|
|
|
29 Kasım 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Fortis, Fortis, Fortissss!.. |
Merhabalar,
Aklımda ne var ne yok bir yerlere gitti sanki. Gecenin üçü olmuş ben aklımı toplamak için salonun ortasında fır dönüyorum. Gelip oturuyorum ekranın önüne, bir müddette onunla bakışıyoruz. Allahtan ekranın sol üst köşesinden yukarı kafamı kaldırdığımda göz hizama gelen bir televizyon var. Televizyonda reklamlar. Sanki sürekli aynı reklam dönüyor, ne zaman kafamı kaldırsam o. Havadan rengarenk birşeyler dökülüyor, sonra yere düşmeden gezmeye çıkıyorlar. Geçtikleri her yer, dokundukları her nesne değişip güzelleşiyor. Fortis'in gücü buna yeter mi dersiniz? Bir sabah uyanıyorum, her köşe başında bir Fortis. Merkez Fortis olmak üzere 100 metre yarıçaplı bir daire çiziyorum. Dairenin içinde türban sorunu yok, öğretmenler dayak yemiyor, altını üstüne getirdikleri kimlik bunalımından hiç eser yok. Oysa dairenin dışı karanlık, yalan dolanla dolu. Kanter içinde uyanıp kendimi bir Fortis'ten içeri atıyorum. Fortis, Fortis, Fortissss...
Efendim dergi basacağız reklamdan, ilandan eser yok. Hani diyorum belki bir Fortis yetkilisi beni duyarda 1 tam sayfa ilan verir. Olur mu olur... İsteyenin bir yüzü kara, vermeyen Fortis Çinli... Kendinize mukayyet olun efendim. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Zincirli Kapının Asma Kilidi - Griliğe akmak... |
|
Kendinle hesaplaşman bitmedikçe benimle yüzleşemiyor, aynalardan kaçıyordun. Odana yeni bir boy aynası almıştın almasına da, benim çığırtkan sesimi duymamak için bir de beyaz örtü atmıştın üzerime.
Hazır olmanı bekliyordum....
Hazır olmayı bekliyordun....
Hiç telaşsız duvarlarını yükseltmeyi sürdürüyor, sabır ve sebat ederek kendine ilmek ilmek yeni bir sen hazırlıyordun.
Bekliyordum.
Günlerin ve bitimsiz çorak gecelerin vardı. Sahipsiz düşlerle uyandığın yorgun sabahların.
Ruhunu yalım yalaz alevlerle yıkadın. Yetmedi, buzul sulara daldırıp çıkarttın. Daha evvel de böyle deneyimler yaşamıştın da, ilk defa bu kadar eziyetli bir süreci aştığına tanıktım.
Hatırlıyorum da öncekilerde avaz avaz bağıran, saldırgan, önüne çıkanı yandığı kadar yakan bir sen... Çevresindekileri de yaralamaktan, acıtmaktan geri durmayan bir sen...
Bu kez farklıydı. Bıraktın "sen"i bir köşeye "dur hele bekle" dedin. Sonunda sözlerimin işe yaradığını görüp seviniyordum.. İlk defa dinliyordun beni...
Ve dağıttın benliğini... Çığlıkların sessiz. Her ayrıntıya dikkat kesildin.. aklını, duygularını unuttun. Kimin bir derdi varsa ona koştun. Bedenin güz yaprakları misali savrulmaktan yorgundu, ateşlerle kavrularak rüyasız, derin uykular uyudun. Ördüğün duvarlarına çarmıha gerdin ruhunu. Asırlarca asılı kalsa umrun değildi. Karakışın ayazında ayağı çıplak çocuktu asıl meselen, seni üzen. Bir sokak kavgasında bıçaklanmayı göze alarak koruduğun adamın oğlunun "baba, seni vururlarsa ne yaparız biz?" haykırışıydı göz yaşın. Annesi ölen genç kadının "annem geri dön" hançeriydi bağrındaki. Hepsine yetemezdin belki ama, hepsine yetişmekti gayretin. Öylesine fazla geliyordu ki enerjin, dağıldıkça çoğalıyordu. Öyle kimsesizdin ki aslında, bunu yalnızca sen biliyordun. Bir de... aynanın gizinde bağdaş kurmuş, elindeki Zincirlikapınınasmakilidininanahtarını sallayıp duran ben. Muzipçe gülümsüyor, kendini kendine kalmamacasına yok edişini seyreyliyordum.
Hazır mıydın değil miydin bilmem ama; bildiğim, sen büyük kararlar alırken üzerinde çok düşünmezsin. Birden aklında bir şimşek çakar, şimşek hızında hareket eder ve yapacağından, inandığından ondan gayrı öldür Allah vazgeçmezsin.
Yine aynını yaptın.
Ben tik tak sakinliğinde bir sağa bir sola aheste sallarken elimdeki anahtarı, indirdin aniden aynanın üzerindeki beyaz yalnızlığını. İrkildim. Arkama saklamaya vakit bulamadan, yüzüme bile bakmadan çekip aldın elimden Zincirlikapınınasmakilidininanahtarını ve hızla uzaklaştın yanımdan.
- Hey nereye?
- Nereye aitse oraya...
Geri döndüğünde tüm mecalin tükenmişti. Yine de uzun zaman sonra ilk defa gülümsedin....
- Bitti işte... Zincirlikapınınasmakilidininanahtarını sonsuzluğa terk ettim.
Günlerce, aylarca yüzüme bakmadın sonra. Ama örtüyü de yeniden üzerime kapatmadın. Sessiz adımlarla dolanıp durdun. Bekledin - arındın. Arındın - bekledin. Düşünmedin. Sustun. Hep sustun. Dışarıda yoğun ve karanlık bulutlar ahkâm kesiyordu. Yağmurluğunu giyinip çıkıyor, saatlerce yağmurun tependen boca edişine aldırmadan yürüyordun. Bekledin - sustun. Sustun - arındın. Yine kimseden yardım istemedin. Kanayan yaraların kapanıyordu. Kanayan yaralarının kapanmasını izledin. İzledin - sustun.
Gözlerinin altında morumsu hareler oluşmuştu. Geçip karşıma durdun. Yüzleşme vakti gelmişti demek.
Dalgın bir sakinlikte oturdun;
"Bukelamun gibi renk değiştiriyorum son zamanlarda kabul. Her gün yeni ve başka bir duyguyla uyanıyorum. Bir gün çok iyiysem ertesi gün kötüleşiyorum. Aklım-mantığım-duygularım üçlemi arasında pinpon oynuyorum sanki. Bir yerde elimdeki raket artık topu duvara çarpmaktan yorulacak ve bırakacak. İşte ben o noktada aklım-mantığım ve duygularımı bir bütün halinde elime alıp yola koyulacağım.
Zincirlikapınınasmakilidininanahtarı yok artık. Geçmiş var, fakat geçmişin gölgelerinde gezinmek yok. İnanmıyacaksın belki ama gerçekten bitti. Bütün bedellerimi ödedim ve geçti...
