KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 840

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Gene geç kaldım!..


Merhabalar,

Gene çok geç kaldım, üzgünüm. İyisi mi ben gideyim. Giderayak size de güzel şarkı dinleteyim. Vasiliki Papageorgiou ve Hasan Esen'in harika albümü Heybeli'den son vapur'dan aynı adlı şarkı. Biraz değişik gelebilir ama sonuna kadar dinlemenizi öneririm. Bittiğinde hoş bir tad bırakacağını garanti ederim.

Bu arada günde birkaç tane "Dünün şarkıları"nı bilgisayarlarına indirmek isteyenlerden mesaj alıyorum. Birçok kez burada söylememe rağmen sanırım yinelemekte yarar var. Kahve Molası bir mp3 sitesi değil. Dinlediğiniz şarkılar da zaten mp3 değil. Özel bir flash tekniğiyle üretilen dosyalar. Bunların indirilip kullanılması olanaksız. Etik olarak karşı olmam bir yana, teknik olarakta buna imkan olmadığını belirtmek istiyorum. O nedenle bu tür bir istekte bulunmamanızı önemle rica ediyorum. Dilediğiniz zaman Kahve Molası'na gelip dinleyebilirsiniz. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

7 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Müjgan Yalız


ŞENLİK DAĞILDI BİR ACI YEL KALDI BAHÇEDE YALNIZ

Bakışını gördüm,
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi
Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm
       P.Soupault


Yukarıdaki şiir Andre Breton için kaleme alınmıştır ve benim için sevdiğm bir şaire yazılmış olmakla beraber aynı zamanda Fransız şiirinin ince, narin, bir okadar da vurucu derinliğinin izlerini taşıması nedeniyle önemlidir.

Dün sabah Attilla İlhan'ın ölüm haberi bulunduğum ortama zehirli bir hançer gibi saplandığında, ortalıkta bir kargaşa yaşandı. Bilgisayarlara sarıldı insanlar, haberin doğruluğuna inanmak için, sonra ondan bahsettiler, şiirlerini okudular. Bir şeyler ellerindeyken kıymetini bilmemiş olmanın farkındalığı ile son an da kutarabilme ve ederini teslim etme telaşıyla ordan oraya savruldular. Bense hiçbir şey söylemedim. Söyleyemedim.Tıpkı yukarıdaki şiirde dillendirildiği gibi sadece O'nu hatta onsuzluğu düşündüm. Öyle ülke için, edebiyat dünyası için falan değil bütün bencilliğimle kendim için: Hafta sonları gazetemin arka sayfasından yazılarını okuyamayacağımı, akşam ise TRT'den sügüne gönderildiği Kanaltürk'ten Söyleşisini dinleyemeyeceğimi, hayatta önümü aydınlatan düşün ışıklarından birinin daha söndüğünü, evimden en değerli konuğu yolcu ettiğimi. Ve o bilge inanmışlığa kavuşmuş her güzel insan gibi Tanrı'nın kendi sırrını çözmeye yaklaşan herbir bireyi yanına almaya kararlı olduğuna bir kez daha inandım onun gidişiyle.

Eminim ki son anda bile bu gidişin diyalektik kimliğini, bu yolculuğun da damarlarda akıtılacak bir deney olduğunu düşünüyordu... Yarın insanlar bir camii avlusunda toplanacaklar. Nutuklar söylenecek, çiçekler atılacak. Bir kaç gün sonra ise hayat hiç bir şey olmamışcasına yanıbaşımızdan akacak. Lakin bu defa biraz daha hava kararmış olacak, ve bizler daha loş bir ışıkla yürüyeceğiz....

Attilla İlhan'ı en çok 1990 yılında Pariste iken özlemiştim. Nedense gelip önümüzden 'yok yok çocuklar oralarda vakit kaybetmeyin Tristan Tzara'nın evine gidin Breton'u, Aragon'u dinleyin' demesini, O'nun sesiyle O'nun kentini dolaşmayı, sonra da bir kafede sıcak çikolata ile mola vermeyi istemiştim. Başkaları alışveriş yaparken ben ünlüler mezarlığını ziyaret etmeyi, hayatımdaki yokluklarını, onların taşlarını okşayarak gidermeyi yeğlemiştim. Ama bu isteğin yabancı bir memlekette kalacağını sanmıştım. Yanılmışım. Şimdi içimdeki eksilmişliği Aşiyan'da bir mezar taşında okşamakla giderebilecek miyim bilemiyorum.

O'nun şair, yazar kişilğinden çokça bahsediliyor da bir düşün adamı olması ikinci plana atılınıyor. Ben kendi adıma O'nun kalpaklı başı ile yolumu aydınlatmasını özleyeceğim ve sıksık olduğu gibi benim için yazdığına inandığım şiirini okuyacağım.

Yerin rahat ruhun ışıklar içinde olsun....

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
        Attila İLHAN


Müjgan Yalız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,899,899,899,899,899,899,899,899,899,89
              9 Kahveci oy vermiş.
10 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  BİR SOHBETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İzmir Öğretmenevinde konakladığım bir gece, etkisinden hâlâ kurtulamadığım ve büyük zevk aldığım sohbetten bazı kesitler sunayım istedim.

O gece, lokantada kendime yer ararken iki yaşlı beyin bulunduğu masadaki boş yere izin alarak oturdum. İlk bakışta kendi hallerinde, dünyadan yeterince nasibini almış, unu elemiş, eleği duvara asmış iki insan izlenimi veriyorlardı. Onların sohbetine istemeden kulak misafiri oluyordum. Acaba ne derler diye de düşünmeden edemiyordum. Ancak kendilerini ilgiyle dinlememden mutlu olacaklar ki, aralarına katılmama izin verdiler. Böylece yaklaşık üç saat süren bir sohbet faslı başlamış oldu.

Masada karşımda oturan kişi, saçları iyice kırarmış, kulak memeleri sarkmış, lacivert takım elbisesinin içinde kırmızı kravatıyla yaşına göre hayli bakımlıydı. Öyle iştahla yemek yiyordu ki, onun sohbetten çok yemeğe gereksinimi olduğu kolayca seziliyordu. Onun, garsonu bile şaşırtan bir iştahla art arda yediği kremalar bir türlü gözümün önünden gitmiyor. Sohbetin merkezi konumundaki kişiyse, yanımda oturan, alabildiğine alçakgönüllü, sevecen konuşmasıyla insanın içini ısıtıveren, yaklaşımıyla da kolayca dostluk kurulabilen Vahit Yılmaz'dı.

Mesleğe 1946'da giren ve Türkiye'de 17 yıl aralıksız Milli Eğitim Müdürlüğü yaparak kırılması hayli güç bir rekorun sahibi olan Vahit Bey, M.E.Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi üyeliğinden emekli olmuş.(*)

Vahit Beye mesleğimiz hakkında duyduğum endişelerimi, çözüm yollarını anlattığımda bir çok ortak yanımız olduğunu sevinerek gördüm. Ruhumdaki karamsar bulutları dağıtan, içimi aydınlatan bazı ilginç anılarını anlatma nezaketi gösteren Vahit Beye yaşadıklarını yazıp yazmadığını sorduğumda, yazamadığını belirtmişti. Ben de o gün kendisinden dinlediklerimin unutulmasına gönlüm razı olmadığı için yazacağımı belirttim. Memnuniyetle onay verdi.

