KMD 4.SAYI



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 882

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 15 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Canım buzz gibi rakı çekiyor!..


Merhabalar,

Şu içki yasaklanacak lafı çıktığından beri canım buzz gibi rakı çekiyor ama inat ettim içmiyorum. İçersem bi maraza çıkarırım diye korkuyorum. Yağdanlıktan öte yağ tulumu belediye reislerinin Tayyip Bey'e yaranayım diye çevirdikleri fırıldaklar yüzünden millette ne neşe ne de kahkaha kaldı. Olmaz da, ya olursa diye dertlenmek bile yetti ahaliye. Kırk yıl içmesem aklıma gelmez rakı, aklımdan çıkmamaya başladı. Cebimde taşıyayım denk gelir bir yağdanlıkla karşılaşırım, çıkarır gözünün önünde içerim diye düşünmüyor değilim. Aman ha bunların oyununa gelmeyelim dostlar. Bunlar içkiden vazgeçtik hadi bakalım siz de askılı bluzdan vazgeçin diye gelirler karşımıza birgün, damdan düşmüş çalı süpürgesine döneriz. Yağma yok. Benim yediğime içtiğime karışacağına, önce sen koyduğun ya da koymadığın ama uymaya yemin ettiğin kurallara uymayı öğren bakalım. Yok yok bu iş böyle olmayacak. Canım buzz gibi rakı çekiyor, rakı... Cumartesi akşamı siz de kalkın gelin dostlar. Rakılıyalım şöyle gönlümüzce, az ilerideki belediye sarayına inat. Ne güzel demiş Yılmaz Özdil. Belki çoğunuz okudu ama okumayanlar okusun, Kahve Molası kayıt defterinde de yerini alsın diye aynen aşağıya alıyorum yazısını. Dilerseniz günün şarkısı eşliğinde okuyabilir, arada "Şerefe" diyebilirsiniz.

İçki Yasaklanabilir Ama Rakı Asla

Dönülmez akşamın ufkundayız azizim

İçki yasaklanabilir.
Açık söyleyeyim, bence mahsuru yok.
Ama rakı asla…

Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında “içki” değildir rakı.

Yurt sevgisidir örneğin.
İki tek attın mı “n’olacak bu memleketin hali?” diye endişelenmezsin aksi olsa…
Tıp bazen çaresizdir, o ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.

Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir. Kahkahadır. Hatıraları kaydeden hard disk’tir.

Botoks’tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne.
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır… İçilir, güzelleşilir.

Herkesin gençlik hatası olabilir. Bira içersin.
Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin.
Amerika’da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler’de TIR parası ödersin, ayrı…
Ama kürkçü dükkânıdır.
Döner dolaşır, gelirsin…

Orhan Gencebay’dır.
Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın… Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin… İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır…
Tatlıses’tir.
Realite’dir.

Çocuktur, ağlarsın. Hele beyaz “p”eynir ile “k”avun olursa sağında solunda.
Örgüttür.
PRK…
Ama bölücü değil, birleştirici… Türk’ü de içer, Kürt’ü de, Laz’ı da… Sor bak, Ermeni’si de, Rum’u da, Yahudi’si de…

AB’cidir.
Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs’ı veresin gelir…

Madem yasaklayacaksın rakıyı…
Neden balık avlıyorsun o zaman?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin… İnek miyiz biz?
Yoksa Şakşuka’yı şarkı mı zannediyorsun sen?

Yanlış şiir okuyorsun, hapse giriyorsun…
Oku bak ne diyor dünya güzeli Orhan Veli…
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam…

Yılmaz Özdil


Neyse, madem efkarlandık biraz da kendi dertlerimizden dem vuralım. Mevcut ya da aday yazar arkadaşlarımın bir tereddütü var anladığım kadarıyla. "Yuhh" başlıklı mesajları, konuya yabancı kaldıkları inancıyla bir kenara koyarsak, pekçoğu "Ne yani üye olmazsak yazımız yayınlanmayacak mı?" gibi bir soru soruyorlar. Bunun cevabı kısa ama ben uzununu tercih edeyim. Kahve Molası'nda yazar ve okurun hiçbir farkı yoktur. Yazar olmadan okur, okur olmadan da yazar olunmayacağının bilinciyle hareket edilir. Bu cihetle üyelik Kahve Molası'nın genel kuralıdır. Üye olmadan girlemeyen yerlere girilmemesi kaydı ve şartıyla, üye olmaksızın KM de her türlü faaliyete katılmak serbesttir. Bunların başında yazıların editöre gönderilmesi, yazıların düzenlenerek günlük sayılarda yayınlanması, yayınlanan sayıların eposta abonelerine gönderilmesi, son bir yılın tüm sayılarının siteden okunabilmesi gelir. Yani Kahve Molası'nın bu temel işlevleri üyeliğe dolayısıyla ücrete tabi değildir. Bu paralelde "Bizim yazılarımızı bedava yayınlayıp millete para ile okutuyorsun" diyen kendini bilmez, KM yi hiç bilmezlere de bir çift sözüm var. Paranoyayı bir kenara bırakıp KM'ye gelip bir göz atın. KM paralı bir site değil. Halka açık bir kütüphane ancak içtiğiniz kahve ve çayların bir kısmına, o da hepsine değil, Alman usulü destek oluyorsunuz, o kadar. Ha yok benim ona gücüm yetmez diyorsanız, hem de samimiyseniz, ona da şapka çıkartıyor ve sizi ilelebet bedelsiz kahveci yapıyoruz. Mevcut yazar ve yazar olmaya aday arkadaşlara duyurulur. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum aslında. Kahve Molası gene bir ilki gerçekleştiriyor. Sanal denilen dünyaya yeni bir düzenleme getiriyor. Burada ki başarı diğer pekçok sitede merakla bekleniyor eminim. Ama bu karar alınmıştır ve teknik yeterlilik elverdiği sürece de tavizsiz uygulanmaya devam edilecektir.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Çoban ve Arkeoloji...

