|
|
|
31 Ekim 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yağmur işime yaradı!.. |
İyi haftalar,
Yağmur bu kez işime yaradı. İki gündür kafamı kaldırmadan biriken işleri yola koyuyorum, iyi oluyor. Bir de saatleri 1 saat geri alınca bir saat daha kara geçtim, o da iyi oldu. Hoş gene geç kalıp saati 3:00 yaptım. İzninizle kaçayım. Bu arada, yarın bayram öncesi son sayımızı yayınlayacağımı da haber vereyim. Arefe günü çoğunuzun kaytaracağını düşündüğümden matbaayı açmayacağım. Bayram ertesi Pazartesi günü sürprizlerle birlikte olacağız. Bugün sizleri 60'lı yıllara götüreyim diyorum. Adamo söylüyor, Tombe La Neige. Tatil için izin kullanmayanlara bu kısa çalışma haftasında başarılar dilerim. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Mavi |
|
Deniz kokulu bir yarin koynunda büyüttüğüm sevgimin en orta yerine işlediğim gibi, adın hep kalbimde çarpar... Mavi mavi.
Islak kokun burnuma değdiğinde tanımıştım ben seni. Bir poyrazın kanadından atlayıp, gözlerime düştüğün gündeki gibi. Adın hep kalbimde mavi mavi çarpmaya başlarken o an, maviydi sevinçli gözlerimin seli.
Ben zamansız anlarda yanan bir deniz feneriydim... Senin adın ise mavi denizlerin engini. Kaç geceler teninde yaktım aşkımı, yine geniş teninde soğuttuğum gibi.
Bilirdim yetişmezdi ışığım geniş açıklığına... Dokunamazdı ellerim en derinliğine yüreğinin. Önemli değildi... Çünkü aşkın, uzaklıkta-yakınlıkta değil, kalbimin en derinliğindeki ateşlerimdeydi.
Sen kalbime kazındığından beridir; ellerimde bir ıslaklık, gözlerimde esen bir deli poyraz ki, sorma..! Karlı bir kış günü eserken ciğerlerimden içeri, bir serçenin titrediği gibi titretirdin yüreğimi.
Sen beni unuttuğundan beridir, mavi neyler seni nefesimin hüzün güfteleri. Gözlerim mavi, ellerim mavi... Sana uzanmış gövdemde dide dide açılmış yaralarım tenimin mavi benleri.
Seni sevmeden öncelerden beridir, gök mavi, deniz mavi. Neylesin aşk şimdi beni...
Ellerimi tenimden bir tadımda çektiğinden beri; aşkına adadığım yediveren güllerini diktiğim saksıdaki taçlarım bile mavi.
Bilsem ki,
Gün gelip kapımda düşeceksin,
Bilsem ki,
Bir gün kalbin bir tek bana yeşerecek,
İşte o gün,
Sularına adadığım mavi saçlarımdan ördüğüm kefenimi sarar gövdeme,
Kör bir kuyunun içinden akıp,
Çözüldüğüm bentlerimden sana akar sularım.
Mavine mavi ekleyerek susadığım sana,
Susadığım aşkına kanarım.
Hiç hesapsız yollarda kaybedip benliğimi,
Hep sana,
Hep mavine adanırım.
Bilsem ki,
Öleceğim yarın,
Bir günlük aşkına,
Bir ömürlük cehennemlerimi yakarım.
Şimdi aşk neylerse beni, mavi öyle eyler gözlerimi.
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 3 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Anneler ve çocuklar
Annelerin çocuklarını iyi yetiştirmesi lazım…
Derslerinin iyi olmasından ya da iyi okullardan mezun olmalarından bahsetmiyorum. İyi insan olmalarından bahsediyorum. Vicdanlı ve hür insanlar olmalarından bahsediyorum. Kendilerine bir yol çizebilen, bir amaç edinebilen çocuklardan bahsediyorum.. Bunu yapabilecek tek insan annedir.
Peki annelerin nasıl olması lazım..
Elbette eğitimli olacaklar… Ama sadece elinde üniversite diploması olsun diye dışarıdan üniversite okumuş annelerden de bahsetmiyorum. Kimseye faydası yok bu şekilde eğitim almanın… Ancak yine okul yüzü görmeliler ve hayatın aslında başka türlü olduğunu anlamalılar.. Okula gitmek bunu anlamak için tek yer ne yazık ki…
Anneannem eskiden "Tahsil cehaleti alır eşeklik baki kalır" derdi. Doğru derdi. Okuldan anlam kazanacak da sadece aklını kullananlar olsa gerek yoksa hepimizin etrafında medeniyet ve çağdaşlığın ne olduğunu anlamayan bir sürü eşek vardır muhakkak ve büyük bir olasılıkla diplomaları da ellerindedir. Hepimizin ağzı da bir karış açıktır.
Kadınlar okuyacak! Bunun başka bir yolu yok. O zaman kendilerini bu saçma sapan çaylar, günler, komşunun perdesinin onların perdesinden daha güzel olduğundan, kızlarının zengin kocaya varması uğraşılarından kurtaracaklar. Gerçek bir eğitim şart, yoksa tanıdığım bir profesörde kızına zengin koca arıyor, ben bu eğitimden bahsetmiyorum, sakın yanlış anlamayın!!
Kadınlar okuyacak ki, kocalarından dayak yemeyecekler ve dayak sonunda kocalarını haklı görmeyecekler, çocukları cinsel tacize uğradığında ya da kızlarına tecavüz edildiğinde saklamayacaklar. Kendilerine yapılan kötülüğün sebebini yine kendilerinde aramayacaklar. Meslekleri olacak, hayatta tek başlarına kaldıklarında çocukları ya da kendileri için yapabilecekleri az ya da çok bir şeyleri olacak. Üstelik kendilerini o kadar da çaresiz hissetmeyecekler ve üstelik hiçbirinin kucağında beşer tane çocuk olmayacak. Etrafı kahkahalara boğan cahilce laflar etmeyecekler!
Ve babalar…
Kızlarınızın okuması gerekiyor!
Akşamları yanına uzandığınız ve sevdiğinizin kadının başka bir erkek tarafından okutulduğunu biliyorsanız bunu da kendi kızınıza yapmanız gerekiyor.
Kendi kızınıza görevlerinizi yapıyor musunuz?
Yapıyorsunuz!
