KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 868

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Kasım 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Akın var akın!..


Merhabalar,

İlk 4 sayı + 1 Paket Kahve sadece 22.-YTLAllah nazardan saklasın, 1 haftadır Kahve Molası'na akın var. Gerek abone sayısı gerekse günlük hit sayıları hemen hemen ikiye katlandı. Bunda parmağı olup bize yeni dostlar kazandıran tüm dost sitelere teşekkür ederim. Bazıları sadece bizi bir müzik sitesi olarak lanse etse de anlaşılan o ki bir gelen bir daha ayrılamıyor ve takılıp kalıyor. Pardon yani bu kadar da pay çıkartayım kendime değil mi? Ancak her armudun çöpü, her gülün dikeni olduğu gibi bu akının da bende yarattığı bir arıza var haliyle. Pekçoğunuzun aynı dertten muzdarip olup, Kahve Molası'na zor girdiğini biliyorum. Bu tamamen yoğunluk sunucu meydana gelen kalp çarpıntılarının eseridir. Gün gelip bir gün tıkanacağını bildiğimden acil solunum cihazlarını yanımda taşıyordum. Ama vakit denen illeti bir türlü altedemediğim için solunum borusunu takma olanağı bulamadım. Eğer bir aksilik olmaz ise hafta sonu KM yi yeni sunucusuna taşıyorum. 2 aydır test çalışmalarını sürdürdüğüm bu sunucu bize epeyce bir nefes aldıracak. İlk önlem olarak müzik sistemini yurtdışında kiraladığım bir sunucuya taşımıştım, yararını gördüm. Artık bizi rahatsız etmeden dilediğinizce müzik dinleyebiliyorsunuz. Hafta sonundaki operasyondan sonra da sitemize daha hızlı erişim olanağına kavuşmayı umuyorum. Geçiş sırasında yaşanacak aksaklıklar için ise şimdiden özür diliyorum.

Geciken 5. sayının çalışmalarına başlıyoruz. Bu arada ilk 4 sayıyı 125 gr.lık bir paket enfes kahve eşliğinde sadece 22.-YTL'ye weblebi.com dan alabileceğinizi hatırlatmak isterim. Özellikle aramıza yeni katılan arkadaşlarımıza önemle duyurulur. Yukarıdaki dergi kapağına tıklamanız yeterli.

Gelin şimdi hep beraber taze bir şarkı dinleyelim. Kahveciler arasında benim gibi Ömer Faruk Tekbilek hayranları olduğunun farkındayım. Onun son albümünü bugün aldım. Tree of Patience. Bu türden hoşlananlar için gene çok güzel bir albüm yapmış Tekbilek. Şimdi size o albümden biraz değişik bir Tekbilek yorumu çalacağım. Bir Arto Tunçboyacıyan bestesini Tekbilek ve grubu yorumluyor. Ney, kanun, bendir eşliğinde flamenko nasıl olur bir dinleyin bakalım. Ole Aman. Diğer şarkılar için paraya kıyıp albümü alacaksınız, başka çareniz yok. Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

25 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Sakin, ılımlı ve azcık ta uyumlu

Fransa'da, Paris'te başlayan olaylar duruldu mu? Bir daha yinelenebilir mi?

Türkiye kamuoyu; Başbakanın ( bizim ülke), bu çalkantının nedenin ya da nedenlerinden en az birisinin türbanın yasaklanması olduğu yönünde görüş bildirdiğini öğrendi.

Bazı değerli entelektüel medya mensupları (bizim ülke) ise; -fırsat bu fırsat- Fransa Cumhuriyetinin kendilerine göre 'ceberutluğunu' öne çıkararak yüklendiler.

Arabaları yakarak öfkelerini kusan bu biçare insanlar din, örf ve adetlerinin emrettiği gibi yaşayabilirlerse - bir ölçüde- rahatlayabileceklerdi....

Fransa ve Avrupa'dan ilgililer ise çoğu kez bilmem kaçıncı kuşak göçmenlerin entegrasyonun sağlanamadığını vurguladılar. Çetelerin varlığından söz ettiler.

Bu varoşlar, gettolar; entegrasyonun yeterince sağlanamadığı için oluştu elbette. Aslında muhtemelen devlet el uzatmıştır da bu 'yaban(c)iler' yeterince güçlü sıkamamışlar, tutmamışlardır bu eli. Gençlik çeteleri de kullandılar bu durumu!

Bütün bu çalkantıların, sefilliğin; kaynakların, hizmetlerin hakça paylaşılmamasından, işsizlikten, sömürünün varlığından hareketlenmesi söz konusu olabilir mi?

Olur mu canım? Nereden çıkardınız bunu?

'Büyük düşünür' Samuel Huntington'un buyurduğu gibi 'medeniyetler çatışması' nın bir mini tezahürüydü bu aslında. Avrupa'nın büyük medeniyetine ayak uyduramıyordu farklı medeniyetlerden gelenler!

Dünyanın başına bela olan da bu medeniyetler çatışması değil miydi özünde?

Bush ve Blair'ların eliyle orta doğuya getirilmek istenen gerçek medeniyet (bazen demokrasi olarak ta okunabilir) değil mi? Yani medeniyetler çatışmasına-birazcık 'zor'la da olsa- dur demiyorlar mı bu güçler?

Peki bunu bir 'medeniyetler ittifakına' çeviremez miyiz?

İnsanlar dostça, arkadaşça bir arada yaşayamazlar mı?

İsteyen istediği dine inansın. Onun emrettiği hususlara özen göstersin. Buna karışılmasın. Ancak buna karşılık; paranın, kaynakların kimin elinde olduğuna da pek kafa takılmasın. Parayı elinde tutanlar kendi medeniyetlerini sürdürsünler, yoksullara yardım etsinler ve onların karınları tok, huşu ve huzur içinde kendilerine ait medeniyette yaşamalarını gözetsinler.

Böylece. Medeniyetler ittifakı kurulsun!

Özellikle bazı medeniyetlerde doğal kaynakların üzerinde, kıyısında oturanlar fazla meraklar içinde olmasınlar. Olurlarsa azcık büyüklerce (diğer medeniyetlerce) uyarılsınlar. Bazen sözle, bazen kafaları ve yaşamları karıştırılarak. Bazen biraz daha sert. E gerekirse tabi canım.
Gerekirse azcık parçalanabilirler örneğin...

Bu insanların merakları gelişecek şekilde eğitilmemeleri ve bu şekilde yaşatılmaları önemli. Başka şeyleri merak edebilirler. Kendi güvenliklerini ve ülke güvenliklerini merak edebilirler örneğin. Tarihte yaptıklarını, yapmadıklarını. Yalnızca bir eski öykü olarak okuyabilirler tarihlerini. Eski yaptıklarıyla ister öğünebilirler, isterlerse dövünebilirler. Bu konuda 'akademik' tartışmalar bile yapabilirler. Birbirlerini azcık hırpalayabilirler de.

Bütün medeniyetler bol bol cep telefonu, televizyon ve internet bağlantısına kavuşmalı. Borçlanabilmeli, alış veriş yapabilmeli. Özgürce ibadet edebilmeli. Bunlarla yetinmeli, huzurlu olabilmeli.