'Çoban kötü olursa koyunları kuzgun bile götürür '
Çerkez Atasözü

Arkeoloji bilimine bir dönem ilgi duymuş, hatta öğrenim için sınava bile girmeyi düşünmüştüm. Ülkede şu ana kadar arkeoloji bölümlerinden kaç kişi mezun oldu, bilmiyorum. Ancak mezunların birçoğunun günümüzde farklı alanlarda iş yaptığını biliyorum. Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı üniversite mezunu herkes için iş kapısı haline getirilmişti. Bu karara imza atanlar, her sınav dönemi sayıları giderek artan sıfırcı orduları yarattı. Eserleriyle ne kadar övünseler azdır!

Arkeoloji, ekonomisi zayıf toplumlar için bir lüks sayılabilir. Pahalı ve uzun soluklu bir çalışma gerektirir. Yani kültür ve doğa varlıklarının ortaya çıkarılması iğneyle kuyu kazmaya benzer. İnsanlığın bugüne değin oluşturduğu uygarlıkları gün ışığına taşıyan, bilimsel tasnifler yapan, dünü günümüze taşıyan çok önemli bir misyonu da var.

Bir kent çevresinde oluşan bir toplumun tarihini aydınlatma derin uzmanlık gerektir. Çünkü kentin her katmanı, ayrı bir dönemine tanıklık eden binlerce eseri barındırır. Bunların elde küçük fırça, bıçak ve kürek, süpürge gibi aletlerle zedelenmeden depoya taşınması çok önemlidir. Örneğin Efes kazıları yıllardır sürmesine karşın henüz tamamlanmamıştır. Bugüne değin geçirdiği süreç kaleme alınsa mutlaka zevkle okunan bir kitap olurdu.

Başlığa bakıp da arkeolojinin çobanlıkla ne ilgisi var demeyin. Çoban öyküleri, masalları dünya edebiyatının da ilgi duyduğu konular arasındadır. Hemen bir çoğumuz en az bir çoban öyküsü duymuş ya da okumuşuzdur. Mitolojininse vazgeçilmezleri arasındadır. Çobanların tanrısı da vardır. Adı PAN'dır.

Pan, dağların tek hakimidir. Kavalından çıkan nağmelerle tüm perileri başına toplar, büyülü kavalından çıkan nağmelerle dağlarda sesi yankılanır. Kırların, çobanların ve ormanların tek hakimidir. Keçi ayaklı, sakallı ve boynuzludur. Zevk düşkünüdür. Syrinks (pan flüt) çalar, tepelerde dolaşır ve sürüleri korur.

Günümüz çobanlarıysa bence arkeologlar! Yolculuklarda dikkat etmişimdir. Nerede bir höyük ya da tümülüs görsem acaba bu tepenin altında kim yatıyor, derim. Bunu düşünürken sararmış otları sürüsüne yedirmeye çalışan, yol boyunca kepeneğine uzanmış bir çobanla görürsünüz. Bu sahipsiz tümüslerin henüz ortaya çıkmamış eserleri ancak kaçak kazı yapan hazine avcılarına bir davetiye gibidir. Bir de bakımsızlık ve ilgisizlikten ancak bir bölümü gün yüzüne çıkarılmış arkeolojik alanlara gittiyseniz mutlaka ya bir bekçi ya da çoğunlukla çobana rastlarsınız. Çobanla arkeologların çalışma alanı benzerliğine dikkat çekmek istedim biraz da bu yazımla. Ancak iş bulma konusunda, S. Duman'ın da belirttiği gibi arkeologlar çobanlar kadar şanslı değildir. Bugüne değin herhangi bir gazetenin insan kaynakları sayfasında "Arkeolog aranmaktadır!" şeklinde bir ilana rastlayanınız varsa, acilen haber versin lütfen...

***
"En eskisini sorarsanız avcılık.. Sonra çiftçilik.. Çobanlık uzmanlaşan insanın tarih sıralamasında üçüncüye gelir..

Medeniyet detaylandı.. Çobanlık meslek sıralamasında gerilere düştü.. Hele şimdiki dünyanın medeni toplumlarında kıymeti harbiyesi kalmadı..

