Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 886

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Ben de o gavurlardanım!..


Merhabalar,

İlk 4 sayı  sadece 15.-YTLDoğma büyüme değil, sonradan olmayım. Topu topu üç yılımı geçirdim ama kökümü oraya saldım. Havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez, büyülendim, kendimi oralı bildim. İstanbul'da İzmir'li olmayı içime sindirdim. Şimdi kalkmış bir ne dediğinden habersiz boşgezenin başkeseni benim memleketimi gavur olmakla itham ediyor. Öyleyse paşam, ben altı üstü bir kimlikli Türk, kendine göre ehli müslüman ama sapına kadar İzmir'in gavuruyum. Bununla da gurur duyuyorum. Biz İzmir'liler sanıldığının aksine gavur İzmir lafına alınmayız. Tersine bununla övünürüz. Gavur'un birilerinin sandığı gibi dinsizliği değil, medeniyeti, çağdaşlığı, kuru gürültüye pabuç bırakmamayı, şeriata, ulemaya başkaldırıyı sembolize ettiğine inanırız. Bilirim sizler de bilirsiniz ne demek olduğunu ama tersinden düşünmek işinize gelir. Dilinize hakim olamayıp söylersiniz sonra da binbir dereden su getirmek zorunda kalırsınız. Tıpkı her vesileyle kırdığınız sayısız pot gibi. Pot demek ne dereceye kadar doğru o da ayrı konu. Yoksa bunu dervişin fikriyle zikrinin uyuşması olarak mı değerlendirmeli, ha ne dersiniz?

O gavur İzmir 23 Aralık'ta bir anmaya hazırlanıyor. Menemen'de Asteğmen Kubilay'ın katledilişinin 75. yıldönümü. Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında. Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Şimdiki boşgezenlerin için için nefretle andığı bu olaya sahip çıkmak, bu dinle devleti birbirinden ayırt etmeyi becerememişlere iyi bir ders olacaktır kuşkusuz. Gavur İzmir'liler sevgili Mustafa'nın aşağıdaki çağrısına lütfen kulak verin.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Entel Kahveci: Mustafa Uyal


23 ARALIK'TA MENEMEN'DE OLMALIYIZ!

Menemen'de kırmızı çizgiler 75 yıl önce çizilmişti. Konuyu fazla detaylandırmaya gerek yok, hepimiz 23 Aralık 1930 tarihinde Genç Asteğmen Kubilay’ın irticai bir gösteriye müdahale ederken barbarca katledildiğini biliyoruz. Bunu yıllardır her 23 Aralık'ta anar, Kubilay’ı devrim şehitlerinin başına koyarız.

Peki ya devrim düşmanları? Yıllardır sinsi sinsi, çeşitli parti isimleri, türlü kimliklerle ortaya çıkan karşı devrimcileri nereye koymalıyız? 1946 yılından beri devrimleri ince ince örseleyen, erozyona uğratan vatan hainlerini nereye koymalıyız? Kim bunlar ve neler yaptılar?

Kim olduklarını saymamı isterseniz sayalım. Ama siz bunları da benden iyi biliyorsunuz... Neler yapmadı ki bunlar? İnsanlar ile Tanrı arasında bir tür kopukluk yaratmak ve bundan faydalanmak için bu büyük milletin ana dilinde ibadet etmesini engelleyerek başladılar görevlerine, sonra aydınlanma dursun köye inmesin diye köy enstitülerini kapattılar, sonra imam hatip liselerini , Kuran kurslarını hortlattılar, din taassubunun baskın olduğu köylerden tulum oylar gelsin diye şeyhlere milletvekilliği kapısını sonuna kadar açtılar, tarikatları ülkenin en yüce makamlarına kadar soktular nakşi Cumhurbaşkanı gördük Ata’nın makamında. Başörtüsünü, eşarbı siyasal simge yaparak Ramazanda sokakta sigara içmeyen bizleri karşı kampa, saf inançlı insanları bizim karşımıza diktiler, bu tür kız çocuklarının sessizce ve topyekün bir anlayışla verilmiş okuma haklarını gaspettiler, toplumdaki yerlerini bozuk para gibi harcadılar. Bu insanları ülkelerini Avrupa mahkemelerine şikayet ettirecek kadar ileri gittiler. Bu arada vatan hainlerine iade-i itibar verdiler, senatoyu iptal edip cehaletin egemenliğine olanak tanıdılar. Çürük liberallerin sistemde açtıkları hasarları tevekkülle izlediler ta ki bizler o çürüklere kızıp yeter diyene kadar. İşte o gün bir kurtarıcı edasıyla ortaya çıkıp bu tepkilerden faydalanıp iktidara sahip oldular. Bir şey olamadığı için gazeteci olmuş çoğunluktan oluşan medyanın demokrasi ve sözde milli mutabakat hevesi ile 2 sene beslenip, Türkiye için ne düşündüğü çok açık olan Avrupa’nın ekmeğine yağ sürecek şekilde onlarla flört edip desteklerini alıp, kendilerinden önce temelleri sağlamca hazırlanmış ekonomik programın da iyi cevap vermesi ile yeterince güçlendiklerine kani olunca da başladılar içki yasağı, ulema fikri, Arap sermayesi, Bağdat caddesine cami, alt kimlik üst kimlik, din çimentosu demeye.