Medeniyetlerde, daha fazla gelirli olanlar bulunabilir onlar da zaman zaman fakirleri düşünmeli. Deprem de, doğal afetlerde insanlar birbirlerine yardım etmeli.

Yeter ki 'medeniyetler' ittifakı bozulmasın. Medeniyetlerin bulundukları 'düzeyleri' koruyabilmeleri hedeflenmeli. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalı.

Bir kısım medeniyetler 'uygar' biçimde yaşarlarken, diğerleri de yaşasınlar tabi.

Ancak. Aman ha.

Sakin. Ilımlı ve azcık ta uyumlu bir şekilde!

Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,439,439,439,439,439,439,439,439,43
              7 Kahveci oy vermiş.
5 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  TACİZCİ CENNETİ T.C.

Bir kısım 'delikanlı' Türk erkeği, ha gayret, bi sebat azmediyor ve 'el değmemiş hayatının kadını'nı buluyor. Bulunca kaçırır mı? Hemen basıyor nikahı ve 'en el değmemişini aldım' diye böbürleniyor içten içe. Ancak, bu hususta size kötü haberlerim var er kişiler. Çok üzgünüm!

Aldanıyorsunuz efendiler!
Hepinizin eşi, kızı, bacısı, annesi, sevgilisi, nişanlısı bu ülkede yaşadığı sürece, aklınızın ucundan bile geçiremeyeceğiniz kişiler tarafından taciz edildi; ediliyor, edilecek.

Evet. Er kişiler ayakta uyuya ya da kendilerini kandıra dursunlar, Türkiye'de yaşayan kadınların büyük kısmı -hem de oldukça büyük bir kısmı- tacize uğruyor; uğradı, uğrayacak.

Ben derim ki; uyanın da sazan avlayalım!

Sanıyor musunuz ki eve kapattığınız, bir çok şeyi yasakladığınız, kılığını kıyafetini kısıtladığınız anneleriniz, kızlarınız, bacılarınız, eşleriniz, sevgilileriniz el ve göz değmeden yaşayıp gidiyor? Hayır efendim! Koca bir kandırmaca ve riyakarlığın ortasındayız. Hem de hepimiz.

Tanıdığım bütün hatun kişiler, tanıdıklarımın tanıdıkları, tanımadığım halde hikayeleri kulağıma çalınan onlarca hatun; hayatlarının bir döneminde, bir şekilde tacize uğramışlar. Amma ve lakin Türkiye'de taciz olayları cinayet sebebi olduğu için, tacize uğrayan dişi kişiler susmaktan başka çıkar yol bulamamışlar. Bulamıyorlar. Böyle giderse bulamayacaklar da.

Görünen o ki, tüm taciz vakaları sadece kadınlar arasında konuşulabilen bir sır olarak kalacak ve yalnızca kadınların sorunsalı olarak kadınların bilinçaltında hasarlar yaratacak. 'Delikanlı' Türk erkeği de, tacizlerden bihaber, el değmemiş hatunlarla evlendiğini sanarak, el değmemiş kızlarını evlendirdiğini sanarak, oğullarına el değmemiş gelinler aldığını sanarak yaşayıp gidecek. Ne hoş değil mi!

Küçük bir kızken, genç kızlık döneminde, evlendikten sonra; iş hayatında, evde, okulda, sokakta, orda, burda; babasının arkadaşı, abisinin kankası, komşunun kocası, emmisinin oğlu, dayısının bacanağı tarafından mutlaka en az bir kere taciz edilmiş dişiler cehennemi Türkiye!

Abartmıyorum! Bir gün, Türk kadını uğradığı tacizleri ve faillerini açıklayacak olursa, memlekette iç savaş çıkar; sağ - sol davasından daha fazla kan dökülür hilafsız. O kadar iddialıyım.

Taciz derken sözlü tacizden bahsetmiyorum, aman ha. Basbayağı fiziksel tacizden söz ediyorum.

Türkiye'de yaşayıp da 'ben tacize uğramadım' diyen kadın ya yalan söylüyordur, ya taciz olayı sırasında geçirdiği travma sebebiyle yaşadıklarını bilinçaltının derinliklerine gömmüştür, ya da bu yaşına kadar Türkiye'nin ıssız bir adasında, tek bir erkek yüzü görmeden yaşamıştır.

Er kişileri paranoyak yapmak istemem ama gözlemlerimden, tecrübelerimden ve işittiklerimden ortaya çıkan manzara budur. Yok eğitimli aileymiş, yok cin gibi abiymiş, yok mahallenin kabadayısıymış, yok çirkin kızmış, yok tesettürlüymüş, yok güvenilirmiş, yok akrabaymış; hiçbir ölçüsü yok bu işin.

Fazla uzakta aramayın tacizcileri. En yakın dostunuz, en güvendiğiniz aile ahbabınız, akrabanız, komşunuz, iş arkadaşınız... Her zaman, her yerde, herkes tarafından, herkese...

Zira, ortalık sapkın, aç, tatminsiz erkekten geçilmiyor. Hani derler ya; 'babana bile güvenmeyeceksin' diye. Doğrudur.

Peki neden böyle?

Hem Türk kadını hem de Türk erkeği cinsel konularda eğitimsiz. Seks, varlığını hala tabu olarak kuytularda sürdürmeye çabalıyor.

Kız çocukları erkek cinsel organıyla ilk karşılaştığında bunalıma giriyor. Erkek çocuklar kız çocuklarının cinsel organını görünce "aaa bunun şeysi yok" diye tepiniyor; şeyi olmayan kız çocuğu ise "benim neyim yok yaa" diye zırlamaya başlıyor.

Diyelim ki çocuklar büyüyor. Kendilerini leyleklerin getirmediğini kulaktan dolma ve yalan yanlış bilgilerle keşfediyorlar. Annesi ile babasının seviştiğine inanmak istemeyen çocuk hayal kırıklığına uğruyor ve leylek hikayesiyle avunmaya devam ediyor. Çünkü seks kötü bir şeydir, ayıptır, günahtır, 'tu kaka'dır, cısstır, öcüdür... Dolayısıyla, anne ve baba asla seks yapmaz!

Oysa 3-4 yaşına gelmiş çocuklara erkek ve kızların farklı fizyolojik yapılarda olduğu anlatılsa; erkeklerin pipisi, kızların kukusu olduğu gösterilse ve merakları giderilse... Okul çağına gelmiş çocuklara insanların üremesi doğru dürüst anlatılsa; üremenin ve dolayısıyla sevişmenin, nefes almak kadar doğal bir insan devinimi olduğu izah edikse; ne erkekler sapık olur ne de kızlar frijit.

Bu ülkede herkes, sanki hiç sevişmiyormuş gibi davranıyor. Anneler, babalar, çocuklar, erkekler, kadınlar, halalar, dayılar, Ayşe'ler, Ali'ler... hiç kimse sevişmiyor! Ama ne hikmetse nüfusumuz da ha bire artıyor. Ah o leylekler yok mu!

Arızanın sebebi, sadece cinsel eğitimsizlik değil elbette. Gelenekler, görenekler, toplumsal yapı, din, tabular vs. gibi doneler de devreye girince iş iyice çetrefilleşiyor.

