Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 888

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 23 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Polat Şermin'i öptü mü?


Merhabalar,

Altıncı senenin sonunda aklı başında bir iş yapılıyor İstanbul'da. Epeyce gerçekçi bir deprem tatbikatı. İstanbul Valiliğince koordine edilen bu tatbikat eksikleri saptamada işe yarayacakmış. Ne demeli bilmem ki? Neyse şimdilik geç olsun güç olmasın diyelim gitsin. Senaryodaki rakamlar iç karartıcı ama barajların ve köprülerin sağlam kalması ilginç. Demek ki bundan böyle köprü geçerken "Olacaksa ben buradayken olsun." temennisinde bulunulacak. Yapılacak o kadar çok şey var ki, şimdilik Allah gecinden versin duası edilmeye de devam edilecek o anlaşıldı.

...
Dün haberleri izlerken bir yanımla güldüm diğer yanımla hayıflandım durdum. Sir Elton John evlendi biliyorsunuz. Ortada bir gelin bir damat yerine 2 damat olunca, İngiltere'yi bir düşüncedir aldı. Efendim İngiliz kraliyet yasalarına göre Sir'ün eşi otomatikman "Lady" ünvanı alıyor. Gel de çık işin içinden şimdi. Alınan bilgiye göre saray topu meclise atmış. Ne deneceğine siz karar verin demiş. Ne güzel değil mi? Medeniyet bu olsa gerek. Adamların derdi herife lady diyip diyemeyecekleri. İşte buna hayıflandım azizim. Aslında ben bu sorunu danışabilecekleri bir makam biliyorum. Kesin ulemaya bile danışmaya gerek görmeden ünvanı veriverir. "Hımmm... şimdi leydi uygun düşmez, oruç bozar. Siz buna zenne diyiverin." der ve problemi kökünden çözer. Tek sorun makamında oturduğu bir anı yakalamak.

...
İktidar ve muhalefet epeydir ilk defa bir konuda anlaştılar. Seçim barajlarını düşürmek uygun olur diyenlere karşı tek yumruk oldular maaşallah. Son seçimde çöpe atılan %60 oyu aralarında temayüle uygun paylaştıklarından, yeni ortaklara kapıyı kapalı tutmakta kararlılar anlaşıldı. Baykalım Denizim barajı atlayayım derken sıfır çekerse çok gülerim vallahi.

...
Hiç seyretmediğim Kurtlar Vadisi'ni taş Şermin aşkına açtım. Arada bir bakarken ne Şermin'i ne öpücüğü gördüm. Yoksa ben kaçırdım mı dostlar? Kaçırdıysam tekrarında yakalarım değil mi? Taş Şermin uğruna kurt olup ulurum bile ayol. Şaka şaka dünya ahret bacım olsun. Polat'ın öptüğü bize düşmez. Tek şansım uzay, uzayda yakalarsam kesin öperim yanaklarından.

...
Kar geliyor diye diye haftasonunu karsız getirdik. İnşallah şöyle tatlı tatlı yağar, Noel'e uygun bir manzara olur. Kutlayan tüm dostların Noel'ini ve yeni yıllarını kutlar, esenlikler dilerim. Önümüzdeki hafta benimle birlikte yeni yılı kutlayacaklara da selam ve sevgilerimi gönderirim. Giderken pikaba bir Demis Roussos klasiği koyar kaçarım, Rebecca. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Farkındalık....

Sayısız günah çıkarma seansına katılan din adamına sormuşlar: Bunca yılın sonunda ve 'deneyimleriniz' çerçevesinde 'insan' için ne söyleyeceksiniz?

İki şey söyleyebilirim demiş adamcağız.

"İnsanlar sandığımızdan daha mutsuz...."
" ... Ve 'yetişkin' değil...."

*************

Kendi ölümlüğünü bilen biricik canlı türü insanın, ölüme karşı durmak ve çıldırmamak için bedeninin yok olacağını ve ancak ruhunun yaşacağını varsayması. Yeniden canlanacağını düşünmesi. Onun için eski insanların ölülerini giysi ve eşyaları ile birlikte gömmesi....

Bunun dengelenmesi için değil mi, din ve ahlak.

Edebiyat ve sanat bir yönüyle, ölümlülüğe direnme ya da ona katlanma için değil mi?