Bana yapılan hiçbir şeyi unutmuyorum merak etme. Ve bana kattıkları anlamlarla bende yer eden hiç kimseyi. Herkese bir oda açtım, kapısı olmayan odalar, anahtarsız, kilitsiz. Ondan uzun sürdü bu kez inşaat, ondan toparlayamadım hemen ortalığı.
Dün gece uyuyamadım. Dün akşam üzeri, griliğin hüküm sürdüğü, tam anlamıyla sonunu kestiremediğim fakat flû griliğine rağmen girmekten çekinmeyeceğim yeni bir yol çıktı önüme. Acelem yok. Yolun sonunu göremesem de koşup geçmek değil niyetim. Başlangıç noktasında durup beklemek, ayağımın dibindeki, sağımda ve solumdaki detayları gözlemek ve ondan sonra griliğini renklendirmek üzre yola ilk adımı atmak istiyorum.
Her şey kendinde olup bitenleri kabul edebilmekten geçiyor ishak kuşu. İtirazsız, yalansız, yalın. Zincirlikapınınasmakilidininanahtarının uçurumdan aşağı yuvarlanışını uzun uzun seyrettim. Büyük gürültülerle çarparak tangır tungur düşüşünü duyarken hiç acımadı içim. Onun yolunun karanlığı mıydı beni kararlılığa iten yoksa ben miydim? Emin olmak istedim. Flû bir griliğin içinde yürüyebilirsiniz ama zifiri karanlıkta nasıl yürünür ki. Önünüze ne çıkacağını hiç bilmiyorsunuz. İşte benim dün akşam yolun açılımıyla fark ettiğim bu oldu. Dipsiz karanlığa dalmayı düşünmek deli cesaretinin ötesindedir. Griliğe akmak ise yalnızca deli cesareti...
Bu grilik neye benziyor biliyor musun ishak kuşu; dağ eteklerinde dere boyu kıvrılan tren yolu ve ona paralel uzanan asfalt yollar vardır. Evsiz, yurtsuz, insansız o yola bulutların koyu, kopkoyu hafifliği iner. Bulutun içine girersin yolda ilerledikçe. Bulut yayılır, sen gidersin. Sen gidersin, bulut açılır. İnsanlar o gri buluta "sis" derler. Ve sabah seheri çiy tanelerini yapraklara ektikçe, tan güneşe devşirdikçe huşu sessizliğini, sis dağılır. İşte aynen böyle bir yol benim önümdeki de.
Dilerim bu flû grilik öylesi bir aydınlığa kavuşur ishak kuşu. Her kimsesiz gecenin sonunda uyanan güne döner. Dönmese ne değişir? Hiçbir şey. İnsan görmediğine üzülmez, yalnızca tahayyül eder.
Geçmişime kavuştum ben. Geleceğimden korkmuyorum. Her adımım değerli, her sözüm nakış şimdi. Onun için koşmuyorum duruldum ve o nedenle gereksiz konuşmuyorum.
Yaşadıklarım mülkümdür. Mülkümü kimseye satmam ben. Ancak bu gün paylaşmayı öğreniyorum. Kendimi ve özümdekini karşımdakine ne kadar açarsam o kadar zenginleşiyorum.
Esaretin son bulsun seninde. Bataklığından getirdiğin çamurlar, iyi geldi merhem niyetine yaralı yerlerime. Seni aynanın sırından azat ediyorum.
Dün ne kadar az isem, bu gün o kadar çoğum.
Dün ne kadar çok isem, bu gün o kadar azım.
Dün bana yetmez iken, bu gün fazlayım.
Bu sebepten kendimi insanlığa adıyorum.
Yoluma ışık tutanları minnetle anıyorum.
Elif Eser elif.eser4@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Faik Murat Müftüler HUZUR! SONSUZ HUZUR |
|
Nereden estiyse "Huzur" sözcüğünün anlamına taktım kafayı. Tabii ki sözcüğün bir sözlük anlamı var. Büyük Larousse'da aynen şöyle: Her türlü kaygı ve endişenin ortadan kalkmasıyla ulaşılan ruhsal ve zihinsel rahatlık, erinç, dirlik.
Sözlük anlamı yazılmış yazılmasına da herkesin huzur tarifi başka başka olabiliyor. İşte o zaman iş sözlükten çıkıp felsefeye giriyor. O halde de ben yukarıdaki tanımdan yola çıkarak huzur tanımını biraz olsun genişleteyim.
Yukarıdaki tanıma bakılırsa huzur sözcüğünü düşünmeden önce kaygı ve endişeyi çözümlemek gerekecek. Sonra bunların ortadan kalkması veya kalkmış görülmesi durumuna bakılmalı. Ardından, yaşananın huzur olup olmadığına karar verilebilir.
Kaygı ve endişe, yaşamımızda hesaplamadığımız olumsuzluklar karşısında içine düştüğümüz bir ruh halidir. Genelde endişe, karşılaşılan olumsuzlukların gerçekte olduğundan daha büyük görülmesinden veya bu olumsuzluğun kötü etkilerinin artacağı düşüncesinden kaynaklanır. Örneğin küçük bir yalan, dürüstlüğü düstur edinmiş bir insanın endişeye kapılmasına yol açabilir ama hissedilen duygu, yalanın kendisine duyulan endişeden çok, ortaya çıkması riskinden kaynaklanır. Bu açıdan bakılırsa "Dürüstlük huzur verir" denebilir ki öyledir zaten.
Bu son paragrafın neredeyse tamamı açık. Sadece bir yeri hariç "Hesaplanmayan olumsuzluklar" kısmı. Bu söz, hayatımızla ilgili her şeyi hesaplayabiliyormuşuz gibi bir anlam yaratıyor. Oysa hiç de öyle değil. Sadece tahmin yapıyoruz. İstatistik tahminler. Hepsi bu. Fazla abartmamak gerek.
Örneğin, kimse durup dururken oldukça sağlıklı durumdaki annesinin hastalanıp öleceği olasılığı yüzünden haykıra haykıra ağlamaz tabii; ama bu, iki gün sonra, söz konusu annenin amansız bir hastalığa kapılıp bir süre sonra da ölmeyeceği anlamına gelmez. Geçmiş tecrübeler her ne kadar aksini söylese de annenin hastalanıp öleceği olasılığıyla bunun tersinin olma olasılığının oranı istatistik bilimi açısından yarı yarıyadır.
Öyleyse sadece olasılıklar üzerine kurulu bir kavram çıkıyor karşımıza. Buna da kısaca "Huzur" diyoruz.
Yukarıda iddia edilenlerin arasında bir de 'Yalanın ortaya çıkması' ihtimali vardı. Bu ise zaman unsurunu karşımıza çıkarıyor ve hesaplanmamış olumsuzluklar kavramını daha da genişletiyor. Zamana yayıyor yani. Bu da bu günkü huzur ve yarınki olası huzur gibi korkunç bir bilinmezlikler zinciri yaratıyor ki bu, zincirin ilk halkasına bakıp görüş alanımızın dışında kalan sonraki halkaların sağlamlığına güven dayatan, yeni bir anlık huzur kavramını aklımıza getiriyor. Hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen.
