|
|
|
6 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sana Ramazan da, bize Şaban mı? |
Merhabalar,
Dünkü yazımızı "Reklamdaki gibi bir Ramazan" dileğiyle bitirmiştik. Bu duygularla bizim dükkana doğru yola çıktım. Yolda bankaya uğramam icabetti ve kısa süreli duruşlar için dikine ayrılmış park yerine girdim. 5-6 dakika sonra geri döndüğümde benim ve yanımdaki arabanın arkasını tam kapayacak halde parkedilmiş bir servis minibüsünü görünce sinir katsayılarımda kıpırdanmalar başladı. Uzağa gitmiş olamaz biraz dart durt edeyim diye düşünürken yan komşum da çıkageldi. Koştura koştura geldiğinden kafasını bile kaldırmadan arabasına bindi, çalıştırdı ve "hop, dur" demeye kalmadan geri geri gidip gacırt minibüse bindirdi. O anda kendine geldi ve hışımla aşağıya inip başladı ince sazdan bağırmaya. Adam kelli felli ama dilinin maşallahı var. Ben kendi derdimi unuttum filmi seyrediyorum. Gürültü bizim minibüs şöförünün de dikkatini çekmiş olacak ki bir anda ortaya çıktı. Adam goril olarak doğacakken kıvamı tutturamayıp hasbelkader insan olmuşlardan. O andan sonra ki konuşmaları aklımda kaldığı kadarıyla nakledeyim isterseniz. "Naptın ulan sen .... Kör müsün gavat?" "Ya ... buraya araba mı parkedilir?" "Git işine ...., zaten Ramazan başıma vurmuş, almıyayım ayağımın altına." "Yuhh zeytinyağı ..., senin için Ramazan da bizim için Şaban mı ...?" Aklımda kalan diğer kelimeleri buraya yazmam mümkün değil. Öyle bir konuşuyorlar ki, araya girip "çek arabanı hemşerim, işim gücüm var gideceğim" bile diyemiyorum. Bu arada telefonlar edildi, polis çağırıldı. Her iki tarafa taraf olan çevre esnafı da kavgaya karıştı, derken yaklaşık yarım saat kadar sonra polis geldi. Bana acıdı, minibüsü çektirdi ve ben azad oldum. Ramazanı hazmedemeyen zarif arkadaşları arkada bırakıp dükkana yollandım. Hazmetmek lafı bu aralar çok moda ya ben de kullanayım istedim, yoksa başkaca bir nedenim yok.
Hem hazım öyle bir sözcük ki, tek başına edildiğinde bile insana dolu dolu gelenlerden. Öyle ya, hazım dediğin yemeyle başlayıp ..çmayla biten bir genel sindirim olayı. Hazım kapasitesini sorgularken insan ister istemez düşünüyor. Aklına da türlü türlü hinlikler geliyor. Haydi diyelim AB bizi yedi, yoğurt moğurt derken şişkinlikte önlendi. Küçük küçük parçalara bölündüğümüzden gırtlaktan geçmekte sorun olmadı. Mideye inince sancılar başladı ama yuttu hapı, içti ayranı sütü idare etti. Sindirebildiğini sindirdi, kalanlar yola devam etti. Ardından başladı en uzun yolculuk, ince kalın derken bağırsaklar arası tüp geçitten geldik son durağa. Ama maksat tüm yenilenlerin hazmedilmesi olunca sorunlar da büyümeye başladı. Öyle ya, insan yediğinin ne kadarını hazmedebilir? Ayrıca istese bile hazmedilemeyecekler de var. Tabi ya, kıllısı var, tüylüsü var, kemiklisi, kılçıklısı var, var oğlu var. Yani bol miktarda posa var. Peki bunlar n'olacak? Elbet bir yol bulunup atılacak. Ve ağızda başlayan hazım ..tte son bulacak. Bu durumda hazım kapasitesi sorunu AB'ye sorun olmaktan çıkıp bizim başımıza geçecek. Kimler hazmedildi, kimler posa olup ..çıldı? Al sana bir başka iç savaş nedeni? Uff amma saçmalamışım. Ramazan başıma vurdu herhalde. Lütfen sizler bu dediklerimi hazmedin, olur mu?
Size Ramazan boyunca eski tangolardan, kantolardan örnekler çalmak istiyorum. İşte bunlardan ilki, Necdet Koyutürk'ün bir eseri Rüzgar gibi geçti. Attila Atasoy söylüyor. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Öp Beni Bulutlarla |
|
ALLAHIM!
Duygularım yağmur gibi boğuluyorum...
Yazarsam, acılarım kelimelerimi kanatacak biliyorum...
Bu defa kolay teslim olmayacağım azıcık gülücükleyip birazcık fasa fisolıycam...
Evliler evine köylüler köyüne,iki çıplak bir hamama yakışır diyeceğim,iki yeni bir eski türkü derleyip feryat figan söyleyeceğim can sütüdyosundan...
Eski canlar eski türküler eski evler eski köyler mi kaldı dünya yurdunda diye, okuyanlar şaşkın bakış atacaklar gören gözleriyle yazdığım yazının tam orta yerine...
Nasrettin hocamızın zamanında kalmış giden baklavalar komşu evine, o günden beri hocanın ikazıyla da sorulmamış baklava tepsisinin hangi eve gideceği, kimin yiyeceği kime nasip olacağı tellallığını bırakmış komşular sordukları o akşam üzerinden sonra...
Hoca da rahatlamış almış başını doğru komşu şehre sultanın davetine gitmiş sırım sırım kürküyle kasım kasım kasılarak iyicene kürküne sarınarak çalmış vira bismillah sultanın yetmiş okka gelen meşe ağacından kapısını tak tak...
Sofra da kuş sütü eksikmiş amma sofranın üzerinde uçuşuyormuş muhabbet adlı kuşlar,
vede etrafında tavaf halinde dönüyormuş süt kuzuları mee mee diye koro halinde o günkü resmi geçit töreniyle...
Ellere var da bize yok mu diye, boy gösterirken koyunlar koçlar,
hocam da ye kürküm yee deyip kürkünün karnını doyuruyormuş, tavşanın suyundan çıkmış tahta kaşıkla...
O zaman ki boğaz köprüsünde bayram, köprüyü geçenlere bayrammış,ayıya dayı diyenlere değil...
