KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 873

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!


 2 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : "Zaid"le uğraşırken esası kaçırdık!..


Merhabalar,

Support World AIDS DayHepbirlikte atladık işte görüyor musunuz? Biriniz bile uyarmadı aşkolsun. Zaid'e daldık esası kaçırdık. Dün AIDS günüydü arkadaşlar. Hani şu hepimizin öcü gibi algıladığı ölümcül hastalık. Her geçen yıl kanıksadığımız olgular arasında yerini almaya bir adım daha yaklaşıyor bu AIDS. Bilgisizliğimiz de sürüp gidiyor. Özellikle gençlerimiz konudan bihaber. Nerden mi anlıyorum? En yakınınızdaki gençleri gözlemleyin ya da gazetelerin "Güzin Abla" köşelerine şöyle bir göz gezdirin. Sorulan sorulardan teşhisinizi koyun. Rastladıysanız mutlaka ilginizi çekmiştir, Haydar Dümen, Posta gazetesinin müdavim yazarlarından artık. Kendisinin ihtisası belli ama sorulan soruları ve Dümen'in verdiği cevapları okuduğunuzda Penguen'in sevişgenlerini okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Sayın Dümen salak saçması sorulardan öyle bunalmış ki verdiği cevapları okuduğunuzda katıla katıla gülüyorsunuz. Gülmenizin bir nedeni de o cevaptaki ince espriyi soruyu soran gencin hiçbir zaman anlayamayacağı gerçeği. Mesela bir soru: "Sayın Dümen, 17 yaşındaki kız arkadaşımla dudak dudağa öpüştük. AIDS olma ihtimalim var mı? Test yaptımamı önerir misiniz?". Dümen belli ki kızmış, tıbbi açıdan bir cevap vermektense "Ulen bulmuşsun 17 yaşında çıtırı çıtırdat git, nerden aklına gelir AIDS MAIDS" anlamında 1-2 cümle kurmuş. Daha neler var ama aklımda kalmamış. Okumadıysanız mutlaka okuyun. Geç olsun güç olmasın diyerek kırmızı kurdelamızı bugün göndere çekiyoruz.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesindeki ayıp sürüp gidiyor. Bu konuda daha çok yazılıp çizilecek belli ama anlamsız bir şekilde hasta hasta tutukluluğu sürdürülen Prof. Yücel Aşkın'ı, en azından dava sonuçlanana kadar, dört duvardan kurtarmaya yetecekler mi bilinmez. Son olarak elime Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlilerinden Füsun Özbilgen tarafından yollanmış, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Zühre Şentürk imzalı bir yazı geçti. Belki bazılarınız okumuştur ama ben genede "Dost Meclisi"nde yayınlamayı uygun buldum. Eminim okuyup değerlendirmek isteyeceksinizdir.

Gene epeyce geç oldu. Bizim eski plakların arasında bir aşina şarkı buldum onu pikaba yerleştirip kaçıyorum izninizle. Modern Talking söylüyor, Brother Louie. Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Güya yerleri doldurulacaktı !

Aralık ayı geldi ya, aklıma düştüler. Önce 18 Aralık 2002'de öldürülen Necip Hablemitoğlu, sonra 24 Ocak 1992'de kıyılan Uğur Mumcu. Ve diğerleri...

Ne denmişti, ne demiştik cenazelerinin ardından? "Bir Uğur ölür, bin Uğur gelir!" "Necip Hoca yaşayacak!"

Boş laflarmış !

Onlar uğruna çaba gösterdikleri ülke değerlerine göz dikenler açısından son derece kıymetli ve yerleri doldurulamaz varlıklardı. Hedeftiler.

Ortadan kaldırıldılar ve yerleri dolmadı!

Ortadan kaldırılmalarının 'gereği' ve önemi, yerlerinin doldurulamayışı ile açıklanmalı...

Neden?

Şengül Hablemitoğlu iki yıl önceki anma toplantısında "Yeriniz ve işiniz ne olursa olsun... Ülkenize yapılanlar ve yapılmak istenenlere karşı sizin ne yaptığınızı, ne kadar cesur ve iradeli olduğunuzu anlamak, ölçmek ister misiniz?" diye sormuştu ve devam etmişti sözlerine.

"Ne bedel ödediğinize bakın!"

Bu bedelle kast edilen kuşkusuz yalnızca insan canı değildi. Para, mevkii, şöhret, unvan beklentiler.... Bedel ödemeden mevcut düzeninin karşısında olmanızın anlamı olabilir mi? 'Mevcut düzenin' düzeni 'bedel ödemeden' sarsılır mı?

Hani Uğur Mumcu'nun yeri dolacaktı?

Neden Şemdinli'de olaylar boyunu aşan emniyet mensubu telefonla Mehmet Ağar Beyi arıyor?

Eski amiri olduğu için mi? Eski Emniyet Müdürü, eski İçişleri Bakanı olduğu için mi? Sıradan bir emniyet görevlisinin telefonunda Mehmet Beyin kaydı ne arar?

Akrabası mıdır? Eski yöneticisi midir? Nedir?

Bunu yazmak, söylemek ya da bu soruları sormak yetmez!

Onu biz, hepimiz zaten soruyoruz!

Neden hiçbir anlı şanlı gazeteci bu soruların yanıtlarının peşine düşmez? Düşmemiştir yıllar yılı.

Beş sene sonra 'anılar' şeklinde metinler yazmak, dizilere senaryo danışmanlığı yapmak için değil!

Paralı yayın organlarına üst düzey yönetici olmak için hiç değil!

Bugün soracaksın ve bugün yanıt arayacaksın... Evirmeden, çevirmeden, sulandırmadan.

Uğur Mumcu'nun yeri dolacakmış!

Birçok düzeyli belgesele imza atan gazeteci Can Dündar, ulemaya görüş sorulmasının 12 Eylül döneminde de söz konusu olduğunu yakalamış.

Büyük keşif!

Can Kardeşimiz, örneğin, can ekip arkadaşı Celal Beyin bugün nerede ve ne iş yaptığını merak etse ya?

Neden yöneticilerin yaptıkları, ettikleri iktidardan düştükten sonra deşilir, yazılır, çizilir? Konuşulur!

Düşenin 'yalakası' olmaz da ondan! Sizin yeriniz, geliriniz için artık tehlikeli değillerdir de ondan.

Araştırmadan da vazgeçtim. Gazeteciler hiç olmazsa gördüklerini- kendilerince- açıklıkla yazsalar, fotoğraflasalar.

Datçalı Gazeteci Sinan Kara gibi örneğin. Ya da bu hafta çektiği Bakan ve eşinin yemek fotoğrafı gazetelere manşet olan Hürriyet Samsun muhabiri Şenol Çakır gibi.

Unutmadan. Üniversite Hocalarının yerleri doldu mu?

Cavit Orhan Tütengil'in? Bedri Karafakioğlu'nun.... Bahriye Üçok'un? Bedrettin Cömert'in.

Hukukçuların, savcıların.

Muammer Aksoy'un.... Doğan Öz'ün?

Diğer ülkeler. Eski Başbakanlar bile kaçırılmadı mı? Başkanlar istifa etmediler mi? Gladio'su, mafyası boğazlarına kadar batmamışlar mıydı? Dün.

Kimler aydınlattı?

Cesur, mesleğine düşkün, dürüst gazeteciler, savcılar... Aydınlatanlar. Canları pahasına merak edenler, araştıranlar.

Azaldılar mı?

Bugün. Irak'ta, Ortadoğu'da egemenler hangi hesaplar içindeler? CIA'nin gizli işkence uçakları kaç ülkenin pistlerine değmiş?

Bugün.

Kim araştıracak, kim soruşturacak? Yolsuzlukların, katliamların, savaşların, gizli planların, hesaplaşmaların peşine...

Kimler düşecek?

Bu sorgulamaları kimler isteyecek?

