KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 838

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Aman iş olsun değil mi?!..


İyi haftalar,

İşlerin yoğunluğu nedeniyle birkaç gün yıllık iznimden kullanmak zorundayım. Gevezelik etmeye fırsat bulana kadar sizleri rahat bırakacağım, hadi gene iyisiniz. Tekrar görüşene kadar hoşçakalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

6 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 Kahveci : Faik Murat Müftüler


  Aynadaki Yalnızlık

Karısı ve çocukları televizyon izlerlerken, Nusret de pencereden caddenin cilveli kalabalığını izliyordu. Saat gecenin onbiri olmuştu. Arada bir karşı apartmandan gelen kahkaha sesleri yüzünden istemsizce gözünü o yöne çeviriyor, açık pencerelerin ve perdelerin arkasındaki neşeli topluluğu görüyordu. Belli ki misafir ağırlanıyordu orada. Kendi evinde de böyle neşeli toplantılar olmuştu. Gözleri yaşarana kadar güldükleri esprileri, ertesi gün işyerindeki arkadaşlarına anlattığında, alık tebessümlerden başka bir tepki yaratamıyordu dinleyenlerinde. O nedenle caddenin karşısındaki evde gülünen şeylerin de sonradan anlatılmakla kendisini güldüremeyeceğini biliyordu. Yine de neşelerine özenmeden edemedi.

On-oniki kişilik grubun çığlık çığlığa kahkahaları bir saat kadar daha sürdü. Uğurlama faslından sonra evde sadece karı-koca kaldı. Hâlâ gülüyorlardı. Ortalığı topladıktan sonra pencereleri ve perdeleri kapattılar. On saniye sonra ışığın sönmesiyle Nusret'in bakışları karşı pencereye kenetlendi. Tabii ki elin evini gözetlemiyordu. Bakışlarını donduran, karşı pencereden yansıyan görüntüydü. Halen aydınlık olan evinin, pencerelerinin ve kendisinin yansımasıydı bu. Dirseklerini pencere pervazına dayamış, elinde bitmiş kahvenin fincanı, diğer elinde yarısı içilmiş ve halen yanmakta olan sigara, kırkında bir adam sûreti, pencerelerden dışarı fışkıran ışığın caddenin karşısına kadar taşıdığı, oradan yansıtıp geri getirdiği bir ev hali, odanın ortasında zıplayıp duran iki çocuk, mavi beyaz bir televizyon ışığı ve bakışları o televizyona sabitlenmiş otuzbeşinde bir kadın.

Hayatında ilk kez ev haline dışarıdan bir gözmüş gibi bakıyordu. Az önce, karşı daireye dışarıdan bir gözle baktığı gibi... Hiç olmazsa, kendi evinin görüntüsü tanıdık bir şeydi; ama son üç saattir evindeki olaylardan kopuk olması gibi bir gerçek de söz konusuydu. Bir ara arkasından bir kahkaha duymuş, merak edip nedenini araştırmamıştı. Belki de çocuklarından birinin yaptığı bir şımarıklığa eşi ve çocukları topluca gülmüşlerdi. Bir deney yapmaya karar verdi. "Demin neye gülmüştünüz?" diye sordu karısına. Kadın anımsayamadı. "Yarım saat kadar önce canım" dedi hatırlatmak için. Eşi, "Ha. Meryem takla atayım derken osurdu" dedi ve kıkırdadı. Nusret dalgın bir tebessümle bakışını yeniden karşı pencereye çevirdi. Kahkaha atmamıştı. Emindi ki sabah olduğunda, hiç tanımadığı karşı komşularına, "Dün gece neye gülüyordunuz o kadar?" diye sorsa ve yanıtını alsa, o kahkahalara neden olan espriler için yine benzer bir tebessümden fazlası içinden gelmeyecekti. Bu çok tanıdık ve çok yabancı iki hayat arasında böylesi ciddi bir benzerlik olması tüylerini diken diken etti.

Nusret o gece saatlerce pencerenin önünden kalkmadı. Eşi yatarken, oturdukları odanın ışığını söndürmek istemiş, Nusret izin vermemişti. Aydınlık kalmalıydı ki karşı pencereden yansıyabilsin.

Pencereden hafifçe sarkarak cadde boyunca sıralanan apartmanlara ve dairelerine göz gezdirdi. Işıkları yanan tek tük dairenin dışında geneli karanlığa bürünmüştü. Kiminde horultu ve tıslamalarla uyuyan insanlar, kiminde ateşli sevişmeler vardı muhakkak. Televizyon izleyenler, kitap okuyanlar, ağlayanlar, hasret çekenler, ihanet edenler, lavaboya kusanlar, çocuğunu uyutmaya çalışanlar, kavga edenler, ders çalışanlar, neşe, keder, sinir, korku, ölüm ve daha neler. "Duvarlarla bölünmüş hayatlar" dedi kendi kendine. Duvarlarla bölündüğü için yirmi beş santimetrelik bir çift standart tuğla kadar uzaktaki anlamsızlığı ve kendi evinin de başkasının gözündeki anlamsızlığını düşündü. Annesinin evini ve haftada iki kere beşer dakikalık telefon konuşması ile özetlenen, altmış çarpı, yirmi dört çarpı, yedi eşittir on bin seksen dakikalık hayatlarının, kendisinde ve annesinde yarattığı anlamı da düşündü. "En yakınımın hayatının bende yarattığı anlam, bir duvar ötede de olsa, bin kilometre uzakta da olsa, kendi hayatımın minicik bir kesri kadar bile olamıyor" dedi.

