Mutlu Yıllar



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 892

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Aralık 2005 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : "EN"leri seçmeyi unuttuk!..


Merhabalar,

İlerlemiş yaşına rağmen dimdik, hitabetin altından girip üstünden çıkmış bir babayı seyrediyorum 3 saattir. Günahları sevapları bir yana, her politikacının her yönüyle incelemesi ve örnek alması gereken bir lider. Hele şimdi yöneticiyim diye geçinip üç lafın birinde pot üstüne pot kıranların feyz almak için yanından ayrılmamaları gerekir diye düşünmekteyim. Allah seni başımızdan eksik etmesin, uzun ömürler versin Demirel Baba.

Niye aklıma daha önce gelmedi diye söylendim durdum bütün gün. Biliyorsunuz yıl sonu gelince, adettendir, yılın "EN" leri seçilir. Gün içinde fırsat bulup bir "EN" tablosu yapmam mümkün olmadı. gece olunca da akıl durdu haliylen. Gelin bu işi birlikte yapalım. 2005 yılının "EN"lerini birlikte seçelim. Aklınıza gelenleri bana gerekçeleri ile bir yazın bakalım. Yetişirse yarına, yetişmezse yeni yılın ilk sayısında YILIN "EN"lerini listeleyelim. Tarihe bir çivi de biz çakalım, ömrümüz uzasın.

Bugün epeyce gerilere gidip hoş bir melodiyi dinleyelim istiyorum. Tony Orlando ve Dawn birlikte söylüyorlar, Tie A Yellow Ribbon Round The Old Oak Tree. Şimdilik hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  

Fazile - Ömer Akşahan



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Nihat Turan


ANLATMALISIN SU

Bir bilmece gibi sorulup cevabı istenen basit bir şey diyorum hani. Gözümüzün önünde, hayatımızın başatında olan bir şey. Rutin olan. Alışılmış olan. Alıştıran bir şey. Ontolojimizin üçte ikilik dilimi olan. Varlık köklerimizde olan. Varlığımızın en kökü olan. Her daim"en" olan "in" olan, öte olmayan, beri olan. İçte olan. Hani şu üzerinde süzülerek yol olan gemilerin varlık nedeni. Korsanların, haydutların, köle satıcılarının, istilacıların ve inkarcıların üzerine öykülerini yazdıkları saydam bir parşömen olan. Hızır'ın öğretisini üzerine kurduğu şey…

Yüreğimin çapına insicam olabilecek ya da yüreğimin içinde insicam bulabileceği bir şey olmalı onca şeyin olduğu bu kürede. Bakışlarıma ket vurmayan, temaşalarımın derinliğine tulani bir geçiş yaparak yüreğimin nasırlarına basmadan yüceliğini kanıtlayan bir şey olmalı diyorum bu yerde. Bir şey yalnızca. Unutulanı umursatan bir şey...

Zamanın lügatinde dalgaları kırılamayan bir anlamı olmalı. Bana derinliğindeki esrar-ı evveli hibe edecek bir yönü olmalı. İncilerinden, mercanlarından ve içine aldığı şahikayı şehirlerinden öte bir şey vermeli diyorum...

Mesela Musa'yı küçücük bebekken yüzeyinde taşıdığında onu nasıl bir kaderin beklediğini bilip bilmediğini anlatmalı. Ve bir gün o küçük Musa'nın büyüyerek kendisine ihtiyaçla döndüğünde onu bekliyormuş gibi yıllarca o serin bağrını nasıl açık tutabildiğini anlatmalı. Sidharta'yı nirvanaya nasıl ve neyle ulaştırdığını fısıldamalı. Bir mesaj vermeli diyorum hani...

Musa'ya acırken Yunus'a neden zindan olduğunu anlatmalı. Ve alabildiğine genişliği içinde daracık bir hücreye niçin döndüğünü söylemeli. Yunus'a dar olan bir dünyayı neden reva gördüğünden haber vermeli. Ve yine aynı Yunus'a nasıl olurda zifiriden ziyaya, kaçıştan geri dönüşe yol olduğundan, yar olduğundan söz etmeli...