*************

Şu an aklınıza gelen beş önemli romanının adını söyleyin... Hepsi insan üzerine değil mi? Gerçek edebiyatçılar yazının odağına 'insanı' koyar. Aşkı anlatmaz, aşık insanı anlatır... Kısaca... 'Önce İnsan' .

Yazmak başka iş... Neler mi gerekli? Önce ve illa okumak. Sonra anlatacağı bir şeyleri olmak. 'Büyük Hayat' lar yaşamış olmak!

**************

İnsan yaradılışının gölgeli alanları var. Öyle olmasa merhametle, yıkıcılığı nasıl yana yana görebilir siniz? Savaşlar bu 'gölgeli alanların' dışavurumlarının yaşandığı zamanlar. Ben insan yaşamlarını, insanı ve insanın gölgeli alanlarını anlatmaya çabalıyorum.

İnsanı anlatmaya çalışmak gerekir. O'nu , onun düşündüklerini, onun özlemlerini, onun duygulanmalarını söylemek gerekir.

**************

Türkiye'de insan ve toplum ahlakı önemli bir düşüşte ise. Bunun nedenlerinden biri sol düşünce sistemimin gündemde olmaması değil mi? Makalelere bakın, yazılanlara bakın... İnsan yok. Sınıf yok. Yoksulluk, zenginlik yok.

Ya ne var? Popülarite var. Kof bir taç popülarite, toplumun vasat ortalama beğenilerinden kök alan...

Muhalifmiş... Kime muhalif? İnsanlığın 'direnme'ye gereksinimi var. Zenginliğe ve Amerika'ya muhalif olmayana 'direnen' denir mi?

**************

İnsanlığın var olan erdemleri hatırlamaya gereksinimi var. Hatta yeni erdemler bulmaya!

Farkındalıkları arttırmak gerekir! Okurlar için okumak, yazarlar için yazmak farkındalığı arttırma gayreti değil midir? 'İnsanlaşma' gayreti değil mi?

İnsan ve insanlıktan ümit kesmemek gerekir. Nicedir küllerinden doğmuştur, doğmaktadır onlar. Üstü küllenen minicik bir koru alevleme telaşı değil midir, sanatçının ve edebiyatçının koşuşturması?

*************

Ben yazarım. Eleştirmenliği bilmem de, anlamam da. Onu şu ileride oturan kişi bilir! Cumhur adı, O'na sorun!

**************

Cumhur

(*) Yukarıdaki bölümler Yazar Mehmet Eroğlu'nun 10 Aralık 2005 tarihli Ankara Kare Kitapevi Söyleşi'sinden 'dağarcığımda kalanlar ve benim yorumladıklarım'dan özetlenmiştir.

(**) Kahve Molası'ndan Mehmet Eroğlu Kitapları 'eleştirileri:

- Zamanın Manzarası; 'Ankara'dan'
- Düş Kırgınları; 'Önce İnsan'



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,258,258,258,258,258,258,258,25
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  BİR DİLİM BOSTAN, YAN GEL YAT OSMAN!

Mark Twain'den bir çocukluk anısını anlatmasını istemişler. Üstat da şu anekdotu anlatmış: "Ne anlatayım ki kendim hakkında? Varolduğuma bile emin değilim... Benim bir ikiz kardeşim vardı. O kadar birbirimize benzerdik ki, boynumuza taktıkları bir kurdelayla birimizi diğerinden güç bela ayırabilirlerdi. Bir sabah, yıkanırken, kurdelalarımızı çıkarttık. Birimiz boğuldu. Hangimizin boğulduğu hiçbir zaman anlaşılamadı."

Gençlerimizi gözlemliyorum da, genetiğe bağlı fiziksel farklılıkları da olmasa, ebeveynler kendi çocuklarını bir başkasının çocuğundan ayırt edemeyecek.

Aynı saç modelleri, aynı kıyafetler, aynı lisanlar, aynı ses tonları, aynı izanlar, aynı zevkler, aynı renkler, aynı gülme biçimleri, aynı siyasi duruşlar... Biri nereden kaşıklarsa, bir diğeri de oradan kaşıklıyor yemeğini..

Çünkü dillerini, beyinlerini ve yaşam felsefelerini kuşatan bir anlayış var: "Future ex!"
Yani: 'Gelecekteki eski'

Gelip geçici zevkler, gelip geçici aşklar, gelip geçici işler, gelip geçici dostlar, gelip geçici siyasetler...

