|
|
|
9 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bakalım neler olacak!.. |
Merhabalar,
Tayyip Bey'in yokluğunu fırsat bilip sorunlara çare aramaya giriştik biliyorsunuz. Dün özeleştiri yaparken beni rahatsız edenleri sıralamaya çalışmıştım. Ama bazı arkadaşlarım sözlerimi yanlış anladı, üzüldüm. Yok öyle bir yere gittiğim falan, benden kurtulmak o kadar değil. Ben sadece yaşadığım güçlükleri sizlerle paylaşmak istedim. Aslında sorunları çözmede göstereceğim çabada yanıma destekçi arıyorum, bu aşikar. Benim sıkıntım, düşüncelerimi Kahve Molası'na dolayısıyla sizlere yeterince aktaramıyor olmamdan kaynaklanıyor. Kafamda bin türlü tilki dolaşıyor ama hayata geçirirken hepsi birer uyuz fareye dönüşüyor. Günü kurtarmakla, küçük problemleri çözmeye çalışmakla boğuşmaktan, asıl yapılması gerekenleri hep ertelemek zorunda kalıyorum. Kısaca herşeyi tek başıma yapıyor olmanın verdiği o hastalıklı haz yerini bezginliğe bırakmak için başımın etini yiyor, fırsatını bulsa bayrağı çekecek ama ben direniyorum. Neyse uzatmayalım ve sadede gelelim.
Daha önce kulağınıza fısıldadığım ücretli üyelik sistemine 13 Aralık 2005 Salı günü, bir aksilik olmazsa, geçiyoruz. Kahve Molası'na bir nebze nefes aldırmak için sizlerin ufak çapta katkısına ihtiyacım var. KM artık benim yönetimimde bir ufak ekip tarafından yürütülecek kıvama geldi. İşte sizlerin desteği ile belki de böyle bir ekibi kurma yolunda adımlar atabileceğim. Yeni sistemdeki işleyişi sizlere kısaca anlatayım, bilahare uzun uzun tartışırız nasılsa.
Efendim Kahve Molası'nın esas hayatiyeti, yani günlük sayılarının eposta abonelerine gönderilme işi, aynen devam edecek. Şu anda üye olmadan girilemeyen yerlere arşivde eklenecek. Özetle, günlük sayılar eposta abonelerine eskiden olduğu gibi gidecek. O günün sayısı sitede okunabilecek ama eski sayılara dönüş için üye olmak gerekecek. Yorumları okumak/yazmak, dünün şarkılarına erişmek için de üyelik gerekli olacak. Üyelikler 1, 3, 6 ve 12 aylık periyodlarla yenilenecek. Ücretler sırasıyla 5, 12, 22, 44 YTL olarak belirlendi. Ödemelerin kredi kartı ile kolaylıkla yapılması için Gittigidiyor.com'da bir dükkan açtım. İlgili linkleri gerektiğinde göreceksiniz. 2 aşamalı olarak gerçekleşecek yeni üyelik isteminde, önce bir form doldurularak üye kaydı yapılacak bilahare ödeme yapılarak üyeliğin aktif hale geçmesi sağlanacak. Salı gününe kadar yeni sisteme kayıtlar sürecek, böylece geçişte yaşanacak sorunların önüne geçmem kolaylaşacak. Sizlerden Salı'ya kadar birkaç dakikanızı ayırarak aşağıdaki linkten gerekli bilgiyi alıp formu doldurmanızı rica ediyorum. Ödemeyi de Salı gününe kadar tamamladığınızda sorun kalmayacak.
Tabi ki, daha önce de sözünü ettiğim gibi ücretli üyeliğin istisnaları olacak. Öncelikle kağıttan dergimize hali hazırda abone olanlar formu doldurduklarında bunu belirtirlerse, abonelikleri sonlanana kadar ücretsiz KM Üyesi olacaklar. Aynı şekilde bu ücreti ödeyemeyeceğini nedeni ile birlikte bana bildirenler de keza değerlendirilip ücretsiz üyelikten yararlanacaklar. Gün içinde ve haftasonu sorularınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum. Zamanında cevap vermeye çalışacağımdan emin olabilirsiniz.
Yeni sisteme üye kaydı için tıklayınız.
Tekrarlamaya inatla devam ediyoruz. Yıl bitmeden kahvecileri bir araya toplayacak bir etkinlik organizasyonu için arkadaşlarım harekete geçti. Bir hafta süren araştırmaları sonunda güzel bir yer buldular. 17 Aralık'ta yılbaşının az öncesi "Yeniyıla Merhaba" gecesinde okur yazar hepimiz bir araya geleceğiz. Şu an itibariyle kırklı sayılara geldik. Ayrıntılar aşağıdaki "Kıraathane Panosu"nda. 70 kişilik bir mekanın tamamını doldurmak için önümüzde birkaç gün var. Şimdi de size bir güzel şarkı. Alan Parsons Project çalıyor, Time. Güzel bir haftasonu tatili diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın "Kulaklarım çınlamıyor..." |
|
Geçen yılın buz gibi soğuk yirmi yedi Kasım akşamında, Ankara'nın Beşevler' inde Milli Eğitim Bakanlığı Şura Salonu diye bilinen, öyle anılan; son dönemde Sevda Cenap And Vakfınca büyük emeklerle yapılan restorasyonla konser salonu olarak kazanılan binaya yollarını düşürenler bir halk müziği emekçisine, folklor araştırmalarında adı duyulmamış bir emektara, camiadan kimilerine göre ise bir folklor kahramanına son bir saygı selamı vermek için bir araya gelmekteydiler...