O zaman bu görevi kendi çocukları için yapamayan babaları yerine geçin bu dünyaya sizin kızınız olarak gelememiş başka bir kızı okutun!
Ve siz anneler!
Okumuş, hayatın anlamını biraz olsun kavramış, altın günleri yerine kitap okumayı tercih eden, belgesel izleyen anneler! Çocuklarına derslerden daha çok nasıl biri olması gerektiğini anlatan anneler!!!
Lütfen başka birinin karnında hayata başlayan ve o karnın sahibinin yetersiz kaldığı yerde devreye girin, çünkü sizin evinizde doğacak kadar şanslı olmayan başka çocuklar da var….Başka kızlar var!
Onlar da bir gün anne olduklarında hayatlarında gerçekten erdemli insanlarla tanıştıklarını hatırlayıp, evlatlarına bunu aşılayabilsinler…
Pınar Korkmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ERKEK, DEPREM, ÖFKE, FINDIKLI ÇİKOLATA İLE...
Hayır, teşekkür ederim; ben almiyim...Yoo, severim tabii...çikolata bu sevilmez mi! Hem insana mutluluk duygusu verdiğini bile söyleyenler var. Öfkeyi yatıştırmaya da yarıyormuş. de iyi geliyormuş diyorlar... Biliyorum, biliyorum da , şu kilo meselesi yok mu; işte o biraz sıkıntı veriyor. Tereddütüm ondan...
Neyse canım, sizi kıracak değilim ya, bir parça alıym... Oooo, hem de fındıklıymış... bayılırım!
Ne diyorduk; şu ,öfkeyi yatıştırmak sorunuydu , konumuz sanırım. Karşınızdakinin öfkesini yatıştırmanın, neredeyse evrensel diyebileceğim bir takım temel taktikleri var diyebilirim.Bu taktikler, aslında evrenseldir ama, kadınlarla erkekler arasında bazı önemli farklar da yok değildir. Kadınların öfkesini yatıştırmak için taktikler daha bir özen, daha bir incelik ister.
Erkeklerin öfkesini yatıştırmak için, onun 'yakışıklı'lığından bahsetmek yersiz kaçar; güçlü,akıllı, zeki, bilgili, kültürlü, görgülü ....vb. olduğundan söz etmek genellikle iyi sonuç verir. Erkek kısmı -kendisi pısırığın biri olduğunu bilse de- başkalarının ve dahi özellikle kadınların kandisinde "güçlü" bir erkek görmelerine bayılır. Kimbilir, bunun altını kurcalasak Taş Devrindeki dedelerimizin beyninin içine kadar uzanmamız gerekecektir belki de....
Buna karşılık, kadının öfkesini yatıştırmak için, çoğu zaman ,onun 'güzelliği'ni övmek çok etkilidir. Bu övgü, var olan - ya da olmayan- güzelliğin daha bir meydana çıkmasını sağlayan , örneğin pırıl pırıl bir takı ile desteklenirse olumlu sonuç kesin gibidir. Tek sakınca, bu yatıştırma yönteminin pahalı olması ve daha da önemlisi alışkanlık yaratıp, gittikçe tırmanma eğilimi göstermesidir.
Yoo, hayır sözümü kesmiş filan değilsiniz... Zaten bitirmiştim. Evet haklısınız, şimdiye kadar hep öfkeyi 'yatıştırmak' üzerine konuştum; oysa yatıştırmanıın tam anlamıyla etkili olabilmesi için öfkenin 'yorumlanması'; yani, öfkeye yol açan nedenin bulunup, ortaya çıkarılması gerekir. Hani, -teşbihte hata olmasın- uygun ilacın bulunması için, hastalığın teşhisi gibi.
Ama, burada büyük bir sorun var: En karmaşık karakterli ve giderek kompleksli erkekte bile, usta bir analizci, biraz uğraşarak öfkeye yol açmış olan nedeni bulabilir.
Oysa kadınların öfkesine gelince, iş iyice çatallaşıp, çetinleşir. Şöyle diyebilirz sanki: Kadının öfkesi ile deprem arasında benzerlik, - benzerlik ne demek adeta özdeşlik- var: depremin ne zaman olacağını da bilmiyoruz, olduğunda hangi 'şiddette' geleceğini de... Peki, bunları bilmiyoruz da, depreme yol açan nedeni bilebiliyor muyuz? Yani deprem olduktan sonra, geriye doğru akıl yürütüp, şu şöyle oldu, o yüzden bu da böyle oldu...deprem bunların sonucunda oluştu diyebiliyor muyuz? Bunun için kilometrelerce yerin altına inip, orada neler olduğunu gözlemlemek gerekiyor ki , hiç olmayacak bir şey yani.
Neyse, bu günlük bu kadar diyelim... Yani, çok haklısınız; kadının öfkesini fırtınanın çıkması, sağnağın yağması, güneşin batması gibi önlenemez, kontrol edilemez doğa olaylarından biri saymaktan başka bir şey yok yapacak... Bu öfke en iyi olasılıkla "yatıştırılabilir" o kadar.
Umarım başınızı ağrıtmamışımdır. Eh bana müsaade artık... Belki yine uğrarım da sohbet ederiz. Yalnız, şey...yani, bir parça çikolatınız daha var mıydı acaba? Fındıklı olması şart değil canım...
"Kadın, öfke, deprem, çikolata, vesaire..." adlı yazıya naziredir.
Emin Coşar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Figen Erdeveciler |
ŞARKIMIZI SÖYLÜYORUM
_Dvd playeri sen kapatır mısın?...Film hoştu ama müzikleri sıktı beni..
_Emriniz olur... Eee... Oscarı bence de alamaz... En iyi aktör dalı yeter...
_Offf... Masayı da toplamamışım... .
_Tamam..Tamam... Ben hallederim... Hadi canım sen git yat... Malum oğlum dinlenmek ister...
_İçimde kötü bir his var... Çok korkuyorum Aykut... Bu bebek ölmeyecek değil mi?...Bugün çok az tekmeledi... Bir an korktum... Bunu da kaybedersek ben cidden hastanelik olurum bak... Annem aradı öğlen, alışverişe gidelim diye... Hiç keyfim yoktu... Gitmedik...
_Güzelim bunları anlattın bana yemekte...
_Pardon canım.. İkinci baskı oluyor ama... cidden kafam çok dağınık...
