|
|
|
15 Kasım 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ağzımda hafriyat başladı!.. |
Merhabalar,
Hem bende hem de sunucuda bir tamirat olunca "ce" deyip kaçmak farz olur biliyorsunuz. Bendeki ağız dolusu arızayı sonunda tamir ettirmeye cesaret bulabildim. Dün bir yirmiliğimi vatan uğruna feda ettim. Taş toprak temizliği, çekme doldurma, asfalt, cila derken beni beş yıl daha idare edebilecek kıvama geleceğim sanırım. Sunucuda tamirat el aldığından, benim ağzımda da çekilmiş yirmiliğin içinde tamponlar inceden inceden ağrı yapıyorken fazla gevezelik etmem olanaksız. Beni mazur göreceğinizi umuyor ve İzmir marşıyla kaçıyorum. Yarın görüşmek üzere, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Zincirli Kapının Asma Kilidi... |
|
Duygusuzsun! Suçlamak için söylemiyorum inan. Beni bilirsin, öyle lafı dolandırmayı falan beceremem. Adamın suratına suratına çarpar sözlerim. İyi mi peki? Yok be değil. Bazen karşındakini nasıl incittiğini fark edemiyorsun, sonra da üzülüyorsun. Yine de ben senin şu haline baktıkça üzülmüyorum. Çünkü ne desem boş, farkındayım da, ne yapalım, katlanıcaz artık. Senin en çabuk tarafından karar vermen lazım. Yoksa ciddi anlamda sıyıracaksın. Yok, "ben böyle huysuz, geçimsiz, bunalımlı halimden memnunum" diyorsan bir şey diyemem de, ben değilim!
Yalancısın! Kendine itiraf edemediklerini başkalarına da, hatta bana da yalanlıyorsun. Pes doğrusu! Herkese yap ama bana yapma! Hani kilitlemiştin Zincirlikapınınasmakilidini? Ve sonra da atmıştın anahtarını kim bilir nereye? Hani sen geçmişi geçmiş kabul edip ardına bakmadan yürür giderdin ve senden giden insanlar bir daha geri dönmeyi başaramazdı? Ne oldu? Unuttun değil mi? Eee, unutursun tabii, kendi söylediğine kendin inanmadıydın o vakitte, bir de benim külahıma anlatmaya kalktıydın. Ayıp ayıp.
Kaçıksın! Geçenlerde ne dedi sana telefonda "yeter artık! Onca yılda bir insan büyüdükçe akıllanır değil mi? Uslan artık uslan! Ben seni ne zaman zıp zıp zıplamadan akıllıca davrandığını göreceğim?" Sen ne dedin peki? "Bunu sen mi söylüyorsun? Sen ne zaman akıllanırsan ben de o zaman uslanacağım".. Çok palazlandın bu aralar çok. Senin gibilere ne denir biliyor musun; horoz! Her şeye kafa tutuyorsun! Otur şöyle edebinle az biraz. Hani eskilerin lafı var ya "ağır ol da molla desinler!" Ha şöyle! Ama yok! Sen her yerde herkese ahkâm keseceksin. Nerede garip bir olay var, balıklama dalacaksın. Burnunun dikine dikine gidip başını derde sokacaksın, o zaman rahatlayacaksın. Hani şöyle sakin bir hafta geçirsen canın sıkılmaya başlıyor. Derhal kulaklarını anten, burnunu tazı yapıp kokuya doğru gidiyorsun. Bela senin göbek adın olmuş. Efendi durmak kim, sen kim?
Bencilsin! İstiyorsun ki her şey senin düzenin, intizamın çerçevesinde olsun. Hele şu sadece kendini dinleme, kendi söylediğini önemseme huyun yok mu? Çıldırıyorum! Karşındakinin ne düşündüğü, ne yaptığı, ne hissettiği o an önemli değil. Ya senin dediğin gibi olacak ya da senin dediğin gibi. Alternatif yok! İşine gelmeyince yürüyüp gidebiliyorsun mesela. Nedir bu benmerkezcilik anlamıyorum ki? Dön şöyle bir çevrene etraflıca bak bakalım; aç var, açık var, muhtaç var, değil mi? Sonuç? Ceremesini yine kendin çekiyorsun. Oh, az bile. Hayır ortada yine olan bana oluyor. Oturuyorum karşına kös kös, sen ağlıyorsun zırıl zırıl, sonra da ikimiz birden sakinleşmeni bekliyoruz. Halbuki tersini yapman lazım. Benim seni değil, senin beni dinlemen, sesime kulak vermen lazım. Aklını başına devşir azıcık!
Korkaksın! Hem de kocaman bir korkak! Aşka tutulmaktan, aşktan ödün kopuyor. Aşk yürek ister koçum! Mangal misali hemi de, öyle böyle değil yani. Oysa izin versen sana yüreğini açacaktı o akşam. Ama sen ne yaptın? Lafı ağzına tıkayıverdin. Yine dinlemedin. Çünkü kaybetmekten korktun. Halbuki o senin için şu an zaten bir kayıp. Kazanılmış bir şey değil ki. Geçmişten bugüne taşıdığın, her ne kadar "bu sefer Zincirlikapınınasmakilidi açılmayacak" desen de hiçbir zaman sözünde duramadığın tek bağımlılığın. Geçmişinle bugünün arasında sallanıp duran ilkel köprün. Sana unuttuğun dününü hatırlatan hafıza ilacın. O gittikten sonra herşeyi nasıl da unutur oldun. Geçmişinden korktun unuttun. Geleceğinden korktun gelmeyecek sandın, unuttun. Hesapta bütün yaşamın gelecek üzerine kurulu. Tamam, ak akçe kalmadı kara gün için ayrı da, senin derdin az biraz geleceğe yatırım da değil ki, boş bir gelecek hayali avuntusu. Bugününden de korkuyorsun, korktukça bu kez gününü yaşamayı unutuyorsun.