Vahit Bey .....ilinde Milli Eğitim Müdürüdür. Zamanın Bakanlarından birinin çok yakını olan genç bir kızın, o ilin gözde bir ilkokuluna ataması yapılmak istenir. Bakan kendisini telefonla arar. Adı geçenin atamasını yapmasını, aksi halde kendisine yer beğenmesi gerekeceğini bildirir. Bunun üzerine Vahit Bey; "Bu atamanın mevcut mevzuata göre yapılmasının mümkün olmadığını, ancak yasa koyucu olarak T.B.M.M yeni bir yasa çıkarırsa severek yapabileceğini, belirtir. Ardından konuyu valiye intikal ettirir. Bu görüşmeden altı ay sonra, bir gün Valinin çağırdığı kendisine bildirilir. Adı geçen bakan onu valinin makam odasında beklemektedir. Konu hâlâ gündemdedir. Düşünceli bir şekilde odaya girer. Bakanın yanısıra odada daha pek çok kişi vardır. Bakan, Vahit Bey odaya girer girmez, sert bir üslupla;"Şu bizim kızın atamasını .............İlkokuluna yapmanız gerekirdi. Şimdi hiç olmazsa ben buradayken bu işi halledelim."der. (Adı geçen öğretmen henüz stajyerdir.) Bakanın bu ani çıkışı üzerine Valiye anlamlı bir şekilde bakar Vahit Bey. Nasıl tepki göstereceğini merak etmektedir. Kısa bir duraklamanın ardından Vali, Bakana dönerek; "Bakanım, burada personelime emri ben veririm."dedikten sonra, ona dönerek; "Vahit Bey, emrediyorum, doğru odanıza gidiniz."der. Vahit Bey de bunun üzerine gülümseyerek odayı terk eder.

Burada bu sohbete kısa bir ara verip, tarihimize göz atalım, ne dersiniz?

Sultan Melikşah hilâlin gözükmesi üzerine bayram gününü ilan eder. Fakat Cuveyni, aksine ertesi günün Ramazan olduğunu ve oruç tutulması gerektiğine dair fetva verir. Sultan bu durum karşısında Cuveyni'yi nezaketle saraya davet eder. Görüşme sırasında büyük bilim adamı; "Sultana ait işlerde fermana bağlılık görevimizdir. Ancak fetvaya ait sorunlarda da Sultanın bize sorması gerekir."cevabını verir. Cevabı haklı bulan Sultan, haşmetini düşünmeden fetvaya uyar ve onu saygıyla yolcu eder.

Nişapurlu bilgin Ali bin Hasan al-Sandali'ye, bir cuma namazında karşılaştığı Melikşah, kendisini niçin ziyaret etmediğini sorması üzerine;"Sizin hükümdarların en iyisi olmanız, benim de bilginlerin en kötüsü olmamaklığım için."der ve konuşmasını sürdürür;"Zira hükümdarların en iyisi bilginleri ziyaret eden, bilginlerin de en kötüsü hükümdarların ziyaretine koşandır."diyerek, dönemin mükemmel anlayışını ortaya koyar.

Vahit Yılmaz'ın diğer bir ilginç anısı da şöyle: Eğitim sistemlerini incelemek amacıyla gittiği Yugoslavya'da, okulları Sırplı bir eğitimciyle gezer. Okulları tanımaya ve öğretmenlerin konumunu öğrenmeye çalışır. Sıra, öğretmelerin meslek içinde ne şekilde yükseldiklerine gelince, Sırplı eğitimci;"Yugoslavya'da öğretmenler mesleğe dört yıllık yüksek okulu tamamlayarak, ilkokul öğretmeni olarak başlarlar. Öğretmenler her üç yılda bir mesleki konuda tez hazırlar; dokuz kişilik bilim komisyonunca değerlendirilir.."şeklinde anlatır. Sırplı eğitimci daha sonra;"Komisyon, tezini incelediği öğretmen hakkında üç yönden birisinde karar verir; ilki, öğretmen bulunduğu göreve devam edebilir, ikincisi öğretmen bir üst öğrenim kurumunda görev yapabilir, üçüncüsü öğretmen yetersiz olup, bir alt öğrenim kurumunda görev yapmalıdır." Bu arada misafirin sürekli not almasına anlam veremeyen Sırplı eğitimci;"Siz niye not alıyorsunuz?"diye sorar. O da, konuyu çok ilginç bulduğunu belirtir. Bu kez Sırplı;"Bizler, bu sistemi sizden aldık. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız Osmanlı medrese sisteminden yararlandık. Halen uygulamaktayız." Şaşkınlık sırası bu kez Vahit Beydedir. Yurda döner dönmez ilk yaptığı iş, medreseleri incelemek olmuştur.

Günümüzde şikayet ettiğimiz konulardan biri, öğretmenlik mesleğinin kendi içinde yükselme, ilerleme olanaklarının bulunmayışıdır. Oysa çoğu meslek örgütünde bu iş otomatiğe bağlanmış; yapılan sınav, kurs ve seminer gibi hizmet içi eğitim faaliyetleriyle kişilerin üst görevlere yükseltilerek, çalışanların her zaman diri ve aktif olması sağlanmıştır.

1875 yılında Süleyman Hüsnü Paşa tarafından "Menşe-i Muallimin" adıyla bir öğretmen okulu açılmıştır. Okuldan mezun olanlar hemen öğretmen olmamaktadır. İki yıl öğretmen yardımcısı olarak çalışıp, uygulamalarla deneyim kazanmaktadır. Bu stajyerlik döneminde yabancı dilden çeviri yaparak başarısını kanıtlayamayanlar öğretmen olamamaktadır. Öğretmen olmayı hak edenler, okuttukları dersin kitabını yazacak veya çeviri yapmak suretiyle bir eser ortaya koyacak ve Eğitim Meclisinin onayını alacaktır. Öğretmenlere bu hizmet ve başarılarından dolayı ayrıca para ödülü verilmektedir. Ders gruplarının önemine göre öğretmenler 1200 kuruştan 3500 kuruşa kadar aylık verilir. Hicaz, Yemen, Bağdat ve Trablusgarp gibi uzak illere gönderileceklere ayrıca 500 kuruş zam yapılır. Buralara gönderilecek öğretmenlerse kura ile seçilirler. Bu öğretmenler ancak üç yıllık bir hizmetten sonra başka yere atanmalarını isteyebilirler. Onbeş yıl hizmet yapan öğretmenlerden birinci sınıf olanlar 5000, ikinci sınıf 4000, üçüncü sınıfsa 3000 kuruş maaşla yüksek okul öğretmenliğine, Eğitim Meclisi üyeliğine atanabilirler.

