|
|
|
26 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ne bitmiş, ne bitmiş?.. |
Merhabalar,
Çok kanlı filmleri sevmem aslında. Ama bu Tarantino denilen adam sanki kan resitali yapıyor. Rezervuar Köpekleri, Ucuz Roman, Katil Doğanlar derken Kill Bill serisi bu resitalin en can alıcı filmleri. Sinemada seyrettim ama televizyonda da kaçırmak istemedim doğrusu. Her ne kadar sansürlense de insanın hayal gücünü alabildiğince zorlayan kızıl sahnelerle bezeli iyi bir film Kill Bill. Onca şiddetli sahneyi sakin sakin seyredip bitirdim, aklıma hiçte kötü birşey gelmedi. Matbaayı açmak üzere masaya yönelirken şöyle bir zapping yapayım dediğimde gözlerime inanamadım. Bir kimsesiz çocuklar yetiştirme yurdunda 2-7 yaş arası çocuklara uygulanan vahşeti gösteriyordu. Seyredenleriniz olmuştur herhalde. Hiç öyle gelir geçer bir davranış şekli değil, düpedüz vahşet. Kafa kafaya tokuşturulan çocuklar, sıcak suyla haşlananlar, oynamaya çalışırken kafasına terlik yiyenler, kakası yedirilen bebeler. Bu vahşeti yapanlarsa hasbelkader kadın olarak dünyaya gelmiş aşağılık yaratıklar. Şu an bu satırları yazarken bile ellerim titriyor inanın. Vahşi bir adam değilim ama o sürüngenler yakınımda olsa sanırım onlardan daha hayvan olmayı becerebilirdim. Türkiye'de işkence bitti diyorlar. Haydi canımn sizde. İşte size devlet tarafından güvence altına alınmış çocukların anne denilen yaratıklarca şiddete maruz kalması. Bunu seyreden yöneticilerin olduğu bir memlekette işkence bitmez. Dayağı yaşam biçimi olarak belleyen o çocuk gün gelir senin benim boğazımı da keser. Kim bunun suçlusu haydi söyleyin. İşkence bitmiş. Siz onu benim külahıma anlatın!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kahveci : İlker Özlük Bu ilk Cumartesi değil… |
|
Bu ilk Cumartesi değil…
Sonda olmayacak masumluğun…
Yarım gırtlak sessizliğinde turşucuların arasından, ramazan davulu gürültüsü gibi çığırtıyor çocuklar.
Bu ilk cumartesi değil anlayacağın.
Maliye katibi yine ölmüş kahırdan. Cenazesinde üç kuruşa şerbet satıyor, ilkokul birinci sınıfın kara önlüklü çocukları.
Cumhuriyet yeni ilan edilmiş gibi bayrak sallanıyordu uzun zaman sonra yıkılacak olan Belediye zabitinin odasının, pencere kenarından.
Yeni Kaymakam atanmış hiç olmayacak bir yerden, yeni elbiseler içinde, bizim Terzinin önünde görmüş Pora Sali’nin Ahmet… Dobra dobra bir sohbet yalıkavağı gibi uzamış Mehmet efendinin üçüncü katına kadar. Cevap vereceğim diye camdan düşecek Karga Süleyman… Bu ilk Cumartesi değil… Kaymakam da ilk değil. Karga Süleyman’da hiç düşmedi konuşurken camdan.
Günün ilk ışıkları gibi demleniyor gecenin son çayları. Taze kokusu ile demlik deviren Recebin Çay evinden.
Burada kızlar Cumartesi günü dışarı çıkar.
Evin temizliği Pazara kalır dedikodunun terkisinden.
Üzerine Seni seviyorum yazılmış bir mendil, hala göz yaşı kokar.
Bu ilk cumartesi değil.
İlk hikaye de değil.
Kırlangıçlar yine mevsimi kaçırmış, geldikleri gibi gidiyor zavallılar. Hey gidi Kadı Mustafa, çocukların senin evi kiraya vermeyi unutmuşlar bu sabah.
Ne köpekler var havluda, nede kalaycı çocuklar kapıda.
Üzerine yeşil almış, baharı çatlatacak gibi sallanıyor Ermeni Rimile.
Kızlarını evlendirdikten sonra bir kendi kaldı mahallenin yokluğunda.
Bu ilk cumartesi değil, herkes bunun farkında.
Sabahları, sütçünün cesur kızları, kabadayılarına akraba gibi arşınlıyor yolları. Elinde bakır sürahi, ha vurdu vuracak gibi Zangoç kilisedeki zili.
Kaymakam daha yeni geldi. İçimde eski bir türkü, içimde çökertmenin nazlı gülü, bu ilk Cumartesi değil ki.
Yalan olmuş o güzelim arazi. Üzerinde yapılırken yirmi, yapıldıktan sonra ikiyüz elli, gölü çok sevdikleri belli ve hepsi mahelli… İş açmışlar başlarına, başlarında birer usta kısa adı fabrika kurulmuş ellerin yaban ateşlerinde.
Göçmen kuşlara özenir gibi, sarı salkım söğütlerin yanı başında uyuya kalmış köpekleri.