Mesela, erkekler kadınlara cinselliği yasakladığı için sevişecek partner bulamıyorlar. Evlenilecek ve sevişilecek kadınları ayırıyorlar. Eşleriyle diledikleri gibi sevişemiyorlar, çünkü genellikle daha önce hiç sevişmemiş olanını eş olarak seçiyorlar. Evli değillerse sevdikleriyle cinsel ilişkiye giremiyorlar. Hal böyle olunca, yangından mal kaçırır gibi evleniyorlar.

Kadınların işi daha da zor. Sevişmeyi bilen kadın 'kötü kadın' oluyor. Bilmeyen de aldatılıyor. Aşağı tükürseler fahişe, yukarı tükürseler fahişeler!

Durumlar bu minvalde seyrederken, insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olan seks, hem kadınlar hem de erkekler için kabir azabına dönüşüyor. Dahası, karaborsaya düşüyor.

Kırk yılda bir pastırma yiyen bir fukara, pastırmayı görünce nasıl deliye dönüp kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başlarsa; seksi kırk yılda bir yapabilen ve kadın vücudunu seyrek gören erkek de 5 yaşındaki kız çocuğunun mini eteğinden bile tahrik oluyor.

Eh hormonların da bir sabrı var. Bir yerde patlıyor ve sapkınlaşıyorlar!

Bumerang gibi. Erkekler kadınlara sevişmeyi yasaklayıp, sevişecek adam bulamıyor ve sapıtıyorlar. Sonra da onun bunun karısını, kızını, bacısını taciz ediyorlar. Kadınlar ise sevişmeyi ayıp bir şey olarak görüp, çocuklarını da bu anlayışla yetiştiriyorlar. Sonra da ya bir başka annenin yetiştirdiği erkek tarafından tacize uğruyorlar, ya da bir başka annenin yetiştirdiği erkek tarafından aldatılıyorlar.

Birileri de çıkıp (Hürriyet TNS PİAR işbirliği) Türkiye için cinsellik araştırması yapıyor. Türk insanı henüz kendisiyle bile cinsel konuları samimi bir şekilde konuşamazken, hiç tanımadığı bir anketöre samimi cevaplar verebilir mi?

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,379,379,379,379,379,379,379,379,37
              19 Kahveci oy vermiş.
16 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ŞARAP PARASINA MASALLAR -7

Adam iki hafta sonra bir akşamüzeri kızı telefonla arayarak "Yarın akşam eğer müsaitsen, evine konuk olmayı isterim."dedi. Türbanlı kız sevinçten deli oldu. Telefonda ne söyleyeceğini bilemedi. Söylediği cümlelerin hepsi yarım kaldı. Bütün kelimeleri çarpık çurpuk telaffuzlara kurban gitti. "Gelirsen çok sevinirim" diyebildiği için kendini şanslı hissetti. Keşke yarın akşam değil de birkaç akşam sonra gelebilseydi. Ona ne pişireceğini, hazırlayabileceğini düşünmeye vakti olsun isterdi. Sanki biraz sonra çıkıp gelecekmiş, hazırlıksız yakalanacakmış gibi bir telaşa kapıldı. Odayı, perdeleri, çok az sayıdaki eşyalarını gözden geçirdi. Bu gece yemek hazırlamaya başlamasa bile biraz temizlik yapabilir, ortalığı toparlayabilirdi. O akşam bir taraftan ne pişireceğini düşünürken tahta yer döşemesini, tuvaleti, lavaboyu ve fayansları sildi. Yarın masa için yeni bir örtü almaya ve divanın üzerine çiçekli basma örtüyü sermeye karar verdi. Temizlik yaparken yarın akşamki yemek için de kararını verdi. Mantarlı tavuk, pilav ve kakaolu puding hazırlayacaktı.

Türbanlık kız o gece doğru düzgün uyuyamadı. Çünkü o adamı her geçen gün daha çok seviyordu, Yarın akşam sevdiği adam onun evine gelecekti. Adamın evini, yemekleri ve kendini beğenmesini çok istiyordu. Ayrıca sevdiği adamla baş başa, hem de kendi evinde, bütün gözlerden uzak aynı masada olmayı uzun zamandır düşlüyordu. Bu hiç abartısız son zamanlarda en çok gerçekleşsin istediği bir rüyaydı. Türbanlı kız adamla ilişkisinde küçük bir eksiklik buluyordu. Adam gerekmediğinde konuşmayan, ağzını açtığında da hep ciddi konulardan söz eden, gülmeyi, şakaları sevmeyen biriydi. Kendisinden neredeyse hiç söz etmiyordu. Ama varsın böyle olsundu. Çünkü kız o adamı seviyordu ve bu önemli bir kusur bile sayılmazdı.

Türbanlı kız o gün öğleye doğru iş yerinden sevk alıp en yakın sağlık ocağına gitti. Öğle tatili biter bitmez muayene olup çocukluğundan beri artık kronikleşmiş olan sünizütten şikayet ederek, baş ağrıları için doktora ilaç yazdırdı. Asıl amacı erkenden evine gidip, akşama hazırlanacak yemek için kendine yetecek kadar zaman yaratmaktı.

Evine en yakın markete gidip tavuk, mantar süt ve kakaolu puding aldı. Telaşla, koşar adım evine döndü,. Akşam için en az dört saat zamanı olmasına rağmen geç kalmış, yemek yetişmeyecekmiş gibi davranıyordu. Tavuğu ve mantarları hazırlayıp daha sonra pişirmek üzere dolaba koydu. Pirinci yıkayıp sıcak suda dinlenmeye bıraktı. Sütü kaynatıp pudingi içine boşaltıp karıştırdı. Tavuğu ve pilavı yemeğe bir iki saat kala sıra ile pişirecek, sıcak sıcak servis yapacaktı. Pudingleri kâselere doldurup üzerlerine Hindistan cevizi gezdirip buzdolabına yerleştirdi.

İşini bitirdiğinde saatine baktı. Akrep yeni yeni üçe yaklaşıyordu. Akşama en az iki buçuk saat zamanı vardı. Daha önce bir kez gittiği, gidip saçlarının kırıklarını aldırdığı berberin yolunu tuttu. Saçlarını yaptırmak, kaşlarını düzelttirmek ve bıyıklarını aldırmak istiyordu. O henüz sevgilisinin yanında hiç başını açmamış, saçını ona göstermemişti. Saçlarını boyatması, yıkatıp fön çektirmesinin çok fazla önemi yoktu. Bu akşam da sadece birlikte yemek yiyecek ve sohbet edeceklerdi. Sevgilisi görmeyecek bile olsa yine de çok güzel olmak, kendini çok güzel hissetmek istiyordu. Kuaför işini bitirince türbanlı kıza fazla abartmadan hafif bir makyaj yapmış, " Hadi, bu da benim sana ikramım olsun." demişti.

Kuaför makyaj yapmaya başlayınca türbanlı kız istekleri ile inancı arasında bir süre boğuştu. Seviyor bile olsa bu adam için süslenemezdi. Çünkü inancı sadece kocası için güzelleşebileceğini, süslenebileceğini söylüyordu. Aynadaki kendine, saçlarına, yüzüne baktıkça içindeki sıkıntı azalır gibi oldu. İçinden "Yüce Allah'ım bağışlayıcıdır. Azcık günah işlemekle bir şey olmaz ."diyordu. Kuaförden çıktığında bütün erkekleri kendine hayran bırakacak kadar güzel olmuştu. Kendini kuş gibi hafif hissediyor, bastığı beton kaldırımların farkına bile varmıyordu.