Şimdi her gün dini semboller, arapça tasvirler tartışılıyor. Alıştırılıyoruz bu ortama. Bir taraftan sözde mankenlerden, sanatçılardan, vergi kaçakçıları, hortumculardan oluşan bir dejenerasyon uygulama ekibi kime hizmet ettiği belli olmayan bir Televizyoncular, gazeteciler güruhu desteğinde düzgün insanları taciz ediyor, öte yandan bu mikroplar kamplaşmayı devamlı körükleyip öteki uçtaki Arap güdümlü sözde manevi dünyayı gözümüze sokmaya çalışıyor. Bu arada bu ülke fakirmiş, aslında bizim çok çalışıp az harcamamız daha çok üretmemiz, birlik olup , birbirimize daha çok destek vermemiz gerekirmiş kimin umurunda... Mesele bu ülkeyi de bir İran, bir Arabistan , Afganistan yapmak yoksa kim takar Türkiye’yi , Arabın can düşmanı bu ülkeyi.

İşte bu yüzden bizler yani bu ulusun tek kimlikli insanları 23 Aralık sabahı bu densizlere de diğer uçtaki dejenere takıma da esaslı bir cevap vermek için Menemen’de Kubilay Anıtının önünde buluşmalıyız. Şehit Asteğmenimize bir selam verirken o kendini bilmezlere de bir gözdağı vermek için...

Mustafa Uyal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,828,828,828,828,828,828,828,828,82
11 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Arzu Baloğlu


İş Aşklarından Bir Örnek…

Sıradan bir satış toplantısı olmasına rağmen ortam gergindi. Her toplantıda olduğu gibi herkes yerine oturmuştu ve biz patronla ortamı sakinleştirmeye çalışıyorduk. Ne yapabilirdik ki müşteri tarafı yine kızgındı. Fabrikanın neresinde arıza olsa neredeyse suçlu biz olurduk… Bizim ise sadece dinlerdik asla sinirlenme hakkımız yoktu...

Ortam gergindi ama birisi var ki onun rahatsızlığı bir başkaydı. O sadece beni hedefliyordu. Konuşuyor, suçluyor sonra benimle bağlıyordu. Her şeyin nedeni bendim çünkü ürünü ben satmıştım ve her şeyi tam istedikleri gibi yapmaya mecburdum. Ne istiyordu diye sorsanız da bilinmez ama ona göre her hatanın nedeni bendim. Ortada çok sorun da yoktu aslında ama tam karşımda oturan bana çok kötü bakıyordu. O öyle baktıkça ben eriyordum, eskiyi, yaşadıklarımızı hatırlıyor ve susuyordum….

Oysaki ürünün ilk satıldığı dönemde ne kadar sevimliydi. Henüz ilk toplantımızdayken aramızda hoş bir samimiyet doğmuştu. Ben sohbetimizi işe dönüştürmeye çabalarken o yeni konular açardı, bir espri yapardı ki işi gücü unutup birlikte uzun uzun gülerdik. Birlikteyken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdım. Aynı zamanda o benim müşteri adayımdı, son derece dikkatli olmalıydım ve aramızdaki iletişimi seviyeli olarak devam ettirmeliydim. Satışa gelince, ürün beğenilmişti ve ciddi bir yaklaşımla hızla sona doğru gidiyorduk. Çok kısa bir zaman sonra satış ve bakım sözleşmesi yapıldı. Sözleşmenin bende ayrı bir değeri vardı, benim ilk satışımdı ve bunu gerçekleştirdiğimde şirket deki değerim hızla yükselmişti. Bu sözleşme iş kariyerimde dönüm noktasıydı ve bunda onun payı büyüktü. İlk müşteri olma özelliğinden zaten ayrı bir yeri vardı, üstüne üstlük onunla vakit geçirmekten büyük keyif alıyordum. İş toplantılarımızda işe verdiğimiz zaman genellikle daha az olurdu. Aslında ne zaman iş ne zaman başka şey konuşuyorduk, karışıyordu.

