KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 874

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 5 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Babam ve Oğlum!..


İyi haftalar,

Babam ve Oğlumİki haftadır ha bugün ha yarın giderim diye kendimi oyaladığım filme sonunda gittim. Cumartesi gecesi geceyarısı seansına kısmetmiş. Belki de bilinçaltım zorladı kimbilir. Giden herkesin ağlaya ağlaya bir hal olduğu film için tedbiri elden bırakmamak gerekti belki de. Haberleri seyrederken bile gözyaşı dökebilen gevşek gözlü Cem'i kem gözlerden korumanın yolunu böyle buldum sanırım. Giderken önyargılıydım. Bir kere işin görsel açıdan iyi olduğuna emindim. Birkaç duygusal sahneyle de insanları ağlatıyordur diye aklımdan geçiriyordum. Çok yanılmışım. Film bir oyunculuk resitali. Birinci dakikadan itibaren sizi kavrayıp kucaklayan bir konuyu sanki perdede değil de oturma odanızda canlandıran, sizi de aralarına alıp götüren bir oyuncu kadrosu. Tek bir sahnede bile duygu sömürüsü yapmadan sadece söz ve mimiğin ahenkli birleşimi ile burnunuzun direğini sızlatan, nerede olduğunuzu unutturup hıçkırtan ama hemen akabinde gülümsetip kahkaha attıran bir film. Bir Türk filmi için uzun sayılabilecek 2 saatin tek bir saniyesini bile boş geçirmemiş bir genç yönetmen Çağan Irmak. Özenle seçtiği her halinden belli olan kadroyu öyle bir oynatmış ki, bize sadece onu ve tüm oyuncu kadrosunu alkışmak düşer. Bir daha bu filme gitmeyi kaldırabilir miyim bilmiyorum ama her sahnesini, her tipi ayrı ayrı hatırlayacağımdan eminim. Fikret Kuşkan'ın sinema oyunculuğu tartışılmaz ancak yıllarını tiyatroya vermiş Çetin Tekindor'un, Hümeyra'nın, Şerif Sezer'in, Yetkin Dikinciler ve Binnur Kaya'nın ve diğer tüm oyuncuların, abartıdan uzak, Ege'nin o sıpsıcak insan tiplemeleri daha yıllarca konuşulacak nitelikte.

Bakın şimdi, eğer hala gitmediyseniz, hele aman canım sonra giderim, visidisi çıkar onu seyrederim gibi mazeretlere sığınıyorsanız boşverin. Onların hepsini unutup sanki kaçacak bir daha görme fırsatınız olmayacakmış gibi koşarak bu filmi izlemeye gidin. İnanın pişman olmayacaksınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Anma Günü

Bugün, alıcı kuşlar gibi bir serçe ürkekliğinden,
pençene kaptırdığım bir gönül hikayesinin son satırlarını yazıyorum.
Bugün, seni yazıyorum.

Sabahın er vakti, kalabalık bir kente açtım gözlerimi... Penceremde güz yağmurları, dalımda üşümüş çağıldayan kuşlar... Yere düşen her yağmur tanesinde, genzime kadar çektiğim serinliğin ve son vedadaki yağmurun ıslak kokusu. Sen gibi serin, ayrılık kadar ıslak...
Pencerenin soğuk buğusunda asılı kalmış gibi duran gri gözlerin.

Aslında son ayrılığımızda değildi ayrılık. Belki de, çok öncesinde tüketmiştik her şeyi. Yan yana kalamayacak kadar uzak, ayrı kalamayacak kadar yakın... Tüm tezatların içinde, ölümsüz bir aşkın düşlerinde biz olmaya çalışmak. Zordu... Tıpkı gözlerimden göçtüğün son gün, sana "gitme" diyemediğim kadar.

Bugün sana yazıyorum ya, aylardan sonra. Sanki kalemin mürekkebi bitmiş gibi silik birkaç harfin gizemine sarıp tüm yaşanmışlığı, silemediğim izlerini alıp bohçama, beyaz bir sayfanın sonundaki imza gibi düşmek istiyorum hayata. Tam ortasına her şeyin. Sanki dün hapisten çıkmış bir mahkum gibi, tüm kalabalığında kentin, bir balık şaşkınlığı ile dolaşmak. Hani, aptallığıma gülen gözlerin ardındaki acınası yüzlere aldırmadan, bir hayatı solumak... Seni solumak geçiyor aklımdan, ciğerlerimin tam içine.

Bugün ayrılığımızın ikinci yıldönümü. Biliyorum... Ölüm değil hatırlattığı günün. Her şeye rağmen yaşanmış güzellikleri yad etmek içimden geçen. Seni hatırlamak... İçimdeki ölümsüzlüğünü haykırmak güne. "O yaşıyor, bende yaşıyor." diyerek. Tıpkı yıllardır istediği çocuğu, dokuz ay karnında taşımış bir anne gibi, küçücük kefenine sardığı, doya doya koklayamadığı çocuğunu buruk bir neşe ile anmak gibi. Bir daha asla olmasa da, ölü de olsa bir evlat sahibi olmanın garip huzuru. Seni anmak, hayat gibi, su gibi...

Dedim ya... Seni anma günü bugün, seni yazma günü. İnan; acı değil içimdeki... Bir tatlı huzur öncesi sessizlik sadece. Gözlerinde demlendiğim onca saadet anında duyduğum unutulmaz mutluluk... Sevda gibi, ateş gibi. Bir rüzgar esintisinde alevlenen gövdemden, bir su sesinde ıslanan.