Saat altıyı geçerken türbanlı kız evinde bütün hazırlıklarını bitirip, kulakları kapının zilinde adamı beklemeye başladı. Adam henüz gecikmemişti. Zaten geleceği saatti tam olarak söylememişti. "Yedi sekiz gibi gelirim." demişti. Türbanlı kız yemekler soğuyacak ve yeniden ısıtıldığında şimdiki kadar güzel olmayacak diye kaygılanıyordu. Adam saat tam yedi buçukta gelip zili çaldı.. Türbanlı kız kapıyı açtığında adamın elinde bir demet kasım patı ile güzel desenli kâğıda sarılıp süslenmiş bir paket olduğunu gördü.

""Niye zahmet ettin. Hiç gerek yoktu." diyerek çiçeği ve paketi adamın elinden aldı. Adamı içeri buyur edip ona bir çift terlik uzattı. Adam içeri girince ayakkabılarını alıp kapı yanındaki küçük rafın üzerine koydu. Adamın arkasından aceleci adımlarla içeri geçti. Ona yeniden "Hoş geldin" dedi. Nasıl davranacağını bilememenin ikircikliği ile adama sarılmak istemesine rağmen elini uzatmakla yetindi. Adam solandaki tek divana oturdu. Gözlerini türbanlı kızdan kaçırmaya çalışıyordu. Bakışlarını odanın içindeki eşyalarda, duvarlarda, kanepenin örtüsü üzerinde gezdirdi. Sıradan, bildik cümlelerle birbirlerinin hatırını sordular. Konuşacakları hemen tükeniverdi. Her ikisi de içinde bulundukları bu yeni duruma çok yabancı gibiydi. Nasıl davranacaklarına bir türlü karar veremiyorlardı.

Türbanlı kız adamın rahat etmesini sağlamak için çivilenmişçesine oturduğu divandan kakması gerektiğini düşündü. Onu mutfağa çağırıp tabak, çatal, kaşık, peçete ve sürahiyi masaya taşıması için yardım istedi. Sonra adama tuz, limon ve sıvı yağı göstererek, "Şu salatayı kendi zevkine göre ayarlasana."dedi. Yemek masası hazırlanırken tavuk, salata, yağ, tuz derken konuşmalar birden istenilen rahatlığa ulaşıverdi. Biraz önce sus pus oturan adam şimdi türbanlı kıza annesinin özel kereviz pişirme tarifini anlatıyordu.

Türbanlı kızın hazırladığı fırında mantarlı tavuğu konuğu çok beğendi. Yemeğin beğenilmesi türbanlı kızı çok mutlu etti. Mahcup olmadım, emeğime değdi doğrusu diye düşünüyordu. Bu yemeği ayda yılda bir kez pişiriyordu. Böyle arada sırada pişirilen yemeklerin el ayarı, göz kararı ölçüleri istenilen sonucu vermeyebiliyordu. Türbanlı kız yemeğin üzerine iki tane bol köpüklü orta kahve yaptı. Sonra da laf olsun, torba dolsun diye adamın falına baktı.

Türbanlı kızın yaşamı zaman zaman külkedisi masalına yaklaşıyor, ama henüz mutlu sona ilişkin olarak hiçbir gelişme olmuyordu. Erkek oldukça durgun ve çekingen davranıyor, kız da üzerine giderse yanlış anlaşılacağı kaygısıyla mesafeli kalmayı seçiyordu. Bütün masallarda söylenen o bildik üç elma inatla gökte asılı kalmaya devam ediyor, türbanlı kızın ve adamın murada ermesi için henüz uygun koşulların oluşmadığını ve olgunlaşmadığını söylüyorlardı.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,948,948,948,948,948,948,948,948,94
              16 Kahveci oy vermiş.
8 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Uyumsuz PenGuen

 Uyumsuz PenGuen : Uğur Erdoğan


  PenGuen'in gömLeği ütü istemez…

karanLıkLar biLgenin omzuna düşüyordu.. oysa bir garip konuşma istemeyişi, konuşmayışı vardı.. ve bunLarın hepsi onundu .. tek başınaLıkLar geLip inmişti işte gögsüne.. hiçbir şeyi azat edecek kadar sahipLenmiyordu.. hiçbir şeye benim demiyordu...

nasıL oLduğu o kadar gereksiz bir ayrıntıydı ki, onca oLandan sonra; hani biriLerine anLatmaya kaLksa, ki buna hiç kaLkmayacaktı, biLmedikLerini son güne kadar hiçbir şey biLmeyecekLer arasına sokmak için her şeyi yapabiLirdi.. yapmıyordu...

baLdan bahsediyordu.. sürekLi ve en kısa zamanda çekirdek çıkarma yarışLarı, o ve öbürü arasında çıkaramadığı çekirdekLer, onun yada öbürünün daha uzun sürede çıkardığı fiLan faLan.. oysa asLa baL yemezdi...

hani bir gün yıkıLacaktı ya dünya, niye yıkıLıyordu.? taştan mıydı.. yeniden yapıLacak mıydı.? bu yıkıLma işLemine kimse karşı geLme hakkını kuLLanmıyor muydu ?

yapmak istediği o kadar çok şey vardı ki.. ve o kadar çok istediği şeyi yapmak istediği şeyLer arasına katması biLe bir güç istiyordu.. o bu güce ne diyordu .. şimdi hatırLamıyorum ..

tanıdık geLiyordu bir çok şey .. aynaLar, kağıtLar, kuruLan sofraLar, tanıdık ve aşinaLığı uzun ve geniş kare, yada ovaL çarşafLar kadar pasifLorasız... yaLan söyLeme hakkını fazLasıyla kuLLanmaya başLamıştı son zamanLarda ... her şeye ne kadar değer veriyordu ki.. ve ağzından kan geLmesi verem oLmasına yeter miydi...

geçenLere bakar, geçenLer hiç geçmemiştir.. geçtiyseLer zaten tekrar geLecekLerdir.. onLar bütün hayata eşit dağıtıLmışLardır çünkü... yani zaman pek de o kadar aLtın değiLdir ...

yaşLı şahısLarın resmini çizer, yaLnızca haber kanaLını seyreder.. çünkü haber kanaLı da yaşLıdır.. asLında öLmek yeni bir şeyLer gerektirir.. düşün, yeni bir yerdesin, nerde kaLacaksın.. ev, eşya , nereLere girip çıkacaksın... yemek yemek, adres sormak ve daha bir sürü cart curt..

bu yüzden senden önce bir büyüğün öLmeLi... senin bunLarı düşünerek geçireceğin zamanı senden önce ayarLamaLı.. yani senin orada eLine veriLebiLeceğin bir büyüğün oLmaLı.. eğer böyLe bir imkanın yoksa kendine bir büyük buLmadan kesinLikLe öLmemeLisin…

bir kere muhtemeLen yorgun oLacaksın gittiğinde.. yorgun değiLsen de, gidip geLmek, geLip gitmek, gitmeden geLmek, gitmeden götürüLmek, ve gidip geLmemek muhtemeLen sikecek beynini...

ağzından tükürdüğü kan değiLdi.... bir şeyLeri açıkLamaya kan tükürmekten vakti oLmamıştı.. baL' dı yememişti... baL' dan veremdi.. baL' dan veremedi işi vardı... yeryüzünün saatini kurmaya gidiyordu ... saati kurunca geri dönüp tekrar gidecekti, saati tekrar kuracaktı ve yine durduracaktı sonrada bu yeryüzü çaLışmıyor diyerek kendine başka bir yeryüzü aLacaktı, aLması gerekti...

gerek yoktu vazgeçti...

o sadece saat aLacaktı ve hiçbir yeryüzüne takmayacaktı...