Mehmet Cenap And, Kavaklıdere Şaraplarını 1929 yılında Ankara'da hayata geçiren kişidir. 1980'lerin ortalarına kadar bugün Sheraton Otel olarak boy gösteren Kuğulu Parkın burnunun dibi, Kavaklıdere'nin ilk tesislerinin yer aldığı bir yeşillik mekandı, anımsayabildiğim kadar. Kavaklıdere'yi dünyaca tanınan bir damak tadı haline getiren Cenap And ve eşi Sevda Hanımın klasik müzik sevgileri, doğrusu tutkuları 1940'lı yıllarda 'Ses ve Tel Birliği'nin oluşturulmasına ön ayak olmuş; Ankara'nın Atatürk ertesi onun mirasını geliştirme çabalarına destek olarak anılagelmiştir.
Sevda Hanım ne yazık ki bir kazada hayatını kaybeder. Cenap And eşinin ve kendisinin adıyla ve klasik müziğe katkılarıyla ölümsüzleşecek Vakfın temellerini 1965 yılında atar. Ancak 1973'ten itibaren vakfın hem daha etkin organizasyonlar içinde bulunması hem de kurumsallaşması Cenap Beyin ikinci eşi, bir diğer müzik aşığı Cevza Hanımın eliyle gerçekleşecektir.
Sevda Cenap And Vakfı daha çok, geçen yıl 22.incisi gerçekleşen Ankara ile başlayan giderek uluslararası nitelik kazanan "Ankara Müzik Festivali" nin gerçekleştiricisi olarak anılmaktadır. 1997 Nisanında o zamanlar havaalanı yolunda Akyurt' taki devasa Türk-İş Konferans Salonunu dolduran klasik müzik dinleyicileri, Cumhurbaşkanı Demirel'in önünde aynı festivalin açılış konserinde "Türkiye laiktir laik kalacak!" diye bağırıp ilk Türk Kadının Başbakanlığındaki Hükümete güya gönderme de bulunmuşlar ancak yalnız bağırmakla kalmışlardı!
Vakıf diğer bir çok müzik etkinliğinin destekleyicisi ve düzenleyicisi olmasının yanı sıra ayrıca her yıl klasik müziğe emeği geçen bir sanatçıya Onur Ödülü verilmesini de klasikleştirmiş bulunmakta. Bir önceki yıl bu ödüle layık görülen hayattaki en yaşlı bestecimiz Faik Canselen' in yaşamını konu alan ve yine Vakfın desteğinde Erdoğan Okyay tarafından kaleme alınıp okuyucuya ulaşan kitapçıkta Sevgili Faik Hoca hakkında birkaç satır yazmak benim gibi bir amatöre de düşmüştür, bu da bir başka hikaye.
Yıllar önce, bizim Arda'ya ilkokul ararken yolumuz Gaziosmanpaşa'da ağaçlar içinde nasılsa bir eğitim aşığının uğraşları sonunda ayakta kalabilmiş ve onun adı verilmiş güzelim "Hüseyin Hüsnü Tekışık" İlköğretim Okuluna düştü. Çok sevdik bu, hani bizim çocukluğumuzdan kalma diyeceğim, bahçelikli okulu. 1-A' lı olan Arda'nın, yakın arkadaşlarından biri de Pertev oluverdi işte günler birbirini kovalarken...
Pertev 'de Pertev hani. Zayıf, azcık solgun ama koca adam daha yedisindeyken bile. Haydi veliler bir araya gelsin, bendeniz sınıf babası, en sağlam yardımcımda Pertev' in Sevda Cenap And Vakfında görev yapan annesi Gülay Hanım. Dönem ortasında sınıf hocamız görevden alınıyor, Ankara'nın göbeğinde bir ay dersler boş geçiyor hoppa biz Gülay Hanım'la Milli Eğitim Bakanlığı'nın koridorlarındayız. Genel Müdür' ün "Hocam, ilk atama için geldiyseniz, yarın." sözüne "Yok Sayın Müdürüm biz veliyiz, aman bizim sınıf atama bekliyor!" deyişimizi unutamam.
Pertev birinci sınıf sonunda TED Kolejine, Arda'da bir yıl ertesi Tevfik Fikret İlk Öğretim Okuluna geçtiler. Bense o güzelim okula, çocuklarımızdan sonra bizim inşaatçı tayfayı toplayıp küçük bir yemekhane kazandırma da dahil (tam gün eğitim veren birkaç devlet okulundan biriydi Tekışık ), üç yıl daha veli olarak destek vermeye devam ettim. Gülay Hanım'da And Vakfının her ay üyelerine gönderdiği, Klasik Müzik Sanatçılarının tanıtıldığı aylık kitapçıkları bize ulaştırmaktan tutunda, önemli konserlere davet etme ya da haber verme gibi incelikleri, dostlukları sürdüre geldi, yıllar boyu.
Pertev' in babasının halk müziği ve folklor araştırmalarının, etkinliklerinin içinde olduğunu, bu küçük sevimli ilkokulun bizim ufaklıklarında katıldığı bir yıl sonu davetinde anladık. Başta Kamil Sönmez olmak üzere birçok sanatçı Nail Öngürer Hoca' nın bir küçük davetine hemencecik peki deyip, koşuvermişlerdi bu etkinliğe. İşte o zaman anlamıştık ki; Nail Hoca Hacettepe'den TRT'ye neredeyse kendini bildi bileli hep Türk folklorunun, Türk Halk Müziği'nin içinde olmuş, nice ekibin, nice sanatçının yetiştirilmesinde ciddi emekleri geçmişti, geçmekteydi.