Bu ilk Cumartesi değil.
Offf çekiyor içimde biri, kahırdan arka sokakları temizlememiş çöpçünün biri. Duvarda okuduğu yazılardan belli.
Ulan İbrahim şu kızı seveceksen sev bari… Bu ilk cumartesi değil, nasılda belli.
Güneşin ilk ışıkları bile püsküllü mavi… Aşık olmayı unutmuş birileri, aşık olmaktan alıkoymuş gecenin ilerleyenleri.
Evinin kapısı kilitli kalmış, pencerenin gül saksıları dökülüyor zülüf sessizliğinde, bu geceye aşık olacak kadar cesur biri, ellerin cebinde daha şimdi içeri girdi.
Burası Selvinin meyhanesi…
İçinde eski bir kilim, üç tabure, iki masa ve bir de buzdolabı. Rakıların nereden geldiği belli değildi. Balıklar yeni pişmiş, denizin içinden geldiği çok belliydi.
Bu ilk Cumartesi değil.
Anlattıklarımdan belli.
Herkes kendi halinde…
Salaş ve medeniyetin en sade hali.
Avrupa’ya gidecekler daha dünden belli. Kırıkçının torunu, Seferi İsmail, Şarkıcı Bülent ve Tahta Murat. Yedikleri ayrı, içtikleri paraylaydı. Bir seferinde kavga ettiklerini hatırlamışlar Almanya’nın bir yerinde.
Keyiflerine diyecek yokmuş o günlerinin diye allatıyorlardı kendi kendilerine.
Kulak misafiri olmasan olmaz gecenin karanlığında… Bu ilk cumartesi değil, yazının başından belli.
...
Cumartesi günleri bu şekilde oluyor insan işte… Ne olduğu her halinden belli.
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Ne demiştik bu aşka!
"ayrı kara parçalarında,
ortak gökyüzüne bakmanın avuntusu var şimdi.
ne denir ki bu aşka...
yokluğumun kül tablasında, kırmızı rujlu sönmüş sigara izmariti
üzerine yatamadığımız bir yatak gibi kaldı aşkımız
ne denir ki bu aşka...
çarşafı bozulmayan bir sevdamız var şimdi..."
tasviri zor içimde başlayan ayrılıkların.
bana kalan, gözlerime delici son bakışın yalnızca.
oysa sözler vermiştik birbirimize değmeyecekti gözlerimiz.
arkanı dönüp giderken sen, ben içimdeki karanlığa uğurlayacaktım seni.
sevdiğin şiirleri alacaktın yanına giderken.
bir tek, bir tek bana yazdığın ilk ve son şiiri yanıma,
başucumdaki tozlu günlüğün sayfalarında bırakacaktın.
orada yazdığın son satır gibi hayatın tuhaflığına bir kez daha küfredecektin.
gözlerine bakıp "ne diyebilirim ki gidişine" diyecektim...
birlikte izlemeyi en sevdiğimiz filmin son sahnesi canlanacaktı o an gözlerimizde.
hani kız giderdi son sahnede, o meşhur jön, güzel yüzünde yağmur damlalarıyla kış soğuğunda sabahlardı,
üzerlerinde isimleri yazan tahta bankın üzerinde.
zaman geçtikçe çiğ yağardı lacivert paltosunun üzerine
ve sen o an sımsıkı sarılıp bana,
"sakın beni böyle ayazda bırakma" derdin her defasında.
başını dayadığım sıcak göğsüm verirdi bunun yanıtını sana.
şimdi başım ayazlarda, üzerimde paltom yok,
ayaklarım çıplak gidişine.
çakıl taşları canımı acıtmakta, yüreğime karlar yağmakta...
söylesene bana...
ne denir ki bu aşka...
gözlerim kangren kabuslara uyanmakta.
sanki tüm hazineleri keşfedilmiş ruhumun.
tüm gözler görmüş en gizli anlarımı , sensiz bu kadar düşecek miydim elden ayaktan?
Seni düşünmenin suç, hiç düşünmemenin kabahat olduğunu bildiğim halde
Ayrılık ayrılık kokarken avuçlarım
çığlık gibi iner adın, usul usul üstüme
işte bu yüzden ağır ağır çökerim bulunduğum yere,
Kanayan yerlerimi görmemeni istedikçe, utanır arsızlığım yalan olur;
Şarap tadını verir ağzımda işte o zaman yalnızlığın..
Bir tutam toprak kokar, bir tutam gece, kaç zaman oldu kokun sinmeyeli üstüme…
Kaç gece yürümedik ıslaklığında çimlerin yalınayak, deniz olup kaybolmadık maviliğinde ufukta geçen gemilerin…
şimdi geçmişe dair izler taşıyorum yüreğimde.
ne zaman uzaklığını fark etsem karanlığın korkusu iniyor yüreğime.
dokunduğun bir eşya, nefesinden yoksun bir oda belki de
umulmadık bir sessizlik kaplıyor yüreğimdeki yedi veren bahçeleri .
geçmiş bir aşkın sureti var şimdi avuçlarımda
bambaşka bir iklimdeyim sanki
zaman tükendi bende, pusuda bekliyor şimdi beni yalnızlık.
anladım ki sevmek lanetli
söyle sevgili;
ne demiştik bu aşka!..