Söylemelisin su, taşıdığın bilgeliği anlatmalısın. Kurtuluşun ve yok oluşun yolları senden geçiyor su. Kaşifleri, kentleri, adına yazılan kasideleri ve içindeki kariaaları anlatmalısın...

Gemi halkını ve ille de babası bir peygamber olan Kenan'ı anlatmalısın. Onu nasıl ve niye yuttuğunu söylemelisin su. Bir peygamberin ciğerini aldığın halde seni nasıl olurda haklı görebildiğini anlatmalısın. Hikmetini yüzeyine çıkartmalısın diyorum. Dolunayın sendeki o eşsiz bakışımından bana pay olacak romantik bir detay göstermelisin su. Yakamozların diliyle konuş benimle. Ve zamanı kayıp şehirlerin, Babil'in, İrem'in gömütlerindeki ıslah olmaz mecnunların lisanıyla anlatmalısın…

Sana uzanan ayalarıma bilgeliğinden birkaç damlanın dökülmesine izin ver su. Parmaklarımın ucundan girerek içime düşürülen akkorları söndür. Gözlerime simetriğimi kazı. Kendimi keşfimle kendin gibi azizleştir beni…



Nihat Turan
nihatturan2@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,786,786,786,786,786,786,78
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


ÇÜRÜMÜŞ İNCİR YAPRAĞI GİBİ GÖRÜNEN KADIN

Tadım kaçtı. Sen hayatımdan çıktığından beri tuzsuz deniz gibiyim. Kocamanım, enginim, dalga dalgayım ama hiç tadım yok. Gözlerim; geceleri yakamozlar gibi bakmaz oldu. Sen hayatımdan gidince, geceler de karanlıkta kaldı. Gelip geçici bir sürü yıldızın ışığı, beni gafletimden uyandırmaya yetmedi. Sen çıktın hayatımdan; kendin istedin, ama bana hiç sormadın ki. Hoş, sorsan ne olacaktı? Bana hep şöyle söylerdin: ''senin pis bir gururun var.'' İnadım Boşnak tarafıma çekmiş. Ben ne yapayım? Anca Yaratana sığınırım.

Biliyor musun; Cuma gecesi giydiğim geceliği, Pazartesi sabah çıkarır oldum. Hayır, senin evinde giydiklerim gibi değiller; beni öyle düşleme. Uzun, dallı güllü, pazenden… Tek çekici yanı; giydiğinde kendini kendin gibi hissetmen. Bu durumda olmayı da sevmeye başladım. Biliyorum silkinip kendime geleceğim, şimdilik zamanı rahatsız etmek istemiyorum.

Düşünüyorum; beni hırpalayan hayatımda olmayışın mıydı, yoksa gidişindeki kabul edilmezlik mi? Bir türlü karar veremiyorum.

Veda sözcüklerinin içine, tesellisini de koymuşsun. O kelimeleri neden sonra düşündükçe, düşledikçe buldum. Bulmam bir şeyi değiştirmedi, avutamadılar. Karşımda olsaydın sorardım. ''Kaç kere sevdin'' diye? Bilmemek daha iyi… Sayının çok olduğuna inanıyorum. İnandıkça, sakinleşiyorum.

Bana en çok ne dokundu biliyor musun? -dili geçmiş zamanda kalmak. Geniş zamanlarına erememek! Olup olmaması sanırım önemsizdi. Şimdiki zamanında olmaya razıyken, kalkmış geniş zamanından bahsediyorum. Okudukça gülüyorsun, biliyorum. O bıyıkları sana hiç yakıştıramamıştım. Şimdi senin işine yarıyordur. Arasına kır düşmüş bıyıklarının altından doya doya gül bakalım,

Senin kavgan; insan olmakla, hayatlaydı. Benimkisi estetik kaygısıyla! Neyin zıtlığıydı içimdeki? Bunu kendime yeni yeni soruyorum. Benim yerime neden hayatla kavga ettin ki?

