|
|
|
30 Kasım 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Tayyip Bey müjdeyi verdi!.. |
Merhabalar,
Elime fırsat geçtikçe şu bizim yöneticilere takılmadan geçmiyorum. Sağolsunlar son 1 haftada arka arkaya kırdıkları potlar, verdikleri resimler ben ve ben gibi onların hayranlarının ekmeğine yağ sürdü. Aslında tekrar burada laf etmenin anlamı yok biliyorum ama kayıtlara geçsin diyerek aklımda kalanları zikredeyeyim de rahatlayayım. Bir kere şu alt üst kimlik meselesi epeyce rahatsız etti hepimizi. Nedir yani? Altı üstü hepimiz bir coğrafyanın çeşitli bölgelerine dağılmış yaşayıp gidiyoruz. Türk ırkının varlığı bile hala tartışıla dururken, Atatürk 72 yıl önce o meşhur sözü söyleyerek tartışmalara noktayı koymuş bile. "Ne mutlu Türküm diyene." Bu sözde hamasi milliyetçilik duyguları yok. Çok çeşitli etnik kaynaktan çıkıp bir amaç uğruna kan dökmüş insanların kendisine Türk demesi var. Ümmet, kavim gibi kavramlardan uzak bir Türk Milleti ve o Millete ait olma duygusu var.
Zaman içinde bu lafın ne anlama geldiğini unutan insanlar çıkmış çıkmasına ama bunlar varolan gerçeği değiştirememiş. Ta ki Tayyip Bey olayın altını üstüne getirene kadar. Bu türden lafları ben ve benim gibi sıradan insanlar gayet rahatlıkla edebilir. Hatta haklılık payları da olabilir ama Türkiye Cumhuriyetini temsil etmekle görevli bir üst yönetici bu kavramlarla oynayamaz, oynamamalı. O takdirde FIFA almanağında Türkiye'nin dili Türkçe ve Kürtçe olarak yazıldı diye sitemkar olmak yanlış olur. Ancak Pazartesi günü gazeteleri gördüğümüzde aslında Tayyip Bey'in neyi kastettiğini gayet iyi anladık. Bir Türk Kadını, hem de bir bakan eşi, böceklere ilişmeden, yegane çiçek olarak ayrı bir masada oturmuş en müslümanından yemek yiyor. Bakanın açıklaması daha da ilginç. Rica etmişler de, o rahatsız etmemek istemiş. Bu tabloyu gören dış mihrakların neler düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Aslında durum apaçık ortada, her fırsatta sergiledikleri örneklere paralel, üst kimlik tarafından ezilen bir alt kimlik, yani kadınlar, kadınlarımız. Hoş o sayın bakan eşinin Türk kadınını ne kadar temsil ettiği de ayrı bir tartışma konusu.
Bir hafta önce bir belediye başkanının ortaya attığı "kırmızı sokak" kavramı, içki içilen ortamlara gösterilen müsamaha(!), türban olayını açıklarken kullandıkları ağdalı laflar, hepsi gerçek yüzlerin birer ikişer ortaya çıkma hali. Laikliği başka dinlere gösterilen hoşgörü olarak tanımlarken aslında laikliğin aynı dine mensup insanların birbirinin dini yaşama şekline göstereceği hoşgörü olduğunu yok saymaya devam ediyorlar. Müslüman tanımını kendi değer yargılarıyla yapanlar gün gelir bu tanımların altında ezilirler.
Gözümüz aydın, Tayyip Bey müjde verdi. Kurumlar vergisi %30'dan %20'ye düşecekmiş. "Bana ne ben kurumlar vergisi mi ödüyorum?" diyorsanız yanılırsınız. Ekonomik getiri olarak vatandaşın cebini belleyen hükümet aradaki %10'luk farkı KDV, ÖTV,vb olarak cebimizden kat be kat çıkaracaktır, haberiniz ola.
2 gündür muhteşem bir hava var İstanbul'da. Kar gördükten sonra tekrar o güzelim hazan mevsimine dönmüş gibiyiz. Haydi gelin şimdi hep birlikte İstanbul'da sonbaharı en güzel anlatan şarkılardan birini dinleyelim. Teoman söylüyor, İstanbul'da Sonbahar. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Gene Gel GECE
Gece hüzünlülerin en sık uğradıkları yerdir…
Gece gözyaşlarının yanakları yumruklamaya başlamasıdır…
Gece ne kadar kör-karanlıksa ulaşılması daha kolaydır…
Gece sözcüklerin ürktüğü , seslerin zaafa uğradığı , bakışların dumanlandığı an…
Gece düşüncelerin soykırım evi…
Gece parçalanmak için en uygun zaman…
Gece ; ölmenin tam zamanıdır…
Bir gece ; açık seçik sırlar serbest düşüş yaparken ağzından göz çukurlarıma,
Ben yağmurda kan çanaklarımı duruluyordum sorguçlarımla…
Bir gece ; ağır bombardıman ve duman altındayken beynimin kızgın yolları,
Sen mikroskobik gerçeklerle zar atıyordun bir miligram yalanına…
Bir gece ; anlamayanları aforoz etmeye çalışırken bünyenden sen,
Ben şarabın renginden utanıp kanıma küstüm…
Bir gece ; ben tortulardan daha çok diplemişken denizi
Sen bana okyanusların tuzundan ve biberinden dem vuruyordun…
Gece ve gündüz gereksiz yere uzun süren yaşamımın nedenlerinden ; nedensiz hayat
kaynaklarını tüketmemden , oksijeni hunharca katletmemden sayıklarken ben,
Sen sözlerini tekrar gözlerime dikip ; sözlerimin gözlerimden daha değerli olamayacağını hissettirdin…
Alişah Er
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
KALBİMİN OTURMA ODASINDA BİRİ VAR!
Haberin yokken aklının sol yamacına biriktirdiğin ne çok görüyorsun ya.. kulağımda hep aynı türkünün hicaz sızıltısı var.. (takvimlerden haberin yok mu)
Habersiz şaşkınlıklarımı yeni çıkarıyorum safran tutmuş sandığımdan.. sesinin yankılandığı duvarların rengini değiştirdim. Sesinin sızısını ve bu hicaz makamını içimden alsınlar diye… olmadı! Kalbimin duvarlarında kazınmadan birikenler öyle çok ki; çare değil sevgimin, duvarımın, türkümün fikrimin rengini değiştirmek….
Tüm renkler gidişinle grileşti sanki. Zamanın değeri hep bir saat geride kaldı benim için.. içimde içlenen bu hicaz hiç gitmeyecek bir davetsiz acı gibi oturdu kalbimin koltuğuna.. anladım ki çare değil duvarlarımın rengini değiştirmek. Zaten gidişinle hep biraz gri katılmış renklerin içine. Pembeye bile..