Eh, her şey gelip geçici olunca marjinalliğin de, marjinal şeyler üretmek için kafa yormanın da bir anlamı kalmıyor. Şimdiki zamanda aklına ne esiyorsa, işine nasıl geliyorsa onu yaşa, onu yap; ama uzun vadede canın sıkılırsa 'future ex' deyip, geç kenara!

Haydi diyelim vatandaşlık bilinci, ahlak, idealizm gibi kavramlara saygıları yok.. Ancak görünen o ki, kendilerine de hiç saygıları yok.

Bilmiyorlar mı ki, 'future ex' diye sıkıldıkça çöplüğe attıkları her değerin yanında benlikleri de çöplüğü boylayacak.. Görmüyorlar mı ki, bazı kavramlar hızlı tüketildikçe içi boşalır ve medeniyetlerin, toplumların, ülkelerin de içini boşaltır.. Ve körpe kafaları basmıyor mu ki, içi boşaltılmış, yozlaştırılmış, değerlerini hızla tüketmiş her toplumun, her bireyi bu küflenmeden nasibini alır?

Gene beni felaket tellallığı ile suçlayanlar olacaktır, ama şöyle bir düşünün.. Yaşam felsefesi 'future ex' olan bugünün gençleri, geleceğin siyasileri, avukatları, doktorları, eğitimcileri olacak.. Böyle bir izana ülke emanet edilir mi, sorarım size?

Tabii balık baştan kokuyor.. Öyle ya! Bu gençleri leylekler getirip büyütmediğine göre; ailelerin ve eğitimcilerin de üstlerine düşen öz eleştiriyi yapmaları gerekiyor.

Dirençsiz ve bilinçsiz bir yaşta, beyinlerine ve yaşamlarına koyunluk ve popüler kültür enjekte edilmiş bir kuşağın vebali; yalnızca, reçeteyi yazan doktorda, ya da ilacı satan eczacıda, ya da iğneyi vuran hemşirede değil; tüm bu olan bitene izin veren, iğneyi vurmalarına ses çıkarmayan, çocuğu hastalanırken bir köşede izleyici kalan ebeveyndedir biraz da.

Etrafınıza şöyle bir bakın, belli bir yaşın üstündeki herkes gençlerden şikayetçi. Söyler misiniz bana kuzum; hiç durmadan eleştirilen bu genç kuşağı hangi kuşaklar yetiştirdi ve eğitti acaba? Sakın bu kuşağı, onları hiç durmadan eleştiren kuşaklar yetiştirmiş olmasın?

Şikayetçi ve izleyici ebeveynlerin, genç kuşağa, küçük yaşlarından itibaren maruz kaldığı tedavinin sonuçlarından dolayı "Sen nasıl olur da hasta olursun" diye hesap sormaları ve kenara çekilip sadece eleştirmeleri pek adilane değil, ne dersiniz?

Tabii bizim toplumun hamurunda var..
Etliye sütlüye karışma..
Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar..
Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal..
Suya sabuna dokunma..

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ancak durumu özetleyen 3 dizelik bir şiir var aklımda:
Suya dokunmazmış,
Sabuna dokunmazmış;
Pise bak...


Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  AŞKIN PERSPEKTİFİ

Londra'daki Royal Art Museum'un en geniş dört galerisi 1998 yılının Temmuz ayı boyunca "Let me tell you love" adlı karma resim sergisi için ziyarete açılmıştı. Sergiye katılan altmış üç ressam, toplam dört yüz kırk yedi resimde aşkı betimlemeye çalışmışlardı. Serginin en ilgi gören çalışması, seri halindeki beş adet kadın portresi idi ve İspanyol ressam Adriano Francisco Llerriva'ya aitti.

Llerriva'nın bu çalışmalarını izleyen ziyaretçiler, portrelerin aşkı anlattığı konusunda şüpheye düşüyorlardı. Ta ki standın sonundaki altıncı çerçevede yazılı hikâyeyi okuyana kadar. İşte Llerriva'nın kaleminden resimlerin hikâyesi.