Bakmayın bizim memlekete.. Tahminime göre çobanlığın tasfiyesinin daha yüz senesi var.. Şu anda bile revaçta.. Bir milyar aylık veriyorlar, sigorta yapıyorlar..Üstüne üstük kontörlü cep telefonu hediyesi de var.. Yine de arandığında çoban bulunamıyor..
***

Çoban cesurdur, kararlıdır.. Kurt gibi yalnız çalışmayı sever.. Kolay vazgeçmez.. Bunlar olumlu özellikleri..

Ancak yalnız yaşamak zorunda kaldığından, dağda bayırda insan görmediğinden biraz yabani olur..

Kolay laf anlamaz..

Bu ülkenin gördüğü son büyük çobanı biliyorsunuz.. Sürüyü elinden alana kadar kırk yıl anamız ağladı.. Hâlâ davasını sürdürüyor.. Yok "Kepeneğim kayboldu.." Yok "Değneğimi getirmediler.." diye.. Fırsat bulsa sürüyü yeniden önüne katacak.." (1)

"Bir ikinci öyküsü daha vardır Midas'ın. O da Apollon'la ilgilidir. Yüce tanrı, Frigya kralının kulaklarını eşek kulaklarına çevirmişti. Bir suç işlediği için değil de aptallığı yüzünden bu cezayı görmüştür Midas.

"Apollon ile Pan arasında yapılacak bir çalgı çalma yarışmasında Midas, yargıçlardan biri olarak seçilmişti. Kır tanrısı, kavalıyla hoş sesler çıkarıyordu; ama Apollon'un gümüşten lira'sı her çalgıdan üstündü. Bir çalmaya başlamasın Apollon; Musalar bile durup kendini dinlerdi.

Yargıçlardan ikincisi dağ tanrısı Tmolos, yengi çelengini Apollon'a verdi. Ama yüce musikiden ne anlasın Midas, tuttu oynak havalar çalan Pan'ı kazandırdı. Apollon da kızıp onun kulaklarını eşek kulakları yapıverdi.

Midas bir süre, tanrının armağanlarını koca bir külah içinde sakladı. Sakladı ama onun saçlarını kesen berber sonunda kulaklarını gördü. Kulakları gördüğünü kimseye söylemeyeceğine yemin etti. Berber bu, konuşmadan durur mu, gitti bir çukur kazdı sazların arasında, usulca "Kral Midas'ın kulakları eşek kulakları." diye fısıldadı.

Aradan zaman geçti. Çukurun çevresinde büyüyen sazlar yel estikçe, "Kral Midas'ın kulakları eşek kulakları!" diye bağırmaya başladılar. Böylece herkes gerçeği öğrendi."

Bu olaydan sonra, Midas şunu öğrenmiştir herhalde: İki tanrı yarışırken beğendiğini tutma, güçlü olanı tut." (2) Hazreti İsa'yı 'çoban' olarak gösteren bir heykel 1500 yıllık ama daha da eski bir inancın sembolü. Hükümdarın 'çoban', halkının da 'koyun' olarak ifadesi Sümer ve Babil'den başlayıp Mısır'a, oradan hemen bütün medeniyetlere yayılmış bir nitelendirme. Zamanla Hristiyan inancına ve İncil'e de girince İsa işte böyle bir çoban oluvermiş.

Tarım ve hayvancılığa dayalı toplumların çobanlığı peygamber mesleği olarak da görmesi; hatta daha eski ilkel toplumlarda tanrı mertebesine getirmesi olağandır.

Günümüzdeki robot teknolojisi ise pek yakında robot çobanlar yapar; kopya koyun ve büyük baş hayvanları, yapay çimlendirilmiş meralarda uzaktan kumandayla yönetilirse, robot çoban ne yapsın, can sıkıntısından techno müzik besteleri yapar, robot sevgilisini de 'chat'latır artık!

Bizim arkeologlara ne olur derseniz, onu da her yıl yeni üniversite açmayı marifet sayan siyasetçilere sormalıyız derim...

Çoban Memo, olup bitenler karşısında ne yapsın?

(1) Selahattin Duman, Vatan Gazetesi, (25.05.2005), Onlarınki de çoban bizimki de çoban.. adlı makalesinden
(2) Frigya uygarlığı (MÖ 750 - MÖ 300), Sümerian (internetten)


Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Nihat Turan


X'E MEKTUPLAR (4)

Kanını satırlara dökebilmek hayatı münhal şairlerin işi değildir X. Sicili isyanlarla mimli şairler taşlanmıştır hep. Derisi yüzülen, çöllere sürülen, melunluk yaftasına müstahak görülen ve darağaçlarında asılan yine o şairlerdir. Sarayların, şatoların, fil dişi kulelerin salonlarında 'hak yedi' çehrelere tükürebilen hep onlar olmuştur X. Hem havassın hem de avamın meclislerinden kovulmalarında ki sebepte saklı olan sır, yollarını yol edinmemin apaçık nedenidir... Ne popüler romantik nehirlerin akıntısında esrik bir yaprak ve ne de mutat sözcüklerle 'arabesk aşk'ın ikliminde buhardan bir katre değildir onlar...