Zeynep Günizi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Garip Bir Oyundu Bu...
BİRARADAYKEN OLAMAZLARDI ASLA! Ayrı dünyaların insanlarıydılar; yaşadıkları dünya, aynı dünya olsa da. Biraz gurur vardı ortada, biraz da alışkanlıklar; başlarını çıkartıp hayatın gerilerinden bir yerlerden gösterirlerdi kendilerini arada sırada.
Yinede kopamıyorlardı birbirlerinden. Ayrı kaldıkları zamanlarda biri hep merak ederdi mutlaka, bir diğerinin kendisini yada kendisiyle geçenleri unutup unutmadığını ve biri hep umut ederdi,o diğeri tarafından unutulmamayı.
Garip bir oyundu oynadıkları. En garip olanı da; aslında ayan beyan ortada olan ama ikisinin de saklamaya çalıştığı o gerçeği,ikisinin de birbirlerine fark ettirmiş olmalarının farkına varamayışlarıydı. Dedim ya!... Garip bir oyundu oynadıkları, filmlere taş çıkartır cinstendi.
Kadın duygusaldı, narindi. Durup durup gerçeği açıklamaya karar verir, birkaç dakika sonra vazgeçerdi. Nedeni de;biraz gurur,biraz alışkanlıklar,eh!... Biraz da güvensizlikti.
Adamın hiç niyeti yoktu gerçeklerden bahsetmeye. Şu yalan dünyada gerçeklerle yüz yüze gelmek onun da keyfini kaçırıyordu herhalde.(!)
İkisi de birbirinden zeki ve de gururluydu. Sanki ikisi de birbiriyle yarışıyordu.Tanrıya göre;o ikisi mutluluğu hak etmiyordu.
El yordamıyla koşuyorlar, lafla peynir gemilerini yürütmeye çalışıyorlar, sık sık külahları değişiyorlardı. Ayakları hep yorganın dışında kalıyor, denize düşseler de düşmeseler de yılanlara sarılıyor,en kötüsü ; sevginin bir tanrı buyruğu olduğunu unutup, onu hayatın koşuşturmacasında hızlarına hız katan bir yakıt gibi görüyorlardı. O yakıtı da harcamaya kıyamıyorlardı ya!.. Neyse!...
Herkes kendinden bir şeyler buluyordu onların bu garip oyunlarında.Her kadın;o adam gibi birini sevmekten, her adam;o kadında bir türlü karar verememekten şikayetçiydi. Hepsinin gözü dışarıdaydı ve hepsinin aradığı yeni şeylerdi. Onları bu arayışa iten şey ise;daha iyilerine layık oldukları düşüncesi ve daha iyilerini bulma ümidiydi.
Tanrıya göre insanlar sevgiyi bilmiyorlardı. Zaten, bu garip oyun da artık iki kişinin oyunu olmaktan çıkmış, bir insanlık sorunu haline gelmişti. Oysa Hava ile Adem öyle miydi?
Bu garip oyunun iki başrol oyuncusu da tanrıdan habersizdi. Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki bu oyuna, çevrelerindeki herkesi unutmuşlar, her şeyi göz ardı etmişlerdi.
BİRARADAYKEN OLAMAZLARDI ASLA!...
Gurur vardı ortada,alışkanlıklar vardı. Tanrının bize söylediğine göre; onların sonu yoktu, asla kavuşamayacaklardı. Oyun da değişemezdi çünkü; tanrı oyunu yazalı çok olmuştu.Altına çoktan atmıştı. Ve tanrının son söylediklerine göre; bu ve bundan sonraki oyunlarda da,gurur sevgiye asla dahil olmayacaktı. Tıpkı bundan öncekilerde olduğu gibi...
Atiye Şeker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 1 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
X'E MEKTUPLAR (1)
Gevşeklik ve umutsuzluk, isyanı ve intiharı doğuran eşlerdir bilirsin. Gevşekliğin ve umutsuzluğun çocuklarından uzak durmalı X. Başka mahalleler bulmalı. Ve başka mahallenin çocuklarıyla oynamalı hayatı. Oyun bozan bozgunculardan uzak durmalı her defasında. Ve her defasında hayatı oyun tadında ve neşesinde duyumsamalı. Başka yerlerin bambaşka çocuklarını arayıp bulmalı bunun için. Başkalaşan bu yerden gitmeyi kaçış telakki etmeden göç etmeli. Göçle gelen hasreti yaşamalı. Hasretle umut çoğaltmalı. Umutla çoğalmalı X...
Kendi Hira'nı Turu'nu bulmalısın. Muhammed gibi Musa gibi sıkıntılarını sığınaklarına taşıyıp ruhunu ve zihnini arındırmalısın. Gönlünün islerini sığınaklarında temizlemelisin. Bunun için kendi Hira'n ve Tur'un hep olmalı X. Ve kendi sığınağından kendinle büyüyecek bir müjdeyle gülümsemelisin hayata. Ve mutmain olmuş bir ruhla hayata müjdeni vermelisin...