Ürünümüzün fabrikada devreye alınma süreci çok zahmetliydi ekip olarak gece gündüz çalışmak zorundaydık. Fakat işler fena değildi. Biz de şirket olarak özel bir ilgi gösteriyorduk. Bir sorun çıksa sadece beni tanıyorlardı ve ben şartlar ne olursa olsun koşup giderdim. Hele ondan son derece zarif bir şekilde teşekkür telefonu geldi mi tüm yorgunluğum giderdi. Onun telefonlarının bendeki etkisi bir başkaydı. Müşterim gibi düşünmüyordum sanki yakın bir arkadaşımdı fabrika da benim fabrikamdı. Ona karşı tanımlayamadığım hislerim vardı ama geçiştiriyordum…

Günler geçti, ürünümüz devreye girdi, artık kullanıma başlandı. Sancılı günler azalmıştı. Artık işler biraz daha kontrol altındaydı. Daha rahattım ve hala aklım ondaydı. O zaman benim için önemli olan işin başarılı tesliminden çok, onun başarılı bir projeye imza atmasıydı. Belki bu proje onu terfi ettirebilirdi. Çünkü projenin şirket de çok önemi vardı bunu biliyordum. Neden böyle düşünüyordum, çünkü onu sadece müşteri olarak görmüyordum… Ona karşı hislerim günden güne artıyordu, engel olamıyordum ve artık engel olmak da istemiyordum…

Bir süre iş için bile olsa görüşmedik. Ben de kendimi diğer işlere verdim. Zaten duygusal bir ilişki yaşamanın hatalı olabileceğini düşünüyordum ama duygularım yükseldikçe bu görüşü reddediyordum. Hissediyorsam yaşamalıydım kimse engellemezdi sonra böyle duygular kaç kez yaşanırdı ben yaşarım diyordum gerekirse işi de bırakabilirim.. Aramasını bekliyordum ve o aramıyordu. İş için bile aramıyordu… Demek ki tek taraflıydı ben yanlış anlamışım.

Sonra bir cuma akşamüstü beklediğim telefon geldi, heyecandan sesim titriyordu. Beni başarılı projem için akşam yemeğine davet ediyordu. "Tamam, memnuniyetle" dedim. Yemek de karşısındakine özel duygularını öldürmüş bir kadın kimliğiyle, son derece ciddi iş kadını havasındaydım. Her zamankinden farklıydım, ciddiydim ve onurluydum. Tam "her şey bitmiş" diye düşünürken aramızdaki soğuk frekans aniden bir başka boyuta taşındı. Öyle bir ortama geçiş yaptık ki ayaklarım yerden kesilmişti. İşte bunlar beklediklerimdi. Günlerdir, haftalardır bu sözleri duymak istiyordum. Gözlerinden duygularını anlamak istiyordum. Ağzıyla ifade etmesini hayal ediyordum. Bunlar gerçekti, artık hayal değildi. O da bana yakındı hatta benden de çok….