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,897,897,897,897,897,897,897,89
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Çizmelerin Gıcırtısı

Ayak parmak aralarımda sümüklüler yuvalanıp; yaslandığım yastıkların deseni sırtımda dövmeler yaratana kadar yayıldığım yazlıkçı hallerimden bir akşam üstü yine.

Güneş usulca yerini geceye bırakıyor. Güneş ışınları ile verdiğim 'mahrem olmadan marsık olma' savaşını yine kazanmış, sereserpe tuz kokulu yanık tenimi kumlarla örtüyor, sürekli balkonda geçen hayatlar nedeniyle aşırı gelişmişlik gösteren sınır komşuluk ilişkilerimi kumsalda geliştirmeye devam ediyorum. Yan komşu, arka komşu hepsiyle ilişkim mükemmel. Dün gece dağıtıma verdiğim Ali Nazik tabağı çok sükse yapmış olmalı. Herkesin bana bakışı değişmiş gibi görünüyor. 'Ellerine sağlık, bayıldı bizimkiler, tarifini versene?' diyen diyene... 'Aşkolsun, ne zaman istersen yaparım' diyorum. 'Patlıcanlar közleniyor değil mi?' diyerek ağzımdan tarifi alma çabalarını boşa çıkıyor; ser veriyor, sırrımı vermiyorum.

Yazlık yerlerinde komşudan gelen tabaklar hep problemdir. Gönderilen tabağı boş yollama hadisesi savaş sebebi bile olabilir. Biraz geç uyanmaya gör, tüm komşulara 'Günaydın' deyip kendi eşref saatini bildirmemişsen eğer çıra gibi yanmışsın. Beyaz peynir üzerine koyduğun kayısı reçelli ekmeği daha yutamadan balkondan burnuna uzatılan bir tepsiyle irkilirsin. Bir fincan orta kahve yanında reçelli ekmek şekline dönüşür kahvaltı menüsü.

Yazlıkların sesi ve rengi şehirlere benzemez. Motor gürültüsü, kapı zili hiç duyulmaz oralarda. Sadece susmayan cırganların ve çocukların sesi vardır. Temmuz'da ötmeye başlayıp Ağustos sonlarına doğru sesi sızlanmaya dönüşen cırganlar, gri başlarlar şarkılarına; sararıp susarlar. Ama çocukların sesi marsıklara dönüştüklerinde bile kesilmek bilmez. Ya paletleri kayıptır ya da en sevdikleri şapkaları. Ya bir arkadaşı havlusuna sümüğünü silmiştir ya da terliğini alıp kaçmıştır öbürü. Şehirde steril viyollerde yaşayan bu yumurtalar, rastgele otlara bırakılmış sahipsiz çamurlu yumurtalara dönüşürler kısa zamanda. İlk günlerdeki şaşkınlıkları üzerlerinden atar atmaz konu komşunun beslemesi haline dönüşürler. Top peşimde şopar olup tanınmayacak hale geldiklerinden onları tanımamazlıktan gelmek de kolaylaşır. Bütün sorumlulukları üzerinizden atıp tatilin keyfini çıkarmaya işte o zaman başlarsınız.

Oralarda hava bedava, su bedava, karpuzun kilosu beş yüzbin eski liradır. Kışın kaçırdığınız tüm filmleri yıldızların altında çiğdem çitleyerek iki milyona izleme olanağı da akşam sefası...

Bazı muayyen günlerde pazar kalabağı olarak ortalığa sergi seren günü birlikçiler gelir kumlara. Kabak gibi seçilirler bizim aramızdan. Kocaları bizim oramızı buramızı seyre dalar, çocukları bizimkiler ile geçici dostluğun ağır aksak ayarını tuttururlar akşama doğru. Bunlar ola dursun, kadınlar bol bulunmuş arap yağı misali güneş yağlarını baldırlarına yedire yedire sürünür dururlar gün boyu. Manitası ile gelenler ise besbellidir. Erkekler bize aldırış bile etmezken, kadınlar yeni ağdalanmış tenlerine erkeklerinin mütemadiyen sürdüğü yağlar sayesinde bal kabağı misali parlarlar.

- Kızlar adamı biriniz uyarın, yağı fazla sürdü kadına. Akşama zehirlenecek.
- Neden?
- Kızım bu kadar güneş yağı yersen ne olursun?.
- Deli!
- Vallahi bir arkadaşım selülit kremini fazla kaçırmış bir hatunu yerken zehirlendi.
- Sus kız rüzgar sesi olduğu gibi götürür, duyacaklar...

En renkli simalar ise kuşkusuz Alamancılardır. Memleket domatesine özlemle akın akın gelirler yazlık yuvalarına. Rüzgarlı havalarda kuma inip onları seyretmek işin en keyifli yanıdır. Şişme yatak, deniz topu; eşantiyon şemsiyeleri ve komik kolluklarından oluşan taşı taşı bitmez plastik malzemelerinin rüzgara kapılıp, suyun öte yanına deniz yolculuğunu izlemek kadar keyiflisi yoktur. Bizim kumların yağız delikanlılarının kolladığı anlar bu anlardır. 'Babaaaaaaaa! Deniz yatağım kaçtı!' diye kumda tepinen bir çocuk ve hafif sert esen poyraz onların arayıp da bulamadığı şeydir. Böyle anlardaki doğru zamanlama usta çapkınlığın ilk sınavıdır onlara. Zırlayan çocuk iyice dikkatleri kıyıya çekip, yatak da yakalanması zor bir uzaklığa erişinceye kadar beklenmelidir. Herşeyin bittiği anın start düdüğü niyetine, baba tarafından çocuğun ense köküne şaplak inmesine ramak kala da denize atlanmalıdır. Atladın atladın, yoksa bütün yaz makara olursun gençlik canavarına. Her yeni yetişen genç günün birinde vereceği bu sınava yaz boyu hazırlanır durur. Küçük çocuğun ablasına kim yazılıyorsa bu kez denize atlama sırası ondadır. Vakur bir eda ile kumdan kalkar, balıklama denize atlar. Heyecan dorukta bekler diğer kankileri, herşey ayarında, sırasında ve kusursuz yapılmalıdır. Yatağı tam elde etmişken elinden kaçırmak işin racanundandır. Yatakta cilveleşmeden olmaz di mi ama? Son bir depar ile yatağın önüne geçer ve avını yakalar. Kahramanının yolunu gözleyen kirpiği yaşlı, gözünün bebeği güleç küçük kardeşin yanına gelindiğinde, başı şevkatle okşanmalıdır. Babaya selam verilir en saygılısından. Ablaya da 'Bu memlekette ne delikanlılar var gördün mü bebek?' alt yazılı bir afilli bakış fırlatan genç, tam o anda kıyıya bıraktığı havlusuna yavuklusu gibi sarılır. Havluya tadını tuzunu usulca; kuma kendini sertçe bıraktımıydı tamamdır.
Akşama gençlerin kutsal kumsal ateşi etrafındaki çember daha da büyür, yaz aşklarının dumanı yasemin kokar; kalpler çizerek dolanır yaz melteminin koynuna, ayışığında dudaklar başka ballanır.

İşte böylesi masum insani kaçakların verildiği bir akşam üstüydü yine.
Bir kaç akranımla kumlara yayılmıs oradan, buradan, eskilerden, yenilerden konuşuyorduk. Aramıza bu yaz katılan yeni yazlıkçılar ile çoktan kaynaşmış; ziyarete gelen akrabalarının en sevileni ve en sevilmeyeni top-on listelerini ezber yapmıstık.
Yaz tatillerinin en güzel taraflarından biri de budur. Her yaz yepyeni biri ile dün tanısıp, bugün can ciğer kuzu sarması olup, yarın, bir daha ki seneye kısmetse gorüşürüz, diyerek ayrılmak.

Biz kimbilir yine hangi komşuya konuk bikinili hatunun sarkıt ve dikitlerini analize dalmıştıkki 'Kızlar yanınıza oturabilir miyim? Diyerek, Berrin teyze geldi.

