadıklarına benziyordu. O saçları şakaklarından beyazlamaya başlayan erkeğin yüzüne dokunmak, boynuna sarılmak ve onu öpmek istiyordu. Erkeğin ondan istediği hiçbir şey yoktu. O sadece konuşuyordu, dinliyor ve gerektiğinde susuyordu. Onlar birlikteyken okuldan, işlerden, artan ev kiralarından ve ara sırada izledikleri televizyon dizilerinden söz ediyorlardı. Birlikte çok gülmüyorlardı ama konuşmaktan ve anlatılanları dinlemekten büyük bir keyif alıyorlardı. Kız aşkın artık böyle bir şey olduğunu düşünüyordu. Sıkıcı konuları bile büyük bir keyifle paylaşmanın, birlikte çay içip bir parça kremalı pasta yemenin bu kadar güzel olmasının başka bir anlamı olamazdı.
Tesettürlü genç kızı adam her zaman getirip sokağın başında bırakıyordu. Sokağa girmiyor ve kızın evine kadar onunla yürümüyordu. Bir keresinde hava iyice kararmış ve deli gibi bir yağmur başlamıştı. İkisi de birbirlerine olabildiğince yakın yürüyüp şemsiyenin altına sığınmaya çalışıyorlardı. Adam ıslanma pahasına kıza şemsiyesini verip onu sokağın başından evine uğurlamış "Laf olmasın, şemsiyeyi al ve sen evine git. Ben buradan geri döneyim." demişti. Son zamanlarda otobüs durağındakilerin meraklı bakışlarından kaçmak için adam artık otobüs durağına tesettürlü kızla aynı saatte gelmiyordu. Kıza "Senden bir sonraki otobüsle işe gidiyorum. Duraktakilerin manalı bakışlarından ve sürekli üzerimize çevrilmiş gözlerden rahatsız oluyorum."demişti. Tesettürlü kız, "Bakan baksın, boş ver. Biz sadece arkadaşız. Kötü bir şey yapmıyoruz. Niye rahatsız olalım ki?" diyordu. Adam yine arada sırada kızı arabasına alıp iş yerine götürüyordu. Ama arabasıyla kesinlikle kızın kapısının önüne kadar gitmiyordu. Onu sokağın aşağısında bekliyordu.
Bir akşam adam yine kızı iş yeri çıkışında arabasıyla bekledi. Kız arabaya binince arka koltuğa eliyle uzanıp küçük bir kutu çıkardı.
- Sana küçük bir hediye aldım. Bilmem beğenecek misin?" diyerek kıza uzattı. Kız bu hediyeye bir anlam verememişti.
- Neden aldın, bu gün benim için özel bir gün değil ki.
- Caddede yürürken bir vitrinde gördüm. Çok hoşuma gitti. Alıp sana vermek istedim. Hepsi bu işte.
- Teşekkür ederim. Zahmet etmişsin.
Kız hediye paketini açınca içinde yarım küre şeklinde küçük bir fanus buldu. Fanusun içinde küçük bir ev ve iki çam ağacı vardı ve fanusu sallayanıca çam ağaçları ile küçük maket evin üzerine döne döne karlar yağıyordu. Hediyesini salladı ve bakışlarını küçük cam fanusun içindeki karlara odakladı. Gözleri küçüldü, yanakları gamzelendi, dudaklarına küçücük bir çocuk gülümsemesi gelip oturdu. Adama teşekkür edip hediyeyi çok beğendiğini söyledi.
Birkaç gün sonra tesettürlü kız da adama yumuşacık yünden insanı sımsıcak tutacak boğazlı bir kazak alıp hediye etti. Hediyesini adama verirken "Soğuk havalarda giyersin, hem boğazlarını da sıcacık tutar."demişti. İşi giderken değil ama hafta sonları o kızla buluştuklarında adam her zaman bu kazağı giydi. Ve kazak gerçekten ayazı keskin olan bu kentte adamı sıcacık tutuyordu. Kızın aldığı kazağın pahallı olduğunu, onu olmak için kızın çok para vermiş olabileceğini düşündüğünde biraz rahatsız oluyordu.