Peki o zaman; varlığını kesinlikle yadsıyamayacağımız anlık huzur, yarınların huzurunun garantisi olarak görülebilir mi? Kim bilir?
Bu "Kim bilir?" sorusu, anlaşılacağı üzere dibine kadar kinayeli bir soruydu. Cevabı tarafımdan, okurlar tarafından ve, ve birazcık düşünen herkes tarafından biliniyor. "Allah bilir" . Tanrı'ya inanmayanlar içinse "Kimse bilemez" şeklinde.
O zaman, şimdilik garanti saydığımız "Anlık huzur" kavramına dönelim. Tüm endişelerden uzak bir erinç yaşıyorsak, yaşamımızda statik bir şeyler var demektir. Çünkü sadece olumsuzluklar değil, olumlu şeyler bile "Ya beklediğim gibi olmazsa" gibi bir endişe yaratır. O halde, huzur varsa tüm değişimler (olumlu değişimler bile) eksik demektir.
Hadi o zaman anlaşalım ve diyelim ki "Huzur = Tekdüzelik" . Yazar olarak forsumu kullanıp herkesin bu eşitliği kabul ettiğini varsayıyorum ve yeni bir kavramı deşmeye başlıyorum.
Huzur, genelde mutluluk kavramıyla bir arada kullanılır. Oysa tekdüzeliğin mutlulukla alakası bile olamaz (Bu yeni bir yazı konusu) . Eşitliğe bu yeni kavramımızı da dahil edersek huzurun mutluluk olmadığı sonucu ortaya çıkar. O zaman bize mutluluk veren huzur değil, anlık huzur olgusudur. Huzur süreklilik kazanırsa kaçınılmaz bir mutsuzluk söz konusu olacaktır. Peki bu mutsuzluk huzur bozucu olur mu?
"Kim bilir?" ;o)
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Safiye Karaağaç |
YÜREĞİM KAR ALTINDA...
Kar yağıyor buralarda, yağmur sonrası ıslanmışlıklarımın üzerine... Çaresizliğimin üzerine bir de yollar kapanıyor... İlk yağmurla gel sözleri yerini yollar kapanmadan gele bırakıyor içimde. Sağanak sağanak yağış yerini tipi tipi kara bırakıyor, kışın merhabası olarak... O an yüreğime, senin tohumlarının bir yaz sıcağında düşüşü, sonbaharın bir yağmur sonrasında yeşillenişi ve kışın ilk karıyla toprak altında kalışı, kışın soğuğunda gelip çatılardan sarkan buzlu saçaklar gibi saplanıyor! Kar kapatıyor umutlarımı, sana gelen yol kavşaklarında hala beklerken ben... Umutsuzluk , bana ve sevdama yakışmıyor ama elimden hiç bir şey gelmiyor, bu kahrolası kar fırtınasında... Yüreğimin sen çağlayan nehirleri buzlanmaya, gözlerimin sen kokan yaşları karlaşmaya başlıyor, soğuk kışın acımasız ayazında... Mum yakıyorum ayazlara inat, gittikçe azalan umutlarımı ısıtmak için... Bergamutlu çay demliyorum sıcacık, sen koksun diye içim...Umutsuzluğa düştüğüm her dakika, aklıma geliyor sağanak bir yağmur sonrası yeşillenen filizlerim ve direniyor umutsuzluğa kalan son yeşillerim... Sen yoktun bu tipi fırtınasında, zaten olmayı da istemiyordun fırtına içeren hiçbir ayazlıkta...
Ben de olmamana küsmüyordum artık ama, yakışmıyordu sensiz bir sevda ne bana ne de sonbaharı ilkbahar sanıp açan çiçeklerime...Sonbahar da çiçeklenip yeşeren bir ağaçtım ben ve çiçeklerim kar tanelerine özenip toprak oluyordu, hüznüme aldırış bile etmeden... Kar taneleri ve çiçekler aynı mevsime yakışmıyordu ya bilemedim bunu baştan... Umutsuzluk bana ve sevdama yakışmıyordu, ama kışa yakışmıştı bile kapanan yollarla... Susmak kalıyordu bana da, ayaz ayaz havalarda avaz avaz susmak!!! Becerebileceğim en gururlu şey de bu olacaktı herhalde...Susmak !!! Kurduğum hiçbir cümlede senli taraflarımı ele vermeden, saatlerce konuşarak susmak....!!! Konuşsam ne olacaktı ki, dedim ya kar yağıyordu dışarıda ve sen bir mevsimdir yoktun buralarda ... Seni sıradan biri gibi anlatsam herkese, sana bir mana vermeden yani gözlerim ele vermez miydi beni! Birden bire dalıp gitmelerine engel olamazken ben, içlerinden gelen yaşlar ortaya koymaz mıydı hislerimi! Susmak en doğrusuydu ya , seni anlatmadan taşıyamıyordum yüreğimde!!! İsteseydin duramazdın gelirdin arardın, bunu anlamam için kar yağması ve aradan bir mevsim geçmesi gerekiyormuş, şimdi daha iyi anladım!!! Diyorum ya yakışmadı bu sevda bana, sensizliğin acısını ve soğuğunu hatırlatan bu kar fırtınasında... Kışın ilk karıyla, bembeyaz bir örtü alan soğuk ve heybetli görünen karşıdaki tepelere baktığımda anladım ki, sen varsın artık buralarda!!!
Neden mi ? Çünkü kar yağıyor buralara...Anladın mı??? Kar yağıyor !!! Sadece umutsuz ve soğuk bir kar... O zaman sen buradasın!!! Sokakları adımlarken kara karışan nefesimde , şu cümleler donuyor ve kar tanesi olarak yere düşüyordu! "Sensizliğin kuru ayazında, kar donduruyor çiçeklerimi ve beni, aylardır yüzüne ve sesine hasret kaldığım güneş!" Yüreğim kar altında...
Safiye Karaağaç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Feride Candan Uncu |
ANLARDAYIM
Bazen pes ediyorum dediğiniz, her şeyin dibe vurduğu anlar vardır. İşte öyle bir anlardayım dostlar...
Hani haykırmak istersiniz ya, tüm pislikleri,tüm haksızlıkları,tüm yanlışları,hani ‘ her şeyin farkındayım, her şeyi görüyor ve biliyorum Allah B...nızı versin ’ demek istersiniz de yapamazsınız ya ,işte öyle bir anlardayım dostlar.......
Hani hayatınızın yüzde doksan dokuzunda insanları çok seversiniz ya,yüzde birinde de ölesiye nefret edersiniz ya,işte öyle bir andayım dostlar..o yüzde birdeyim ...