- Gel Berrin teyze hoşgeldin. Misafirlerin gitti mi?
- Aman yazlık yeri bilmemin? Allah soframızdan eksik etmesin. Koca sülalesi hiç bitmez, biri gider, biri gelir. Oğulları çalıstı da aldı ya evleri gari, tepe tepe kullencekler illa. Biz sanki kordon boyunda mabadımızı gezdirdik bunca sene.
- Vallahi senin adam da zor biraz. Ne yemeği, içki sofrası, ne afrası tavrası ne de avanesi eksik değil.
- Her sabah dükkana yollarken, 'Allahım akşama kadar bir çıtır bulsa da ben de rahatlasam' diye dualar ile gönderiyom amma... Bakalım kısmet.
- Bak kırk kere söylersen olurmuş ona gore.
- Dilinden düşürmüyor taş gibi hatunları. Alsın da daş gibi başına çalsın.
- İlahi Berrin teyze adamın ahı gitmiş vahı kalmış, nereden bulacak çıtırı?
- Bulan buluyor anam. O da bulsun gari, yetti canıma.
- Yapma Allah aşkına Berrin teyze, çıtırlar 60'lıklara bakar mı?
- Bakmamı kız? Durun size bir arkadaşımı anlatayım da acık gülün
- Hadi anlat.

Tombul poposunun ucuyla iliştigi naylon hasırına iyice yerleştip, bir keyif sigarası yakmaya hazırlanıryorduki, birden kalkmaya yeltendi.

- Kızlar bi yol, koşup karpuz kesip geleydim, içiniz yanmıştır.
- Biz duruken? Aşkolsun. Ben keser gelirim şimdi. Hele sen şu hikayeyi anlat.
- Benim yaşlarda bir arkadasımın kocası bundan iki yıl evvel yirmibeş yaşında bir kıza kapılıp evi terk etti gitti. Bir üzüldükki sorman gari. Ama baktık arkadaşımız oralı bile değil, az bıraksan zil takıp oynayacak, içimiz ferahladı. Sakın boşama, dedik hepimiz. Bunca sene kahrını çektin. Gurur uğruna zil gibi ortada kalma kocamış yaşında. Yok, dedi. 'Asla boşanmam, veririm ilaç torbasını yanına yallah.'
- Boşanmazsa yine kapısına geri gelir, kız onu şutlar nasılsa iki gün sonra.
- Allahın emri tabii de, bizimkinin adamı geri almaya hiç niyeti yok. Keyfi hepten tıkır. Kendi ayarında bir yaramazlık yapaydı belki ama, artık nafile, diyor bizimki. Kadın haklı. Kumsalda birbirine yaslana yaslana anca yürürken, poyrazda kaçan deniz yatağını yüzüp de tutabilecekmiş gibi çoşup gitmek de neyin nesi?
- Mesnetsiz özgüven olmasın?
- Neyse, iki yılın sonunda geçenlerde kız bizim arkadaşı aramasın mı telefonla.
- Eee, bak edepsize...
- Demiski kız; 'Sen ne gurursuz kadınsın. Kocan iki yıldır benim koynumda ve sen hala onu boşamıyorsun'. 'Boşamam' demis. 'İstediğin gibi tepe tepe kullan'. Diye de eklemiş. Kız bunu duyunca hepten hiddetlenmiş. 'Sen ne biçim kadınsın hiç mi kıskanmıyorsun?'
- Ayol ne kıskanması kadın kafasını dinliyor dimi ama...
- Bizim arkadaş, bak kızım, demiş, 'Ben bu adamı aldığımda yirmi yedisindeydi. Taş gibi, kapı gibi adamdı. Yıllarca bana sabah akşam koçlar gibi kocalık yaptı. Ne diye kıskanayım şimdi seni?
Tam tersi senin için üzülüyorum bile; onun saçının pırıltısını, göğsünün gürültüsünü, çizmesinin gıcırtısını ben dinledim... Sana da; saçının döküntüsü, göğsünün hırıltısı ile g.tünün zırıltısı kaldı. İnsan üzülmemi buna? Neyini kıskanam ben senin, sen beni kıskan dur'

Sanal aleme, ibret-i alem niyetine sunulur...

Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,879,879,879,879,879,879,879,879,879,87
23 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  GEÇMİŞ ZAMAN FISTIKLARI

Yaz bitti. Eylül herkesi evine, okuluna ve işinin başına çağırdı. Palamut, hem balıkçı tezgâhlarının, hem de sohbetlerin vazgeçilmezi oldu. Kestane karası fırtına yapmadı ama tekneler, alamanalar dolusu balık yaptı.

Bütün anlatılanlar birbirine benziyor. "Palamut sürüsü Engin Kaptan'ın ağları yırtmış dediler. Binlerce balık birden ağlara bindirince kayığı bile alıp götürmüş. Balık bol olsa ne yazar. Para etmedikten sonra. Tanesi yetmiş beş kuruş olunca küçük kayıklar bu işten ekmez yiyemez. Gırgırlar çok balık tuttuğu için esas voliyi onlar vuruyor. Balık da tezgâhlara sudan ucuz düşüyor. Kocaman palamutlar bir buçuk liradan satılıyor, balık resmen ayağa düştü. On senedir bu kadar ucuza gitmemişti." diyorlar.

Parklar, bahçeler iyice tenhalaştığı için akşamları iş çıkışı, eve gitmeden önce konservatuarın yanındaki bahçeye inip bir iki çay içiyorum. Yazın çok kalabalık olduğu için aşağılara, sahile pek inmiyordum. Dört akşam üst üste çay keyfimin en tatlı yerinde, yanı başımdaki diğer masaya bazen üç, bazen beş yaşlı kadın gelip oturuyor. Masalar birbirine çok yakın ve akşamüzeri etraf iyice sakinleştiği için kadınların sohbetini kelime kaçırmadan dinlemek zorunda kalıyorum. Başkalarının sohbetine istemeden dâhil olmaya, beni hiç ilgilendirmen muhabbetlerinin bitişik komşuları olmaya can atmıyorum. Aslına bakarsanız bunun tek bir çözüm yolu var. Kalkıp erkende eve gitmeliyim veya her zaman oturduğum çay bahçemi değiştirip başka bir yerde oturmalıyım. Kadınlar beklide ağır işitiyorlar.

Konuştukları her şeyi birkaç masa ileriden bile rahatlıkla dinlenebilecek kadar yüksek sesle anlatıyorlar.

Sohbetlerinde istem dışı boğulmanın eziyetini bir kenara bırakacak olursak, yaşları yetmişin üzerinde görünen bu eski zaman fıstıklarını seviyorum. Evlerine kapanıp, geçmiş güzel günleri hüzünle gözden geçirmek yerine, zar zor yürüyebildikleri halde kendi akranlarından bir arkadaş grubu oluşturmuş olmalarından, güzel eylül akşamlarının çay bahçesinde tadını çıkarmayı istemelerinden ayrıca çok hoşlanıyorum. Bir şekilde hayatın içinde kalmaya, yaşama tutunabilmeye çalışmalarını takdir ediyorum.

Geçmiş zaman fıstıklarından kendimce bir yolla intikam alacağım. Mademki çay bahçelerinde kimseyi umursamadan kendilerini yaya yaya konuşuyorlar, ben de onların sohbetlerinden kulağımda kalanları yazıp, yedi cihana duyurmaz mıyım? Sanal dünyaya rezil olup günlerini görsünler, insan içine çıkacak yüzleri kalmazsın diye sinsi bir plan yaptım.