Sabırsızsın! Sana hep ne derdi hatırlasana "zamana bırakalım. Zaman bizi aktığımız suyla beraber varacağı yere götürür." Olur mu hiç? Senin en büyük düşmanın zaman. Koşturarak yaşamayı erdem sayıyorsun. Hep bir telaş, hep bir yetişememe kaygısı. İyi de nereye kadar? Kendine acımıyorsan bana acı! Sabretmenin; nefsini nasıl terbiye altına aldığından, tan vakti güneşin ışımasını beklemek kadar sükunete hakimiyetinden bi-habersin. Beklemeyi bilsen. Gündeliğin o küf kokulu, mantar rutinliğinden, körlüğünden sıyrılıp yerinde devinimsiz, durağan kalabilsen ve sessizliğin sesini dinlemeyi başarsan ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. Ama nerde? Sen öl be! Yaşaman hata! (Sus! Çemkirme öyle! Haksızsın!)
Gözün yükseklerde! Kalite takıntın var senin! Giyimin, kuşamın, yaşamın, duruşun bile kaliteli olsun diye didinip duruyorsun. Yahu neyine gerek? Ne işin var Allahın dağındaki sözümona beşyıldızlı otellerde! Ye, iç, yat zıbar. Madem dağa çıkmaya o kadar meraklısın; kuşan teçhizatını tırman, seni tutan kim? Hiç değilse tabiatla kucaklaşırsın. Sabahtan akşama tuhaf kokulu, klorlu havuz başlarında saçma sapan animasyonlarla hoplamaktan, bütün gün güneşin altında bunalmaktan iyidir. Memleketinde görülmeye şayan onlarca güzellik varken, üstüne para verip bir otele on gün tıkılmanın neresi keyifli hiç anlamış değilim! Şair ne demiş "yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi.." Yani basit yaşayacaksın, sıradan, kendiliğinden akacak avuçlarından hayat. Bu kadar! Zaten gün gelecek bir bakmışsın, dört kolluya atıvermişler bedenini. Varsın yetecek kadar paran, üzerini örtecek urban, sıcacık uyuman için bir şilte ve yorganın olsun, kafi. İndir başını kaf davının zirvesinden.
Utandın! Yanında durmasından, hayatını tamamen basite indirgemiş halinden, sıradanlığından, mütevazı tavrından, gününü yaşamasından utandın. O yüzden kaçtın ondan. Ve insanlar sebebini sorduğunda hep onun en kötü yanlarını, gamsızlığını anlatıp durdun. Sana bir şey verme derdinde olmamasından yakındın. "Onunla gelecek hesabı yapılmaz" dedin. Peki ya iyi yanları? Dürüstlüğü, yalansızlığı, saygısını, sevgisini sunuş biçimini, seni mutlu etmek için çırpındığı anları... bunları neden görmezden geldin? Yaşadığınız onca şeyi nasıl bir çırpıda silip attın? Ya sana verdiği asma kilidi? Şimdi nereye attığını bile bilmiyorsun. Anahtarı bulamazsan zinciri kıracaksın. Zincir kırılınca halkaları dağılacak. Dağılan halkaları demirciye götürüp kaynak yaptırabilirsin de, izleri ne olacak? Kapı aynı kapı, fakat içeriye geçen sen başka bir sen, peşinden gelen o, başkası. Yeniden denemek için hem çok erken, hem de çok geç. Hem aynısınız ikinizde hem de başkalaşmışsınız. Hayat ikinize de geçen süre içinde çok da güzel davranmamış. Süzgeçten geçmişsiniz. Sen bir yorgun, o bir bezgin. Mutluluk o kapının eşiğinde kalakalmış, sahipsiz. Aferin sana!
Suçlusun! Ben demiyorum ki o da sütten çıkmış ak kaşık. Ah o var ya O! Tam kulaktan çekmelik ya neyse. Yine de kabahatin büyüğü sende. Sen normal düşünen, sıradan fikirlere sahip, aklı başında biri misin ki, ondan normal standartlarda bir hayat istiyorsun! Kel başa şimşir tarak! Sen şöyle dön bakayım yüzseksenderece kendi ekzenin etrafında, kendinde ne var ne yok bir sına; ha ondan sonra karşındakinde hata ara. Sırf bunu yapmayı başaramadığın için bile suçlu sayılıyorsun.
Şimdi karşıma geçmiş ne yapacağını soruyorsun. Aynanın sırlı yüzeyinin gerisinden bana baktıkça anlatmaya çalıştıysam da sesimi duyuramadım ki. Kendini görürken beni görmekten kaçtın. Gözlerindeki hüznü bile sakındın. Böyledir güzelim, zurnanın "zart" dediği yere gelmedikçe kaçarsın kendinden, kendi gerçeklerinden. Tek başınalığının yarattığı güdümün etkisi biraz. Biraz da onun yerine bu güne dek kimsenin ondan daha sağlam, daha derin, daha cesurca, daha büyük bir sevdayla yer etmemesinin sonucu.
Yitirdiğin duygularının yeni filizleri onun avuçlarında, biliyorsun. En saf, en temiz halin yine onda saklı. Gözlerinin ışıltısı, kalbinin çarpıntısı, gülüşündeki uçarılık, içindeki çocuk, kozasından çıkamamış kelebeğin hep onda. Safi kötü huydan peyda değildir insan evladı. Seninde iyi yanların var elbet. Sırf bu sebeple onun sana sahip çıkmasını beklemeden kendine sahip çıkmakla başlamalısın işe. Demem o ki, kendini kendine kazandırmaksa niyetin; ya bıraktığın ne varsa geri al kapısını zincirlerle kilitlediğin sevdandan ve devam et yoluna; ya da ondan gelecek her şeye razı ol git onun yolunda... Bundan sonrasına ben bile yardım edemem. Her şey önce senin elinde...
Zincirlikapınınasmakilidininanahtarını da orda burda boşuna arama. Anahtar bende. O hışımla en uzağa fırlattığın çam dibinde buldum geçenlerde. Ne vakit kararını vereceksin, bende o zaman anahtarı teslim edeceğim sana.
En büyük kötülüğü kendine yapar insan. Bir iyilik yap kendine; bu günün tadını çıkart, düne ve yarına aldırmadan...