Aklıma her gelişinde, bütün acılarım gözlerime doluyor. Onca yıl yaşanmışlığımız, umudum, neşem, aşkım ve beni ben yapan ne varsa hepsi birden, sıraya girmeden yüzüme doğru akmaya başlıyorlar. Elimde değil bu, nasıl engel olacağımı bilmiyorum. Geceleri sensiz, sessiz ağlıyorum. Ağladıkça coşuyorum... ''Coşkulu ağlamak'' gibi bir deyim bile yarattım. Sık kullanıyorum artık. Geceleri sessizlikte seni yaşıyorum inadına. Senin gibi kendime dokunuyorum. Bu bile, yaşlarımı durdurmaya yetmiyor. Kendimle sevişirken ağlıyorum... Deseler inanmazdım, bu mümkün değildir derdim. Gerçek olabileceğini yaşayarak öğrenmek ağır geldi. Bazen kaldıramayacağımı düşünüyorum ama yaşlanacak zaman, biliyorum.

Keşke ilk aşkım olsaydın sen. O zaman acını sıfatlandırabilirdim. Sırf bu yüzden, ilkimsin diye aklımdan çıkmadığına inanırdım. Şimdi seni; neyin ardına neyin arkasına saklayacağım bilmiyorum. Her şarkıyı üzerime alınıyorum. Bir kulaklık edindim; hani şu ucuzcular da satılanlardan. Beraber aldığımız o radyoya taktım. Yorganın altına saklanıp, kendimi akan göz yaşlarımda eritiyorum. Sana hiç söylememiştim; küçükken korkudan altımı ıslatırdım. Büyüyünce unuttum korkularımı, geçti. Şimdilerde ise; döşeğim nemli kalmaya mahkûmmuş diye düşünüyorum. Tek farkı, artık gözyaşlarıyla ıslanıyor. Yorganı ıslatacak kadar seni sevmişim. Ne acı, sevgi denen şeyin ne kadar ciddi bir his olduğunu yeni anladım. Bundan gittin biliyorum, bunu da yeni düşünmeye başladım...

Anam, sabahları telaşeli. Soruyor: ''Kızım neyin var?'' diye. Bahara veriyorum, aksi patronuma, boşanan arkadaşıma. İnanmıyor ama ses de etmiyor. Anamı ne kadar sevmiştin. Gerçi sen tüm anaları seversin, kutsal sayarsın bilirim. Senin çocuğunu doğuracağımı hiç düşünmedim biliyor musun? Seninle hep yalnız kalmak isteyecek kadar bencilim. Aramıza bir çocuk girsin, bizden zamanımızı çalsın istemedim. Söylememiştim sana, kızardın duyunca. Şimdi bir gün; bir adama, bir oğul doğurduğumda, sırf ana olduğum için beni de seveceksin. Bunları düşünecek kadar dengesizleştim...

Üç top bilardo oynadığımız günü hatırladın mı? Bana öğretmeye çalışmıştın. Beceriksizliğime gülüp, istekanın ucuyla eteğimi kaldırmıştın. Karşında gözlerimin içine kadar çıplak kalmıştım. Öyle hissetmemi nasıl sağladın? Bir parça çalıyordu. Bak yine hatırlayamadım. Nedir bu şarkı sözlerinden çektiğim? Sen küçük bir sesle mırıldanıyordun. Kim söylüyor demiştim de; ''boş ver bilemezsin'' diyerek geçiştirmiştin. Ben de boş verebilmiştim...

Beni sahiplenmediğini sanmıştım, bunun için sana içten içe kızardım. Oysa şimdi, Boşnak damarıma bin kere sövüp, onursuz kalmayı kabulleniyorum. İtiraf ediyorum; şu an sahipsizlikten ölüyorum!