İçimde birikir diye göz ardı ettiklerim bir nota tutturmuş. . ben bam telime basıyorum gitarımla kalbimde sesin nota tutuyor her seferinde….
Öyle gidişin..
Umarsız, çaresiz, sıradan dönüşsüz….
Yağmur yağıyordu giderken hatırlıyorum…
Fikrimin acısından yağmurluk almıştın üzerine.. canını daha fazla acıtmasınlar diye..
Tanrısal bir yalnızlığa kilitledim sesimi senden sonra.. takvimler hep değişir oldu ama zaman tehditkar bir inatla yerinde saydı.
Şimdi mavisiz bir denizin tuzu erirken avuçlarımda yılların rengi düştü kalbimin duvarlarına. Görüyorsun ya hiçbir anahtar yok (sol anahtarı dahil) kalbimdeki bu hicaz sızıltısına çare açmaya.. ve son kez beklentisiyle belki uzak bir kıtalar arası çaresizliğinde yine aynı türkü aylardan sonra… tam çıkıyorken evden aniden çalınınca kulaklarıma gitmeye niyetlenenlerin hala benimle olduklarını anlamış olmaktı ihtimal canımı böyle acıtan…
Hiç değişmeyen bir hicaz sızıltı işte eni boyu aylardan sonra geriye kalan.. anlıyorum ki giderken unuttuğun bir şeyler var kalbimin oturma odasında.. sen bu zamansız yağmurda tam da çıkacakken kilitleyecekken kapımı kalbimi hicaz bir sızıltıya davet eder oldun.
Kusura bakma sevgili ben notamın sol anahtarıyla kilitledim çare bulamayacağımı ve artık senin de çare olamayacağını anladığım kalbimin oturma odasını… bu duvar, bu oda ve hiç bitmez bizi terk eylemez sandığımız bu sevda artık hicaz bir türkü sızıltısında.. geçmişler ola…
Sarahatun Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
YABANİ
Birinin saçlarına değdiğini hissetti önce. Bir an garipsedi, bu duyguyu çoktan beridir yaşamamıştı. Bir heyecan hissetti içinde, o elin saçlarına değmesine izin vermişti, kaçmak aklına bile gelmemişti. Yüzünde kocaman bir tebessümle olduğu yerden kıpırdamadı. Güzeldi bu hissettiği şey, hemde çok güzeldi... Gözlerini yavaşça kapadı...
Küçükken bir bebeği olmuştu, babası almıştı ona hasta olunca. Siyah upuzun kıvır kıvır saçları vardı tıpkı kenisininkiler gibi. Gözlerini kapatır bebeğinin saçlarını okşardı, birinin de onun saçlarını böyle okşadığını düşünerek. Yaramaz bir çocuktu. Tıpkı tüm çocukların olduğu gibiydi aslında, fakat annesi çok bağırırdı. Bu yüzden mi diye düşünürdü, acaba bu yüzden mi benim saçlarımı okşayıp sevmiyorlar. Böyle düşündüğü zamanlarda kendince yaramazlık saydığı bir takım şeylerden uzak dururdu. Salonda daireler çizerek koşmazdı mesela, ya da koltukların üstüne çıkmazdı. Annesinin yatak odasındaki komidinin üzerine örttüğü danteli de gidip kesmezdi. Uslu uslu sobanın yanında otururdu bir kaç gün. Annesi yalnızca "Aferin uslanmaya karar verdin galiba." derdi. O da içinden "Evet anne evet, farkettin dimi?" diye çığlık atardı ama o beklediği şey de gerçekleşmezdi. Beni anlamıyorlar galiba derdi içinden. Ama bir gün olsun gidip kendisini de anlatmaya çalışmazdı. Hiç bir zaman gidip de annesine "Neden beni bu şekilde sevmiyorsunuz, neden hiç kucağınıza yatırıp saçımı okşamıyorsunuz, neden sevginizi bana dokunarak göstermiyorsunuz." demezdi. Bunu o zamanlar düşünmemişti zaten. Belki ne istediğini söylesedi daha farklı olurdu herşey ama o söylememişti bir şey, sadece beklemişti ve o da gerçekleşmemişti zaten...
Alışmıştı artık bu duruma bir zamandan sonra. Bir beklenti içerisinde değildi artık. Hatta zamanla bundan kaçar olmuştu bile. Evlerine misafir gelirdi bazen, ne tatlısın sen böyle diye bunu saçlarına dokunmak için ellerini uzttıklarında hemen başka bir odaya kaçardı. Annesi de her zaman olduğu gibi,
"Biraz 'yabani' bizim kızımız, sevdirmez kendini pek." derdi...
Ne kolaydı annesi için bunu söylemek, halbuki yaşadığı şey ona göre çok acı bir durumdu. Arkadaşlarının annelerine bakardı, ne kadar da farklılardı kendisininkinden. Onlar seviyorlardı kızlarını, hatta bir keresinde Pelin'nin annesini, Pelin'i öperken görmüştü! Hatta Pelin de annesine, sarılarak ve öperek karşılık vermişti! Bir an içini bir hüzün kapladı ve annesinin ona en son ne zaman sarıldığını ve öptüğünü düşündü. Bir zaman sonra da bunu düşünmekten vazgeçti çünkü hatırlayamamıştı...
Büyüdükçe annesinden beklentileri farklılaşmaya başlamıştı. Artık ondan yalnızca saçlarını okşamasını beklemiyor, onunla konuşmak ve bir şeylerde paylaşmak istiyordu. Fakat zamanla bu fikri de düşünmekten vazgeçmişti...
Giderek yalnız hissetmeye başlamıştı kendini. Evet arkadaşları vardı belki ama hiçbirinin kendisini anladığını düşünmüyordu. Zamanla erkek arkadaşları da olmaya başlamıştı. Onlar bile yeterince anlayamamışlardı kendisini. Beklediği sevgiyi onlarda da bulamamıştı. Onlarda tıpkı annesinin yaptığı gibi sevgilerini göstermemişlerdi ya da gösterememişlerdi, ya da belkide...Belki de gerçekten sevmemişlerdi bile... Artık aradığı yakınlığı kimsede bulamayacağını düşünüyordu...