Elif Eser elif.eser4@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler Kitap Gibi |
|
Zorlu iştir kitap okumak. Zor değil, zorlu… Altı yüz küsur sayfalık bir esere en az dört gün emek verirsin; bir de 25 YTL para… Verdiğin paraya ve emeğe değip değmeyeceğini en baştan bilemezsin.
Eh tabii hal böyle olunca türlü kitap seçme yöntemleri geliştirmen gerekir.
1 Best seller alırsın
2 Kapak tasarımına bakarsın
3 Arka kapak yazısını okursun.
4 Arkadaş tavsiyesine uyarsın
5 Kitap eleştirilerini okursun
6 Rastgele alırsın
7 Vaktin varsa, seçtiğin herhangi bir bölümü baştan sona okursun.
Zor iştir bir insanı tanımak. Zorlu değil, zor… Seçtiğin insana koskoca bir ömür verirsin; bir de aşkının, emeğinin ederi kadarını… Verdiğin ömre ve emeğe değip değmeyeceğini en baştan bilemezsin.
Eh tabii hal böyle olunca aşağıdaki insan seçme yöntemlerinden birini uygulaman gerekir.
1 En popüler olanı seçersin
2 Tipine bakarsın
3 Birkaç kez çıkarsın ve tecrübelerinden yararlanırsın.
4 Arkadaşlarının tanıştırdıklarını tercih edersin
5 Dedikoduları dinlersin
6 Rastgele seçersin
7 Vaktin varsa, gözden çıkarabildiğin bir zamanı sonuna dek yaşarsın.
Zorlu iştir kitap okumak. Zor değil, zorlu… Altı yüz küsur sayfalık bir esere en az dört gün emek verirsin; bir de 25 YTL para… Verdiğin paraya ve emeğe değip değmeyeceğini en baştan bilemezsin.
Eh tabii hal böyle olunca türlü kitap seçme yöntemleri geliştirmen gerekir.
1 Best seller'da bir yığın beğeniye ortak olmak vardır ki bu yöntem, kendi beğenini daraltman anlamına gelir. Milyarlarca sineğe uyup b.k yemekten farkı olmaz bunun.
2 Kapak tasarımı iyiyse kütüphanende fena durmaz ama ellinci sayfadan sonra okuyacak başka bir şey almak zorunda kalabilirsin.
3 Arka kapak yazısı iyi yazılmamışsa yok yere kitabı yerine bırakıp başka bir tanesinin arkasındaki bir iki parlak söze kanıp daha kötüsünü edinmek gibi bir yanılgıya sürüklenebilirsin.
4 Arkadaşının zevkleri ile senin zevklerin ne kadar örtüşüyorsa o kadar isabetli olabilir ancak. Daha fazla değil.
5 Eleştirmenler ticari davranıyor olabilir ki genellikle de öyledir.
6 Rastgele kitap seçmek şansı fazlaca zorlamaktır. Çoğunlukla da hoşnutsuzluğa yol açar.
7 En sağlam yöntem budur. Öykünün geneli hakkında fikir sahibi olursun; yazarın dilini ve anlatımını beğenirsen korkusuzca alırsın kitabı.
Zor iştir bir insanı tanımak. Zorlu değil, zor… Seçtiğin insana koskoca bir ömür verirsin; bir de aşkının, emeğinin ederi kadarını… Verdiğin ömre ve emeğe değip değmeyeceğini en baştan bilemezsin.
Eh tabii hal böyle olunca aşağıdaki insan seçme yöntemlerinden birini uygulaman gerekir.
1 Popüler olanda sığlık vardır. Ortak beğenilerin odak noktası ancak buz dağının görünen kısmı kadardır. Ya çok tatlı bir çocuktur o; ya çok zeki veya çok yakışıklı. Suyun altındaki kısmını ise kim bilebilir ki yaşamadan?
2 Tipi güzelse kolunda güzel durur ama içeriği boşsa bir süre sonra yeni bir tanesini edinmek zorunda hissedebilirsin kendini.
3 Birkaç kez çıkıp sonra olumlu veya olumsuz karar veriyorsan, bu kararını o insanın vasıflarına göre değil kendi tecrübelerine göre veriyorsundur. Çünkü zor iştir bir insanı tanımak ve küçük izlenimlerle edinilen yargılara halk arasında kısaca "Ön yargı" denir.
4 Arkadaş teşvik ve tavsiyesiyle yaptıysan seçimini, almadan önce yine de 7. maddeyi uygulaman tavsiye olunur. Tabii arkadaşın daha önce o insan için 7. maddeyi uygulamadıysa … Tövbe tövbe…
5 Dedikoducular hissi davranıyor olabilir ki genellikle de öyledir.
6 Rastgele insan seçmek şansı fazlasıyla zorlamaktır. Çoğunlukla da hoşnutsuzluğa yol açar.
7 Bu madde, süresi makul bir beraberliktir. Zamanını ve emeğini vermedikçe seçiminde isabet oranını düşürürsün. Önceki maddelerle vereceğin olumlu veya olumsuz kararlarda hata payın yüksek oluyorken, bu yöntemdeki hataların, aptallığınla orantılı olacaktır.
Ne de çok benziyormuş meğer insan seçmekle kitap seçmek. Neyse ki kitapları yanlış seçince, bırakma özgürlüğümüz toplum tarafından yargılanmıyor. Bırakmak için de hakim gerekmiyor :o)
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 7 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Figen Erdeveciler |
HAYVANAT BAHÇESİNDE BİR GÜN
Sıkışık trafikte nasıl vakit geçirirsiniz?