Hani sevgi adına, hani sorumluluk adına, hani paylaşma adına, hani idealler adına, hani insan adına, kendinizi unuttuğunuz zamanları,başkaları için ikinci planlara attığınız evladınızı, ı,başkaları için taramaya vakit bulamadığınız saçınızı, toplamadığınız yatağınızı ,anımsar da birden, hani lanet okursunuz ya 'değer miydi bütün bunlara, saygısız ,sevgisiz, sadece kendi bencil duygularını tatmin etmeye çalışan ,asla paylaşımı bilmeyen,oysa bu rolü gayet güzel oynayan,asla, mertçe dürüstçe ortaya çıkamayan,türlü çirkin oyunlarla akılları sıra sizi ezeceklerini sanan insan kılığındaki yaratıklar için değer miydi’ dediğimiz anlardayım ,dostlar....
..Hani gücünüzün bittiği.. ‘.Hadi zafer sizin,kazandınız,atın çığlıklarınızı ,küçük insanlar’ demek istediğim anlardayım.. dostlar
Hep söylerim , ‘sevgiyle başlar her şey ,insanlar emek verdiklerini severler’ diye.. Oysa bugün ''sevgi yetmiyor hiçbir şeye,sevgi yetmiyor,nefreti yok etmeye,sevgi yetmiyor, kötüyü iyi yapmaya 'dediğim anlardayım dostlar..
Hani siz hevesle,emekle ,sevgiyle bir şey yapar yaratırsınız da çoşku sevinç içinde ,takdir edilmeyi beklersiniz de, sizi hiç tanımayan sokaktaki bir insan bile takdir ederken ,dostlarınız sandıklarınız sizi batırmaya çalışır ya... o yanlış duyguyu hissettiğiniz.... anlardayım işte dostlarım.
Hani çok sevdiğiniz biridir,bir şaka yapayım dersiniz asla düşünmediğiniz gerçek olmayan bir şeyi söylersiniz de, o da ciddiye alır, birden sana ters bir laf söyler.İlk önce şaka sanırsın, gülersin ama sonra hakaretler öylesine başlar ki, şaka olmadığını anlar, dostunun gerçek yüzünü görürsün. Ve ölürsün ya...işte o anlardayım.
‘’Sizi sevmiyorum,çünkü siz buna layık değilsiniz,çünkü siz sevmeyi bilmiyorsunuz,siz ancak erdemli ,bizi ağlatan ,güzel hikayeleri anlatıyor ama oradaki tek bir kelimenin bile anlamını hissedemiyorsunuz. Sizin kendi fikirleriniz yok. Size kötülüğün peşinde gitmek daha kolay geliyor. Siz hepiniz sahtesiniz .. Ve çok basitsiniz... siz yeteneklerinizi ancak kötülüklere harcayabilen insanlarsınız ,,,,yazık size,hepiniz aynı makineden çıkmış gibi birbirinizin kopyasısınız ,umarım düşündüğünüz kötülüklerin binlerce katı size geri döner ‘’ demek istediğim anlardayım işte. Ve bunları yüreğimden, bağır bağır söylediğim o anlardayım!!!!!
Bu gün; çocuğuma, insanları her koşulda sevmesi gerektiğini öğreteceğim anlarda değil de ,Ahmet Arif’in dediği gibi ‘Onlar engerek, onlar çıyandır.. Tanı bunları tanı da büyü ‘’diyebileceğim anlardayım dostlar!!!!!
..Affedin beni dostlarım, işte o anlardayım.!!! Bana çok uzak , işte ‘o’ anlardayım....
‘Aldırma gönül’ diyebilecek bir ‘kendimi’ bekler işte ‘o’ anlardayım.
Feride Uncu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Yüksel caddesindeki heykel benmişim,
bilememişim...
FİRUZE
Neden buradayım?
Bilmiyorum...
...
Gece. Bir şiir okuyor. Elleri yaşama tutunduruyor beni.
-
Salaş meyhanelerde bir akşam,
sarhoş olacağım inadına.
Merakını bileceğim,
huzursuzluğunu
- erkekçe bir gurur duyarak -
Firuze
dönmeyeceğim,
dönemeyeceğim...
-
Firuze?
Adım bu mu? Gülümsüyorum,
anlıyor!
...
Bıraktı beni. Öylece bakakaldım gittiği yöne. Vakitler aşındırıyor kıvrımlarını eteklerimin. Buklelerim çözülüyor. Şalımın rengi siyahtan yeşile dönüyor yağmurlar altında. İnatçıyım ben de bir o kadar. Dönecek,
dönecek...
...
Hep gece geliyor. Üstümdeki örtüyü kaldırıyor yavaşça. Gözlerime dokunuyor. Ben anlamaz sanıyorum. O ağladığımı anlıyor. Keskin bir acıyı mutlulukla yoğurarak şekil veriyor sonra. Giderek belirginleşiyorum. Ah, nasıl istiyorum, ben de dokunabilsem ona... Gerçeğime karşı koyamıyorum.
...
Bu sokakta, insanlar gelip geçerken çevre yanımdan ben hep onun gittiği yöne bakıyorum. Hep bıraktığı gibi... Bir gün dönecek. Biliyorum...
...
Öyle güzel bakıyor ki bana. Öyle güzel ki gülümseyişi... Başım dönüyor.
...
Biri kitap okuyor yanımda. Dönüp seni sormak istiyorum. "Nerede? Neden gelmiyor?" Tanır mı seni?... Ya tanırsa? Ya gelmeyecek derse... Vazgeçiyorum! Peki kitaplar yazar mı adını? Bilirler mi? Ya bilirlerse? Ya dönmeyecek yazarsa sayfaların birinde... Korkuyorum. Ne olur gel. Yine dokun bana. Bırak gelmeyecek desinler, bırak dönmeyecek yazsın kitaplar... Sen gel, ne olur gel.
...
İçiyor. İçtikçe ağırlaşıyor elleri tenimde. Kokusunu çekiyorum içime. Eteklerimin kıvrımlarını düzeltiyor. Ayak bileklerime doluyor rüzgarını. Ah! Bazen ağlıyor. Neden bilmiyorum. Söylesin istiyorum... Söylemiyor!
...
Gençler imza topluyor biraz ilerde. Duyuyorum. "Daha güzel bir yaşam için" diyorlar. Seni mi çağırıyorlar yoksa? Birden umutlanıyorum. Benim için de imzalayın kağıtları diyorum. Kimse duymuyor. Getirin ben de imzalıyayım diye bağırıyorum. Anlamıyorlar. Kalkmak istiyorum beni bıraktığın banktan, olmuyor... Yapamıyorum. Çığlık çığlığa ağlıyorum. Yeter... Yeter... Kuşlar havalanıyor sesimden ürkerek... Dön ne olur...
Dön...
...