Hadsiz ve başına buyruk şairleri kaç kişi anlayabilir X. Ve kaç kişi her maşukun içinde dilsiz bir şairin gizli olduğunu bilebilir. Şairlerin bir parça maşuk ve maşukların bir parça mecnun olduğu onca şey yanında hiç bilinmedi X....

Sözünü serap mürekkebiyle yazarak aşkını deşifre etmek her mecnunun en sırıtkan yanı değil midir X? Sevgiliyi gönlün çölünde aramak şairliğin mecnunluk hükmünden değil midir?.. Bir şairin intiharı, durulmuş bir aşk içinde olmak değil midir X?..

Haddi olmayan şairlerin ülkesi yoktur X. Mağrur kelamlarıyla arz-ı endam ettikleri her gönül üzerinde yeni bir fırtına koparan şairleri sevdim X. İçimdeki fırtınaları o şairlerin misallerine bakarak kopardım. Ve kendi meselemi o fırtınalardan geriye kalan enkazlardan mülhem edindim. Meselemin mirasını, kepazeliğin cilalanmış, kutsanmış suratlara tükürebilen o yersiz ve sürgün şairlerden devraldım X... Yurtsuz ve coğrafyasız olan şairlerin mümbit söz memelerinden emdiğim özlerlerle-düşlerlerle büyüdüm.. Ne tefekkür tarihinin ve ne de şuara şeceresinin öne sürülen veçhelerinde onların asliyetini görmek kabil değildir X. Onları ya bir zelzelenin tam ortasında ya da bir kavganın en çok yara alan tarafında görürsün....

Tarihin ve zamanın, çölün ve aşkın kıvrımlarına sinen mecnunlar taifesinin yollarını, yürüyüşlerini ve sözlerini arıyorsam sebebi o şairlerdir X. Melodilerle beslenen eğreti sözlere öykünmeden ve kıvrak tümceleri çalıp çırpmadan kendimden neşet edeceğim sözlerle sana edilmemiş kelamlar edeceğim X. Unvansız sözlerimin anonimleşen diliyle hitap edeceğim sana. Her aşık kelamımla aşkını ilan ederken beni sana anlatmış olacak X...

Dönüp dolaşıp beni sana anlatacak sözler edeceğim. Okunan bir mektupta, üflenen bir neyde, kutsal bir babda, mitolojik bir anlatıda, öylesine çekilmiş bir resimde, sıradan bir mizahta, ve şaşmaz bir mizanda, bazen de apansız bir kaosta ve aylı-ayaz bir lahzada, ama ille de çöl tarihinde beni sana anlatan bir şey bulacaksın X...

Nihat Turan
nihatturan2@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,115,115,115,115,11
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


MARTI ÇIĞLIĞI (2)

Bugün; başındaki tüyleri kırmızı bir martı göreceksin…

Seni gözlerimle izlemeye devam ettim. Bir kadın gibi vitrinlere bakına bakına yürüdün. Taksimin en sevdiğim köşesinde; sonbaharın sararttığı yapraklarla süslenmiş, yarı çıplak, kocaman iki ağacın altındaki masalardan birine oturdun. Kolundaki saate baktığında; güneş o pahalı saati nasılda parlattı. Yüzün; hala unutmadığım gibiydi. Her bir çizgisi oluşurken yanında olamadığım yüzün; hiç değişmemişti.

O yüzü kanatlarımın arasına alıp, gözlerimle okşamak isterdim. Bunu her sabah ve her gece bir ayin gibi, özen ve sevgiyle yaparak; insan gibi yaşamak, yaşlanmak istedim. Yüzümü, teninde dolaştırmaya kıyamazdım. İncitmekten korkar gibi; yüzünde sadece soluğumu gezdirirdim. Yanımda olsaydın keşke; söyleyemediğim, ertelediğim her ne varsa; hepsini sana söylerdim. Utanmazdım; arsız olur, ne düşünürsen düşün yinede hissettiklerimi bil isterdim. Boş vermişliğe sığınır seni; çocuğum gibi, annen gibi, kadının gibi, dostun gibi severdim. Seni böyle sevmekten korkmazdım.

Yanına yaklaşan garsona; kendinden emin bir şekilde kahve istediğini söyledin değil mi?
Her zamanki gibi 'karar şekerli olsun' dedin. Senden duyduğu kelimelerle şaşıran çocuğa, üşenmeden açıkladın: ' Kahvenin hasını bilen kahveciler, karar şekerin ne olduğunu bilirler. Şekerliden daha az tatlı, ortadan daha şekerli kahveye karar şeker denir. Şimdi bana karar şekerli bir kahve getir.' Çocuk; sesindeki tonlamadan, kelimelere olan vurgundan etkilendi. Ne dediğini anlamadığını bilip, arkasından küçük bir tebessüm ettin. İnsanları şaşırtmayı hep sevdin. Sana şimdi bir şaşkınlıkta ben yaşatmalıyım. Gelip masana ansızın konsam, ne yapardın?