Radyo dinlemek bir seçenektir. Her türlü konunun rahatça konuşulduğu, trafikte bekleyenlerin cep telefonlarıyla katıldığı,sunucuların çeşitli şaklabanlıklarla onları eğlendirmeye çalıştığı programlar vardır ya,onlardan birini sunuyorum. Hafta içi her gün saat 18:00 de, iki saatlik bir program.Günün Otuzikidişi,programımın adı. Hep merak ederim, benim şovuma katılan bu insanlar evlerine varınca ne yapıyor diye,ailelerine anlatıyorlar mı canlı yayında devlet büyüklerine küfrettiklerini, ülkenin en sevilen şarkıcısına hakaret ettiklerini, arkadaşlarına, sevgililerine söyleyemedikleri şeyleri itiraf ettiklerini. Kaç yuva yıkılırdı acaba? Ya da kaç ayrılmış çift yüreklerine dayanamayıp birleşirdi? Dinliyorum hep yorumsuzca. Konuya uygun bir şarkı bulup çalıyorum. Dj arkadaşım çok hızlı…
Ana konuya gelip, değerli vaktinizi almayayım.
11 Mayıs 2005 Pazartesi saat 18:25
_Alooo,kiminle görüşüyorum? Hangi bahtsız vatandaşımız konuğumuz acaba? Takıldınız mı?
_Aloo..offff…Ölüyoruz, Selam. Ben Mustafa.
_Musti!! Hoş geldin.
_Gelmedim,gelmedim.. Daha doğrusu gelemiyorum.. Eşim ve ikizlerimizle hayvanat bahçesine gitmeye çalışıyoruz…
_ooo..Allah saadetinizi daim etsin… Kolay gelsin..
_Demin ki konuya geleyim.. Ben de Yavuz Bey'e katılıyorum…Otobanların tarifesi düşürülmeli…
_Musti? İkizler kaç yaşında? Nasıl bir formülü var? Bir seferde iki tane.. Söyle de biz de… Bak Dj gözkırpıyor…Evlenecek de yakında..Malum çocuk ister.. Ama kısa yoldan iki tane…. İstediğiniz bir şarkı var mı?... Derhal… Neşelenin….Vay.. Çocuklar keyifli galiba her şeye rağmen.. N'aber çocuklar?
_Al kızım telefonu, alo de.
_Alo? Ben Selin. On yaşındayım, dur ya Kerem… Ben konuşuyorum…
_Kavga yok…Kavga yok…Selin ve Kerem… Hayvanat Bahçesinde ne var? Aslanlar maymunlar? Bir aslan miyav diyecek mi? ….Musti? Ne dersin?
_.......
_Gidebilirsek..diyecekler… Yurt dışından gelen bir ekip gösteri yapacakmış… İlginç hayvanlar.. Şu bilim adamlarının genetik deney ürünlerini göreceğiz.. Hanım da ben de bio-genetikçiyiz.…
_Sayın dinleyicilerim.. Gurur duydum.. Yayınımızda Madam Curie ve eşi ….
_Şu yolu açın yeter…
_Kolay olsaydı, yapardım.. Ve şarkı geliyor.. Evet Musti'ye..
Böyle çalışıyorum işte. Yüzeysel sohbetler, yüzeysel şarkılar, yapay ilgilenmeler, yalan gülüşmeler, ilk merhabadan sonra unutulan isimler, aileler..
Musti'yi unutamadım ama…
11 Mayıs 2005 Pazartesi saat 18:50
_Saat kaçta başlayacakmış gösteri? Olay da pek sır tutuldu Keşke söylemeseydin yayında.
_Saat 19:00 yazıyordu davetiyelerdi. Boş ver sen, o programı. Kim dinler ki? Çocuklar hazır olun. Çok ilginç şeylere tanık olacağız az sonra…
_Baba? Okul arkadaşlarım da merak ediyor, fotoğraf makinasını aldık değil mi?
_Yasak kızım. Davetiyelere yazmışlar. Hoş her şey yasak. Kamera, yiyecek, içecekle giriş. Bir de bize kıyafet vereceklermiş kapıda,hazır olun.Astronota benzeyeceğiz.
_Uzay kampında gördüklerimiz gibi mi? Yaşasın!
_Baba, keşke yanımızda misafir de götürebilseydik…Arkadaşlarımızı…
_Oğlum,davetiyeler yurt dışından özel isimlere yazılmış. Bilim adamları ve ailelerine, genetikçilere, biologlara. İki hafta sadece özel olarak prefabrik laboratuar ortamında yaratıklara özel kafes inşa edildi.Güvenlik önlemleri alındı. Ben de merak ediyorum…Sevgi,çok şanslıyız. Bize de şu ömrümüzde nasip olacak.İlk kez kendi gözlerimizle göreceğiz teorinin gerçekleşişini…
_Evet Bay Curie!
_Aman Sevgi ! Bırak bu cahil lafları…hah.. Trafik açıldı sonunda… Kaza olmuş. Şansa bak! Hayvanat bahçesi ziyaretine hazır mıyız tayfam?
_Evet.
_Evet.
_Heyecanlandım Mustafa…
11 Mayıs 2005 Pazartesi saat 19:05
_Kimlikler lütfen.Davetiyelerinizi görebilir miyim lütfen.
_Buyurun. Eşim ve çocuklarım…
_Rica etsem, sol taraftaki kabine tek tek girip size vereceğim kıyafetleri üzerinize giyer misiniz? Üzerinizdeki tüm metal eşyaları lütfen aileniz için ayrılmış bu koliye koyun. Kamera, fotoğraf makinası, dijital günlük,cep telefonu kullanımı içeride yasak olacak.Onları da lütfen koliye bırakın. Hanımefendi, gözlüğünüz ve takılarınızı da rica edeceğim. Küçük delikanlının da gözlüğünü lütfen çıkaralım. Lens var mıydı?
_Yok…
_Ayakkabılarınızı da çıkarmanızı rica edeceğiz. Bu kumaş patikleri alın lütfen…
_Bilim kurgu filmi gibi… Peki tamam. Hadi bakalım…
_Tamam o zaman… Ben içeriye haber vereceğim. Siz ve aileniz hazır olunca, hostes arkadaşım sizi içeri alacak…
_Anne? Anne?
_Efendim?
_Hiç de kalabalık değil. Farkında mısın?