Tek başına birşeyler yapmaktan hoşlanır hale gelmişti. Dışarı çıkacağı zaman tek başına çıkıyor, alışverişe tek başına gidiyordu. O kadar alışmıştı ki bu duruma bazen arkadaşları onunla gelmek istediğinde rahatsız oluyor, sanki kendisi zorla onları çağırmış gibi hissediyordu. Birilerinin onunla ilgilenmesi garip bir durumdu artık ona göre ve karşısındakilere yük oluyormuş gibi hissediyordu. Hele en çok zorlandığı birinden kendisi için bir şey yapmasını istemekti. Sürekli çekinirdi. Tanımadığı insanlarla fazla konuşmaz, konuştuğu zamanlarda da muhabbetini südürmezdi. Nedense arkadaşlarının onu 'yabani' bulduğunu düşünürdü. Halbuki o, onların kendisini anlayamayacaklarını bildiği için onlara yaklaşmazdı. Bu durumun sürekli böyle devam etmesinden iyice korkar olmuştu.
Nereye kadardı içinde yaşadığı bu yalnızlık?
Gözünü açtığında o el hala başında ve hala saçlarını okşamaktaydı. Ona doğru döndü, gülümseyerek kendisine bakıyordu. Yüzüne kocaman bir öpücük kondurdu, karşılığında aldığı öpücük de mutlu olmasına yetmişti ve ona sarılarak tekrar gözlerini kapadı.
Elif Yalabuk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Fatoş Yılmaz Kavak |
Beyninize olumlu mesajlar gönderin…
İstemediğimiz alışkanlıklarımızı, öfkemizi, acılarımızı yenmenin yolunu bilmiyoruz ne yazık ki! Çünkü beyin gücümüzün çoğumuz farkında değiliz.
Ya da biliyoruz da umursamıyoruz.
Bu aralar etrafımda asık suratlı dolaşan çoğu insanın acılarını büyütüp karamsarlığa düştüğünü ve mutsuz olduğunu görüyorum.
Hayat tabiî ki güzelliklerin yanında acılar, hayal kırıklıkları vesaire bu duygularla beraber yaşanacak ama bunlar sizi hayattan koparmasın.
Hayatınızı zehir etmesin. Önemli olan bu, çünkü hayat her şeye rağmen güzeldir.
Şimdi çoğu insanın bu yazıyı okurken "yazması kolay" dediğini duyar gibiyim.
Ama bakın etrafınıza bunu başaranlar da az değil hani! Yaşama sevinci ve yaşama azmi ile insanların neler başardığını gözlemleyin.
Bazı duygular ve acılarla baş etmenin yolunu ben buldum. Ama öğrenmek ve uygulamak epey zamanımı aldı. Zaman zaman kendimi aciz hissettiğim anlar oldu. Özellikle ölüm ve aşk acısında, çocuklarımın yetiştirirken çektiğim sıkıntılarda epey zorlandım. Çünkü bu üçünde çıkan sonuçta "ben bunu hak etmedim."duygusu ağır basıyor. Profesyonel yardım aldığım zamanlar oldu. Baktım ki ağlamak sadece hayatı kaçırmama sebep oluyor. Değişen bir şey yok. O zaman ağlayıp kaderime boyun eğeceğime çözüm üretmeyi denedim. Ama yılmadan biri olmazsa bir diğerini denedim. Eğer gene bir şey değişmezse onlarla yaşamayı öğrendim. Ama hayattan kopmadan ruh halime zarar vermeden yaşıyorum. Yaşadığınız acılar sizi öldürmüyorsa sizi daha güçlü kılıyor.
Hangi duyguların bana zarar verdiğini öğrendim. Sürekli iç hesaplaşma yaptım kendimle beynimi bana daha yarar verecek duygularla donattım. Acım hafifler hafiflemez acılarımdan ders çıkardım.
Avustralya'da yaşayan aborjin kabilesinde ki insanların beyin gücüyle kalplerini durdurduğunu ve beyin gücünün ne kadar güçlü olduğunu öğrendim. Beynimi eğitmek için ve beynime hangi şekilde sinyaller yollamayı öğrenmek için Leonardo Da Vinci gibi düşünmek adlı kitabı inceledim ve oradaki uygulamaları yaptım.
Unutmak istediğim olayları ve kişileri unutmak yerine acı çekmeden onlarla yaşamayı öğrenerek devam ettim yaşamaya, çünkü her unutmak istediğimizde sürekli o olayı düşündüğümüz için beynimize gönderdiğimiz sinyallerle unutmayı güçleştiriyormuşuz.
Tüm yaşadığım acı ve üzüntülerde içimde yanan kırk mumun birini ertesi günü söndürdüm.
Kırk günün sonunda son mumu söndüremedim. O hep orada kaldı. Ama bana artık acı vermedi.
Bunları yaparak ve hayata sevgiyle, sıcak bakarak, kendim ve sevdiklerim için yaşamı kolay kılarak, eğlenerek yaşamayı güzel hale getirdim.
Şimdi hala "ne kolay yazmak" diyenlere yaşadıklarımdan birkaç örnek vereyim. Bu düşüncelerini biraz olsun değiştirir belki.
Beş yaşındayken aile içi şiddet olayını yaşadım.(Anneye dayak) Bu olaydan hemen sonra annem boşandı ve bambaşka bir hayat yaşamaya başladım.
Bunların bana öğrettikleri ise, bir çocuğun şiddet olaylarında neler yaşadığı ve izlerinin kaldığıydı ve her ne olursa olsun böyle bir olayda kadının o ortamdan hemen uzaklaşması.
İlkokul yıllarımı yani yedi yaş ve on bir yaş arasındaki dönemi yatılı okulda geçirdim. Bu bana kendi kendime yetmeyi ve özlemi öğretti.
On bir yaşında yeni bir adama baba demek zorunda kaldım. Bu da bana onu gerçek baba olarak sevebileceğimi ve kan bağınla baba olunmadığını öğretti.
On beş yaşlarında olduğum sıralar da zenginlikten birden bire normal şartlarda insanlar gibi yaşamaya başlamaksa bana her şartta yaşamın evde huzur varsa güzel olacağını öğretti.
On yedi yaşımda annemin bir sene boyunca bitkisel hayatta kalmasının bana öğrettiği ise sağlığın en büyük zenginlik olduğuydu.
Annemin ve babamın(Kan bağım olmayan fakat gerçek babam) ölümü ile öğrendiğim ise insanların sevdiklerini kaybetmeden onlara sevgilerini her daim göstermesi ve geç kalmadan sevgilerini söylemesiydi.
Babam yerine koyduğum iki eniştemin çok genç yaşlarda ölmesini yaşamak bana insanları kırmanın çok yanlış olduğunu "ölümlü dünyada buna değmez." Düşüncesiyle insanlara ona göre davranmam gerektiğini öğretti.
Çok sevdiğim bir dostumun kendi kızım kadar sevdiğim kızının ölümü ise bana en büyük acının evlat acısı olduğunu öğretti.