Şimdi durum çok zordu. Bir yandan klasik müşteri-satıcı ilişkisini devam ettiriyorduk, diğer yandan farklı bir dünyaya geçmiştik ki o dünya tüm duyguları kapsıyordu. İşlerimizin stresini, bu kurulan özel dünya çözüyordu. Biz gayret sarfetmiyorduk, çözüm otomatik üretiliyordu. Çünkü eskisine göre dünyayı çok daha güzel görüyorduk ve hiçbir şey problem değildi ayrıca problem olsa bile birlikte çözemeyeceğimiz hiç bir şey yoktu.. İşimize gelince benim taraf fena değildi ama onun işiyle bizim şirket arasında ise sorunlar devam ediyordu. Biz konuşmak istemesek de iki tarafın sorumlusu olarak konu yine bize geliyordu. Konular ağırdı, şirketin çıkarları söz konusuydu. İşimiz, istemesek de ilişkimize karıştı ve etkiledi. Başlangıçta sorunları üstlenip çözüyordum, zamanla kaldıramamaya başladım. Fedakarlık neden hep benimdi? her şeyi neden ben sahipleniyordum? Çok zor bir durumda kalmıştım. Patronun istekleri ve beklentileri ile onun ve şirketinin beklentileri yoruyordu ya benim isteklerim ne olacaktı? Kimse ilgilenmiyordu? Hep onun ve şirketinin isteklerini yerine getirmeye çalışıyorduk. İki tarafı da başarılı idare etme sorumluluğu beni tüketiyordu. Kaç kere onunla paylaşsam da beni desteklemedi, böylece ona karşı tüm hislerim zamanla tükeniyordu….Seçim yapmanın zamanı geliyordu. Mutsuzdum, zorluğun bu kadarını beklemiyordum. Artık hiçbir şeyi çözememeye başlamıştım. Bir karar vermeliydim ve bu zor kararı vermek zorunda kaldım. Konuştuk ve duygusal ilişkimizi bitirdik.

İş ilişkimiz devam ediyordu ama eskisi gibi değildi. Bana eskisi gibi bakmıyordu, aramıyordu, ilgilenmiyordu. İş için aradığımda hiç yoktan bana kızıyordu. Konuşamıyorduk. Fakat konuşmalıydım çünkü, hala müşteri tarafında sorumlu kişiydi ve her şeye rağmen iş için görüşmek zorundaydık ama bu görüşmeler çok yıpratıcıydı. Böylece firma ile iş ilişkimiz de zayıflamıştı. O, artık yeni ürün alımlarını bizim firmadan yapmıyor, rakip den tercih ediyordu. Bu durumda, patron nedenini bana soruyor, ben de cevapsız olmanın ıstırabını yaşıyordum.

Her konuşmak zorunda kaldığımda, her toplantı mecburiyeti olduğunda yanıma mutlaka bir grup arkadaşımı destek olarak alıyorum, artık gücüm tükendiği için ve bu eziyeti çekmeyi tercih ettiğim için hak ettiğimi düşünerek kendime bir kez daha kızıyorum.

Keşke, başlangıçtaki gibi saatlerce iş konuşup, araya komik hikayelerimizi sıkıştırdığımız, gülme krizine girdiğimiz o hoş günlere geri dönebilseydik. Keşke, duygularıma kapılmasaydım keşke o, müşterim olmasaydı. Şimdi toplantılarda tam karşımda oturup bana öfkeden kıpkırmızı olmuş gözlerle bakan adamı bir müşteri olarak aynı zamanda bir arkadaş olarak da kaybetmek üzereyim.

Arzu Baloğlu
www.arzubaloglu.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,606,606,606,606,606,606,60
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Ela Funda Yeğen


Ay Perisinin Geceden Kanadı…

Nereden geldi perilere düşkünlüğüm? Mor odamda aklıma takılıp kalan gececi kelimelerin peşinden giderken üşüyordum aslında. Üşüdükçe anımsar bir çok insan. Her uykumda aydan düşen periler dikiyorlardı gözlerimi, her düşümde ellerinde boyalarla bekliyorlardı. Yağlı boyalardı düşlerim. Renkli yüzler, ışıktan bahseden arınmış ruhlar ve kimi zaman bir sol anahtarının kıvrımlarına saklanan tınılardı beni günden alan.

Kendini anlatanı bulmak ister insan kendinden bahsedeni değil. Bir kahvenin hatırı bile fallarla kapatılır. Anlatır insan. Anlattıkça kaybolur. Hayat sadece zayıf hafızalılar için deniz feneri olmuştur. Unutmayanlara, albatrosun kehanetinden sunar. Kendi ölümlerini hazırlayan kaptanlar oluruz işte o zaman. Akışlar, akışkan maddeleri öğrendiğimiz derslerde kaldığından durup düşünmek için ruhlarımızı oldukça geride bırakmışızdır. Aslında akmaktayız. Bazen kendimizi durdurarak bazen kanatarak bazen farkında olmasak ta kendimizi iterek akıyoruz bir yerlere.