Kış ortasında bir gün tesettürlü kız adamı evine davet etti. Adama kendi elleriyle yemekler hazırlamak, ona değer verdiğini hissettirmek istiyordu. Adam bu teklif karşısında önce durakladı, "Gelmek isterim ama nasıl olur? Gören, duyan sana ne der? Huzurun kaçar, sıkıntıya düşersin." gibi bir sürü şey söyledi. Kıs çok ısrarcı olmayacağını, eğer gelebilirse sevineceğini söylediğinde adam da isteksizce razı oldu.
Masal bir kez daha yeniden kendine akmak için başka bir dere yatağı bulmuş ve olayların gidiş yönü değişmişti.
Seyfullah Çalışkan seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Bir Hazan Akşamından Esen Rüzgâr...
'Bir akşam düşün;
Ufukta evlenmiş morla kızıl,
Kara gölgeler serilmiş kaldırımlara;
Uzamış yalnızlıklar...
Mazinin rengi gökkuşağı anılar deryasında;
Hüzün kadehinden doyasıya içmiş gece
Bulutlarla kol kola...'
Ada sahilleri bomboş bu akşam. Dalgalar çarpıyor yüreğimin kıyısına, çığlık çığlığa. Yalayıp geçiyor yüzümü, karşı yakadan elini uzatan poyraz. Buğulanıyor ışık sarhoşu manzara.
Kuru yaprakların hışırtısı örtmüş kimsesiz yolları. Salkım söğütler ağlamaklı; bükmüşler boyunlarını, kabullenmişler sanki kaderlerini. Balıkçı barınağından süzülen aydınlık yakıyor çimenleri, içli şarkılara bulayıp. Kırık dökük teknelerin arasına kadar sokulmuş hüzün. Evler soluksuz; kederli bir gülümseme kalmış renksiz pencerelerde yaz mevsiminden hatıra. Sokak lambaları bile bir bekleyiş içinde; umutla haykırıyorlar sorgulayarak vuslatımızı.
Çırpıp duruyor kanatlarını içimdeki hasret; umutla bakmak istiyor sabahlara, umutla kucaklamak istiyor yeni günleri. Belirsizliklere isyan ediyor çaresizce; kahrediyor sensiz zamanlara, kahrediyor tek başınalığa.
Adımlarımı sayıyorum bir bir... Göremez oluyorum ileriyi; tökezliyorum yokluğunda...
Sen dolduruyorsun düşüncelerimi bu akşam...
Sen dolduruyorsun gözlerimi...
Sen...
'Öyle bir akşam ki;
Susuzluktan yanmış umut,
Bir yudum teselli aramakta...
Dizeler sevdanın girdabında, küskün;
Tebessümler kurumuş son yazın dudaklarında;
Benzi soluk ve kimsesiz...
Akıbeti belirsiz sisli yarınların;
Kırağı düşmüş yanaklara...'
El ele geçirdiğimiz anları sayıklıyorum biteviye. Bakışlarının sıcaklığında kayboluyor kalemim, mazide yürüdükçe adımlarım. Ellerim yüreğini okşarken, sevdalı sesini dinliyor gözlerim.
Martılara eşlik ederken gemi güverteleri, dans ediyor yunuslar ilkyaz düşlerinde. Kıpır kıpır dalgalar; pamuk kümeleri yapışmış her birine. Bahçelerdeki mimoza dalları mor salkımların hazin bakışlarına dokunuyor. Beyaz leylakların tomurcuklarıysa ıhlamur ağacına nispet yaparcasına gülümsüyor, nazlı ve mağrur.
Duygularımız çağlayan olup kaynıyor, dizelerimizden dökülüyor usulca. İçimize işliyor soğuk rüzgârlar; ıslak kokularıyla doluyor ciğerlerimiz. Tenimizin sıcaklığı ısıtmaya çalışıyor günü. Perdelerin arasından sızan ılık güneşi seyre dalıyor gönüllerimiz; kulaklarımızda bir sevda şarkısı. Gözlerimiz birleşiyor... Bütünleşip yürüyorlar sevgiye... Hasretlerden yıpranmış, yorulmuş ama hala doğduğu anki kadar hızla çarpıyor aşkımızın kalbi. Çevremizi sarmalayan sisi silmeye çalışıyor gözyaşlarımıza bulanmış parmaklarımız. Yaşama inat, korkmuyoruz akşamı yaşamaktan... Korkmuyoruz yarınlardan...