Sen ne vakit düşsen aklıma,
gözlerini sağına deviren bir kent gibi
mahcup bakışlarım düşer boğazıma...
Öyle salınırım şehrin mavi sularında.
Ne vakit düşlesem seni,
bulutlar yere eğilir,
selam durur tüm ağaçlıkların yeşili.
Ardı sıra gelen sağanak...
Korkma!
Gök pınarımdan taşandır, sevdanın seli.


Gülcan Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Kemal Duykan

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


  Top Sahibinin Ayrıcalık Hakkı

Çoğu erkek çocuk gibi benim de futbol oynamaya karşı inanılmaz bir tutkum vardı. Aşağı mahallede top oynayabileceğimiz oldukça geniş bir alan da vardı. Tüm mahallenin erkek çocukları orada toplanır, futbol takımları kurar, kendimize göre lig maçları düzenlerdik. Yaşıtlarımız olan mahallenin kızları da değişmez seyircilerimizdi. Kızların çoğu oyunun kurallarını erkek çocuklardan daha iyi öğrenir olmuşlardı. Oyuncu eksiğimiz olduğunda, hakemleri kızlardan seçiyorduk.

Lig maçları düzenliyorduk ama topumuz yoktu. Top diye çaput parçalarını içine doldurduğumuz bir bezi sıkıca bağlayarak top şekline sokup onunla oynuyorduk. Bir gün aramıza yeni bir arkadaş katıldı. Elinde çok güzel bir topu vardı. Babası ona doğum günü hediyesi olarak almış. Bizim mahallede hiç kimsenin doğum günü kutlanmazdı. Doğum günü kutlamasının nasıl bir şey olduğunu da bilmezdik. Yeni gelen arkadaşa :
-Bu topu ne yapacaksın? Diye sorduk.
—Oynayacağım, dedi.
—Yalnız mı oynayacaksın? Diye üsteledik.
—Yalnız da oynayabilirim, sizinle birlikte de oynayabilirim, dedi.
—O zaman birlikte oynayalım, dedik
-Olur ama bir şartım var dedi.
—Nedir? Dedik.
—Benim yaptığım fauller hata sayılmayacak, dedi.

Top o kadar güzel, o kadar çekiciydi ki, “hayır” diyemedik, “olur” dedik.
Dedik ama o güne kadar yaşamadığımız sorunlar yaşamaya başladık. Top sahibi hangi takımda oynuyorsa o takım kesin kazanıyordu maçı. Topun sahibi kaleci gibi topu on sekizin içinde elleriyle tutuyor, hep birlikte “penaltı! ”diye bağırıyoruz, hakem de penaltıyı işaret ediyor ama top sahibi ayrıcalık hakkını kullanıp penaltıyı geçersiz saydırıyordu.

Velhasıl çok güzel bir topumuz olmuştu ama oyunlarımızın da tadı tuzu kalmamıştı. Artık ne kazanan taraf mutlu oluyordu ne de kaybeden taraf üzülüyordu. Bu arada seyircilerimizi de kaybetmiştik. Kızlar bizim maçlara gelmiyorlardı artık. Hakemlik yapan kızlardan birine sorduk neden maçlarımıza gelmediğini, “sizin hakeme gereksiniminiz yok ki, nasıl olsa maçı top sahibi hangi takımdaysa o takım kazanacak, gidin hakemsiz oynayın” dedi zilli.

Bir gün açık farkla kazanacağımız bir maçı açık farkla top sahibinin takımı kazanınca isyan çıktı. Çocuklardan birisi topu yakaladığı gibi cebinden çıkarttığı bıçakla kesip parçaladı. Parçalanmış topu ta top sahibini suratına fırlattı. Top sahibi herkesin kendisine nefretle baktığını görünce korkup kaçmaya başladı.

Ertesi gün toplanıp bir karar aldık. Önümüzde Kurban Bayramı vardı. Hepimiz bayram harçlıklarımızdan bir miktar verip ortak bir top alacaktık. “Eskiden olduğu gibi sahici maçlar yapacaksanız, biz de seyirci parası veririz dedi” kızlar. O Kurban Bayramının ikinci günü ortak bir topumuz olmuştu bile. Artık oyunlarımızı top sahibinin kurallarına göre değil, futbolun kurallarına göre oynayabilecektik.

Kemal Duykan
kduykan@kahveciyiz.biz




Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   I. KORKULARIM

I. KORKULARIM

Tanrım, çok korkuyorum !

Hayatım boyunca hep eksikliğini hissettiğim,
sana yakardığım,
her fırsatta senden istediğim bir ricamı nihayet
yerine getirmeye mi karar verdin ?
Anlaşılan, beni gök kuşağının altından geçirip,
mutlu kılmak istiyorsun.

Biraz geç olmadı mı ?
Çok beklettin beni !
Yine de ölmeden evvel bu duyguları bana tattırdığın için
sana ne kadar teşekkür etsem azdır !

Hala i n a n a m ı y o r u m !
Artık ümidimi kesmeye başlamıştım...
Hatta, "artık ümidimi kestim" derken bile içten içe hala ümit ediyordum. Can çıkmadan "ümit" de bitmiyor...