* * *

Asistanım Marian poz verecek modeli ayarlamıştı. Mevsimin yaz olması nedeniyle yer sorunumuzu kolayca aşabildik. Aksi halde yüz metre uzaklığı barındıran kapalı alana gereksinim duyacaktık. Zaman zaman havanın kapanması ve ışığın değişmesi pek fazla sorun yaratmadı ve çalışmamızı İbiza sahillerindeki tenha sayılabilecek bir kumsalda, bir aylık süre sonunda tamamlayabildik.

Marian'ın ayarladığı model hiç tanımadığım bir kadındı. Son resme kadar da kasıtlı olarak tanışmadık. Çalışmamın amacı buydu çünkü. Aşkı anlatmak…

İlk resmi yaparken, modelim tam yüz metre uzağımda bir sandalyenin üzerinde oturuyordu. Bu uzaklıktan görebildiğim kadarıyla portresini çalışıp bitirdim. İkinci resimde uzaklığı yetmiş beş metreye düşürdük. Üçüncü resimde elli ve dördüncü resimde yirmi beş metre uzaklıktan aynı kişinin üç portresini daha yaptım. Tabii tahmin edileceği üzere mesafe kısaldıkça modelin yüz hatlarını daha iyi seçiyor, resmimi ona daha çok benzetebiliyordum.

Son resme başlamadan önce modelim Gabriella ile tanıştım. Harika bir seçimdi. Asistanım Marian ile bir kez daha gurur duydum. Son portreyi çalışırken artık modelim sadece üç metre uzağımda oturuyordu. Yüzünün tüm hatlarını tuvale kusursuzca yansıtabiliyordum.

Haziran ayı sonunda son resim de bitti. Beşini bir arada izlemek üzere atölyeme gittik. Son portreyi, hazırladığım şövalenin üzerine koyup ilk dördünün üzerindeki örtüleri indirdim. Resimleri gördüğünde Gabriella'nın yüzünde oluşan hüznü tarif edemem. Resimlerdeki en güzel kadın ilk portredekiydi ve Gabriella'ya hiç mi hiç benzemiyordu. Diğer üçünde giderek modelime daha çok benzemiş, son resimde neredeyse aynısı olmuştu. Gabriella çok güzel bir kadın değildi - Dedim ya Marian'ın harika seçimi… İlk resimde işlediğim çehre, yüz metre uzağımda oturan kadının yüzünde olmayan, sadece kendi arzularımla yarattığım bir güzelliği taşıyordu. Nitekim aşk buydu.

Adriano Francisco Llerriva
29 Haziran 1998 - Madrid

* * *

Llerriva'nın yazdığı öykünün üzerine bir şey söylemeli mi?

Tabii ki gerek yok.

Peki; ister ruhsal uzaklık olsun ister fiziksel... O sevgiliye hep ve her zaman uzaktan bakmanın aslında bir yanılsama olduğunu tartışmalı mıdır?

Tabii ki gerek yok.

Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Tuğba Çamlıbel

 Mandalina'nın Mandolini : Tuğba Çamlıbel


  TUĞBA BÜYÜMEK İSTİYOR...

Geçen akşam annemlerle yaptığımız yer sofrası sefasına ancak üç saat sonra son verebildik. Annem, kardeşlerim, arkadaşım Hilal ve kuzen Mehmet'e daha sonra teyzem de katıldı. Bu tarz sohbetlerde klasiktir, konu döner dolaşır illa ki geçmişe takılır kalır ya da bizim sülaleye has bir durumdur bu. Mesela anneannem otuz yıl önce kaynanasının bir öte git demesini hatırlayıp ağlayabilir bu konuşmalar esnasında. Sonra biz ailecek nerde kaldığımızı, hangi zamanda durduğumuzu unutup onu teselli etmeye başlarız. Neyse şimdi konuyu dağıtmayayım, ben başladım biz çocukken annemin bize verdiği cezaları anlatmaya. Birde kardeşimle beni evde yalnız bıraktığı zamanlar bir odadan diğer odaya gitmeyelim, diğer odaları da harap etmeyelim diye " bak bu kapının önüne iz koydum. Siz göremezsiniz. Eğer odadan çıkarsanız iz bozulur, bende size gelince yapacağımı bilirim" diye bizi kandırmalarını. İşin kötüsü biz bu numarayı yıllarca yemiştik. Hatta annem olayı abartıp bir zaman sonra televizyona, müzik setine, buzdolabına bile iz koyduğunu söylemeye başlamıştı. Merak ediyorsanız söyleyeyim. Bu numarayı da yıllarca yedik...