Uzak doğu felsefesinin temelini oluşturan "kendini akışa bırakmak" sadece üç kelimelik, donuk ve uzak bir ifade olmaktan çıktığında aslında akışımızı akışkan maddeleri öğrendiğimiz derslerden çok daha önce bildiğimizi anlayacağız. Bilinmeyeni anlamak daha doğrusu bildiğinin farkına varmak ilk başta kendini doğrulayan bir kehanettir. Kendini doğrulayan kehanetin devamı ruhumuzdaki o orkestranın ritmine kapılınca ortaya çıkar. Yani benlikten sıyrılıp öz oluşumuza ulaştığımızda…Yani akışa bıraktıkça…

Perileri unutmadım. Periler mucizelerimizdir. Işıltılarımız ve yüreğimizden düşen yıldızlardır. Susmadan ve korkmadan dile gelen ve getirilendir. İsim koyamadıklarımızdır. Çocukluk kahramanlarımız ve büyümeyen yaşlılığımızdır bazen.

Ben ay ve güneşten yaptım imzamı. Daha başka bir ikili varolamazdı bu kadar kardeş ve bu kadar ying-yang. Gözlerinizden asla gitmeyecek en güzel resminizi bulun. Her açıdan bakın ona. İstediğiniz renge boyayın ve bu resmi mümkünse, ardınızda kalan ruhunuzu bulduktan sonra, birileriyle paylaşın.

Benim gözlerimde turkuvaz bir sirk ve sirkimin ay perisinin geceden kanadı var şimdi…

Ela Funda Yeğen


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,338,338,338,338,338,338,338,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Veysel İkibudak

 Kahveci : Veysel İkibudak


  ZEUGMA'DAKİ ÇEKİNİK KIZ

Sakin, sessiz duruyordu; üzerindeki toprağa aldırmadan. Ona dokunanların canı acımamıştı henüz… Gün ışığını gördü yüzlerce yıl sonra… Ağladı… Gözlerinden, bin yıllık acı aktı. Sonra roman dilinde de söylenmeye başladı; hüznün peşine takılan anıları… Bir "insanlık" daha devrildi gecekondular gibi yeryüzünde… Sarsıldı birden güneş. Gözlerini yakan ateş bile yandı.

Fırat susamış; taşları isteksizce yuvarlanıyordu akağında. Kıyılarına kusmaya başlamıştı acılarını. Oysa bir tarafında kurbağalar sevişiyordu daha… Yaz serinliğini yaşıyorlardı bir anlamda; sığ sulara sığınıp…

Kahve fallarının bakıldığı fincanda durduğu gibi durmamıştı zaman. Üç vakte kadar sabır, sabır kadar da kahırdı artık umudun adı… Bir sabah daha doğdu çingene kızın dudaklarında.

Kurbağalar sustu… Fırat, Belkıs ile sevişti. Miadı dolmamış kelimeler söylendi ona. En çok da uykusundan uyandırıldığında ağlamıştı; zamana aldırmadan. Eteğindeki çiçekler soldu, kurbağaların sütü kesildi ateşten. Kelimeler miadını aradı. Belkıs Zeugma'da ağladı. Ağladı… Ağladı… Gözlerinden bin yıllık acı aktı. Fırat kudurdu. Kurbağalar suda boğuldu. Koca bir uygarlığın yazgısında yandı gözleri. Yorumların gölgesi düştü üzerine.

Afrikalı büyücülerin gazabına uğramış gibiydi ansızın. Ziguratların sunağına yatırmıştı düşlerini.

Dar zamanlarda içinde tutmak isterken ışığı, zamanın yırtmacından süzülmüştü. Sonra içinde bulunduğu sessizlikten çıkıp, gürültünün ortasına düşmüştü.

Tüm saatler suya düştü sonra…
Ya daha sonrası?
Sonrası…
Sonrası, öncede gizli kaldı.

**

Fırat Nehri binlerce yıldan beri toprağı yeşertip çevresine bereket ve bolluk vererek, çeşitli uygarlıkları besleyerek kanyonlarda hızlı, düzlüklerde ise nazlı nazlı akar.

Fırat'ın akışının nazlılaştığı, tepeden tırnağa yeşile bürünen Fırat Vadisi'nde, nehir manzaralı tepeler üstünde Selevkeia Euphrates (Zeugma) kenti kurulmuştur.

Selevkos kralı Selevkos Nikator I kendi adıyla, kutsal sayılan Fırat'ın adını birleştirerek bu kente Selevkeia Euphrates adını vermiştir.