Şimdi de bir KORKU sardı beni !
Ya uyanıp da bunun sadece bir "rüya" olduğunu anladığım an ne olacak ???
Bunun sadece bir "hayal ürünü" olduğu meydana çıkarsa ne yaparım ???
Bunun sadece bir "sabun köpüğü" gibi bir anda yok olursa neler hissederdim ???
Herhalde deliriyorum!
Çünkü bu duyguların bir rüya, bir hayal ürünü veya sabun köpüğü olmadıklarını çok iyi biliyorum.
Ama korkularımı da yenemiyorum.

Eğer bu rüya ise, bu güzel rüyayı hiç kaçırmamak için devamlı uyumaya, hatta "ölmeye" bile razıyım !!!

Tanrım, bunca yıl neden bu duyguları benden esirgedin ?

Bunlar öyle duygularmış ki kelimelerle tarifi mümkün değil.
Bu duygular evvela ruhumu, sonra beynimi, daha sonra da bütün benliğimi sardı !
Halbuki ne kadar kolay bir insanı bu duygularla beslemek. Maddi olarak "1" kuruş bile harcamadan ,az bir caba ile, dürüst ve içtenlikle söylenen iki çift tatlı sözle dahi bu mümkün.
Ama manevi değerine dünyanın bütün "sıfırlarını" o "1" kuruşa eklesek bile bu duyguların kıymetini belirtmeye yetmez.

Bilsem ki beni deli diye yakalayıp götürmeyecekler, balkona çıkıp, mutluluğumu avaz avaz haykırırdım !!!

II. DUYGULAR

Bitmek tükenmek bilmeyen duygular !
Sanki hepsi birden ayaklandılar, bana savaş açtılar !
Hepsi birden üzerime çullanıyorlar!
Teker teker gelseler şikayet etmiyeceğim..

Yine de hepsi ile başa çıkabileceğimi zannediyorum,
daha doğrusu ümit ediyorum.

İnanılır gibi değil! Bu "duygu" denen şey insanı, istedi mi göklere çıkartıyor, istedi mi de yerin dibine batırıyor !
Ama şu anda ben birinci olasalığa yerleşmiş durumdayım ve "göklerde" uçuyorum...
Kelebekler de bedenimin içinde uçuşuyorlar...

Bu duygular çok hoş, çok güzel!
Gel gelelim bazen söz geçiremiyorsun onlara...
Lütfen, biraz ara verin, diyorsun, onlar hiç tınmıyorlar...
İstedikleri gibi beynimin içinde cirit atıyorlar...
Gerçeği söylemek gerekirse, ki her zaman gerekir, ben bu aralar duygularıma pek de "biraz ara verin" demiyorum...
Nasıl derim ki?

Bunca yıl böyle duygular yaşayabilmek için durmadan dua etmişim, şimdi ayağıma kadar gelmişler, yüreğimi ele geçirmişler, ben de onlara "naz" edip : AYOL DURUN BAKALIM, ACELENİZ NE, BİRAZ ARA VERİN, mi diyeceğim?
Bunu duyan kim olsa aklımdan zorum olduğunu düşünür...

Ben duygularıma dolu dizgin üzerime gelmeleri için gem vurmuyor, bilakis, onların alabildiğince şaha kalkmalarına göz yumuyor, beni sarhoş etmelerini istiyorum.
Nasıl olsa sonunda bir yerlerde kendimden geçip, 1.60 yere uzanıp "nakavt" olacağım...

Ben ne diyordum her zaman ? Bir "Romantizm" yaşamadan ölürsem gözlerim açık gidecek !

Şimdi artık ölebilirim - Gözlerim "açık" gitmeyeceğim !!!

Nadya Alpkonlar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Reyhan Yıldırım


GİTME, KAL!

Ayşe hemşire, parmaklarının ucunda yürüyerek odayı terk etti. Elif'in göz kapakları kapanmak üzereydi; hemen sonra tüm sızılardan sıyrıldı. Asiliği ve soruları içinde kalmış, derin bir uykuya dalmıştı. Hemşirenin istediği de tam olarak buydu zaten. Öyle ya; kız karşısında bir vicdan azabı gibi yatıyordu: Sonu gelmeyen, eskimiş sorularıyla, kadının asla hatırlamak istemeyeceği bir geçmişi çağırıp duruyordu. Cahil bir gençten ibaretti; beyni öylesine feci yıkanmış ve şimdi süngüsü düşmüşken çenesine de vurmuş... Sus, hazır sessizlik egemenken dünyaya... Sonunda her şey süt liman olduğunda, nihayet bedel ödeyecek kimse aranmazken...Sus!... Cık, cık, cık! Odadan çıkıp Elif'i uyuşukluğuna terk eden kadına kızmanın, bir anlamı vardı; ne var ki, Elif'in buna gücü yoktu.

Kuşlar ıssız bahçelere pike yaparken tuhaf çığlıklar atıyorlardı. Oda gün ışığında son derece çıplak ve soğuktu. Saat'in zamanı gelmiş olmalı, sesi ile sessiz evi doldurdu. Uzak bahçelerden birinden bir köpek havladı sonra ve hem cinsleri birer yankı gibi, ardarda cevap verdiler. Elif uykusunda hüzünlü bir yalnızlık duygusuna kapıldı. Sami'nin ağzına bir bebeğin süt dişleri yayıldı rüyasında. O dişler, o kalın bıyıkları yakalayıp çiğnemeye koyuldular. Elif, Sami'nin delip geçen bakışlarından muzdarip hissetti yine kendini; aklı hep başka yerlere gider... Gözleri usulca kucağına kayarken Sami'nin ellerinden de geçti; biçimli, uzun parmakları daima titreyen bir erkek! Uyandığında, göğsünden tüten o sıcak kokuyu duyduğuna da yemin edecekti...