"Menşe-i Muallimin" okulunun kurucusu Süleyman Hüsnü Paşa'dan bugün de öğreneceğimiz çok şey var. Yeter ki, olaylara doğru teşhisler koyabilelim. Kendi öz tarihimizi öğrenmekten korkmayalım.

O gece sohbet, tatlı ezgiler eşliğinde lobi ışıkları kararıncaya dek sürdü. Vahit Yılmaz'ın engin devlet tecrübelerinin biz genç kuşaklara bir ışık, rehber olması en büyük dileğimdir.

Not: Yazı, Ödemiş Efe dergisinin, Mayıs 1990, 1.sayısında yayımlanmıştır.

(*) 25 Ağustos 1982'de Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Heyeti üyelerinden Vahit Yılmaz, Bedi Erdem ve Cemil Cahit Güneş'le birlikte görevlerinden istifa ettiler.

***

Malum, Ramazan ayını yaşıyoruz. Ben de şu aralar Van ve çevre illerinde dolaşmakla meşgulüm. Anlayacağınız seferi durumlar söz konusu. Size bir Van'a ait bir fıkra anlatarak yazımı bitireyim.

Buruki aşiretinden bir çoban ilk kez Van'a gelir. O sırada ezan okunmaya başlar. İlk gördüğü bir Vanlıya, sorar.

- Bu adam ne bağırıyor? Adam,

- Bu okunan ezandır. Müslümanları namaza davet ediyor.

Çoban tekrar sorar,

- Peki, bunun büyükbaş hayvanlara bir zararı var mıdır?

Adam, çobanın suratına anlamsızca bakar ve yanıtlar.

- Yoktur.

Burukili o zaman,

- O zaman bırak bağırsın, der.

KM sakinlerine hayırlı Ramazanlar geçirmesi dileklerimle…

Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
              7 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


Sakal ve Kırmızı

Sabah halsizlik ve bütün gece uyumaya çalışmaktan bitkin düşmüş bir şekilde uyandı.Terliklerini yarım giymiş olarak ve ayağını yerlere sürerek yürüdü. Banyonun yarım açık kapısından yavaşca içeri girip betibenzi solmuş bir adama baktı aynada. Karşısında kırklı yaşlarını geçmiş, sakalında bir çok beyaz olan tanıdık bir görüntü vardı. Elleriyle su alıp yavaşca yüzüne çarptı. Kendini eski Türk filmlerindeki ağırbaşlı adamlar gibi hisetti. Sular gözyaşları gibi, yüzünü kaplayan sakalların arasından yol bulup göğsüne ve yerlere damlamaya başladı. Bir süre kendini seyretti. Acıdı. Bakışlarına acıdı, gözünün etrafında oluşmuş kırışıklara dokunan eline acıdı, yaşlandıkça daha da büyüdüğünü düşündüğü burnuna acıdı, tüm bunları gören gözlerine ve düşünen beynine acıdı.Geçen günlere bedeni yeniliyordu, biliyordu. Zaman kazanıyordu her zamanki gibi. Bütün gece yatakta dönmüş durmuştu. Anası; 'yıllar doğduğum günden uzaklaştıkça, uykularımı kaçırıyor' derdi. Haklıymış galiba dedi kendine.Traş olup beyazımsı sakallarını bugünlükte yok etmeliydi. Aklına erkek olmaya başladığı ilk günler, babasını seyredip öğrendiği ve deli gibi merak ederek, kalp atışları hızlanarak traş olduğu günler geldi. Tüysüz yüzünü traşladığı o günlerden kalma yamuk yumuk teneke tasını almak için eğildi. Karısı kaç kere atmaya kalkmıştı bunu da o izin vermemişti. Babasından yadigar, geçmişin en büyük izi gibiydi o tas.. Yakışmıyor buraya diye, hergün banyodaki dolabın altına sokuşturuluyordu. Eğilip almaktan bıkmıştıda, onu oraya tıkmaktan bıkmamışlardı.

Duştan çıktı. Terliklerini giymeye üşenerek yüzünü aynaya döndü. Beline sarılı havlusu, başını sildiği daha küçüğü omuzlarında durdu. Saçları hep böyle kalsaydı ya. Birtek saçları hala ihanet etmemişti ona. Hafif dalgalı ve güpgürdü. Tek derdi her gün yıkanmazlarsa, azıcık bastırılarak düzeltilmeseler, serseri gibi darmadağın olmalarıydı. Aslında severdi; denize girip güneşte kendiliğinden kuruduktan sonra rüzgarda hafif hafif uçuşmalarını. Ayağa kalkıp, rüzgara karşı dururdu. Elini daldırır saçlarının arasına, geriye doğru iterdi. Sanki tüm kadınlar ona bakardı o zaman, yada o öyle dilerdi. Bir de güneşlendikten sonra terlediğinde bel çukurunu oğuştururken kadınlar onu görsün isterdi.....

Giyinirken kapının önünden her sabah duyduğu ama hafta içi önemsemediği, hafta sonu ise kendi kendine söylenip kızdığı sesi duydu. İsmail efendi gazete ve ekmeği, kapıda asılı torbaya yerleştirmeye çabalıyordu.. Kırk saat beceremez şimdi, güm diye kapıya vurur durur diye geçti aklından. Yürüdü, bu sabah bunun devamını dinlemeye hiç hali yoktu, kapının kilidini hırsla döndürdü. İliklenmemiş gömleğinin önünden, buz gibi bir serinlik dokundu göğsüne ve açık kapıdan izinsizce içeri doldu. Adamın elinden alarak gazeteye sarılı ekmeğini, sert bir şekilde teşekkür etti. Kapıyı sesi duyulacak kadar hızlı itti. Geç kalıyordu, telaşeye bulanmadan evden çıkmalıydı.

Bu sabah yolu uzayacaktı. İşe gitmeden uğraması gereken bir yer daha vardı. Sabah sabah belediyenin yaptığı yol çalışmaları yüzünden felaket bir trafik vardı. Alışık değildi şehrinde özel günler hariç trafikle karşılaşmaya. Sakince olduğundan seviyordu bu şehirde araba kullanmayı. Küçücük ama çokda büyük bir şehirdi bu. Eşi hala zamanında düzenlerini İstanbul da kurmadılar diye kendisine kızıp duruyordu. Kız kardeşi bile dönmemiş, orada yaşamaya başlamıştı. Sürekli bunu söyleyerek onu korkaklıkla suçlardı. Hayatı yaşamaktan korktuğunu söylerdi.. Bu doğru olabilirmiydi? O sadece sağlamcıydı, korkak değildi. Hiç düşünmezlerdi İstanbul da olsalar bu kadar rahat ve kolay yaşayamayacaklarını. Bu şehrin her bir yerinde, buram buram aitlik hissi vardı. Nereye gidilse, sanki evdeymişsin, sana ait bir yermiş gibi gelirdi insana. Birde tabi her yerde eşe dosta rastlamak mümkündü. Oysa İstanbul da insanın ruhu özgür kalıyordu. Çok güzeldi, büyüleyiciydi. Ama hep bir yabancı gibi...Çekici olan belkide buydu.