Uyumsuz PenGuen….
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,159,159,159,159,159,159,159,159,15
              20 Kahveci oy vermiş.
41 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Kahveci : Müjgan Yalız


ANIMSAYAN VAR MI?

Leyla Ayyıldız'a sorulu mektubumdur….

Ne çok oldu yazmayalı! Demek ki bu süre içinde, keskin bir bıçak gibi yalnızlığı hissetmedim. Yalnızlığı yaşamak, yalnızlığı hissetmekten daha kolay.

Saat sabahın sekizi. İşyerim ile evimin arası yaklaşık 5 km. İstediğimde ve yol açıksa, 10 dakika gibi bir zamanda ulaşabiliyorum buraya. Demek ki, kalkıp hazırlanmayı da katarsak, uyandıktan sonra yarım saat içinde burada olabiliyorum. Geceleri çok geç yatıyorum. Yaşayamadığım günü gece içerisinde canlı kılmaya çalışarak geçiyor zaman. Kâh, kitapevinin pek de kimsenin uğramadığı raflarında bulduğum, yine pek de kimse tarafından satın alınmayan, öksüz kitapları evlat edinerek eve dönüp, salonun loş abajur ışığında okuyorum. Kâh, mutfakta, kimsenin girmediği o sessiz sığınakta, kendimi küçük masaya yatırıp, ince ince bütün yaralarıma bakıyorum: "kapanmışlar mı?" diye.

Geceyi, salonda geçirdiğim zamanlarda, turuncu koltukların üzerinde oturup, abajurdan yansıyan sahte, sıcak sarı bir ışık altında, yeni aldığım kitapları seviyorum önce. Sonra kokluyorum. Her bir sayfaya, her bir kelimeye, daha önce rastlanılmamış bir aşkta tesadüfen konaklamışcasına bakıyorum. Sonra yavaş, yavaş geceyi arkamda bırakıp o öykülerin içine doğru ilerliyorum. Kahramanlar dostum oluyor genellikle. Çoğu benim gibi 'kıyıdakilerden' oluşuyor. Onları kendime yakın hissediyorum. Mutfaktaki zaman dilimlerinin ise beni, sabaha kafein komasına sokacak kadar çok tüketilmiş boş kahve fincanları ve bir küllük dolusu izmarit eşliğinde kavuşturacağını, iyi ihtimalle; uykum halen var ise, kâbuslarla dolu düşman bir uykuya yolcu edeceğini de biliyorum.

Genellikle hep aynı kâbusları görüyorum. Tekdüze yaşamın sonucu olan aynı kâbusları. Hep savaşlar var rüyalarımda. Hep bir çocuğu bir yerlere saklama, onu kurtarma mücadelesi ile geçiyor bu karanlık. Hep sevgilimin beyazlığını, başka bir kadının sıcaklığına bulanmış görüyorum. Her defasında koşmaya çalıştıkça, bütün bir hayat ayaklarıma taş ağırlığında dolanıyor. Bağırmak istedikçe, sesim içime akıyor.

Ağlama ile inleme arasındaki sesler, vücudumdaki terle karışıyor. Bu boğuntu arasında araklıklarla uyanıyorum. Sonra yeniden kaldığım rüyanın içine dönüyorum. Nerden geldiğini bilmediğim, ama bana bir o kadar acı veren bir ezgi, aniden nesnelleşip tam şah damarıma saplanan bir kargıya dönüşüyor. "Ah işte sonunda ölüyorum!" diyorum. Ama sonra, şefkatli bir el saçlarımı okşuyor. Yumuşak bir sesle boğazımdaki kargı çıkıyor. "Uyan Mujgan uyan!". Uyanıyorum. Kâbuslarımda boğazıma düğümlenen hıçkırıklar serbest kalıyor. Gece böylece güne kavuşuyor: Yeniden, yeni intihar yöntemlerine dönüşüyor bütün nesneler. Bir lokma bile yutamadığım kahvaltıdaki çatallar, bıçaklar, banyodaki bornozun kuşağı, saç kurutma makinesinin kablosu, açıkta kalmış çamaşır makinesinin fişi… Diğerleri bir önceki deneme sonrası ortadan kaldırılmış: Haplar, ilaçlar, güvenlik kilidi takılmış gaz vanası düşünülürken, bunlar gözden kaçmış. Oysa ben, o zaman bunları düşünmemiştim bile. Kendimi, bir yük şilebinin altına atıp, pervanelerinde dünyayı dolaşmak istemiştim, ağır ağır. Onlar, benim kendimi yok etmek istediğimi düşünmüşlerdi. Ben ise sadece ait olduğumu düşündüğüm başka dünyalara parçalarımı dağıtmak istemiştim. Küçük küçük. Az az.

Suskunluğa tutkuyla bağlandım nicedir. Konuşmak gereksiz geliyor. Tanrının bile, yaratan kibrinden kurtulup, aracı da kullansa, konuşmaya bir şeyler söylemeye ihtiyacı vardı. Benim yok. Artık sadece susmak istiyorum. Daha önceleri de yaşadım bu suskunluğu. Bu seferki diğerlerinden farklı. Anılar bile içinde durduğu kutsal sandıktan ayıklanmış. Bir şey var, dilimin ucuna gelip bir türlü anlamlanamayan, sese dönüşemeyen bir şey. Bunun ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. Etrafımdakiler, "depresif" olduğumu düşünüp, tedavi yöntemleri arıyorlar. Oysa ben, yakınımdan geçen gölgeler olduğunu biliyorum. Bunları uyandıracak gücümün olmadığını da. Yani içimden, dışıma sızan bir buğu gibi diyelim, etrafımı saran havaya usulca sızan ve orada dağılıp giden bir sözcüğün hafif esintisi.

Kendimi Medusayla göz göze gelip taşlaşanlar gibi hissediyorum. Bulmaya çalışıp bir türlü bulamadığım bir sözcük ile bir türlü görünür kılınmayan bu gölgeler eşliğinde. Bu yaşımda bildiğim onbinlerce kelimenin içinde bir türlü bulamadığım bir sözcüğün getirdiği sıkıntı, içimde bir yerlerde unutulmuş sevecenliğimi saldırgan bir hayduda dönüştürüyor. Yavaş yavaş, Kafka'nın kahramanı gibi dönüşüyorum. Bütün kötücüllüğümle.

"Arkama bakmadan yürümeliyim" diyorum. Bu sözcüğün, kaybettiklerimin arasından çıkıp gelebilecek olma ihtimaline karşılık, onu cehennemden yeryüzüne taşlaşmamış olarak çıkarmalıyım. Orpheus'un aksine.