Yoruluyor yaratmaktan. Beni ben yapmaktan yoruluyor. Sandalyenin üstünde kirli elleriyle uyuyakalıyor. Gözlerimi kırpmadan onu seyrediyorum. Ruhum havalanıp örtü oluyor bedenine üşüyecek diye. Hafifçe bir şarkı mırıldanıyorum derin rüyaları için. Böyle karşımdayken bile özlüyorum. Çok özlüyorum.
...
Nasıl da kalabalık. Dersaneler dağıldı biraz önce. Hiç sevmiyorum bu vakti. Bu kalabalıkta olur a, gelirsin de göremezsem seni... İki kişi duruyor önümde. Yalvarıyorum çekilin diye. Bir sen duyuyordun beni. Konuşmasam da duyuyordun. Biliyorum. Şimdi nasıl da yalnız kaldım. Kalabalıklar gözlerimi dolduruyor, yüreğimse bir boşlukta kanıyor.
Bilsen nasıl da kanıyor...
...
Bir kadınla geliyor bir gece. Ardından bir çocuk giriyor odaya. Söndür ışıkları diye haykırıyorum. Çırılçıplağım. Bu acıyla çırılçıplak! Çocuk dönüyor çevremde gülerek, anlamsız seslerle dokunuyor ellerime. Nasıl da hissettiriyor bu dokunuşlar taş olduğumu... Nasıl da hatırlatıyor bana... Gözlerine bakıyorum. Mutluluk kıpırdanıyor. Gurur... İçim yanıyor. Ben veremem ki bunları sana... Değil mi? Ben bir heykelim... Alt tarafı taştan bir heykel! Bir çatırtı kopuyor. Ne kırıldı, anlamıyorum.
...
Bu kokuyu biliyorum! Senin kokun! Bir yabancı geçiyor önümden. Tokat yemiş gibi irkiliyorum. Taşlar delirir mi sevgilim? Sevda onlara da çok gelir mi?
...
Bitiyorum. Sandalyeye oturup beni seyrediyor sessizce. Uzunca bir vakitten sonra "Firuze" diyor. "Hoş geldin yalnızlığa..."
Işıklar sönüyor.
...
Neden buradayım?
Bilmiyorum...
Bazıları belime sarılıyor, bazıları yaslanıp omzuma öyle etrafı seyrediyor. Ağlıyor kimi. Kimi gülüyor, gülüyor... İçenler, sevenler, nefret edenler... Sigara tutuyorlar ağzıma. Üzerime anahtarla, çiviyle çizgiler çekiyorlar. Bir şeyler anlatıyor sarhoşun biri... Kuşlar konuyor omuzlarıma, başıma... Yapraklarını döküyor sonbahar üstüme, kış beyaza vuruyor saçlarımı. Ben inatçıyım ama...
Sen gelmeyeceksin değil mi?
Ah, gelmeyeceksin...
...
Gece... Yalnızlık yaşamdan alıyor beni. Bıraktı. Öylece kalakaldım... Öylece...
...
Bir çocuk oturuyor yanıma. Yüzü kir içinde. Yarım simidini kemiriyor iştahla. Sonra başını koyuyor kucağıma, ince ince iç çekerek uyuyor. Ruhum havalanıp örtü oluyor küçücük bedenine üşümesin diye. Sevgim alevleniyor.
...
Neden buradayım?
Artık biliyorum...
Elif Bengü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
ÖTEKİ ŞEHİR
Hangi şehrin yorgun bacaklarıyla yürüyorsun
Rakı ve balık kokusunun gülmelere bulaştığı bu sokakta
Yaşlı Rum kadının yüzündeki enkaz mı yaşadıkların
Yüzüne bak
İnsanların yüzleridir belki
Gidilemeyen şehirlerin kokusu
Dalgaların görkemli buğusu yanaklarında
Ve o ekşimsi tat
Yüzüme bak
I-
İzmir'in en gürültülü zamanlarını anımsatıyor bana on sekiz yaşım. Kendime ya da kendimi ait hissetmediğim bir odaya sığındığım geceleri. Radyonun düğmesini çevirdiğimde dakikalar yelkovanın ardından akar, duyduğum sesler gürültüyü alıp anlık da olsa bilmediğim uzaklara götürürdü. Sonsuzluğa giden mısraların ardında hiçbir şeyi görmez duymaz olmayı hayal ederdim. Sessizlik en büyük özlemimdi. Odada eskiden kalma çift kişilik yatağa uzanıp o günlerde üzerime üzerime gelen oymalı ahşap gardıroba bakar ve kendimi onunla özdeşleştirirdim. En az onun kadar abartılı duruyor ve göze batıyordum evde ya da ben böyle hissediyordum kim bilir...
Bana ait olan her şey yıllar öncesinde gitmişti. Arka bahçede duran kayısı ağacı , tek kişilik yeşil koltuklarımız ve en çok da babam... Artık İzmir gürültülü bir şehir ve orası doğduğum evdi sadece.Bana ait ya da ait olabileceğim hiçbir şeyi kalmayan.
Türkiye'deki kadınların sabah dizilerine kilitlendiği günlerdi. Annemin ve arkadaşlarının televizyonun karşısına geçip köle İsaura'ya ağladıklarını izlemek beni ürkütse de, diğer yandan gülmekten alamıyordum kendimi. İsaura'ya ağlayan annem dizi biter bitmez mutfağa koşuyor akşama dek bir an olsun çıkmıyordu mutfaktan.. İçimden "Anne ya, şu İsaura da seni görse ağlar mıydı dersin?"diye sormak geliyordu, bir türlü cesaret edemiyordum. Çünkü tüm benliğini saran telaş içinde kaybolan kadınlardandı annem. Akşama eşi gelecek ve bir şeyi beğenmediği için sorun çıkaracak diye çok korkan kadınlardan.
İşte o günler annemin eşine "Baba"demeyi sorguladığım hatta onu efendi olarak gördüğüm ve kölelikle ilgili en çok okuduğum günlerdi. Sonradan anladım ki kölelik , üveylik kavramının olmadığı evlerde de, pek çok İsaura hayranının ta içinde isteyerek ya da istemeden, bilerek ya da bilmeyerek zaten var. Bu çok ince bir çizgi. Aklın ve duyguların zincirlenmesi; benim başıma hiç gelmeyecek sandığım ve on sekiz yaşımın en çok korkutan hikayesi .
II-
Bir su damlasıydı sanki yaşamım donmadan, buharlaşmadan avuçlarımın arasından öylece kayıp gidiyordu. Şehrin gürültüsü yeni yanlışlar ekledikçe, günlüğümün sayfalarında kendini yineleyen bir cümle olmuştu hayalim: Alıp başımı gitmek !
Gitmeleri sevdim mi ben, yoksa gitmem mi gerekti hep, bilmiyorum. Ardımdan bakan o kadar çok insan oldu ki ve ben gittim, hep gittim. Önceleri acı çekerek, sonra unutarak yeni bir gidişle eskisini. Şimdi yeni bir gitmenin başında olmak mı anımsatıyor bana tüm bunları? Yorgun düştüğümü, bir daha gitmeyeceğimi sanıyordum oysa. Yanılmışım.