Annem de yaptığımız yaramazlıklardan dem vurmaya başladı ( hiç geride kalmaz canım annecim:) . Bizim sokaktan geçen arabaların üstüne cam şişe atmamızı, alt kattaki döşemeci amcanın kafasına attığımız evde bulunan her türlü alet, edevatı - hatta su bile dökmüştük kış günü adamcağızın üzerinden-, babamın cep saatini taşla vurup kırmamızı, teyzemin altın kutusunu camdan aşağıya atmamızı ve o altınların bir daha hiç bulunamamasını.

Ama benim bir numaram vardı ki ailecek unutamayız. Babam her akşam sakal tıraşı olurdu evde. Banyonun kapısında durur hayran hayran izlerdim tıraş oluşunu. Hatta bir zaman sonra daha yakından bakabilmek için "baba benim çişim geldi" demeye başladım. Babam da alır beni, klozetin üstüne oturtur tıraş olmaya devam ederdi. İşte o zamanlar da karar verdim sanırım. Bende tıraş olmalıydım. Ama babamın tıraş takımları çok yukarıdaydı ve boyum yetmiyordu bir türlü. Fırsat kolluyorum, babam bir gün şeş kaza unutur da bana da gün doğar diye...

O dönemlerde çoğu çocuk gibi yüzümüzü yıkamak, dişlerimizi fırçalamak öcü gibi geliyordu bize. Annem zor bela yıkatırdı sabahları yüzümüzü.

Bir gün dedemlere gittik. O gece orada kaldık. Ertesi sabah uyandık, kahvaltı edeceğiz. Annem kahvaltı öncesi kahvelerini yapmış, evdeki diğer hatunlarla kaynatıyor. Yataktan kalkar kalkmaz bana " çabuk git, yüzünü yıka" dedi. Emir büyük yerden.. Mecburen düştüm banyo yollarına. Banyoya gittim. Boyum lavaboya yetişmiyor. Tabureyi lavabonun önüne koydum, üstüne çıktım. Ve o an dünyam aydınlandı. Dedemin tıraş takımları aynanın önünde, tam karşımda duruyordu. Hemen işe koyuldum. Yüzüme bolcana tıraş köpüğü sürdüm. Tıraş fırçasını köpüğün üstünde gezdirdim bir güzel. Sonra tıraş bıçağını aldım elime tıpkı babamın yaptığı gibi yüzümü gerdire gerdire, suratımı onun gibi şekilden şekle soka soka bıçağı gezdiriyorum yüzümde. Sonra bıçağın üzerinde, köpüğün arasındaki yüzümden çıkan sarı tüylere bakıyorum sevinçle...Bir yandan da yüzümü buruşturuyorum " amma da kıllıymışım bee " diye...Hatta anneme kızıyorum için için. O kadar izledim, takip ettim bir kere bile tıraş olmadı, pis kadın bu annem diyorum aynada yüzümü gerdirmeye devam ederken.

Yüzümdeki bütün köpükleri bitirene kadar sürdüm bıçağı. Ama büyük bir ustalıkla hiçbir yerimi kesmedim. Sonra yüzümü duruladım ama kurulayamadım. Tıraş bıçağını temizlemek için kullanmıştım havluyu. Büyük bir neşeyle ve ıslak suratla çıktım banyodan. Ne kadar temiz bir kız olduğumu göstermem gerek herkese. Hem de büyüdüm, abla oldum, artık kendi başıma tıraş oluyorum derim birde. Odaya koşarken bunlar geçiyor minik aklımdan. Odaya giriyorum. İlk annem görüyor beni. Havlu istiyorum babaannemden. Yüzümü bir güzel kuruluyorum gelen havluyla. İşin komik tarafı, annem kurulanmış yüzüme bakınca, " ohhh mis gibi olmuş benim güzel kızım, yüzü aydınlanmış" diyor. Ben de yaptığım işten iki kat memnun "tıraş oldum" diye bağırıyorum.

Annemin yüzü allak bullak oluyor birden. Odada bir hareketlilik başlıyor.

" Neeee ! Allah cezanı vermesin emi, gel kız çabuk buraya" diye haykırıyor annem. Tıpış tıpış gidiyorum yanına çaresizce. Başımı dizine yatırıp yüzümü inceliyor.