İnancını kaybetme X. Dürüst insanların azaldığı bir zaman kesitinde yaşamayı sana sunulmuş kutsal bir fırsat olarak bil. Bu fırsatla, irade ve inançla korun. Gör bak o zaman X, korunmanın, dürüstlüğün-doğruluğun sıvılaştığı bu mizansen yaşam eşiğinde sana bir çift kanadı nasıl bahşettiğini. Zamanın kir ve marazlarından seni koruyan bir çift kanat X. Seni yeryüzünün alçaklarından-alçaklıklarından yükseklere çıkartacak bir çift kanat...
Kendi yükselişini gerçekleştirmelisin X. Tarihi oku bunun için. Okuduğun tarihten kendi yükselişini gerçekleştirecek insanların öykülerini öğren. Öğrendiğin öykülerden kendine bir öykü yarat...
İbrahim'in zamanına git mesela. Ve İbrahim'e dost olarak onu izle bir müddet. Neler yaptığına bak. Ve neden alev alev tutuşturulan bir çukurun başına getirildiğine tanık ol. Doğrunun ve dürüstlüğün yolunda yürümenin yalnızlaştırıcı kaderini İbrahim'de gör. Elleri ve kolları bağlanan İbrahim'in ateşe atılacağı anda gönlünden yüzüne inancın ve umudun neşesinin nasıl yayıldığını izle sonra. Bir köşeye çekilerek, etrafına tebessümler savuran İbrahim'in ateş karşısındaki direncini, serinliğini ve vakarlı duruşunu ibretle izle. Ve ardından, kirli ve pespaye insanların ona savurdukları o galiz ve küçümseyici kahkahalara karşı gözleriyle onları tararken nasılda gülümsediğine bak. Ve bu gülümseyişin onların kahkahalarını nasıl da berhava ettiğini ayrımsa. Soyluluğun en bariz çizgilerini İbrahim'in hayat hatlarından yüz hatlarına yansıyan kıvrımlarında izle...
Zilletle kuşatılan İbrahim'in, yaşamını nasıl izzete dönüştürdüğünü öğren ve öykün.. Allah'ın onun için ateşi serinliğe ve selamete dönüştüren nedenleri üzerinde düşün. Ateşin her yandan kor kor geldiği bir çaresizlik halinde İbrahim'e çarenin esenlik içinde nasıl indiğini ve İbrahim'in yükselişini nasıl gerçekleştirdiğini gör...
Her yandan sana isabet eden yakıcı sıkıntıları esenliğe dönüştürmek güç değil X. Bak Kur'an ne diyor bu konuda: "Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." Zor, inancımızı ve irademizi kanıtlama fırsatıdır X. Zor olmazsa kolay, yanlış olmazsa doğru olmaz X. Yalana bulaşmadan yalanın düzeninde doğruluğunu sına. Sınayışa vurulan gönlünün sıkıntılarını gülümseyişle karşıla. Mazoşist ol demiyorum sana. İnsanların binbir yüzle sana sokulmalarına kızma demiyorum. Çelme atanlara 'eyvallah' deyip geç de demiyorum. Demem o ki X, iyiliğe ulaşmanın bir bedeli var... Bak ne diyor Seneca: " Tanrı soylu ruhları sert biçimde sınıyorsa bunda şaşılacak ne var? Erdemin kanıtı asla kolay değildir..."
Nihat Turan nihat_turan@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
TUTKU
Minübüs bir saatten fazla oluyordu ki hala kazaya ulaşamamıştı. Tıklım tıklım dolu idi. Ön koltukta şoför hariç iki kişi oturması gerekirken , tam beş kişi üstüste gidiyordu. Ara sıra şoför vites değiştirirken epeyce zorlanıyordu. Şoförün sağında dört kişi vardı. Şoförle solundaki kapı arasına da bir kişi sıkışmıştı. Aniden bir lastiğin patladığı duyuldu. Minübüs yavaş gittiğinden hemen durdu. Herkeste bu teker patlamasına karşı bir hoşnutsuzluk belirdi. Yavaş yavaş inilirken belli belirsiz homurdanmalar oluyordu. Sadece
Selim neşeli idi. Ama oda neşesini belli etmiyordu.
Minübüste epeyce sıkışık geldiklerinden bir sigara bile çıkarıp yakamamıştı cebinden. Toprak yolun kıyısında oturabileceği bir taş buldu. Cebinden çıkardığı sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti. " Geç olsun da güç olmasın " dedi kendi kendine. Nasıl olsa acele bir işi yoktu kazada. Akşama kadar ne zaman varırlarsa varsınlar onun için farketmiyordu. Şu minübüslerde amma erkenci idiler. Sabah gün doğar doğmaz hepsi birden köyden çıkar, daha öğle olmadan da kazadan geri dönerlerdi. Sanki biraz geç çıksalardı köyden ne olurdu? Herkes uykusunu alır sonra da giderlerdi kazaya.
Selim aslında bu günün heyecanı ile gece geç saatlere kadar bir türlü uyuyamamıştı. Büyük gündü onun için bugün. Karısı gün doğmadan Selim'i uyandırmış, sonra da akşamdan kalan tarhana çorbası ile karnını doyurmuştu. Şu bizim Fatma çok iyi diye düşündü. Çok çilesini çekmişti Selim'in. Hala da çekmekte idi.