Duvardan duvara mozaikle kaplı olan zengin Zeugma kentinin mozaik ustası, antik dönemin mitolojik konularının yani sıra, etrafına bolluk ve bereket saçan Fırat Nehri'nin kutsallaştırılmasını da işlemiştir.

Böylece Fırat Nehri ile ilgili mozaiklere yansıtılan sevgi, kutsallık ve tapınımla ilgili betimler iki bin yıl öncesinden Belkıs/Zeugma'da günümüze ulaşmıştır.

Buraya kadar bilinen şeylerden söz ettim size.
Şimdi bu teknik bilgilerin yanı sıra bazılarına sıkıcı gelebilecek şeylerden değil, Zeugma'nın başka yönlerinden söz edeceğim. Tabi bu arada başlangıç yazısının sıkıcılığından bunalıp okumayı sürdürmeyenlerden de bir çeşit arındırmış olacağım sizleri. Gelelim öteki ya da asıl bilgilere:

Belkıs Zeugma kentinin nüfusu 80.000'di. Selevkos da Büyük İskender'in generali. Önceleri "Fıratın Silifkesi" denilen bir adı vardı. Romalıların egemenliğindeyken, köprü, geçit anlamına gelen Zeugma adını aldı.

Benim dikkatimi çeken bir başka yön, bu kazılardan çıkan eserlerin yine o dönemin villalarda oturan zenginlerin oturduğu yerlerden çıkarılmış olmasıdır.

Sanatın sahibi zenginler midir? Sanatçı zengin değilse baştan mı kaybetmiştir? Demek ki değişen bir şey yok aslında. Günümüzde de önemli ve güzel sanat yapıtları villalarda oturan zenginlerin evinde değil midir? (ya da kasalarında)

Döneminin Garnizon ve Ticaret kenti olan Zeugma, konumundan kaynaklı olarak yine o dönemin zenginleri ve sanatçıları tarafından akın edilen bir kent olmuştu.

Zeugma'ya giden, uğrayan sanatçılar, sanat yapıtlarını da orada bırakıp gittiler. Hemen yakınlarındaki komşu kent olan Apemea'da neredeyse kimse kalmadı ve terk edildi. Apemea'da yaşayanlar da Zeugma'ya göçtüler.

Zengin ve gösterişli villalara bakıp küçücük evlerinde, Herkesin imrendiği bir kentte yaşadıklarını düşünerek teselli ettiler kendilerini. İstanbul ne de güzel bir örnektir bu duruma. Zeugma'dan 93 yapıt çıkarılmıştır. Koca kent alanının yalnızca 1000 metrekarelik yerinden çıkarılan sayıya bakın!

Veysel İkibudak


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Solmaz Akça


BAŞLANGIÇSIZ

Yazar, oturmuş koltuğuna düşünüyordu. "Başlangıcı olmayan bir öykü yazacağım" dedi. Kararlıydı, bu sefer ortasından dalacaktı yaşama . Ama arsız iç ses avazı çıktığı kadar bağırdı. "Kandırma kendini, her şey bir başlangıçtır şu hayatta" diye. İç sesini duymamak için yazar kulaklarını tıkadı. "Görürsün sen, başlangıcı olmayan şeylerde var bu hayatta" diye söylendi.

Yerinden kalktı. Mutfağa gidip bir bez aldı. Masasını sildi. Akşamdan kalan fincanı ve meyve tabağını masadan kaldırıp mutfağa götürdü. Sonra dolabından yazı defterini ve kalemlerini aldı. Defteri ve kalemi onun için çok önemliydi. Her defasında büyük bir özenle seçerdi kalemlerini ve defterleri. Zaten dolabı da özenle aldığı bu tür şeylerle doluydu. İkisini de büyük bir özenle, muntazamca koydu masaya. Karşısına oğluyla yıllar önce çektirdiği fotoğrafını koydu. Masanın tam karşısında bulunan pencerenin perdelerini açtı. Güneş gülümseyen yüzünü hınzırca odaya daldırdı. Bir şey eksik kalmıştı ama ne? Düşündü. Sonra tütsü kutusundan lavanta alıp yaktı. Ardından da lavanta kokulu mumunu yaktı. Tören başlamıştı. Artık yazmaya başlayabilirdi.