Köprü kaptanın köprüsüymüş bu yüzden bedava geçiş hizmeti sunuyormuş, köprünün dijital ekranında birinci sınıf (OGS) geçiş serbest yazıyormuş...
Misafirler çala kaşık tavşan suyu çorbadan içe dursunlar, tencerenin içindeki kepçe dibi buldum dibi buldum,çorba bitti diye, feryat yükselmiş...
Trafik keşmekeşi ve gürültüsünden kimsenin kulağı duymuyormuş kaşığın ağızlardaki şaşkınlığını....
Aşçı da akıl küpü maşallah, maşrapayla kuyudan yamağına çektirdiği suyu boşaltıyormuş ha bire tencerenin içine...
Sıra hocaya geldiğinde sunulmuş çorbası önüne, hocamız da ya ALLAH bismillah
şifası tavşandan suyu sultandan deyip, daldırmış kaşığı tasın içine...
Geri bırakıcak bırakmasına amma ağzı buruşur da o düzeltmez mi lafıyla daveti veren sultanı,çorbanın adını,sunan uşağı,kaşığı, kendi ağzıyla kuş tutmuş gibi seslenir...
En kocaman harflerle ve fıkra olacak lafları seçerek,tavşanın suyunun suyuyla kendi dilinin ucuyla iğnelemiş sultanı ve sultan sofrasın da geviş getirenleri...
Hoca bu!
Adı Nasrettin bir kere hızını alamayıp sultana dönerekten badeler süzerekten aşk ile meşk ederekten YTL,yi veren mikrofonu kapar demiş...
Ben anlatıp yazanların yalancısıyım hoca demişse demiştir, bence ipe un bile sermiştir...
Çünkü hanımından en son canı börek istediğinde hanımı ona çiğ börek yapmıştır hoca bu işe çok şaşmıştır...
Bu defa unu ipe sereyim kurutayım da değişiklik olsun böreği hanım tüp bitti diye bahane edip pişirememiş olsa da kurumuş unun hamuru fazla çiğ olmaz demiş...
Benim akıl testisi su küplüsü hocam....
Su testisi su yolunda kırılır, testiyi kırdıktan sonra dövsem kaç YTL. yazar ki diye söylenirken kocaya kaçan kızını affetmeyip unutamadığı gibi, hocanın ne çömleği nede merdivenlerden yuvarlanırken gömleğin içinde unuttuğu kendisiyle feyzi bereketi unutulur...
Derin düşünen bir akıl ve pamucuk kalbi,gülen yüzüyle ne bindiği dalı kesmesi ne de ters binmiş eşeğiyle balık tutmaya gittiği göl yolculuğu hepsi kulaklara küpe burunlara hızma göbeğe pirsing moda olmuş..
Balıkla yoğurt yersen zehirlenirsin lafına inat, göldeki balıklara yoğurt mayalamak ve bunun yanlış bilim dalı olduğu aksini ıspata kim yeltenir?
Kaç babayiğit hoca?
Hangi ülkenin memleketinde daha kimsecikler doğmadan ıngaa diye gülerek, bir bebek,
Nasrettin adıyla dünyaya gelmiştir ?
Soruyorum size?
Cevapları göl kenarındaki prima beybi kutularına bekliyorum..
Ne demişler damlaya damlaya deniz derya göl olur..
Göle yoğurt çalar biraz da çalkalarsan ayran yapar içer, ayrı düşersin....
Bu yazıyı okuyanlar çok gürültü çıkaracak biliyorum, çıkarsınlar haklarıdır...
Gürültüyü duyan hoca uyur mu çıkacak en meraklı haliyle yatağından, yorganına sarılı kapıda ki haliyle göz süzecek mahalleliye...
Hanımı seslensede içeriden,
Sana ne elalemin üç beş koyunu iki keçisi yat yerine uyu,horla be adam, dese de...
Hoca bu yahu
Anlamazki laftan da ayazdan da üşüse de gecenin içinde bekler şaşkın eşik içinde...
Çin işi japon işi kim yaptı bittisiyle kapkaççılar kaçırırlar hocanın yorganını...
Hoca da gözleride aklı da şaşkın, bakakalır kapkaççıların ardından...
Geriye döndüğünde karısı arkasından
Neymiş bu gürültünün sebebi diye sormaz mı
Kadın dırdırı işte...
Ne olacak be kadın yorganmış tüm dertleri diye dişlerini bileyleye dursun..
Elime sizi bir geçirirsem kazanın yerine sizi doğurtturmaz mıyım diye söylenmiş hanımına doğru, hevimetal yerine gecenin içinde...
Hiç yaşayıp bilemediği zamanın gölgesinde o göl kıyısında dalgın ve ağlamaklı bakan çingene kadın, seslenmiş hoca Nasrettine ...
Yorgan gitti duygular tükendi a hocam demiş...
ALLAHIM sen şahitsin halime,
Ruhum bedenimden gelen dürtülerle cebelleşmede eğer iznin olursa?
Ağlayıp,azıcık kalaylayıp kucağına öyle geleyim...
Hiç bir şey geçiştirmiyor şu kangren olmuş yüreğimi...
Saklı mı tutsam açığa mı vursam canımın yangınlarını bilemiyorum...
Gün kavuşmasıyla da seçemiyorum.. (Gün batmaz kavuşur derdi canım anam)
Akşamın alacası taşıyor kalbimi geceye
Az sonra bembeyaz açılır göz pencerem
Gizli saklı bahçemin içinde ki evime
Tebessüm ederim...
Bugün yine kırıldım,
Ümitsiz ışıksız yaşamaktan...
Ihlamur ağaçlarının altında yıldızlara sarınıp meleklere sığınıp sana geri döneceğim...
Ve türlü sebeblerden ölüme merhaba diyeceğim....
Tarih 3 Ekim 2005 Dünya Zamanı / Yaşamak Zamanı Ne Zaman?
Sabiha Rana http://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
ÖNSÖZ : Ömer Akşahan FALA İNANMA, FALSIZ DA KALMA! |
|
-Baba memleketin neresiydi?
-Posof'a bağlı Gürcistan sınırında bir köy, baba memleketim. Çalışmasaydım babamla Temmuz sonunda gidecektim. Keşke dedemler yaşarken gitseydim diyorum bazen. Küçüktüm zordu gitmek terör olayları vardı. 95'te babaannemi, 98'de dedemi kaybettim.