Yirmiiki yıl önce evlendiklerinde Selim onsekiz , Fatma onaltı yaşında idi. Her ikisi de zengin aile çocukları idi. Fatma çok tutumlu bir ev kadını, Selim ise aksine ayyaş ve kumarbaz bir adam olmuştu. Babasından kalan yüzlerce dönüm araziyi, bağı, bahçeyi satıp kumara yatırdığı yetmezmiş gibi ; karısının altınlarını da bu yolla yok etmişti. Şimdi geçimlerini temin edecek kadar birkaç küçük parça tarlaları vardı. Onları da satardı ya, tarlalar kendi üzerine tapulu değildi. Karısına aittiler. Karısının ağbilerinin de karşı koymaları ile onlara dokunamamıştı.
Evli kaldıkları süre içinde beş çocukları olmuştu. En büyük oğlu şimdi askerde idi. Babasının satıp savurduğu yıllarda büyüdüğü için ne okuyabilmiş, ne de bir baltaya sap olabilmişti. Selim'in küçük bir kopyası idi sanki. Asker dönüşü aklını başına toplar diye ümit ediyorlardı.
Sonra üç kızları oldu arka arkaya. En küçük çocukları erkekti şimdi ilkokul dörde gidiyordu. O nu okutacaktı Selim. Hem çalışkandı da bu oğlu. Gerçi okula gidip bir kere bile durumunu öğretmenine sormamıştı ama karnesinde notları zayıf değildi.
Kızlarını pek okutmamıştı. İlk iki kızının yaşlarını üç dört yaş büyük yazdırmış , sonra ilkokul üçüncü sınıfa gelince de her ikisine de doktordan büyük olduklarına dair rapor alıp okuldan çıkarmıştı. En küçük kızı ilkokulu pekiyi derece ile bitirmesine rağmen ortaokula göndermemişti. Mezun olduğu yıl bu kızı o kadar ağlamış, sızlamış, öğretmeni bile Selim'e okutmasını rica etmiş
ama o gene bildiğini okumuştu. Hem kız çocuğu okuyup ta ne olacaktı? Babasına anasına ne kazandırırdı ki? Şimdi ne güzel ablaları ile halı dokuyordu.
Üç kızı en geç birbuçuk ayda bir çift halı dokuyordu. Selim evine bir tezgah almıştı altı yıl kadar önce. Halı bittiğinde kazadaki ip tüccarı Hasan ağa ya götürürdü. Hasan ağa daha önce verdiği ipin parasını bu halıların değeri üzerinden düşer, kalanını verirdi Selim'e. Götürdüğü halının fiyatı üzerinde bu güne kadar hiç pazarlık etmemişti Selim. Hem Hasan ağa çok iyi adamdı onun
için. Hasan ağadan başka hiçbir tüccara gidip ip ve halı fiyatları üzerinde en ufak bilgi almayı bile gereksiz görmekte idi.
Hasan ağa onu bu güne kadar veresiye verdiği ip için hiç sıkıştırmamıştı. Selim in yeni dokunacak halı için alınacak ipide peşin aldığı görülmemişti. Veresiye ip alınır, halı dokunduktan sonra bu ipin parası üzerinden düşülür. Bu hep böyle olmuştur. Selim için en ufak gariplik yoktur bu işte.
Selim bugün halı götürmektedir kazaya. Hem bu defa götürdüğü halı, bugüne kadar hiç götürmediği Bünyan tipi halıdır. Alacağı para her zamankinden fazla olacağı için sevinir kendi kendine.
Birden canı sıkılır. Dün akşam karısı ve kızlarının istediği birsürü sipariş gelir aklına.
Önü bayrammış ta, kızlarının bayramlıkları yokmuşta neler, neler. . . Helva, lokum, misafir şekeri almak gerekiyormuş. Daha birsürü
şeyler. " Bu kadın kısmının isteği bir türlü bitmiyor. " diye düşündü. Sanki ben parayı çaydan mı topluyorum?Iyiki bir halı dokuyorlar. İlkokula giden oğlan hiçbir şey istemedi. Oğlana birşeyler aldığımız yok. Sene başında aldığımız birkaç defter falan hepsi. Birşey istediği yok yavrucağın.
Pakette kalan son sigarasını da yakarken şoförün sesi duyuldu. "Herkes arabaya lastik tamam. "
Zorda olsa yarım saat sonra kazaya vardılar. Selim yol parasını toplayan çocuğa"Ben ağbeyine söyledim, Hasan ağanın dükkanına kadar gidecegiz arabayla, parasını da ağbeyine veririm. " dedi.
Müşteriler dağılınca minübüs Hasan ağanın dükkanına kadar gitti. Halılar indirildi, açılıp kontrol edildi. Daha sonra Hasan ağa masada bazı hesaplar yapıp, kasayı açtı. Eli titreye titreye 460 ytl saydı. "Bak Selim, 120 ytl lik ip aldın. Halıların 580 ytl. Geriye 460 ytl kaldı tamam mı? Şimdi ip istiyorsan versin çocuklar. Ancak ipe yeni zam geldi bu defa fazla olacak " dedi.