Kalemi eline aldı. Ama iç ses yine araya girdi. "Bütün bu yaptıkların saçma! Tamam kabul ediyorum iyi bir aşk yazarısın ama böyle deneysel bir şeyi sen başaramazsın. Farkında değil misin? Hayatta her şey bir başlangıç. Bana başlangıçsız bir şey söyle mesela. Bir tek şey... Tabi ki söyleyebilirsen..." Yazar düşünmeye başladı. Aşkın bir başlangıcı vardı, ayrılığın, seksin, menemen yemenin, televizyon seyretmenin... Ne yazarsa yazsın ilk paragraf hep başlangıç olacaktı işte...

İç sesi sinsi sinsi güldü. "Gördün mü?" dedi. "Gördün mü her şeyin bir başlangıcı var şu hayatta. Sen mesela doğduğun gün bir başlangıca adım attın. Oğlun oldu o da bir başlangıca adım attı. Üstelik oğlun senin için de bir başlangıç. İşin mesela... Senelerce yayınevlerinin kapısını çaldın. Sonunda biri sana güvendi ve yazarlığa adım attın. Yine başladın. Yarın öbür gün öleceksin. Bu senin için yine bir başlangıç olacak. Hayatta her şeyin bir başlangıcı var. Tıpkı sonu olduğu gibi. Biz kaderden bahsedebiliyorsak; ki bahsediyoruz o zaman başlangıçtan da bahsedebiliriz. Başlangıç yok dersek dinsel öğretilerle çakışırız.."

"Tamam, tamam. Amma da ukalasın sayın iç ses. Sen susmayı bilmez misin?" dedi yazar. "Haklıyım. Haklı olduğum her yerde hakkımı savunur, konuşmam gerektiği kadar da konuşurum. Bilmiyorsam da susarım. Aşk yazılarını yazarken sana hiç karışıyormuyum. Hayır. Bazen ufak müdahalelerde bulunuyorum o kadar. Fakat sen şunu bilmiyorsun hayat başlı başına bir başlangıç. Yoktan varolan hiçbir şey yok. Tek bir şey dışında Tanrı. Tanrı'yı yazmak için de senin bilgilerin yetmez. Onun sana gönderdiği kitapları bile okumadın. "İnançlıyım" diyorsun. Ama inancın hakkında hiçbir görüşün yok. İnançlarını, dinini, Tanrı'yı, evreni ve sonsuz sevgiyi tanıyor olsaydın; başlangıcı olmayan bir şeyler yazmaya kalkmazdın. Büyük ama desteksiz bir adım attın ve şimdi boşluğa düşüyorsun.

Yazar iyice sinirlendi. "Eeeee yeter ama seni artık dinlemiyorum. Vazgeçtim. Yazmıyorum da... Bundan sonra seninle çalışmayacağım. İstifa ediyorum ben..."

İç ses güldü. "Hiç sanmıyorum. Yakında yine o masaya yazmak için oturacaksın, bunu ikimizde biliyoruz" dedi.

Solmaz Akça


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Gönülden Kahveci : Aylin Çukur


MAVİ YOLCULUK

Özgür olmak kuşlar gibi... Kanat çırpmak ve yol almak gökyüzünün derin maviliğinde kendini bulmak! Sınırsızca yaşamak, doyasıya hareket etmek ve bağırmak ket vurmaksızın, ayıplanmaksızın...

Okyanustur bana özgürlüğün resmini ifade edip, somutlaştıran ama gökyüzünde olup, ^^kuşbakışı^^ okyanusu izlemek daha cazip!Üstelik havada biraz pusluysa... ^^Yaşanmalıdır^^ denir ve kanatlarımız olmasa bile ruhumuzu uçurabiliriz bunları düşünerek... Çocuksu bir edayla,tatlı bir gülümseme ve sevinç çığlıklarıyla...

Ruhumuzun ve zihnimizin ne kadar huzurlu ve özgür olduğunu/olabileceğini bir düşünsenize...Ütopik gibi gelse de o kadar da imkansız değil aslında; deniz kenarına gidip bir kayanın üstüne oturduğunuzda ya da kumsalda başınızı gökyüzüne doğru kaldırdığınızda hayalini kurduğunuz tüm güzellikleri birer birer canlandırın, o kadar yoğun yapın ki bunu adeta yaşıyormuş hissine kapılın!

Mutluluğun adını siz koyun ama unutmayın mutluluğun rengi ^^mavi^^dir! Mavilikleri doyasıya yaşayın...