'Ve o akşam,
Yok edelim gri bulutları gökyüzünden,
Yüreğimizin kırıklarını toplayalım
Titreyen avuçlarımızda...
Mutluluğun kalbinden çıkaralım hançeri,
Gözlerimize yapıştıralım sevdalı mısraları;
Silelim kalemlerimizdeki dumanı
Son bir çabayla...'
Bu gece hiç bitmesin diye yalvarıyorum karanlığa... Hiç sabah olmasın, güneş hiç doğmasın; unutsun ışıklar dünyanın varlığını... Saklasın bulutlar gündoğumunu karşı dağların ardına; esir etsinler sarı huzmelerini şafağın... Hazan yapraklarını savursun poyraz çam ağaçlarına; kükresin bulutlar, yaksın şimşekler! Kavrulsun bu dünya, bu köhne şehir, bu Ada!
Yalnızca ikimiz kalalım...
Hiç kimse ulaşamasın artık sevgimize...
Hiç kimse değemesin yüreğimize...
Dinle beni sevgili, dinle...
'Gitme bu akşam;
Anlamsız sözcükler uyduracağım sana
İkimizin duyacağı yalnızca...
Birbirine kavuşturacağım güneşle ayı,
Yıldızlardan çalacağım sessiz notaları;
Yağmur olup düşeceğim susuz yangınlara, gitme...
Kadere boyun eğen suskunluğumu yanıltıp
Sevgimi fısıldayacağım dudaklarına...
Yeter ki kal...'
Feride Özmat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen İki Sevgili Arasında |
|
Bir anda düşüverdi aşkın kucağına, üstelik sıcağı sıcağına. Henüz ne olduğunu bile anlayamadan takılıverdi, hem de iki sevgilinin birden ağına.
Ne kadar da hazırlıksız yakalanmıştı. Belki; geçirdiği onca sakin günü düşünerek yeni yaşamını da kolay sanmıştı. Bundan sonraki günleri de böyle telaş içinde geçecek ise yanmıştı.
Asıl derdi; her iki sevgiliye de yeterince zaman ayıramamış olması ve en heyecanlı yerinde zamanın dolması idi. Şu lanet zamanın bu denli hızlı akmasına çok sinirlendi. Sevgilileri ile bu konuyu konuşmak istedi. Dinlemediler bile, hatta soramadı bile. Sormaktan bile ürkmüştü, çaresizlik zaten belini bükmüştü. Çare; sadece bu duruma alışmaktı ve kısacık zamanlarda aşkı tanımaya çalışmaktı.
O da öyle yaptı ve daracık zamanlarda tadabildiği kadar aşkı tattı. Buluşur buluşmaz alelacele öpüşmeler, bir dokunuş, bir okşayış, daha önce yaşamadığı duygular bir nebze olsun yaşamına renk kattı. Kattı katmasına da, birlikteliklerin bu denli kısa olmasına da iyice tepesi attı.
Bazen sevgililerden birini hiç göremediği zamanlar da vardı. Bir sonraki buluşmada; "Neredeydin ?" diye sormak için dahi zaman dardı. Öyleyse; buluştukları zaman yanına kardı. Sonuçta; herkes bekardı, zamanında buluşmaya gelene bakardı, gelmeyeni kim takardı ?
Biraz soluk aldığı zamanlar, tek başına gezindiği zamanlar da olmuyor değildi. Değişik yerler görebiliyordu. Bu durumu da sevmeye başladı. Bir köşede biraz dinlenebilmek, kendi başına yaşananları düşünebilmek de güzeldi. Acaba hangisini seçmeliydi ? Yoksa; hiç seçim yapmadan böyle olduğu gibi mi sürdürmeliydi ? "Kopsun inceldiği yerden, kime ne ola ki; iki sevgili birden" diye düşünürdü çoğu zaman. Zaten bu hızlı geçince zaman, hiç kimsenin üzerine düşemezdi öyle aman aman. Hem zaten yoktu öyle aşkından da tutuşup yanan. Nerede o eski aşklarda anlatılan canan ? Şimdiki aşkların alevi saman. Öyleyse; "Görelim bakalım kimmiş yaman" dedi.