Korkuyorum. Kendimi tüketecek kadar gitmekten korkuyorum. Tecrübe denilen şeyden habersiz ya da ona hiçbir zaman inanmamış olarak yaşamaktan da korkuyor muyum, bilmiyorum.
Kafamın içindeki sesler, sorular çığlık çığlığa. Yaşım on, yaşım on beş, yaşım on sekiz....
Biri "Gerçek şu!" diye bağırıyor "Her şey tükeniyor"
Bir adam sevdiğini söylediği kadına tekme atıyor Kadın yalvarıp ağladıkça daha da şiddetle vuruyor adam Kadının vücudu morluklarla dolana dek ve bitkin düşüp iç organlarını zedeleyene dek vuruyor. Her gün anlayamadığı bir nedenle dayak yediği bu adama yemek hazırlıyor sonra kadın Hiçbir şey olmamış gibi oturuyor yanında Ağlayacak olsa yeni bir dayak gelecek diye her şeyi unutmuş ya da umursamamış gibi davranıyor. Mutfakta çocuklardan çıkarıyor öfkesini. Adam da her şeyi unutup yanağını okşayana dek öfkesini çıkarıyor çocuklardan. Ertesi gün morlukları gören komşularına neden ayrılmadığını "Çocuklarım için "diye açıklıyor kadın. Yıllar sonra bir gün adam ve kadın yan yana oturup çocuklarına saygı, onur, sevgi öğütleri veriyorlar.
Öteki "Hayır" diyor avazı çıktığı kadar haykırarak "Her şey tüketiliyor gerçek bu!"
Hasta yatağından kalkamayan bir adam karyolanın karşısında duran aynadan kendini izlemeye dayanamıyor Saçları beyazlamış, derisi buruşuk, göbeğini delip kavun içi rengi bir hortum sokmuşlar yemeği kaşıkla bu hortumdan döküp besliyorlar onu. Yatakta acı içinde büyük bir çabayla azıcık doğrulurken "Tanrım"diyor "Neden ölmüyorum" Ağlayarak fırlatıyor elindeki bardağı aynaya Ölemiyorken izlememek için kendini. Bir yandan hıçkırıklara karışıyor sesi "Bu aynayı istemiyorum Bu aynayı istemiyorum"diye Ayna büyük bir gürültüyle dağılıp parça parça oluyor Vazgeçmiyor kalan parçalar adama zavallı halini göstermekten, alay edercesine Gürültüyü duyan kadın hışımla giriyor odadan içeri Ayağındaki terliği yatakta çaresizce ağlayan adama fırlatıyor önce "Bir de aynayı kırmış Zaten aylardır yatalak Ona baktığım, eziyetini çektiğim yetmiyormuş gibi bir de kaprisine bak Öl öl de kurtulalım sen de ben de"diye bağırıyor çocuğunun gözleri önünde. Sonra adamın öldüğü gün komşuları teselli edemiyorlar kadını. Bağırıyor, feryat ediyor. Çocuğuna sarılıp "yavrum bizi bırakıp nerelere gitti baban" diye ağlıyor.
Birileri soruyor "Yeni nesil neden saygısız ?"diye Daha entelleri "Dejenere gençlik"ten bahsediyorlar. Yeni nesil saygısız mı sahiden, yoksa dürüst mü sadece? Benim fikrim yeni neslin dürüst olmadığı Sevgiden saygıdan bahseden korku, şiddet, entrika dolu aile(!)lerin hastalıklı tohumlarını iyileştirmek insanlara birey olabilmeyi özgür olabilmeyi öğretmek kime düşer bilmiyorum Ama eğitimsizlik, parasızlık, kültürsüzlük nasıl düşürür görüyorum Dürüst olmak gerekirse içimden şu çok popüler kadın programlarında da sıkça gördüğümüz bu kadın ve adamlara, sevgiden bahsettikleri zaman hass....r demek geçiyor...
Susuyorum.
Susuyoruz.
III.
Biri ya da öteki ne demek bilmiyordum on sekiz yaşımda hatta on dokuz ve yirmi iki yaşlarımda da Geceleri gizli gizli dinlediğim radyo programlarında üzerine konuşulan kavramlar üzerine düşünmek mutlu ediyordu beni. Yeni bir oyun geliştirmiştim kendi dünyamda. Bazı kelimeler yazıp onlara yanıtlar aramak hoşuma gider olmuştu.
"Gerçek" "Hangi gerçek?" "Kimin gerçeği" ya da "Gerçek ne?" gibi binlerce soruyu düşünüp gece olunca yazar ve kendi kendime tartışırdım. Soru soran kitapları okuyup yeni sorular türetmek hoşuma gidiyordu. Geçmiş sayfalara dönüp baktıkça verdiğim yanıtların gün be gün değiştiğini, geliştiğini görmek hoşuma gidiyordu. Büyüyordum, bir şeyler öğreniyordum ya da kendimi tatmin ediyordum emin değilim.
Bir gün tüm yazdıklarımı yakmadan önce oturup baştan sona okudum hepsini. Çoğu soruyu sormadığımı gördüm. "Her şey ne?" diye sormamıştım mesela. "Sığındığım o dada kurduğum hayal benim herşeyim"di. Böyle yazıyordum bıkmadan . Bir ayin gibi tekrarladığım hayalimi her gece yazmıştım İlginç olan hayalimin bir gün bile değişmemiş olmasıydı. Adını sessizliğe giden yol koymuştum. Sayfalar "Herşeyim bu hayal" "Herşeyim o sessizlik" "herşeyimsin sessizliğe giden yol" gibi cümlelerle doluydu. Anlaşılan o ki, "Herşey"in anlamını merak etmeyecek kadar iyi biliyordum.
Herkesin herşeyi farklı mıydı ya da umurumda mıydı hatırlamıyorum.O zamanlar koca bir hiçi sevmenin ne demek olduğunu da anlayamazdım sanırım.
Günlüğüme gizlice karaladığım küçük, kaybolmayacağım evdi değişmeden tekrarladığım tek düşüm; her şeyim... Küçüktü, eşyasızdı, bomboştu nedense ve beni boğacak, ayağıma takılacak hiçbir şey olmadan orada sessizliğin tam ortasında duyumsuyordum kendimi. Biliyordum bir gün o evde sessizlik olacaktı. Bomboş evin ortasında otururken "İşte bu"diye gülümseyecektim kendime.
İnsanları tanımıyordum ama insan yerine bir köpek istiyordum evimde Köpekleri tanıdığımdan, bildiğimden de değil. Sanki onları tanımak, bilmek, anlamak daha kolaydı. Öyle seziyordum sadece bu yüzden.
Bir köpek beni bırakıp gitmezdi babam gibi. Babamın da kanser olmasa gitmek isteyeceğinden emin değilim. Ama sanırım içimde gittiği için onu affetmeden öylece duran o küçük kızı bir türlü büyütemedim.