-Ben keşke sözcüğünü kullanmam. İsteğimin bir gün gerçekleşeceği inancımı hep yüksekte tuttum bugüne kadar.
-Elinizden gelip de yapmadığınız şeyler için kullanılır keşke.
-Yaptıklarının bedelini insan bir şekilde öder zaten. Çoğunlukla yaptıklarımız için kullanıldığını sanıyorum pişmanlık içerir.
-Peki, yaptıklarınızın iyi veya kötü olduğunu nasıl ve ne zaman biliyorsunuz? Yürekten ne zaman inanıyorsunuz, bu zor değil mi?
-Zor değil. Kimilerine göre yanlış sayılan bir şey, başkası için çok doğru da olabilir. Yanlış ve doğru göreceli bir kavramdır. Bu nedenle hayatımda 'keşke'ye yer yok. Yaptıysam, bu benim kararımla olmuştur. Cezası neyse çekerim ya da ödülü varsa alabilmeliyim derim.
-İşte bu kendi doğrularınıza yürekten inanmanızdan kaynaklanıyor. Bu doğrulara gerçekten inanmasaydınız en ufak bir şüphe olsaydı yaşamak hem zor olurdu, hem de yaptıklarınızdan mutlu olamazdınız.
-Aynen.
-Bence böyle, bu şekilde yaşayan çok insan var, yani emin olmadan.
-Kişisel gücümün en önemli kaynağı 'keşke'siz bir yaşam felsefesine dayanır. Dikkat et, keşke ile yaşayanlar karamsar ve mutsuzdurlar.
-Bu yetiyi kazanmak için önce kendinizi, sonra etrafınızdakileri yargılamak gerek, tabii bir de yaşamı.
-Yani kendisiyle barışık olmalı, kendini gerektiğinde acımasızca eleştirebilmeli insan.
-Aynen, empati yeteneği olmalı her şeyden önce.
-Ama kendinin çıkış yolunu da kendi bulmalı.
-Kendini eleştirebilmek büyüklüktür.
-Empatisiz başarı olamaz zaten. Telepati, empati ve yüzde yüz beyin gücünü tanımalı ve kullanmalıyız.
-Empati yaşamın kendisi sanırım, yani doğuştan var, varlıkla ilgili. Ben ve ötekiler sonra bunun etrafında başlıyor tüm yaşam. Ayrıca beyin fırtınalarını çok severim. Peki bu felsefik düşünceler doğuştan getiriliyor da neden herkes uygulayamıyor ya da davranışa dökemiyor? Burada sanırım yaşantı farklılıkları kültürel, sosyal farklılıklar ortaya çıkıyor.
-Yalnız felsefik düşünceyi beyin üretir.
-Platon gibi beynimiz boş bir levha yani.
-Dolayısıyla yaşamla doğrudan ilgisi olmakla birlikte alınan eğitim şekli bunu geliştirir. Evet o levha yaşamın bize öğrettikleriyle dolar. Taştığı zaman da yazma ihtiyacı başlayabilir. Kimi bunu erken doldurur, kimisi daima eksiklerle yaşar.
-Dediklerinize bir noktada katılıyorum ama işin içine psişik güçleri de katmak gerek. Bu psişik güçler aslında bizim bilmediğimiz fizik kanunlarına dahil olabilir. Hani şu sesin uzayda hiç kaybolmaması gibi.
-Bak bu konu da doğal olmaz kendini eğitmekle mümkündür. Telepati bunun en açık örneği
-Söylenen her şey yüzde yüz doğrudur demiyorum ama insanın düşüncelerinin elektromanyetik dalgalar halinde dolaştığına inanıyorum.
-En mutlak doğru, bence mutlak doğru olmayan şeydir.
-İnanıyorum ve yüzyıllar önce yaşamış insanların bu dalgalarının hâlâ yeryüzünde olabileceği düşüncesi beni etkiliyor. Aslında söylemek istediğim konu bu.
-Kim bilir, ben de Sokrat'ın ruhunu taşıyamaz mıyım?
-Olabilir. Eğer bu beyin dalgaları varsa, insan, dünyaya gelmeden önce birçok şeyi biliyor olabilir
ve onların kimliklerini elde edebilir. Reenkarnasyon olayı bundan ibaret olabilir, kim bilir?
-Bu konu gerçekten ilginç ama söz söyleyecek deneyime sahip değilim.
-Bizimkisi sadece tahmin ve akıl yürütmeden ibaret tabii onu kanıtlarsak ancak bilimsel olur.
Telepatik güçlere inanıyorsunuz ama değil mi? Beyin dalgalarına?
-İnanmak bir yana aynen yaşıyorum kesin inanıyorum.
-Herkesin bu konuda ilginç bir öyküsü vardır.
-Ben bunu çok sevdiğim ve istediğim kişiyle yapabilirim. Mutlaka senin de böyle deneyimlerin vardır. Telepati kurmak istediğimde o kişiye yoğunlaşmam yeterli.
-Mesela eşim askerdeyken ben onun için ağlamıştım. O da ağlamış ve aynı dakikada beni aramıştı.
Ya da gün içinde çok düşündüğüm biri beni arayabilir.
-Kesinlikle katılıyorum. Gece yatarken örneğin ölmüş bir sevdiğini düşün bakalım.
-Bir deneyeyim.
-Sonuçtan bana da haber ver, ne olacak merak ediyorum.
-Ama ben zaten çok rüya gören biriyim. Sabah kalktığımda en az beş rüya anlatabiliyorum.
-Ben sık görmüyorum.
-Aslında herkes rüya görürmüş ama hatırlamazmış.
-Peki nasıl çıkıyor?
-Bariz işaretler olduğu oluyor. Tren görürsem sıkıntı, beyaz elbise görürsem hastalık.
-Peki, bir de kitap için rüyaya yat bakalım.
-Uçtuğumu görürsem mutluluk, ancak kitabı görecek kadar gelişmemişim. Yaşam gideceği yere varır. Bunu önceden görmek hiçbir şeyi değiştirmez. Bundan dolayı çok da önemsemiyorum.
-Ben de görürsem sana yorumlatacağım demek ki.