İlk buluşması o şehirle askerden önce, son gençlik günleri olan yüksekokul eğitimi içindi. Hiç bilememişim o günlerin değerini diye geçirdi aklından. Efkar bastı yüreğini. Birçok arkadaşı aşık oldukları kadınlar için mi yoksa aşık oldukları bu şehir içinmi memleketlerine dönememişlerdi. Ona vicdan borcu varmış gibi gelmişti o zamanlar eve dönmek. Doğrusu bumuydu, doğduğu büyüdüğü topraklara minnetini ödemek. Toprağın bütünlüğü üzerine, doyulan yerin memleket olduğuna dair çok konuşmuştu arkadaşları ama o yinede evine babaocağına dönmüştü işte. Gerçi onlardan, İstanbulun bağrına bastığı dostlarından çok daha iyiydi durumu. Görünüş buydu da ya ruhu?

Kırmızıyı sevmezdi hiç. Oldu olası bu renk dikkatini gereğinden fazla çekerdi. Dikkat edilmesi gerekirdi, önemliydi. Ve şimdi önündeki kırmızı benzin ışığı yanmaya başlamıştı. Hayret etti kendine, oysa daha çeyrek depo varken doldururdu. Sıcakladı, ne yapacağı belli olmayan hava gene açmıştı. Güneş sonbaharı yaz gününe benzetmişti. Camı aralayıp, bir sigara yaktı. Etrafına bakınırken felç olan trafiğin nedenin merkezinde olduğunu farketti. Kocaman vidaya benzer bir iş makinası, garip bir uğultuyla toprağı kazıyodu. Ne kadar açık renkliydi kazılan yer. Pembemsi beyazımsı bir renkteydi. İyice yavaşlayınca daha dikkatli baktı. Gerçekten dev bir vidaydı bu. Sarı renkli makinada bareti başına küçük gelmiş, kocakafalı bir adam tek başına bu vidayı idare ediyordu.Yaptığı şey çokda basitmiş gibi, toza bulanmış alnındaki teri kolu ile siliyordu. Sabırsız üç beş adamın bastıkları kornaların sesiyle irkildi. Elini kaldırıp aynadan pardon anlamında gösterdi. Dalmıştı işte, çok sık olmaya başlamıştı. Sanki görmeyi yeni öğreniyordu. Çevresindeki insanları görmeyi. Bakmakla görmek arasındaki farkı yeni yeni ayırtetmiş gibiydi. Kendine duyarsız kalabilmeyi nasıl becermişti bunca yıl?

Sağdaki benzin istasyonuna girmeye karar vererek direksiyonu kırdı. Geçen gün arkadaşına şehrinde ne kadar da benzin istasyonu olduğunu anlatmıştı. Olması değilde, sıklığı onu şaşırtmıştı. Birbirine bu kadar yakın olmaları dikkatini daha yeni çekmişti. Tertemiz, yepyeni bir yerdi burası. Pompanın yanına yaklaşıp durdu. Gelen görevliye doldur dedi. Arabadan inip beklemeye başladı. İleride iki adam istasyona ait toprakların bir kısmının yola gittiğinden bahsediyordu. Kulak kabartıp dinlediği anlaşılmasın diye usulca arkasını döndü. Aslında konu ilgisini çekmişti ama adamlardan biri sohpeti 'buyrun bir çayımızı için' diyerek uzatacak biri gibiydi. Başını gümbür gümbür bir müziğin nereden geldiğini anlamak için kaldırdı. İstem dışıydı bu hareketi.

O zaman arabasını kullanan bir kadınla gözgöze geldi. Kadının gözleri kıpkırmızıydı! Ağlamaktan şişmiş bir yüzde, bembeyaz bir tende kıpkırmızı bir çift göz. Sersem gibi oldu adam. Çok garip bir şekide kadının onu suçlarmış gibi baktığını düşündü. Aklı deli gibi bir merağa bulandı. Çocuk seslendi 'abi kenara alsanız'. Abuk subuk birşeyler söyleyip, alalecele parayı ödedi. Ne yapacağını bilemeden gözleriyle kadını aradı. Kadın benzin alıyordu ve başı öne eğik arabasından çıkmadan öylece oturuyordu. Direksiyonu iki eliyle kaçacakmış gibi sıkı sıkı tuttuyordu. Kontağı çevirip gaza bastı.Yavaşca kadına baka baka arabasını yola doğru sürdü.

Bütün gün başkalarının iş dediği ama kendisinin zevk alarak yaptığı, en iyi bildiği şeyi yaptı: çalıştı...Akşam eve gelip anahtarla kapının kilidini açmaya çalışırken yorulduğunu anladı. Her zamankinin aynısı bir gece geçirip, sırası bozulmadan uyumadan önce ne yapması gerekiyorsa onları yaptı. Ödevini yapmış bir çocuğun huzuru ile yatağa girdi. Aklına gündüz gördüğü kadın geldi. Neden ağlıyordu acaba? Gördükleri ile kadını yeniden yaratmaya çalıştı gözlerinin önünde. Ayrıntıları bir bir düşledi. Araba yeşildi, sert bir yeşil ama. Saçları siyah gibiydi, ne kadar uzundu tahmin edemedi çünkü gelişigüzel toplanmıştı. Elleri kırmızıya boyalıydı. Üzerinde beyazımsı birşey vardı galiba. Bu kadar ayrıntıyı hatırlamasına şaşarak müziği anımsadı. Kadının yüzündeki hüzüne inat kıpır kıpır bir parçanın çaldığını anımsadı. Yani parçanın hatırlattığı birşeyi düşünüp ağlamış olamazdı. Yüzünde hüzün vardı, sevinçten ağlamışta olamazdı. Ama neden ağlıyordu o zaman? Keşke sorabilseydim dedi. Bu gücü ve cüreti bulabilirmiydi kendinde? Yavaşca ama kendinden emin kadına yaklaşıp; bana ihtiyacınız var mı diye sorabilirmiydi?