Ne ki Hoca' nın içkiyi çok sevmesi, giderek sağlığının bozulmasına, bu son yıllarda ise ölümcül karaciğer yangılarıyla boğuşmasına yol açacaktı. Ortak tanışlardan ne zaman kötü bir haber duyacağız diye kıvranırken, acı haber Akşehir'den, karayolundan geliverdi, bir önceki yazın sonunda. Gülay Hanım'ın kullandığı otomobil gece karanlığında Nail Hoca, Pertev ve yeğenleriyle Akşehir'e yaklaşırken; bir lastiğin patlaması ve direksiyon kontrolünün yitirilmesiyle oluşan kazada ne yazık ki hem Nail Hoca' yı, hem de 21 yaşındaki yeğenlerini sonsuzluğa uğurladık. Sevgili Pertev ve Gülay Hanım ise yaşamlarının sonuna kadar onlarla olacak üzüntülerle, ezikliklerle baş başa kaldılar.
İşte bu geçen yılın Kasım 27'sinin soğuk Ankara akşamında MEB Şura Salonuna gidenler, Sevda Cenap And Vakfının kadirşinaslığıyla katkıda bulunduğu gece de Nail Hoca' ya, birçok sanatçı arkadaşının sazı ve sözüyle bir veda selamı verdiler. O selam bu selamdır işte!
Ne diyordum...
Ne zaman ben ya da dostlarım bir sevdiğimizi yitirsek, ondan ayrı düşsek; hep Sezen' in çok eski, çok yürek burkucu şarkısından şu sözler usuma gelir...
"kulaklarım çınlamıyor, ne zamandır...
beni hasretle anan biri yok artık...."
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Saklı Kahve : Tuğba Çamlıbel Kalemimin ucu hazır |
|
Kalemimin ucu hazır. Sayfam tertemiz. Çizgili satırlara yazamıyorum. Her defasında yırtıp tekrar yazıyorum bomboş, tertemiz bir beyaz sayfaya.
Gelmiş oturmuşsun karşıma. İkimiz de susmuşuz...İlk cümleyi söyleyen başlatacak çünkü o mendebur kavgayı.
Bak işte, silgi almayı yine unutmuşum yanıma. Ellerimle sildiklerim daha çok bulaşıyorlar hem bedenime, hem de beyaz sayfaya...Ve ben her seferinde silgimi unutmuş olup ellerimle siliyorum birer birer yanlışlarımı. Ellerim kapkara oluyor..Sayfa temizliğini yitiriyor..
Hâlâ susuyoruz..Ben etrafı seyrediyorum, sense bana bakıyorsun..Sinir oluyorum şu en kavgalı olduğumuz anlarda bile bana böyle bakmana.
Senin boynuna hüznün türküsünü atkı yapmış, az önce geçtiğin sokaktaki ney çalan usta. Oysa sen sadece şöyle bir dönüp bakmıştın o kara yüze ve gözlerine...Benimse geldiğim sokaklarda her dükkandan ayrı bir ses geliyordu. Hiç birini tam olarak dinleyemiyordum. Hiç birine ait olamıyordum..Anlamsızca başımı şişirmekten öteye gidemedi o caddedeki yürüyüş..Kafam doluydu oysa, duymamam gerekliydi hiçbir sesi...
Boynuna sarılmış yemen türküsünü alıyorum avuçlarıma. Şaşkın bakıyorsun gözlerime.
Fark etmemiştin bile değil mi orada durduğunu...
Bu fark etmeyişin hesabını sorarcasına meydan okuyor gözlerim sana.
Bir suçlu gibi, boynunu büküyorsun.
Anla artık. Bu sevda senden hep bir adım önde duruyor. Ve artık sevdaya selam vermek oyalamıyor bizi...Yanlış suretler çizmeme izin vermiyor artık tuvalim. Fırça darbeleri dağıtmaya yetmiyor birlikte çizmeye başladığımız resimdeki kara bulutları...
Sevgili, şu maviyi çizmeyi ertelesek mi başka bahara?
Topluyorum fırçalarımı, boyalarımı - çünkü hepsini ben getirmiştim, hiçbirini sana bırakmıyorum - paspartumu koltuğumun altına, tuvalimi sırtıma takıyorum.
Müdahale ediyorsun, kurumayan resmi bozulmaktan kurtarmaya çalışıyorsun kendince. Hoyratça gözlerini yakalıyorum, anlıyorsun...
Yemen türküsünü masaya bırakıyorum giderken.
Pılım pırtım toplanmış, mavi yine cebe atılmış...
Sen masada tek başına,
Ben yine yollarda...
Ama aramızdaki tek fark, mavi benim yanımda...
Tuğba Çamlıbel tugbacamlibel@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan TABAKLI'NIN DERESİ, BOYBAT YOLU NERESİ? |
|
Yok, canım, ne gezer? Benim Boyabat'la ne alakam olabilir ki? Onlar biraz kel, biraz fodul, kara gobalak, yoz adamlardır. Siz öyle misiniz? Boy pos sizde, kaş göz ona keza… Endamınız selvi, saçlarınız sırma. Yüce rabbim yaratırken iltimas geçmiş. Boyabat'a gittiğimi neden inkâr edeyim? Aman ne komik espri, tutmayın da katıla katıla içimden geldiğince güleyim bari. Neymiş efendim? Boyabat'a vadın mı? Lo lo yidin mi? Hey ya yidim… Herkes Boyabat'a sanki leblebi yemeye gidiyor. İşi gücü bıraktım, Boyabat'a kebap, leblebi, tak tak helva yemeğe gittim.
Hem gittiysem gittim size ne canım? Aklım esti, gidip şu Boyabat'ın tarihi ve turistik yerlerini göreyim dedim. Kazın ayağı sizin bildiğiniz gibi değil. Yortandan asker arkadaşım Cemal'ın anası rahmetli olmuş. Cenazesine yetişemedim, bari gidip şuna bir baş sağlığı dileyeyim dedim. Cemal'la ayda yılda bir karşılaşırız. Sinop'a gelince sağ olsun aramadan sormadan geçmez.