-Yorumlarım elbette ancak demek istediğimi bir düşünün. Başınıza yolda giderken çok kötü bir şey geleceğini söyledim. Bunu ne kadar değiştirebilirsiniz? En fazla yola çıkmazsınız; üç gün, beş gün ya sonra?
-Ve gerçekten gelse?
-Ya da hastalanacağınızı söyledim. Şimdi siz bunu biliyorsunuz ama elinizden ne gelir?
-Hiçbir şey.
-Bunu görsem de asla söylemem. Size komik bir olay anlatayım. Fakültedeyken çok yakın bir arkadaşım vardı. Arada bir evlerine gider, kalırdım. O da bize gelirdi. Yine onlara gittiğim günlerden birinde, canımız sıkıldı, iskambil kâğıdı olup olmadığını sordum, hemen getirdi. İskambil falı bakmaya çalışıyorum, kağıtları birer birer açtım. Yok, daha çok kağıtlara bakıp içimden geçeni söylüyordum. Okul hayatından bahsettim sonra da akrabalarından bir kaçının yola çıkacağını ve kaza yapacağını söyledim. Nerden aklıma geldi bilmiyorum, şimdi bile kendime gülüyorum.
-Sana biri fısıldıyor:))
-Sonra ben epey onlara gitmedim. Bir hafta sonra sınav zamanı oldu. Baktım arkadaşımda bir uykusuzluk halleri var, bir huzursuzluk var. Ne oldu, dedim. Ya sorma, sen hani fal bakmıştın ya, bizimkiler Samsun'a gidecekti vazgeçtiler, Her gün de evden helallik alıp çıkıyoruz hepimiz birer birer yani hepsi sabah biri evden çıkarken kalkıyorlarmış teker teker helallik alıp evden öyle çıkıyorlarmış. Akşam geldiklerinde eve sağ salim vardık diye dua ediyorlarmış. Neden bu kadar inandılar bana anlamadım. Sonra evlerine gidip konuştum. Ben bilmiyorum, sadece kafadan attım. Öyle bir şey olmaz, zaten ben çok çok uzak birilerini görmüştüm falda dedim de, bir haftada zor ikna ettim. Bir daha da tövbe ettim iskambil falına ve kötü şeyler söylemeye.
-İyi etmişsin.
-Ben öylesine bakmıştım. Demek ki bu kadar inancı olan insanlar var buna.
-İlginç bir deneyim bu.
-Bence çok saçma, hayatımı fallara göre yönlendiremem doğrusu.
-Ama sana göre öyle.
-Çok yazık.
-Bu işe ne paralar döküyorlar, biliyor musun?
-Falcılar, üfürükçüler bunlar sayesinde çok para kazanıyor.
-Evet, adamı, karısı bunu ticarete dökmüşler.
-Yani hani diyoruz ya insanlar bunlara nasıl gidiyor diye, ben bu olaydan sonra inandım.
Ama başka bir konu, bu ailede biraz psikolojik rahatsızlık olduğunu fark ettim sonradan.
Çünkü arkadaşım üç kez intihara kalkıştı. Ablasında da titizlik hastalığı vardı.
-Ailecek sorunlu demek .
-Evet.
-Tam da insanlarına çatmışsın.
-Öyle.
-Ama sana da bir ders olmuş.
-Bundan da herkesle her istediğimi yaşayamayacağımı öğrendim. Şimdi zararsız kahve falı bakıyorum, hep iyi şeyler söylemeye çalışıyorum. Aslında kahvenin kendisi kara, nasıl iyi şey çıkar değil mi?
NOT: Bir arkadaşla tamamen doğaçlama gelişen bir sohbetin bende kalanlarından...
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Mehmet Dede ve Pide
Fırının önünde çoluk çocuk bir sürü insan sıraya girmişti.Yıllardan eskimiş gözleriyle şöyle bir kalabalığa baktı. Birden bire içinden tüm bu insanları sevdiğini farketti. Hemde bu insanların herbirini kucaklayacak kadar sevdiğini. Girdiği diğer tüm kuyrukları, sıraları hatırlamaya çalıştı. Fatura ödemek yada eskiden maaşını almak için girdiği kuyrukların hiçbirine benzemiyordu. Bu kuyrukta kavgalar olmazdı. Herkez birbirine ve sırasına hürmet ederdi. Bu kuyrukta yaşlılara tebessüm edilirdi. Babalarıyla gelmiş küçük çocukların başları okşanırdı. Kadınlar kendilerine bakan erkeklerin gözlerinde farklı anlamlar aramazdı. Bu yüzden çok severdi; ramazan günü ezana yakın bir fırının önünde, yeni çıkacak pideyi beklemeyi. Heleki aç karnına o mis gibi kokuları duyarak beklemek. Gerçi eskiden bu kuyrukta beklemek çok daha keyifliydi. O zamanlar insanlar bu kadar kalabalık değildiler. Daha az ev vardı mahallede. Haliyle daha az insan. Şimdi öylemiydi oysa; dağ taş ev olmuştu.Yeşil diye birşey kalmamış, şehrin tek süsü mezarlıklardaki selviler olarak görülüyordu. O zamanlar herkezi tanırdı. Sohbet ederek, hayırlı akşamlar dileyerek vedalaşırlardı. Şimdi ne kimseyi tanıyordu, nede tanıdıklarıyla konuştuklarından keyif alıyordu.
Eşi vefat etmeden önce, çocukları daha büyümeden, anası onlarda yaşarken, şimdiki gibi tek bir pide alabilmek için girmiyordu sıraya. Evde kaç boğaz vardı. Hanımı çıkarken tembihlerdi, ''akşama kardeşim gelecek iftara şu kadar pide alıver'' diye. Ertesi gün sabah; ''eltimgillere haber ettim akşama iftara gelecekler, bugün şu kadar alıver pideyi''. Bu ramazanın çoğu günü böyleydi. Son hafta hiç evde iftar açmazlardı. Bu sefer hanımının söyledikleri değişirdi işe giderken; ''akşam ablamgile gideceğiz. İftara bekliyor, ben yardıma gideceğim gündüzden. Çocuklar okuldan çıkınca geliverecek. Unutma sende oraya geliver''. Nasıl unuturduki her sene aynı düzen, yıllarca eksilmeden ve değişmeden. Şimdi öylemiydi ya ne hanımı kalmıştı hayatta, ne kardeşi.....O yüzden zor bile geliyordu bazen kuyrukta beklemek. Komşulardan soran olursa Mehmet dede bir isteğin varmı diye, o zaman söylüyordu; ''bir pide alıverin'' diye.