" Olmuş, vallahi olmuş bu! Ne yapacağız biz, daha altı yaşında"

Bense hâlâ anlayamıyorum annemin tepkisini. Ne yaptım ki diyorum kendi kendime. Babaannem annemi teselli ediyor.

"Üzülme Fazilet, daha çok küçük, bir şey olmaz. Çıkmaz öyle tüyleri sert, mert" diyor. Annemin kızgın bakışları sonrası yıkılıyorum karşısından.

Sonraki günler her gün annem başımı dizlerine yatırıp yüzümü inceliyor. Neyse ki korktuğu gibi olmuyor. Tüylerim ince ince uzuyorlar yeniden. Her şey normal seyrinde...

Annem anlatıyor kadınların tıraş olmadığını. Bunun erkeklere has bir durum olduğunu. Kadınların büyüyüp genç kız olunca ağda yaptığını, erkekler gibi tıraş bıçağı yerine ağda kullandıklarını sabırla anlatıyor. Sonra ben genç kız ilan edileceğim gün gelene kadar özlemle ilk ağda yapacağım günü bekliyor, düşlüyorum. Büyüdüğümün en belirgin işareti olacak bu...

Sonrası mı?

Amaaannnn !!!

Niye büyüdüm ki ???

Tuğba Çamlıbel
tugbacamlibel@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,388,388,388,388,388,388,388,38
13 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Sema Çevik


DEDEMİN DUVAR SAATİ

Bu sabah yataktan çok zor kalktım. Mutfağa gidip çaydanlığın altını yaktım sonra banyoya girip bir duş aldım. Banyodan çıkıp çayı demledim ve kendime bir kahvaltı tabağı hazırladım. Bir fincanda çay alıp salona geçtim. Masaya oturdum ve hafta sonu doktorun dediği "çay içmemelisin" ikazını hatırladım. El alışkanlığı ile yine çayı bardağa dökmüştüm. Ne zamandır çektiğim mide rahatsızlığı sebebiyle çayı bırakıp kahvaltıma devam ettim. Bu sırada gözüm duvardaki saate ilişti. Koskocaman....Ceviz ağacından yapılmıştı. Bu saati dedem hac ziyaretinden dönerken hediye olarak getirmişti. Akreple yelkovanı osmanlı motifleri taşıyan içi sarı yaldızla süslenmiş, kocaman bir anahtarla kurulan, yarım ve tam saatlerde evi inletecek şekilde ses çıkaran bir çanı vardı. Babam komşuları rahatsız etmesin diye nasıl yaptığını bilmediğim bir şekilde iç mekanizmasında bir yerlere kağıt sıkıştırmış, sesini biraz daha yumuşatmıştı. Şimdi diyeceksiniz ki basit bir saati niçin bize anlatıyorsun. Çünkü, o koskocaman saat salonun bir duvarında büyük bir çiviye asılı olarak duruyordu ama yamuk. Simetri hastalığı olanların bu saate tahammül edebileceğini zannetmiyorum. Hatta herkese rahatsızlık verecek şekilde yamuk durduğunu söyleyebilirim. Ne gariptir, sadece sol yöne yamuk durduğunda doğru çalışıyordu. Sağa yamuk durduğunda geri kalıyor, düz durduğunda ileri gidiyordu. Babam bu tip işlerden iyi anlardı ama O da "-bunu hatalı üretmişler" deyip, sorunu sol yöne yamuk tutarak çözmüştü.

Bir an hayatımın bu saate ne kadar benzediğini farkettim.

Bir memur ailesinin ilk çocuğuydum. Varını yoğunu hayatlarını ben ve kardeşime adamış ebeveynlerim vardı. Doğu kültürüyle yetiştirilmiş, temiz ahlakı ve doğruluğu, saygıyı benliğime işlemişlerdi. Sırası gelmiş bir paşa çocucuğu gibi yaşamış sırası gelmiş bir memur çocuğu olduğumu hissetmiştim. Hayatımın ilk yirmiiki yilı mutlu bir çocuklukla beraber çok güzel geçmişti. Yirmiiki yaşında baba evinden evlenerek ayrılmıştım. Huzursuz bir evliliğin içinde yirmidört yaşında anne olmuştum. Çok güzel ve sağlıklı bir kız annesiydim. Hayallerimi artık onun üstüne kurmaya başlamıştım ama fazla sürmedi altıncı ayında yapılan bir çocuk aşısının yan etkisiyle kızımı kaybetmiş ve hayatımın kötü günlerinin arifesine girmiştim. Zaten huzursuz geçen evliliğimi kızımın vefatından bir ay sonra bitirdim. Çalışma hayatına girmiştim ve ilk işimdi. Değişik insanlar değişik karakterler ve değişik hayatlar....