Gerçi bizimkinin Sinop'a gelmesi de genelde hayra alamet değildir. Ya hastaneye, ya Köy Hizmetleri Müdürlüğüne ya da cenazeye gelir. Köyünün Aydoğan olduğunu bilirim. Bilirim bilmesine de hepsi bu, bir kereliğine olsun misafirliğe gitmişliğim, kapısını çalmışlığım yok. Her karşılaştığımızda buna gücenir. "Fakiriz, yabanız diye gelmezsin. Gel, korkma ben seni rahat ettiririm. Altına yün döşekler sererim, koç bilem keserim. Yeter ki sen bir kere yanıl, çık gel."der. Asıl derdim rahat edemeyeceğim değil. Siz bilmezsiniz, oraların yolu izi çok beterdir. Yürüme gitmeye niyetlensem, alimallah adamı yolda köpekler paralar. Duyan, gören, yetişip kurtaran bile olmaz. Kemiklerini bulursalar şanslısın.
Bu sefer işin kaçar yolu yok. Her şeyi göze alıp, sabah Sinop'tan minibüse bindim. Şoför, şimdi aklımda kalmadı ama Kara Ali'mi, Gavur Ali 'mi ne işte. Onun oğlu Hasan'dı. Boyabat'a sık sık gitmesem bile Hasan'ı tanırım. Üzerine basmadan, vurgulamadan, tonlamadan adı söylenip geçilmeyecek insanlardır. Yıllardır kar, yağmur, buz, çamur demez, Dıranaz'ı geçer. Köylü, kasabalı, okumuş, cahil, esnaf, memur herkesin kahrını çeker.. Yolcunun çişi gelir durur, kusacağı gelir durur, çeşme görünce birden susayası gelir o yine durur. Bu yollara böyle adamlar lazım. Hasan'a "Arkadaş, ben Aydoğan köyüne gitçem. Nasıl gidilir, nerden gidilir."diye sordum. O köye sadece pazartesi günleri araba bulunur. O gün kasaba pazarına inerler. Ama bu gün ancak yürüme gidersin. "dedi.
Demesine dedi ama derdime pek ilaç olamadı. Yol yakın olsa bekli de cayardım. Ama bir buçuk saattir yoldayız ve buraya kadar geldikten sonra zaten dönülmez. Bu kez iyice kararlıyım. Ölmek var dönmek yok. Araba bulamayacağım da belli oldu. At, eşek gibi arazi vitesli, canlı dört çekere de razıyım. Hiçbir şey bulamasam da yürüyeceğim. Yer yarılsa, gök delinse bile Cemal'ın köyüne çıkacağım.
Hasan, beni Akçakese Karakolunun az aşağısındaki yol sapağında minibüsten indirdi. Neyse uzun etmeyeyim. Köye gidip Aydoğan'a nasıl çıkacağımı sordum. İyi olacak hastanın ayağına doktor kendisi gelirmiş. Birlikte Aydoğan'a gidecek bir arkadaş buldum. Köylüler yanımıza biraz ekmek, peynir verdiler. "Su da alalım." dedim. "Boşuna yük etmeyin. Yolda su bulursunuz." dediler Öğleye doğru iki ahbap köyden çıkıp yola revan olduk.
Yürü babam, çık babam, kısa molalarla akşama bir saat kala kan ter içinde köye çıktık. Geçtiğimiz yerler Gökırmak kıyısındaki ova köylerin yaylasıymış. Yol arkadaşımdan hala yaylaya çıkan üç beş köy olduğunu öğrendim. Ama eskisi gibi değilmiş, sadece birkaç köy kalmış. Eskiden yaz geldiğinde buralar insan kaynarmış. Göç bütün köylerin belini büktüğü gibi sürülerini, büyükbaş hayvanlarını alıp ilk kar düşünceye kadar yaylada kalanların da on seneye kalmaz kökünü kuruturmuş.
Sürekli yokuş yukarı çıkmak yolculuğu çekilmez yapmasına rağmen manzara gerçekten harikaydı. Dik bir yokuşun bel verdiği yol kıyısında, bodur meşelik kuytusunda biraz uzun bir mola verdik. Meşeliklerin içinde başlayıp yoldan aşağıya ince ince sızan küçük bir pınarın başında oturup, kekik kokularını içimize çekerek peynir ekmek yedik. Bu fukara ziyafetini ömrümün sonuna kadar unutabileceğimi sanmıyorum. Peynir ve ekmek her yudumda baklava, börek oldu. Her yudumda bal, şerbet şeker oldu. Yıllardır başkaları anlatırken duyardım da inanmazdım. "O suyun başında tuz ekmek yersin. Ama bal yemiş gibi parmağını emersin." derlerdi. Kesinlikle doğru söylüyorlarmış. Gerçekten anlatıldığı gibi yerler, anlatılandan daha güzel koyaklar vardı.
Yoldaşım Kemal Dayı yaşlı olmasına rağmen dinç bir adamdı. Ayaklarına yetişmek, onun yokuş yukarı yürümesine ayak uydurmak neredeyse imkânsızdı. Benim lapacı olduğumu anlayınca adamlarını ağırdan aldı. Yorulmadığı halde beni iyice telef etmemek için sık sık mola verdi. Köye varınca Cemal'ın evine kadar da götürdü. Köpekleri savuşturup elindeki değneği ile kapıyı çaldı. Alın şu emanetinizi, Size ta Sinop'tan misafir getirdim dedi. Cemal beni görünce çok sevindi ama hanelerinde yas olduğu için gülüp, şakalaşamadı. Tekrar tekrar sarılmasından, durmadan dinlenmeden "Hoş geldin." demesinden sevincini hissedebilmek mümkündü. O akşam Cenaze evine komşu köylerden birçok ziyaretçi geldi. Konuşulanlar dönüp dolaşıp Cemal'ın annesinin ne kadar iyi bir insan olduğundan, yokluğuna alışmanın çok zor olacağından, mekânı cennet olsun temennilerine uzanıyordu. Evde son derece ağır bir hüzün havası egemendi. Baş sağlığı dilemek, kaybedilen birinin ardından insanları teselli edebilmek konusunda çok beceriksiz biri olmama rağmen ben de üzüntümü dile getirmeye ve ahirete göç eden kadına kabrinde huzur dilemeye çalıştım.