Kadınlar uzun uzun kendi akranları olan ama şu anda hayatta olmayan başka bir kadından söz ettiler. Ondan söz ederken hem dertlendiler hem de evlatların, akraba ve hısımların zor günlerde insanı nasıl yalnız bıraktığından, vefasız ve vurdumduymaz olduğudan konuştular. İkindiden sonra bütün komşular toplanıp son görevimizi yerine getirip, alel acele fukarayı defnedip geri döndük. Kulaklarını aç ta iyi dinle… Sana ikindiden sonra gömdük diyorum. İkindiden sonra kolay kolay cenaze mi kaldırılır. Herkesin selası okunurken öğle namazını müteakip diyerek kasabaya duyuruluyor. Sadece yetimler, kimsesi olmayalar, garibanlar böyle defnedilir. Keşke biraz kalabalık olsaydık. Mevtayı az kalsın mezara indirmeye, üzerine toprak atmaya insan bulamayacaktık. Ay sizin halınız da, koltuğunuzda, perdeniz de, eviniz de yerin dibine batsın emi.

Teyzesinin kızını göndüm geçenlerde Hangisi var mı canım? Bilgi gelmiş işte, geçen akşam Zübeyde'den dönerken gördüm. Köşk'teki evin bahçesinde birkaç kişiyle oturuyorlardı. Teyzesi anca aklına gelmiş. Yanındakilere "Teyzemin evini görmek istiyorum."demiş. Teyzesini çok özlemiş, mezarlığa da gidecekmiş. "Başında bir yasin okuyayım, mübarek ramazanda teyzemin ruhuna ferahlık verir." diyormuş.

Anlaşılan teyzesi ölünce badem gözlü olmuş. Sen kimi kandırıyorsun? Rahmetli hayatta olsa ona kapısından içeri adım bile attırmazdı. Mutlaka "Senden gelecek hayır, dua benden uzak olsun."derdi. O kendi anasına bile bir tas su vermedi. Kadıncağızı son günlerinde bir huzurevine yatırdılar. Dört taneyi doğurup, büyüttü, okutup adam etti, elleri ekmek tutunca kadını bir başına ölüme terk ettiler. Evlat değil bunlar. Yılan, hem de engerek. Anasına evlatlık etmeyenden teyzesine ne hayır gelecek? Madem teyzeni seviyordun iki sene hastalık çekti. Bir kere gelip halini hatırını mı sordun? Ne gezer, rahmetlinin arkasından şimdi kalkmış tiyatro oynuyor.

Başka biri söze karıştı. Bilgi'nin ne kadar ikiyüzlü, yalancı ve vurdumduymaz olduğunu anlatıyordu. Anlatırken ağzını, yüzünü buruşturuyor mimikleri iğrenerek bir şeyi bakıyormuş gibi bir yüz ifadesi yansıtıyordu.

Teyzesi hasta yatağında ecelle pençeleşirken hanfendi ile kocası yeni evlerinin badanasına uygun halılara ve koltuklara bakmaya gitmişler. Bana bunu komşularından Vildan anlattı. Vay efendim fıstık yeşili ve lila renkler bu sene çok modaymış. İlla perdelerin renkleri badananın ve halının renklerinden biraz daha açık veya koyu tonlardan seçilip alınmalıymış. Sanki babasının sarayı vardı. Bu kadar sosyetik olmayı nerden öğrenmişler bilmiyorum. Sonradan görme, gâvurdan dönme diye boşuna dememişler. Adı üstünde moda işte. İki gün sonra yeniden değişecek. Özenti bunlar, görmemişin oğlu olmuş severken tutup şeyini koparmış. Elleri iki kuruş para görünce başımıza paşa torunu kesildiler.

Geçen gün bizim Gülsün'e söylemişler. Kapıların verniklenmesi, banyodaki fayans ve duşa kabinin işleri bitince, eşyalar da gelip tamamlanınca komşuları çağırıp ulu tanrım huzur içinde oturmak nasip eylesin diye mevlit okutacaklarmış. Mevlit falan bahane bunlar evi konu komşuya gösterip akılları sıra övünecekler. Yalvarsalar bile bundan sonra onların evinin kapısından içeri adım bile atmam. Ölüm döşeğindeki teyzesini yüz üstü bırakıp mal derdine düşmüş yüzsüzlerle mi komşuluk edeceğim? Daha mutfakta da çok işleri varmış. Benekli Afyon Mermeri aramak için ta Samsun'lara kadar gitmişler. Şimdi çelik dış görünümlü eşyalar çok tutuluyormuş. Ankastre ocak, fırın, bulaşık makinesi ve buzdolabı birbirine benzemeliymiş. Rahmetli anası sanki bunları isli ocak başında büyütmedi.

Benim dedemin evinde günde yirmi kere sofra kurulurmuş. Üç kadın akşama kadar kazanlarla yemek kaynatırmış. O evin kapısından aç da girsen, tokta girsen mutlaka sofraya oturturlarmış Rahmetli dedem nur içinde yatsın çok hatırlı adamdı. Onun hanesinin bereketi hiç eksilmezmiş. Ne hocasıymış bilmem ama dedeme ulema adam, çok derin adam derlerdi. Bir gece rüyasında aksakallı bir derviş görmüş. Dedem su içmeye diye bir dereye inmiş. Birden dere bataklık olup onu içine çekmeye başlamış. Bataklıkta boğulacağı sırada aksakallı bir ermiş yetişip onu kendine çeken çamurdan çekip almış. Sonra aksakallı adam dereye sopasını uzatmış. Bataklık suları nura kesilmiş, billur suların içinden balıklar sıçramaya başlamış. Rahmetli dedem gördüğü rüyayı gidip Pervane Medresesinde imamlık yapan Hacı Zekeriya Efendiye anlatmış. Hacı İmam ona "Aç görürsen doyur, çıplak görürsen giydir."buyurmuşlar. Ondan sonra dedem kendini hayır işlerine adamış. Şimdi iki kuruşu bir arada görenin kıçı arşı alaya çıkıyor. Havasından, tafrasından yanlarına varılmıyor. Eski insanlar hem cömert hem kibirsizdi. Paralarları pullarıyla övünmez her vesile ile mallarını haramdan temizlemek için sadaka verir, hayır işlerlerlerdi. Nur içinde yatsın rahmetli dedem evliya gibi bir adamdı.

Sonra kadınların sohbeti gündelik işlere kaydı Gelinlerini çekiştirirler diye bekledim. Ama kimseyi çekiştirmediler. Kiren pekmezi, salça, turşu, erişte, tarhana muhabbetlerine geçtiler.

Pazara gidince biberlerde, salatalıklarda aklım kalıyor ama alıp turşu yapamadım. Benim turşularım olmuyor. Suyu köpükleniyor, biberlerim eriyip gidiyor. Sirke, koruk, sarımsak koydum yine olmadı. Nohut koy dediler. Denemediğim kalmadı ama bir türlü beceremedim. Şimdi hazır turşu ilaçları varmış. Bakkallardan hazır turşu suyu alıp kuruyorlarmış. Ben ilaçlara, hazır turşu sularına güvenemem. İçime sinmez. Geçen sene komşum Gürcü Ayşe'ye yaptırdım. Çok güzel oldu. Bu sene yine yaptırmaya yüzüm tutmadı. Zaten atık eskisi gibi de yiyemiyorum. Tansiyonum var benim. Doktor ekşi, tuzlu, acı yemeyeceksin dedi.

Tarhana ile erişteyle uğraşmanın devri de geçti. Sokağın yukarısındaki yufkacıya gidip ihtiyacım olduğu kadar alıp pişiriyorum. Eskiden yapıp İstanbul'a gönderirdim. Benim oğlan illa annemin tarhanası der başka bir şey demezdi. Artık onlar da istemiyor. Herifle benim yiyeceğimden ne olacak? Zaten kuş kadar iştahımız kaldı

Doktorlar ne derse desin. Kimin umurunda sanki? Onlar her şeyi çok bilir zaten. Ben her sene palamut tuzlarım. Mısır çorbasının yanına bir dilim çıkarıp yediğim zaman gözlerime can gelir. Balık bol ama daha tuzlamanın zamanı gelmedi. Denizin soğumasını beklemeli. Şimdi tuzlanan balık gevşer, süner ve güzel olmaz. Deniz soğuyunca yakalan balık diri olur. İşte o balıktan tuzlamak lazım. Şazile Hanım'ın geçen sene tuzladığı palamutlar bozulmuş. Çünkü kılçığının ortasındaki iliği çıkarmayı bilememiş, Süpürgeden bir tel koparıp, kılçığın içine gireceksin. İlik çıkmayınca balık fazla dayanmaz. Kokmaya, ağırlaşmaya başlar.