Sırtına inen kaba yumruğun belini kırdığını düşünmüştü. Elektriğe tutulmuştu sanki. Keskin bir sızı tüm bedenini dolaşıp, her hücrenin titreşip çarpıştığı bir ötelenme hareketi ile dönüştürmüştü Elif'i. Cızırdamak gibi bir şey... İrkilerek uyandı.

"...Ameliyathaneleri hatırlatıyor odam. Bu su yeşili solgun duvarları neden sevmediğimi daha şimdi buldum. İşte bu beyaz ışık, bu uykuyla uyanıklık arası, bedenimi pelte gibi bırakan usanmışlık, bu yapay sessizlik... İçeriden gelen mırıltıları duyuyorum; apartman görevlisi çöp soruyor, aldığı ekmeği bırakıyor, temizliği yapan Fatma teyze ile hemşirem kahve içip, alçak sesle sohbet ediyorlar... Beni herşeyin dışında bırakan bu oda, bir daha bedenimin çoğunu kullanamayacağım gerçeğini ilan eden hastane koridorlarını, ameliyat bekleme odalarını, fısıltı ile konuşan hasta yakınlarının dikildiği kapı aralıklarını anımsatıyor bana. Büyük bir belirsizlik! Bir ipin üzerinde yürüyor, ille de düşeceğimi biliyorum; ya buzullardan kayılıp inilen karanlık bir çukura ya da taşlı topraklı bir tarlaya... Cefa kaçınılmaz, ama bir yanım güneşe uyanış vadini içeriyor, diğeri hepsi hepsi gece... Gün ışığı yeniden çarpıyor kayan gözlerimin içine, bilincim açılıyor: Sami öldü!.."

Evirip çevirip başka türlü olabilir miydi diye sorgularken vardığı son nokta daima aynı oluyordu; olamaz ki! Çünkü o gün ölmedi Sami.

Altın rengi, çipil çipil bir sonbahar sabahıydı: Ağaçların dallarında asılı tek tük, sarı yapraklar şakırdayan yağmurdan arta kalan esintinin kucağında, buz mavisi gökyüzüne yaslanmış, titreşiyorlardı adeta. Elif insanların arasına usulca çökerken, az önce duran yağmur, panzerlere takılı silahların ucundan süzülüp yere akıyordu.

Belleğinde kalan görüntüleri tekrar tekrar kurgulamayı adet haline getirmişti. Garip olan şuydu ki, görüntüler, her seferinde bir başka açıdan üşüşüyorlardı zihnine. Mesela bu gün, gözlerini yumdu, her şeyin donduğu, o ıslak ve soğuk sabaha, kalabalığın tam arkasından yaklaşıyordu.

Önünde, uzayıp giden insan sırtları vardı. Tıpkı kaplumbağlar gibi, ikiye bükülerek oturmuşlar ve elleri ile başlarını korumaya çalışıyorlardı. Arkadaşlarının adrenalin ile şişmiş şah damarlarının zonkladığını görebiliyordu... Kısa, ama birkaç kişinin hayatını sonlandırmak için yeterli uzunlukta, soluk soluğa kalmış bir sokaktaydılar; bazıları aralarında fısıldaştılar. Kimse yürümeye niyetlenmedi. Kalabalığa egemen olan, sinirleri geren o kıvılcımlı sertliğe karşı durmak isteğiydi.

Sağ taraflarında kalan bataklığın içinde evler bitmişti. Camlarda saklı yüzlerin ayrımına varmadan çok önce, önlere doğru bir yerde oturmuş olan Sami'yi fark etmişti. Onu, saçları kazılırken oluşan yaralarından tanımıştı. Bıyıkları gitmiş, geriye çocuksu bir profil bırakmıştı.

Gövdesi herkesden uzun, bir paratoner gibi dikkati üzerine toplayan Sami! Daima hüzünlü bakan biri. İçlerindeki liderlerden biri olduğuna kim inanabilirdi? Ağlamaya hazır gibi... Onun sık ve kara kirpikli gözlerinin baktığı yönü izlemeyi akıl etmezlerdi. Sami, o gün de, kendileri için verilen emeğe perdelerin arasından ve sadece izleyici olarak katılan "halk"a bakarken ağlamak üzereydi. Gözlerini kaçırdı Elif. Erkeğin geniş omuzlarından sıyrılan boynu, bir hindi gibi uzayıp, ileri doğru akarken, daha fazla bakmak istemedi. Yağmur sularının yaya yollarının kıyısından şırıl şırıl akışına, mazgalların ağzından fışkıran sulara katılıp, genişlemesine takıldı. Yollarına çıkan sonbahar yapraklarını bir girdaba katıp, döndüre döndüre uzaklaştırıyordular sokaktan.

Elif, kafasını salladı, sıyrıldı geçmişten, yatağında buldu kendini. Hep yaptığı gibi, ızdırapla gerdi kollarını. Tüm ağırlığını milim milim yukarı çekti. Geriye, sırtına doğru kaçan yastığın, sert olmaktan uzak desteğine güvenemeyerek, güç bela kollarının üstünde kaldı ve pencereden dışarı baktı.