_Eeee…Bir avuç bilim adamı var ülkemizde. Belki gelemeyen de olmuştur. Ama sanmam. Hiçbiri kaçırmak istemez bunu…
_Önce ben gireyim bakalım… Sevgi, ben de heyecanlandım bak şimdi. Tarihe şahit olacağız.
11 Mayıs 2005 Pazartesi saat 19:16
_Küçükerler Ailesi?
_Evet biziz?
_Doktor bey, hanımefendi?Ben Özlem. Doktor Steagian Genetik Araştırma grubunda asistanım. Bu gösteride size eşlik edeceğim. Size vereceğim dosyaları ne yazık ki çıkışta geri alacağım. Lütfen beni takip edin. İçerisi sekiz santigrat derecede tutuluyor. Giymiş olduğunuz kıyafetler sadece steril ortamımızı korumak amaçlı . Biraz üşüyebilirsiniz…
_Zarar yok.Dışarısı çok sıcaktı.Serinleriz…Demek gördüklerimizi hafızamıza kaydetmekten başka çaremiz yok.
_Daha medyaya sunma konusunda endişeleri var Dr.Steagian'ın. Önce siz bilim adamlarının görüşlerini almak istedi. Sizlerle tek tek iletişime geçilecek.
_Kaç yıllık bir çalışmanın ürününü göreceğiz ? Burada verilen tarih çok eski…
_Doktor bey,her şeyi içeride açıklayacağım. Buyrun. Kapı açılmaya hazırmış. Burası sakin ama içeride altmış iki misafirimiz var. Siz en son kalan davetlilerimizdiniz. Dış kapı şimdi kapatılacak. İzninizle… İçeriden çağırdılar. Beş dakika içinde yanınızda olacağım...
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19:21
_Kerem? Sen ne yaptın? Yasak dedi ya kadın girişte?
_Ama kontrol etmediler. Bana ne…
_Bir çalsın da cep telefonun gör sen gününü. Şimdi seni anneme söyleyeceğim. Atacaklar bizi dışarıya…
_Ya Selin abartma, sessize aldım… Hem bu telefon benim değil, babamın. Koliden aldım. O'nu da arayan olmaz. Bütün arkadaşları içeridedir kesin. Bilim kurulu…
-Evde görürsün bak. Babam çok kızacak…
_Kızmaz. Aferin bile der… Soğuk yaa burası…
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 25
_Anne? Ne diyor bu adam?
_Sen daha İngilizce yaz kursuna gitmek isteme! Diyor ki: Bulunduğumuz yerin sağ ve sol tarafındaki bölümler birazdan çelik kafeslerle çevrili hale gelecekmiş, tavandan inen metal kafeslerle, endişe etmeyelimmiş,bu bizim güvenliğimiz içinmiş,az sonra genetik deney ürünü yaratıkların bulunduğu bölümler açılacakmış, onları en doğal halleriyle görecekmişiz. Tavana bak! Kafesler iniyor… Ürkütücü hakikaten de…
_Sevgi? Amma emek harcamışlar değil mi? Bak ileride Hüseyin ve ailesi var. Hayran hayran bakıyor her şeye. Görmemiş! Bilgisayara da hala böyle bakıyor… Özel ödül verdi İsviçre geçen yıl bir de buna… Özlem hanım da yok oldu… Hani o bilgi verecekti… Kaldık mı bant yayından gelen sese…
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 27
_Gözlerime inanamıyorum!
_Ben de!
_Ben de!
_Ben de! Fare ya bunlar!
_File daha çok benziyorlar.Gördün mü? Ağızlarının üzerinden bir şey çıkıyor. Hortum gibi. Ama ayakları küçük. Nasıl taşıyor o kocaman bedeni? Hayret!
_Şuna bak, bunlar memeli, emziriyor yavrusunu… Ayyy çok sevimliler… Yavruları gördünüz mü çocuklar?
_Anne, bunlar aile resmen. Bak şu kesin baba. Şu da anne. Ve de yavruları var. Bak bir arada oturuyorlar,sanki muhabbet ediyorlar.
_Ama kokuları iğrenç ve gözleri korkunç, buz mavisi. Hiç de sevimli değiller işte…
_Aman sen ne anlarsın... Baba? Baba? Ne anlatıyorlar şimdi?
_Teşhisiniz doğruymuş çocuklar.Ama eksik.Üç türün bileşimine şahit oluyoruz. Fil, fare ve domuz. Diyor ki, tıpkı doğada bulunan fil aileleri gibi birbirlerine bağlıymışlar. Ama otobur değil, etoburmuşlar, zeka seviyeleri ,vaaaaaay, çocuklar sizin Legoları versek tren maketi yapacaklar, ve hareket manevra kabiliyetleri şu anda ki test sonuçlarına göre, vay be, saatte 50 km hızla koşabiliyormuş bir yetişkin. Kendi aralarında kullandıkları bir iletişim şekli varmış, sürekli olarak yineledikleri bazı sesleri inceliyorlarmış. Son keşif, taş devri insanının yaptığı gibi o gördüğünüz minik eller ve parmaklarla basit alet kullanımını geliştirmişler… Sevgi,müthiş bir şey bu! Domuz, fare ve fil. Hiç aklına gelir miydi?
_Gelmezdi. Ben, açıkcası çok etkilendim… Heeey ne oluyor?
_Baba? Bu ses de ne?
_Anne! Anne! Yer sallanıyor! Deprem mi yoksa?
_Sakin olun. Sakin!
_Hepsi bize bakıyor, korkuyorum. Uğultuyu duyuyor musunuz? Ne oluyor?
_Dur arkadaşlarla toplanalım. Kapıya doğru yavaş yavaş gidelim!
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19:33
_Mustafa? Mustafa? Ben Hüseyin. Ya ne biçim iş bu? Elektrikler kesildi. Hostesler gitti,anons yok.Allahın belası uğultu var.