Bir kadın neden ağlardı? Bir erkek içinmi ağlıyordu acaba? Yoksa sevdiği birimi ölmüştü? Başka ne neden olabilirdi ki? Çocuğu varsa hastamıydı yoksa? Kocasıyla kavga da etmiş olabilirdi. Acaba iştenmi çıkarılmıştı? Ama sabah gördüğüne göre onu daha mesai saati bile başlamamıştı. Bunu o saatte öğrenme ihtimali olmayacağına göre, bu düşünceden de vazgeçebilirdi. En mantıklısı bir erkek için ağlamış olmasıydı. Kadınlar hep sevdikleri erkekler için ağlardı. Böyle okumuştu kitaplardan ve böyle seyretmişti filmlerden. En güçlüsü yada en zayıfı bile bir gün bir erkek için mutlaka gözyaşı dökerdi. Onun gibi bir kadın ağlamışmıdır benim için diye geçirdi aklından. Yanında uyuyan kadınına baktı.Gözlerinde gerekli yada gereksiz pek çok gözyaşını görmüştü. Fakat sabah ki kadının yüzündeki ifade bambaşkaydı. Çok gerçekti, çok başkaydı, bambaşkaydı. O yüzden bu kadar etkilendim dedi kendine. Ama neydi?... Düşünmekten yorulup yan döndü. Uyku bedenini bacaklarından sarmaya başladı. Gözkapaklarının çektiği o karanlık kuyuya doğru ilerlemeye başladı mantığı. Kırmızı minik noktaların karanlıkta yansıması başladı. Uyudu. Hemde sabaha kadar deliksizce.

Serap Ezgi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
              8 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Özhan Bilgin

 Kahveci : Özhan Bilgin


   VANTROLOG - I



__ agu..
__ oh nihayet bitti..
__ agu..
__ seni yapmak amma zamanımı aldı be.. bir hayli uğraştırdın beni..
__ agu..
__ heey !.. benim gibi konuşabilirsin sen de !..
__ haa.. öyle mi ?..
__ evet yaa.. ne sandın.. seni ben kurguladım.. tüm bildiğim şeyleri biliyorsun.. fakat, ben sana bilmediğin şeyler de öğreteceğim..
__ ne saçma !..
__ işin güzel yanı da bu ya..
da önce sana bir isim bulalım.. zingoç olsun mu.. ne dersin ?..
__ seçme şansım yok galiba..
__ aynen öyle.. tahtasın mahtasın ama, olayı kafadan kavradın..
__ sen de çok safsın.. bana bilmediğim şeyleri nasıl öğretebilirsin ki ?..
__ bunu şimdi anlayamazsın zingoç.. daha doğrusu anlayamayacağız.. ayrıca saf sana benzer !.. tahta !..
__ saf olmak kötü bir şey mi ?..
__ saf olmak kadar güzel bir şey yok desem, inanır mısın ?..
__ ee.. nedir kasıntın ?..
__ saf değilim.. kasıntım bu.. kurgucu biri ne kadar saf olabilir ?..
__ bilmem ki..
__ o zaman müjdeliyim sana.. bildikçe keyif alacaksın..
__ uyar bana.. da tüm bunları neden ağzını oynatmadan konuşuyorsun ?..
__ vantrologum ben.. olayım bu..
__ haa.. ( gulp ) anlamadım !..
__ kurgusal kosmos , akışkanların mekaniği , yampiri alter ego desem anlayacak mısın ?..
__ net söylüyorum.. hayır !..
__ net olabilmen güzel.. bu senin saflığını gösteriyor.. ama bu, sana ait olan bir yetenek değil.. zira vantrologların geveleyebilme şansı yoktur !..
__ o zaman gevelemeden bir çırpıda söyle.. neden varım ben ?.
__ inan bilmiyorum ama.. konuşuyorum ki varsın !..
__ iyi bari..
__ hem benim ağzımı oynatmadan konuşmam; senin duymamana, görmemene engel değil.. şunu unutma !.. mesaj her zaman keskindir.. görmek isteyen görür, duymak isteyen duyar.. ama, herhangi bir şeyi, görmek istediği gibi görenler ya da duymak istediği gibi duyanlar da olabilir.. onlar öykücülerdir sadece.. ve şimdi sen zingoç !.. öykü müsün, öykücü müsün, çabuk söyle bana !..
__ bilmem..
__ zaten biliyor olsan konuşturmazdım seni..
__ nasıl yani ?.. bilmek için mi varım ben ?..
__ belki öyle, belki değil.. dedim ya, biliyor olsan konuşturmazdım seni.. şimdi gözlerini kocaman aç ve bana bak.. beni görebiliyor ve duyabiliyor musun ?..
__ evet..
__ saflaştın sen iyice ha !.. tahtasın sen be zingoç !.. tahta !..
__ ( gulp )..
__ senin kafa allak bullak oldu !.. bir hafta müddet sana.. uyu.. uyuş.. kendine gel..
haftaya görüşürüz..

_sürecek_

Özhan Bilgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              5 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Murad Ertaylan

 Kahveci : Murad Ertaylan


  Çiçeğe Dönüşen Misketler

Öğleden sonra eve dönen Cüneyt'i dinlerken annesi onun istemeyerek de olsa sebep olduğu olay karşısında şoke oldu. Ağaç evlerinde oynarken misket paylaşımı sırasında bir anlaşmazlık çıkmış ve itişirlerken Kerem aşağı düşüp boynunu kırmıştı. Annelik tepkisi gereği ilk önce -gerçeği inkar etmese bile- hafifletici sebepler bulmaya, bunun bir kaza olduğuna inanmaya ve inandırmaya uğraştı. Öpmeye doyamadığı yanaklardan aşağı akan küçük dereler Gürhan'ın yedinci yaş gününde aldığı ve artık yer yer tohumlanmaya başlamış turuncu kazağı ıslatıyordu. Küçücük beden kendisini polise teslim etmemesi için adeta yalvarıyordu ama Cüneyt'in dudaklarından sadece, "çok üzgünüm!" sözleri dökülüyordu. Nevin, Cüneyt'in mavi gözlerinden parlayan korkunun gerisindeki suçluluğu da okuyabilecek kadar oğlunu tanıyordu. Eğer "doğru" bildiğini yapmaya kalkışırsa biricik evladı belki de ıslahevine girecek ve büyük ihtimalle de kendisinden nefret edecekti. Cüneyt'in ve kendinin geleceği adına en doğru kararı vermek için düşündü, düşündü, düşündü. Sık sık, "keşke bu korkunç gerçeği paylaşabileceğim, omzunda ağlayabileceğim kocam yanımda olsaydı..." diye iç geçirmekten kendini alıkoyamadı. Gürhan on yıla yakın bir süre kocası olduğu kadar en iyi dostu, sırdaşı, ağabeyi ve hatta kimi zaman da babası olmuştu. Okul çağındaki Cüneyt'in üzerinde Gürhan'ın otoritesi olsaydı da belki kaderden kaçınmak mümkün olmayacaktı ama en azından felaketin sonuçlarına katlanmak daha kolay olabilirdi.