Hiç bilmiyordu niye ama bazen bir hamakta, keyif yaptığı da oluyordu birkaç saniye. "Bu koşuşturmaca daha ne kadar sürecek ?" diye, düşünmekten de kendini alamıyordu. O kadar kısaydı ki zaman, şöyle ağız tadıyla hamak keyfiyle hayallere de dalamıyordu. Yorulmaya başladığını hissetti. Bu telaşlı buluşmalar artık canına tak etti.
Hem yorulmuş, hem de yıpranmıştı. Üstelik hayli hırpalanmıştı. Kolay iş değildi iki sevgili ile birden aşık atabilmek. Kolay değildi bir o sevgilinin kucağında, bir bu sevgilinin kucağında, üstüne üstlük uslu uslu yatabilmek. Kısacık zamanlara sığdırılmış bu hızla yaşanan aşklar, ister istemez ömürden de neler çalıyordu neler ? Bir anda; müthiş bir acı duydu bedeninde. Tüm yorgunuluğu bir anda çöküverdi üzerine. Daha ne olduğunu anlayamadan, şu sözlerle göçtü gitti yaşamdan :
- Patlattın abi topu ..! Öyle çat çut smaç vurursan top mu dayanır ?
"Hay seninle pinpon oynayan da kabahat ..!"
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
YazıYorum : Leyla Ayyıldız ÇIĞLIK ÖYKÜLÜ KADINLAR - Sevgi (4.Bölüm) |
|
Gerçek bir yaşam öyküsüdür...
Şoförün yanına oğlanı oturttular. Kız, onun yanındaydı. Sevgi de sağ tarafa, cam kenarına oturdu. Mahalleli arabanın etrafına birikmiş, buruk bir hüzünle onların gidişini izliyordu. Yaşlı bir kadın, Sevgi'den camı aralamasını istedi. Eline iğne oyalı bir yazma tutuşturdu.
-Bunu benim için sakla yavrum. Bir ihtiyacın olursa haber ver. Ne yapıp, eder, ulaşırız sana. Eğer o koca şehirde yapamazsan, inat etme, geri dön. Kal sağlıcakla. Hakkını da helal et.
'Asıl siz edin.' dedi, sesinin titremesini gizleyerek.
Ah şu veda törenleri... Hüzün... Hüzün... Dibine kadar hüzün... Bir gün önce dokunabilecek kadar yakınken, ertesi gün ulaşamayacak kadar uzak kalanların ayrılıkları.
Minik bir oğlan çocuğu, köpeği tasmasından sıkı sıkı tutarak Cem'e el salladı. Küçük oğlan, dişlerini sıktı, dudaklarını büküp, aşağıya sarkıttı. Ablasının üzerinden annesinin eline uzandı. Annesi bu minik eli sıkıca tuttu. Teselli etmek istercesine parmaklarını okşadı. Mırıltıyla; 'Sen bizim erkeğimiz olacaksın yavrum.' dedi.
Ağlamadı oğlan. Bu sözü duyunca hiç ağlamadı. Köpeğe ve arkadaşlarına bir kez daha bakıp, başını hafifçe yukarı kaldırdı. Büyümüştü... Bakışları da, kendi de; birden büyümüştü.
Artlarından su döktüler. Kadınlardan biri, su döken diğerini uyardı.
-Kabı yere değdirmeden yeniden ağzına kadar su doldur.
-Gitsinler garipler. Kurda kuşa yem olmasalar bari.
-Yüz kere söyledim dinlemedi; gitme dedim. Çavuşların Cemali'ne düşünmüştüm onu. Onun da karısı öldü, üç çocuğu birlikte büyütürlerdi.
-Hep böyledir zaten; inadı inattır, burnunun dikine gider.
Kamyonet ilerledikçe artlarında bıraktıkları her şey küçülüyordu. Önce uğurlayanlar küçüldü, sallanan eller seçilmez oldu. Sonra, peşlerinden koşan köpek ufaldı, gözden kayboldu. Sonra, evleri; tepenin üstünde minik bir kartal yuvası gibi göründü. Dumanı tütmüyordu... Ardından sokaklar... Ardından tüm kent geride kaldı.
Şehir dışındaki mezarlık yanından geçerken, kız annesinin kolunu sıktı.
-Anne beş dakika duralım.