Odanın penceresindeki pervaza yapışmış yaprakların kimi kızarmış, kimi çürümeye bile başlamıştı. Olabildiğince yakından izliyordu. Oluklara biriken sular, toprağa ulaşabilme telaşındaydı. Tepeden inen uzun zincire asılıyor, su filmlerinden hareketli perdeler oluşturarak, zincir boyunca, kayıyorlardı. Pür dikkat seyretti. Sonbahar renkleri, soluğundan yükselen ince buğunun altında soldu. Sokaklar fazlasıyla ıslak, bahçe su birikintileri ile yer yer gölleşmiş, cam kıyılarından içeri sızan sular küçük ahşap oluklarda birikmiş...

Islaklık ürpertti bedenini. Islaklık? Yatağın ucundaki zile bastı kederle.

Ayşe hemşire, her gün geliyordu. Elif'in sorunlarına çareler arayıp duruyordu. Genel olarak şefkatli bir kadın olduğu söylenebilirdi. Elif'in karanlık sezilerine rağmen, kıza davranışı iyiydi kadının. Elif, yeşil gözlerinde hüzün görmeye alışıktı. Oysa o, onca yıl içinde, Elif'i ve Elif gibileri görmeye bir türlü alışamamış gibiydi. Yana çevirip vücuduna takılı düzeneği kontrol etti. Sonra, becerikli ellerinin kararlı hareketleri ile, çarşaflarını ve geceliğini değiştirdi. Ilık, sabunlu su ile rutin sabah temizliğini bitirdi.

"Televizyonu açayım mı?"
"Hayır."
"Kitap okumak istersen..."
"İstemiyorum."
"Müzik?"
"Yağmuru dinliyorum."
"Kahvaltın birazdan hazır olacak, ben gelene kadar yapmak istediğin bir şey yok mu?"
"Tülleri tümüyle açar mısın?"
"Elbette."

Tül perdelerin arkasındaki yüzler panzerlerin hareketiyle birlikte geri çekilmişti.

Panzerler kısmen boşalan sokağa girerlerken, rastgele atış ve tartaklamalar yüzünden yerde kalanları önlerinden alanlar arasında Sami de vardı. Daha sonra kıza, kökünden kırılmış bir saza benzediğini söylemişti. Çamurun içine düşüp yerle bir olmuştu Elif. Gözleri kapanmadan önce gördüğü son şey, metalik çığlıklarıyla üstüne gelen gölgelerdi galiba. Anlaşılan Elif'i bir kartal gibi kavrayıp kaçırmıştı Sami.

Uyudu uyandı, omuriliğine bağlı plastik bir borudan dindirildi Elif; düşünemeden günler ve geceler geçirdi. Kendine gelebildiği her sefer baş ucundaydı Sami. Belki de Elif, baş ucunda olduğunu bildiği zamanlarda kendine gelmişti... Sami'nin nemli gözleri ve karşı duvardaki çerçevenin içine yerleştirilmiş, kızın baktığı açıda erkeğin yanağını koklayan kırmızı gül, bütünleşti belleğinde. Öldüğünü öğrendiğinde çok ağladı. Gözleri tıpkı o gül gibiydi, kıpkırmızı kesilmişti ... Hiç uğruna!?

"Evet, işte çorban..."
"Sağ-ol."
"Elif, ısrar ediyorum, peynir falan da yemelisin."
"........"
"Kızım, enerji toplaman lazım..."

Gülmek istedi, tuttu kendini. Doktorun dediği çıkmıştı: Bir sürü konsültasyondan sonra, ne yazık ki ilk söylenenin doğru teşhis olduğu anlaşıldı. Aldığı darbenin sonucuydu, felç kalacaktı. Bedeninin dörtte üçü asla kullanılmayacaktı. Bu durumda kollarını kullanabiliyor olması büyük şans olarak değerlendirildi.

Kaşığı burnuna uzattı Ayşe hemşire. Ohhh, mis gibi nane kokuyor. Yoğurda çalınmış yumuşak prinçlerin tereyağlı topakları ağzına yayılıyor... Tad aldığı şeyler yok değil. Şiir dinliyor ve müzik, çorba içmeyi çok seviyor, bir de arkadaşlarını; yani bazılarını! Sami'yi ise hiç sevmemeye başlamıştı Elif.

Bir garip sevinç havası içindeydi herkes. Sanki şeytanların bacakları sahiden kırılabilirmiş! Ne aranırsa bulunabilen çarşılarda dolaşamadı hiç. Buram buram parfüm kokularıyla üzerine eğilen kızların seyahat anılarını dinlerken yorum falan yapmadı: Dış hatlarda, yanan onlarca mumluk ışığın altına uzanan tezgahlardan geçen onlardı, Elif yatağında kalmıştı. Zararsız hobileri olan mutlu insanlara dönüşmelerini o hızla fark edebilmesi sorun yaratıyordu. Başlarına gelenleri kavramaları zaman alıyordu; yürüyüş gezileri, "kafe-pap" sohbetleri, sezar salata, brovni, zara'dan alınan hırka, tımbırlend bot ve bulgari saatleri... Yine de... Ne suçları olabilir ki, Sami'yi öldüren onlar değildi. Günlerden bir gün uykusunda bir sürü kötü şey gördü.