Pencereden sarktı yine. Bu sefer karanlık veya aydınlık pencereleri birer göz, daireleri de kafa kafaya vermiş ama yine de ortak bir anlamı paylaşamayan başlar gibi algıladı. Bu daha da korkunçtu. Karşı dairenin camından bu sefer sadece kendine baktı. Gördüğü sûret, dünyada gerçekten tanıdığı tek insandı. Kendisiydi. "Aynadaki yalnızlık" diye fısıldadı korkuyla. Kırk yıllık ömrünü koskoca bir kitap gibi düşünürken, son kırk yılına şahit olduğu annesinin veya babasının hayatının, o kitabın yanında birer sayfa gibi kaldığını anladı. Şahit olmadığı kısımlarını hesaba kattığında ise, kanlarından ve canlarından koptuğu o iki insanın bile ne denli uzak oldukları düşüncesi zihnine çöreklendi.

Bu hüzünlü yalnızlık hissini daha önce fark edememiş olmasının nedeni neydi? "Dışarı doğru baktığımız için" diye fısıldadı. "Kendimize dışarıdan içeriye doğru bakmıyoruz. Konuşmak, görmek ve dokunmak hep dışarı doğru yaptığımız eylemler.Tıpkı, pencereden caddeyi izlemem gibi. Nereye bakarsam bakayım içinde ben olmuyorum. Algılarımdan zihnime akan varlıklar, benliğimin sayfa kenarlarına kurşun kalemle karaladığım notlar gibi. Geçmişime dönüp baktığımda matbaa harflerinden daha silik birer anı gibi kalıyorlar. Herkes işe yaramaz birer avuntu. Sadece uyduruk birer görüntü o kadar. Ben de diğerleri için... Hepimiz bir diğeri için işe yaramaz birer avuntuyuz" . Nusret, gözlerinden sicim gibi yaşlar dökmeye başladı. "Ben şimdi anladım. Nereden ilham olduysa bu gün anlayabildim." dedi. "Peki ya diğerleri? Diğer insanlar da farkındalar mı acaba yalnızlıklarının? Ya da ne zaman farkına varabiliyorlar? Ömürleri boyunca anlayamadılarsa ve bir kez olsun akıllarına gelmediyse? Hep somut yalnızlıklara kederlendilerse, bu gerçek yalnızlığı ne zaman anlayabiliyorlar?" . Aynada kendini gördüğünde lavabonun önüne gelmişti.

"Mezarda" dedi. "İnsanlar yalnızlıklarını mezarda anlayabiliyorlar. Eğer ölmüşlerimiz, ölümümüzden sonra ruhlarımızı o meçhul yerde beklemiyorlarsa; dedelerimizin, babaannemizin, anneannemizin ve diğerlerinin ruhları sevinç ve gözyaşlarıyla bizi karşılamayacaklarsa, hazin ve hain bir unutma varsa orada, kainatın bir yerinde, bir su damlası gibi asılı, mahşeri bekleyeceksek, hiç kimseyi hatırlayamayacaksak, birbirimizi tanıyabilme yeteneğimizi ruhsallaştıramayacaksak, diğer yalnız damlalarla iki çift laf edemeyeceksek, iletişim ayrıcalığımız, gözlerimizle, dilimizle ve ellerimizle birlikte kabirde toprak olacaksa, Tanrı'dan başka bir dost kalmayacaksa, işte o zaman fark edilebileceğiz yalnızlıklarımızı ve elbet O'na sığınacağız"

Ellerini lavabonun içine koymuş, açık musluktan akan suyun, parmaklarının arasından akıp gidişini izliyordu. Artık aynaya bakmaya dayanamıyordu. "İletişim" dedi. "İletişim bir palavradan ibaret. Neyi anlatabiliyoruz? Ne kadarını? Anlam, kum taneleri gibi incecik girintileri olan bir kalıba benziyor. Herkesin kendi yaşanmışlıklarıyla oluşturduğu, birbirinden farklı birer kalıp…Söz ise çakıl taşları gibi iri. Bir başkasına ait algının ise bendeki anlamdan farklı bir kalıbı var. Söz, algı kalıbına girdiğinde bambaşka bir biçim alıyor. Oradan yeni bir anlam doğuyor. Kum taneleri gibi incecik girintileri doldurulamayan yeni ve kaba bir anlam..." "Nusret? Kiminle konuşuyorsun?" dedi karısı. Nusret artık yüksek sesle konuşuyordu. "Kalıplar böyle başkalaştıkça, empati de işe yaramıyor. Neyin empatisi? Aptalca bir psikolog tavsiyesinden başka bir şey değil." . "Nusret? Nen var hayatım?" . Karısını fark etmemişti. Hala parmaklarının arasından akan sularla konuşuyordu. "Empati de anlam kalıbının içinde biçim değiştiriyor. Bir gün aç kalmış bir insan, beş gün bir şey yememiş insanın açlığını anlamak istediğinde, ancak bir günlük açlığın biraz daha fazlası diye düşünebilir; ama ne kadar fazlası? Kimse anlayabilmek için beş gün aç kalmaz.". "Alo! Baba! Nusret'e bir şey oldu. Gelebilir misiniz? Bekliyorum" . Kadın ağlıyordu. "Acıyı ölçen bir cihaz var mıdır? Yoksa eğer, olmalı. Hiç olmazsa o kadarını anlayabilmeli insanlar. Fiziksel acıyı tabii ki. Şimdi ben bu jiletle göğsümü yarsam karım ne kadar acı çektiğimi bilebilir mi?" . "Nusret ! Dur yapma !"