Bu acılar yirmili yaşlara kadar yaşadıklarım sadece.
Bu acılarla baş etmenin yolunu zor da olsa, hayata pozitif bakarak buldum.
Tüm olumsuz öfke kızgınlık gibi duygular yaşadığımda da bu pozitif olmak işime yarıyor. Öfkede ve kızgınlıkta önce olumluyu sonra olumsuzu görüp karşı tarafla öyle konuşuyorum. "Sen" dili yerine "ben" dili kullanıyorum. Çünkü yaşadığımız duygulardan biz sorumluyuz. Hala gelecekle ilgili özellikle çocuklarım için bazı korkularım var. Endişelerim var. Ama dehşete kapılmıyorum.
Şimdi bana sorabilirsiniz. Artık her daim mutlu olmayı başarabiliyor musun? Diye.
Bu mümkün değil tabii, hele bu dünyada bir de duyarlıysanız bunu başarmak çok zor. Hele de adrenalini yüksek ve bu tutkuyla adrenalin sporlarına düşkün bir oğlunuz varsa bu daha da zor oluyor.
Ama ağlayıp oflamak yerine ne yapabilirim diye düşünüyorum. Ağlamayı da en az gülmek kadar seviyorum. Çünkü insan olduğumu hissediyorum. Ama süresini uzun tutmuyorum.
İnanın artık yaşam da bana iyi şeyler sunuyor.
Her sabah aynaya baktığımda pozitif düşünmenin ve iyi bir yüreğin sonucunun yüzüme yansıdığını görünce huzur buluyorum.
"Eğer güneşi kaçırdım diye gözyaşı dökersen yıldızları da kaçırırsın." Bu sözü beynime kazıyıp yıldızları kaçırmıyorum.
Güneşi de.
Fatoş Yılmaz Kavak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Ateş Cihan Çetin |
O Güzellik ve Sevgi
Merhaba Güneş'in çocukları,
Sabahları hayata başlarken sevgili güneşin yüzünü göremez olduk.. Ama hayatımızda öyle yüzler var ki, her sabah baktığımızda güneş gibi huzur ve sevgi vermektedir bizlere.. Tıpkı benim kıymetli iki varlığım gibi, İrem'im ve küçük Evren'im.. Onları bana verene ve var edene sonsuz şükürler..
Kainatta en temel varlık O'dur, düşüncenin merkezini oluşturur.. Evrensel bilgiyi incelersek, kainatta yer alan her şey O'nun bir yansımasıdır aslında.. O' önü ve sonu olmayan, her şeydir ve her şeyde dir. Kainat, O'nun sevgisiyle var ettiği bir eseridir aslında, görmesini bilenlere..
Her şeyin temelinde sevgi vardır. O' evreni sevgi ile yaratmıştır. Gördüğümüz en büyükte, en küçükte ve gözün görmediğinde tanımı güç ama bir güzelliği vardır.. Biz insan olarak ana ve babalarımızın sevgisinin ürünleriyiz, sevginin çocuklarıyız aslında.. Eğer onlar gerçekten birbirlerini sevmemiş olsalardı, yaşanılan ve paylaşılan bu güzelliğin çekiciliği olmasaydı biz bu dünyada ki hazırlanan yerimizi alamazdık. Onun için insan her şeyi sevmeli; coşkuyla, sınırsızca, korkmadan sevmeli ve başka insanların sevgilerini kazanmalı...
Kainatta sevgi bir bilgi edinme yöntemi olmasına rağmen, akıl da ihmal etmemiş ve ona gereken önemi vermiş.. Hatta aklın, inançtan üstün olduğunu söylenmiştir çünkü aklı olmayan insanlar, bu dünyada inanmaktan da sorumlu değildirler.
Sevgi, O'nun yüce sevgisi bilerek, yaşanılarak, öğrenilerek elde edilir.. Bilimden ve kainat bilgisinden nasibi olmayanlar sevgiden mahrumdur diyerek sevgiyi, akılla güçlendirelim.. Yani, aklı ve bilimi olmayanın gerçekte sevgisi de olamaz. Gerçekten de ileri derecede ruhsal bedeni rahatsız olan insanlar, hiçbir şeye ilgi ve sevgi duymazlar.
Kainatta ölüm yok olma hali değildir, yeniden doğmadır... Ölüm, gerçek sevgili olan O'nunla buluşmadır. Öldükten sonra ruh, maddi bedenden kurtulup gerçek huzura ve mutluluğa erişecektir.
Tekamülün amacı insanı olgunlaştırmaktır. Bunun için insanın çile çekmesi ve diğer insanların verdiği sıkıntılara katlanması gerekir. Bunun için yaratılandan şikayet, yaratandan şikayettir. Gerçek inanan insan, başkalarının incitmesinden, sözünden ve elinden incinmeyen kişidir.
Bugün toplumumuzda, insanlar arasında sevgi, saygı ve davranışlarımıza tolerans eksikliği bulunduğunu gözleyebiliyoruz. Hemen bütün anlaşmazlıklar; sevgi, karşılıklı anlayış ile sona erdirilebilir. Yeter ki, birbirimizi gerçekten ve gönülden, karşılıksız olarak sevelim ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilelim.
İnsanlar hayatları içinde başlarına gelen bela ve sıkıntılara katlanacak ve bunların Allah'tan geldiğine, bunların kendisi için bir sınav olduğuna inanacaktır. Aynı zamanda bunların kendisinin olgunlaşmasına yardımcı olacağını kabul edecektir.
Kainatta üç evrensel İlke vardır: İnanç, Sabır, Şükür..
İnanç (gönülden bağlılık); aklından dünya ile ilgili maddi ve manevi işleri, nefsaniyet, ve egoyu çıkarıp daima O'nu ve O'nun büyüklüğünü düşünmek ve O'nu anmak durumunda olmaktır.
Sabır (çalışarak bekleme erdemi); kişi için bir bekleyerek ibadet, O'nu düşünme ve anmadır. O'na ancak sabırla ulaşılabilir. Sabır aynı zamanda insan için bir ilaç ve huzura kavuşma yoludur da..
Akıl (düşünme anlama gücü) ; Kainatta her şey sadece sevgi ve aşk üzerinde durmaz, aynı zamanda aklı da ele alıp inceler. Eğer insan, sadece sevgi ve aşk yüklü olursa duygusal davranıp gerçeğe ulaşamaz. Bunun gibi sadece akıl sahibi olup duygudan yoksun olursa, o zaman hayat bir makineden farksız olur ve ondan bir tat alamaz. Bunun için akıl ve sevgi dengesini çok iyi kurmak gerekir.