İlkokul üçüncü sınıfta okurken birçoğumuzun yaptığı gibi bir hatıra defteri almıştım ve ilk sayfaları anneme ve babama ayırmıştım. Kardeşim çok küçük olduğundan üçüncü sayfanın ortasına kurşun kalem ile "bu sayfa kardeşime ait" yazarak boş bırakmıştım. Babam kendisine ayırdığım sayfaya sadece şöyle yazmıştı;
"Güzel kara kızım seni çok seviyorum. Hayatın boyunca sabırlı ol, sabırlı ol, sabırlı ol". O zamanlar bu iki cümleden tek anladığım babamın beni çok sevdiği idi. Ama şimdi bu iki cümleden bir kitap yazabilirim.
Sabır ... evet bu benim hayatımın özeti.
İnancım doğrultusunda şükrettiğim çok anlar olmuştur ama bir günahkar gibi isyan ettiğim anlar da.
Dürüst, saygılı, akıllı, sosyal olmak başarılı ve şanslı olmak demek değil. Dedemin saati gibi yamuk olmak bazen hayatınızın doğru gitmesi demek oluyormuş, bunu öğrendim. Bazen o yamuk saatin yelkovanına asılı ve hızlı bir şekilde hayatın içinde sürüklendiğimi hissediyorum. Bazen de akrepe asılı yavaş ve sakin hayatı seyrettiğim anlar oluyor.

Bakma saatine ikide birde !
Halin neyse saat onun saati (Necip Fazıl Kısakürek)


Ne kadar iç benliğimle kavga ettiğim anlar oldu bilemezsiniz. Bu benim için yanlış dedim ama başkaları için doğruydu. Yanlışı yaptım şanslı oldum... doğruyu yaptığım da ise şanssız. Belki eylemi şimdi size anlatsam benim yanlışım sizin için doğru olacak, doğrumsa yanlış.

Babamın dediği gibi sabırlı olup, olumlu sonuç alabilmek için istediğimi değil gerekli şeyi yaparsam (doğru ya da yanlış olduğunu düşünmeden) o zaman lehime sonuçlanıyordu. Hayat bu muydu?

Ne biraz sağa eğik durabilirsin ne de düz....Doğru çalışmasını istiyorsan hayatın, yamuk (sola) durmayı da bileceksin.

Sema Çevik


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Müge Eralp Kaya

 Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya


  ÇULLU KÖFTE
  ELMALI PUDİNG

Evettttt bu hafta et severlere özel bir tarifle tekrar birlikteyiz...

ÇULLU KÖFTE

MALZEMELER

200gr. kıyma, 2 bardak ince bulgur, 1 büyük soğan, 1 yumurta, 1 tutam maydanoz, 1 tatlı kaşığı kimyon, 3 bardak su, tuz, karabiber, kızartmak için sıvıyağ

YAPILIŞI
Kıyma, bulgur, kıyılmış maydanoz, soğan, kimyon, karabiber ve tuzu bir kaba alalım, iyice karıştırarak yoğuralım ve sakız kıvamında hamur elde edelim, köfte büyüklüğünde parçalar kopararak şekil verelim. Diğer yandan tenceremizde 3 bardak suyumuzu kaynatalım, içine tuz atarak köftelerimizi ilave edelim ve 8 dk. haşlayarak kevgire alalım... Bu arada yumurtamızın içine bir çimdik tuz atıp çırpalım, suyu iyice süzülünce köftelerimizi yumurtaya bulayıp kızgın yağda kızartalım...