Hem, bu sözcüğü bulmalı, hem de olup biten herşeyi unutmalıyım. Kim olduğumu bile! Ve dua etmeliyim, artık inanmadığım Tanrıya: bu yitik sözcüğü ararken içten çabamın, kavuşma anında donup kalmaması için… ve derken içsesimden birkaç mısra dökülmeli…


Başladıktan sonra, bitmeden önce,
Uzun günlere karışır kısa bir gece.
Bittikten sonra, başlamadan önce,
Kısa günlere uzanır, uzun bir gece.


Ve derken fısıldayarak sormalıyım size sessizce "içinizde bu sözcüğü anımsayan var mı?"

Müjgan Yalız
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,219,219,219,219,219,219,219,219,21
              14 Kahveci oy vermiş.
22 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  KELİMESİZ ANLAM

Müjgan Yalız'a kendimce yanıtımdır…

O sözcük… Adını henüz bilmiyorum. Başkaları bir isim vermiş midir? Çok kişi bu sözcüğü arıyor, bundan eminim. Tek bir sözcük müdür? Sanmıyorum.

Bildik bir yerde saklanan bilmediğim bir giz sanki. Hani; uzatsam elimi saklandığı yerden bulup, çıkaracağım. Nefessiz kaldığım anlarda soluğum olacak da, hayat verecek.

Gecelerce… Tüm karanlıklarımın derininde boğulmak üzereyken, kendi köklerimin tutunduğu balçıklara bedenimi de saplamışken, dikenlerimi acımasızca vücuduma batırırken, gölgeler bir olup tenimin üzerinde küçük sefil böcekler gibi dans ederken, korkarken, yalnızken, çıkılması imkansız gibi görünen derin kuyumun en tepesinde cılız bir ışık olup, doğuyor bazen. Gözlerimi alıyor, seçemiyorum. Sanki kurtuluşumun tek umudu oymuş da, ona ulaşmalıymışım gibi… Yükselmek, çeperlerimin rast gele dizilmiş harçsız duvarlarına tutunup yukarı çıkmak istiyorum. Başımı ışığa doğru, kurtuluşa uzatmak istiyorum. Taze havadan solumak, aydınlığa çıkmak istiyorum. Bir his 'Hiç çıkamayacaksın' diyor umudumu kırarak… Başka bir ses 'Sen başarırsın' diye haykırıyor. Hangisine inanacağımı şaşırıyorum.

Bazen, bu sersefil gecelerin karanlığından sıyrılıp, fırlatıyorum kendimi günün hengamesine, karmaşasına, kalabalıkların içine. Varlığı tüm dünya tarafından tescillenmiş bir obje olarak savuruyorum benliğimi. İşte o zamanlar dingin bir soluklanma anında rastlıyorum ona. Genellikle ufuk çizgisine yakın bir yerlerde oluyor. Varlığını bir an hissettiriyor, sonra kayboluyor. Yanıp, sönen, gündüzden aydınlık başka bir ışık gibi. Oralarda bir yerlerde olduğunu biliyorum. Ve ona ulaşmam gerektiğini… Bazen yaşamımın tek amacı bu oluyor.

O ise benimle hınzırca oyunlar oynuyor. Yeniden görünüyor, yeniden kayboluyor. Sanki benimle dalga geçip, alay ediyor. 'Beni yakalayamazsın' diye cilveli kahkahalar atıp, sobeleyemediğim o yere saklanıyor.

Varla yok arası bir yerde, tutabileceğim kadar yakın, ya da dokunsam kendi yokluğumun, hiçliğimin içinde eriyip yitecek kadar uzak. Onu önemsediğimde güçleniyor, palazlanıyor, baş edilemeyecek bir boyuta ulaşıyor.

Bir gün bunları düşünürken, böyle hayıflanırken, ayağıma bir hikaye takıldı. Şöyle diyordu:

"Bir gün Konfüçyus, öğrencileri ile birlikte şelalelerinin çok yüksekten döküldüğü ve suyun debisi yüzünden içinde hiçbir balığın yüzemeyeceği Lü Lang ırmağını seyrediyormuş ki; suya atlamak üzere olan bir adam görmüş. Adamın zor durumda olduğunu, belki de hayatına son vermeye kalkıştığını düşünerek, öğrencilerinden ırmağın kıyısına dizilerek, adamı gördükleri yerde kurtarmalarını rica etmiş. Adam suya bir batıp, bir çıkıyormuş. Herkes tedirgin bir şekilde 'Ölecek, ölecek!' diye haykırıyormuş. Ama adam birkaç yüz adım kadar ıramağın içine batıp, çıktıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi sudan çıkmış, ıslık çalarak kıyıya uzanmış. Saçlarından sular damlayan adamın yanına koşuşmuşlar. 'Ama nasıl?' diye bağırmışlar, 'Nasıl kurtuldunuz? Orada hiç canlı yaşamaz ki!' Adam gülümsemiş; 'Nasıl mı? Ben bunu hep yapıyorum. Suyun içine öylece bırakıyorum kendimi, kendime dair düşünmeden!'"

Bu hikayeyi işittiğimde sarsıldım. Bu kadar kolay mıydı? Peşinden koştuğumuz şey bu kadar basit miydi? Suyun içine öylece bırakmak ha? Kendine dair hiç düşünmeden… Kaygılar mı batırıp, çıkarıyordu bizi? Onlar mı alt ediyordu? Yapmam gerekenleri bir daha gözden geçirdim. Bu baş edilmez gibi görünen düşünceleri böylelikle alt edebilir miydim? Varlığını hissettiğimiz, bazen bizi rahatsız eden, takılı kaldığımız, bir görünüp, bir kaçan bu anlam veremediğimiz sözcük, kelimesiz anlam ne kadar uzağımızdaydı? O isimsiz varlık, o bilinmeyen, o hep birilerinin arayıp, bulmaya çalıştığı, uğruna binlerce kitap yazılan şey neydi?

Yoksa göbek bağımızın kesildiği günden beri yakamıza ilişik mi taşıyorduk o anlamı? Şah damarından daha mı yakındı bize? Damarlarımızda akan kan kadar ılık mıydı? Gerçek miydi? Hani henüz pıhtılaşmamış, akışkan, kıpkırmızı o kan kadar. Soluğumuz kadar maharetli miydi? Sokağa bakan pencereye buğu düşürtecek, bembeyaz karların yağdığı gün üşüyen ellerimizi hohlayarak ısıtacak kadar sıcak mıydı? Yaşam kadar gerçek miydi?

Varlığını devam ettirmek için her an dönmek zorunda olan şu dünya üzerinde tökezlememek için belki de şöyle yapmalıydı: Bir çocuğun elindeki çubuğun halkasından çıkarak patlayan, üzerinde pencereye benzer rengarenk ışıltıları olan, şeffaf balon köpüğüne gizlenmiş neşeye tutunmalıydı. Ya da akşamüzeri daha da ısrarla varlığını hissettirmeye çalışan hanımeli kokusuna. Ya da gecenin bir saati çıtırtıyla büyümeye çalışan salatalığın tazeliğine. Ya da sabah işe yürürken bacaklarına sürtünerek sevgi dileyen o kahverengi tüylü köpeğin gözlerine. Ya da 'taze simiit' diye bağıran çocuğun sehpasına. Ya da rüzgardan ters dönmüş şemsiyesini mi, kabaran eteğini mi düzelteceğini şaşırıp kalan o kadına. Ya da, ya da, ya da… Ya da okuduğu satırlara bakıp, birilerinin o anlama ne çok yaklaştığını fark edip, gülümseyen diğer kadına.