Bana sorsan ''Ne değişti yokluğumda?'' diye; üzülme diye cevabı geçiştirirdim. ''Eskisinden çok içer oldum sigarayı'', derdim. Dudaklarımın gözyaşlarımla ıslandığını, soğuktan çatladığını söyleyemezdim. Sen kızarsın yolda ağlayan kadınlara, unutmadım.

Sonun, beni huzursuz etmeye başlayan yaklaşmasını hissettiğimde, bir şey yaptım. Hatırlarsın o günü, hani ilk ciddi kavgamızdan sonra... Son kavga da oymuş zaten, senin evindeydik. Seviştikten sonra duş almaya gittiğinde... Hani defterin vardı ya sağdaki çekmecenin içinde duran. Günlük gibi bir şeydi. Ona baktım usulca. Adım yazıyordu, başka bir sürü adla beraber. Kendi adımı en başta görmek gurur verdi bana. Öyle bir güvene bulandım ki, aşkın içine düştüğünü gördüm. Tamam dedim! Oradan çıkamaz bu artık...

Beni bırakıp gittikten sonra, ne kadar zaman sonra bilmiyorum. Evine girdim. O gün anahtarları bulmuş olmalısın, kapının arkasına asmıştım. Aslında o gün oraya sana yalvarmaya gelmiştim. Seni değiştiğime inandırabilecektim. İlk sigaramı yaktım, ocağa kahvemi koydum. Girip odana defteri almak, aklıma ilk o zaman geldi. Kahvemi içerken, ayağa kalktım. Hiç de filmlerdeki kararsızlık anlarını yaşamadım. Kendimden emin olmasam bunu asla yapmazdım. Sadece şunu bil; o odaya gidip, o deftere bakan, okuyan ben değildim sanki. Kendimi unuttum. Buna inan.

Defterinde adımın hala durduğuna inanıyordum. Oysa sen; adımın üzerini çizmemiştin. Diğer kadınlara yaptığın gibi, adımın üzerini karalamamıştın. -Silmiştin - Hiçbir sayfasında adım geçmiyordu. Bunu görmek, tarifi mümkün olmayan bir şeydi. İşte, yüzüme gökyüzünün isi o an bulandı. Gölgelerin ekşimsi kokusu ilk o zaman üzerime sindi. Çürümeye başlamış incir yaprağı gibi görünmeye, o zaman başladım. Çıkmaya heves etmemecesine, yerin dibine girdim. Kararsızlık ve çaresizlik, dinlediğim kapı gibi aklıma yapışıp kaldı. Ben böyle bir adamı nasıl sevmiştim? Diğer kadınlara yaptığını nasıl görememiştim? Gerçek sadece başıma gelince gerçek olmuştu. Aşk bumuydu?

Serap Ezgi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,548,548,548,548,548,548,548,548,54
13 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : H.Enes Öncel


Mutluluğa beş kala

Mutluluğa beş kala elimde solan bir ömür var
Daha neler neler soldurur yar farkına varmaz
Alıştım artık yalan baharlara
Hiç üzmüyor yokluğun diye bir yalan söylerim mesela
Hani Kahraman abi ''yüreğime söylediğim en doğru yalansın'' diyor ya
Öylesi işte
Kır çiçekleri var ömrümün
Sana gösteremedim ya o çiçekleri
Bir buna yanarım
Ey akan kanlarımın sebebi
Kaç ömre kaç çift göz sığdırdım ben haberin var mı?
Söz biter şarkı başlar
Böyle gelir kurşunun böyle kurşunlar
Mecnunun da umudu varmış sonra kara toprakla kucaklaşmış
Bu sebepten hiç umudum yok
Kalemim kırılırken yanımda mıydın?
Nefessiz kaldığım da canımda mıydın?
Cansız kalsaydım eğer ağlar mıydın?
Babamın ilk oğul deyişi
Anamın feryadından yere dökülen ilk göz yaşı olmasaydı
Bil ki unuturdum gözlerini
Serde delikanlılık olmasaydı
Bil ki bende seni gömerdim beni gömdüğün yere
Ama olmuyor..
Cami avlularında iki damla suya hasret kumruları varken bu şehrin
Çeyrek simide, canını veren martıları varken denizlerin
Ve hala dillerde ezberken destanı sevilmemişlerin
Ben seni nasıl saklayayım?
Kadri, kıymeti, değerinden eksiğine bozulmuş sevdalar aşkına
Yeter gülüm, Kanatma!