"Tamam ipi alacam" dedi Selim. Kaça olduğu zam geldiği umurundamıydı sanki? İpçinin çırağı biraz sonra kapının önünde bekleyen minübüse ip torbalarını götürdü. Hasan ağaya Allahaısmarladık diyen Selim minibüs şoförüne "Bu ipleri bize kadar götürüver oğlum. Fatma yengene bugün gelemiyeceğimi, bir işim çıktığını söyle. Şu ellilikten de paranı al. Üstünü ver" dedi. Parasının üstünü aldı. Minibüs yanından geçip durağına giderken rahatlık hissetti kendinde. Parası vardı şimdi cebinde. Paranın verdiği bir güven duydu içinde. Sonra söylendi kendi kendine"Ulan Rıza , ulan Nurettin görecez bakalım bu akşam, tüm hıncımı alacam hepinizden" dedi.
İlçenin tek çay bahçesine geldi ağır ağır. Bahçenin kahve kısmına geçti. Ta ikindine kadar pinekledi orada. Hep akşamı düşündü.
Durmadan kazanmakta idi. Ceplerinin ağzına kadar para dolacağından emindi sanki bu akşam.
Çay dağıtan garsona sordu "Oğlum akşama daha çok varmı?" Garson "bir saat kadar var amca " cevabını verdi. Yavaş yavaş kalktı. Kahveye geldiği gibi oyalana oyalana kazanın tek içkili lokantası olan Halil'in lokantasına geldi. Lokanta daha boştu. Sadece iki kişi bir masada oturmuş, yavaş yavaş içmekte idi. Onlara "afiyet olsun" deyip ta köşedeki küçük masaya oturdu. "Çakır keyfi olana kadar içip, sonra oynamalıyım, boş kafa ile oynayınca zarar edebilirim" diye düşündü.
Bir saat sonra yemeği ve bir otuzbeşlik rakısı bitmişti. Ama canı gene içmek istedi. İki duble daha atmayı uygun gördü. Hesabı ödeyip çıktı lokantadan. Dışarıya çıkınca havanın kararmış olduğunu gördü. Ağır ağır memurlar kulübünün yolunu tuttu.
Kulübe girince içeride biriken sigara dumanı gözünü yaktı bir an. Ama o umursamadı bunu. Gözleri ile tanıdık birini aradı. Önündeki masada sağlık memuru Nurettin'i gördü. Masada daha birkaç kişi vardı. Selam verip oturdu.
Nurettin masadakilerle tanıştırdı onu. Gelen kahvesini içerken Nurettin'e "Kareyi kurarsın inşallah, bildiğin gibi oyun oynamaya geldim" dedi. "Oldu" dedi Nurettin. "Sen beş dakika otur bizim Rıza başka oyuna oturmadan onu ayarlarım. Bir kişi daha bulunca kare tamam olur. " diye ekledi ve Nurettin kalktı. Masadakiler de kalktılar. Az ötedeki masaya kurulup taşlı okey oynamaya başladılar. Selim yanlız kalınca "Şu taşlı okeyi bir türlü öğrenemedim" diye düşündü. O sırada karşıdaki duvarda "Üye olmayan giremez" yazısını okudu. Güldü kendi kendine. Kaç defa gelmişti bu lokale ama hiç kimse çıkıpta "sen üye misin?" diye sormamıştı ona. Bunun nedenini düşündü, bir türlü bulamadı. O sırada garson gelip "Sizi şu masadan çağırıyorlar"> diye ilerdeki bir masayı
gösterdi. Kalktı gitti.
Masanın üç kenarında; Ormancı Rıza, Sağlık memuru Nurettin, bir de tanımadığı kırkbeş-elli yaşları arasında iyi giyimli biri oturmakta idi. Rıza ile hoşgeldin faslından sonra tanımadığı adamın emekli ilköğretim memuru Hasan bey olduğunu öğrendi. Hemen yeni poker kağıtları ve fişler geldi. Herkes bu fişlerin karşılığını kasaya yatırdı. Vakit geçirmeden de oyun başladı.
Selim oyuna hızlı girdi. Daha ilk tur kağıtları dağılmadan Nurettin ve Hasan bey in restlerini aldı. Şansı yaver gitmekte idi. İlk beş dakika dolmadan 430 ytl ile başladığı oyunda 1200 ytl den fazla fiş yığılmıştı. Tam istediği gibi kara geçmişti. Garsonu çağırıp bira ısmarladı. Rest veren Nurettin ve Hasan bey kasadan yeni fişler aldılar.
Kağıt yapma sırası kendine gelmişti. Dağıttı. Rıza ve Hasan bey pas geçti. Nurettin "üvertür" dedi. Kağıdına baktı, üç papaz iki vale olduğunu gördü. Hemen "beş defa üvertür" diye ilave etti. Rıza ve Hasan bey tekrar pas geçtiler. Nurettin in ise yavaşça "rest" dediği duyuldu. Selim kendinden emin, "peki" dedi. Nurettin'e kart almasını söyledi. Nurettin gene yavaşça "almaz kendine bak" dedi. Selim de "almaz" dedi. Nurettin " karen iyi, benim ful asım var" deyince, Selim'in birden rengi kaçtı. "Sen iyisin"
deyip fişleri Nurettin e doğru sürdü.