Sabahın ilk ışıkları odadan içeri süzülürken Nevin'in kafası hala karmakarışıktı. Saatlerdir oturduğu sandalyenin kıvrımlarını artık kemiklerinde hissediyordu. Sonuna olayları bir süreliğine kendi akışına bırakmaya karar verdi. Zaman herşeyin ilacı değil miydi?, bu duruma da bir çözüm bulsaydı işte..! Ancak bir taraftan da adı gibi biliyordu ki, uzun süre hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ederse yaşamı boyunca özenle koruduğu iç huzuru geri gelmemek üzere kaçabilirdi. Etrafında bu olayı anlatabileceği ve fikrine danışacak kadar güvenebileceği kimsesi yoktu. Komşuları Nevin'i dinledikten sonra polise haber vermeseler bile oğlunu vicdanlarında mahkum edecekler ve büyük ihtimalle Cüneyt mahallede arkadaşsız kalacaktı. Gerçi Kerem'in hayattaki ailesi yetmişlik ninesinden ibaretti ve dava açamayacak kadar bunamıştı ama yine de gencecik bir fidan solmuştu ve kamu davası açılması söz konusu olabilirdi. Geceler boyu yaradana seslendi. Yavrusu için en doğru yolun kendisine görünmesini ve bu kararsızlığından ötürü bağışlanma diledi.

O sabah uyumak için değil ama en azından günlerdir sızlayan sırtını dinlendirmek için uzandığı yataktan kalktığında kendini ummadığu kadar dinç hissetti. Kendisine bir türlü rahat vermeyen şakaklarındaki zonklama dinmişti. Banyoya gitti, soğuk musluğunu açarak yüzüne su çarptı ve uzun süredir küs durduğu aynaya baktı. Şaşılacak şey, göz altlarındaki morluklar bile düne göre azalmış sanki. Paspasın üzerinde durduğunu bildiği gazeteyi bir süre daha bekletip doğruca Cüneyt'in odasına gitti. Usulca sıcacık yatağın kenarına ilişti. Bir süre sessizce oğlunu seyredip, kararını son bir kez daha gözden geçirdi ama aslında düşünceleri uzun süredir olmadığı kadar berraktı. Şefkatlice alnına düşmüş sarı saçları okşayarak Cüneyt'i uyandırdı. Fazla duygusallaşmamaya özen göstererek kararını, sebeplerini, sonuçlarını anlattı ve evin erkeğinden doğru olduğuna inandığı şeyi yapmasını umduğunu belirtti. Son bir hafta içinde yaşananlar Cüneyt'i son bir yıldan daha çok olgunlaştırmıştı. Yazılı olduğu sabahlarda ateşi olmadığına ikna etmek bile hiç bu kadar zahmetsiz olmamıştı. Uzun uzun dil dökmeye gerek kalmadan olayın ayrıntılarını önce Kerem'in babaannesine sonra da semt karakoluna anlatmak için anlaştılar.

Cüneyt bir yıl boyunca bir çok kader kurbanı çocukla arkadaşlık etti. İhmalini cesurca kabullenmesi ve topluma kazandırılma sürecinde sergilediği uyumlu davranışlarından ötürü yeni ders yılı başlamadan evvel hem ıslahevinden hem de ruhundaki yaradan kurtulmuş oldu.

Bugün hala Kerem Akgün'ün kabri ziyaretçisiz ve çiçeksiz kalmıyorsa, bunda Cüneyt'in dostluğa sadakatinin olduğu kadar Nevin'in oğlunun geçmişiyle barışmasını sağlayan sağduyusunun da rolü çok büyüktür.

Murad Ertaylan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              6 Kahveci oy vermiş.
2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOSYOLOJİK OLGULARA TURP SIKTIM -4

Dul kadınların evliliğe karşı duruşları ile ilgili net sonuçlar çıkarmak çok kolay değil.
Evliliği iyi kötü giderken eşini yitirerek dul kalanlar ile eşinden geçimsizlik nedeniyle boşananların değerlendirmeleri birbirinden çok farklı sonuçlar ortaya koyuyor. Evli kadınların dul kadınları kendi evliliklerini yıkacak, eşini elinden alabilecek potansiyel bir düşman gibi algıladıkları görüşü bana oldukça ilginç geldi.

Erkeklerin dul kadınlara karşı yoğun ilgisi, cinsel bakımdan çok çekici kabul edilmesinin nedenlerini anlamak için erkekler dünyasına girmek, erkekler arasında fazlaca kabul gören değer yargılarına bakmak gerekir. Erkeklerin önemli bir kısmı, dul kadının daha önce eşiyle yaşadığı cinsel deneyimleri nedeniyle her genç kızda bulunan geleneksel önyargılardan ve gereksiz korkulardan kurtulduğu varsayarlar. Hatta dul kadınlar erkekten korkmak, çekinmek bir yana cinselliklerini doya doya yaşamayı istemektedirler. Bu varsayımları biraz daha ileri taşıyıp kendi aralarında konuşurken "Alışmış kudurmuştan beterdir." diye tanımlamaktadırlar. Dul kadınlar hakkında yaygın olarak kabul gören varsayımlar bununla da sınırlı değildir. Erkeklerin önemli bir kısmı dul kadının erkeksiz duramayacağını, bu nedenle kolay hatta potansiyel kadın olduğunu düşünme eğilimindedirler.

Yeniden evlenmek konusu dul bayanlar cephesinde temkinli yaklaşılması gereken, tuzaklarla dolu bir gelecek olarak algılanıyor. Evlenmek her şeye rağmen sosyal ve ekonomik anlamda yaşamın çekici yanıymış gibi görülmeye de devam ediliyor. Evlenmiş bayanlar eş adayı olarak ilk evlenenlere göre önemli bir beklenti kaybına uğruyorlar. Çünkü erkeklerimiz kendi konumlarına, sosyal statülerine ve kariyerlerine hatta yaşlarına-başlarına hiç bakmadan, talip olduğu kadının dengi olup olmadığını hiç sorgulamadan kız oğlan kız eş adaylarını birinci sırada tutmayı inatla sürdürüyorlar. Dul veya ilerlemiş yaştaki kadınlar için evlilik her şeye rağmen fırtınalı yaşamın sığınılacak güvenli bir limanı olma hayalini koruyor.

İlk evliliklerinde olumsuz deneyimler yaşamış olanlar bütün erkeklerin beyaz atlı prensten kurbağaya dönüşme sürecinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Evdeki bu mundar yaratığın bitmez tükenmez isteklerini yerine getirmenin, ona ve evine saçını süpürge etmenin yersiz bir çaba olduğunu düşünüyorlar. Bu kanıları derin bir güvensizlikle harmanlanınca evinin kadını olmak yerine komşunun kazı olmayı tercih ediyorlar. Çalışma ortamlarında, sokakta ve sosyal çevrelerinde izlenme oranı yüksek bir kadın olmayı çok çekici buluyorlar. Sahiplenilen ve sadece bir erkeğe ait kadın olmak yerine her ortamda komplimanlara boğulan, sürekli ilgi gösterilen, biraz fettan ama aynı zamanda illa arzulanan kadın olmayı istiyorlar.

Sevgili Kenyalılar, ilk eşin ölmesi sonucunda dul kalmakla eşinden boşanmış bir dul olmak arasında önemli farklar vardır. Eşinizin ölmesi İlahi Takdir olarak kabul edilir, konu fazla örselemeden geçiştirilir. Başkalarının acıma duygularının sözlü sağanağı altında bol bol ıslanıp sonuçta kendi halinize bırakılırsınız.