Söz üç yerden başlar ve güzelliği ile dile dökülür: Nefis, akıl ve aşk... Nefisten gelen söz bulanık anlamsız ve tatsızdır. Bu sözden n' söyleyen bir zevk alır n' de söylenilene bir hayrı olur. Akıldan gelen söz düşünen ve araştıran insanlarca makbuldür ve bir çok faydaların kaynağıdır... Aşkın, kalbin sözü ise söyleyeni mest, dinleyeni sarhoş edip neşelendirir...
Aslında insan her gece uykuda O'na gider ve uyandığında bu dünyaya yeniden doğar. Hele k,i her günün sonunda, bütün ruhlar ve bütün akıllar o uçsuz bucaksız derin denize açılır, yok olurlar.. Demek ki, kulun O'nda yok olması insan yaşadıkça her gün meydana gelmektedir. Kısacası insan her gece O'nun sevgisiyle ölüp, sabah yeniden dirilmektedir.
Gerçek sevgi, bütün insanlığı ve evreni koşulsuz sevmektir. Sevgi kavramında, başka insanların düşüncelerine, inançlarına, gelenek ve göreneklerine, yaşam biçimlerine ve kusurlarına saygılı olunması gereklidir. Empati ve samimiyet ise sevgi yoğunluğu ve dağılımı olan bir toplumda, içtenliğin yaygın hale gelmesidir.
Bunların doğal bir sonucu olan toplum, içten dürüstçe bir bağlılık içerisinde olacak ve güçlü bir dostluk zinciri kurulacaktır.
İşte bu zincir, çıkarsız bir beraberliğin, sevgi ve dayanışmanın son halkasıdır.
Ateş Cihan Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
DOSYADA SAKLI ÜNLEMLER
"Bir ülkede hukuk düzeyi,
Hukuk Fakültelerinde tuvalete yazılan yazılardan belli olur."
Dosyanın kapağını açmadan önce, "A efendi oğlum noktayla, virgülle halvet olmayı bırak da, eccük mizah yaz!" diyerek bana bu yazıyı yazdıran su gibi aziz karilerime, naçizane bir tavsiyem olacak. Lütfen işbu dosyadaki belgeleri tetkik ederken, Ankaralı Namık'ın "Salla" şarkısını dinleyiniz. Bu nezih şarkı dosyanın muhtevasıyla fevkalade uyum içindedir. Çünkü fena halde "sallamış" durumdayım.
I. DAVA DİLEKÇESİ - Ben Bu Adamdan...
Hakim bey, size rahatsızlık vermek istemezdim ama elde avuçta kalmayınca mecbur kaldım kapınızı tıklatmaya. Meselenin aslı-astarı şudur efendim: Davalım olacak bu herif, benim köylüm olup, ana tarafından akrabamdır da. Aramızdaki husumet bıldır bu vakitler başladı. Buğdayın parasını ofisten almış, paranın sıcaklığı cebimi yakıyorken, şehirden köye gelmiş idim. Dolmuştan iner inmez karşımda bitiverdi bu şeytanın dölü! Oğlunu everecekmiş, gelinine "eksik görecekmiş", vaziyeti iyi değilmiş falan feşmekan diyerek ayaküstü aklımı çeldi. Eşref saatime geldi anlaşılan. Cebimi bu adamın eline boşalttım. Haftası çıkmadan veririm dediydi. Haftalar geçti, aylar geçti, aha senesi dolacak vermedi borcunu. Şerefimi, haysiyetimi ayaklar altına aldım, kaç defa yalvardım "borcunu ver" diye. Laflarımı kulak ardı etti, tınmadı bile. Maruzatım bundan ibarettir hakim beyim. Alacağımı versin derim, başka bir şey demem.
II. CEVAP DİLEKÇESİ - Külliyen Yalan...
Hakim bey cenapları, davacı olacak bu zerzevatın her söylediği külliyen yalandır. Esasen, bu adamın sülalesi köyümüzde ve civar köylerde yalancılığıyla maruftur. Sakın ola, bu bostan korkuluğunun laflarına itibar etmeyin. Kim görmüş onun bana borç verdiğini. Hem kendisi çulsuzun biridir, o kim, birine borç para vermek kim? Madem ki vermiş, ispatlasın o zaman? Hani kefil, hani senet, hani şahit? Bana borç vermişmiş, alacağını istemişmiş. Oh ne ala! Bu devirde kefilsiz, senetsiz baba oğluna borç vermiyor. Kaldı ki... Lafın kısası, bu adama borcum yoktur derim, başka bir şey demem.
III. REPLİK - İki Gözüm Önüme Aksın Ki...
Nerden bileyim a iki gözüm herifin haramzade olduğunu. Senet yapmak da aklıma gelmedi, kefil istemek de. Aha şu gözlerimle dünyaya bir daha bakmak nasip olmasın ki, ben bu adama borç verdim. Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın. Anam avradım olsun ki doğru söylüyorum hakim bey. Bak büyük yemin ettim. Beni yalan söylemekle suçlayan adam dönsün de kendine baksın. Bakmayın bir kere basiretim bağlandı, insaniyetlik namına bu adama yardım ettim. Yoksa ben bu herifin cemazül-evvelini bilirim hakim bey. Cemazül-ahirini öğrenmeye lüzum görürseniz, Kahve Molası denilen atölyede müstahdemlerin kahve falına bakan "Falcınur" isimli zatı derdest edip huzurlarınıza getirebilirsiniz. Kendisi Silivri'de mukim olup kahveciler arasında lafına itibar edilen ve dahi lafıyla amel edilen değerli bir şahsiyettir. Bunu derim, başka da bir şey demem.
IV. DÜPLİK - Hakim Bey Kanmayın Bu Adama...
Hakim bey, inanmayın bu adamın yalanlarına. Bu herifin ne tıynette biri olduğunu iyicene anlayasınız diye bizim köyde dilden dile dolaşan bir meseli nakledeyim. Anlatılan odur ki, davalım olan bu patlıcanı içinde yılan olan bir çuvala koymuşlar da, aradan kısa bir müddet geçtiğinde, yılan bağıra bağıra kendini dışarı atmış, "kurtarın beni ey ahali, bu adam beni sokuyor" diye... Bunun her işi, her sözü yalandır hakim bey. Köyün delisi bile bu adamla dalaşmak istemez de, gördüğü yerde çalıyı dolaşır. Gözünün çapağını yiyim hakim bey, lafım şu önünüzdeki kitap gibi dosdoğrudur. Şeriatın kestiği parmak acımazmış. Kararınız başım gözün üstünedir, ben de bunu derim, başka bir şey demem.