Aylar süren tedavinin ardından, Nusret buhranını atlatabildi ve bir daha da aynı bunalıma düşmedi; ama düşünmekten de vazgeçmedi. Karısı onu hiçbir zaman anlayamadı. En temel acıya, et acısına karşı bile yeterince empatik olamayan insanların, bir diğerinin ruhsal yaraları karşısında yüzlerini bile ekşitmemelerinin, hatta çoğu zaman gülüp geçmelerinin, aynadaki yalnızlıklarını fark edememelerinden başka nedeni olamazdı. Herkesin, anlayamasa da eninde sonunda kavuşacağı kaçınılmaz yalnızlıktı bu…

Nusret'in, yirmibeş yıl sonraki ölümünün ardından cenazesini yıkayan gassal, göğsündeki otuz santimetrelik yara izini görünce yüzünü ekşitti; ama sadece yüzünü ekşitti. Tabii ki yaraya neden olan kesiğin acısını tahmin edemedi. O acıyı; ama sadece o acıyı iyi bilen bir başka insanın, aynı geceden kalma aynı yarayı göğsünde taşıyan, Nusret'in karısı olduğunu ise bilmiyordu.

Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,208,208,208,208,208,208,208,20
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Füsun Uçak

 Kahveci : Füsun Uçak


  DOĞRU İLETİŞİM

İletişim! Günlük hayatımızın en önde gelen 'olmazsa olmaz' ı !

"İletişim çağında yaşıyoruz" ,"teknoloji iletişimin vazgeçilmezi" derken bu ne kadar iyi ne kadar kötü, tartışmaya açık diyorum ben. İş hayatında sanırım gerekliliğini kabullenmek gerek teknolojik iletişim araçlarının ve yöntemlerinin, ama ya özel hayatlarımızda? Birebir ilişkilerimizde? Sevdiklerimiz ve yakınımızdaki insanlarla, sosyal ilişkilerimizde?
Öylesine alıştı ki insanoğlu disketlere, cd'lere sığdırılmış, proğramlanmış iletişim yöntemlerine, bilgisayarlarımız, proğram cd'lerimiz olmadığı anlarda, tökezliyor, bu ne demekti şimdi acaba diye anlama zorluğu çekiyor ve bu zorluğu etrafımızdaki insanlara zor anlar, aşamalar yaşatarak da pekiştriyoruz çoğu zaman.

Eskiden insan ilişkilerinde kişiler, şahsen çaba gösterirlerdi doğru iletişim kurabilmek için diğer insanlarla, zamanlarını verir, en doğru yoldan ulaşmaya çalışırlardı karşılarındaki insana.. şimdilerde ise, hani 'excel ' programında verileri girdiğinizde karşınıza kesin ve yanlışsız sonuçlar çıkar ya, artık hepimiz, bunu insan ilişkilerine de uyguluyor ve " "bu bana bunu dedi, böyle yaptı, tamam işte bu budur, bunun başka açıklaması yok" gibi ön yargı ve değerlendirmelerle, hayatı hem kendimize, hem de onlara zehir etmekten keyif alıyoruz sanki!

Ancak bir şeyi unutuyoruz, bizlerin hissetmek ve algılamak gibi bir özelliğimiz var, teknolojinin ise yok!

Eğer sevdiklerimize, biraz daha toleranslı olmayı öğrenebilir ve onları geçmişteki yaşanmışlıklar ve anlık duygularımızla yargılamaktan vazgeçebilirsek diyorum ben, hani atalarımızın tabiri ile "öküz altında buzağı aramaktan" vazgeçebilirsek eğer, belki hayatı hem kendimiz, hem de onlar için daha kolay ve çekilir hale getirebilir ve belki de bakarsınız, onların aslında hiç göremediğimiz ya da görebilmek adına bir çaba sarfetmediğimiz için göremediğimiz çok güzel taraflarını da görebiliriz.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çogu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz. Covey bu örnekleri ; ayni enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler, diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor.

Einstein'in bir sözünü anımsatıyor bu : "Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz." Çogumuzun zaman zaman yaptigi gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar.

Hadi hepimiz biraz deneyelim bunu. Sevgi ve saygı adına. Kazanılmış bir insan yüreği, hayatlarımıza coşku katacak binlerce gülücük olarak bize geri dönecektir inanın.

Kalplerimizden sadece güzelliklerin geçtiği ve birbirimizi yargılamadan anlıyabildiğimiz bir dünya diliyorum hepimize.

Sevgiyle kalın, insanlığınızla kalın efendim.

Füsun Uçak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 7,757,757,757,757,757,757,757,75
              4 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Hulusi Şenel


Sonbahar, bir hüzün ve ayrılıklar mevsimidir

Sonbahar için hüzün ve ayrılıklar mevsimi derler. Çiçeklerin solduğu,yeşil yaprakların sararıp dallarından koparak ayrıldığı, parlak, mavi gök yüzünün bulutlarla kaplandığı, yağmurla beraber havaların soğuduğu mevsimdir Sonbahar.