"....Ben kabuslarımda harebelerde gezerim. Başı sonu olmayan, geniş alanları saran sütunların, eski yüzlü labirentleri içinde, acilen ulaşmam gereken ve neresi olduğunu bir türlü hatırlamadığım bir yere varmak için, kan ter içinde uğraşırım. İlle de çok yüksekte ve muhakkak çok ince bir yol bulup, aşağıya her baktığımda miğdemden ağzıma yükselen, beni panik eden o korkuyla, bu yolda güç bela ilerlerim...."

Sabahtan saçlarını yıkamıştı hemşire. Bebek kokan, bembeyaz bir sabunla ovduğu bezle silmişti boynunu. Kolunun üstüne bir havlu gibi atmıştı kızı. Öyle çıplak ve öne bükülmüş tutarken parmağını kaburgalarına dayamış, sormuştu; "Ne bu halin? Bir deri bir kemik kaldın. Yemessen üstesinden gelemezsin."

Vücuduma dokunmayın! Elim kolum bağlı ve istemediğime direnemiyorsam ben bundan böyle nasıl yaşayacağım?

Kapı çalıyordu.

"Alacaklı gibi... Kim ayol bu?"

Üzerine aceleyle attığı pikeyle Elif'i oracıkta ve çırılçıplak bırakmış, içeriye gitmişti. Geri geldiğinde yanında Suna ile Aliye vardı.

"Evet", demişti buz gibi bir sesle, "Buyrun, dava arkadaşlarınız!" Kızlarda beliren aptal ifadeye benzer bir yüzle bakıyordu Elif de. Hiçbirinin beklediği şey değidi; huysuzluk, kin, sabırsızlık, koruma güdüsü, fobi... Öyle tuhaf bir asabiyet... Odayı şöyle bir dolaşmıştı Ayşe hemşire. "Seni sonra giydiririm, şimdilik yorganı örteyim üstüne. Kollarını içine sok."

"Sami öldü Elif."

Elif kendini yatağa bırakırken kayan gecelik ensesine birikti. O anı anımsadı:

"... Ne diyor? Ne diyor? Kim ölmüş? Anlamadım! Şimdi mi? Süt liman bir dünyada? En sevdiğim adam? Arkadaşım! Ağlayan gözleriyle bakar camlara. Ağlamak hüznünden, yoksa hiç korkmaz. Kaçtığı görülmemiş şeydir. Panzerlerin önünden kaptığı kırılmış bir sazla ne yapabileceğini bilen tek kişi!...."

Öyle nefret etti ki ondan! Sami ve arkadaşları bir futbol maçına gitmek için doluştukları arabada ilk on birde oynayacakların kimler olduğuna karar verememişlerdi her halde. Hakemler ve antranörler üzerine değişik fikirlerin çarpıştığı gerilimli ortamda herkes dikkatsizdi olasılıkla. Büyük bir gürültü patlamış olmalı arabanın burnunda. Kocaman bir çınar ağacının köklerinden söküldüğünü, usulca arabaya yaslanıp ölenlere doğru düştüğünü görmüş kadar oldu Elif. Koltuklardan fırlayan, alınlarında kan olan gençler; bir araba dolusu gül... Dağılmışlar ağacın altına. Sami oracıkta ölmüş! Bir futbol maçına giderken.....

Sevmiyorum seni!

"Nice nice acıları aklına getir / Bunca yoksulluğu aklına getir / Gözyaşlarını aklına getir / "GİTME KAL" var yok dinlemez bir çocuk isteğidir / Gitme aklına getir / Kıraç mı kıraç toprakların üstüne / Güneşler açar yağmurlar kesilince / Çırılçıplak kayada yeşerir inci ağacı / Dağların kuytusunda bir uslu çiçek / Dağıtır mavisini kendi kendine / Gitme beraberlik içinde / Nasıl sevinirdik aklına getir / Her şeyi her şeyi aklına getir / Gece yarılarını aklına getir / Söylediklerini aklına getir / Sinsi yağmurlar yağıyordu / Soğuktu / Yaktığımız ateşi aklına getir / Nelerden geçiyorsun aklına getir / Gitme dünyamızın her yerinde / Yorgun eller gülleri derleyince / Ellerin sevincini aklına getir / Güllerin sevincini aklına getir / Ne çok severdik seni aklına getir "*

Ölmüş! Öyleyse geriye kalan hiçbir şey yok demek kolay. Oysa birkaç eksikle her şey yerli yerinde... Usulca fısıldadı kendi kendine: Seviyorum seni. Gitme, kal... Gözlerini yumdu, her şeyin donduğu, o ıslak ve soğuk sabaha, kalabalığın tam önünden yaklaşıyordu. Upuzun boynunun üstünde, çıplak ve narin başını gördü Sami'nin. Yanakları soğuktan kızarmış, gözlerinde sabah çiğleri...