V. BİLİRKİŞİ RAPORU - Bu İki Beyefendi...
Sayın hakim, bu iki herif, ay dilimi eşek arısı soksun, bu iki beyefendi arasındaki ihtilaf, davacının iddiasına binaen davalıya ödünç verilen bir miktar meblağın iade edilmemesinden neşet etmiştir. Davacı beyefendinin ödünç verirken davalıdan kefil istemeyi aklına getirmemesi, muhtemel kefil adaylarının dertsiz başlarına dert almalarını engellemiştir. Bundan başka "senet yapmak" gibi lüzumsuz yöntemlere girilmemesi dosyanın cezvedeki kahve misali kabarmasını önlemiş ve böylece benim işimi de kolaylaştırmıştır. Dosya münderecatında "tanık" beyanlarının bulunmaması da "tanıkların ifadelerini okumak ve hangisinin doğru söylediğini anlamaya çalışmak zahmetinden bendenizi kurtardığı için" ayrıca sevindirici bir husustur. Bu durumda, sözü edilen meblağın ödünç verildiğini kanıtlayacak "delil" dava dosyasında mevcut olmadığından, vaki talep ve iddianın haklılığı, ancak tarafların vakti zamanında emdikleri sütün helal mi haram mı olduğunun tespitine bağlıdır. Lakin, beylerin anaları rahmet-i rahmana kavuştuklarından sütün tahlili de imkansızdır.
Takdiri zat-ı âlinize ait olmakla birlikte, naçizane kanaatim odur ki; içten ve yapmacıksız konuşması dikkate alınırsa davacı muhterem davasında haklı olabilir, lakin davalı muhteremin iddialarını da yabana atmamak icap eder. Kanaatim bu yöndedir, katidir ve dahi benden ek rapor isteseniz bile asla değişmeyecektir. Şimdiden diyeyim de sonra benden ek, kek talep etmeyiniz. Tek işim size rapor yazmak değil ki efendim. Daha acil ve daha "tez" yapılacak işlerim var. Bir de "yazar" olmaya heves ettim ki hiç sormayın. Hababam yazıyorum. KM'nin imladan sorumlu bakanı olma girişimlerim ise hepten kepazelik. O bahse hiç girmeyelim. Öbür yandan, devlet baba da benden nöbet bekliyor, her an celp kağıdım gelebilir. Velhasıl-ı kelam beni oyalamayın hakim bey. Şu canım havaleye güzelim imzanızı konduruverin de, vezneden harçlığımı alayım.
Dosyayı, münderecatındaki malum zerzevatla birlikte dükkanınıza sepetliyor; şimdiden elinize, dilinize ve dahi belinize kuvvet diyor, saygılarımla işbu raporu noktalıyorum.
VI. İLAM - Dağılın Ulan Keresteler!...
Nedir ulan benim sizden çektiğim? Nasrettin Hoca'nın türbesi gibi ışığı gören içeri dalıyor. Bedava şişme kadın dağıtıyoruz sanki. Dert sahibi olmaktan başka bir işiniz yok mu sizin kardeşim? Belki benim de derdim var kendime göre. Ben dava açıyor muyum? Bu ülkede, şükürler olsun mafya denilen yaygın bir hizmet örgütü var. Biraz da oraya tevessül edin bre zındıklar! Başı ağrıyan hakim bey yetiş, dişi ağrıyan hakim bey kurtar beni. Oldu, gözlerim doldu. Babanızın uşağı var burada. Zaten devletin verdiği maaşla zar-zor yaşıyorum. Karının dırdırı, oğlanın vırvırı, başsavcının zırzırı... Yeter be! Ha şu kapıdan bir kere de hortumcu büyüklerimizden biri girsin. Hepsi çulsuz bunların. Müşteri çulsuz olunca, haliyle dükkan sahibi de çulsuz.
Çok dolmuşum, bu dosya iyi geldi, boşaldım, rahatladım valla. Kalkın ulan ayağa keresteler! İlamı açıklıyorum. Evvela olmazları olduran, olanları öldüren siz çok saygıdeğer bilirkişi cenapları, "imza" işinizi sabah namazından sonra bırakıyorum. Şimdi abdestimi bozamam. Davacı ve davalı mevkiinde oturan saygıdeğer dallamalar size gelince... Bir daha sizi adliyenin etrafında görürsem, Allah yarattı demem, nazik bedenlerinizi kulaklarınızdan elektrik direğine monte ederim ona göre. Şimdi, şamatayı kesin ve dağılın ulan! Mübaşir oğlum, at bunları dışarı. Sen de çık, mesai bitti. Çıkarken de kapıyı içeriden kilitleyiver sana zahmet! Oh be!... Bu dosyanın da işi bitti!...
DİPNOT : Yazımın gerdanlığı olan "epigrafa", talebeliğimin ilk günlerinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi tuvaletlerinin birinde (elbette erkeklere ayrılan kısımda) rastlamıştım. Ne yazık ki, söz yazarı değerli Tosun kardeşimin şu an nerede yaşadığını ve hangi baroya kayıtlı olduğunu bilmiyorum.
Aziz Baysal azizbaysal555@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BEN BİR YAZARIM
Evet, Ben bir yazarım. Herşeyi yazarım. Gökyüzündeki bulutu, doğan güneşi soğuğu - sıcağı , insanı - hayvanı , güleni - ağlayanı, mutluyu - mutsuzu , yazar dururum arkadaş, sende yazarsın. İkimizde, üçümüz beşimizde aynı çizgide gider geliriz. Herkes kendi yazdığını döner döner okur ve " Ne güzel deyişlerde bulunmuşum" diye sandalyesinde bir gerinip oturur sanki harikalar yaratmıştır. İşte Bendenizde öyle laflar etmeliyimki kendimi beğenmenin zevkine ulaşmalıyım. Çok görmeyin, şurada oturdum herkes Maç seyrederken ben yazı çizi ile uğraşıyorum. Zorum ne mi?Sizsiniz - ne yazsam size yaranamıyorum - BENİ BİRAZ ÖVÜN KARDEŞLERİM - HEPİMİZ BİRER ANA BABA EVLADIYIZ. . .