_Ne bileyim, organizasyon bozukluğu işte! Hayvanlar da ne sakin ama… Dr.Steagian mı ne haltsa, eline yüzüne bulaştırdı. Rezalet! İyi ki medyayı içeri almamış…
_Mustafa canım, hadi çıkalım buradan. Çocuklar eteğime yapıştı. Korktular. Ben de… Selam Hüseyin, siz de tam aile gelmişsiniz…
_Geldik Sevgicim, geldik. İnsan hayatta bir kere şahit olur dedik, geldik. Hadi çıkalım, ben bizimkileri toplayayım.
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 36
_Baba! Kapı açılmıyor. Aaa! Bu kapı metal değildi!
_Sakin olun . Bakayım… Sahiden de açılmıyor . Şu karanlıktan da nefret ettim….
_Benim gözlerim alıştı, korkuyorum ben Mustafa! Bu hayvanlar put gibi durdular bize bakıyorlar. Şu uğultu da kesilmedi.
_Anne! Yer yine sallanmaya başladı!
_Bende cep telefonu var!
_Kerem?
_Evet baba al. Dışarıyı arayalım! Hadi baba n'olur? Kulaklarım… Uğultu…..
_Ver !
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 38
_Polisi ara hemen.
_Güzelim cevap vermiyor, meşgul, beklemeye alıyor.
-Kimi arasam? Herkes burada. Annemler olmaz panik olurlar…
11 Mayıs 2005 Pazartesi,saat 19: 39
_Aloooooooo? Kiminle görüşüyorum?
_Acil bir durum var!
_Trafikte mi takıldınız? Üzmeyin canınızı… Şimdi otuikidişi gösterme zamanı! Bir şarkımız var size.
_ Dur ! Hayvanat bahçesindeyiz. Kapalı kaldık burada! Sevgi,çocukları yanından ayırma!
_Sesinizden tanıdım. Bilim ailesi değil mi? Musti? Sizinle konuşmak güzel! Aslanlar miyav dedi mi? Kafese mi düştünüz? Korkmayın. Sakin olun… Bu ülkede zaten kafesin içi de dışı da aynı. Hep kafesteyiz…
-Dinleyin! Burada mahsur kaldık. Kapıları açmıyorlar. Yerimiz tam olarak Güney kapısının sağındaki prefabrik ev. Dışarıda deprem mi var?
_Sesiniz net gelmiyor? Sevgili dinleyiciler? Deprem var mı? Cevap! Yok. Olsa olsa yayınımızın enerjisi size geliyordur! Eveeeeet sıradaki şarkı, Bay ve bayan Curi-…
_Şu an tavandan aşağıya bir şey dökülüyor! Yapış yapış! Polisi arayın! Polisi arayın!
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 41
_Anne ağzıma burnuma doldu bu şey!
_İğrenç! Yumurta kokuyor… İğrenç!
_Hüseyin! Hüseyin! Hadi hep birlikte kapıya abanalım!
_Ağlama Selin dur. Sakin ol!
_Kerem de ağlıyor ama!
_Çocuklar sakin olun!
_Mustafa sen de sakin ol. Yine başladı yer sarsılmaya. Şunlara bak.Çocuklara ağlama diyorum koca koca adamlar ağlıyor. Duyuyor musun?
_Bu uğultu yordu. Bir dakika … Sıcak bir hava akımı hissediyorum… Değişik… Nereden acaba… Bulursak …Belki…
_Baba? Bu da neydi?
_Hüseyin! Gel! Bakalım! Sevgi tut şu telefonu ve o zevzeğe polisi aramasını söyle!
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19:43
_Demin burası kafes kafes değil miydi, hale bak!Çelikten duvarlara dönmüş. Hoooop! Yere dikkat!
_Zemin hareket ediyor! Şu yapış yapış şeyden nefret ettim. Her yerime bulaştı. Yumurta koktuk. Kokuyu duyuyor musun? Yağ! Evet, yağ kokusu! Sıcak. Çok sıcak!
_Hadi çocukların yanına gidelim.Telefonla başka yere ulaşalım!
11 Mayıs 2005 Pazartesi, saat 19: 45
_Alo? Madam Curie? Hala hatta mısınız? Nasıl işler? Dışarı çıktınız mı? Müziğimiz sizi sarstı mı?
_Bana bakın. Bu acil bir durum! Burada mahsur kaldık! Daha çok insan var, çocuklar var! Polisi arayın! Çok sıcak oldu burası! Havasız! Çok sıcak! Kokuyor! Lütfen! Tanrım ! Yer hareket ediyor! Ayaklarımızın altından kayıyor! Mustafa! Mustafa! Keremi al kucağına! Selin gel!
12 Mayıs 2005 Salı
Mustafa Küçükerler bir daha canlı yayınıma konuk olmadı. Polisi de ben aramadım. Hayvanat bahçesi görevlileri iki saati aşan bu gösteriden çıkan olmayınca aramışlar. Ertesi gün dünya basını ve televizyonları ülkemize geldiler. O gece hayvanat bahçesinin helikopter sahasından kalkan savaş tipi helikopterlerle gökyüzü şenlendi. Ne taşındı bilemiyoruz.Ordu sessiz kaldı.
Televizyonlara yansıyan görüntülerden anladığım kadarıyla aklını yitirmiş bir bilim adamı kendi yarattığı türü için dev bir fritöz inşa etmiş. Hayvancıklarına ziyafet olarak da ülkemizin bir avuç bilim adamını kızartmış.
Figen Erdeveciler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 4 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Necat Necdet Demircan |
GÖREMEDİKLERİMİZ
Bir küçük çekirdek, içinde kocaman bir ağacı saklar aslında. En ince dal ve en ince yapraklarıyla, her bir çiçeği her bir meyvesiyle ağacın projesi, o çekirdeğin içindedir...
Çekirdeklerin en küçüğüdür atom çekirdeği. Ondan ise ağaçların en büyüğü çıkar ve bir kâinat olur. Çünkü bütün kâinatın projesi, santimetrenin yüz milyonda biri çapındaki atom çekirdeğinde saklıdır. Moleküller ve galaksiler onunla kurulur, volkanlar ve yıldızlar onunla tutuşur.