Sonra kadınlardan biri arkadaşlarıyla vedalaşıp masadan kalktı. Bastonuna yaslana çay bahçesinden uzaklaştı. Kadın daha gözden kaybolmadan eski zaman fıstıkları hemen dedikoduya başladılar.

Dedesinin neresi ulemaydı ayol bunun? Üç kadın akşama kadar yemek pişirirdi doğru ama bu değirmenin suyu nerden geliyor herkes biliyor. Adam tahsildardı. Vergi toplamaya çıktığında fakir fukaranın kapısında bağlı eşeğini, ahırdaki ineğini, sırtından ceketini bile alırdı. Yok, şöyle rüya görmüş, yok böle hayır sahibiymiş. Sen bu masalları git de başkalarına anlat. Köylerde fakir fukaranın ciğerini sök, gel kasabada birkaç baldırı çıplağı doyur hayır sahibi ol. Ağlayanın malının gülene yaradığı nerde görülmüş. Bunları tenekelerle altınları var diye anlatırlardı. Devran döndü neredeyse kuru ekmeğe muhtaç kaldılar. Alma garibanın ahını, çıkar aheste aheste.

Sonra masadaki diğer bir kadın ortaya daha çekici bir dedikodu attı.

Bizim sokakta akşam yine cümbüş vardı. Kim olacak ayol, şu bizim sarhoş, Kara İbrahim… Polis yine kapıya geldi. Her akşam kavga, her akşam polis, bıktık usandık. Gündüz bunların gıkı bile çıkmaz. Kavga akşam hergele olurlar. Kavga bir başladı mı sabahın üçüne kadar sürer. Her gece her gece canımıza tak etti. Kavga başlayınca üç tane yavrucağı da sokağa atıyorlar. Onları görünce içim sızlıyor. Alışmış sabiler, ağlamıyorlar bile. Evde dayak yemektense, sokaklarda sürtmeye çoktan razı olmuşlar. Komşular bu çocukların sadece birisi Kara İbrahim'denmiş diyorlar. Karısını satıyormuş hayvan herif. Eve başka erkek gelince o akşam hiç kavga gürültü olmuyormuş. Ama çocuklar yine sokağa salınıyormuş. Bizim sokağa dört beş ay önce taşındılar. Eski komşuları bunlardan kurtulduğu için sevinçten düğün bayram etmişler. Bir de biz bu süprüntülerden kurtulabilsek…

Eski zaman fıstıklarının en son konuştukları konu bu oldu. Sonra sanki bir daha hiç görüşmeyeceklermiş gibi abartılı bir şekilde vedalaştılar. Ağır, aksak adımlarla çay bahçesinden çıkıp evlerine dağıldılar.

Seyfullah Çalışkan
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Uyumsuz PenGuen

 Uyumsuz PenGuen : Uğur Erdoğan


  PenGuen'in gömLeği ütü istemez… II

''kimsenin umursamadığı hiçbir işe yaramayan
kaLdır şu gereksiz tanıkLığını ortadan...
           nasıL biLiyorsan öyLe düğümLe zamanı,

bütün öLümLeri gör
           ve birini evLat edin kendine .. ''
                                           Metin ALtıok __

böyLe yazmış büyük usta...
ama geL gör ki yaşamaktan vazgeçmek bir meziyet değiL,
beLki de meziyet, ama en azından benim için değil..

kafam o kadar ağır ki..
eğer öLmüş olsaydım, bir daha hiç yazmamış ve okumamış oLacaktım..
beLki de bu kadar okumamış oLsaydım yani şimdiki gibi olsaydım kafamdaki gümbürtüLerden çoktan öLmüş oLurdum...

şu an şu boktan teLevizyonu izLeyerek gözLerimi işe yaramaz duruma sokabiLirim.. ama gözLerim bana lazım.. biriyLe pazarLık yapacağım, karşıLığında midemi ve gözLerimi satacağım...

geri kaLan organLarım şeytanın biLe işini göremeyecek kadar çürüdü..

şu ana kadar kaç yaşamım oLdu hatırLamıyorum biLe.. yuvarlak hesap onüçbindokuzyüz'ün üstünde sanırım.. her sabah uyanışım yeni beden sanki.. hatırLayamadığım kadar çok şey yaşamışım bu kadar hayatta..

asLında boşa kürek benimkisi, ateş böcekLerinden daha yeniyim... her öLümümde geLecek öLümümden hamiLe kaLıyorum, her öLümümde evLat katiLi oLuyorum...

uyumaLıyım biraz...

yoo yoo şimdi değiL.. zaten istediğim an o minik mavi hapLarla dönebiLirim uykuya..
şimdi birini aramaLıyım.. güLdürmeliyim.. sohbetLer etmeLi şiirLer okumaLıyım..
iyide bunu niçin yapacaktım.. ne beni bu kadar bekLerdi ki !!..

artık oLan şeyLeri yok etmek Lazım, hiçbir şey geriye kaLmasın..
hayır hepsini değiL.. bir anı meseLa.. evet evet bir anı.. topLamaLı bütün anıLarı ortaya yığmaLı ve ortak bir kararLa bir tanesini geride bırakmaLıyız ki gidenLer ona minnettar olsun..

yaşLandım artık.. yaptığım hiçbir pazarLıktan karLı çıkamıyorum.. o yüzden midem ve gözlerim diyorum.biLiyorum ki her ikisini de eLimden alacaklar beni kazıklayacakLar..

içimden geçen geçmeyen şeyler bu günkü öLümümü bekLetiyor sadece.. bu gece öLmem biLe asLında kimseyi sevindirip, zevkLendirmeyecek.. eLLerinde kaLacağım etrafımdakiLerin, beni satamayacakLar ..

ama biLiyorum ki çok yakın zamanda bu iç organLarım ve beynim içimde yangın çıkaracaklar.. ve bir su bidonunu tutuşturacakLar elime.. ama ben ateşe suyu dökemeyecek kadar öLmüş olacağım..

uyumadan önce ben kimLeri arayacaktım, peki onLar beni aradıkLarında ben ne zaman uyuyacaktım…

vazgeçtim.. öLümlerimi bekLemeye aLıyorum ..
           bir ara toptan öleceğim ..

yada bu gece olduğu gibi, birkaç satır uğruna birkaç öLümümü zehirLeyeceğim ..........

Uyumsuz PenGuen….


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,928,928,928,928,928,928,928,928,92
12 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Ela Funda Yeğen


MAVİ NÜ BELLEK VE RÜYA
Uyanmalıyım...

" Bir yazar asla tam anlamıyla kötürümleşemez" diyordu. Kötürüm değilim. İçimde gizlenen o ürkmüş kelimeleri nasıl kandıracağımı bilmiyorum. İşaret parmağımı kıvırıyorum en yumuşak sesimle "Şşşt sevgili bellek yuvana geri dön" diyorum.her zaman ilk adımı benden bekleyen belleğe yalvarıyorum. Bahaneler üstüne bahaneler sunuyor. Suskun bellek. Sen NÜ BELLEK tin. Beni yarı yolda bırakamazsın çünkü benimle yaşamaya mecbursun!

Sen çıplaksın bellek!aykırılık yapma ve kar kristallerinin penceremi kırdığı o soğuk günlerdeki gibi yanımda ol...Temmuz gelmiş. Sıcak. Hava bulutlu ve nemli dudaklarıyla üzerimizde nefes alan bir akşam. Sen çılgınsın bellek! Yarışalım mı?