_Gel bakalım sen benim yanıma bir... .
_Ayy... iyi geceler mi diyeceksin oğluna... .
_Öpelim bakalım... Bak kerataya... Şu ayağı olsa gerek, nasıl da germiş bacağını... Yalnız çok kızıyorum ben bu yaramaza....Aloo... tak tak..Duyuyor musun? Bu güzel kadının Bayan İdeal Kalça ünvanı vardır... Geri isterim ona göre...
_Deli!........Sen de al oniki kilo... ben de seni bozacağım böyle... Uykum kaçtı bak... ..Neyse canım... Ben biraz aşağıda çalışayım... .Şarap yok... Sigara yok... .Hayat mı bu?
-Sık dişini..Ellerimle şarabını servis edeceğim... Sigaranı yakar mıyım onu bilmem... .Oğlum sayesinde bıraktın... .
_Tamaaam... Ben gidiyorum...
_Heey... Çok çalışma... Saat de geç oldu bak... Uyku lazım sana...
_Son bir tema var sürekli mırıldandığım... .Onun üzerinde çalışıyorum... ... İyi geceler... .Üst katın anahtarını üzerinde bırak... zili çalıp seni uyandırmayayım... Bu arada... ..Bitanem Seni seviyorum.
_Demek bu arada... .Şimdiden pabucumuz damda...
...
Aykut ve Aslıhan... Yedi yıl önce bir ortak arkadaşlarının doğum günü partisinde tanışmış,bilinen tüm klasik flört deneyimlerini yaşamış, iki yıl içinde de evlenmişti.. Büyük bir aceleyle bu mutlu evliliğe bir neşe katmak istemiş ve çocuk sahibi olmaya karar vermişlerdi.İlk çocukları doğumdan kırk beş dakika sonra ölmüştü..Kızdı... Aslıhan uzun müddet kız çocuklara bakamamıştı..Sevememişti..Ertesi yıl bir oğulları oldu..Hastaneden eve geldikten iki gün sonra sonra doktorların beşik ölümü dedikleri acı olayı yaşadılar..Aslıhan , hamilelikte aldığı kilolar dahil olmak üzere tam yirmi kilo verdi..Aile büyüklerinin ısrarı ile bir rehabilitasyon merkezinde bir ay terapi gördü... Oturdukları evi değiştirdiler sonrasında... Doğacak bebeğe ait ne kadar eşya varsa,bir gecede, Aykut, hepsini ortadan yok etti....Şu an, şehir merkezine uzak, arkadaşlarının dağın başı dedikleri, bir katı her ikisi içinde çalışma ortamı olacak şekilde düzenlenmiş, bir apartmanda oturuyorlar..
Aykut bir mimar.. Şehrin merkezinde inşa edilmek üzere olan alışveriş merkezinin baş mimarı.. Proje O'na ait..Kırklı yaşların yakışıklılığı, buna eklenmiş kariyer merkezli özgüveni ile Aslıhan'ın tek kelimeyle dediği gibi bitanesi...
Aslıhan, hiç de bulaşmak istemediği halde reklam müziği yapan bir besteci.. Büyük ideallerini gerçekleştirmek için hala sabrı var.. Ama bugünlerde sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek, onu büyürken görmek her şeyden önce geliyor... Ama bir sırrı var Aslıhan'ın... Bitanesi Aykut'undan bile sakladığı... .
...
Merdivenleri dikkatli adımlarla iniyordu.. Tutmaz ise bebeği karnından düşecekmiş gibi ellerini karnının altında birleştirmişti..Bebek tekmeliyordu...
_Bak yaramaza... Baş başa kalacağımızı nasıl da anladı?
Alt kat,ayrı bir daireydi..Üst katın aynısı..Salonda ,orta boy ,siyah lake kuyruklu yamaha piyano... Üst üste dizilmiş iki elektronik org... Bilgisayar..Yazıcı... Küçük bir kütüphane..Eski mutfak masaları..Dört adet iskemle.. Bir berjer koltuk... Camın önünde de Aykut'un çizim masası ve kimselere elletmediği kıymetli kalemliği, cetvel ve şablon sehpası...
_Salonun ışığını arttırmalı.. Söyleyeyim de Aykut'a iki halojen daha ekleyelim...
Aslıhan piyano taburesini iyice geriye çekiyordu.. Doğuma az kalmıştı.. Bebeği sıkıştırmamalıydı...
_Tanrım... Ne kadar havasız..Bana sigara yasak..Mimarımıza helal... UUU... Kaç tane içmiş...
Bir gece önce Aykut çalışmıştı aynı salonda..Küllük tepeleme dolmuştu..Cam açmalıydı..Salonun,mutfağın..Hava ,aylardan ekim olmasına rağmen ılıktı..Dışarısı sessizdi..Zaten herkeslerden uzak,deniz manzaralı bir tepenin üzerindeydiler.. .Özellikle bu muhiti tercih etmişlerdi.. Aykut'un dediğine göre beş yıla kalmaz şehrin en gözde semti olacaktı.... Bina daha inşaat halinde sayılırdı... Hoş, her yer şantiye halindeydi.. Sabahları yan binanın işçilerinin türküleriyle uyanıyorlardı... Ne akıllılık etmişlerdi ama..İki katı birden alarak...
_Bu gece de anneye merhaba diyecek misin? Benim için çalar mısın bir daha?
Aslıhan kafası önünde karnıyla konuşuyordu.. Sağına soluna çabucak bakıverdi.. Bir gören olsa kesin O'na deli derlerdi.. Yalan da olmazdı gerçi.. Gülümsedi..
_Heeeey... Oğluşum... Hadi çalalım...
İlk kez telefon çalmadan telefonun başına geçip çalmasını beklediğinde on üç yaşındaydı... Sınıf arkadaşlarının matematik sınavından kaç alacağını bildiğinde,herkes iyi tahminlerde bulunduğunu söylemişti... İki yıl sonra,babası at yarışı oynarken ondan tahmin istediğinde, ailecek yeni bir yazlık sahibi olmuşlardı... Temiz bir kalbi olduğuna inandırmaya çalışıyordu kendini... Bu kadar da tesadüf üst üste gelemezdi.. Araştırdı.. Net cevap bulamadı..