O gece beni komşu evlerin birinde misafir ettiler. Henüz sonbaharın başları olmasına rağmen dışarıda çivi gibi bir ayaz vardı. İnsanın tenini kuduz bir köpek gibi dişliyordu. Sinop'ta insanların hala denize girebildiği bir mevsimde burada köylüler evlerin soğuğunu kırabilmek için akşamları soba yakıyorlardı. Yol yorgunluğundan ve temiz havadan olsa gerek o gece yün yatak ve yorganların içinde deliksiz bir uyku uyudum. Sabah erkenden kalkıp içinde çıtır çıtır yanan meşe odunları yanan kuzinenin başında kahvaltı ettik. Kahvaltı sofrası toplanmış, kuzine başındaki tek tük konuşmalar derin bir sohbete giderken, Cemal gelip beni komşu evden aldı.
Seyfullah Çalışkan seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Uyumsuz PenGuen : Uğur Erdoğan PenGuen'in gömLeği ütü istemez… III |
|
''ve bana öLümsüzLerin sonsuz acıLarı kaLdı… ''
Tezer ÖzLü
ona acıyı tattıran bir ok değiL.. uykudur..
doğu hristiyanLığında, yaşamını bir sütunun
yada bir kuLenin üstünde dua ederek geçirmeye adamış keşişLere ''münzevi ''denirdi..
ve bu takma isim İoannes Ab'a çok tuhaf bir şekilde veriLmişti..
istediği herhangi bir varLığın düşLerini aynı şekiLde görebiLen
ve hisseden,
ve çaLabiLen
İoannes Ab bu nedenLe inanıLmaz bir şekiLde
büyümüş bir düş varLığına sahipti…
bu düş avcıLığını kuLLanarak kraLLıkta çok iLerlemişti..
siLahLı bir birLiğin başında bir komutandı..
soyLu idi,
ve yaLnızca köpekLerinin değeri bir yığın aLtına bedeLdi.
vücudunun bir çok yerinde beyaz benekLeri oLduğu,
ve gece savaşLarında çok usta oLduğu biLiniyordu ...
taşıdığı kıLıç ise büyük bir usta tarafından,
dokuz metaL yaprak bir arada dövüLerek yapıLmıştı.
ve yeryüzündeki hiçbir acıyı biLmiyordu İoannes Ab..
komutan İoannes Ab ile iLgiLi en son biLgiyi
savaştan kurtuLmayı başarabiLen bir yazman,
kraL pannonia ya başkent itiL' de rapor etti ..
yazman'ın kraL pannonia ya söyLemiş oLduğu şeyLer
ırmak kıyısındaki ipek bir çadırın kıvrımLarı içinde dikiLi kaLmıştır ebediyen,
ve geçirimsiz yeşiL bezi deLip geçebiLmiş konuşmanın kırıntıLarıdır topLananLar ..
bu rapora göre ;
''münzevi'' gibi uyudu..
İoannes Ab yanında bazı atLıLar oLduğu haLde,
ırmak kıyısında tesadüfen bir grup düşman atLısı ile karşıLaştı..
İoannes Ab onları görür görmez geri döndü..
yeni moLa vermiş atLıLar eyerLeri üstündeydiLer henüz ..
atLıLarın komutanı İoannes Ab'ı görmüştü..
komutan siLkindi ve atını mahmuzLadı,
ve İoannes Ab'ı yakaLadı..
onu sımsıkı bağLanmış bir şekilde karargaha getirdiLer
ve bir sütünun üstüne yerLeştirdiLer..
ve üç okçu nişan aLdı..
başLamadan önce eğer aLtıncı oktan sonra sağ kaLırsa bağışLanacağı,
hatta diLerse karşısındaki üç okçuya ok atabiLeceği söyLendi..
onLara aynı anda iki ok birden atmamaLarı için yaLvardı İoannes Ab..
çünkü acıLarı saymasını biLmiyordu ,
sayabiLdiği yaLnızca çizgiLerdi ..
iLk ok kemerinin tokasına geLdi
ve yaşamında hiç hissetmediği acıLarı uyandırarak
karnına sapLandı…
ikinci oku atLatmayı başardı..
üçüncüsü kuLağını deLdi ve bir küpe gibi kaLdı orada ..
dördüncü isabet etmedi ..
aLtıncısı dizine geLdi .. yedincisi öbür bacağına sapLandı ..
sekizinci isabet etmedi...
onuncu ok eLini uyLuk kemiğine çiviLedi..
ve o haLa sayıyordu..
sonraki ok dirseğini parçaladı.. on dördüncü karnını deşti..
ve o haLa sayıyordu..
on aLtıncı ok'a kadar saydı ve nihayet uyudu ..
uyuduğu yerde,
üzümü ne satıLan,
ne de aLınan bir bağ oLuştu ....
Bitti
Uyumsuz PenGuen….
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Bir Rüya Sahnesi...