Gelin bir oyun oynayalım, getirin iskambil kağıtlarını. Oyuncuları dörtleyelim, Briç gibi. Dağıt kağıtları. . Oyunu ben açıyorum. . KOZUM AŞK. . Rakip oyuncu ALIŞKANLIK diye karşılık veriyor. - O'na karşı Ortağımın Yüzünün ifadesini okuyunca elinin iyi olduğunu anlamakta gecikmemeliyim , artık yükseltirmi bilmiyorum, Karşımdaki eşim. . SEVDA dedi hiç tereddüt etmeden. Hoşuma gitmişti bu deklere . . Bekledim rakibin ne diyeceğini. . SEX dedi. Demekki ellerindeki kağıt iyi değildi, KOZLARIMIZ BASKINDI, OYUNCULARI ŞÖYLE BİR SÜZEREK " ŞİLEM" İ BASTIRDIM. Ani çıkışım rakiplerimizi önemsemez bir gülümseme altında BATACAKSINIZ demeye getirircesine heveslendirdi. PAS DEDİLER, OYUN BAŞLADI. . . .
İŞTE BU OYUN DÜNYA KURULALI BERİ -Ademden Havvaya -OYNANIP DURUYOR.
BİR YANIK İLE OYUN BİTTİ. O günden bu güne sorar dururum. Bu bir batık olmasa GRAND ŞİLEM olacak, ama her kağıt dağıtıldığında oyun hiçbir zaman GRAND ŞİLEM ile bitmedi. Buradaki yanlışı , yanlış deklereyi kim veriyordu, hata nerede idi. Oyunun takıldığı bir nokta vardı, takıntılarla çözüme ulaşmak imkanı da yoktu. Her nasılsa ve nedensellik bağı nerede kopuk ise bir cevap bulmak için asırlar boyu çırpınan insancıkları gözümün önüne getirdim.
Şöyle bir ilk çağlara uzandım. Mağara devrinde duvarlara kazınan sevgiliyi aranıp durdum. Savaş vardı , canavarlar vardı, ekmek kavgasını çağrıştıran motifler , kıskançlığı vurgulayan zamanı simgeleyen oyuklar , şişkinlikler taşlara kazınmıştı. İnanılmaz ölçülerde işlenen hayvan figürleri vardı. SEVGİLİ YOKTU, AŞK YOKTU, hayat yoktu çünkü. Mağara insanı AŞKI bilmiyordu. ÜREME VASITASI OLDUĞUNU ANLAR GİBİYDİ. Bu yeterli değildi Aşk için. SONRA SAHİPLENME DUYGUSU HAYVANLARDAKİ İÇGÜDÜSEL YARATILIŞ FONKSİYONU GİBİ İNSANLARDADA FİLİZLENMEYE BAŞLADI . . Bir başladıki PİR BAŞLADI, O GÜNDEN BUGÜNE TUT TUTABİLİRSEN İNSANLARI.
Başladılar yazmaya, duyguların en yücesiydi O - Kaçılması mümkün olmıyan , insanı tuttuğu yerde oraya buraya savuran, kimseyi dinlemeyen 5 duyu değil sanki 6. cı duyu idi. Yazdılar, yazdılar papiruslara, kitaplara sığdıramadılar. Şöyle bir düşünün ki yazar hızını alamamış olayların yoğunluğuna öylecene kaptırmış ki kendini, kitabın bittiği yerde başlamış yorumlar. Bu yorumlarki hala destanları okunmasa bile hala şöyle imiş böyle imiş gibi tartışmaları devam edegelmiş. Kara sevdalardan tutun sonu gelmeyen aşklar, devletlerin kuruluşuna ve yıkılışına tanıklık etmiş.
Şimdi ben acizane AŞK için ne yazayım , döktüren döktürmüş söylenmeyen ne kalmışki ben onu bulup çıkarayım. Geçenlerde hadi bende bir iki laf edeyim aşk üzerine dedim. Sevgili Editörüm Cem'e gönderdim, onuda sarmadı yazdıklarım. Belkide benim yazdıklarım ve benzetmelerimi oradan buradan duyduklarım sanmıştır. Ne demiştim ben " Aşk bir ağacın yapraklarına düşen KIRAĞI gibidir. Şimdi, Kırağı gibidir dememiz yani bilgiçlik katarsam deyişime kusuruma bakmasınlar . AŞK, azıcık kırağı gibi SEVGİLİ GÜNEŞİ GÖRÜNCE ağır ağır uçar kaybolur gider. Aşkta öyle değilmi yani, efendim. Aşkı yaşanılması gereken , NİSBİ görenler içindir tabi kırağılanmak. AŞIĞIM DEMEK VE BUNU YAŞAMAK HER BABAYİĞİDİN HARCI DEĞİLDİR YANİ, KELEBEK ÖMÜRLÜLER İÇİN.
İşte gene felsefe yapmaya başlayacağım. AMA DİYECEĞİM O Kİ AŞKTA FELSEFE OLMAZ - TARİF HİÇ OLMAZ. Bakıyorumda Aşkı bir kalb şeklinde çiziyorlar. Bazılarıda ortasına bir ok koyuyor. Hatta kırık kırık çizgiler ortadan bölerek yapanlarda var. Bunlar ne demek allahaşkına . BAK ALLAH AŞKI DEDİM, TABİ EN ULAŞILMAZI ALLAH AŞKIDIR. O' nada var diyenler var yok diyenler var, inkar edenler var. Ama bu aşk silinmez görünür değildir çünkü. Dışa vurmaz , insanın içinde kalır. Kimseler bilmez. . . .
Bana kalsa AŞKI ifade etmek için-İNSAN BEYNİ yapardım , kalb yerine. Ama derlerki ONU - Sevgiliyi gördüm ve. . . ve. . . kalbim küt küt atmıya başladı. Yalana bak. Senin Beyninde bilmem hangi noktasında ALGILANMA OLMASINDA göreyim ben senin tık - takını. Birde şöyle diyenler var. . O'nu gördüm, vayy, beynimden vurulmuşa döndüm. Bence işte kalbin atması ile beyinden vurulmuşluk hangisi daha uygun düşmekte diye soracağım. Haydi düşünün. . Beyin bu, AŞK VURGUNU İLE baş ağrılarına tutulmak gelip geçen kalb ağrısından daha zor herhalde.
Bu konuda KALPSİZ DİYECEĞİNE -BEYİNSİZ DERSİN . . Nitekim Beyinsiz diyenlerde var, ama onlar bunuGERÇEKAŞK İÇİN değil aptal tutkunlar için kullanmışlar. AMA KULLANMIŞLAR İŞTE. Yani AŞK İLE BEYİN İKİLEMİNİ KABUL ETMİŞLER.
Lafı nerelere getirdik, niye yazmıştık bu yazıyı yahu. . Hatırladım, şu AŞK denilen ŞEY MEY İÇİN NELER denilmiş neler. Bak MEY diye dilimden düştü. Doğru be, AŞK kimilerine göre de İÇKİ gibidir. Hele sevgilinin elinden sunulunca.