Aykut'la tanıştığında ilk el sıkıştıklarında içinden "seninle evleneceğim "demişti... Sonra gözleri dolmuştu..Gördükleri hoş değildi.. Biliyordu... Kızını kaybedeceğini..Oğlunu da... Dua etmişti "Bunlar gerçek değil.. Bu sefer olmasın .." diye... İkinci çocuklarının ölümünden sonra terapi görürken, terapisti O'na bu yetenekten kurtulabilmesi için yardımcı oldu.. İstemesi gerekiyordu..Ve istedi..Ne astral bedenle çıkış yaşadı... Ne geleceğe ait vizyonlar gördü.. Ne de sıkı tahminler yaptı... Kurtulmuştu...
Hiçbir şeyden haberi olmayan Aykut, Aslıhan'ın alt katta, doğuma bu kadar yakınken, ısrarla çalışmak istediğine anlam veremiyordu... Aslıhan kurtulmuştu ama O'nu, oğluşu rahat bırakmıyordu...
_Ben hazırım...
Aslıhan tuşları okşayarak, ellerini sakince yerleştirdi.. Ton la bemol majör.. Eksik ölçü... Sağ el başlar.. Do ... Re bemol... Ve...
Hep böyle başlıyordu... İlk notayla beraber ,uykuyla uyanıklık arası bir safhaya geçiyordu... Gözlerini hafifçe aralıyordu..Elleri hariç bedeni taş kesiyordu... Siyah lake piyanonun kayın rengi ahşap bir konsol piyanoya dönüştüğünü, ellerinin ince beyaz, kemikli parmaklı, sarı tüylü ellere dönüşüşünü hayretle izliyordu... Piyanonun üzerinde durmuş bir porselen saat beliriyordu.. Gülümsüyordu.. Bilerek durdurulmuştu.. Tik-takları müziğin atımını hissetmesine engel olmasın diye... Gece olmasına rağmen içeriye gün ışığı doluyordu.. Ilık bir esinti ,sağ taraftaki pencerenin, krem, tül perdesini havalandırıyordu.. Göremiyordu.. Ama biliyordu onların varlığını.. Arkada hasır bir sallanan sandalye vardı... Beyaz üzerine yeşil şal desenli... Üzerinde de açık bırakılmış bir kitap... Kitabın adını görmeye çalışıyordu kafasında.. Olmuyordu... Solda oval bir ahşap masa.. Üzerinde bir gece lambası var sadece... Dünya şeklinde...
Si bemol.. La bemol... Do..Sol... La bemol..Sol..Fa... .
Duyuyordu oğluşunu... Aslıhan oğluşu oluyordu... Mırıldanırken... Anlatıyordu O'na... Duydukları hep oğlunun hayatı ile ilgiliydi... O da müzisyen olacaktı..Besteci... Yirmi dört yaşında evlenip, dört yıl sonra boşanacaktı.. Bir kızı olacaktı... Babaannesinin kopyası ...
Vejetaryen olacağını biliyordu... Çikolata alerjisi olacağını...
Bütün bunlar çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyordu... Aslıhan'a ise bu süre çok uzun geliyordu... Trans halinden çıkması beş dakikayı buluyordu... Her seferinde başka bir bilgi alıyordu oğlundan... Tekrar denemek istediğinde yorgun oluyor, hevesini bir sonraki geceye saklıyordu..
O gece, dördüncü ölçüye geldiğinde... Duyduğu son kelime:
_Çalma!
...
Anlaşılan o ki, iki hırsız evlerini sıkı bir gözleme almıştı.. Hamile kadının jeepi vardı.. Adamın da lüks spor bir arabası... Etraf sessizdi... İnşaatlardaki köpekler onları tanıyordu... Alıştırmışlardı.. Kadın ve adam gündüz evde olmuyordu... Gece de üst katın ışığı saat 23:00den sonra kapanıyordu... Alt kat ışığı ise bazen 24:00e kadar yanık oluyordu... Gündüz etraftaki işçiler onları kesin gammazlar,ya da ganimetten pay isterlerdi... İki katı birden almıştı bu çift..Gece girmeliydi...
_Bana bak.. Yarın dönüyorum ben.. Bu iş ya bu gece biter ya bu gece...
_Ben de sıkıldım.. Ne bu banka soyacağız sanki.. Alt tarafı bir ev... Uyumuyorlar işte al..Alt katın ışığı açık...
-Kadın ise alt kattaki kolay.. En fazlası bağırır bizi görünce.. sen fırlarsın üst kata Adam uyanırsa göster namluyu olsun bitsin.. Kadın zaten bayılır...
_Ya adamsa alttaki?
_Sen mutfak camından girersin.. Bak açık.. ben salon camından seni korurum.. Ensesine dayadın mı silahı... Sütkuzusu bunlar... Tıpış tıpış sayar dolarları eline...
_Telefon ederse kadın polise, uyanıp da...
_Oğlum hatları bağlanmadı daha... yok öyle bir şey... Yapamaz... Görmedin mi kendi kendine konuşan delinin teki...
_Sahi ha.. Kafayı yemiş kesin... Varım derim ben o zaman...
_Haydi bakalım.. Sağlam bas ayağını... .
...
Babam, doktorlar "artık hiç ümit yok.. beyin ölümü gerçekleşti" deyince, annemin bir hafta süren koma çilesini bitirmeye karar vermiş..
O gece evimize giren hırsızlar,annemin kendini kaptırmış bir şekilde onları hiç fark etmeden piyano çalmaya ve kendi kendine konuştuğunu ifadelerinde söylemişler...Ama ne olduysa birden, çalmayı kesmiş.. O an paniğe kapılıp ,göz göze geldiklerinde genç olanı anneme ateş etmiş... Kaçmışlar... Babam annemi hastaneye yetiştirdiğinde, doktorlar ,beni sezaryenle almaya karar vermiş... Annem de başına isabet eden kurşunla bir hafta dayanmış...
Müzisyen oldum.. Besteciyim.. Yirmi dört yaşında evlenip dört yıl sonra boşandım.. Bir kızım var.. İnce uzun parmaklı, kemikli ve sarı tüylü ellerim var.. Biliyordum... Bazen şarkımızı söylüyorum... La bemol majör... Daha sözlerini yazamadım... Geceleri rüyalarımda çoğu kez oğluşum diyen bir kadın sesi duyuyorum.. "Anne sen ol lütfen"..diyerek uyanıyorum... " Çal anne çal"...