ELMALI PUDİNG

MALZEMELER

2 elma, 1 kahve fincanı şeker, 1 kahve fincanı su, 1 paket vanilyalı puding, 100 gr. krem şanti, yarım kg. süt, 1 adet kivi, hindistan cevizi

YAPILIŞI
Elmalarımızı rendeleyerek şeker ve suyla pişirip bir kaba alalım, Diğer yandan sütümüzü pudingle pişirerek ocaktan alalım ve krem şanti ekleyerek iyice karıştıralım, karışımı elmalarımızın üzerine dökelim ve buzdolabına koyalım. Soğuduktan sonra üzerini hindistan cevizi veya kivi ile süsleyerek servise sunalım...

KULLANIŞLI MUTFAK BİLGİLERİ
Şinitzel veya sebze kızartmaları için hazırlanan pane harcında, yumurta yerine limon suyu kullanılabilir, böylece yemeğimiz daha yumuşak ve lezzetli olur.

GÜNÜN MENÜSÜ:
Yayla çorbası, çullu köfte, fırında spagetti, elmalı puding

Müge Eralp Kaya


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


Büyütmek için tıklayınız.
Fotoğraf : İnci Gülay

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


k   i   m

kim sunar yaşamını
yaşamını anlamaya
bir şairin

kim sunar yaşamını
bal eylemeye
o koca acısını

kim sunar yaşamını
hüznünü hüznünü hüznünü
paylaşmaya

kim sunar yaşamını
gecelemelerine
sabahlamalarına yüzyıllar boyu

kim sunar yaşamını
evreni yeryuvardan
sırtlamaya

kim sunar yaşamını
dili damağına yapışık
bir dize için için için

kim sunar yaşamını
aşk üzre aşk içre
yapayalnız

kim sunar yaşamını
aç-susuz
ve ölgün ve ölgün ve

kim sunar yaşamını
muttan umuttan utkudan öte
bir sözcüğe

kim sunar yaşamını
yaşamını yoksadığı
şairin

tan doğan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Faik Murat Müftüler

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Bir anket yaptığınızda şu veya bu soruyu sormuş olmanız karşıdaki insanı düşündürerek onu değiştirebilir. Onu yayınladığınızda bütün toplumu etkileyebilirsiniz, ön yargı yaratabilirsiniz, seçim sonuçları da etkileyebilirsiniz. Fizikçilerden farklı olarak özne ve nesne neredeyse birbiriyle özdeş olma durumundadır. İster birey olarak ister toplum olarak kendi kendimizi... http://www.ibnistan.net/index.html kısa yolunda reddetmemize rağmen hala içiçe yaşadığımız bir olguyu belki de yeniden keşfedeceksiniz. Onlara acımanız değil ama var olduklarını kabul etmeniz gerektiğini düşünüyorum.

Forumlardan hoşlanırmısınız? http://taci.tirsak.com/ kısayolunda kendi çapında küçük oluşum bir forum mevcut. Aslında ana sayfa tıklandığında web sayfasının niteliğini daha da iyi anlıyorsunuz. Tekdüze forumlardan hoşlanmayanlara tavsiye edilir.

Evinizde her an bilgisayarınızı kurcalayabilecek 7 yaşlarında bir çocuğunuz ya da akrabanız var ise, bilgisayarınızın masa üstüne ekleyebileceğiniz en güzel kısayol http://www.afacancocuk.com olacaktır. Özellikle oyun sayfasını tavsiye edebilirim. ufaklığı bir süre için bile olsa oyalayacaktır.

Diyelim ki bu web sayfası çocuğu ikna etmeye yetmedi işte size daha kapsamlı ve bol oyunlu bir site daha http://www.cartoonnetwork.com/games/index.html Bu kısayolları verdim ama uyarmalıyım. Bilgisayarınızı oyunsever afacanların elinden kurtaramayabilirsiniz. Ya da siz en iyisi mi kendiniz oynayın bu oyunları.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Opera 8.5 [3.7 MB] Windows Bedava
http://www.opera.com/
Hep duyuyordum ama bir türlü deneyememiştim. Geçenlerde fırsat buldum. Çok iyi düşünülmüş ve dizayn edilmiş bir tarayıcı, eposta programı ve dahası. IE'nin ağırlığından, bazen takılıp kalmasından şikayetçiyseniz, hemen tüm IE özelliklerini taşıyan ama üstüne pekçok kullanışlı özellik ekleyen ve en önemlisi Winodows'u yorup hantallaştırmayan bir alternatif arıyorsanız, hemen yükleyip deneyin. Bana duacı olacaksınız.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051223.asp
ISSN: 1303-8923
23 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com