* Arif Damar - Gitme Kal

Reyhan Yıldırım


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Murat Çiftçi


Düşünsene

Düşünsene;
Tabii,
Nasıl düşüneceksin ki ?
Sen saatin kaç olduğunu biliyor musun?
Eee kıvamında ki dudak üstü muhabbeti de yok artık.
Düşünsene yaa....
Aaa pardon sana bu soruyu sormak düşüncesizliğindeyim.
Acil servisteki:
"Geldiğinde kafasında tarifsiz bir şişlik vardı.
Şişliği indirene kadar tekelin bir mahsul tütünü gitti
Başına mı;
Sigarasızlık vurmuş olacak.
Temiz kalmaya vücudu bu kadar dayanabildi."
Gibi bir muhabbetin içine girmiş olsam keşke.
"nereye gidebilir" ler dolapta küflenirken
"ne olabilir" selam veriyor adeta.
Bir sureti beynini acıtıyor.
Ne kaldı yıldızsız gecelere…
Direkten dönen gözyaşları…
Ah dedirten pişmanlık…
Çünkü senin güzelliklerini sularken,
Yanağındaki gamzenin suyunu çıkartmadım ben.
O an için sıkmak istedim
O sanatsal çıkıntıya.
İsteksizce kaşlarını çatman…
Burnunun kızarmasına engel olamaman…
"Suyunu çıkartmadım ben" derken "ben" in
Gereksiz olmadığını gösterdim.
Olmasa da olur olsa da boğulur.
Olur mu hiç?
Aaa sıkıldım.
Özne ile gizli öznenin kavgasını çıkartan ASİL suçlu...(BEN)
Bilinmezliklerin mide bulandırıcı kıvamına gelmesi,
Şifasız hastaların görünmez gülüşleri…
Gözlerinden fışkıran müzik…
Şimdi kimlerle olduğunun,
Paranoyak sinir harbinden çıkan,
Adrenalin olduğunu bilsen. (ah bir bilsen)
O an için düşüncelerini unutamaz mısın?
Düşündükçe sudan çıkmış balık gibi,
Mecalin kalmaz, çırpındıkça batarsın, pes edersin
Pes etmek gözyaşlarına pan zehir olur.
Yalnızlığın seni güçlü kıldığı hikayedir.
Yalnızlık, tek bilinmeyenli katilim.
İyi ki varsın.
Dokunsam neler olur ben kestiremezken
Kurduğun cümlenin yüklemini büyük harfle bitirdin zaten
Bravo sana
Kaçırdın ya uykumu.

Murat Çiftçi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Alacağınız güzel haberleri aile fertleri arasında doyasıya kutlayacağınızı şimdiden müjdeleyebilirim koçlar. Haftanızı yeni bir dönüm noktası olarak addedin. Sıkıcı durumlardan zincirlerinizi kırarak çıkmakla kalmıyor ayrıca yeni olanaklar sayesinde nihayet huzura kavuşuyorsunuz.


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Yeni haftanızda tüm becerilerinizi segilemekten kesinlikle kaçınmamalısınız boğalar. Kendinizi bir rekabet ortamında bulacağınızdan şüpheniz olmasın. Bunun mutlaka düşmanlıklarla veya çekip çekiştirmelerle ilişkisi bulunmamakta. Aksine sizleri yukarılara çekecek yüceltici bu güzel fırsattan faydalanmasını bilmelisiniz. Kararlar elbette sizin..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Bir karara varma zamanının geldiğinin idrakı içindesiniz ikizler. O halde olayları tüm yönleriyle ele alarak doğru yöntemi bulmalısınız. Sebep sonuç ilişkisini araştırmakla devam edin, sorumluluk üstlenmeniz gerekiyorsa üstlenin. İlişkilerinizde dengeli ve mantıklı olursanız tüm çabalarınızın mükafatlarla süsleneceklerinden emin olabilirsiniz.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Yaşamlarınızı güven verici ve sıcacık ortamlarla sınırladığınız halde yavaş yavaş ayaklarınızın altından birşeylerin kaymaya başladıklarının farkındasınız değilmi yengeçler... İnançlarınız ve yaşam prensiplerinizin çivilerinin oynadıkları bu gibi durumlar aslında benliklerinizi silkelemektedirler.. Kaderde yeni dönemlerin habercisi bu zoraki değişimler.

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Kökünde aşırı duygusallık yatan Don Kişotvari bir mücadeleye kendi kendinize sürüklenmiştiniz ya aslanlar, işte tüm bu fiziksel ve ruhi mücadelelerinizin filimlerini yeniden vizyonlayın. Söz konusu fuzuli çatışmaların ve aşırı hassasiyetlerinizin birer kurbanı olduklarınızı anladınız değilmi... Öyleyse Güneş şimdi yeniden doğabilir...

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sevgili başaklar çevrelerinizden birileri fikirlerinize bu hafta büyük destek verecek. Böylece sürpriz ekonomik kararlara imza atabileceksiniz. Kararlılığınız ilişkilerinize ayrı bir hava getirmekte. Reformist düşüncelerinizi soğukkanlı davranışlarınızla desteklediğinizden ortaya çıkan tablo ise bunca zamandır arzuladığınız yeni yaşamları simgelemektedir..

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Haftanız yeni ama takıntılarınız o kadar eskilere dayanmakta ki sevgili teraziler... Geleceğe temelleri sağlam atmalısınız. Bu da demek oluyor ki geçmişe olan bağlılıkları, umutsuzlukları ve izolasyonları ivedelikle terkederek yeni ve üretken etkinliklere yoğunlaşmalısınız.. Yaraları sarmakta zaman en radikal çaredir. Harekete geçin.