Ne denilmiş Sevgili için. . Şimdi ben SEVGİLİ ile " AŞKI BİRBİRİNE KARIŞTIRAN bir konumda olmakta istemem ama AŞK OLMASI İÇİN -BİR SEVGİLİ OBJE OLMALI. . derler. . . Derlersede Aşk başka , kadın başka sevgili başkamıdır öğrenemedim bir türlü. Aşk dernekleri varmış, O teşkilata girmeden bu gibi sorulara cevap verilemezmiş, HADİ BEN O KADAR DERİNLERE GİRMEYEYİM DAĞITACAĞIM SONRA. . . . Abone olmayınca ve bu işlerin Özel Şifresini almayınca o sitelere girmek tehlikeli olabilir.
Senin neyine lazım oğlum bu aşk işine Mafyada karışmış derler. Derlerse de sanki bir kadın pardon aşk uğruna tarih boyunca azmı kan dökülen savaşlar çıkmış. Sonra aşıklar öbür tarafta buluşunca herhalde birbirlerine sormuşturlar, niye savaştıkta öldük, güzelce severek uzaktanda olsa yaşayıp birbirimizi görmeye devam etseydik. Durdun durdun yazar havasına girdin arkadaş sen , işe mafyayı da soktun ki yazdıkların kıymete binsin, okunsun ve değerlensin. .
Almış elin oğlu bir kadını ELE , CEYLANBAKIŞLIMSELVİ BOYLUM, LEPİSKA SAÇLIMDEMİŞ, KİRAZ DUDAKLIM - ELMAYANAKLIM -
GÜL TENLİM - KÖMÜR GÖZLÜM - demişte demiş. . Şiirinde demiş - Romanında demiş daha neler neler demiş. . DEMİŞTE KARDEŞİM BİZE DİYECEK BİR ŞEY BIRAKMAMIŞLAR, ŞU DÜNYA KURULALIBERİ. . Şimdi sıkıntım işte Ağabey benim burada, AŞK YAŞANDIĞI ZAMAN GÜZEL VE YAZABİLENDE ONU YAŞAYABİLEN. . HANİ BU GÜNLERİN İFADESİYLE , AŞKI GÜNCELLEMEZSEN VEYA NASIL SÖYLEYEYİM güncellemeyi BECEREMEZSEN AŞKI YAZAMAZSIN BUNU BÖYLE BİLESİNİZ. . .
HA BİRDE ŞUNU KABUL ET , HİÇBİR ZAMAN GRAND ŞİLEM YAPAMIYACAKSINIZ.
. VE YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK İÇİN AŞKI ZORLAMAYIN. YENİ YENİ İSİMLER TAKMAYIN. DAHA AÇIKCASI AŞKI KAFAYA TAKMAYIN . . DENİLEBİLİR. GELENLE YETİNİN . BU GÜNE KADAR SÖYLEMLER BAŞARILI OLDU Kİ AŞK BU GÜNLERE KADAR ULAŞTI. . DEĞİLMİ AMA. . . .
EVET, BEN BİR YAZARIM. HERŞEYİ YAZARIM - AŞK KONUSU HARİÇ,. ÇÜNKÜ YAZILACAK HER ŞEYİ DEMİŞLER, YEMİŞİ DE YEMİŞLER. . BEN İSE HADDİMİ DE BİLİYORUM. AŞKA YENİ KULPLAR TAKMAYACAĞIM. SEVGİLİ CEM'E SÖZ VERİYORUM. . .
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Selma Demirkol <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BİL İSTEDİM
Sessizlik gibi ağır geldi bugun bana
Seni ne kadar üzdüysem,
bin katı üzülmek istedim.
Hava sanki güneşin bağrında
bir kış haykırışı
Karlar yağdı üzerime tane tane
senin her kalp atışındaki
hüzünle birlikte...
Bedenine yansıyan her gözyaşında
Seni damla damla
sevmek istedim
Bir karanlıktı aldığım her nefes
bir günbatımı ki,
hiç sevemedim
Uzandım tutmak istedim
ellerini
hangi parmağından başlasam
karar veremedim
...
Her seyimle senin olmak istedim bugun
her gun oldugumdan daha da fazla.
Ve bil istedim:
sensizliğin ölüm olduğunu
her ölümümün bir kader,
her kaderimin bir sen koktuğunu...
Öykü Özü
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
...Kapının önünde bir karartı var ama seçemiyorum. Buruşturup atılmış bir gazete parçasını bir kediye benzetiyorum diye düşünmüştüm. Yaklaşınca aslında onun turuncunun en güzel renklerini barındıran, araya serpiştirilmiş siyah küme küme tüyleriyle daha doğrusu bütün kedilerin bütün desen ve renkleri, sarı,turuncu, beyaz, gri, siyah... Kedi sever misiniz? http://www.kedigen.com/konu/19/3602
...Hangi hayvan türünün daha fazla tepki verdiği bilimsel olarak izah edilememiştir. Balık ve sürüngenlerin daha duyarlı olduğuna dair ip uçları vardır ancak en fazla köpeklerin verdiği tepkilerden söz edilmektedir. Bununda muhtemel nedeni bu hayvanların yakın çevremizde olmalarıdır. Yine de bazı araştırmacılar, köpeği en duyarlı hayvanlar arasında saymaktadırlar... Peki ya köpekleri sever misiniz? http://www.havhav.com/konu/13
Bu Sitede her türlü çıldırtan ve zıplatan materyal bulabilirsiniz. Bu dökümanları ister sevdiklerinize gönderir ve onlarla paylaşırsınız, isterseniz turşusunu kurarsınız ! Siteye her gün, her saat, her dakika yep yeni içerikler eklenmektedir. Günde en az 2 kez ziyaret ediniz. Hatta alın yatağı yorganı, bir köşeye kıvrılın. Mizah, hem de köküne kadar http://www.mizahturk.com
Siz depresyon nedir bilir misiniz? http://www.psikiyatrist.net/depresyon.htm kısa yolunda depresyon ve diğer psikolojik sıkıntıları, nedenlerini ve tanımları doğru yapabilmeniz için ipuçlarını bulacaksınız.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
USBhive 2.502.11 [2 MB] Windows Bedava
http://www.basgetti.com/bfiles/USBhive.zip Tek dosyalı kullanışlı bir program. Randevu defteri, akıl defteri, mp3 çalıcısı,vs olarak cebinizde taşıdığınız USB PenDrive da bile saklayıp kullanabileceğiniz güzel bir program. Kendisi 3MB lık bir yer kaplıyor. Ek Belleğin geri kalan kısmına ne yükleyeceğiniz size kalmış. Program ücretsiz, dilerseniz bağışta bulunmanız isteniyor.
Yukarı
|
|
|
|
|
|