Evet, bunu kesinlikle yapmalıyım. Bugün bana ne yakışmayacaksa, kendimden beklemediğim ne varsa onu yaşamalıyım. Seni her gün görmüyorum. Şimdi; önünde durduğun şu yolun karşısına geçip, masana doğru uçup, konacağım. Ne olursa olsun sana kendimi göstereceğim. Gözlerine bakıp, beni ve yaşadıklarımızı unutmadığını görmek istiyorum. Buna ihtiyacım var. Bildiğim bir şeyi onaylatmama, kendime güven duymadığıma hep kızdın. Ne yazık ki büyüyememe izin verilmedi. Büyüyebilseydim, değişir miydim?

Çırptığım her kanat, kilometrelerce uzaklığa ermek gibiydi. Uçarken, sözümü dinlemeyen kanatlarımın telaşesi, kalbimin yerinden çıkacak gibi atması ve aklımın hiçbir şey düşünmemesi beni korkuttu. Yolun üzerinde askıda kalarak, hem sana hem yoldaki arabalara bakarak süzüldüm. Düşündüğüm, gördüğüm ve hissettiğim her şeyin tarifsiz bir önemi vardı. Sen bunları nasıl yaşadığımı, kendi kendime nasıl eziyet çektirebildiğimi bilirdin. Sanırım, bunu eskisi gibi fark etmeni istemiyorum. Yoksa bana bakar ve 'küçüğüm neden böyle düşünüyorsun' diye inandığım her şeyi, tek soru cümlesiyle darmadağın ederdin. Bana bu soruyu her sorduğunda; kendimden şüphe ederdim. Bu gelip geçici bir şüphede olsa; o anda beni allak bullak etmeye yeterdi.

Derin bir nefes aldım. Kanatlarımı esnettim. Ölürken de böyle bir nefes almıştım. Her şey olduğundan o kadar farklıydı ki. Duyduklarım gibi değildi. Neyse. Sadece sana bakarak, diğer bütün evreni yok saymaya çalıştım. Toprak yerine pamuktan bir tarlaya dokunarak yanına kadar gelebildim. Çok güzel görünüyordun. Erkek ya da kadın değildin. İnsanların en güzeli gibi, rüyalarıma giren mitolojik kahramanlar gibi tapılası bir bütündün.

Az kalsın kanadım; dalın birine takılıyordu. Kanatlarımın rüzgârından, sararmış ve kurumuş iki yaprak, tutundukları dalı bırakıp döne döne düşmeye başladılar. Kurumuş ve kızılımsı sarıya bulanmış yapraklardan biri, dümdüzdü. Hiçbir kenarı kıvrılmamış, hala yaşamaktan vazgeçmemiş gibiydi. Diğeri ve daha büyük olanı; kenarlarından ortaya doğru bükülmüş, ağaçla arasındaki bağın kopmasını bekler gibiydi. Ölüm söz konusu olunca yaşlı yaprak daha bir aceleciydi. Sırasını şaşırmak istemezdi. Sanırım; ben sadece rüzgârımla vesile oldum.

Oturduğun masada, tam karşındaki sandalyeye hiçbir şey söylemeden çöktüm. Oturma değildi bu, ilişmek ya da bedenini bir yere yaslamakta değildi. Çökmek gibiydi, yıkılmak gibiydi. Karşına konduğumda bana baktın. Nasılda şaşkındı yüzün. Ben olduğuma inanamadın. Hatırladın beni, yüzünde geçmişin izlerini gördüm. Seninle oturup, martıları seyrettiğimiz günleri anımsadın. Vapurla karşıya geçerken, sırf martılara atayım diye; simitçiye 'üç tane sarsana' derdin. Bunu da hatırladın değil mi? Çimenlere yattığımızda, gökyüzündeki martıların çığlıklarını ve kanatlarının sesini dinlerdik. Bana martıların neden çığlık attıklarını anlatmıştın. Şimdi çığlıklarını duyuramayan bir martı olarak karşındayım.

Birazdan; o genç çocuk karar şeker kahveni getirecek. Masana konmuş beni görünce şaşıracak. İlkin; sandalyeyi kirleteceğimi düşünecek. Karasız kalacak; beni kovmak isteyecek. Ben, o bana daha elini kaldırmadan uçacağım. Üzülme sakın, belki bir gün yine yanına gelirim. Ürküyorum artık insanlardan, korkuyorum. Arkadaşlarım bana gülüyorlar. Olsun, uzakta durmak; bana hüzünlü bir huzur veriyor.

Senin yüzünden bu şehrin ve bu denizin tutsağı oldum. Bırakıp gidemiyorum. Hiç düşünmedin değil mi; İstanbul' a neden martıların bu kadar yakıştığını? Neden bu şehirde martıların bu kadar çok sevildiğini hala anlayamadın değil mi? Gökyüzünde uçan her martı, bu şehirde bir insanın sevdalısıdır. Bu şehirde sevdiğinin aşkına doyamadan ölen, bir martıya dönüşür. Ne insanlar; martılar yüzünden bu şehirden vazgeçebilir… Ne de martılar sevdalıları yüzünden bu şehirden gidebilir...