Hatta cami minarelerinde selâlaların sık sık okunduğu,insanlarında ebediyete göçtüğü mevsim de deniyor Sonbahar'a..

İşte bir Sonbahar mevsimi daha yaşıyoruz. Yaz mevsiminin iliklerimize kadar ısıttığı sıcaklar yok artık. Gökyüzü de eskisi kadar mavi ve parlak değil. Kuş sesleri de azaldı.

Demişler ya bir hüzün ve ayrılıklar mevsimidir Sonbahar.

Bende hüzünlenirim bu mevsimde. Bazı yakınlarımı, dostlarımı bu mevsimde kaybettim ben.

Ve 'Bende mi bu mevsimde öleceğim 'diye düşünürüm bazen. Ölüm aklıma geldikçe de soğuk bir ürperti kaplar içimi.
Ve o zaman Ümit Yaşar'ın şu dizeleri gelir aklıma;

Ne kötü bir dünya bu ;
     sevgisiz,acımasız
Yaşarken dolu dizgin,
     ölüvermek apansız
Sen,en güzel yerinde
     olsan bile yaşamın
Alırlar,götürürler bir
     yerlere zamansız
Bütün o sevdiklerin,
     dostların,yakınların
Koyup giderler seni
     orada yapayalnız

...

Ben bunları niye yazdım bilmiyorum.Demek ki Sonbaharın gelmesiyle beni de hüzün kaplamış..
'Sonbahar bir hüzün ve de ayrılıklar mevsimidir' demiştim yazının başında.
Belli olmaz bende ayrılabilirim bu mevsimde aranızdan. Yazımı geçenlerde karaladığım şu dizelerle bitiriyorum.

Bir hüzün,ayrılık mevsimi derler ona
İşte geldi o Sonbahar,
Sararıyor,dökülüyor yapraklar.
Biliyorum çoğalacak yine bu mevsimde
        minarelerde selalar
Gidenler gelmezken geri,
Sevenlerin gözlerinden akacak yaşlar..


Hoşça kalınız.

Hulusi Şenel
hulusisenel@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 6,406,406,406,406,406,40
              5 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Fulya Girginer


İttifak

"Bugün hava sıcak" dedi adam, bir yandan beyaz gömleğini özenle düğmelerken. Ancak "Hııı" çıkabildi kadının ağzından. Akarsu saçlarını dizginlemeye çalıştığı bütün tokalar ağzındaydı. İki toka sağ yana, fışkıranlar için bir toka daha. Hepsi sımsıkı toplandıktan sonra sağdan, soldan, arkadan biraz saç serbest bırakılacak. Hani sanki çok özenmeden toplanıvermiş izlenimi için.

- Gömleğim hiç buruşmamış bu sefer !

Kadın gözlerini aynadaki görüntüsünden çekip adama kaydırdı. "Canım" diye söze başladı.

- Efendim canım ?

Biliyorsun arabam tamirde, beni Taksime kadar bırakır mısın diye soracaktı yılların alışkanlığıyla. Aralarındaki anlaşmayı son anda hatırladı.

- Neyse boş ver. İstersen dolapta yedek gömlek var
- ARTIK GÖMLEĞİMİ HİÇ BURUŞTURMUYORSUN DEDİM YA !

Kadın ürktü adamın öfkesinden. Aslında ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Küçük el hareketleri ile akarsuyu serbest bırakmak ve sonra… Aslında hepsi bu kadar, hiç zor değil. Yapamadı ama, bunları düşünürken geç kaldı belki, belki canı istemedi.

Kalkıp saçlarını okşadı adamın

- Sonra çok sıkıntı çekiyorsun diye dikkat ettim bu sefer.

İkisi de öyle ayakta kalakalmışken aynı şeyi düşünüyor olmalıydılar: Anlaşma yaptıktan sonraki ilk buluşmayı. Öyle çılgınca sevişmişlerdi ki, hesapsız, kitapsız, soyunmaya fırsat bulamadan. Yeni tanıştıkları zamanlardaki gibi, genç gibi. Işıl ışıl olmuştu ikisi de, umutla dolmuşlardı, hayata güvenmişlerdi, kendilerine güvenmişlerdi. On senelik evlilikten sonra da olur, aşk olur, umut olur, işler değişebilir diye. Tüm dünya yanılıyor, biz derde çare bulduk diye.

O hafta kadın aşk kıpırtıları bile duydu içinde. Mahcup gülümsemelerle geçirdi haftayı.

"Diğer kadına" ait her şey dünyadan silinmişti o hafta.

Her ikisi de ikinci buluşmayı sabırsızlıkla bekledi. Adamın gömleği yine buruşmuştu ama bu kez şehvetin dozu düşüktü sanki. Daha bir şefkat.

Adamın gömleğini kadın çıkarttı. Usul usul, ince ince soydu adamı. Ortaya çıkarttığı her sıcaklığa sarıldı, elledi, okşadı. Adam kadının saçlarını açtı, okşadı, tuttu, çekti, sevdi.

Kadın o hafta "diğer kadının" saçlarının nasıl olduğunu merak etti.

Sonraki haftaları ikisi de iyi hatırlamıyor. Artık herkes kendi kendine soyunuyor ve her ikisi de sıklıkla "diğer kadını" düşünüyor.