Figen Erdeveciler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
"HAK" YOLCUSUNUN EL KİTABI
Ömer Faruk Naiboğlu'na...
Durun ey erenler! Hemen karşımda el pençe divan durmaya, bana bağlılık yemini etmeye kalkışmayın. "Aziziye" diye bir tarikat kuruyor falan değilim. Hamdolsun, hiç değilse henüz zannettiğiniz kadar "manik" vaziyetlere düçar olmadım. Her sakallıyı dedeniz sanmadığınız gibi, her "hak"kı da irticai akımların lugatına mahsus bir kelime sanmayın.
Makalemizin konusu olan "hak", "hukuken korunan menfaati" ifade eder. Bu menfaat, çok nazik ve çıtkırıldım olduğundan sık sık ihlale uğrar ve ortadan kaybolur. Kaybolan şey ne yapılır ey erenler! Elbette "aranır" öyle değil mi? Hak denen menfaatin ihlal edilmesi halinde hak sahibinin, ki bu makalede ona kısaca "hak yolcusu" diyeceğiz, hakkını arama yolları bu makalenin mevzusudur ey erenler, haberiniz olsun.
"Hak" denen nesne çeşit çeşittir. Fakat, benim anlatmam, sizin de anlamanız kolay olsun diye hak deyince aklınıza sadece "alacak hakkı" gelsin yeter. Hatta şöyle bir vaka yaratalım durun, makalemiz Müge Hanım'ın tatlıları gibi tadından yenmesin. İçinizden birinin adı Ahmet Alamaz olsun. (Bahsedeceğim hak arama yollarından yürüyüp hakka ulaşırsak; Ahmet Alamaz adını, Ahmet Alır olarak değiştirebiliriz, bana uyar.) Bize bir kişi daha lazım. Bu kişinin adı da Bekir Bulunamaz olsun. Ahmet Alamaz'ın, eşref saatine denk düşen bir anında, arkadaşı Bekir Bulunamaz'a 1.000 YTL borç verdiğini ve borcun vadesi geldiğinde, Bekir Bulunamaz'ı tüm aramalara rağmen bulamadığını varsayalım. Şimdi ey erenler, Ahmet Alamaz adındaki alacaklı kişi ne yapmalıdır? Siz Ahmet Alamaz olsanız ne yapmalısınız? İşbu makale, hak yolcusunun gideceği yolları izah etmek amacıyla kaleme alınmıştır. Okuyun, yol-yordam bilin.
Büyüklerimiz pek güzel demiş: "Hak verilmez, alınır." Lakin o büsbüyüklerimiz hakkın verilmeyip alınacağını söylemişler de hakkın nasıl alınacağını deyivermemişler. Eh artık, bendeniz de bu mecliste kara kaplı kitapların tozunu yutmuş bir avuç kişiden biri olarak, durumdan vazife çıkardım ve şu erenlere hakkın nasıl alınacağını, hakkın nasıl aranacağını usulünce anlatayım istedim.
İşbu makale, derin bir mevzuya -af buyrun- parmak attığından, bilmeyenlerin sohbete iştirak etmeyip sadece dinlemelerini, bilenlerin de edeceğimiz ukalalıkları hoş görmelerini önemle rica ederim.
Birinci Yol : Mahkemede Dava Açın
Şimdi ey erenler, ben az buçuk bu işlerin içindeyim. Sizi severim bilirsiniz. Size dost tavsiyesi; eğer PARANIZ, VAKTİNİZ VE SABRINIZ çoksa mahkemede dava açarak hakkınızı arayabilirsiniz. Eğer AKLINIZ çoksa hiç bu tarafa bakmayın ve başka yolları deneyin derim. Bu yola tevessül edip hakkına ulaşanların olduğu söyleniyor, benim de duymuşluğum vardır, yalan yok. Lakin sizi çok sevdiğimden lafı eğip-bükecek değilim. Kitabın tam ortasından konuşmak size karşı en birinci vazifemdir. Bu yol; pek zahmetli, pek meşakkatli, pek dertli ve pek mezli bir yoldur. ("Mez", "mucurun" üvey kardeşidir ve yoldaki çakıl taşlarını ifade eder.) Farkındayım, bu tavsiyem pek çok cübbeli abimin kaşlarını çatmasına sebep olacak ama ne yapayım bu makale erenleri doğru yola sevk etmek için yazılmakta, cübbelilerin cebine para akıtmak için değil.
İyice bilesiniz diye yazıyorum. En iyimserinden bir dava süreci şu şekildedir : Avukata vekaleti verdiniz, oh tamamdır, hakkımı en kısa sürede alırım deyip evine gittiniz değil mi? Siz öyle sanın. İlk bir yıl dosyadaki belgeler toplanmaya çalışılır. İkinci yıl, toplanabilen belgelerle hayli toplu olan dosya bilirkişiye gider ve orada demini alıncaya kadar bekler. Neyi bildiğini kendi de bilmeyen bilirkişi; masasında bekleyen dosyaya rapor yazması gerektiğini nihayet aklına getirir ve dörtte üçü mevcut dosyadaki belgelerin tekrarı mahiyetinde lagaluga dolu, dörtte biri de hukuki ve teknik değerlendirmeyi ihtiva eden bir raporu mahkemeye sunar. Üçüncü yıl karar ve temyiz aşmasıdır. Sonraki yıllar karar düzeltme, yargılamanın yenilenmesi vs. şeklinde devam eder. Bu arada mevsimler mevsimleri kovalar, çocuklar büyür, karınız şişmanlar, kocanız kelleşir ve siz alacağınızı tam unutmuşken mahkemeden haklı olduğunuza dair bir ilam alırsınız. Tabi bu ilam karın doyurmaz. Sonuçta bir kağıt parçasıdır. Hemen avukatınız ilamlı icra takibine başlar. Ödeme emri gönderilir, fakat Bekir Bulunamaz efendi pişkinliğini devam ettirir ve borcunu ödemez. Haciz aşamasına gelinir, polis nezaretinde haciz mahalline gidilir, kavga-döğüş arasında yükte hafif pahada ağır ne varsa alelacele evden çıkarırsınız. Sonra onları en yakın mezatta sattırır, hakkınıza kavuşmuş olursunuz. Tabi bu arada enflasyonun etkisiyle paranız pul olmadıysa.