Yaşam işte… Yaşayan yaşam… Büyüsü içinde dönebildiğimiz sürece varlığımızı kabul eden yaşam. Durup, dinlenmeye kalkanları, derin derin düşünenleri, sorgulayanları, felsefi manalarda varoluşlarını değerlendirenleri çarkları içine alıp öğütebilen bir o kadar da acımasız olan bıçak sırtı yaşam.

Oysa Konfiçyus'un hikayesinde ne diyordu adam; 'Kendine dair düşünmeden. Öylece…' Öylece yaşayan, akan yaşama bırakarak kendini. Mutlulukları daha çok seçerek, huzursuzlukları öteleyerek, sırt dönerek… Bu şansın bir kez verildiğini ve ıskalamaya gelmeyeceğini bilerek.

Claude Peppeer'in da dediği gibi; hayatın bisiklete binmeye benzediğini, pedalı çevirmeye devam edildiği sürece düşülmeyeceğini unutmayarak.

Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 9,269,269,269,269,269,269,269,269,26
              31 Kahveci oy vermiş.
26 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya


  EKŞİLİ ET
  İNCİR TATLISI

Evettt bu haftaki lezzet durağımız Kars... E hadi, ne duruyoruz doğru mutfağa...

EKŞİLİ ET

MALZEMELER

750gr.kuzu eti, 2-3 adet orta boy soğan, 1 çorba kaşığı margarin veya tereyağı, 2-3 adet orta boy domates, yarım limon...

YAPILIŞI
Öncelikle domateslerimizi yıkayıp, etlerimizi küçük küçük doğrayalım. Eğer etimiz yağlıysa hiç yağ koymadan, eğer yağsızsa içine yağ ekleyerek kendi suyuyla kavuralım, etlerimiz renk değiştirene ve suyunu çekene kadar kavurmaya devam edelim... Bu arada, soğanlarımızı ve domateslerimizi halka halka doğrayalım, etlerimiz kavrulunca içine soğanlarımızı ekleyip bir süre karıştıralım... 5-10 dk.sonra doğranmış domateslerimizi ilave edelim (Dilerseniz hepsini bir arada da ekleyebilirsiniz), tercihe göre kıyılmış maydanoz katıp tuz ve karabiberimizi ayarlayalım, tenceremizi hiç kaşık sokmadan sallayarak karıştıralım, yarım saat kısık ateşte pişirdikten sonra, son olarak yarım limon sıkarak sıcak servis yapalım...

Evetttttt yemeğimiz bitti, sıra geldi benim en sevdiğim bölüme, yani tatlımıza...Gelin hep beraber Denizli ilinden süper bir tatlıyı sofralarımıza taşıyalım... Ne dersiniz?...

İNCİR TATLISI

MALZEMELER

500gr.incir, 1 bardak ceviziçi, 3 bardak su, 2 bardak şeker, 100gr. çekilmiş antep fıstığı, 4/5 bardak kuru üzüm, yarım çay kaşığı limon suyu...

YAPILIŞI
Kuru incirlerimizi bir gün önceden soğuk suya koyup şişmeleri için bekletelim. Cevizimizi robottan geçirerek ince ince kıyalım, üzümlerimizi yıkayıp süzelim ve çekilmiş ceviz, antep fıstığı ve üzümleri bir kapta iyice karıştıralım. Diğer yandan fırınımızı 150 derecede ısıtalım, incirlerimizi güzelce süzelim ve bir yerlerinden bıçak yardımıyla yarıp, içlerini ceviz- fıstık- üzüm karışımıyla doldurup, iyice sıkıştırarak kapatalım ve bir tepsiye dizelim... Diğer yandan, şurubumuzu hazırlamak için şeker ve suyumuzu orta hararetli ateşte, şekerimiz eriyinceye kadar karıştıralım, bir taşım kaynatarak yarım limon suyumuzu ilave edelim ve 5 dk.daha kaynatıp ateşten alalım... Şurubumuzu tepsimizdeki incirlerimizin üzerine gezdirelim ve orta ateşte 7-8 dk.pişmeye bırakalım... Ve son olarak tepsimizi sıcak fırınımızda 15dk. pişirelim ve soğutarak incirlerimizi servis tabağımıza alalım... Mmmmm benden söylemesi mutlaka deneyin, nefis gözüküyorlar...

PÜF NOKTALARI
ETİ ÇÖZDÜRMEK İÇİN:
Etin buzunu çözmek için üzerine tuz dökün, bu şekilde etin yumuşadığını göreceksiniz

AKLINIZDA BULUNSUN
Hindi, tavuk yada kırmızı etlerinizi derin dondurucuda saklıyorsanız, etlerimizi dolaptan çıkardıktan sonra az miktarda sirke eklenmiş sudan geçirin, daha çabuk çözüldüklerini göreceksiniz...Benden söylemesi...

GÜNÜN MENÜSÜ:
Yoğurt çorbası, ekşili et, salata, incir tatlısı

Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,738,738,738,738,738,738,738,738,73
              11 Kahveci oy vermiş.
13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak caz festivalini kaçıranlar ya da tekrar dinlemek isteyenler için albümleştirilmiş "12. Uluslararası İstanbul Caz Festivali"ni, ardından aşkın yıkıcı, yaralayıcı yüzünü bizlere sunan "Gilles'in Karısı"nı ve son olarak Antikçağ'ın en önemli inançlarından Ana Tanrıça kültünü inceleyen "Ana Tanrıça'nın İzinde"yi sizlerle paylaşacağım.

12. ULUSLARARASI CAZ FESTİVALİ :

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği, 6- 17 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen 12. Uluslararası İstanbul Caz Festivali, kaçıranlar ya da tekrar dinlemek isteyenler için albüm olarak müzik marketlerde yerini aldı.

Bu yıl 40'ın üzerinde topluluk ile 200'ün üzerinde yerli - yabancı müzisyeni ağırlayan festivalin albümünde, katılan önemli sanatçıların en sevilen eserleri yer alıyor.

David Sanborn'un son albümünün çıkış parçası olan "Tin Tin Deo"nun etkileyici saksofon tınılarıyla başlayan albüm Tori Amos ile devam ediyor. Günümüzün en önemli kadın vokallerinden Amos, festival cd'sinde "Sleeps with Butterflies" ile yer alıyor.

Liverpool'un "The Beatles"dan sonra çıkardığı en önemli müzik adamlarından biri sayılan Elvis Castello'nun grubu ile "Bedlam"i seslendiği albümde, 2000, 2001 ve 2003 yıllarında "En İyi Caz Vokal Performansı" dalında Grammy ödülü kazanan Dianne Reeves 'I Concentrate on You' ile konuk oluyor.

Türkiye'nin en önemli caz sanatçılarından Kerem Görsev, Cengiz Baysal ve A Capella Boğaziçi'nin de yer aldığı "12. Uluslararası İstanbul Caz Festivali" albümü evinde caz festivali havasını estirmek isteyenler için özel hazırlanmış, kaçırılmaması gereken bir çalışma.