Bir elimde sigara dayamışım başımı cama, karanlık sokağa dökmüşüm düşlerimi. Hava hafif yağan yağmurla, ürperten bir serinliğe bırakmış kendini. Buğulu camda bile hala görebiliyorum oynayan sahneyi. Bazen buğusunu elimle silip eşlik ediyorum oynayan senaryoya, bazen de uzaktan izler oluyorum düşlerimdeki düş kırıklıklarını. Bir an her şey bitiyor ve kendini yeni başlangıçlara bırakıyor. Arta kalanları eğilip ellerimle toparlıyorum. Bir elimde sigara, bir elimde benden artakalanlar ve başım yine karanlık sokağa bakan buğulu camda.
Ansızın elimi sallayarak dağıtmak istiyorum her şeyi. Arkamdan güzel bir müzik eşlik ediyor bana. Bir ağlıyor bir gülüyorum çocuk gibi. Kahkahamı bir hıçkırık, gözyaşımı bir oyuncak bastırabiliyor bu sahnede. Tesellim ise çok basit. Kül tablama biriken sigara izmaritleri. Aşk mı bu, sevgi mi, kader mi yoksa gerçek mi? Yoksa bir gidiş, terk ediliş mi? Sanki karar alınmış, bu gece tüm maskeler çıkacakmış gibi tek tek kenara atılmış çeşitli yüzler. Bir an korku sarıyor bedenimi. Etrafıma bakıyorum kimseler yok. Sadece ben, evet sadece ben varım. Çocuk gibi sığınacak ana kucağı arıyorum samimi, sıcak ve şefkatle saracak beni. Yağmur iyice bastırıyor, gece iyice soğuyor ve ben bir elimde sigara, bir elimde benden arta kalanlar ve kül tablamda biriken sigara izmaritleri...
Karanlıkta annesini kaybetmiş bir çocuk gibi çırpınışımı izliyorum. Islak sokağa düşüyorum yüzüstü. Üstüm başım çamur içinde. Islanmış, yorgun ve halsiz kalmışım. Beni tek ısıtan göz yaşlarım olmuş. Bir an kafamı kaldırıyorum buğulu camdan. İnceden akan göz yaşlarımı elimin tersiyle siliyorum. Sokaktaki çocuğa teselli verir gibi elim kalbimin üstünde mırıldanıyorum. "Geçti.... Geçti...."
Evet her şey geçmişti, çünkü adı geçmişti. Hepsini topladım ya az önce avucuma, yaşadıklarım toplasam bir avuç bile etmezdi.
Odam karanlık, dışarıda yağmur, elimde benden arta kalanlar ve kül tablamda paketimdeki son sigaramın izmariti.
Gökçe Çamlıbel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya ETLİ EKMEK KURU FASÜLYE LOKUMU |
|
Efendim bugünkü tarifimiz meşhur bir et yemeği, bence mutlaka denemelisiniz...
ETLİ EKMEK
MALZEMELER
750gr. kuşbaşı dana veya kuzu eti, 1 bardak iri kıyılmış ceviz içi, 2 adet soğan, 1 dilim bayat ekmek, 1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber, yarım demet maydanoz, 2-3 diş sarımsak, 1 tatlı kaşığı karabiber, 1 kahve fincanı zeytinyağı veya margarin, 1 tatlı kaşığı tuz...
YAPILIŞI
Soğanlarımızı küp küp doğrayalım, sarımsaklarımızla beraber tencereye koyup orta ateşte zeytinyağı veya margarin ilavesi ile karıştırarak sararana kadar kavuralım. Kavrulmuş soğanlara kuşbaşı etlerimizi ilave edelim ve 1 çay bardağı sıcak su koyarak ocağın altını kısalım, tenceremizin kapağını da kapatarak etlerimizi pişmeye bırakalım... Etlerimiz pişmeden, suyunu çektiğinde her defasında bir çay bardağından fazla olmamak şartı ile, sıcak su takviyesi yapıp yaklaşık 50-60dk.sonra etlerimiz pişip suyunu çeker gibi olduğunda, tuz, karabiber, pul biber ve 2 bardak sıcak suyumuzu katalım ocağımızı açalım ve birkaç taşım kaynattıktan sonra kapatalım... Bayat ekmeğimizi kuşbaşı büyüklüğünde doğrayıp servis tabağımıza alalım, üzerine etimizin suyunu gezdirelim, ekmeklerimizin üzerine önce iri kıyılmış cevizleri, sonra da etlerimizi döşeyip kıyılmış maydanozları kıyıp sıcak servis yapalım...
Bugün sizlerle çok değişik bir tatlıyı paylaşmak istiyorum, özellikle ben sevdiklerime bu tatlıyı yapmaktan büyük keyif alıyorum, sıra sizde...
KURU FASÜLYE LOKUMU
MALZEMELER
1 su bardağı kuru fasülye, 1 su bardağı pudra şekeri, 1 çay fincanı dövülmüş fındık içi, 1 limon kabuğu rendesi, 1 çay kaşığı vanilya, hindistan cevizi...
YAPILIŞI
Öncelikle kuru fasülyemizi akşamdan ıslatalım, iyice haşlayalım ve robotta püre haline getirelim, içine pudra şekeri, fındık, limon kabuğu rendesi ve vanilyayı katıp iyice karıştıralım, ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak, hidistan cevizine bulayalım ve dolapta iyice soğutalım...
( İddia ediyorum tatlınızın içindeki ana malzemenin kuru fasülye olduğunu kimse anlamayacaktır)
PÜF NOKTASI
ÇAYDANLIK TEMİZLENMESİ: Çaydanlığınızın içinde biriken kireç tortusunu engellemek istiyorsanız, içinde 15dk. kadar sirke kaynatın veya içinde yumurta kabuklarını bir süre bırakın, kirecin yok olduğunu göreceksiniz...