AYLİN ÇUKUR
acukur@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Büyütmek için tıklayınız.
GAVUR İZMİR - Panorama - wowturkey.com

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.731 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ROL

yokluğu öğrettiler
daha on beş yaşımda
gözlerim
henüz takılmadan
kanı kaynayan delikanlılara

hayat dediler
bir an bile düşündürmeden
atan saatin kadranında
zamana sarılmadan
yürüdüm aynadan yaşamlara.

bilirdim
ayna değildi yansıtan
içimin görebildikleri kadar
gerçekti her şey
belli ki
çalışmak
en büyük ödüldü
acısını içime damıtan hayatta
olabildiğim kadar fedakar.

aşk dediler
bilmedim yazımı
oysa
hükümsüz giyebilmekmiş
karasından hırkasını
cebinde
sararmış bir kağıt
meğer sevgili
veda ederken imzalarmış arkasını.

deniz dediler
mendirek başlarında durup
semalara dilekler gönderdim
kanadı kırılan güvercinlere
haber postası dedim
yaralarını sararken
buruk bir bakışa ağlayıp
iyileştiğinde bir gün
özlediği ellere verdim.

yaktığım tüm ocaklarda
umut demledim gece gündüz
açtığım kahvehanemde ısmarladım hepsini
umutsuzluğa kapılmışlara
bir yudumda
sunabildiğim kadarıyla.

gün geldi korkak dediler
kabul ettim
yine de eğmedim sözlerimi
bilirdim
korkaksam
ölüm için değil
hayata yetmediğimdendi.

çünkü hayat
bir drama sahnesi
nice yazar anlatamamış derdini
şimdi
başrol olmaya çalışmak boş da
zaten herkes kendince
ışıklı panoların en tepesinde
değil mi?

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Bir anket yaptığınızda şu veya bu soruyu sormuş olmanız karşıdaki insanı düşündürerek onu değiştirebilir. Onu yayınladığınızda bütün toplumu etkileyebilirsiniz, ön yargı yaratabilirsiniz, seçim sonuçları da etkileyebilirsiniz. Fizikçilerden farklı olarak özne ve nesne neredeyse birbiriyle özdeş olma durumundadır. İster birey olarak ister toplum olarak kendi kendimizi... http://www.ibnistan.net/index.html kısa yolunda reddetmemize rağmen hala içiçe yaşadığımız bir olguyu belki de yeniden keşfedeceksiniz. Onlara acımanız değil ama var olduklarını kabul etmeniz gerektiğini düşünüyorum.

Forumlardan hoşlanırmısınız? http://taci.tirsak.com/ kısayolunda kendi çapında küçük oluşum bir forum mevcut. Aslında ana sayfa tıklandığında web sayfasının niteliğini daha da iyi anlıyorsunuz. Tekdüze forumlardan hoşlanmayanlara tavsiye edilir.

Evinizde her an bilgisayarınızı kurcalayabilecek 7 yaşlarında bir çocuğunuz ya da akrabanız var ise, bilgisayarınızın masa üstüne ekleyebileceğiniz en güzel kısayol http://www.afacancocuk.com olacaktır. Özellikle oyun sayfasını tavsiye edebilirim. ufaklığı bir süre için bile olsa oyalayacaktır.

Diyelim ki bu web sayfası çocuğu ikna etmeye yetmedi işte size daha kapsamlı ve bol oyunlu bir site daha http://www.cartoonnetwork.com/games/index.html Bu kısayolları verdim ama uyarmalıyım. Bilgisayarınızı oyunsever afacanların elinden kurtaramayabilirsiniz. Ya da siz en iyisi mi kendiniz oynayın bu oyunları.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Opera 8.5 [3.7 MB] Windows Bedava
http://www.opera.com/
Hep duyuyordum ama bir türlü deneyememiştim. Geçenlerde fırsat buldum. Çok iyi düşünülmüş ve dizayn edilmiş bir tarayıcı, eposta programı ve dahası. IE'nin ağırlığından, bazen takılıp kalmasından şikayetçiyseniz, hemen tüm IE özelliklerini taşıyan ama üstüne pekçok kullanışlı özellik ekleyen ve en önemlisi Winodows'u yorup hantallaştırmayan bir alternatif arıyorsanız, hemen yükleyip deneyin. Bana duacı olacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051221.asp
ISSN: 1303-8923
21 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com