Sonra birden sinirlendi kendi kendine. Kalkıp kasadan kalan parasının tamamına yakın kısmına fiş aldı. Fazla zaman geçmedi. Yarım saat kadar sonra tüm fişlerinin bittiğini gördü. Rıza, Nurettin ve Hasan beyin önündeki fişler yeterince kabarmıştı. Son fişinide iki asla oyuna girerek kaybetti. "Ben kesildim" demek zorunda kaldı. Daha seans bitmeden herkes fişlerini verip, kasadan karşılığı olan paraları aldılar. Selimden başka herkesin karı vardı. Bu arada en karlı olan Nurettin, Selim'in lokale vermesi gereken oyun
parası ile içtiği biraların parasını ödedi. "İyi çocuk şu Nurettin, benim borcumu vermese belki param hesabı ödemeye yetmezdi" diye geçirdi içinden.
Sonra müsade istedi masadakilerden. Kafası iyice dönmekte idi. Rakının üzerine içtiği biralar da hayli etkilemişti onu. Karşı duvarda "Üye olmayan giremez" yazısını okudu gene. "İyi lokal be, kaç defadır geliyorum; kimse bana üye misin, değil misin diye sormadı" diye düşündü yeniden.
Lokale en yakın otele gitti. Daha erken olmasına rağmen kiraladığı odaya çıktı. Ceketini çıkarıp askıya astı. Sonra kalan parasını saydı. Daha 35 ytl si vardı. Sevindi kendi kendine. Geçen seferki gibi hiç parasız olmadığı için teselli etti kendini.
Yatağa öylece pantolonunu ve gömleğini çıkarmadan uzandı. Birden aklı başına geldi. Neden oynamıştı sanki gene? Şimdi eve gidince birsürü laf dinleyecekti karısından. "Geçen defa kaybedip dışarda sabahladığımda söz vermiştim" diye düşündü. "Bir daha oynamayacaktım. Ne olurdu sanki oynamasaydım, şimdi parasız ne yapacağım" diye düşündü.
Biraz sonra verdiği sözü unuttu. Nasıl olsa gönderdiği ipi kızlar takmışlardır tezgaha diye düşündü. "Halı bitince, evet halı bitince parası ile son defa, ama mutlaka intikamımı alacağım onlardan". Böyle düşünerek sevindi. Mutlu bir şekilde de uykuya daldı.
Görkem Yanık
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya ÇAKMAK DOLMASI VİŞNELİ MUHALLEBİ |
|
Yöresel yemeklerde bugün Eskişehir'den çakmak dolmasını yapacağız...
ÇAKMAK DOLMASI
MALZEMELER
6 adet kemer patlıcan, 1 adet soğan, 2 adet domates, 2 çorba kaşığı ince bulgur, 500gr.kıyma, 1,5 bardak yoğurt, 3 diş sarımsak, karabiber,tuz
YAPILIŞI
Önce patlıcanlarımızın 2 ucunu keserek atalım ve 4cm.lik dilimlere ayıralım, her bir parçayı koparmadan 2 ye bölelim, acısını atması için üzerlerine tuz ve biraz su serpip bir süzgece koyup 15dk. bekletelim, yıkayalım ve süzelim. Diğer tarafta, soğan, ve domatesi rendeleyelim, bir kapta kıyma, bulgur, soğan, domatesin yarısı, tuz ve biberi karıştırarak dolmamızın içini hazırlayalım. İçimizi, patlıcanlarımızın boşluklarını sıkıştırarak dolduralım ve hazırladığımız dolmaları tek sıra halinde bir tencereye dizelim, üzerlerine kalan rende domatesi de katalım, yarısına kadar su koyalım, bir taşım kaynatıp ateşi kısalım, kapağını kapatıp yaklaşık 30-35 dk. pişmeye bırakalım. Sarımsakları dövüp çırparak yoğurdumuzu karıştıralım, pişen dolmaların yanında servis yapalım...
Bugünkü tatlımız, iftar sonrası kolaylıkla hazmedebileceğimiz sütlü hafif bir tatlı...
VİŞNELİ MUHALLEBİ
MALZEMELER
4 bardak süt, 1 bardak şeker, 2 paket pirinç unu, 1 tutam dövülmüş damla sakızı
VİŞNELİ SOS İÇİN
3 yemek kaşığı toz şeker, 2 bardak vişne suyu, 1 bardak çekirdeksiz vişne tanesi, 1 poşet kıvam verici
YAPILIŞI
Süt, şeker, pirinç unu ve damla sakızımızı iyice karıştırarak pişirelim, 2dk. daha kaynatıp ocaktan alalım ve servis kaselerimize, 2 parmak kadar boşluk kalacak şekilde paylaştıralım. Diğer yandan şekeri, vişne suyuyla eritelim ve kıvam verici katıp karıştıralım. 5-10dk. tekrar karıştıralım ve vişne tanelerini ekleyelim, kaselerimizdeki muhallebilerimizin üzerine paylaştıralım ve buzdolabında iyice soğutalım...