Hayatı boyunca, bir gün bile ezandan sonra evde olamıştı. Sıkı bir düzen ve disiplin sahibi biri olmuştu. Herşeyi en incesine kadar fazla fazla hesaplamadan, önceden planlamadan yapmamıştı. Bu sağlamcılığının faydasını her zaman görmüştü. Hayatında hep bir düzen, hep bir kararlılık olmuştu. Mutlu diyebileceği bir hayat yaşamıştı. Sevildi, sayıldı ve bu ona hep hisettirildi. Tanrıya şükretmeden ne evine nede sokağa adım atmıştı. Peki sonu neydi? Bunca terkedilmişlik ve yalnızlık içinmiydi? Yaşadığı o güzel günler bugünün sadece tesellisi olarak hatırlanıyordu.
Yorulduğunu fark etti. Ayakta durmak onu artık yoruyordu. İyice yaşlanmıştı. Eskisi gibi hiçbirşeyi tam değildi. Bugün oğlunun evine gidecekti. Gelini dün akşam aramış gayet mesafeli bir şekilde ''yarın bize buyurmazmıydınız'' demişti. Bundan kaç sene önceydi hatırlayamadı. Oğlu ilk evlendiğinden dört ramazan sonraydı. İlk anasının sandalyesi sofradan sessizce kalkmıştı. Geçen her bir yılda da diğerlerininki. Eksilenin yerine yenileride eklendi ama gidenlerin yeri gönlünde hep boş kaldı. Şimdi bu fırının önünde kendini yeniden işe yarar görmekten mutluydu. Gelini hep söylemezmiydi ''babamın getirdikleride olmasa sıcak pide yiyemeyeceğiz'' diye. Haylaz torunu fırına gidip beklemeye üşeniyordu. Oğlu ucu ucuna iftara yetişiyordu, nasıl alsındı. Allahtan o vardı da arada sırada, sıcak pideye tereyağı sürüp kokusunu duyuyorlardı.
Önündeki insanlara şöyle bir baktı. Her biri koyu renk kıyafetlerin içinde, açlıktan ağızları kokmuş bekleşiyorlardı. Yüzleri renksiz gibi, yorgun ve yılgındılar. Hanımı hep hayret ederdi; senin nefesin neden kokmaz mehmetim diye sorardı. O da nerden bileyim diye bu soruyu hep geçiştirirdi. Gidince eve oğlu bir yandan, gelin öteki taraftan baba oruç tutma artık diye konuşup duracaklardı. Başı önde, tebessüm ederek peki diye tüm söylediklerini geçiştirecekti. Ne kadar az yediğine şaşarak, maşallah diyip duracaklardı. Çayı daha açık gelecek, tatlısı diğerlerininkinden daha az önüne konacaktı. Bir süre sonra oğlu; baba bizde kal istersen bu gece diye soracaktı. O isterdi de acaba onlar gerçekten bunu isteyeceklermiydi?
Sıra hareketlenmeye başladı. Fırıncı gazete yerine sarımsı, üzerinde fırının adı yazan kağıtlara pideleri sararak vermeye başlamıştı. Kimisi bunları evden getirdikleri naylon torbalara koyuyordu. Kimisi koltuğunun altına sıkıştırıyordu. Bazıları paltolarının kollarını çekiştirerek uzatıyor, bu kolun üzerine sıcak pideleri koyup gövdesi ile destekliyordu. En tedbirlileri titiz ev hanımlarıydı, yanlarında bezden torba getirenleri bile vardı. Pek çok kişi zaman kaybetmemek için ödeyeceği parayı, para üstü çevrilmeyecek şekilde hazırlamıştı. Küçük çocuklar avuçlarında tutukları bozuklukları, arada yere düşürüp alıyorlardı. Kendi aralarında az önce konuşan insanların bazıları, pidelerini aldıktan sonra konuştukları kişiye son bir selam bile vermeden çekip gidiyorlardı. Tüm bunları düşünürken sıra Mehmet dedeye gelmişti. Başını az eğip cebinden çıkardığı parayı uzattı. Kağıda sarılı pidesini aldı. Pidenin sıcaklığı ellerinden tüm bedenine yayıldı. Sağol dedikten sonra arkasını dönerek yürümeye başladı. O beklerken sıranın arkasından ne kadar uzadığını farketti. Arkalardan cılız bir delikanlıyla gözgöze geldi. Delikanlının gözlerinde birden bire utanç belirdi. Utandığı o kadar belliydi ki halinden, ne yapacağını şaşırmıştı. Mehmet dedeyle gözgöze geldiklerinde elinde tuttuğu sigaradan tam da bir nefes çekiyordu. Sebebi bu olmalı diye düşündü. Delikanlının yanında durdu. Yüzüne baktı. Yavaşca eğilip; ''utanma oğlum, ben yetmiş üç senedir birgün bile oruç tutmadım. Ama birgün bile senin gibi ne kendime, nede sevdiklerime dürüst olamadım'' dedi. Pidenin üzerindeki susamlardan birkaç tanesini koparıp ağzına attı. Ne söyleyeceğini bilemeyen delikanlının cevabını beklemeden, yavaşca iftara onu bekleyen oğlunun evine doğru yürümeye başladı.
Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yürüyorum, Islanıyorum, Seviyorum! Gerekmez Yorum
Bir sokağın ortasında yalnız yürüyorum. Cebimde sadece hayallerim ve umutlarım var. kimse aramaz sormaz. Beynimde ki damarlar kısa devre yaptı yapacak.
Üşüyorum. Uzaklardan köpek sesleri geliyor. Yanımdan, belki gurbetten sılaya, belki sıladan gurbete yolcu taşıyan otobüsler geçiyor. Vakit akşamla gece arasına sıkışmış. Karşı caddede nöbetçi eczanenin ışıkları yanıyor. Acaba kim hastalanıp ta umuduma düşecek diye nöbet tutuyor.