Şimdi karşındayım, karşına konmuş bir martıyım işte. Ne yapacağını şaşırdın. Bana bakarak; kocaman gülümsedin. Gülümsemeni görmeyi öyle özlemişim ki… Diğer masadaki insanlar da senin kadar şaşkın. Bana bakıyorsun. Kanatlarımı topladım karşında, griye çalıyor kanatlarımın uçları, yaşlandım. Gözlerim hala seni görünce parlıyor. Bak başım dimdik, dudaklarım turuncu. Burun deliklerim hala nokta kadar. Ayaklarımdan biri, arkandan koşarken, -gerçeklerimden kaçarken- yediğim taştan incinmişti. Topallıyorum yürürken. Bana bakma öyle. Başımdaki al leke o günden kalma. Kanın kırmızısını; denizin tuzu bile silemedi.

İşte kahven geliyor. Hatırıma yudumla… Uçmalıyım… Seni seviyorum…

Serap Ezgi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,237,237,237,237,237,237,23
13 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Yeşil Bölge İstiyorum...

Neden mi?

Çünkü, Cumhuriyet değerlerini, mirasını, ulusal onuru, ayaklar altına aldığınız yetmiyor, 1923 devriminin aydınlığını, molla kafalarınızla karartmaya çalıştığınız da yetmiyor, kendi ahlâksızlıklarınızı görmezden gelip, öz eleştiri yapmak yerine, şimdi de "ahlâk bekçiliği" yapmaya kalkıyorsunuz...

55 yıllık restorana kanca atıyorsunuz, İstanbul, Kuzguncuk'taki İsmet Baba Restoran'a. Neymiş, içkili yerler kırmızı bölge, diğer yerler yeşil bölge olacak.

Ben Kuzguncuk'ta doğdum. Çocukluğum orada geçti, sokaklarında misket oynadım, Marko Paşa'nın evi olan İlkokula gittim, boğazdan denize girdim, balık tuttum, en önemlisi cami ve kilisenin aynı duvarı paylaştığı bu semtte birbirine saygı duyarak nasıl yaşanır o'nu öğrendim.

İsmet Baba restoran, Kuzguncuğun sembollerinden birisidir. Orası "dün" açılmadı, dile kolay tam 55 yıl. Hemen girişteki panoda, bu mekandan geçmiş değerli Kuzguncukluların, edebiyatçıların, esnafın, sararmış fotoğraflarını lakaplarıyla görürsünüz, Berber Muzaffer, Polis Mustafa, Amigo Bahattin, Midyeci Stelyo... Dedem Asabi Mehmet ve Babam Konfeksiyoncu Osman'da orada arkadaşlarıyla yerini almıştır.

Bu kararı alanlarda ne semt kültürüne, ne geçmişe saygı olduğunu düşünüyorum. Kuzguncuğun ve Kuzguncuk'lu olmanın bizlere kazandırdığı "beraber yaşama saygı" bilinicinin ise hiç olmadığını görüyorum.

Anlaşılıyor ki bu kararı alan "sizler", iyice azınlıkta kalmaya başlayan "bizler"i daha çok sıkıştırmaya çalışacak gibi.

Diyorum ki, keşke siz kendinize bir "yeşil bölge" yapsanız da oradan hiç çıkmasanız ne kadar güzel olacak, orada "siz" ne yaparsanız yapın ama lütfen "biz"e dokunmayın.

Acaba rica etsem bunu da oylarmısınız lütfen?

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,406,406,406,406,406,40
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Özhan Bilgin

 Kahveci : Özhan Bilgin


  

ay tutulması , ankara ve küçük pencerem..

bu gece sihrini arıyor gözlerim;
dünyamdan , şehrimden , penceremden ..
ay tutuluyor bu gece..ay !.
bir sihri olmalı , nostradamus a mensup..
gözlerim yanıyor , diliyorum..
diliyorum , artık benden esirgediklerini..
ay !..
mucizemi istiyorum yeniden..
sen suretisin , ışığısın
sessizliğinde gecemin..
ama şimdi bak ,
sen de tutuluyorsun !..
binbir gürültünle çekiyorsun şimdi şehri , beni..
tutuluyorsun , bir sihrin olmalı..
öğret bana da yeniden..
kışkırt beni..
üfle geceye..
ben ismini fısıldarım , sureti yok..
ikiletme sesimi..
bu gece penceremden , şehrimden
sana uzandım..
ay !.. bak..
sen de tutuluyorsun..
en mümtaz şarkılar ceplerimde şimdi..
hadi..söylet yeniden..

Özhan Bilgin

http://www.domaindlx.com/competanxp



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,719,719,719,719,719,719,719,719,719,71
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


DOĞMAK, BİRAZ DA ÖLMEK DEMEKTİR

Her canlı doğmakla birlikte ölüme “merhaba” der farkında olmadan. Çünkü ömür saati göz bebeklerimizin gün ışığına değmesiyle işlemeye başlar.
Saliseler saniyelerle, saniyeler dakikalarla, dakikalar saatlerle, saatler günlerle, günler aylarla, aylar yıllarla kucaklaşır.