PÜF NOKTASI
DİBİ TUTAN TENCERELER: Yemeği yaktıysanız, ateşten indirdiğiniz tencereyi derhal ıslak bir bezin üzerine oturtun. Dibine bağlanan yanık yemek tabakası çözülecektir, tencereyi yıkamak için içine biraz sirke koyarak bekletin, işinizin kolaylaştığını göreceksiniz...
AKLINIZDA BULUNSUN
Patlıcan kızartırken sağlıklı olması için zeytinyağı kullananlardansanız, size fındık yağı ya da çiçek yağını öneririz. Çünkü patlıcan kızartırken, içerisine fazla miktarda zeytinyağı çeker ve gereğinden çok yağ yemiş olursunuz...
GÜNÜN MENÜSÜ:
Domates çorbası, çakmak dolması, salata, vişneli muhallebi
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.648 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
“BELKİ GELMEM..GELEMEM”
Gece sağnağı dövsün ıssız küpeşteleri
Gümüşservilerde kırıldı zaman
Kemanlar tenha kanar salaş meyhanelerde
Bir deli rüzgardır ömür ey şair
Hicran
Yine hicran
Yine hicran
Ebruli nurlarla imgeler çizer karanlığa
Bir yıldız kaymasıdır rinlerin yolculuğu
Devrilen bulutların heybetli gürültüsü
Aah yalnız kaldık sonsuzlar ortasında
Görkemli yalnızlıklarından yeni gökler yaratıp
Ankalar uçar gider pür imge kanatları
Ne yaman bir ateş i suzandır bu
Hışımla yaprak döker yitik sevdalar
Müselsel ve dipsiz pişmanlıklardan
Şiirler kan içinde
Ah ayrılık ne yaman
Bütün kaldırımlarda hep onu aramıştır
Ceplerinde yıldız taşıyan bir derviş edasıyla
Bir uzun yolların şakisi
Zamana dizeler yağar kirpik uçlarından
Hep umut taşımıştır kalbinin yaralarında
Hangi şehre varsa bulamamıştır
Yürür hala
Dinleyin duyacaksınız geceden soluğunu
En Bilinmez yollarda yağmurda bir militan
Ölüm ki ne şaşaadır
Mutantan desturlarda
Ve ölmekle başlar hayat
Bilendi akılalmaz fırtınalarda
Kaç kez ölmüş bir adam
Yürüdü yaşını unutmuş ufuklardan
Dizeler kan içinde.. yıkılsın varsın akşam
Ve en mahur bestesini söylesin rüzgar
Dudağında kırık dökük sözcükler
Bir başka dünyada görkemli arayışı
Geride binlerce pia hüzün bakışlı
Çatırdar yalnızlıktan zaman
Yürür boynunda yeşil fları
Gece trenlerinin bıraktığı yalnızlıktan
Yağmurda bir militan
Sonsuzda attila ilhan
Tepeden tırnağa ateş
Tepeden tırnağa ümit
fısıldar
“Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git “
Adnan Durmaz Attila İlhan’ın ailesi ve Cumhuriyet Gazetesine gönderilmiştir
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...Doğada ve kültürel değer taşıyan çevrelerde olmanın, onları tanımanın ve onlarla bütünleşmenin başta gelen koşullarından birinin de onlara olabildiğince az zarar vermek olduğu düşüncesiyle, ortak bir amaca ulaşmaya çalışmamız gerekiyor... diyor http://www.gezginder.com/ ve ekliyorlar; etkinliklerimize katılmak istiyorsanız lütfen bizimle irtibata geçiniz.
Bu da doğa sporlarıyla ilgili başka bir web sayfası http://www.ogzala.com/bilgiler-info/cesitlibilgiler/malzemeler.html bu kısayolda ise doğa sporlarına katılabilmek için gerekli olan malzemeler anlatılmış. Örneğin: ...Dağcılıkta giyimin temel amacı; soğuk,rüzgar ve yağmurdan korunmaktır. Ancak bu koruma gerçekleştirilirken giyim malzemelerinin bazı temel niteliklere sahip olması şartı aranmalıdır... gibi
Tedavi yoluyla çocuk sahibi olmaya çalışan çiftlere yönelik geniş bilgiler, uzmana danışma bölümleri, forum ve sohbetler bulunan bir web sayfası. Siz de isteyipte çocuk sahibi olamayanlardan iseniz buyrun http://www.cocukistiyorum.com/
Biraz şiir, biraz komedi, biraz oyun, biraz duygusallık, biraz ondan biraz şundan bundan alın size http://www.kalpsiz.net/
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
DeepBurner Free 1.7 [2.61 MB] Windows Free
http://www.deepburner.com/download/DeepBurner1.exe Ücretsiz, kullanımı kolay, ufak bir CD yazıcı programı arıyorsanız, işte buldunuz. Pro versiyonu ile birkaç özellik daha eklemek mümkün ama bu haliyle bile oldukça kusursuz. Basit bir CD yazıcı arayanlara tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|