Köpekler de ölüyordu mutlaka ama öldüklerinde geride anlaşılamayacak tuhaf ilişkiler bıraktıklarını düşünemiyordum. Benden olup biteni anlamam bekleniyordu Babam ölmüştü
Ben ilkokula gidiyordum. Üç odalı bir evin arkaya bakan kapısı daima kapalı birinci yatak odasında babam yatardı Yanına gitmeme bir türlü izin vermediği için ona duyduğum kızgınlık gözyaşlarına dönüşürdü çoğu zaman Ben şimdi karanlıklar içinde hatırladığım o evde , aynı evde özlerdim babamı. Bazen gizlice merak edip yanına kaçtığım olurdu Nedense azarlar, kötü davranır ve kovalardı beni. Öte yandan annem "öleceği için üzülmeni istemiyor "derdi "Sen arkasından üzülme diye yapıyor tüm bunları" Bunu duyunca biraz rahatlar sevinirdim Yine de anlayamaz ve görmek isterdim onu. Bir gün, tek bir gün girebildim yattığı odaya. Flüt çalmayı yeni öğrenmiştim. Biraz da babam duysun diye üfleyebildiğim kadar üflüyordum flüte. "Süt içtim dilim yandı'yı çalıyorum" diye mutlulukla bağırıp duyuyordum evin içinde Sonra da endişeli bir havaya bürünüp "Ama olmuyor anne beceremiyorum galiba Yapamayacağım ben bu işi Benzemiyor değil mi?" diye vazgeçer gibi yapıyordum Bana yalan söylemeyi ilk kim öğretmişti hatırlamıyorum Ama bu hayatımın en sevdiğim yalanı olarak kalacak
Babam duysun istiyordum Çünkü o, benim yeni bir şeyler öğrenmeme çok sevinirdi, dayanamazdı. Eğer vazgeçtiğimi duyacak olursa beni teşvik etmek için bir şeyler yapacağını da çok iyi biliyordum İlk kitabımdı, ilk saatimdi, ilk bale ayakkabımdı babamdı.
İşe yaramıştı Beni çağırdığını söylemişti annem. Önce yaklaştırmamıştı kendine Yataktan uzak, kapının hemen yanına ilişmiştim "Çalsana"demişti Mutluluğu gözlerinden okunuyordu Çaldım İltifat etti Gözleri doldu ardından Bir fırsat çıkmıştı Hemen ona onu ne kadar çok sevdiğimi ve onun da beni sevdiğini bildiğimi, annemin bana öleceği için bağırdığını açıkladığını söyledim Kendimi kaybetmiştim "Ben , ölürsen üzülürüm tamam mı? İstediğin kadar bağır yine de üzülürüm Seni çok seviyorum baba Ne olursa olsun seni çok seviyorum Sen de beni sevdiğin için kovma Bak ben de geleyim birlikte yatalım Sen ölme tamam mı" diye söyleniyordum.
Okula gidip ne kadar güzel flüt çaldığımı göstermemi ve yeni şarkılar öğrenip eve gelince ona çalmamı istediğini söyledi Çok mutlu olacaktı "Peki"dedim. Yanına gidip onu öptüm o da beni öptü ve öyle bir sarıldı ki Beni ne kadar çok sevdiğini söyleyerek bağrına basıyordu Babamı özlemiştim Babam da beni özlemişti Okula ne kadar zor ama mutlu gittiğimi anımsıyorum O bir tek günün veda olduğunu bilmeden okula giderken dönmeyi hayal edişimi. Döndüğümde babam ölmüştü.Benden olup biteni anlamam bekleniyordu.
Bir ya da iki yıl sonra yeni babama "Baba" dediğim için eleştiriliyordum ama "Baba" demem gerektiği de söyleniyordu. Çocuktum. Kucağımda bir bebek duruyordu. Ona da kardeş demeye başlamıştım. Bu kez annemden doğduğu için kardeşim olduğunu söyleyenlere karşı babamdan doğduğunu söyleyerek itiraz edenler türedi. Üvey mi öz mü? Ben yetim miydim öksüz mü? Oturduğumuz evin kime ait olduğundan, kimin iyi kimin kötü olduğundan, hatta kim olduğumdan bile emin değildim artık. Kim aldatmıştı ? Kimi aldatmıştı? Ben niye aldatamıyordum kendimi? Aldatıyor muydum yoksa?
İnsanları tanımıyordum Tek bildiğim tanımak istemediğimdi. Her gün yeni bir kavram, yeni bir sır ile uyanıyordum Bu nedenle köpek istiyordum evimde.Tüm bu ilişkileri sorgulamayan, isimlendirmeyen, sadece yaşayan ve insana benzemeyen yanları olan bir köpek... Sokakta öylece duranlardan Hani şu sevgilerini göstermemek için çeşitli bahaneleri ya da insanca(!) garip çabaları olmayanlardan. Benim gibi sevildiğini hissettiğinde gözlerini insanlardan kaçıranlardan. Çünkü gideceğimi ve sokakta kalacağını bilenlerden. Öyle bir tanesini yanıltmak istiyordum gitmeyerek. Yıllar boyu birilerinin beni yanıltmasını istediğim kadar çok. Ama yanılırsam korkusuyla gidenlerden oldum hep ve şimdi biliyorum ki yalnız değildim...
Bir de daktilo olmalıydı evimde. O kadar çok ses çıkarmalıydı ki daktilom, tüm komşular duymalıydı yazdığımı. Yazmak biraz suçtu ergenliğimde. Komşu kızlarının böylesi tuhaf ve sinsi yanları yoktu. Onlar çok güzel yemekler yapar, çok güzel cam silerler ve bu yanlarıyla annemi büyülerlerdi. Bense arka odada gizli gizli bir şeyler yazan potansiyel bir suçlu olmalıydım gözünde. Düşlediğim geleceği bilse ne çok korkardı kim bilir... Yine de bana güvenecekti bir gün .
Biliyordum. Annemdi onu sevmekten vazgeçebilir miydim Annemdi ve mutlu olmak onun en doğal hakkıydı Onu üzmek istemiyordum Kendimi de ...
Günlüğüme gizlice karaladığım küçük, kaybolmayacağım evdi değişmeden tekrarladığım tek düşüm; her şeyim.
Kapıdan kovulmadığın bir evi terk etmek zordur kimine göre. Annemi alıştırarak gidiyordum evden Sessizliğin ortasında olacağım yere gitmek istiyordum o zaman. Benim zamanımın anneleri biraz ezikti sanki. Sevgilerini gösteremiyorlar kendilerini ifade edemiyorlardı. Bir gün sessizliği bulduğumda anneme anlatacaktım hepsini. Kararlıydım.