Sonuç olarak, "birinci yolda" attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değmez ey erenler!... Bu yolda size düşen rol; sadece kahır ve sabırdır. Bu nedenle, naçizane benim tavsiyem hemen birinci yola sapmayın, daha geride üç yolumuz var. Yanlışlıkla bu yola girmiş olsanız bile, hamamlarda yıkanma lüzumu olmaksızın diğer yollara çark edebilirsiniz. Durumunuz ümitsiz değildir, hemen yeise kapılmayın.
İkinci Yol : Mafya Hazretlerinden Yardım Talep Edin
Hakkımı arayayım, bulunca da şöyle bir sarılıp öpeyim diye bu yola çıktınız, mahkemede dava açmak gibi bir gaflette bulunarak ebenizin örekesini de gördünüz, peki şimdi ne yapacaksınız, ey erenler!... Vazgeçmek mi? Yapmayın Allah aşkına! Hak yolcusuna başka yol mu yok? Aynasızlara yakalanmadan beni takip edin. Size şimdi "mafya" denen gizli hizmet teşekküllerini takdim edeceğim.
Mafya denen sivil toplum kuruluşlarının, ilkin Sicilya denen ecnebi bir memlekette doğmuş olduğu iddia edilse de ben bu masala pek inanmıyorum. Bence "devlet" olan her yerde "mafya" olmuştur, olmadığını düşünmek, hele bir de "utanmadan söylemek" devletin manevi varlığını tezyif ve hakarete girer ki, suçtur. Mafya, devletin zaaflarından beslenir. Zaafı olmayan devlet, ancak cennette var olduğundan, mafyasız devlet olmaz ey erenler, aklınızı başınıza alın, durduk yere canımı sıkmayın.
Mafya hazretlerinden yardım talep etmek, hak arama yolları içinde en süratlisi ve en temizidir. Başınız, kıçınız ağrımaz. Komisyonunuzu verir ve sadece beklersiniz. En geç bir hafta içinde güzelim hakkınıza kavuşursunuz.
(Ahmet Mithat Efendi ekolüne mensup olduğumdan, konumuzla doğrudan bir ilgisi olmamasına rağmen, söz mafyadan açıldı diye, "mafyanın yasadışı kapitalizm, kapitalizmin yasal mafya olduğu" aforizmasını makalemin tam göbeğine ekleştirmemi lütfen hoş görün ey erenler.)
Hak yolcusuna tavsiye ettiğimiz bu yolu methettik ama bilimsel etiğin gereklerine uyarak bu yolun mahzurlarını da anlatmaya mecburuz. Mafya hazretlerinden yardım talep etmenin hiç mi kılçığı yoktur? El-cevap: Vardır. Bu yolda da işler her zaman olması gerektiği gibi gitmeyebilir. İş verdiğiniz mafya görevlisi "çakalın biri" olabilir, ki ekseriyetle çakallar bu işi yapar. Avansı alır, işinizi de yapmaz; yahut işinizi yapar ama taahhüt ettiği süre içinde bitirmez. Sakın ola ki ey erenler, bu durumda, birinci yola çark edip mafya görevlisi aleyhine "sözleşmenin gereği gibi ifa edilmemesinden mütevellit zararların tazminine ilişkin maddi ve manevi tazminat davası" açmayın. Hakim, halim-selim bir adamsa size kıçıyla güler; sinirli biriyse kürsüden inip size dayak bile atabilir. Tesadüfen duruşma salonunda olsam kılımı kıpırdatmam valla. Kusura bakmayın.
Hakkını bu yolda aramak isteyen erenler içinde en şanslıları muhakkak ki, İstanbul denen şehirde yaşayanlardır. Çünkü, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre, İstanbul'da adam başına düşen mafya görevlisi sayısı, "adam" sayısından daha fazlaymış. Bu da ne anlama geliyor erenler, lütfen "iktisat" dersinde öğrendiklerinizi çarçabuk zihninizden geçirin. "Arzın fiyata etkisi" konusunun işlendiği dersi kaçırmadıysanız hemen bilecekseniz. Arz çoksa, fiyat düşer. Yani arz ile fiyat arasında ters orantı vardır. Yani demem o ki, bir yerde mafya ne kadar çoksa, orada hiç merak etmeyin rehavet olmaz, rekabet olur. Rekabet olan yerde ise ilkin fiyatlar düşer. Fiyatlar düşünce de, hak yolcusu daha az parayla daha çabuk hakkına kavuşur.
Yeri ve sırası gelmişken sorayım, neden devlet büyüklerimiz İstanbul'da atıl duran mafya görevlilerini, yurdun değişik bölgelere servis yapmayı düşünmezler? Bu vesileyle, İstanbul'da boş boş oturan mafya görevlilerinin, kalkınmada öncelikli yörelere öncelik verilmek koşuluyla, yurdun dört bir köşesine dağıtılması lüzumunu, gerekli mercilere "kısa mesaj" olarak geçmek isterim. Yeni adalet sarayları açarak abesle iştigal etmeyi bıraksınlar ve bu önerimi dikkate alsınlar. "Resultante importante" olduğuna göre, önemli olan hakka nasıl ulaşıldığı değil, hakka ulaşılıp ulaşılmadığıdır. Bu noktada, "devlet" ve "mafya" elele vermeli, hak yolcularına gereği gibi hizmet edebilmek için hakimler ve kabadayılar Adliye Lokalinde buluşup "yargının sorunlarını" masaya yatırmalıdırlar.
Bunlar benim masa başında kurduğum ve asla gerçekleşmeyecek hayallerimdir, ey erenler! "Devlet" ve "mafya", ülkemiz hak arama sektöründe asla bir araya gelemez, gelebilemez. Sebebi; hantal, işe yaramaz ve merkeziyetçi bürokratik yapıdır.
Üçüncü Yol : Kendi Hakkınızı Kendiniz Arayın
Dava açtınız olmadı ya da dava açacak paraya sahip olmadığınızdan avukatların cebini şen eyleyemediniz. Mafya görevlilerinden yardım istemek de aklınıza gelmedi. Geriye üçüncü bir yol kalıyor ey erenler! Kendi göbeğinizi kendiniz keseceksiniz. Bekir Bulunamaz'ı saklandığı ininde yakalayıp "eşek sudan gelinceye kadar döve döve" alacağınızı mı alırsınız, yoksa Bekir Bulunamaz'ın yakınlarını cebren ve hile ile hürriyetinden alıkoyarak kendisinden alacağınıza mahsuben münasip bir fidye mi talep edersiniz bilemem; artık orası sizin mezhebinize, meşrebinize, mesleğinize ve zevkinize kalmış.