Sımsıkı sarıldığımız hayat bir gün kayıp gidecek kollarımızın arasından.
Varlığın içinde yokluğun sancısını çekeceğiz amansızca… Bilinmez diye nitelediğimiz, oysa çok iyi bildiğimiz öteler ötesine yollandığımızda bir demet hüzün bırakacağız arkamızda. Yaşadığımız âlemde anlamlandıramadığımız varoluş gerçeğinin sancısını duyacağız iliklerimize kadar…

Tahta atın içinde başlayan mavera yolculuğu solukların buz tutmasıyla kışa dönüşecek. Servilerin gölgesi, içimizdeki hasret yangınlarını söndürmede aciz kalınca bir kadre ab-ı hayat için bulutlara el açacağız pervasızca. İç çekişlerimiz pişmanlığın kefareti olsa da nafile bu raddeden sonra…

Ruhumuzun daracık odalarına hapsolan düşünceler, kavuracak yüreğimizin orta yerini. Masmavi göklerden de medet ummaya yüzümüz olmayacak. Kapanacak ardına kadar açılan tüm kapılar yüzümüze… Gölgemiz ezilecek pervazların kelepçeleri arasında.

Sılaya giden yolların başını kesen devler, kocaman dişleriyle sırıtacak hayat denen mâzi müsveddesine. Bir zamanlar aynı yolda yürüdüğümüz simalar silinecek yürek coğrafyamızdan.

Evvelden sığındığımız bütün kaleler kuşatılmıştır şimdi. Mahzenlerde pusu kurulmuştur geçmişe dair hayallerimize. Evvel zaman içindeki düşlerimiz şimdi hep mişli geçmiş zamanın hüzünlü atmosferinde çırpınıyor.

Dualar arşa kadar uzanıp yeşeriyor perde perde. Dilek kuşları, taşıyor kurşundan ağır düşünceleri göğün yedi katına. Arzular!... Samimiyetle beslenmeyen arzular kalın zincirlerle sürmelenmiş kapıların ardında beklemeye mahkum. Buyur edilmiyor, makamların en yücesinden kovuluyor arzular...

Hoyrat eller kanatıyor ruhumu en ince yerinden. Dudaklarım kelepçelenmiş ellerimle aynı kaderi paylaşıyor zamanın tümseğinde. Duyguların inandırıcı ve asil olması dudakla kalbin barışık olmasıyla mümkün… Bunun acısını yaşıyor boğazımda düğümlenen sözcükler… Maziden yankılanan sesler bilincimi kanatıyor. Ruhum yetim bir çocuğun boynu bükük yalnızlığını yaşıyor. Ayaklarım çekmiyor ruhumdaki kurşundan sıkleti.

Kendime yakıştıramadığım, tanımakta zorlandığım ahvalim kainat tuvaline yansıyor boylu boyunca. Acayipleşen zaman ve mekân arenasında gelgitleri yaşıyorum yüreğimin derinliklerinde… Aynadaki suret bana yabancı…Ben ki bu ben değilim… Zaman kırıntılarına dönüşmüş hayallerim… Hayatla ölüm arasında mekik dokuyan muhayyilem alıp götürüyor yaralı bilincimi kimsesizliğin sessiz vadilerine. Öyle bir yalnızlık ki hislerime yabancı…. Avucuma aldığım yaralı yüreğimle mahkumum yaşamaya… Neylerim bu yad ellerde bir başıma… Neylerim şimdi ben, neylerim dosttan uzak…. Çepeçevre kuşatmış etrafımı bin bir tuzak….
“İçime çöken yalnızlık melâli
Rûhumdaki karanlığı besteler
Zihnim eşeler durur muammaları
Yorulan,terk eden,geri kalanlarla

Biz ki engelli maratonun yorgun yarışçıları Henüz ömrün taze baharında, mecâlsiz Sonbaharda sararıp kopan yaprak misali Kemirir ömrümü zaman kırıntıları İsli geceler içime işler Dolu dolu ağlamak isterim,kalbim buruk Serde erkeklik var ağlayamam Garibim gurbetin köhne hücrelerinde Odama akseder ayın ilk ışıkları Dostu, ahbabı görürüm pembe rüyalarda Ebedî yaşamak isterim o mesut dakikaları Gün doğar,bozar hayalimi zaman kırıntıları!...”

Yalnızlık sana mahsus Allah’ım…Koma bizi kimsesiz gurbet ellerde. Ömür ağacımızı kurutma, yeşert yapraklarını “Hay” sıfatının yüzü suyu hürmetine.

Selâma ve rahmete lâyık olmasak da esirgeme bizden bereketini. Bize hayatı nasıl sevimli kıldıysan ölümü de öylece sevimli kıl. Günah galerimizi tarumar eyle… Doğmak biraz da ölmektir derdi annem… Doğ deyince doğduk hayata…. Ölüm vakti gelince elbet koşa koşa geleceğiz mübarek kapına…Bizi kapından boş çevirme Allah’ım!... Rahim sıfatınla güldür günahlarla kararan yüzümüzü. Doksan dokuz sıfatına kurban olduğum Allah!.. Bizi koma dünya denen dağ başında kimsesiz!....