Geri kalan dükkanlar kapanalı epeyi oldu.(Birahaneler hariç) içeriden en arabesk müzik sesleri geliyor. Gecelikte olsa bu dünyayı unutmak için veya daha çok hatırlamak için, belki de sadece bir hiç için içki içiyorlar. İçeriden loş bir ışık süzmesi dışarı yansıyor. Bazıları masalarda bir başına oturuyordu. Bir başına ! Tuhaf cümle. Bende bir başıma yürüyorum.
Sokak lambaları aydınlatırken caddeleri, kamyonlar birbirine selam mahiyetinde veya yalnızlıklarını parlatmak için korna çalıyorlar, kimisi selektör yapıyor. Kendi içlerinde bir dayanışma gibi. Sokakta benden başka kimse yok.
Hafiften yağmur başlıyor galiba, evet evet yağmur. Bir iki derken başladı. Gözlük camlarımı ellerimle silerken ortalığı daha kötü gördüğümü fark ediyorum. Damla halinde ki yağmuru ellerimle yayarak camların daha berbat olmasına katkıda bulunuyorum.
Bir an her şeyi, tüm herkesi unutmak için başımı yukarıya doğru kaldırıp ay’ı selamlıyorum, derken yağmur hızlanıyor.
Etrafı seyrederken, camlarının perdesini sıyırmış iki elini cama yaslamış, dışarıyı ve yağmuru seyreden insanları görüyorum. Evlerinin içinden dışarıya bakarken sanki daha önce hiç yağmur görmemiş gibiler.
Bir ara yorulduğumu hissediyorum. Fakat yine de yürüyorum. Yağmur sesleri aksak ritim sesleri gibi kulağımda yankılanıyor. Bir şiirin fon müziği geliyor aklıma.
Sonra tüm hüzünlerimi, biriktirip yüreğime, göz nehirlerimin kapaklarını açıyorum. Yağmur yağdığından pek belli olmuyor hüznüm. Tutarlı bir sebebim yok üzülmek için,çünkü neresinden istersen orasından tutabiliyorsun. Belki de sırf yağmurdan kıskandığım için ıslatıyorum yanaklarımı.
Birden sevgili bir sevgili geliyor aklıma. Acaba bu yağmur onun da şehrine yağmış mıdır? diye düşünürken, adımlarıma hız veriyorum.
Sonra sevginin ne yüce bir duygu olduğunu düşünüyorum. Acı verirken bile daha önce hiçbir yerde lezzetine varamadığım tatlar tattırdığını hatırlıyorum.
Seviyorum, belki hepinizi, belki yalnızca birinizi, belki doğayı, belki denizleri seviyorum. Belki de hiçbirinizi değil de yalnızca sevmeyi seviyorum.
Üzerine kalleşlik bulaşan bir ilişki berbat etmişti üstümü(vişne lekesi gibi). Sağ olsun bu yağmur işe yaradı. Lekenin derinine nüfuz ederek yıkadı tüm olumsuzlukları, şimdi temiz bir kıyafetle yarına başlarken, üstümün kirleneceğini bile bile, nice parklarda yuvarlanacağım, nice gecelerde dolaşacağım.
Sevdayı, sevgiyi, umudu, eşitliği, hiçe sayan nice varlıklara sataşacağım.
Dedim ya tuhaf bir ritim çalıyor bu yağmur, bir şiirin fon müziğini hatırlatıyor. Güftesinin sahibi belli olmayan bir nağme mırıldanıyorum.
Vakit epeyi geç oldu, eve dönmeliyim artık, tüm olumsuzlukları yağmurda erimeleri için sokakta bırakıp, odama dönmeliyim.
Bu yağmurdan dileğim var. bu yağmur insanların içindeki sevgi tohumunun can suyu olmalı, bu yağmur nice kötü balıkları boğmalı, yağmurdan sonra sabaha farklı bir güneş doğmalı.
Umut ve hayal hamlalığından yorgun bedenim eve doğru yol almaya başladı. Yağmurdan ayrılırken sıladan ayrılır gibi hissediyorum kendimi. Ama hayatın kuralı bu, terk etmelisin beni çünkü önemsiyorum, çünkü seviyorum seni......
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 13 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Yalaaa.. Yalaaaaaaaaa..
"Rak tan başka müzik dinleyenin, ecdanını rakçı yaparım.." mantığındaki insanlardan değilimdir..
Hoşuma giden her türlü müzik dalını dinlerim.. Evanscence de dinlerim, Frank Sinatra da, Mariah Carey de, Ray Charles da, Destiny's Child da.. Yani her telden çalan bir kişiliğimdir..
Aslında türkçe pop pek dinlemem, ama bu yaz 4 çok tatlı kızdan oluşan hepsi grubunu bayaa dinledim.. Özelliklede yalan şarkılarını.. Yani eski sevgilime bir şarkı ithaf etmek istesem bu olurdu herhalde..
Bu yalan şarkısının da, nakarat kısmında "yalan" diyceklerine, "yalaaa" diyo bu kızlar..
İyi müzik kulağına sahip biri olarak daha ilk dinleyişimde fark ettim..
Geçen günde bi arkadaşımla oturuyoruz.. Bir yerden konu bu şarkıya geldi..
Bende bu ilginç saptamamı arkadaşıma da ilettim.. O ise bana "yok dil masajı diyolar" deyip benimle aşık atmaya kalkıştğını gösterdi..
Bende affedermiyim.. Hemen "madem şarkının o kısmında "yalan" dediklerinden bu kadar eminsin.. yiyosa iddiaya girelim.. hemde sınırsız pizzasına.." deyiverdim..
Benim, Ceymıs Bond kadar kendinden emin arkadaşımda bu cüretkar teklifimi kabul etti..
Sıra şarkının o kısmında hangimizin dediğinin söylendiğine karar vericek jüriyi seçmeye geldi..
Ben "gidelim bizim arkadaşların olduğu bi cafe ye.. hepsine soralım" dedim..
Arkadaşım "Olmaz ööle şey.. Onların hepsi senin adamların.. Senin lehine oy kullanırlar.. Tarafsız birilerini bulmalıyız.."
Ulan bende sanki örgüt lideriyim.. Nerden benim adamlarım oluyormuş onlar..
Ama otistik tutturdu tarafsız bir jüri diye..
Sonunda birlikte, 3 müzik markete gidip orda karşımıza çıkan insanlara sorumuzu sormaya karar verdik..