AKLINIZDA BULUNSUN
Makarna alırken kaliteli durum buğdayından yapılan makarnaları tercih edin, iyi kalitedeki makarnalar haşlanırken fazla köpürmez ve daha besleyicidir...
GÜNÜN MENÜSÜ:
Tel şehriye çorbası, ekmekli et salata, kuru fasülye lokumu
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Bugün sizlerle ilk olarak İstanbul'un en uzun soluklu caz festivalinin 15 yıllık özel albümü "Akbank Jazz Festival 15 Years"ı, ardından perili ev konulu korku filmi "Amityville Horror"ı ve son olarak şeytanın tarihsel gelişimini anlatan "Kötülük Serisi"ni sizlerle paylaşacağım.
AKBANK JAZZ FESTIVAL 15 YEARS :
İstanbul'un en uzun soluklu caz festivali olan Akbank Jazz Festivali'nin 15. Yılı için özel bir albüm hazırlandı.
Kronolojik bir sıralamayla her yıl için bir müzisyen seçilerek oluşturulan albümde müzikal çeşitlilik mümkün olduğunca farklı enstrümanları kullanan sanatçıların eserleri ile oluşturulmuş.
Güney Amerikalı efsanevi piyanist Abdullah İbrahim'den, cazın en dikkat çekici gitaristi James Blood Ulmer'a kadar geniş bir repertuara yer veriliyor.
Bugüne kadar Cassandra Wilson'dan John Scofileld'a, Dave Douglas'dan Ray Anderson'a Akbank Caz Festivali'nde sahne almış unutulmaz isimleri bir araya getiren "Akbank Jazz Festival 15 Years" caz severleri keyifli bir yolculuğa davet ediyor.
"Rh Pozitif" etiketi ile çıkan albüm, festivali kaçıranlar ya da tekrar dinlemek isteyenler için fırsat sunuyor.
DEHŞET SOKAĞI / AMITYVILLE HORROR :
Sinema sektörü içinde korku filmleri meraklıları için asla eskimeyen bir tür. Kaç kere kendini tekrar etse de türü sevenler bıkmadan usanmadan izleyebiliyorlar bu filmleri. Japon sineması sayesinde bir süre farklı konularda korku filmi izleme şansını bulmuş olsak da Hollywood bize yine benzer konulu korku filmlerini dayatmaya devam ediyor. Perili ev teması onlarca kere işlenmiş olsa da Amerikan sineması dayanamıyor ve bir yenisini daha çeviriveriyor.
Filmi benzerlerinden ayırmaya çalışan tek şey bizi filmin konusunun gerçek polis kayıtlarından alındığına inandırmak istemesi. Başka bir yenilik yok.
Perili evde yaşayan ailenin oğlu evdeki bir takım seslerin ona emirler verdiğini ileri sürer. O da emre uyup ebeveynleri ile üç kardeşini uykularında öldürmüştür.
Olaylardan sonra bu evi bir başka aile satın alıyor. Tabii ki kelepir olarak. Ve olaylar yeniden başlıyor. Evin içinden sesler gelmeye başlıyor ve sesler aile fertlerini etkisi altına almaya çalışıyor.
Filmi izlerken ağzınızdan en çok çıkacak cümle şu olacak: "Ben bu filmi izlemiştim". Deja vu etkisi yaratıyor film üzerinizde. Ama bu etkileyici değil sıkıcı bir deja vu. Zaten film de bir yeniden çekim. Bütün her şeye rağmen filmden korkmuş olarak çıkmanız mümkün. Ama unutmayın ki, doğru efektler verildiğinde bir kedinin geçişinden bile korkabilir korku filmi izleyicisi.
"Dehşet Sokağı" yenilik getirmeyen, perili evler serisinin zayıf bir halkası olabilecek bir film.
KÖTÜLÜK SERİSİ / JEFFREY BURTON RUSSELL :
Bütün kültürlerde var olan bir unsurdur şeytan. İyinin, yaratıcının karşısında kötü ve bozucu olarak konumlandırılmıştır. Günahın, yanlışlıkların ve hataların nedenini hep şeytandan biliriz. İnsanoğlu şeytanı bildiğinden beri onu farklı şekillerde görmüş, farklı tanımlamıştır. Yazar Jeffrey Burton Russell nadir bulunan kaynakları değerlendirerek hazırladığı dört kitaplık çalışmada şeytanın dönem dönem geçirdiği evrimi gözler önüne seriyor.
İlk kitapta Antikite'den ilkel Hristiyanlığa Şeytan'ı, ikinci kitapta erken dönem Hristiyan geleneğinde İblis'i, üçüncü kitapta Ortaçağ Şeytanı Lucifer'i ve dördüncü kitapta modern dünya şeytanı Mephistopheles'i konu alıyor kötülük serisi.
İlk kitapta şeytanın ortaya çıkışı Antikite'den Hristiyanlığın doğuşuna kadar ele alınıyor. Antik kötülüğün portresini çiziyor yazar.
İkinci kitapta Hıristiyanlığın ilk beş yüzyılı boyunca şeytanın izini sürerek Batı'nın "şeytan" geleneğinin kökenlerine iniyor. Hristiyan kültürde şeytan geleneğinin nasıl doğduğunu ve geliştiğini anlatıyor.
Üçüncü kitapta Ortaçağ'ın diabolojisinin gelişimini görüyoruz. Artık şeytan sadece kitaplarda değil çevremizde dolanmaya başlıyor ve bireyleri değil dünya egemenliğini istiyor.
Dördüncü kitapta kötülüğün belki de en etkin olduğu döneme 20. yüzyıla geliyoruz. Devrimlerden nükleer çağa, iki büyük dünya savaşına, Luther'den Rousseau'ya uzanan geniş bir alanda yazar modern zamanlarda yaşandığımız değişimlere yorum getiriyor. Şeytan artık bizden biridir ve şu sorunun sorulma dönemine geliyoruz: Onu bizden başkası olarak kabul edebilir miyiz?