Dünya ve içindekiler onunla yapılır. Dağlar, denizler, çiçekler, kelebekler, canlı ve cansız varlıklar onunla yapılır. Hepsi aynı hesapla, hepsi ince bir hesapla kurulur...
Ne yazık ki bakmakla yetinebiliriz ama göremeyiz. Elbette böyle mucizevî bir küçüklüğe sahip olan atom çekirdeğini görmek için tasarlanmamıştır gözlerimiz...
Ama biz elimizde olan şeyleri de göremeyiz, çevremizde olup bitenleri de, çok basit bir olayın yaşanışından neticeler de çıkaramayız, kolay kolay mutlu da olamayız, hep bir mucize bekleri bizi olduğumuz dünyadan daha harika olanına götürecek...
Her sabah uyandığınızda nefes alabiliyor olmanız bir mucize değil midir? Öyle ya yeryüzünde milyonlarca, belki milyarlarca astım hastası olan insanla mukayese ederseniz. Sağlıklı olduğunuzu bilmek, sizi seven birilerinin varlığını bilmek, karnınızı doyurabilmek, gülümseyebilmek, yürüyebilmek, aklınıza her ne gelirse işte... Hep yaşadığımızı sanırız hatta çok zeki olduğumuzu yaşam hususunda, ancak bir seyirci edasıyla bakıp dururuz, ayrıntıları hiç görmeden..
Mucize beklemeyin. Varoluşunuzun bir mucize olduğunu düşünürseniz, aslında mucize denilen birçok şeyin elle tutulabilecek kadar yakınınızda olduğunu görürsünüz. Önce gülümsemeyi öğrenin, sonra gülümseyerek bakın yaşama ve yanı başınızdaki milyonlarca mucizeyi görün. Göremiyorsanız bir kez daha bakın. Gözleriniz minik ayrıntıları görmek için tasarlanmamış olsa bile, beyninizin bu amaca hizmet edebilecek oranda yüksek teknoloji ile dizayn edildiğini fark edin sadece.
Gözleriniz atom çekirdeğini göremeyebilir, ama elektron mikroskobu ile bakmanıza engel değildir...
SÖZÜN ÖZÜ: Mucizelerin gelip sizi bulmalarını bekleyerek yaşamınızı harcamak yerine, minik detayları görerek mucizeleri kendiniz yaratmayı deneyin. Kendi benliğinizi keşfederseniz şayet, yeryüzünde var olan bütün mucizelerin kendinizde saklı olduğunu göreceksiniz.
Nasıl ki, küçük bir çekirdek içinde koskocaman bir ağacı saklıyorsa, bazen minik bir gülümseme de içinde bir mucizeyi saklayabilir... Mucize SİZsiniz…
Necat Necdet Demircan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 2 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Ateş Cihan Çetin |
Gözyaşı Sevdiğim...
"Bir melek omzuna dokununca, sessizce ağlarmış insan."
Yüksek enerji, gerçek inanç ve teslimiyette olan bir yüce varlığın dünya üzerinde serbestçe dolaşan insana bir dokunuşuyla, gönlümüzde O'ndan olan parçamızı harekete geçirip damla damla pırlantalar döktürür gözlerimizden...
Sapsarı saçları bulutlarda dalgalanırken, gök mavisi gözleriyle bize baktıklarında gönlümüz yerine dar gelir kabarır, ürpermiş bedenimizle, içimizdeki sevgi coşar, coşarda her şeye akan damlalarla başka bir gözle bakmaya başlarız...
O' yücenin sevgisine ulaşınca, gönülden gelenle gözlerde akış başlar. Her bir damla, bin kötülükten korur insanı. Öyle ki; içimizdeki sıkıntılar, hastalıklar, olumsuzluklar boşalır üzerimizden, hafilik verir her damla akan yaş...
Bazen içinden çıkıp aktığı gönül' e hayırlar verir yanaklardan süzülüp dökülen damlalar. Bazen de karşımızdakine....
"Varlığın cehennem ateşini ancak gözyaşı söndürür ..."
Ağlamak; insanın doğuştan getirdiği, bilincine yerleştirilmiş bir davranış şeklidir aslında. Bazı araştırmalarda yeni doğan bebeklere bant kayıtlarından ağlama sesleri dinletilmiş, bu seslere bütün bebekler ağlayarak tepki vermişler. Gözleri görmeyen minicik doğan bebekler de, gören bebekler gibi içgüdüsel olarak gülmüş ve ağlamışlar.
Yardıma muhtaç bebek için ağlamak, önemli bir iletişim aracıdır aslında. Anneler, minik bebeklerinin ağlamasını tamamen içgüdüsel olarak tanıyor ve beyinlerine kimyasal bir emir göndererek süt üretimindeki artışla tepki veriyorlar. N muhteşem bir yapı... Terk edilmişlik duygusundan kaynaklanan bir ağlamanın, doğuştan gelen hayatta kalma stratejisi olduğu düşünülüyor. Tensel temas yaşayamayan bebek, unutulduğunu ya da terk edildiğini sanıyor. Kulakları tırmalayan bir ağıtla anne ve babasının ya da çevresinin dikkatini çekmeye çalışıyor. Minik oğlumun ağlamasıyla gözlerinden akan her damla yaş sanki içime akıyor da gönlüm yanıyor... Yüreğim dağlanıyor da gözlerim asla belli etmiyor bakışlarında..
"Ağlamak gülmenin kardeşidir"
Ağlamak evrensel bir duygudur da.. Günümüzde her kültür, yaşadığı hayat içinde duygusal gözyaşlarını tanıyor. Bu konudaki araştırmalarda en eski edebi yazıta, Sümerlerin yaklaşık 4000 yıl önce yazdığı Gılgamış Destanı'nda rastlanıyor: Prometheus; "Göz yaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum. Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim" İç dünyasında karamsarlığa kapılan Gılgamış'ın nasıl gözyaşı döktüğü destanın içinde ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.