Boşanma sonrasında ortaya çıkan dulluk bambaşka bir sıkıntıdır. Ailemizden başlayarak bütün sosyal çevremiz bize sınıfta kalmış, haylaz bir öğrenciymişiz gibi davranırlar. Söz dönüp-dolaşıp boşanmamızın muhasebesine gelir. Sen şöyle yapsaydın böyle olurdu, böyle desen şöyle olurdu türünden binlerce nasihat dinlemek zorunda kalırsınız. Bu sözlü saldırıların ne kadar incitici olabileceğini zerre kadar düşünülmezler. Oysa artık olan olmuş, araba kırılmıştır. Boşanmış kadın veya erkeğe bütün sosyal çevresi sanki gizlice ağız birliği etmişçesine her gün işkence yaparlar. Son cümle her zaman üç aşağı, beş yukarı "Başının dikine gitmenin sonucunu gördün mü? Senin sonunun böyle olacağını ben zaten biliyordum."türünde olur ve her gün yinelenir.

Yaklaşık on beş yıldır evliydiler. Biri kız öteki oğlan iki çocukları vardı. Kadın ev hanımı erkek ise büyük bir lokantada garsonluk yapıyordu. Bir eli yağda diğeri balda değildi ama geçinip gidiyorlardı. Her şey yolunda giderken ortaya borsa diye bir şey çıktı. Kısa sürede para yatıran herkesi zengin edeceği söyleniyordu. Her zaman olduğu gibi kolay yoldan zengin olmak bütün sokaklara ve insanlara hızlı yayılan bir virüs gibi bulaşıverdi. Bizim iki yakası zar zor bir araya gelen garson da bu akıntının içine katıldı. Eşinden habersiz evi satıp parasını gidip borsaya yatırdı. Evi satın alan adamla bir süre sattığı evde kiracı olarak oturacağı, bunun herkesten gizleneceği konusunda da anlaşmışlardı.

Nasılsa bir ay içinde boğazdan villa alacak kadar çok parası olacaktı. Eşine zengin olunca büyük bir sürpriz yapmayı planlıyordu. Rüzgar aniden yön değiştirip tersten esmeye başladı. Ankara'da cumhurbaşkanı Anayasa kitabını başbakanın önüne fırlattı. Fırlatılan Anayasa kitabının o kadar büyük bir fırtına yaratacağını kimse tahmin edememişti. Aynı gün Türk lirası dolar karşısında devalüe edildi. Borsa çöktü ve bütün küçük yatırımcılar elinde avucunda ne varsa hepsini kaybetti. Hisse senetleri birkaç saat içinde değersiz kağıtlara dönüverdi.

Adam, birkaç gün kulağına kar suyu kaçmış balık gibi dolaştıktan sonra eve gelip olan biteni eşine anlattı. Ailenin karşılaştığı bu büyük ekonomik çöküş, yılların birikimi çerden çöpten sorunlarla da birleşince evlilikleri bunu kaldıramadı ve dayanamayıp çöktü. Kadın çaresiz oğlunu alıp taşradaki ailesinin yanına sığındı. Önceleri ailesi eşini suçlayarak kızlarına sahip çıktı. Zaman ilerledikçe eşini kontrol edemediği, evin tapusunu kendi üzerin yaptırmadığı için onu suçlamaya başladılar. Boşanmasının üzerinden bir yıl sonra da kızlarını baş göz etmeye çalıştılar. Şu anda ise hem kızlarını baş göz etmenin yollarını arıyor, hem de boşandığı için onu suçlamaya devam ediyorlar. Bu kıssadan çıkarılacak hisse şudur;

Sevgili Kenyalı hemşerilerim, boşanmış biri olmak hem erkek, hem de kadın için çok zordur. Bu yüzden binlerce mutsuz insan eşine ve bütün sıkıntılara katlanıp, yuvasını dağılmaktan kurtarmaya çalışmaktadır. Çünkü boşandıktan sonra kendisini daha katmerli bir mutsuzluğun ve toplumsal baskının beklediğini çok iyi bilmektedir. Bu erkek ve kadınlar ağır depresyonların ve cinnet saatlerinin gelip kendisini ziyaret edeceği zamana kadar da dişlerini sıkıp katlanacaktır. Bu filmin sonunda genellikle bir kadın veya erkek elleri kelepçeli olarak karakola getirilir. İfade tutanağını yazan katip "Ne yaptığımı hatırlamıyorum. Bir an gözüm karardı. Kendime geldiğimde iş işten geçmişti. Aklım başımda değildi. Şu anda çok pişmanım."diyen cümleler yazıp kağıdı daktilodan çıkarır ve zanlıya imzalatır.

Orta yaşı biraz sollamış, bu adamda hala iş var denilecek durumda olanlardan dul olan erkeklerin evlilik hakkındaki düşüncelerine ve değerlendirmelerine gelince;

- Eğer çocuklu ve dul bir erkekseniz kadınlar evlenmek için sizi kesinlikle tercih etmiyorlar. Razı olacak gibi görünen kadınlar da genellikle çocuklar hakkında uzunca bir listeden oluşan şartlar ileri sürmeyi tercih ediyorlar. Kimse çocuklarınıza bakıcı olmak, onlara dadılık yapmak istemiyor. Bu nedenle evlenmeyi istediğim halde kendime uygun birini bulamadım.

- Kadın denilen yaratık melek görüntüsünde bir şeytandır. Hepsi içten pazarlıklıdır ve yıllarca birlikte yaşsanız bile gerçek yüzünü göremezsiniz. Bir daha evlenmeyi kesinlikle düşünmüyorum.

- Beni ondan Allah kurtardı. Evlilik mi, tövbeler olsun. Bir daha asla...

- Boşandık ama ben onu hala seviyorum. Ondan başkasıyla asla olamam. Keşke zamanında kadrini kıymetin bilseydim. Yeniden onunla evlenmek istiyorum.

- İlk evliliğimin ardından ipler tamamen koptu. Beni çekip çevirecek, eve bağlayacak bir kadın istiyorum. Çok dağınık ve savruk yaşıyorum. Artık durulmanın zamanı geldi.

- Dul bir erkek olmak sosyal ilişkilerimi kısıtlıyor. Bütün arkadaşlarım evli olduğu için eş dost meclislerine katılamıyorum. Aile ortamlarında yalnız biri olunca çok sırıtıyorsunuz. Bu da hoşuma gitmiyor. Birini bulursam yeniden evlenmek istiyorum.

- Benim yetişkin çocuklarım var. Eşimi kaybettikten aylar sonra evlenmeyi düşündüm. Çocuklarım buna şiddetle karşı çıktılar. Annelerinin hatırasına saygı duymalıymışım. Evde onun yerini başka bir kadının aldığını görmek istemiyorlarmış. Çocuklarımla ilişkilerimi bozmamak için evlilik düşüncesinden vazgeçtim.