Çürümüş ayak tırnağında biriken yol yorgunluğun, eksik palyaço makyajın, kahvesiz mutfağın ve melodileri kurşunla delen teknolojik yalnızlığın. Hindistan cevizi kokan koltuk altı kokun ve unuttuğun şiirleri söndürdüğün kül tablandaki eksik suratlar. "Küller ölülere benzer" diyorsun. "Asla tanıyamazsın suratları"diye cevap veriyorum.

Filmlerden bahsederken yan komşumuzun Kieslowski'nin "Bleu" filminden fırlamış bir Juliette Binoche olduğuna inanmaya başlıyorum yine. Kocasının ölüsünü aldatan kadına benzeyen komşumuza "Mavi" dinletiyorum "funeral music". Sustu. Çayını bıraktı. Serinleyen akşamüstü rüzgarını bahane ederek evine girdi.

Düşünüyorum...Bir öykü yazmalıyım. Roman yazamam. Kaybederim ben o müsveddeleri. Kaybedince Amerikan filmlerindeki adamlar gibi üzgünce bir sigara yakıp hayatıma devam edemem ve odamdaki perdede gizlenen o erkenci ağustos böceği sesine katlanamam. Kitaplarımın yüzüne bakamam...Kendi kendime düşüncelerimle boğuşurken nü belleğim önceki gece gördüğüm bir rüyamı sunuyor bana...

RÜYA 1:
İki kişi konuşuyor. Biri ben diğeri ise Demet. Demet...Kederinden sarhoş bile olamayan, kısa tırnaklı, kibrit çöpünden bacaklı, kafası büyüklüğünde sandviç yiyebilen, sigarayla uykuya dalan, yırtık ilahilere inanan, bana şiir yazmayı öğreten ve kendisini kalorifer borusuna asarak mulak bir veda ile kayıplara karışan dostum Demet...

" Bilgin olacaksam soytarı olmak isterim!"
" Bu ne böyle? Ölüm marşı mı?"
" Hayır. Sessizlik..."
" Bu arp sesi ne?"
" O arp değil. Ölüm tıkırtısı."
" Bu ölmüş birine ait tırnaklar olabilir mi?"
" Ölülerin tırnakları uzamaz mı?"
" Hayır. Ölüler flüt de çalamaz."
" Kafandaki kırmızı peruk nerden çıktı?"
" Sana getirdim onu."
" Takmak istemiyorum!"
" Ne yapmak istiyorsun?"
" Benimle çay içmeni."
" Acelem var."
" Hava henüz kararmadı ki?"
" Bilmem. Ben körüm..."

gözyaşı ile kıvranan gözlerime ikinci bir rüyayı anımsatıyor nü bellek şimdi...Yine Demet.

RÜYA 2:
" Yanıma gelecek misin?"
" Bir gün. Evet."
" Yanıma geleceğini nereden biliyorsun?"
" İyi dostlar birbirlerinin geçtikleri yolu anlarlar."
" Köpeğin sahibini bulduğu gibi mi?"
" Hayır. Hansel ve Greten'in ekmeklerden buldukları evleri gibi. İşaretlerini bulacağım"
" Uyan. Daha fazla kalma yanımda"
" Yanına gelecek miyim?"
" Şimdi olmaz. Haydi çocuk olma"
" Sen de çocuksun ama..." ağlamaya başlıyorum. (Uyanınca gözlerim hala nemliydi)
" Kendini asan soytarıların yaşı olmaz"
" Yanına gelecek miyim?"
" Evet. Ama şimdi uyanmalısın."
" Sarılacağım sana!"
" Öpme ama."
" Neden?"
" Ölüler öpemez de ondan..."

Yuvarlanışla gelen uyanış...ve RÜYA 3:
NEREDESİN?
NEREDEYİM?
NERELERDEYDİN?
NERELERDEYİM?
NEREDENSİN?
NEREDENİM?
NEREDE?
Artık yok...

25. şarkıda bitiyor mavi. Pembe güllerle süslenmiş tütsü kulesinin damını örtüyorum sessizce. Bir sigara molası için göğe yakınlaşıyorum. İçim ne güzel sustu böyle. Şaşıyorum...

Ela Funda Yeğen


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,178,178,178,178,178,178,178,17
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya


  DOBO
  ŞEKERLEMELİ KURABİYE

Sevgili Kahve Molası dostları, yöresel yemeklerde bugünkü durağımız Mardin...

DOBO

MALZEMELER

1 adet kuzu budu, 50gr.badem içi, 8 diş sarımsak, 3 çorba kaşığı margarin, 4 bardak su, 15 adet tane karabiber, 1 çay kaşığı kırmızıbiber, 1 orta boy patlıcan, 5 adet çarliston biber, 2 adet domates, 1 demet maydanoz, yarım bardak sıvıyağ, tuz...

YAPILIŞI
Bademlerimizi suda birkaç dk. kaynatalım, soğuk sudan geçirerek kabuklarını soyalım, sarımsaklarımızın kabuklarını soyarak bütün halde bırakalım. Budumuzun üzerinde 5cm.aralıklarla yarıklar açıp sarımsak ve bademlerimizi bu yarıkların içine koyarak sıkıca kapatalım, budumuzun sığacağı bir tencerede yağımızı eritelim yağımız kızınca budu yerleştirelim ve her yanını eşit derecede kızartalım ve suyunu katarak bir taşım kaynatalım, tuz ve biberini serpip kapağını kapatarak 20dk. yüksek ateşte pişmeye bırakalım. Bu arada patlıcanımızı çaprazlamasına 1cm. eninde dilimleyip tuzlayalım ve süzgecimize koyalım, acısını atması için su serperek 15dk.bekletip yıkayalım. Biberleri enlemesine ikiye bölüp tohumlarını iyice temizleyelim, sıvıyağımızı tavada kızdırarak patlıcan ve biberlerimizi altın sarısı renk alana kadar kızartalım... Domateslerimizi dilimleyip, maydanozlarımızı ince ince kıyalım, pişen budumuzu ılınmaya bırakalım. Son olarak servis tabağında üzerine maydanoz serperek, domates ve kızarttığımız sebzelerimizle servis yapalım...

Nefis bir yemeğin hemen ardından sıra geldi tatlımıza, kolay gelsiiinnnn...

ŞEKERLEMELİ KURABİYE

MALZEMELER

250gr.margarin, 1 su bardağı pudra şekeri, yarım çay bardağı sıvıyağ, 4,5 bardak un, 2-3 çorba kaşığı haşhaş tohumu, yarım su bardağı marmelat veya reçel...

YAPILIŞI
Margarinimizi eritelim ve 1dk. ateşte tutarak hafifçe renk değiştirmesini sağlayalım ve soğutalım, soğuyunca içine sıvıyağımızı ve pudra şekerimizi ilave ederek iyice karıştıralım... Sonra, un ve haşhaşı katarak karıştırmaya devam edelim ve yoğuralım, yumurta büyüklüğünde hamur yapalım şekil vererek yassılaştıralım. Son olarak ortalarını parmağımızla çukurlaştıralım tepsiye dizelim... 130 dereceli fırında beyaz kalacak şekilde pişirelim, fırından çıkarıp soğutalım ve ortalarına marmelat ya da reçel doldurarak servis yapalım...

PÜF NOKTASI
ÇİKOLATA SOSO KURUYORSA: Hazırladığınız kekin üzerine eritilmiş çikolata dökeceğiniz zaman, çikolataya biraz tereyağı katın. Sonucunda hem lezzet verir, hem de çikolatayı yumuşatır...

AKLINIZDA BULUNSUN
Pilav pişirdikten sonra yağının fazla kaçtığını düşünüyorsanız, pişen pilavın üzerine 1-2 dilim ekmek koyup tencerenin kapağını kapatın. Ekmek dilimleri buharla birlikte pilavın fazla yağını alacaktır...

GÜNÜN MENÜSÜ:
Dobo, domatesli bulgur pilavı, cacık, şekerlemeli kurabiye

Müge Eralp Kaya


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Bugün sizlerle ilk olarak Buzuki Orhan Osman'ın son albümü "Maziden"i, ardından Lars Von Trier'in ABD'yi hedef aldığı üçlemesinin ikinci filmi "Mandalay"i son olarak 13. yüzyıldan 20. yüzyıla sömürge hareketlerini konu alan "Sömürgecilik Tarihi"ni paylaşacağım.