Hemen en başta söyleyeyim de, sonradan unutup başıma iş almayayım durduk yere. Erenler bu yola hukuk lugatında "ihkak-ı hak" derler ve Türk Ceza Kanunu'nun bilmem kaçıncı maddesine göre SUÇTUR. Suça teşvik gibi olmasın ama cezasının hayli hafif olduğunu ve eğer daha önce sabıkanız yoksa ilk duruşmada tahliye edileceğinizi şimdiden müjdelemek isterim. Daha ne istiyorsunuz benden ey erenler, yemeğinizi de ağzınıza götürecek halim yok ya!... Bu malumat kâfi gelmediyse, "içtiği gazozun organizmasına verdiği dayanılmaz basınçla cami duvarına işerken hocaya yakalanıp temiz bir dayak yiyen ve bu yüzden yukardakiyle arası pek iyi olmayan" çok saygıdeğer bir abimden uygun bir danışma ücreti karşılığına ilave malumat alabilirsiniz. (Abi, komisyonumu unutma!..)
Dördüncü Yol : Hiçbirşey Yapmayın
Bu yola hukuk doktrininde "eylemsizlik yolu (road of no action)" adı verilmektedir. Halk arasında ise "borçlunun insafına kalma durumu" olarak ifade edilmektedir. Bendeniz, bu iki terimin maksadı anlatmaya kafi gelmediğini düşünerek bu yola yeni bir ad buldum, hayrını görün. Kanaatimce bu yola "Ziya Gökalp yolu" adı verilmesi ve giriş-çıkışlara Ziya Gökalp resmi asılması hem uygun, hem de münasip olur; asan, astıran ve asılmasına razı olanlar da hiç olmazsa sevaba girer. Neden Ziya Gökalp? Çünkü erenler, hak yolcusuna hakkını aramamayı, işine-gücüne bakmasını telkin eden en güzel şiiri o yazmıştır. Neydi o mısralar :
"Sakın hak'kım var deme
Hak yok vazife vardır."
Bu yolun muhtevası izah gerektirmez ölçüde açık-seçik olmakla birlikte, "sen anlat Aziz abi, biz seni dinleriz" diyen sadık karîlerim için iki laf etmeme ses etmeyin. Erenler, dava açtınız olmadı, mafyadan yardım talep ettiniz yine olmadı, kendi hakkını kendi alacak kadar babayiğit takımından da değilsiniz, e ne olacak sizin haliniz? Geriye son bir yol kalıyor. Evde oturup "Ana Beni Ever Dayanamıyom" programlarını izlemek ve izlerken de bir bardak soğuk su içmek. Kimbilir, siz suyunuzu içerken Bekir Bulunamaz efendi, birden televizyon ekranında gözükür ve borcunu er-geç ödeyeceğini 70 milyonun huzurunda ilan eder. Olmaz olmaz demeyin olmaz olmaz! Hakkınızı bu yolla bulmanız, biliyorum çok zor ama imkansız değil. Gerçekçi olmaya devam edin ve imkansızı istemekten asla vazgeçmeyin. Bir ömür boyu uğraştığı halde partisi % 1 bile oy alamayan parti liderleri var bu ülkede. Lütfen, beterin beteri var deyin ve halinize şükredin.
***
Sözün hitamına geldik ey erenler! Hak yolunda size iyi yolculuklar. Yolda başınıza bir iş gelirse beni cepten 24 saat arayabilirsiniz. Selametle gidin ve hakkınızı bulmadan geri dönmeyin. O kadar nasihat verdim, hakkını bulamadan geri dönen erenleri er'liğinden tavana asmazsam şerefsizim. Yaparım bilirsiniz.
Ha bir de "mez" diye bir sözcük yoktur, varsa bile anlamı "yola serpilen çakıl taşları" değildir. Bu yalanı, kahveciler arasında "merak edip lugata bakma alışkanlığının" yaygınlaşmasına vesile olmak için yazıverdim.
Aziz Baysal azizbaysal555@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Müge'nin İftar Sofrası : Müge Eralp Kaya EKŞİLİ ÇORBA UN KURABİYESİ |
|
Sevgili km okurları bugünde sizleri birbirinden lezzetli tarifler bekliyor, buyrun sofraya...
EKŞİLİ ÇORBA
MALZEMELER
Yarım bardak nohut, yarım bardak buğday, yarım bardak kuru fasülye, 10 bardak su, 100gr.taze fasülye, 4 çorba kaşığı nar ekşisi, 1 adet orta boy patlıcan, 1 adet kabak, 2 çorba kaşığı sıvıyağ, 2 diş sarımsak, 1 çorba kaşığı domates salçası,1 adet küçük boy lahana, tuz...
YAPILIŞI
Nohut ve kuru fasülyemizi bir gece önceden bol soğuk suda ıslatıp şişmeye bırakalım, buğdayı bekletip süzdürelim, taze fasülyelerin kenarlarını açıp 1cm.lik küçük parçalara ayıralım.Kabak ve patlıcanlarımızı soyup, küçük küpler şeklinde doğrayalım,lahana yapraklarımızı ince ince kıyalım, sarımsakları dövelim. Nohut, kuru fasülye ve buğdayı bir tencereye koyup tuzunu katalım ve hepsi yumuşayana kadar haşlayalım... Ayrı yerde tavada yağı kızdıralım, salça ve sarımsağı yağda biraz kavurup ateşten alalım. Haşlanan bakliyatın içine, 5'er dk. ara ile, taze fasülye, kabak ve son olarak da patlıcan ve lahanayı katalım, sebzeler yumuşayana kadar pişirip, çorbamızı ateşten alalım, tuzunu ayarlayıp tavamızdaki salçalı yağı katalım, son olarak nar ekşimizi de ekleyerek sıcak servis yapalım...
Şimdi de sıra, sofralarımızın vazgeçilmez garnitürü salatamızda...