GILLES'İN KARISI (LA FEMME DE GILLES) :

Dünya sinemalarının hemen hemen hepsinde değişmeyen konulardan biridir aşk. Ancak her kültür, her toplum aşkı farklı yaşar, farklı anlatır. Aşk, Amerikan sinemasında yumuşacık, ipeksi pürüzsüzlükte anlatılır çoğu zaman. Sanki hiç yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış kişiye tutkuyla aşık olunamazmış gibi. Amerikan sineması hala Yunan Tanrısı Eros'un oklarına inana dursun Avrupa sineması hele ki Fransızlar yıkıcı aşkları yansıtır beyazperdeye. "Gilles'in Karısı" gibi. Evli bir erkeğin yanlış bir kadına yanlış zamanda tutku dolu aşkını anlatıyor film.

İki dünya savaşının arasında 1930'lu yıllarda küçük bir kasabada kocası ve birine hamile olduğu üç çocuğu ile sıradan bir hayat yaşamaktadır Elisa. Ev işleri, çocuk bakımı ve arada sırada ailesini ziyaret ederek günlerini geçirmektedir. Hayatının tek bir amacı vardır, kocasını memnun etmek. Her şey yolunda gidiyor gibi görünürken kocası bir gün aşık olur. Tutkuyla, saplantıyla aşık olur genç adam. Aşık olduğu kadın ise Elisa'nın küçük kız kardeşi Victorine'den başkası değildir.

Elisa hayata neşe ile bakabilen, en zor durumlarda bile serinkanlılığını koruyabilen, mantıklı, güçlü bir kadındır. Oysa kocası iradesiz, tutkusunun yıkıcı gücü ile sorumluluklarını unutacak kadar güçsüz bir adamdır. Elisa, kocasının aşkına karşı üç maymunu oynayarak ailesini bir arada tutmaya çalışmaktadır. Bu şekilde belki de kocasını elde edebilecektir. Ama ne zaman?

Madeleine Bouduxhe'un romanından uyarlanan çeşitli ödüllerinin yanı sıra 2005 İstanbul Film Festivali'nde Altın Lale'yi alan "Gilles'in Karısı" sinemayı sadece patlamış mısır keyfi olarak görmeyenler için sarsıcı bir film.

ANA TANRIÇA'NIN İZİNDE / LYNN E. ROLLER :

"Ana Tanrıça'nın İzinde" kitabı ile bugünün erkek egemen toplumunun aksine kadının kutsal olduğu Antik dünyaya, Frigya'da Matar Kubileya, eski Yunanistan'da Kybele, Roma'da Manga Mater (Büyük Ana) olarak adlandırılan Ana Tanrıça'nın dönemine gidiyoruz. Kitabın özelliği bu tanrıçanın günümüze kalmış bütün kanıtlarını toplayan tek eser olması. Prof Dr. Lynn E. Roller tarihöncesi ile Roma döneminin başlarına kadar süre gelen arkeolojik, yazınsal, tarihsel verileri bir araya topluyor ve Ana Tanrıça kültünün gelişmesini, evrimini, yayılmasını, törenlerini ve ona inananlar için sembolize ettiği anlamları ele alarak analiz ediyor. Antik dünyadan Roma İmparatorluğu'na, Frigya, Yunanistan ve Roma dünyasının kültürel çevrelerindeki Ana Tanrıça tapımının çerçevesini çiziyor.

Arkeoloji ve Antikçağ dini alanlarında önde gelen uzmanlarından Lynn E. Roller'ın antik dinler tarihinin önemli bir bölümüne ışık tutan, Ana Tanrıça Kültü'nü bugüne taşıyan "Ana Tanrıça'nın İzinde" Antik dönemle ilgilenenler için önemli bir eser.

serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
              4 Kahveci oy vermiş.
3 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Selma Demirkol

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.380 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


m    a    r    t    ı

                                            'mavi'ye

mavinin yaladığı paslı dubaların en köhne yerinde
kız kulesi'ne inat yüzünü dönerek haliç'e
yosun kokuları midye kabukları balık pulları içinde
iki oğlan bir kız babası adamdan
gebe kaldı bir piçe
ağzında şarap tadı teninde harap bir kapı yarı açık yarı çıplak
bir şırfıntı

kedilerin yaladığı kirli kandan artakalan bir pıhtı
köprü altının vurup kaçan bir dalgası denli karıştı
gecenin sessiz soğuk çığlığına umarsız

ay buluta fener yakuta kadın hayduta gizlendi m ağzında sakız
terli dumanını savurup göklere
dişlerinin menevişine bastı adam tütünü
bohçaböreğinden kınaçiçeğinden öte
unutup dünü günü

tedavülden kaldırılan bir gemide küpeşte
iskelede iğreti çivilerle tutturulmuş bir takoz
ve ebemkuşaklı yakamoz
ellerini sözlerini gözlerini körledi
bir vadi büyürken kadının adamın ve denizin dibinde

bunları bir martı türküledi

güneş maviyi özledi

tan doğan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Ankara için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
İzmir için Son Hava Durumu
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Mynet'in yeni bir çalışması daha var http://nevaria.mynet.com/Detay.asp?ID=30933 nevaria isimli bu e-ticaret sayfasında her türlü sıfır veya ikinci el ürününüzü açık arttırma metoduyla satabiliyorsunuz. Kısa yola tıklayıp girdiğinizde yapılan açık arttırmalardan bir adet örneği göreceksiniz. Bu sayfaları ister satın almak ister satış yapmak için güvenle kullanabilirsiniz. İyi alışverişler.

...Teslimat tarihi olarak da 10 Haziran'ı senetler hazırlanırken belirttim. Teslimat tarihi gelip de, evime gelen mobilyaları gördüğümde çok sinirlendim. İlk olarak yemek odası takımı benim istediğim renk değildi. Ben sütlü kahve tonlarında bir mobilya beğenmiştim, ama gelen resmen koyu kahve rengi idi. Düğünüme de 16 gün kaldığından, çalıştığımız için, yeni model beğenmeye ancak 2 hafta sonu kalıyor, mecbur gelen mobilyayı kabul ettik... Sizin de şikayetiniz varsa http://www.sikayetvar.com/

Çok kuvvetli olmamasına rağmen size hoş bir midi müzik arşivi öneriyorum. http://www.geocities.com/Area51/Zone/1075/midi2.html Dediğim gibi çok kapsamlı değil ama hoş midi'ler mevcut.

...Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen... http://kumyup.ku.edu.tr/kp.htm Siz Küçük Prens'i okudunuz mu? Ya çocuğunuz?

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Spy Sweeper 4.5.5 [8.1 MB] Windows 14 günlük Deneme (29.95$)
http://www.webroot.com/shoppingcart/tryme.php?bjpc=64011&vcode=DT02
İnternete bağlanan her bilgisayarın mutlaka edinmesi gereken bir program. Eğer bilgisayarınızda durduk yerde pop-up reklamlar çıkıyor, tarayıcınız kendiliğinden birtakım sitelere bağlanıyorsa hiç vakit geçirmeden bu programadan edinin derim. Spyware, Malware denilen reklam programlarını temizleyebilen ve koruyucu kalkanıyla bir daha etkilenmemenizi sağlayan yetenekli bir program. Ben dikkatliyim demeyin, 14 günlük denemeyi yükleyip kullanın. Bakın görün neler çıkacak bilgisayarınızda. Benden söylemesi.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051125.asp
ISSN: 1303-8923
25 Kasım 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com