MAZİDEN / ORHAN OSMAN :

Müzikseverlerce yakından tanınan Buzuki Orhan Osman, üçüncü albümü "Maziden" ile sevenleriyle tekrar buluşuyor.

Bosphorus Kumpania, Balkan Ekspres, Devr-i Alem, gibi projelerinin dışında "Devr-i Alem" ve "Gökkuşağı" adlı iki albümü bulunan Orhan Osman bugüne kadar Yunanistan'dan ABD'ye, Fransa'dan Bulgaristan'a, Almanya'dan Kazakistan'a çok sayıda ülkede sahne çalışmaları gerçekleştirdi

Orhan Osman'ın müziğinde dünya üzerindeki sınırlar müzik ile kaldırılıyor. Pek çok enstrümanla zenginleştirilmiş, çok sesli dünya müziğini bizlere sunuyor Osman. 1976'da Almanya'da doğup Yunanistan'da uzun zaman yaşayan aslen Gümülcine'li Osman'ın müziğindeki zenginlik pek çok kültürü özümlemesinden, sentezlemesinden kaynaklanıyor.

Anadolu'nun hüznü, çilesi, acıları, Balkanlar'ın kalenderliği, sıcaklığı ve coşkusu ile harmanlanıyor "Maziden" albümünde.

Türkiye'nin pek çok önemli müzisyeninin bir araya geldiği albümde, davullarda Cem Aksel ve Volkan Öktem, basgitarda İsmail Soyberk, gitarlarda Erdem Sökmen, darbuka ve bendirde Cengiz Ercümer, kemanda Turay Dinleyen, banjo, buzuki, lavta ve cura'da Orhan Osman, piyanoda Bahadır Tatlıöz, kanunda Göksel Baktagir, kontrbasta ise Tony Jhons isimlerine rastlıyoruz.

On bir şarkının bulunduğu "Maziden" albümünde "Çakır Havası", "Göçebe Şarkısı" ve "On Dakika" öne çıkan parçalar.

Farklı bir albüm dinlemek isteyenler için Buzuki Orhan Osman'ın "Maziden" albümü dinlenmesi gereken bir çalışma.

MANDERLAY :

Günümüzün süper gücü Amerika olur da onu konu alan, eleştiren film çekilmez mi hiç. Bugüne kadar nicelerini gördük. Amerikan eleştirisi yapan yönetmenlerin başında gelir Lars Von Trier. Danimarkalı yönetmen, ilki "Dogville" olan Amerika'yı hedef aldığı üçlemesinin ikincisi ile karşımızda. Ama isterseniz kısacık Dogville'i hatırlayalım. 1930'ların Amerikası'nda Grace gangsterlerden kaçarken Dogville'e sığınır. Önceleri kasabada el üstünde tutulurken ardından kötü muamele görür genç kadın. Filmin sonunda Grace intikamını alır ve babasının kızı olduğunu kanıtlar bizlere.

İkinci filmde Dogville'den babasının yardımıyla kurtulan genç kadın dönüş yolunda Amerika'nın güney eyaletlerinden geçerken ilginç bir çiftlikle karşılaşır köleliğin yasaklanmasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen sömürülen, pamuk tarlalarında çalıştırılan köle zencilerle karşılaşır. Köleler ve çiftlik sahibi arasında garip bir düzen bulunmaktadır. Grace bu insanları özgürleştirmeye karar verir. Ancak köleler ne kadar özgürleşmeyi istemektedirler?

Serinin ilk filmi Dogville'in aksine Manderlay'de göze batan ve aşırıya kaçmış didaktiklik filmi sıkıcılaştırsa da düşündürücülüğünden bir şey kaybettirmiyor. Film her ne kadar Irak işgali öncesinde senaryolaştırılmışsa da dışarıdan dayatılan "özgürlük" kavramı ile ABD'nin Irak'a götürdüğü "özgürlük" arasındaki benzerlik gözden kaçmıyor. Bir topluma ya da topluluğa özgürlük ve demokrasinin kademe kademe verilmesi gerektiğini görüyoruz.

Dogville'de Nicole Kidman'ın canlandırdığı Grace rolünde ünlü yönetmen Ron Howard'ın kızı Byrce Dllas Howard var.

Doğallığı öğütleyen Dogma ekolünün kurucusu Lars Von Trier'in Amerika üçlemesinin ikinci halkası "Manderlay" Dogville'i izleyenler ve iyi bir Amerikan eleştirisi isteyenler için kaçırılmaz.

SÖMÜRGECİLİK TARİHİ / MARC FERRO :

Bugün Afrika toplumlarının arasındaki kanlı çatışmaların, Güney Amerika'daki Muz cumhuriyetlerinde çekilen sıkıntıların, doğuda olan darbelerin, silinen bazı etnik toplulukların ve pek çok ülkenin kanayan yaralarının nedeni Avrupa'nın emperyal amaçlarla başlattığı sömürgecilik hareketidir.

Batı Avrupa kökenli sömürgecilik hareketini ele alan bu çalışma büyük devletlerin hiç de masum olmadıklarını gözler önüne seriyor. Ruslar'ın Rus topraklarında yaşayan Slav olmayan topluluklar üzerine niyetleri, II. Dünya Savaşı döneminde Japonlar'ın Uzakdoğu'daki politikaları, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Sudan'a ve Habeşistan'a yönelik tutumu ve Çinliler'in öteki Asya toplumları ile ilişkilerinin de bulunduğu kitabın odağında Batı Avrupa'nın sömürgeleri bulunmakta. Batı sömürge sistemi diğer devletlerinkinden çok daha karmaşık. Batı, girdiği ülkeleri sadece sömürmemiş, sömürgelerini sürekli kılmak için sadece insanlara değil ruhlarına da sahip olmaya çalışmıştır. Sömürgelerini kilisesi ve ekonomisi ile ele geçirmiştir. Onlara kendi uygarlığını kabul ettirmiştir.

13. ile 20. yüzyıl arasında sömürgecilik hareketlerini konu alan kitap, dünyada devam eden savaşların pek çoğunu anlamanızı ve başka bir gözle bakmanızı sağlayacak.

serdar@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


SÖZÜMÜZ VAR!

Yazıma başladığımda 16 Kasım 2005, Çarşambaydı. Yani Van'a gelişimin altıncı yıldönümü. Biraz önce Rektörümüz Yücel Aşkın'ın yargılanmasına ilişkin Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame basında açıklandı. 1999 yılında bu tarih pazartesi gününe denk düşüyordu. Ankara'dan gelip tarifi güç bir heyecanla görevime başladığım o pazartesi aklımın ucundan bile geçmezdi tam altı yıl sonrasında böyle bir mektubu kaleme alacağım. Hep deriz ya yaşam! Ama o pazartesi yaşamın bu denli acımasız, bu denli insanın kanını donduracak, isyan ettirecek yüzünün de olabileceğini düşünemezdim hiç şüphesiz.

Ben rektörümüz Yücel Aşkın'ı 15 yıldan bu yana tanıyorum. Onunla ilk tanışmamız akademik ortamda olmadı. Kendisinin kurduğu ve başkanlığını yaptığı bir doğa sporları kulübünün üyesi olarak dağlarda gezerken tanıdım kendisini. Bu ortamda tanışmanın ne demek olduğunu ancak bu ortamı soluyanlar anlayabilir. Çıkarsız, art niyetsiz, paylaşımcı, sevgi yüklü, inançlı, heyecan dolu bir birlikteliktir doğa arkadaşlığı. Doğa tutkusu olanlar bir tuhaf insanlardır. Öylesine tuhaflıktır ki bu; rahatınızı, düzeninizi, hele bir de gerçek bir sanatsever iseniz büyük kentin size tanıdığı olanakları bile bir çırpıda iteleyip kalkar bir idealle, bir coşkuyla Türkiye'nin en doğusuna geliverirsiniz. Türkiye'nin en doğusundaki üniversitesine. Buna herkes kolayına cesaret edemez ama edeni de işte böyle yaparlar.