Terkedilmiş virane bir han gibi yüreğim
İçimde korkularım var
Hey deli gönül!
Yavru ceylan gibi yenik düşüp bir daha sevilmemek var
Yapraklar dökülüyor, yağmurlar yağıyor üzerime
Her damlada ayrı hikaye her yaprakta ayrı hüzün
Perdesi kapatılmış pencereler gibi açılmaktan korkuyorum
Bir ak sakallının gözlerini anlamaya çalışırken
Sensizliğe yenik düşüp soluyorum
Sahte kahkahalar atılıyor boşluklara ben aksakallara vuruluyorum
Tam kendimi anlatmaya çalışırken infaz edilip
Mevsimsiz yaşamaya hüküm giyiyorum
Çiçekler açmaz yangın yerlerinde gönlümün
Herkes yaram hafif sanır
Benden giden, her sevilen içimi sızlatır
Nasıl açılırsa yaprağı mimozanın
Nasıl acıtırsa dikeni gülün
Öyle batar sevdan gönlüme..
Bnim uykularım kurşulanırken sen yanımda değildin
Kalemi kırılırken gönlümün sen bahar mevsimindeydin yar
Keşke bana dönseydin
Saçlarının rüzgarından kurtulamadım gitti
Ceplerim yalan dolu!
Bayramlar kutlanıyor bilmem ne diye
Elimde sana ısmarladığım iki sayfayla kalakaldın
Madem ki sen beni sensizliğe terk ettin
Bende şarkıları yar edinirim kendime
Uçuma yuvarlanan bir taş misali
Sessiz
Ani
Meçhul
Bıraktın beni…
Kendime yakıştıramıyorum gözlerinsiz ölmeyi…!

H.Enes Öncel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  TEŞEKKÜR EDERİM ANNE

Hiçbir süs ve tuvalet, bir kadını annelik sevgisi kadar güzelleştirmez.
A. E. Brachvogel

Çocuk ısrarla annesinin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Elindeki oyuncağını, duvarlara yerlere atıyor ilgi istiyordu kendince. Sıkılmıştı bütün hafta boyunca, dört duvar arasında kalmaktan. Dolaşmak istiyordu kırlarda, atlıkarıncaya binmek, ardından da dondurma yemek istiyordu. Annesi oralı bile değildi. Onun iş telaşesi vardı, çamaşır, bulaşık telaşesi. Koşar adımlarla hareket ediyordu odadan odaya, kirli çamaşırları makineye tıkıyordu. O bitince de kaşığı çeviriyordu tencerenin içindeki hızlı hızlı, hadi artık piş de kurtulayım dercesine. Aklında da yarın incelenecek dosyalar vardı. Yarın pazartesi idi, pazartesi sendromu tutacaktı yine. Üst üste yığılan dosyalar dedi, içinden.

Çocuk daha fazla dayanamadı, elindeki topu televizyonun ekranına fırlatıverdi. Ardından da gözyaşları boşaldı, göz pınarlarından usulca, yerde bulunan kırmızı beyaz halının üstüne düştü damlalar, birer birer.

Kadın çıkan sesin etkisi ile hızla içeri girdi. İlk önce televizyona baktı, sonrada çocuğuna. Topsa duvarın dibine, kaloriferin yanına, kırmızı beyaz renklerini göstermek istemezcesine saklanmıştı.