- Çok sıcak bugün, durduğum yerde terliyorum, dedi adam
- Haydi gidelim artık dedi kadın, bir yandan yatağı toplamaya çalışırken.

Kısacık bir an adamın bakışını gördü, görmekle görmemek arasında. Belli belirsiz. "Biliyordum böyle olacağını" bakışları. Kapı kapanmadan önce kocasının "haftaya görüşürüz" diyen sesini duydu.

Fulya Girginer
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,908,908,908,908,908,908,908,908,90
              10 Kahveci oy vermiş.
4 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Ateş Cihan Çetin


Affetmek

Merhaba gönlü mis kokulu olanlar,
Kaç akşamdır evimizin bahçesine varmak ve oradan yeşilin güzelliğini sevdiğimle beraber seyretmek için acele ederken önüme çıkanlara, elime ayağıma dolaşanlara kızdım!..

Voltaire "Öfkeni aklınla yenemiyorsan, kendini insandan sayma" demiş.. Güzel de demiş.. Önce insan olmak lazım, sonra gönlümüzün bahçesinde oynamak...

O'nun emirlerini insanlara anlatmaya çalışan tüm gül yüzlüler; Hayır getirdiklerinin elinden dilinden her türlü hakarete uğruyorlardı. Alay ediliyor, ölüm tehdidinde bulunuluyor, geçtikleri yollara çalı çırpı dikenler seriliyor, üzerlerine pislik atılıyor, boynuna kement atarak sürüklemeye çalışıyorlardı. Bununla da kalmayıp, ona sihirbaz, büyücü, kâhin, şair diyorlardı; öfkelendirip kızdırmak için her türlü yola başvuruyorlardı. Fakat Onlar, Onlar kendilerine yapılan bütün bu hakaretlere darbelere tahammül ediyor, kızmıyorlardı; Sadece O'na sığınıp insanlığın bağışlanmasını, affedilmesini diliyorlardı.. Çünkü Onlar gülyüzlülerdi...

Kin ve nefret, yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller. Hiç kimse saf, iyi ya da kötü değildir. Salt kötülükleri görmek vesvesedendir, bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı. Vesveseyle nefret ve kin dolu bir yaşam mutsuz, sevgisiz, boş bir yaşamdır. Affetmek insanı olgunlaştırır...

Böyle bir zamanda sadece O'nu düşünmek gerekir... Çünkü O'nu anmak, düşünmek O'na varmaya sebep olur, yaratan korkusu da gönülde güzel duyguların gelişmesini sağlar. Böylece, O'nu anmakla, hiddetin ateşi sakinleşip söner. (Ateş var yanmasında fayda var. Ateş var sönmesinde fayda var)

Suçluyu affetmenin ve bağışlamanın O'nun katında yer edinmek olduğunu hatırlamak.. Bu hatırlayış kişiyi olgunluğa sevk eder. Olgun düşünen kişi iyiliğin ve sevginin gücü ile bağışlayan olacaktır. Vicdan, nefsi yenerek sahibini huzurlu bir ortama doğru iter.

Öfkeyi ve kızgınlığını giderip, yumuşaklık göstererek affedici olmak; insanların, kendisine sevgi ve saygı besleyeceğini hatırlamak. Sevilen insan olmak..
İnsanların sevgisini elde etmek ve onlar arasında sevilen bir kişi olmak. Ve yer edinmenin O'nun katında yer edinmek olduğunu bilmek...

Kızgınlık ve öfke zamanındaki halden başka bir hale geçmek. Mesela O'nun katına ulaşmaya çalışmak ve bulunduğumuz yerden O'na ulaşmak gibi.
Kızgınlığın sonunda doğacak vicdan acısını, pişmanlığını, intikamın çirkinliğini ve kolaylıkla giderilemeyecek acı sonuçlar doğuracağını düşünmek.

Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. Çoğu insan affetmenin, nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki anıların ve üzüntülerin boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı ve düşüncelerimizi kontrol altında tutmasına son vermek demektir.

Affetmek; O kişiyi sevmek, konuşmak zorunda olmak, ilişkiyi sürdürmek, beklentileri doğrultusunda davranmak, haklı bulmak, telafi etmek için çaba göstermemek değildir.
Affetmek; kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin ve vesvesenin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır. Affetmek acıyı ve üzüntüyü hissetmemektir.

Yapılanları zihinsel olarak aklımızdan çıkartmak, unutmak gönülden atmak zaten mümkün değildir ama.. Sevgimizle duygusal, kalpten unutma affetmenin diğer şeklidir.

Ateş Cihan Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,008,008,008,008,008,008,008,00
              6 Kahveci oy vermiş.
11 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOSYOLOJİK OLGULARA TURP SIKTIM -2

Evlilik hakkında olumsuz ifadeler kullananların ortak bir yanı var. Hiç kimse evliliğin gerektirdiği özveri, sabır, sadakat duygusu gibi özelliklerin kendisinde bulunup bulunmadığına bakmıyor. Sürekli bu özellikler karşıt cinste var mı yok mu diye sorgulanıyor. Ben bu özelliklere sahip miyim gibi bir sorgulama içine girmiyor. Kendisini eksiksiz, diğer insanları değersiz ve niteliksiz olarak yargılıyor. Yaygın olumsuzluk ve güvensizlik düşüncesi şaşırıcı olarak ilave beklentiler yaratıyor. Bu beklentiler bazen gerçek olmayan düş erkekleri ve kadınlarını yaratıyor. Gerçekte var olmayan, var olamayacak kadar kusursuz erkek ve kadınları istediklerini bilmiyorlar. Bu beklentileri bu düşleri karşılayacak insanı bulamamanın mutsuzluğu ile kendi yargılarının doğruluğundan her geçen gün daha emin hale geliyorlar.