Sevgi ses etmedi bir süre. Sustu. Derin bir nefes alıp, güçlü bir ses tonuyla yanıt verdi.
-Dün uğradık kızım, babana veda ettik ya. Yolumuz uzak, Abiyi de yolundan alıkoymayalım. Vakitlice gidelim.
Durdurmadı arabayı. Mezarlığa baktı uzun uzun, en taze mezarların üzeri bile yeni yağan karlarla kaplanmıştı. İçi titredi, istediği gibi bir mezar yaptıramadan ayrılıyordu. Boş tarlalarda gezindi gözleri. Başını hafifçe geriye çevirip, sislerin ardında gittikçe silikleşen şehirde kayboldu gözleri.
Ahmet'in ona dokunduğu ilk gece; boynuna yüzgörümlüğünü taktığı an geldi hatırına. İçi ürperdi. Ellerini gerdanına götürdü, kolyesini kontrol etti. Takıldığı günden beri hiç çıkarmadığı kolyesinin üzerinde parmakları gezindi. Mezarlığa doğru baktı yeniden. Sonra, hala parmağında duran alyansına dokundu. Alyansını çıkarmamıştı, çıkarmaya da hiç niyeti yoktu. Sağ gözünden bir damla yaş aktı. Çocuklardan taraftaki sol gözü kupkuruydu. O, ağlamadı. Süzülen yaş, yanağından boynuna doğru indi. İç çekmek istedi. Kendini tuttu.
Ahmet'in silueti yol kenarında durmuş, her yerden onlara bakıyordu. Kah kızın doğumundan sonra, kapı aralığından Sevgi'ye göz kırpan adam oluyor. Kah, eve aldıkları çamaşır makinesini kurduktan sonra, alnındaki terleri silerken Sevgi'nin gözlerindeki mutluluğu sorgulayan adam oluyor. Kah karısına sımsıkı sarılıyor, kulağına; içinde 'Sevgi' kelimesi geçen şarkılar fısıldıyordu.
Oğlanın sünnetinde nasıl ağlamıştı gizlice. İlk kez o zaman mı ağlamıştı? Koca adam, susmuştu susmuştu da, sıkmıştı sıkmıştı da dişini, sonra nasıl birden bırakmıştı. Küçük bir çocuk gibi iç çekerek, hıçkırarak ağlamıştı. Dağ gibi adam Sevgi'nin göğsünde yitip, gitmişti. Sonra nasıl karışmıştı gözyaşları birbirine.
Kaç çiftin gözyaşları birbirine karışmıştır? O tuzlu su; kaç çiftin gözlerinden ayrı ayrı akıp, tek bir yol olup da birleşmiştir? Burunlarını çeke çeke, hıçkırıklarla kaç çift birlikte ağlamıştır. Sonra da 'Mutluluktan ağlıyorum.' diye birbirlerine fısıldamışlardır? Kaç çift birbirini bu kadar sevmiştir?
Ah, öbür yarınızı kaybettiniz mi hiç? Yaşar Kemal bir kitabında 'Avradı ölmedik herif, herifi ölmedik avrat olur muymuş?' dese de, parça parça dağlanmış bir yürekle, sevdiğinizi bırakıp gittiniz mi? Allah kimseye vermesin.
Sağ gözünden yeni bir damla daha süzüldü.
Yutkundu.
.....
-Sanırım büyük şehre taşındığımızın ikinci yaz tatiliydi. Annem, babamın söz verdiği o bisikleti; ne yapıp, edip, bana aldı. Evimiz; uzaktan bakıldığında üst üste yığılmış gibi duran gecekondulardan oluşan bir tepedeydi. Yolu, izi olmayan, açık alan bulmanın mümkün olmadığı bu mahallenin en tepesine çıkar, dilim dışarıda bisikletimin pedallarını çevirirdim. O koca kentin, İstanbul'un tek hakimi ben olurdum.
Zetina Dikiş Makinesi... Evet, tam adı buydu. Tıkır - tıkır, tıkır - tıkır. Tıkır da tıkır. Kayıp giden kumaşın hışırtısı ve tık - tık - tık , tık - tık - tık vuran iğnenin sesleri. Artık bu ses; yaşamımızın ayrılmaz parçası olmuştu. Deli gençliğimde anneme çıkıştığım zamanlar olurdu, bir göz odanın içinde ders çalışmaya çalışırdım. Elimde kitap... Önce sesleri duymazdım, ne zaman kitaba olan konsantrasyonum bozulsa, okuduklarımı anlamasam, sesimi yükseltirdim: 'Anne işin ne zaman bitecek?'