Kadın çöktü yere, çocuğunun başını ellerinin arasına aldı. Göğsüne doğru çekti, dayadı kendine. O an da ikisinin kalbide, beraber atmaya başladı. Kadının kalbinden bir şeyler koptu, dağılıverdi halının üstüne tane tane. Bunlar onun pişmanlık kırıntıları idi. Ardından ona haksızlık ettim dedi, gözünden akan birkaç damla yaş ile beraber.

Hemen odasının yolunu tuttu. Üstüne rahat bir şeyler aldı. Gözyaşlarını da siliyordu eliyle bir taraf tan, bu günü ona ayırmalıydı.

"Nereye gidelim?" dedi oğluna, ondan ise hiç bir ses çıkmadı. Sadece masum bir bakış attı annesine, ben bilmem dercesine.

O an aklına daha önce gittikleri park geldi. Atlıkarıncanın salıncakların olduğu park, evet artık arabasının istikameti belliydi…

Salıncakta ki oğlu sevinçliydi. Çünkü artık o dört duvar arasından kurtulmuştu, özgürdü bugün. Annesi salladıkça gülücükler savuruyordu dört bir tarafa, durmadan.

Kadında hiç bu kadar mutlu olmamıştı kaç zamandır. Kalbi çok büyük bir hızlı çarpıyordu artık.
Sonra birden bir üzüntü kapladı içini. Ona haksızlık ettiğini anladı. O bir çocuktu, ilgi bekliyordu, sevgi bekliyordu. Haftanın bir gününü ya da belli bir saatini, ona ayıra bilirdi oysa. Hakkını yemişti oğlunun. Bu düşüncelerle daldı birden.

Akşam olmuştu artık, gitme vakti gelmişti. Kucağına aldı çocuğunu, bu sefer bakışları parlaktı, gözlerinin içi gülüyordu çocuğun. Daha sıkı sarılıyordu annesine, kaybetmekten korkarcasına.

"Kadın içimde ki çocuğu öldürmüşüm" dedi ardından, işte bugün, bir süreliğine olsa hayata dönmüştü içindeki çocuk. Oğluyla beraber bu küçük parkta can bulmuştu yeniden, gülücüklerini savurmuştu dört bir tarafa.

Evin kapına açtı, çıt sesinden sonra odasına yöneldi oğlunun. O ahşap, kırmızı boyalı olan yatağına uzattı ellerini, bırakıverdi çocuğu yatağına yavaşça. Ayakları havada kalmıştı çocuğun, onları düzelti usulca. Üzerine de mavi pikesini örtü üşümesin diye. Çocuksa belli belirsiz mırıltılar halinde "Teşekkür ederim anne!" dedi.

Kadının içinde ise bir sevinç vardı bugün için ve de pişmanlık vardı geçmişe dair.

Çocuklarınız sizin en değerli hazinenizdir. Onlar sizden ilgi sevgi ve şefkat beklerler. Bunu unutmayın. İşiniz, eviniz, her şey ama her şey bekleyebilir ama onlar bekleyemez. Onlar hızla büyürler çünkü siz farkında olmadan.

İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞU ÇIKARIN MEYDANA, ONLARLA BERABER SİZDE ÇOCUK OLUN. GÜLÜCÜKLER SAVURUN DÖRT BİR TARAFA.

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  YAZAR OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

İnsanlar bazı zamanlarda, özellikle efkâr saatlerinde büyük bir duygu yoğunluğu içerisinde bulunurlar. Bu vakitlerde içi içine sığmaz sözkonusu kişinin… Yanında birisi varsa onunla paylaşır yoğunlaşan duygularını!.. Kimse yoksa kaleme kâğıda sarılır sessizce. En büyük sırdaşı olur mürekkep… Duygularla yoğrulmuş yazının mürekkebi kurumadan hiç kimse bu sırra mahzar olamaz. Üçüncü şahıslara kapalıdır mevcut duygular!..

Yazarlık mıdır bu,yoksa geçici bir heveskârlık mı?Bunu da geçen zaman gösterir hiç şüphesiz. Bu işte uzun vadeli düşünüp geleceğe dönük hesaplar yapmaktır önemli olan. Aksi halde rüzgârın getirdiğini yine rüzgâr götürür.