Cinsellik ile evlilik arasındaki ilişkinin sadece erkekler tarafından dillendirilmesi de bana çok ilginç geldi. Abazan erkek evlenmeyi sorunun çözümü gibi görürken, kadınların yanıtlarında evlilikten böyle bir beklentinin olmadığı anlaşılıyor. Sosyal rollerde cinselliğin sadece erkekler tarafından istenen ve beklenen bir şey olması erkekleri ucuz ve hafif dozlu sapkın, kadınları da ruhani yaratıklar gibi algıladığımız gerçeği ile uyuşuyor. Elbette böyle bir ikilinin evliliği ve paylaştığı yaşam bu dünyaya ait olamaz. Arzulu erkekler ile isteksiz kadınların evlilikle ilgili birlikteliğinden söz etmeyi becerebilsek bile uyumlu ve mutludur diyebilmemize imkan yoktur. Bu kadın ve erkek tipi gerçekçi değildir.

İnsan gençken hiçbir şeyi fazla ciddiye almaz. İlgileri çok hızlı değişir ve dikkatleri de dağınıktır. Çok azı erken yaşta verdiği kararları gerçekleştirmek konusunda inatçı ve tutarlı davranabilir. Akşam ezanına kadar sokaklarda toz toprak içinde oynadığım çocukluk zamanlarımda mahallemizde çok tatlı bir ablamız vardı. Uncu Beyhaddin'in Kızı Sadriye dal gibi ince, narin hoş bir kızdı. Uzun siyah saçları başındaki yemenisinin altından beline doğru akardı. Bazen akşam üzeri sokakta oynayan çocuklardan biri çağırır bakkaldan bir şeyler almasını isterdi. Her zaman beni çağırsın, bakkala beni göndersin isterdim. Bakkaldan dönüp siparişleri teslim ettiğimizde zahmetimizin karşılığı olarak her zaman beyaz bir yirmi beş kuruş verirdi. Biz daha büyüyemeden o çoktan evlenme çağına gelmişti. Kasabadan onlarca genç annesini, babasını gönderip o güzel kızın kapısını aşındırmaya başlamışlardı. Biz büyüdük ama o kız taliplerinin hiç birine evet demedi. Kıza dünürlük edenlerin hepsi kapıdan eli boş olarak çevrildiler.

Sonradan kızın subay koca takıntısı olduğu, "Subaydan başkasına varmam."dediği duyuldu. Kasabada çiftçilik yapan, Manisa'da fabrikaya işçi olup çalışan yada nüfusa, tapuya, bankaya memur olmayı başarmış gençlerin hepsi bu yüzden kapıdan eli boş çevrilmişlerdi. Sadriye'nin yaşı otuza yaklaşıncaya kadar hiç kimse kızın subay koca beklentisini diline dolayıp alay etmemişti. Komşular, yaşı ilerleyip kız kurusu durumu oluşmaya başladığında "Bu kız evde kaldı artık. Bundan sonra bunu kim beğenip alır ki? Subayı boş ver, çöpçü bulsun da öpüp başına koysun."demeye başladılar.

Bunu öyle ulu orta pervasızca söylemeye başladılar ki; Sadriye bile zamanla komşuların söylediklerine iyice alıştı. Yaşıtlarının gelinlik kızları, boylarınca oğulları oldu. Bu kız hala kapısını bir türlü çalmayan kısmetini bekliyordu. Pamukta, üzümde yeni yetme delikanlılar bile onunla alay etmeye başlamışlardı. "Sadriye abla, on yıl daha sabret. Subay çıkınca ben seni alırım."diyorlardı. Sadriye şimdi neredeyse ellili yaşların ortalarına ulaştı. Geçen onlarca sene o güzel kızın bütün ışıltısını silip süpürdü. En son kasabaya gittiğimde annesinin, babasının öldüğünü evinde yalnız başına yaşadığını öğrendim. Üzüldüm, hatta yıllarca beklediği halde gelip kapısını bir kez bile çalmayan düşlerindeki subaylara çok kızdım.

Sevgili Kenyalı hemşerilerime buradan sesleniyorum. Gençliğinizin kıymetini bilin. Zaman belki sizi gençliğinizi sarartıp solduramaz ama yıllar sizi de yıpratıp zift gibi kapkara yapabilir. Evlenecek olanlar ellerini çabuk tutup kaynanası uysal, az biraz varsıl eş adaylarını seçsinler. Evlenmek bana göre değil diyenler de işin iyice suyunu çıkarmadan akıllarını başlarına alsınlar. Yalnızlık Kenya'lılara değil Allah'a mahsustur. Armudun sapı, üzümün çöpü bahanelerini kaldırıp çöplüğe atın. Her şey zamanında, kendi kıvamında güzeldir. Sonradan "Biz duymadık, böyle olduğunu kimse bize söylemedi." diye ağlaşmayın. Neyse, fazla dağıtmadan konumuza geri dönelim.