Ben "yala" kelimesinin cinsel aktivitelerde de kullanılmasından ötürü birde, "erotik shop sahibine" sorumuzu sorma taraftarıydım.. Anketimizin daha tutarlı olması açısından..
Ama arkadaşım bu fikrimi ciddiye almadı..
Kadınlarla benim kadar iyi anlaşan biri daha yoktur.. Kadınsız bir masaya çömüp, erkek erkeğe oturmaktan hiç hoşlanmam.. Bıyıklıların çoğunlukta olduğu muhabbetlerden kaçarım..
Ayrıca kadınların adının karıştırıldığı her konuda, erkekler aleyhine yalancı şahitlik yaparım..
İlk girdiğimiz müzik markettede tanıdığım bi kızı görünce,içimden bu iş bitti dedim.. 1-0 öndeyim..
Genede formalite icabı kıza soruyu sordum.. Kız "AAAA olur mu ööle şey Semihçimmmm.. Tabikide yalan diyolar" demezmi..
O ana kadar bir dengeli beslenme uzmanı gibi gayet ölçülü gidiyordum..
Ama bu cevaptan sonra benim kafa olduğu yerde patinaj yaptı..
Eee boşuna dememişler "ummadık taş kabağı yarar" diye..
İkinci müzik markete,içimden "Semih olum iddiayı kaybedersen işin bitik.. Bu herif kesin, namaz seccadesi büyüklüğündeki 20 kişilik pizzalardan yer..
Yanına da dört buçuk litre koka kola içer..18 gün aralıksız kırmızı ışıklarda cam silsen masrafları karşılayamazsın.." diye diye girdim..
Bir intihar mektubunun ilk satırlarını oluşturucak bu düşüncelerle, tırsarak mekanın sahibine soruyu sordum.. Bu mekanın sahib de saç sakal karışmış, "şartlı tahliye" görünümünde biriydi..
Ama benim lehime olan cevabı verince, adamın yüzüne nur indi sanki gözümde..
Üçüncü müzik markete girdiğimizde durum 1-1 di.. Yani artık gol atan galipti..
Kaderimizi belirliycek soruyu, oranın sahibine sordum.. Adam bana dönüp "tabiki de yalaaa" diyolar dedi..
Ve bende o an arjantinlilerin ünlü OLEEEEEE haykırmasını patlatıverdim..
Bu olaylardan soora anladımki, ne varsa insanın hemcinslerinde var..
Bundan soora benimde hayat felsefem No woman No cry..
Neyse halktan gelen sonuçlardan sonra pizzacıya doğru yol aldık..
Pizzacıya vardığımızda, yüzümde arkadaşımı döt etmiş olmanın "haklı gururu" vardı..
Masaya oturduktan soora menüye şöyle bir baktım.. Ve sonra vicdanımın sesini dinleyip, 6 kişilik pizza, yanınada patates kızartması ve bi litrelik sprite siparişi verdim.. Arkadaşım bu siparişimden soora bana melül melül bakmaya başladı..
Ama hemen oracıkta tepkimi ortaya koyup,yaptığımız anlaşmayı hatırlattım.. O da kaderine razı olmak zorunda kaldı..
Ben pizzamı tüketirken, arkadaşımın aklından "boğazına takılırda,soluksuz kalırsın inşallah.. Gırtlak kanseri olursan sevinirim.." gibi düşüncelerin geçtiğinden eminim..
Nerden anladın derseniz.. Bakışlarından teşhis ettim..
Verdiğim siparişlerinde hepsini yiyemedim.. E haliyle 6 insanın yemesi için yapılmış bi pizzayı tek başınıza tüketmek zor.. Görünce benim arkadaş "kalırsa arkamızdan ağlar" mantığıyla, pizzadan arta kalanlara sulanmaya başladı.. Ama bırakır mıyım???
Kalanların hepsini paket yaptırdım..
Çıkışta da, garsona çaktırmadan bir yıllık ihtiyacımı karşılayacak kadar kürdan tufalamayı ihmal etmedim..
Ne diyim Cenab-ı Hak hepinize bööle katılımcı bi arkadaş, yanına da bolca pizza nasip eylesin..
Semih Yayıntaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya MANTI ÇORBASI (KAYSERİ) KÜNEFE (ADANA) |
|
Herkese tekrar merhabalar,
Ramazan ayının 2. gününde de sizlerle tekrar birlikteyiz… Bugünkü damak tadımızın yöresi Kayseri ilimiz… Nefis bir çorbayı sizlerle paylaşmaktan her zaman ki gibi büyük bir keyif alacağım… E o zaman buyurun mutfağıma…
MANTI ÇORBASI (KAYSERİ)
MALZEMELERİMİZ:
200gr. kıyma, 1 adet soğan, 1 adet yumurta, 2 çorba kaşığı sıvıyağ, 3 su bardağı un, 1 çay kaşığı tuz, 1 çorba kaşığı salça, 10 su bardağı su veya et suyu, 1 tatlı kaşığı kırmızı biber…
Gelelim, bu nefis çorbamızın yapımına…(sanırım şimdiden acıktım ben:))…Ya siz?)