"Ağlamak şarkı söylemek gibidir"
Gözyaşı döktüklerimiz, aslında gönülden her şeyimizle sevdiklerimiz... Akan gözyaşı vardır, aşk ve sevgidir. Akan gözyaşı vardır, ümitsizler için ümit, nimettir. Akan gözyaşlarının ümitsizce akan sebeplerinden olmayın... Her bir damla, mutluluğu, sevgiyi ve huzuru barındırsın yüreğinizde..
Ateş Cihan Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 5 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
İPLİ ALİ
Sizin hiç "şarkı"nız oldu mu?
Hani, sevdiğiniz ile birlikte "bu bizim", ya da bir radyo programında, şimdi çalınacak olan "benim olsun" dediğiniz? Veya, kulağınıza her çarptığında, sizi bir yerlere, bir zamanlara götüren, yaşadığınız o andan, bir başka zaman dilimine alıp atıveren bir şarkınız var mı?
Vardır belki, ne bileyim.
Benim var, hattâ birden fazla. Ama bu şarkı, ahh, o şarkı:
"… tre guam me sona varia len go ya ha haa…
terine kio haya.
Çe yo vre ka…"
***
İpli Ali.
Bilecik'in delisi. Vücuduna kalın halatlar sarılı, bir kat altı gazeteler, onun da altı parka kumaşı.
Ya bilincinin altı; bilinmez ki, bilinemez ki.
Derler, "İpli Ali ölmüş." Haftasına çıkar Bozhöyük'de. Kimi der, "gördüm Söğüt'de.." kimi, aynı gün pazarda rastladığını söyler Osmaneli'de.
Herkes korkar O'ndan. Kaçar. Deli ya, ipli ya, elbisesi gazete, evi çöp dolu, herhalde kokar ya…
Ne yer, ne içer, ne söyler, kimin umurunda? O, "İpli Ali".. Deli!
Bana fısıldamıştı; "bak bunlar yedi cüceler: Do, re, mi, fa, sol, la, si"
"Şıışşt, kimse duymasın! Onlarla doyarım, birlikte oynarım. Kurcalama!"
"Ahh! Sırtlarına binen sözler olmasa…"
Bebekleri olmayan gözlerine bakamam; ne görür bilemem. O, inatla bana bakar. Kendinden başka hiç kimsenin bilmediği, çözemeyeceği dilde şarkısını söylemeye başlar, kimbilir nerededir, neler yaşar:
"… tre guam me sona varia len go ya ha haa…
terine kio haya.
Çe yo vre ka…"
Yanaştırır dudaklarını kulağıma, önce buz keser tüm bedenim, ürperirim. Ardından bir sıcaklık yayar, tüm vücuduma yüreğim:
"Gamzedeyim, deva…"
Müfit Uzman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 6 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 3.827 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Çocuk Olsak
Masum olsak,
İkimiz olsak,
Bütün kirli kareleri çıkartsak..
Ne güzel bir albümümüz olurdu.
Tertemiz bir yaşanmışlık..
Anneannelerimizin aşkları gibi
Eski bir çeyiz sandığını açınca
Yüzüne vuran naftalin kokusu gibi
Taze olsak.
Hiç eskimesek.
Çok yıpratsa hayat bizi
Ama hep yan yana olsak,
Hiç ayrılmasak.
Torunlarımıza anlatacağımız
Bir sürü anımız olsa.
Biriktirsek hepsini naftalin kokulu sandıkta.
Yıllar sonra sandığı açanın yüzüne vursa
Naftalin kokulu tertemiz aşkımız,
Masal olsak..
Gülfem Hanım'ın meleklerini koysak
Sandığın başına.
Korusalar aşkımızı bizden bile.
Çocuk olsak
Terli avuçlarımızla el ele tutuşsak,
Hiç bırakmasak...
Tuba AYNUR
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Mynet'in yeni bir çalışması daha var http://nevaria.mynet.com/Detay.asp?ID=30933 nevaria isimli bu e-ticaret sayfasında her türlü sıfır veya ikinci el ürününüzü açık arttırma metoduyla satabiliyorsunuz. Kısa yola tıklayıp girdiğinizde yapılan açık arttırmalardan bir adet örneği göreceksiniz. Bu sayfaları ister satın almak ister satış yapmak için güvenle kullanabilirsiniz. İyi alışverişler.
...Teslimat tarihi olarak da 10 Haziran'ı senetler hazırlanırken belirttim. Teslimat tarihi gelip de, evime gelen mobilyaları gördüğümde çok sinirlendim. İlk olarak yemek odası takımı benim istediğim renk değildi. Ben sütlü kahve tonlarında bir mobilya beğenmiştim, ama gelen resmen koyu kahve rengi idi. Düğünüme de 16 gün kaldığından, çalıştığımız için, yeni model beğenmeye ancak 2 hafta sonu kalıyor, mecbur gelen mobilyayı kabul ettik... Sizin de şikayetiniz varsa http://www.sikayetvar.com/
Çok kuvvetli olmamasına rağmen size hoş bir midi müzik arşivi öneriyorum. http://www.geocities.com/Area51/Zone/1075/midi2.html Dediğim gibi çok kapsamlı değil ama hoş midi'ler mevcut.
...Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen... http://kumyup.ku.edu.tr/kp.htm Siz Küçük Prens'i okudunuz mu? Ya çocuğunuz?
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Spy Sweeper 4.5.5 [8.1 MB] Windows 14 günlük Deneme (29.95$)
http://www.webroot.com/shoppingcart/tryme.php?bjpc=64011&vcode=DT02 İnternete bağlanan her bilgisayarın mutlaka edinmesi gereken bir program. Eğer bilgisayarınızda durduk yerde pop-up reklamlar çıkıyor, tarayıcınız kendiliğinden birtakım sitelere bağlanıyorsa hiç vakit geçirmeden bu programadan edinin derim. Spyware, Malware denilen reklam programlarını temizleyebilen ve koruyucu kalkanıyla bir daha etkilenmemenizi sağlayan yetenekli bir program. Ben dikkatliyim demeyin, 14 günlük denemeyi yükleyip kullanın. Bakın görün neler çıkacak bilgisayarınızda. Benden söylemesi.
Yukarı
|
|
|
|
|
|