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Haftanızın en anlamlı mesajı duygusal değişimler ve sosyo- profesyonel gelişmelerin eşiğinde olduğunuzdur. Neredeyse kronikleşmiş tereddütleriniz nihayet son bulacaklar. Böylece beklenmedik yenilikleri hatta uzun süredir düşlediğiniz bir yurtdışı gezisini uygulamaya koyabileceksiniz. İnsiyatifleri ele alma zamanı akrepler. Yeni hedeflere kilitlenin..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Sevgili yaylar zamanla aşılacak bir kısıtlanma devresinde bulunduğunuz aşikar. Benliğin, hırsların, isteklerin bastırılmasının mutlaka gerekli olduğunu kabullenmelisiniz.. Sabır, özgüven ve bilhassa dikkat dolu olun, tartışmalardan kaçının. Yavaş ama sağlam bir şekilde manevi iyileşmelerden geçip gücünüzü arttıracaksınız.

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sevgili oğlaklar yeni haftanızda eskilerden kaynaklanan duygusal bir müşkülatınızın tekrar gündemlerinize oturacağını söyleyebilirim.. Cesaretleriniz test edilebilecekler.. Finansal rahatlıklara ve sağlam temellere dayalı bir yaşama rağmen birşeyler yolunda gitmemektedir. Yanlışlıkların nerelerde yapıldıklarını en iyi siz bildiğinize göre çarelerde ellerinizde...

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Bir kısmetin sizlere bayağı yaklaştığını haftanız fısıldamakta sevgili kovalar. Projelerinize tüm enerjilerinizle eğilmelisiniz, başarılara ramak kaldı. Ayrıca ödenmesi gereken borçlarınız varsa tam zamanı işte. Sürüncemede kalmış dertlerinizden kendinizi mutlaka arındırıp geleceğe yeni sayfalar açmalısınız.. Haftanızın kıymetini bilin.

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Pörsümüş yaşam modellerinize el sallamaların zamanı geldi sevgili balıklar. Zaten istesenizde istemesenizde haftanızın pimi çekilmiştir... İçlerinizden geçirdiğiniz ama bir türlü gerçekleştiremediğiniz reformları hayat yerine getirmek üzere. Ama unutmayın, kendisine özgü stili ile... Ayak sürtme şansınız kalmadı artık. Kaderde olumlu safhaların eşiğindesiniz balıklar.

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Erman Suan

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Keder ve hüzün

Keder ve hüzün
Giyinmiş gece.
Koynunda alaca yağmurlu
Zemherisi örtülü

Islak bir yalnızlığın
Sensiz gölgesinde
Ağlarcasına, kanatırcasına
Bir türkü; kalemimin ucunda
Şimdinin gitmesi,
Geleceğin silinmesi.
Sandık lekeli bir umuda
Hüküm veren gecede
Ben senin kıyılarında…

Kelimeler seni bana getirmeliydiler
Oysa tükettiler umudu gecede…
Kaçınılmaz bir gözyaşı
Olurken sensizlik…
Hasret yinelendi,
kelimeler eskidi…

atsan atılmaz, satsan satılmaz
bir sevdanın yolcusuyum şimdi
sırt çantamda gölgen
kuşkular gülümsemeler yüklendiğim

anıları yetim bıraktın
yanıma onları da aldım
şimdi onları tek başıma büyütüyorum

tüketilmiş bir ömrün
eksik sevdalılarıyız biz
öyle yok, öyle çokuz ki…

Nazlı Gençtürk

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Çince biliyormusunuz? Ben bilmiyorum ama internet sayesinde çin işi animasyonları rahatlıkla izleyebiliyorum. http://cartoon.163.com/showFlash.php?id=35381 kısa yoluna tıkladığınızda öncelikle biraz sabretmeniz gerekiyor. Flash animasyon yüklendiğinde ise video klip tadında bir çalışma izleyeceğinize emin olabilirsiniz. Keyfini çıkarmaya bakın. Unutmadan, diğer örnekler için ana sayfayı açabilirsiniz.

Almanyada yaşamak için neleri bilmeniz gerekir? Mesela ...Bir istekte bulunulduğunda veya soru sorulduğunda genelde "bitte" sözcüğü kullanılır: "Lütfen bana saati söyleyebilir misiniz?", "Lütfen gazeteyi verebilir misiniz?". Birisine bir şey verildiğinde de "Bitte sehr" veya "Bitte schön" denir. Bu bir samimiyet veya nezaket ifadesidir... gibi daha detay bilgi için http://www.handbuch-deutschland.de/more_tu.html Almanya için bir el kitabı

Java oyunlarını sevenlere sağlam bir kaynak. Daha önce denememiş olanlara denemeleri için bir fırsat. Hemde ana kaynağından; yani http://www.java.com/en/games/ Hadi bakalım iyi eğlenceler.

Uyumadan önce koyun saymayı denemek istermisiniz. Hem de orjinal müzik eşliğinde http://leech.dk/go2sleep.swf iyi uykular

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


USBhive 2.502.11 [2 MB] Windows Bedava
http://www.basgetti.com/bfiles/USBhive.zip
Tek dosyalı kullanışlı bir program. Randevu defteri, akıl defteri, mp3 çalıcısı,vs olarak cebinizde taşıdığınız USB PenDrive da bile saklayıp kullanabileceğiniz güzel bir program. Kendisi 3MB lık bir yer kaplıyor. Ek Belleğin geri kalan kısmına ne yükleyeceğiniz size kalmış. Program ücretsiz, dilerseniz bağışta bulunmanız isteniyor.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051205.asp
ISSN: 1303-8923
5 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com