Tıkır - tıkır, tıkır da tıkır.
Ayaklarında kısa çoraplar olurdu. Eskimiş, burnu liğme liğme dağılmış bir terlikle pedala basardı. Sağ ayağı ilerde, sol ayağı biraz geride, terliğin içinden ayak parmaklarını oynatışı seçilir, pedala şaşmaz bir ahenkte, aşağı yukarı basardı. Dikiş makinesi üzerine eğilmiş bedenine gün geçtikçe hafif bir kambur yerleşti.
İğnenin ucuna ipliği geçirirken, ipliğin ucunu yalayarak sivrileştirmesini izlerdim. Sonra diğer eliyle iğneden geçen ucu çekişini. Sonra, iğnenin altındaki, ortası yarık metalin ardına ipi atışını. Arada, dikiş makinesinin sağ yanında dönüp duran metal çemberden çıkan lastiği yuvasına yerleştirmesini...
Bir sandığın üzerinde Burda dergileri üst üste dizilmişti. Bizim evde bu dergiler kutsal kitaplar kadar saygındı. Annem kimsenin dokunmasına izin vermezdi. Bu dergilerin arasında; üzerinde sarı, kırmızı, mavi, yeşil renkte, milyonlarca çizgiler olan katlanmış kağıtlar olurdu.
3194a-38 ... Yere serilen bu kağıtların üzerine, parşömen kağıdı iğnelenir, renkli çizgiler ve sayılar kalemle takip edilirdi. 'Kızım' derdi annem, '3194a-40'a bakıyorsun, 3194a-38 olacak'. Bu; dikilecek giysinin 38 beden olacağını ifade ederdi.
Kesilen kalıplar çift kat kumaşın üzerine iğnelenir, kalıbın dış kısımları kalem gibi sivriltilen sabunla işaretlenirdi. Bu sınırlardan yaklaşık bir santimetrelik boşluk bırakılarak kumaş kesilirdi. Sonra kumaşın zıt renginden iplikle bol teyel yapılır, iki kat kumaş aralanır, ipler ortalarından dikkatle kesilirdi.
Ablamla birlikte, anneme yardım etmeyi en çok sevdiğimiz iş; kumaşlar dikildikten sonra bu küçük ip parçalarını iğne ucu ile çekerek, temizlemek olurdu. İpleri çekerken ablamı izlerdim, o da dilini annemin yaptığı gibi, dudağının bir yanına, dışarı doğru çıkarır, sağa sola çevirirdi. Bu; işini ne kadar özenle yaptığını gösterirdi.
Her şey hatasız olmalıydı. Yanlış bir makas darbesi, günlerin emeğinin boşa gitmesine sebep olabilirdi. Bir daha aynı kumaşı bulamama, müşteriyi kızdırma ve kaybetme riski vardı.
Ne büyük bir emek, ne büyük bir sabır gerekirdi.
Tıkır - tıkır, tıkır da tıkır. Bu ses hep odanın içinde yankılanırdı.
'Anne çalışamıyorum, ne olur.'
Zamanla evin içine ağır bir kumaş kokusu sindi. Pencere, kapı sürekli açık bırakılıp, ev havalansa da, evimiz hep; çamaşır satan bir mahalle pazarcısının deposu gibi koktu.
Annem gün geçtikçe daha sessizleşti.
Dikiş makinesi konuştu, o sustu. Dikiş makinesi konuştu, o sustu. Dikiş makinesi konuştu, o sustu.
Hep sustu...
Devam edecek...
Leyla Ayyıldız layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 22 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Bugün sizlerle ilk olarak Aylin Aslım ve Tayfası'nın son albümü "Gülyabani"yi, ardından analitik psikolojinin babası Carl Gustav Jung'un yasak aşkını konu alan "Esir Ruhlar"ı ve son olarak Ortadoğu ve Türkiye üzerine yazdığı kitaplardan tanıdığımız Bernard Lewis'in "Haşişiler" kitabını sizlerle paylaşacağım.