Sayın Aşkın, rektör olduktan kısa bir süre sonra Ankara'ya gelerek bana Van'da birlikte çalışmayı teklif etti. Oysa ben Ankara'da bir Üniversite değişikliği yapmıştım. Doğal olarak yeni mekanımda akademik anlamda yapmam gereken çok şey vardı. O gün bana Van'a ve Üniversitesine dair düşünden söz etti; bu düş, uzun zamandır kendi içinde yaşamını sürdürmeye bırakılmış olan bu Üniversitenin çağdaş bir yaşam dinamiği içinde Doğu Anadolu'ya ve hatta Türkiye'ye bilim, kültür ve sanat alanında öncülük edebilecek düzeye ulaşması üzerineydi. Çünkü Sayın Aşkın, bu yörenin zengin bir bilim ve kültür mirasına sahip olduğunun bilincindeydi herkesten fazla. ''Orada da çok doğru insanlar var ve onlarla el ele vererek bunu başarmak zorundayız. Doğunun sana daha fazla gereksinimi var, akşama yanıtını bekliyorum'' diyerek yanımdan ayrıldı. Ben akşama bile kalmadan kendisini aradım ve ''tamam hocam, geliyorum'' dedim. Üstelik de bu yanıtı verirken ne Van'daki Üniversiteye dair yeterli bir bilgim vardı, ne nerede kalacağıma, ne de ne kadar maaş alacağıma dair. Ama bir tek şeyi çok iyi biliyordum; Yücel Aşkın'ın doğru adına başarma hırsını, hiç pes etmeyen mücadeleci ruhunu, herkesin kolayına sahip olamayacağı yüksek öngörüsünü, insanı insan yapan aklı kullanma gücünü ama en önemlisi yurdunun her köşesine olan sevdasını ve Atatürk devrimlerine bağlılığını. Çevresine öyle bir inanç yüklerdi ki en olmazı bile oldurabileceğinizi hissederdiniz.

İşte bu inançla başladım Van'daki yaşantıma 1999 Kasımı'nda. Ama altı yıl sonra aynı gün basından öğrendiğimize göre Rektörümüzün ilgili iddianamede 2000 yılın üzerinde hapsi isteniyor. Dahası Üniversitemizin akademik ve idari dokuz üyesi için de sanık olarak yargılanma kararı çıkmış. Kim bunlar? Ayşe Yüksel Hocam; kendisini yurduna, yurdunun yarınları olan gençlerine adamış idealist ve yürekli bir Cumhuriyet kadını. Hasan Ceylan Hocam; Üniversite'nin kuruluşundan beri zor koşullarda karşılık beklemeden hizmet vermiş, en önemli özelliklerinin başında hiç şüphesiz ki dürüstlüğü gelen gerçek bir öğretmen. Bir diğeri, çağdaş ve laik çizgiden asla ödün vermeyen, gözü pek Fırat Cengiz. Bir başkası, kurallara son derece uyumlu çalışması ile tanınan genç bir profesör, Işık Tepe. Yani Üniversitemizin rektör yardımcıları, dekanı ve genel sekreteri. Sonrası da var; kendilerini düşündüğümde ruhlarının aydınlığı ve güzelliği ile hep içimi titreten bir çift, Şükran-Salih Yurtkuran ile çalışma arkadaşları Bilent Şahin ve Saffet Kara. Onlar da Üniversitemizin idari kadrodaki en çalışkan ve özverili bireyleri. Bu dokuz sanık içerisinde bir de Enver Arpalı vardı, genel sekreter yardımcımız. Sayın Arpalı'yı iyi de tanırdım. Onun ne denli duyarlı, ne denli ince eleyip sık dokuyan, ne denli dürüst, ne denli onurlu olduğunu da çok iyi bilirdim. Ama artık o sanık olarak yargılanamayacak.

Altı yıl önce Van'a gelirken işimizin çok kolay olmadığını biliyordum ama bu kadarını asla. Yazımı tamamlarken tarih, 24 Kasım oldu. Yani Öğretmenler Günü. Bu gün tarif edilemez bir acı içerisinde yüreğim sızlıyor; üniversitem adına, öğrencilerim adına, ülkemin yarınları adına. Ancak bir şeyden çok eminim; yaşamını bu ülkeye hizmet için ortaya koyabilecek yurtseverler hep varolacaktır; her ne pahasına olursa olsun.

Yazımı sevgili öğrencilerime seslenerek bitirmek istiyorum. Bizler, aynı ilke doğrultusunda yürüyenler, hiç şüpheniz olmasın sizler için, yarınlarımız için yolumuza duraklamadan devam edeceğiz. Bunun için Mustafa Kemal Atatürk'e sözümüz var!

Prof. Dr. Zühre ŞENTÜRK
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi

15 Mesaj/Yorum var. Mesaj/Yorum Yaz / Oku

Yukarı


<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


BİR MÜDDET

Parayı verdikten sonra
Çalıyoruz düdüğü
Bir müddet.

Bir müddet sonra
Düdük çalmıyor.
-‘Bozuk düdüğü vermiş’
Diyor abim.

Görüyorum düdük hadisesinin
Abimi yıktığını;
Sonradan öğreniyorum
Nasreddin Hoca’nın da
Kelek çıktığını...

Nihat ÇAPAR

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Kapının önünde bir karartı var ama seçemiyorum. Buruşturup atılmış bir gazete parçasını bir kediye benzetiyorum diye düşünmüştüm. Yaklaşınca aslında onun turuncunun en güzel renklerini barındıran, araya serpiştirilmiş siyah küme küme tüyleriyle daha doğrusu bütün kedilerin bütün desen ve renkleri, sarı,turuncu, beyaz, gri, siyah... Kedi sever misiniz? http://www.kedigen.com/konu/19/3602

...Hangi hayvan türünün daha fazla tepki verdiği bilimsel olarak izah edilememiştir. Balık ve sürüngenlerin daha duyarlı olduğuna dair ip uçları vardır ancak en fazla köpeklerin verdiği tepkilerden söz edilmektedir. Bununda muhtemel nedeni bu hayvanların yakın çevremizde olmalarıdır. Yine de bazı araştırmacılar, köpeği en duyarlı hayvanlar arasında saymaktadırlar... Peki ya köpekleri sever misiniz? http://www.havhav.com/konu/13

Bu Sitede her türlü çıldırtan ve zıplatan materyal bulabilirsiniz. Bu dökümanları ister sevdiklerinize gönderir ve onlarla paylaşırsınız, isterseniz turşusunu kurarsınız ! Siteye her gün, her saat, her dakika yep yeni içerikler eklenmektedir. Günde en az 2 kez ziyaret ediniz. Hatta alın yatağı yorganı, bir köşeye kıvrılın. Mizah, hem de köküne kadar http://www.mizahturk.com

Siz depresyon nedir bilir misiniz? http://www.psikiyatrist.net/depresyon.htm kısa yolunda depresyon ve diğer psikolojik sıkıntıları, nedenlerini ve tanımları doğru yapabilmeniz için ipuçlarını bulacaksınız.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


USBhive 2.502.11 [2 MB] Windows Bedava
http://www.basgetti.com/bfiles/USBhive.zip
Tek dosyalı kullanışlı bir program. Randevu defteri, akıl defteri, mp3 çalıcısı,vs olarak cebinizde taşıdığınız USB PenDrive da bile saklayıp kullanabileceğiniz güzel bir program. Kendisi 3MB lık bir yer kaplıyor. Ek Belleğin geri kalan kısmına ne yükleyeceğiniz size kalmış. Program ücretsiz, dilerseniz bağışta bulunmanız isteniyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051202.asp
ISSN: 1303-8923
2 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com