KARIŞIK SEBZELİ SALATA
MALZEMELER
1 kereviz, 1 küçük beyaz lahana, 1 kırmızı lahana, 1 domates, 1 yeşil dolmalık biber
SOS İÇİN
3 diş sarımsak, yarım çay bardağı sıvıyağ, yarım çay bardağı sirke, 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber, tuz
YAPILIŞI
Kerevizi rendeleyelim, beyaz lahanayı incecik kıyalım, biberi küçük şeritler halinde doğrayıp, domatesleri dilimleyelim, hazırladığımız malzemeyi derin bir kaseye koyup iyice harmanlayalım. Sarımsakları dövüp yağı, kırmızı toz biberi ve tuzu karıştırıp salatamızın üzerine dökelim...
Ve geldik sofralarımızın son durağı olan tatlımıza
UN KURABİYESİ
MALZEMELER
4 bardak un, 250gr.margarin, 3/4 bardak pudra şekeri, 1 paket vanilya, üzeri için yarım bardak pudra şekeri
YAPILIŞI
Unumuzu eleyip içine margarinimizi katarak iyice yoğuralım, krem haline gelince vanilya ve pudra şekerini katıp hamur yapalım. Yumurta büyüklüğünde parçalar yapıp yağlı tepsiye dizelim, orta hararetli fırınımızda 30dk. pişirip üzerine pudra şekeri serpelim...
ÖLÇÜLER
1 bardak su = 200 gr.
1 bardak süt = 225 gr
1 bardak un = 150 gr.
1 bardak şeker = 240 gr.
1 bardak pudra şekeri = 180 gr.
1 bardak kakao = 100 gr.
1 bardak irmik = 170 gr.
1 çorba kaşığı margarin veya tereyağı = 40 gr.
2 çorba kaşığı kakao = 30 gr.
2 çorba kaşığı şeker = 50 gr.
GÜNÜN MENÜSÜ:
Ekşili çorba, fırında makarna, karışık sebzeli salata, un kurabiyesi...
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 1 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.723 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Sus..!
Bu gece yanımda olabilmeliydin
Gölgeni seyredebilmeliydim holde gezinen
Mutfaktan bir şeyler aramalıydın ve
Kırılmadıydı bir bardak mermerde, en kıymetlisinden
-Canın sağ olsun, seslenebilmeliydim, - boş ver aldırma
Yüreğinin atışını duyabilmeliydim bu gece, dalga dalga
Şekerini karıştıran bir kaşığın bardak sesine karışmalıydı sesin
–Sen de ister misin?
Bu gece yanımda olabilmeliydin
Demleyebilmeliydik zamanı seninle
Demlenebilmeliydik
Korumasızdır yavruları kumruların / biraz saf, uçmaya hevesli
Taşıyamaz kanatları oysa acemi uçuşları
En uslu dokunuşlarım gezinebilmeliydi saçlarında / düşmeden önce
Çenenden tutup yüzünü bana doğru kaldırabilmeliydim
Körkuyu gözlerinde dibe vurabilmeliydim özlediğim
Kozasında büyümeliydi mavi şafak renginde ipekten bir sevgi
Ayrılık nedir bilmemeliydi ve öğrenmemeliydi
Ölüme bir türlü sonsuzluk dendiğini
İbadetine diz çökmüş bir bekleyişin dualarında
Kokun dokunuyor önce bam teline sızımın / pan flüt eşliğinde
Arka fonda gözü kan çanağı yarasa geceler bekçim
Resimlerinde flu bir bulut / kir beyazı, pamuk duman
Çalmayın mavimi diyorum gözlerimin mayasından
Acıtıyor dudaklarımı filtresinden yanan ateş
Bu kaçıncı bilmem
Bu kaçıncı sigaram
Bu gece yanımda olabilmeliydin, çırılçıplak soyunup geçmişinden
Harman yeri savrulmuş duygularıma yenik düşmüşlüğümde
Küfürlerin binini bir paraya savurduğum bu yazgıya
Öpebilmeliydin dudaklarımdan
- Sus..!
Bu gece yanımda olabilmeliydin
İmansız bir acının terkisinde kırbaç ıslığı sesim
Sus / tura
bilmeliydin
Sus / a
bilmeliydim
Bu gece yanımda olabilmeliydin...
Nurten Altınok
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...İlk kez bir arabaya biniyordum ama yinede korktum. Sonra bir apartman dairesinin önüne sepette bıraktı beni. Hemen terk edildim diye üzülürken kapı açıldı ve... Bu ilginç hikaye'nin başını ve sonunu merak edenler http://www.sempativet.net/dostlarimiz.asp?Action=Read&hid=209
Bu bölümü takip edenler iyi bilirler sık sık flash destekli oyunlara yer veririm. Flash oyunların en büyük avantajı hem az yer işgal etmesi hem de görsel olarak hoş olmalarıdır. İşte size bir kaynak daha http://www.kanald.com.tr/oyun/flash/ iyi eğlenceler.
Günlük gazeteleri okumak için her gazetenin web sayfasını tek tek dolaşmak yerine gazetelerden derleme haberleri toparlayan bir web sayfasını tavsiye ediyorum. http://www.gazeteyeri.com/ Zamandan tasarruf etmek için bence çok uygun bir seçim.
...Merhaba, Ben Yurtdışında yaşıyorum ve çalışan bir bayan olduğum için yemek yapmaya çok fazla vaktim olmuyor. Üstelik sorumluluğum sadece kendime karşı değil eşime ve çocuklarıma karşı da var. Sizi bulduğum günden beri deyim yerindeyse sofralarımız şenlendi. Artık hem ülkemizin yemeklerini pratik bir şekilde hazırlayabiliyorum hem de özel dosyalarınız sayesinde sağlık konusunda bolca şey öğreniyorum. Size çok teşekkür ederim... diyor http://www.afiyetolsun.net web sayfasını kullananlar. Hazırlayanların ellerine sağlık.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
DeepBurner Free 1.7 [2.61 MB] Windows Free
http://www.deepburner.com/download/DeepBurner1.exe Ücretsiz, kullanımı kolay, ufak bir CD yazıcı programı arıyorsanız, işte buldunuz. Pro versiyonu ile birkaç özellik daha eklemek mümkün ama bu haliyle bile oldukça kusursuz. Basit bir CD yazıcı arayanlara tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|
|
|
|