GÜLYABANİ / AYLİN ASLIM VE TAYFASI :
Başarılı rock gruplarından Aylin Aslım ve kadınlardan oluşan tayfası "Gülyabani" adlı ikinci albümünü çıkarttı.
Gülyabani karakterini pek çok kişi Kemal Sunal'ın "Süt Kardeşler" filminden hatırlasa da aslında, halkın boş inançlarını eleştirmek ve cinlere, perilere inanmanın yanlışlığını göstermek için Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın yazdığı bir romandır.
"Gülyabani" albümü Aylin Aslım'ın ilk albümünden çok farklı bir sounda sahip. İlk albümde Aslım bir kadının şehir hayatı ile mücadelesini, tek başına yaşamanın ve tabii ki aşkın zorluklarını ele alırken, "Gülyabani" albümünde bir kadın yerine pek çok kadının kimliğine sahip oluyor. Mesela bir yanda "Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam" diyerek kanto yaparken diğer yanda "Doğduğum günden beri mecburen içerdeyim, en doğrusu böylesi, dışarı çağırmayın, gülyabiyim ben, pek yabaniyim ben" diyerek içine kapalı, hayata kızgın bir kadının kimliğine bürünüyor.
Müzikal prodüktörlüğünü Sunay Özgür'ün yaptığı albümde, "Gülyabani" parçası da dahil 11 parçadan 10'unun söz ve müzikleri Aylin Aslım'a ait.
Özkan Uğur "Ahh", "Ben Kalendermeşrebim" ve "Hadi Buyur" parçalarında, Türkiye'de kadın rap vokalde öne çıkan isimlerden Ayben ise "Gelinlik Sarhoşluğu" şarkısındaki vokaliyle Aylin Aslım'a eşlik ediyor.
Albümün öne çıkan parçaları "Gülyabani", "Ben Kalender Meşrebim", "Ahh" ve "Güldünya".
Farklı bir rock albümü dinlemek isteyenler için Aylin Aslım ve Tayfası'nın "Gülyabani"si ideal tercih.
ESİR RUHLAR (THE SOUL KEEPER) :
Doktor - hasta ilişkisi, sinema sektörünün en sık kullandığı temalardan biridir. Yakışıklı doktor, genç ve güzel hastasını önce iyileştirir sonra da aşık olur. Ardından pek çok olay yaşanır ve final hüzünle sonlanır. "Esir Ruhlar" filmi de doktor hasta aşkını konu alıyor ancak doktor analitik psikolojinin babası sayılan Carl Gustav Jung, hasta ise Sigmund Freud'un öğretilerine zemin hazırlayan çalışmalara imza atan Sabrina Spielrein olunca işler biraz değişiyor ve karşımıza izlenesi bir film çıkıyor.
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Rostov'da dünyaya gelen Sabrina'ya 19 yaşında yoğun depresyon teşhisi konuyor. Bunun üzerine genç kız Zürih'teki Burghözli hastanesine kaldırılıyor ve Carl Jung'un gözetimine veriliyor. Jung evli ve bir çocuk babası olmasına rağmen doktor hasta ilişkisi tutkulu bir aşka dönüşüyor. Genç kadın aşkın ve birkaç yıl süren psiko analitik metotların sayesinde sağlığına kavuşuyor. Ancak yasak aşkın karşısına pek çok engel çıkmaya başlıyor. Zor bir dönemde başlayan bu ilişkide çift engellere karşı koyabilecek midir?
1977 yılında ortaya çıkarılan mektuplardan yola çıkılarak beyazperdeye aktarılan "Esir Ruhlar" ile Carl Gustav Jung'un özel hayatı deşifre ediliyor, tutkulu bir hasta doktor ilişkisi gözler önüne seriliyor.
Film, Jung'un psiko analitik yöntemlerine fazla eğilmiyor; daha çok yasak aşka odaklanıyor. Bu açıdan "Esir Ruhlar" psikolojik terimlerle ilgisi olmayanları sıkmıyor ve romantizm meraklılarını kendine çekiyor.