Gitmelerim eve geç dönmeye başladığım saatlerle başladı Ardından, uzayan kilometreler Duyduğum ilk sessizlik halamın yanındaydı sanıyorum. Şehirlerarası bir otobüste yan yana oturuyorduk. Ne kadar mutluyduk Tanrım. Sessizliği arıyordum O gün anladım sessizlik kendin olduğun yerdeydi ve halam eski kuşağın İsauraya ağlamayan güçlü kadın sembolüydü benim için. Annemin, babamın ölümünden sonra yaptığı ikinci evliliğine ilk kez böylesi sevinmiştim. İşte bana böylesi bir kadına hala deme şansı vermişti. O, gurur duyulacak bir kadındı ve ben kilometrelerin uzadığı gün gürültülü şehri terk ederken içimden annemi emanet edecektim halama Öz mü üvey mi hiç tartışmamıştım Halamdı Bir şeyim olsun istiyordum Aslında ablamdı, dostumdu, beni anlayandı ama bunun toplumda anlaşılacak tek tarifi vardı; Halamdı.Yaptığımız yolculuk benim küçük evim için ilk adım olmuştu Böylece çalışmaya başlayacaktım hem de gürültüsüz, tek başıma olabileceğim, yepyeni bir şehirde.
Artık gecenin geç saatlerinde her şeyin tamamen sustuğu, havanın uçup giden şeylerle sarsıldığı anlarda bir köşeye çekilip dilediğimce yazabilecektim.
Bazen karanlıklar ışıkları doğuruyor Benim kendim olduğum yer burasıydı çalıştığım, ürettiğim ...Sessizlik, insanın kendisi olduğu yerde başlıyordu.
İstanbul, yaşamı kaynayan bir yemek tenceresinin içinde görmekten kurtaracaktı beni.
IV-
Küçükçekmece'deyim. Arkamı denize vermiş göle karşı otururken yazıyorum tüm bunları. Köhne trenden el sallıyor bir an çocukluğum.Başımı çeviriyorum Boş bir salıncakla göz göze geliyoruz. Kenarları pas tutmuş ve eski .Etraftakiler bakmasa koşup bineceğim o salıncağa. Kahkahalarla gülecek içimdeki çocuk.Pas kokusundan arınırken salıncak, yüzleşemediğim tren geri dönecek ve o da el sallayacak belki çocukluğuma. Arkamı dönüp bakabilsem sever miydim denizi Gölden bile çok sever miydim?
Nerden çıktı bu anılar? Doğanın mevsimleri gibi, her yaş bir başka esiyor Salıncağa binmek fikri de ne oluyor şimdi?Sımsıkı kavrayıp zincirleri ayaklarımı havaya kaldırmak bana uymuyor Artık otuzumdayım. Hızla kalkıyorum oturduğum banktan.
Aş kokusu olmayan bir evi anımsatıyor bana bu şehir. Kavgalı gecelerde kaygılı kadın ağlaması biraz. Gözlerine uyku girmeyen çocuğun Uyuyor numarası yapması gibi bir şey; belki sadece terk edilme korkusu.
Göl kıyısında yalnızlığı bekliyorsun Hayalin satıyor ama artık ürkünçsün, ağırsın Bir bank üzerinde unutulmuş cesedi olmalısın yaşlı şarapçının ..Kimse söz etmiyor bundan.
Sessizliğimsin yine de sen benim Yüreğimden geçen uzaklarsın Gerçekleşen umutlarım ve yeni tohumları filizlerimin.
İstanbul, oysa sen bilirsin. Balığa çıkan yorgun teknelerde isteksizce duran ağlar kadar. Bilirsin, ölümün gözlere düşen insan bakışını ve ayak izlerini taşırken hüznün yine de omuz silkersin acılara...
Derya Berrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Selma Demirkol <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ESKİ SEVGİLİYE...
Eski sevgiliye...
Artık bakmıyorum geriye
Taşımıyorum kederleri önümdeki günlere
Yol akar ve yürürsün;
İnançla umutla ileriye
Sakın bakma geriye
Suçlama kendini buda son sözümdür
Eski sevgiliye...
Arkasından eklerim yargılama beni diye
Sadece gerçek sevgiyi istemiştim
Onu sadece zihnimde hayal etmişim
Yanılgıya düşüp sana güneş
Gözlü çocuk demişim...
Biliyor musun sevdiğim güneş benim içimde...
Beni gerçekten sevdin zanetmişim..
Kal sağlıcakla gerçek sevgi seni bulsun
Melekler hep seninle olsun...
Ani Toros
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...Kapının önünde bir karartı var ama seçemiyorum. Buruşturup atılmış bir gazete parçasını bir kediye benzetiyorum diye düşünmüştüm. Yaklaşınca aslında onun turuncunun en güzel renklerini barındıran, araya serpiştirilmiş siyah küme küme tüyleriyle daha doğrusu bütün kedilerin bütün desen ve renkleri, sarı,turuncu, beyaz, gri, siyah... Kedi sever misiniz? http://www.kedigen.com/konu/19/3602
...Hangi hayvan türünün daha fazla tepki verdiği bilimsel olarak izah edilememiştir. Balık ve sürüngenlerin daha duyarlı olduğuna dair ip uçları vardır ancak en fazla köpeklerin verdiği tepkilerden söz edilmektedir. Bununda muhtemel nedeni bu hayvanların yakın çevremizde olmalarıdır. Yine de bazı araştırmacılar, köpeği en duyarlı hayvanlar arasında saymaktadırlar... Peki ya köpekleri sever misiniz? http://www.havhav.com/konu/13
Bu Sitede her türlü çıldırtan ve zıplatan materyal bulabilirsiniz. Bu dökümanları ister sevdiklerinize gönderir ve onlarla paylaşırsınız, isterseniz turşusunu kurarsınız ! Siteye her gün, her saat, her dakika yep yeni içerikler eklenmektedir. Günde en az 2 kez ziyaret ediniz. Hatta alın yatağı yorganı, bir köşeye kıvrılın. Mizah, hem de köküne kadar http://www.mizahturk.com
Siz depresyon nedir bilir misiniz? http://www.psikiyatrist.net/depresyon.htm kısa yolunda depresyon ve diğer psikolojik sıkıntıları, nedenlerini ve tanımları doğru yapabilmeniz için ipuçlarını bulacaksınız.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Spy Sweeper 4.5.5 [8.1 MB] Windows 14 günlük Deneme (29.95$)
http://www.webroot.com/shoppingcart/tryme.php?bjpc=64011&vcode=DT02 İnternete bağlanan her bilgisayarın mutlaka edinmesi gereken bir program. Eğer bilgisayarınızda durduk yerde pop-up reklamlar çıkıyor, tarayıcınız kendiliğinden birtakım sitelere bağlanıyorsa hiç vakit geçirmeden bu programadan edinin derim. Spyware, Malware denilen reklam programlarını temizleyebilen ve koruyucu kalkanıyla bir daha etkilenmemenizi sağlayan yetenekli bir program. Ben dikkatliyim demeyin, 14 günlük denemeyi yükleyip kullanın. Bakın görün neler çıkacak bilgisayarınızda. Benden söylemesi.
Yukarı
|
|
|
|
|
|