- Dul kalınca evlenmek istedim. Akraba, hısım, konu komşu aracı olup evlenmem için bana yardımcı olmak istediler. Bulduğumuz bütün kadınlar üzerine ev, mal, mülk geçirmem koşulu ile evlenmeye razı olacaklarını söylediler. Yani benim evlenmek için maddi bir karşılık ödemem gerekiyordu. Bu bana çok ters geldi ve evlenmekten vazgeçtim.

- Zamanında benim de bir sürü talibim oldu. Çok genç olduğum için evliliği hep daha sonraki yıllara erteledim. Yaşım geçince bütün taliplerim toz oldu. Sonunda evde kaldım. Şimdi artık kimse benimle evlenmeyi istemiyor. Gençliğimin kıymetini bilemedim. Uygun birini bulursam hala evlenmeyi istiyorum.

İlk evliliklerinden nefret edenlerden ile ilk evliliğinin güzel anılarını sıcacık saklayanlara kadar bütün büyük bir çoğunluğu evli olmayı yeniden arzuluyor. Yani erkekler evlilik kurumunu ve ilişkisini yaşları ilerledikçe kadınlardan daha çok talep eder hale geliyorlar. Olumsuz ilk evlilik deneyimleri bile erkekleri evlenmek düşüncesinden alıkoyamıyor. Bu durum insanın aklına erkeklerin yalnız yaşayamayacak, kendilerine bakamayacak kadar beceriksiz olduğunu, her zaman kendisine bakacak bir kadına gereksinim duyduğunu düşündürüyor.

Soruların yanıtlarında göze çarpmıyorsa da boşanmış erkeklerin önemli bir bölümü pişmanlık duygusu ile yaşıyor. Boşanmalarda çocuklar anneye kalırken pişmanlıkların büyük bir kısmı sanki erkeklerde bırakılmış gibi görünüyor. Dul erkekler yaygın olarak bir kadın olmadan derli toplu ve düzenli bir yaşam kurulamayacağına inanıyor. Aynı düşünceyi taşıyan kadınlar da olmasına rağmen erkeklerle kıyaslandığında oranları çok düşük kalıyor. Boşanmış olmak hem kadınlarda hem de erkeklerde yaşanan kötü deneyimler sonucunda karşıt cinse karşı büyük bir güvensizlik yaratıyor. Israrla yeniden evlenmeyi düşünen erkeklerin yanıtlarına bakılırsa güvensizlik erkeklerde kadınlar kadar kalıcı ve derin bir etki bırakmıyor. Özellikle çocuklu dul erkekler ikinci evlilikleri için kadınlar tarafından pek tercih edilmiyor. Çocukların varlığı ikinci evlilikte önemli bir engel olarak görülüyor ve yeni sorunların oluşmasına da neden olacağı varsayılıyor.

Arkası Yarın

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
              7 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya


  BULGUR KÖFTESİ
  KÜLHAN TATLISI

Ve bugünkü nefis yemeğimizin adı BULGUR KÖFTESİ...

BULGUR KÖFTESİ

MALZEMELER
250 gr. yağsız et, 1 bardak ince köftelik bulgur, 1 kahve fincanı sıvıyağ, 6 domates, 6 diş sarımsak, 1 demet maydanoz, 1 bardak ılık su, 1 yumurta, tuz, kimyon…

YAPILIŞI:
Su ile bulgurumuzu ıslatıp dinlendirelim. Eti mikserde parçalayıp bulgur, 1 yumurta, kimyon ve tuzu katarak iyice yoğuralım ve tekrar dinlendirelim…

SOSU İÇİN:
4 domatesi soyalım, 4'e bölelim ve robottan geçirerek püre yapalım. Et karışımından parçalar alarak yuvarlayalım ve ortasına baş parmağımızla hafifçe bastırarak çukur olmasını sağlayalım… Ocağımızda domates püremizi pişirelim, diğer yandan su kaynatıp içine tuz atalım ve köftelerimizi de katarak iyice haşlayalım… Haşlandıktan sonra köftelerimizi domates sosumuzun içine dökelim ve kıyılmış maydanozlarla beraber sıcak servis yapalım…

NEFİS BİR YEMEĞİN ARDINDAN, NEFİS BİR TATLIYA NE DERSİNİZ?... EE, DAHA NE DURUYORUZ?...

KÜLHAN TATLISI

MALZEMELER
1 bardak irmik, 4 bardak light süt, 1 paket damla sakızı, 2 yumurta, 1 çay bardağı esmer toz şeker, 1 tutam tuz ve istediğiniz kadar meyve şekerlemesi…

ŞURUBU İÇİN
Yarım su bardağından biraz daha fazla esmer toz şeker, 1 bardak su, yarım limon suyu…

YAPILIŞI:
Öncelikle şerbetimizi hazırlayalım… Su ve şekeri kaynatıp limon suyunu ekleyerek soğumaya bırakalım… Diğer yandan tencereye, süt,irmik, damla sakızı ve yumurtamızı katıp ateşte koyulaşana kadar pişirelim. Meyve şekerlemelerini ve sıvıyağını da katarak ateşten alalım ve küçük kalıplara dolduralım… Kalıplarımızı fırın tepsimize dizelim ve önceden ısıttığımız fırında 180 derecede 15 dk. pişirelim…Soğuyunca servis tabağına ters çevirerek üzerine şerbetimizi gezdirelim, fıstık rendesi ile de süsleyebilirsiniz…

AKLINIZDA BULUNSUN
Çikolatayı direkt ateş üzerinde eritmek içeriğinin değişime uğramasına sebep olur… Çikolatayı bozmadan eritmek için sıcak dolu bir kaba, başka bir kap daha koyun ve çikolatayı bu kaba yerleştirin…

PÜF NOKTASI
Kalamar suya batırılırsa daha yumuşak olur…

GÜNÜN MENÜSÜ:
Yayla çorbası, bulgur köftesi, salata, külhan tatlısı

Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              3 Kahveci oy vermiş.
1 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 3.334 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


BU ARALAR

Bir sokak kedisi dadandı bu ara,
Mutfağımın camında dolanıp durur
Sanki yemek pişiren var yalnızlıkta.

Bir kız dadandı yalancı mı yalancı.
Ossun,
Şuramın kenarında dolanır durur
Sanki sevdaya halim var düşlerimde.

Bir ağrıdır tenimdeki
Yaşamın kenarında dolanır durur
Sanki ölmeye niyetim var gençliğimin ortasında.

Bir yalandır yüzlerindeki
Öfkemi yasaklamışlar
Sanki susmaya niyetim var
Bunca pisliğin ortasında.

Ömer Davultaş

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yorumsuz

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FTP Wanderer Version 2.7 [210 KB] Windows Free
http://www.pablosoftwaresolutions.com/download.php?id=8
Minik ama çok kullanışlı ve explorer benzerliğiyle kusursuz bir FTP Programı. İhtiyacınız varsa hiç başka birşey aramanıza gerek yok. Alın bunu yükleyip kullanın. Üstelik bedava.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051013.asp
ISSN: 1303-8923
13 Ekim 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com