HAŞİŞİLER / BERNARD LEWİS :
İslam dini ilk büyük sarsıntıyı Hz. Muhammet'in vefatı ile yaşamıştır. Çünkü İslam peygamberi kendisinin halefini belirlememiştir. Onun vefatının ardından Araplar eski usulle bir halife seçmişlerdir ve Hz. Ebubekir halife olmuştur. İşte bu noktadan itibaren ayrılık çıkmaya, peygamberin yeğeni ve damadı olan Hz. Ali'nin halef olmasını öne sürenler Ali Şia'sı sonraları Şia olarak adlandırılmıştır.
İslam'daki ilk ayrılık döneminin ardından Şia'nın İsmailiye kolundan çıkan Haşişiler ise Ortaçağ dünyasına damgalarını vurmuşlardır. Haşişiler'in nihai hedefi Sünni düzeni yok etmekti. Ancak bu yoldan çok daha farklı bir şekilde dünyaya nam saldılar. Onlar profesyonel suikastçılar, günümüzün kiralık katillerinin ataları sayılırlardı. Asıl hedefleri daha çok İslam ülkelerinin liderleri olmasına karşın ilk Haçlı kurbanlarının Kudüs Latin Krallığı'nın kralı Montferrat'lı Conrad'ın canını almalarıyla Avrupa'da büyük ün kazanmışlardı. Hatta bu nedenle katil, suikastçı kelimesi Avrupa sözlüklerinde "assassin" olarak belirmeye başladı. Ortaçağ'ın bu radikal tarikatı Haşişiler ile ilgili daha fazla bilgi almak istiyorsanız, Ortadoğu ve Türkiye üzerine yazdığı kitaplarından tanıdığımız Bernard Lewis'in "Haşişiler: İslam'da Radikal Bir Tarikat" kitabı size göre.
serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.205 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SAVAŞ VE ÇOCUK
Savaşın kararttığı topraklardaki çocuğun,
Arkadaşlarıyla oynamak tek düşüdür.
Bombalardan bi haber bu küçük çocuk,
Arkadaşlarının fişek patlattığını düşünür.
Burak Tanış
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
30 EYLÜL 2005
MİAMİ - HAVANA
1992-52'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Film, devrim sonrasında ABD'ye gitmeyi seçen Kübalılar ve iki ülke arasındaki politik çelişki nedeniyle bölünen yaşamları ve bunun iki ülkeye dağılmış Küba toplumları üzerindeki etkilerini irdeler.
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Alın size karmakarışık ama bir o kadar da lezzetli çorba niteliğinde bir web sayfası http://www.werci.info/blog/ hazırlayan arkadaşın ellerine sağlık. İçine limon sıkmadan ve tuz ilave etmeden keyifle okudum ve inceledim. ısrarla tavsiye ediyorum.
Ney sesini duyduğunda içi bir hoş olup, elindeki bütün işleri bırakıp ve hatta aklındakileri bile temizleyecek kadar huzur bulabilenlerdenmisiniz. Ben biraz öyleyim sanırım. Ney konusunda aradığınız bir çok bilgiyi ve kaynağı bulabileceğiniz bir site tavsiye ediyorum http://www.neyzen.com/index.html nota arşivinden ney çeşitlerine kadar bir çok kaynak bu sitede mevcut.
Digital fotograf makinem yok diye üzülmeyin. İnternet üzerinden online foto hizmetleri başladı. Denemek için http://www.beles.org/foto.htm gülümseyin.
Kobilere özel bir web sayfası var http://www.kobifinans.com.tr/ Hiç bir kar amacı gütmediğini bildiğim için rahatlıkla tavsiye ediyorum. Eğer sizin işletmeniz de KOBI sınıfına giriyorsa bu sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Uzmanına sorun kısmında sorularınıza uzman kişiler tarafından cevap veriliyor olması işi daha da güzelleştiriyor.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Baby POP3Preview [80 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=40 Minicik mükemmel bir ön kontrol programı. POP3 hesabınızı önce bununla kontrol ediyor, işe yaramaz masajları seçerek kolayca posta kutunuzdan siliyorsunuz. Ayrıca Spam Listeleri oluşturup sizin seçmenize gerek kalmadan kendiliğinden işaretlemesini sağlıyorsunuz. Öyle kurmaya falan da gerek yok. Tek bir exe dosyasını kullanıyorsunuz. POP3 hesabı kullanan hemen herkese tavsiye ederim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|