Sosyolojik araştırmamızın bu aşamasında de evlilik düşüncesi ile ciddi ciddi yüzleşmiş çıtır ötesi ve hatta yaşı bir hayli geçkince sayılabilecek bekar kadın ve erkeklerin sorularımızı nasıl yanıtladıklarını inceleyelim. Bu bölümde kadın ve erkek katılımcılar iki ayrı grup olarak ele alınmış ve konu derinlemesine incelenmiştir.

Bayanlar kendilerine yöneltilen her iki soruya;
- İnsanların iki yüzlülüğünden nefret ediyorum. Herkes samimiyet ve dürüstlük konusunda rol kesmede iyice ustalaşmış. Evlilikten söz ettiğimde erkeklerin ağzını bıçak açmıyor. Evlilik aşamasına gelinceye kadar herkes canım cicim. Evlilikten söz edince hepsi vebalıymışım gibi benden kaçıyor.

- Erkekler yaşça kendinden küçük kadınları istiyorlar. Hepside sübyancı…

- Erkekler sevgili olarak eş olduklarından daha eğlenceliler. Evlenince canlı, neşeli ve sevgi dolu erkek birden uyuz bir eşeğe dönüşüyor. Ömür boyu uyuz bir eşekle uğraşmak istemiyorum.

- Erkeklerin çoğu bütün ömürleri boyunca bir kadının etkisi altında yaşamayı seçiyorlar. Annelerinin sözünden çıkmayan, özgüvensiz yaratıklar oluyorlar. Bu nedenle kaynanam olacak kadının karşısına geçip kendimi kabul ettirmeye çalışmak gibi bir sıkıntıyla uğraşmak istemiyorum.

- Eğer bende sabahın köründe evden çıkıp akşama kadar çalışacaksam ne diye evleneyim. Evleneceksem erkek bana bakacak durumda olmalı. Hem çalışıp hem ev hanımı olmayı istemiyorum.

- Bana sürekli sadık kalacak, başka kadınlara bakmayacak birini bulmam çok zor. Erkek bunun için çaba harcasa bile artık dünyanın çivisi yerinden çıktı. Başka kadınlar zaten ona rahat vermez. Günümüzde bağlılık ve sadakat gibi değerleri yaşatmamak neredeyse imkansız.

- Uygun birini bulsam hemen evlenirim. Sıkıntıları olsa da düzenli bir yaşam istiyorum. Artık evim, yerim, yurdum belli olsun. Çocuk olsun, onları büyüteyim istiyorum.

- Artık tek bir erkek benim eş olarak istediği özelliklerin hepsini taşımıyor. Ben maço erkekleri seviyorum. Maço biri bana kadın olduğumu daha çok hissettiriyor. Erkek beni korusun, sahip çıksın istiyorum. Ne yazık ki maço erkekler kalın kafalı oluyor. Bir kadını taşımasını beceremiyorlar. Hem beni anlasın ve sevsin, hem nazik, kibar ve düşünceli olsun istiyorum. Entel biri beni çok iyi anlayabilir ama kendimi kadın gibi hissetmemi sağlamaz. Bu nedenle ben bu iki erkeğin tek bir bedende buluşturulmuş modelini istiyorum. Böyle birini tanıyorsan bana telefon numarasını verir misin?

- Evlenmek istemiyorum. Çünkü günümüzdeki sosyal yaşam evlilik gibi bir kurumu zedelemeden götürmeyi imkansız kılıyor. Çalışan bir kadınsanız patronla yatmadan işinizde yükselmeniz, belli bir kariyere ulaşmanız nerdeyse imkansız. Bir seçim yapmak gerekirse kariyer sahibi olmayı evli olmaya tercih ederim.

- Yaşım otuza ulaştığı için herkes bana özürlü gibi davranıyor. Evlenmek isteyenler ya boşanmış ya da emekli erkekler oluyor. Karşıma benden birkaç yaş büyük iş güç sahili eli ayağı düzgün birisi çıksın istiyorum ama olmuyor. Benim beğendiğim erkekleri daha önce birileri kapmış. Bana hiç kalmamış.

- Evlenmeyi istiyorum. Tanıştığım insanlarda hep bazı eksiklikler, bazı tutarsızlıklar görüyorum. Henüz kendime uygun erkeği bulamadım.

- Sadece yalnız olduğum ve bu yalnızlıktan kurtulmak için evlenemem. Arada sırada evdeki muslukları, elektrik anahtarlarını ve prizlerini tamir edecek birisi lazım oluyor diye evlenemem. Hem her konuda bana yardımcı olacak, sorunlarımı ve sıkıntılarımı paylaşacak, hem de görünce kanım ısınacak, kolayca anlaşabileceğim birini bulursam evlenmeyi düşünüyorum.

- Parası, pulu olan, beni rahat ettirecek bir erkek istiyorum.

- Benim evlenmem imkansız. Biraz fazla sivriyim. Erkeklere batıyorum galiba. Erkekler zeki, açık sözlü ve içi-dışı bir olan kadınlarla evlenmek istemiyorlar. Zeki ve açık sözlü kadınlardan etkilendiklerini söyleyip iş evliliğe geldiğinde kolay idare edebilecekleri birini seçiyorlar. Erkekler gelişmiş bir kişilik veya beyin yerine iyi gelişmiş göğüsleri ve yuvarlak kalçalı olanları istiyorlar.