Türkiye’de yazar olmak ateşten bir gömlektir adeta… Çünkü bu iş henüz bir iş ve meslek hüviyeti kazanmamıştır. Yazarlık arenasında sapla saman birbirine karışmış durumdadır. Kim,niçin yazardır? Yazar olmanın kriterleri nelerdir? Yoksa “Ben yaptım oldu” sözüne nazire yaparak “Ben yazdım oldu” demek midir çıkış noktası?

Türkiye’de sadece yazarlık değildir yerine oturmayan. Yayıncılık müessesesi de sistematik bir yapıya kavuşmamıştır.Aslında yazarla yayıncı bir bütünün iki yarısı gibidir. Bunlar et ve tırnak misalidir. Birini ötekinden ayırmak kabil değildir. Oysa günümüzde yayıncılar yazara hak ettiği değeri vermemektedir. Yayıncılıkta tarafgirlik de aşılması gereken çıkmazlarımızdan birisidir.

Yayıncılar bazı isimleri, lâyık olmadıkları halde vizyonda tutarak ite kalka bir yerlere getirmektedirler. Bu hususta aynı fikri paylaşma ve eş dost muhabbeti de etkili olmaktadır. Buna biraz daha ileri giderek fikrî bağnazlık da diyebiliriz. Durum böyle olunca yayınlanan eserlerin kalitesi düşmektedir. Halk tabiriyle adamı olanlar işini yürütmektedir.

Yayıncıların bir diğer hatası da kendilerine medyayı kılavuz edinmesidir. Ülkemizde medyayı kimlerin yönlendirdiği malûmdur. Memleketimizde medya, vazifesi olmadığı halde pek çok işe burnunu sokmaktadır. Yayıncılar gündemin nabzını tutmak ve daha çok kazanmak hevesiyle kalitesiz isimlere ve eserlere pirim vermektedirler. Bu da hakikatte boş ve birikimsiz insanların ön plana çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum kendi halinde yaşayan fakat kalem erbabı değerlerin önünü kesmekte hatta kaybolup gitmelerine sebep olmaktadır.

Aslında okuyucu iyiyle kötüyü ayırt eden bir süzgeç olmalıdır. Olmalıdır diyorum, çünkü henüz bu vazifesini ifa edememiştir Türk okuyucusu!.. Okurları da maalesef medya yönlendirmektedir bu hususta. Kılavuzu karga olanın başına neler gelebileceğini tahmin edersiniz kanımca.

Çok satılan kitapların kaliteli olduğu kanaati ne kadar geçerli bir ölçü olur bu belirsiz ortamda?Varın siz düşünün…Boyalı basın, edebiyatın mahrem ve sırlı dünyasından kirli ellerini çekmelidir. Aslında medya gerçek manada sanat ve edebiyata hizmet etse hepimiz bahtiyar oluruz. Fakat bu alana hizmet etmeyi bir kenara bırakın,aksine işi her geçen gün sulandırarak kendine benzetmektedir. Sözümüz tabiki umuma değildir. Alınanlar suçlananlardır;bu böyle biline!..

Yazarlık belli bir kabiliyet gerektirir. Fakat hiç kimse yazar olarak dünyaya gelmemiştir. İlham asla yeterli değildir. Yazarlığın onda biri ilhamsa onda dokuzu çalışmaktır.İlhamın gelmesi için de belli bir zemin hazırlanmalıdır. Fikrî ve hissî altyapısı olmayan kimselere ilham da gelmez. Yazarlık çileye talip olmaktır. Uzun geceleri uykusuz geçirmeye hazır olmaktır kalem erbaplığı!..