Antik dönemde başlayan 20. yüzyılda son bulan yolculuk, teolojiden felsefeye, sanattan popüler kültüre örneklerle şeytanın evrimini bizlere sunuyor.
serdar@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.435 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KUMSAL
bugün baktım tenlerimize
hani aynı dedim hatta...
tıpkı gözlerimiz gibi
tıpkı aynı şeyleri aynı anda görmemiz gibi
ve tıpkı birbirimizi ölesiye sevmemiz gibi...
senden her ayrıldığımda bir şiir yazmak istiyorsam,
sanma ki seninleyken binlerce şiir yazmıyorum
sadece zaman alıyor biliyor musun
kalbimden taneleri toplamak
ve onlardan bir kolye inci dizmek
o inciler ki sana emanet
gözyaşlarım gibi
o inciler ki sana emanet
geleceğimiz gibi...
en az bana olduğu kadar...
bir kumsalda yüzüyoruz
suyumuz sadece aşkımız
yeter mi dersen
elbet yeter be gülüm,
bir gün bir denizde boğulursak
bil ki
beraber kurtulacağız...
sana seni emanet etmek dedin
ne de güzel söyledin
aşkımıza yakıştığı gibi
seni senin beni sevdiğin gibi
sevmek gibi
bir gün bir kumsalda belki
sana sarılıp
kumların gündüzki sıcaklığını
göz ardı etmek gibi
yeniden ısınmak hayata
ve kızımız gibi
kumsal gibi.....
Öykü Özü
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
Değerli Kahve Molası Dostları,
Uzun araştırmalar sonucunda, hepimiz için en uygun yeri bulduk. Epeydir bir araya gelememiştik. Bunun acısını çıkaralım, okur yazar bir araya gelelim istiyoruz.
17 Aralık Cumartesi gecesi Balat'ta ki FENER KÖŞKÜ'nde buluşuyoruz.
70 kişi kapasiteye sahip bu şirin mekânı doldurmayı planlıyoruz.
HEEEYYY TÜM KAHVECİLEEERRR !!!!!
EĞLENCEYE HAZIR MIYIIIIIZZZ :-))) DUYAN DUYMAYANA DUYURSUUUNNNN !!!!!
Tarih : 17.Aralık.2005 Cumartesi
Saat : 20:00 den itibaren
Yer : FENER KÖŞKÜ / Balat
FİKS MENÜ
SERPME MEZELER:
Balık salatası
Patlıcan salata
Beyaz peynir
Acılı ezme
Haydari
Soslu patlıcan
Soslu Hamsi
Börülce / Pilaki
ARA SICAKLAR:
Paçanga Böreği
Hamsi veya Kalamar tava
ANA YEMEK (seçmeli)
Balık (levrek, mevsim balığı, çipura) veya
Izgara et (biftek, tavuk gögüs, köfte)
Mevsim meyvesi tabağı ya da tatlı tabağı
FİYATI: Nakit 40.00 YTL – Kredi kartı ile 45.00 YTL
CANLI MÜZİK (canlı müzikte Istanbul’un ilk 9 mekanı arasına girmiş) ÜCRETSİZ OTOPARK
Katılmak isteyenlerin sevgili Elif Eser'e sayı ve iletişim bilgilerini içeren bir mesaj atmaları yeterli olacaktır. elif.eser4@mynet.com
http://www.fenerkosku.com/
Tel: 0 212 621 90 25 - 26
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Çince biliyormusunuz? Ben bilmiyorum ama internet sayesinde çin işi animasyonları rahatlıkla izleyebiliyorum. http://cartoon.163.com/showFlash.php?id=35381 kısa yoluna tıkladığınızda öncelikle biraz sabretmeniz gerekiyor. Flash animasyon yüklendiğinde ise video klip tadında bir çalışma izleyeceğinize emin olabilirsiniz. Keyfini çıkarmaya bakın. Unutmadan, diğer örnekler için ana sayfayı açabilirsiniz.
Almanyada yaşamak için neleri bilmeniz gerekir? Mesela ...Bir istekte bulunulduğunda veya soru sorulduğunda genelde "bitte" sözcüğü kullanılır: "Lütfen bana saati söyleyebilir misiniz?", "Lütfen gazeteyi verebilir misiniz?". Birisine bir şey verildiğinde de "Bitte sehr" veya "Bitte schön" denir. Bu bir samimiyet veya nezaket ifadesidir... gibi daha detay bilgi için http://www.handbuch-deutschland.de/more_tu.html Almanya için bir el kitabı
Java oyunlarını sevenlere sağlam bir kaynak. Daha önce denememiş olanlara denemeleri için bir fırsat. Hemde ana kaynağından; yani http://www.java.com/en/games/ Hadi bakalım iyi eğlenceler.
Uyumadan önce koyun saymayı denemek istermisiniz. Hem de orjinal müzik eşliğinde http://leech.dk/go2sleep.swf iyi uykular
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
USBhive 2.502.11 [2 MB] Windows Bedava
http://www.basgetti.com/bfiles/USBhive.zip Tek dosyalı kullanışlı bir program. Randevu defteri, akıl defteri, mp3 çalıcısı,vs olarak cebinizde taşıdığınız USB PenDrive da bile saklayıp kullanabileceğiniz güzel bir program. Kendisi 3MB lık bir yer kaplıyor. Ek Belleğin geri kalan kısmına ne yükleyeceğiniz size kalmış. Program ücretsiz, dilerseniz bağışta bulunmanız isteniyor.
Yukarı
|
|
|
|
|
|