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,678,678,678,678,678,678,678,678,67
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.731 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YAŞAMAYALIM!

onu oraya koyalım
bunu buraya koyalım
şurasını biraz toparlayalım
misafirler gelecek
aman geç kalmayalım!

şarkılar mırıldanmayalım
yanlış anlaşılır
hikayeler yazmayalım
hiç anlaşılmaz
ayıp olur,
sevap olmaz!

sesli gülmeyelim
avam kaçar
sessiz kalmayalım
eziliriz
sabir etmeyelim
içimize atarız
için için yanmayalım
sonra taklit yapamayız!

sevgilim demeyelim
tadı kaçar,
kendimizi çekelim
yoksa herkes kaçar!

yaşamayalım
yanlış olur,
herkes alınmış olur...

Öykü Özü

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Değerli Kahve Molası Dostları,

Uzun araştırmalar sonucunda, hepimiz için en uygun yeri bulduk. Epeydir bir araya gelememiştik. Bunun acısını çıkaralım, okur yazar bir araya gelelim istiyoruz.

17 Aralık Cumartesi gecesi Balat'ta ki FENER KÖŞKÜ'nde buluşuyoruz.

70 kişi kapasiteye sahip bu şirin mekânı doldurmayı planlıyoruz.

HEEEYYY TÜM KAHVECİLEEERRR !!!!!
EĞLENCEYE HAZIR MIYIIIIIZZZ :-))) DUYAN DUYMAYANA DUYURSUUUNNNN !!!!!

Tarih :
17.Aralık.2005 Cumartesi
Saat : 20:00 den itibaren
Yer : FENER KÖŞKÜ / Balat

FİKS MENÜ

SERPME MEZELER:
Balık salatası
Patlıcan salata
Beyaz peynir
Acılı ezme
Haydari
Soslu patlıcan
Soslu Hamsi
Börülce / Pilaki

ARA SICAKLAR:
Paçanga Böreği
Hamsi veya Kalamar tava

ANA YEMEK (seçmeli)
Balık (levrek, mevsim balığı, çipura) veya
Izgara et (biftek, tavuk gögüs, köfte)
Mevsim meyvesi tabağı ya da tatlı tabağı

FİYATI: Nakit 40.00 YTL – Kredi kartı ile 45.00 YTL

CANLI MÜZİK (canlı müzikte Istanbul’un ilk 9 mekanı arasına girmiş)
ÜCRETSİZ OTOPARK

Katılmak isteyenlerin sevgili Elif Eser'e sayı ve iletişim bilgilerini içeren bir mesaj atmaları yeterli olacaktır. elif.eser4@mynet.com

http://www.fenerkosku.com/
Tel: 0 212 621 90 25 - 26

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Çince biliyormusunuz? Ben bilmiyorum ama internet sayesinde çin işi animasyonları rahatlıkla izleyebiliyorum. http://cartoon.163.com/showFlash.php?id=35381 kısa yoluna tıkladığınızda öncelikle biraz sabretmeniz gerekiyor. Flash animasyon yüklendiğinde ise video klip tadında bir çalışma izleyeceğinize emin olabilirsiniz. Keyfini çıkarmaya bakın. Unutmadan, diğer örnekler için ana sayfayı açabilirsiniz.

Almanyada yaşamak için neleri bilmeniz gerekir? Mesela ...Bir istekte bulunulduğunda veya soru sorulduğunda genelde "bitte" sözcüğü kullanılır: "Lütfen bana saati söyleyebilir misiniz?", "Lütfen gazeteyi verebilir misiniz?". Birisine bir şey verildiğinde de "Bitte sehr" veya "Bitte schön" denir. Bu bir samimiyet veya nezaket ifadesidir... gibi daha detay bilgi için http://www.handbuch-deutschland.de/more_tu.html Almanya için bir el kitabı

Java oyunlarını sevenlere sağlam bir kaynak. Daha önce denememiş olanlara denemeleri için bir fırsat. Hemde ana kaynağından; yani http://www.java.com/en/games/ Hadi bakalım iyi eğlenceler.

Uyumadan önce koyun saymayı denemek istermisiniz. Hem de orjinal müzik eşliğinde http://leech.dk/go2sleep.swf iyi uykular

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Opera 8.5 [3.7 MB] Windows Bedava
http://www.opera.com/
Hep duyuyordum ama bir türlü deneyememiştim. Geçenlerde fırsat buldum. Çok iyi düşünülmüş ve dizayn edilmiş bir tarayıcı, eposta programı ve dahası. IE'nin ağırlığından, bazen takılıp kalmasından şikayetçiyseniz, hemen tüm IE özelliklerini taşıyan ama üstüne pekçok kullanışlı özellik ekleyen ve en önemlisi Winodows'u yorup hantallaştırmayan bir alternatif arıyorsanız, hemen yükleyip deneyin. Bana duacı olacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051215.asp
ISSN: 1303-8923
15 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com