YAPILIŞI:
Öncelikle 3 su bardağı unumuzu, mutfak tezgahımızın üzerine dökelim ve ortasını havuz şeklinde güzelceeeee açalım.İçine tuz ve 1 yumurtamızı ilave ederek, azar azar da su katarak yoğurmaya başlayalım… ( Yoğurma işlemi zor gelmeye başlarsa, gözlerinizi kapatıp nefis mantı çorbasını içtiğinizi hayal edin… Mmmm!... Haydi tekrar yoğurmaya devam:)…
Hamur sertleşmeye başlayınca yuvarlayıp, üzerine nemli bir bez kapatıp yarım saat dinlendirelim. DİN DAN DON!... Eveeett!... 30 dk. doldu, hamurumuzu tekrar unlanmış mutfak tezgahının üzerine alma zamanı… Oklavamızla hamurumuzu özenle açıp ince bir hamur elde edelim ve hamurumuzu hiç acımadan (Acımasız aşçı:)… keskin bir bıçakla küçük karelere bölelim… Diğer tarafta mantı çorbamızın iç malzemesi için, ek bir hazırlığa başlayalım… Kıyma, doğranmış soğan, tuz ve kırmızı biberi güzelce yoğuralım… Az önce hazırladığımız kare hamurların içine bir parça iç malzemeden koyup bohça şeklinde dikkatlice kapatalım… Daha sonra, orta büyüklükte bir tencereye suyumuzu (Arzuya göre et suyu da kullanabilirsiniz)… sıvıyağ ve salçamızı koyalım… Suyumuz iyice kaynadıktan sonra içine büyük bir zahmetle: hazırladığımız bohça şeklindeki hamurlarımızı atalım, tuzunu da ekledikten sonra pişirmeye bırakalım… 10 dk. sonra çorbamızı ocaktan alarak sıcak servis yapalım… Çorbamız içime hazır… Afiyet olsun…
Evetttttttt şimdi sıra tatlımızda… Ben aslında aç karnına tatlıya bayılırım ama tatlı bu, aç ya da tok hiç fark etmiyor yani tatlı olsun yeter:… E daha ne duruyoruz, hadi önlükler giyilsin ve kollar sıvansın… RAP! RAP! RAP!... İstikamet doğruuuuuuu mutfak:… Bugünkü tatlımız Adana'dan mutfağınıza ulaşıyor;
KÜNEFE (ADANA)
MALZEMELERİMİZ:
Yarım kg. kadayıf, 5 su bardağı şeker, yarım kg. tuzsuz beyaz peynir, 4 çorba kaşığı tereyağı, 3,5 su bardağı toz şeker, 1 tatlı kaşığı limon suyu…
Şşşşşttt!... Malzemeler bitti sıra tatlımızın yapımında:)…
YAPILIŞI:
Öncelikle kadayıflarımızı ufak ufak parçalar halinde kopartalım, tepsimizin altını hafifçe yağlayalım ve kadayıfın yarısını iyice bastırarak tepsimize yerleştirelim… Üzerine peynirimizi rendeleyerek eşit oranda serpiştirelim. Artan kadayıfımızı da tepsimize tekrar bastırarak yerleştirelim. Sonra bir tava da tereyağımızı eritip kadayıflarımızın üzerine dökelim ve tatlımızı fırına verelim… Mmmmm…. Harika gözüküyor, kadayıflar resmen parlıyor:))… Fırına verdiğimiz kadayıfımızı, altı ve üstü iyice ve aynı oranda kızarıncaya kadar pişirelim…. En son işlemimiz ise tatlımızın kalbi, yani şerbeti… Bunun için de, 5 bardak şeker, 3,5 bardak su ve limon suyumuzu iyice kaynatarak şurup kıvamına getirelim ve soğutalım… Vee… işte beklenen an geldi. Soğuk şerbet ve sıcak kadayıfımızın buluşma anı:))… Soğuk şerbeti sıcacık, çıtır çıtır kadayıfımızın üzerine eşit miktarda dökelim ve bu nefis tatlımızı midemize indirelim:))… Afiyet olsun…
PRATİK BİLGİLER:
Yumurtalar alüminyum kapta çırpılırsa siyahlaşır… Porselen kapta hafif ısıtılarak çırpılırsa, hem daha iyi kabarır hem de kararmaz…
BESİNLER BUZDOLABINDA BOZULMADAN NE KADAR KALABİLİR?...
KUTU SÜT: 10-15 GÜN
KAYNAMIŞ SÜT :2-3 GÜN
ÇİĞ ET ( KIYMA HARİÇ): 2-5 GÜN
ÇİĞ BALIK: 1-3 GÜN
PİŞMİŞ ET : 3-6 GÜN
TAVUK :2-5 GÜN
SALATA (KURU): 2-4 GÜN
PEYNİR (SUDA): 10 GÜN
PEYNİR (SALAMURA):3-4 HAFTA
YUMURTA: 3-4 HAFTA
KAYMAK: 1-2 GÜN
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.334 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Korku
Bir gül olup dalından,
Düşmüş gibi yüzün,
Yerle bir,
Kan,
Revan.
Ellerinde bir eziklik,
Gözlerinde bir yılgınlık,
Dizlerinde ,
Bir titrek ki,
Sorma.
Korktun mu,
Ürktün mü,
Ki kaçmış rengin,
Benzin,
Tuz beyaz.
Kaldır damağını,
Üfle aynadaki yüzüne,
Serin nefesini,
Şimdi ben,
Öpeyim de seni,
Geçsin mi?
Gülcan Talay
Yukarı
|
"JOSÉ MARTİ" KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
ASOCIACION DE AMISTAD CON CUBA "JOSÉ MARTI"
Asmalımescit, Sofyalı Sok., Paşa İşhanı, No:4, Kat:1, Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 244 35 09 Fax: (212) 245 89 10 Email: istanbul@kubadostluk.org www.kubadostluk.org
JOSE MARTİ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ'NDE
ESTELA BRAVO FİLMLERİ GÖSTERİMİ
Amerika'da doğup, Küba'da yaşamayı seçen Estela Bravo, bugüne değin Orta ve Güney Amerika'nın yakın tarihine tanıklık eden 30'a yakın belgesel çekmiş ve bu belgeselleri ile dünyaca bilinen çeşitli festivallerde ödüller almıştır. 2002 yılında 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne katılan Estela Bravo'nun filmleri ilk kez ülkemizde izleyici ile buluşma olanağına kavuşmuştu.
Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Estela Bravo'nun üç filminin 23 Eylül, 30 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinde, dernek binasında gösterimini yapacak. Estela Bravo Filmleri gösterim programı şöyledir;
7 EKİM 2005
BORÇLU DOĞANLAR
1985-25'
Saat:19:30
Yer: Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Asmalı Mescit, Sofyalı Sok. Paşa İşhanı 4/1 Beyoğlu
Arjantin, Bolivya, Peru ve Kolombiya'da çekilmiş olan filmde, Latin Amerika'nın dış borç yükünün çocuklar üzerinde, yoksulluk, kötü beslenme, hastalıklar, ilaçsızlık gibi etkilerini gösterir.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
FTP Wanderer Version 2.7 [210 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=8 Minik ama çok kullanışlı ve explorer benzerliğiyle kusursuz bir FTP Programı. İhtiyacınız varsa hiç başka birşey aramanıza gerek yok. Alın bunu yükleyip kullanın. Üstelik bedava.
Yukarı
|
|
|
|
|
|