Edebiyatta özel kabiliyet gerektiren şiir, hikâye, deneme ve roman gibi türler vardır. Bu alanlarda yeteneğimiz yoksa başka edebî mecralara yönelmeliyiz. Bunun dışında belli bir türde yoğunlaşmalıyız. Edebiyatımızda iz bırakmış isimler belli bir edebî türle özdeşleşerek anılmışlardır. Tabir caizse yazma konusunda da maymun iştahlı olmamalıyız. Nice şair ve yazarlar bir türde, hatta bir eserle meşhur olup adını ebedîleştirmiştir.

Çok yazmak asla övünülecek bir husus değildir. Yazdıkları binlerle ifade edilen kişiler tarihin nisyan bulutlarına karışıp görünmez oldukları halde, tek bir eserle güneş gibi parlayan ve adını tarihe altın harflerle yazdıran abideleşmiş isimler vardır. Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmadığı gibi, çok eser de hatasız olmaz. Çok yazmak yerine kendimize ait bir üslûp geliştirmeliyiz. Taklitten şiddetle kaçınmalıyız.Unutulmamalıdır ki taklit hiçbir zaman orijinali gibi mükemmel olamaz. Üslûp sahibi olmak için de disiplinli ve çok çalışmalıyız.

Fildişi kulelerde oturup ahkâm kesmekle belki bir yerlere gelinir ama gelinen o noktada uzun süre ve devamlı kalınamaz.Toplumun aynasıdır yazar. Aynayı kendi içimize değil, içinde barındığımız topluma tutmalıyız. Ancak bu şekilde kalıcı ve faydalı olabiliriz.Bunun yanında kalem namusunu da hiçbir zaman rafa kaldırmamalıyız. Unutmamalıyız ki kısa zamanda gelen şöhretler,kısa zamanda gitmeye mahkûmdur.Oysa namus var olma sebebimizdir.şöhretsiz yaşayabiliriz ama namussuz asla!... Onun içindir ki her adımımızı ince hesaplar yaparak atmalıyız.Gelecekte pişman olabileceğimiz işlere bulaşmamalıyız.Çünkü meşhurdur ki son pişmanlık fayda etmez.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


TAŞLAMA

Güldün,
        BIYIKALTINDAN…

Ağladın,
        BİLİNÇALTINDAN…

Sevdin,
        NUMARADAN…

Bir de yaşıyorum diyorsun,

HADİ ORDAN!
HADİ ORDAN!

Öykü Özü

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.betterphoto.com Bu sefer fotoğrafçılıkla ilgili web sayfaları inceledim ve hem resim çekme tekniklerini anlatan yapıları hem de çekilen resimlerin paylaşımına olanak veren paylaşımcılık ruhlarıyla ilgimi çeken örnekler sunmaya çalıştım. İlk örnek satır başında da gördüğünüz gibi betterphoto isimli web sayfası. Özellikle kullanıcılara özel olarak hazırlanmış galeri sayfaları iyi tasarlanmış. ...Most of bigfoto's pics are from amateur photographers who enjoy seeing their images on Internet... Yani http://www.bigfoto.com/ kısayolunu tıklamak ve birbirinden güzel ve indirilebilir resimlerin bulunduğu web sayfasını, mutlaka görülmesi gerekenler listenize eklemek için daha ne desinler. Bir tane de bizden http://www.fotograf.com kısayolundan tamamen Türkçe açıklamaların bulunduğu bir web sayfası var. Yeni başlamış bile olsanız, dijital fotoğrafçılık konusunda bu web sayfasından faydalanabilmeniz mümkün. Kısayolda açılan sayfadaki "dijital fotoğrafçılık" ikonunu tıklıyorsunuz ve bilgilere ulaşıyorsunuz. Son olarak sadece Digital kameralar değil, her türlü elektronik donanımla ilgili bilgileri bulabileceğiniz bir web sayfasını tavsiye ediyorum. http://www.donanimhaber.com/ Başta bilgi teknolojileri olmak üzere bir çok konuda araştırma sonuçlarını yayınlayan bu siteyi ısrarla tavsiye ediyorum.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20051229.asp
ISSN: 1303-8923
29 Aralık 2005 - ©2002/05-kmarsiv.com
istanbullife.com