Evlenme vakti saati gelip çatmış, yaşı kemale ermiş hatta orta yaşa doğru ilerleyen kadınların görüşlerini özetlediğimizde erkeklerin güvenilmez yaratıklar olduğu gibi bir genellemenin bir alt yaş grubunda olduğu gibi sürdüğü gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Kadınların önemli bir kısmı erkeklerin ileriki yaşlarda bile ana kuzusu kalmayı sürdürdüklerini, öz güvenden yoksun, kararsız ve başkasından etkilenmeye çok açık olduklarını dillendiriyor. Evlenmeyi düşünenler ve isteyenler ise uygun erkekle karşılaşmayı, tanışmayı, onu evlenmeye razı etmeyi neredeyse beyaz atlı prensin masallardan çıkıp gelmesi kadar imkansız görüyorlar. Ekonomik mücadelesini erkekler dünyası içinde ve onlar gibi sürdüren önemli bir kesim, yani çalışan kadınlar evliliği anlamsız ve değersiz buluyor. Çünkü evliliğin kendilerine bir şey katmayacağını ve mutlu etmeye yetmeyeceğine inanıyorlar. Romantizmden çok kendilerini çetin çalışma hayatının içinden çekip çıkartacak, rahata kavuşturacak birine ihtiyaç duyduklarını belirtiyorlar.

Arkası Yarın

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,888,888,888,888,888,888,888,888,88
              8 Kahveci oy vermiş.
6 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya


  EKŞİLİ MAHLITA (KİLİS)
  KARTOPU

Herkese tekrar merhabalar… Bugünkü tarifimiz Kilis'ten…

EKŞİLİ MAHLITA (KİLİS)

MALZEMELER
2 su bardağı kırmızı mercimek,5 diş sarımsak, 1 orta boy patlıcan, 1 çorba kaşığı kırmızı biber, 8 su bardağı su, 2 çay kaşığı limon tuzu, 6 çorba kaşığı sızma zeytinyağı, 2 çorba kaşığı kuru nane, tuz…

YAPILIŞI
Mercimeğimizi nişastası akıp suyu duruluncaya kadar yıkayalım ve süzelim… Sarımsakları soyup iyice dövelim, patlıcanlarımızın kabuklarını alacalı soyup 1cm. lik küçük küpler şeklinde doğrayalım… Mercimeğimizi tenceremize koyup üzerine suyunu ekleyerek bir taşım kaynatıp köpüğünü iyice alalım… İçine patlıcanlarımızı atıp ateşi kısalım ve mercimek ve patlıcanlar yumuşayana kadar 15 dk. pişirelim… Sarımsak, limon tuzu ve tuzumuzu katıp güzelce karıştıralım… Son olarak zeytinyağını, kırmızı biber ve naneyi bir tavada kızdırıp çorbamıza ilave edelim… Sıcak servis yapalım…Mmmmmm… tek kelimeyle harika…

Eveettttt işte vazgeçilmezimiz,, tatlımız…

KARTOPU

MALZEMELER
100 gr. sıvıyağ , 80 gr. toz esmer şeker, 1 tatlı kaşığı vanilya, 1 yumurta, 140gr.kekun ve tam buğday un eşit oranda karıştırılır, 2 çorba kaşığı kakao, 125 gr. hindistan cevizi, 125 gr. light beyaz çikolata

YAPILIŞI
Yağı, vanilya, şeker ve yumurtayı karıştıralım. Un, kakao, ve hindistan cevizinin 40 gr ını ekleyerek iyice yoğuralım…Yoğurduğumuz bu karışımdan, tatlı kaşığı yardımıyla parçalar alıp yuvarlayalım ve yağlı tepsiye yerleştirelim, önceden ısıtılmış fırınımızda 180 derece de 20 dk pişirelim…Ayrı bir yerde, çikolatamızı benmari usulü eritelim ve pişirdiğimiz topları önce çikolataya, sonra da hindistan cevizine bulayıp servis yapalım…

AKLINIZDA BULUNSUN
Her yemekte kullandığımız kuru soğanları yağda kavururken, içine 1 tatlı kaşığı toz şeker atmayı ihmal etmeyin. Yemeğinizin daha lezzetli olduğunu göreceksiniz…

PÜF NOKTALARI
Taze balık, hafif bir deniz kokusu yayar… Eti sıkıdır, pulları yapışmıştır… Gözleri canlı, solungaçları kırmızıdır…

GÜNÜN MENÜSÜ:
Ekşili mahlıta, fırında makarna, salata, kartopu.

Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.334 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


OLMAMIŞ AŞK

Ekşiydi yeşil elma,
Bir yanından kız ısırdı
Mayhoştu buruştu yüreği.
Bir yanından oğlan ısırdı
Sarhoştu karıştı aklı.
Ekşiydi yeşil elma
Aşk gibi
Sarhoş,
Mayhoş,
Ağızları sulandı
Sevişmeye.

(...)

İkisi de kovuldu
Cennetten
Olmamış
Aşk yüzünden.

Ömer Davultaş

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




No comment!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FTP Wanderer Version 2.7 [210 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=8
Minik ama çok kullanışlı ve explorer benzerliğiyle kusursuz bir FTP Programı. İhtiyacınız varsa hiç başka birşey aramanıza gerek yok. Alın bunu yükleyip kullanın. Üstelik bedava.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051011.asp
ISSN: 1303-8923
11 Ekim 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com