Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 894

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 2 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : İyi Yıllar


Merhabalar,

Kutladık, kutlamadık, yozlaşma, misyonerlik dedik yerine Mekke'nin Fethini koyduk ama hiçbirşey değişmedi. 31 Aralık 1 Ocak'a döndü. Bir koca yıl geçti ve yepyeni bir yıla girdik. Yeni yılı coşkuyla, eğlenceyle, kahkahayla karşıladık, fena mı oldu? Geçmiş yılın hayal kırıklıklarını bir daha yaşamamak için dualar ettik, yeni yılda çok daha iyilerini hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için diledik, bunun neresi yanlış? Sözüm aklı biraz karışmış arkadaşlarıma. Bırakalım doğruda kambur aramayı, eğriyi düzeltebildiğimiz kadar düzeltelim, yeterli be dostlar. Yeni bir yıla girdik ve inadına kutladık, var mı ötesi?

Ah keşke sizlere anlatacak yılbaşı anılarım olsaydı, ama son birkaç yıldır yılbaşılarını evde geçiriyorum. Gene öyle oldu, ailecek yenilen yemekte mide tıka basa dolunca atıştırmaya bile yer kalmadı. Kanallar arasında turladım durdum ama hiçbirini gözüm tutmadı. Sonunda seçimimi yapıp Victoria's Secret - Fashion Show'da karar kıldım. Seyretmediyseniz tekrarını yakalayın derim. Mehmet Ali'nin programda herifi traş ettirmesini seyretmektense birbirinden alımlı kızları seyretmek evladır herhalde.

Hepimiz yeni yıl için yeni yeni kararlar aldık değil mi? Ben de gecikmiş bir kararı, yoğun ısrar ve iğnelemelere dayanamayarak, aldım sonunda. İş artık görüntü boyutlarını aştı. Aynalarla ahbaplığım sürüyor Allaha şükür ama sağlık söz konusu olunca artık bir kenara atamayacak yaşa geldim. O nedenle 2 sene önce sigarayı bıraktığım gibi bu sene de şu kilo sorununun üstesinden gelmeye dair nihai kararı aldım. Muhatabıyla yaptığım sözleşmeye göre yıllık verilecek kilo minimum 20 kilo. Hareket etmeye bir çözüm bulacağım mutlaka ama şu yemek konusunda elimi ayağımı titretmeyecek bir diyet formülüne ihtiyacım var. Yardımcı olmak isteyenlere önemle duyurulur.

Sayılarla konuşmayı pek sevmem aslında ama şimdi yeri geldi bir sayıyı hatırlatayım. Kahve Molası'nda en az 1 yazısı yayınlanan yazarlarımız sayısı 481 olmuş. İyi bir sayı olsa gerek. Ancak yazarlarımızın tümü aynı istikrarı, maalesef haklı olarak, yakalayamıyor. Bir dönem önceliklerin başında gelen KM gün geliyor bikaç basamak geriliyor ve bir gün de tümden bitiyor. Oysa KM müdavimlerinde izler bırakmış bazı yazarlarımız özleniyor. Hem bu özlemleri gidermek hem de yeni aramıza katılan arkadaşlarımızı eski dostlarla tanıştırmak için yeni bir köşeye başlıyorum bugünden itibaren. "HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ" köşesi adından da anlaşılacağı üzere hem özlemi hem de sitemi içeriyor. Sizlerin yorumları belki bu tembel dostları harekete geçirecek ve bizleri özlediğimiz yeni yazılarına kavuşturacaktır. Bu köşede özellikle 2002-2004 yılları arasında aramıza katılmış ama bir süre sonra yazmayı bırakmış dotların yazılarını hafta boyunca hergün yayınlayacağım. Umarım beğenirsiniz. Yalnız sakın yanlış anlaşılmasın. Yeni dostlara kapımız sonuna kadar açık, onların yazıları her zaman öncelikli olacak. http://www.niluferonline.org

Nilüfer'in benim hayatımda ayrı bir yeri vardır. Hayranlığım daha ilk ergenlik sivilcemle başlamıştı hala sürüyor. Hatta kader bir dönem bizi karşı karşıya da getirmiş ve anılarımda çok hoş bir iz bırakmıştı. Neyse, Nilüfer denince benim çenem düşer. Efendim, Nilüfer'in yeni albümü çıktı. "Karar Verdim" herzamanki gibi çok güzel. Hele bu albümde söz ve müziği Nilüfer'e ait 6 şarkı olması ayrı bir güzellik. Eğer hemen gidip almaya söz verirseniz size albümün 3. parçasını dinletirim, anlaştık mı? Söz ve müziği Nilüfer'e ait şarkının adı "Hoşuna gider mi?". "Karar Verdim" sadece 10 YTL, sakın ola korsanlık yapmayın olur mu? Yeni yılın bu ilk sayısını okumaya geçmeden evvel sizlere herşeyin en iyisini tekrar dilemek istiyorum, başarılı ve sağlıklı günler hep sizlerle olsun. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Hatice Bediroğlu

 Kahveci : Hatice Bediroğlu


  GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 4

Canım sevgilim.

17.50
Şimdi seni arayıp yazdığım şiiri okudum. Kendimi seveyim yazıyorum ama değil mi? İnsan kendini beğenmezse çatlarmış derdi rahmetli Ayşe teyzem.Ne kadar doğru. Sadece hissettiklerimi döküyorum kelimelere bitanem. Hiç abartısı yok eksiği var. Bu sabah, aslında erken kalkmıştım ama uykum vardı. Biliyorsun hava çok sıcak. Evin içinde dolandım su içtim. Kuşun altını değiştirdim. Çocuğun bezini değiştirdim der gibi oldu. Biraz balkonda oturdum ve gidip tekrar yattım. Sonra sıcaktan sızmışım. Senin telefonunla gözümü açtım. Aslında bir kabusun içindeydim. Kabus olduğunu, uyanmam gerektiğini biliyordum o an ama bir türlü gözümü açamıyordum işte. Telefonun çalışı imdadıma yetişti. Tam zamanında aradın ve beni bir çıkmazın içinden kurtardın. Teşekkür ederim.

Senin sesinle uyanmak ise o kadar hoşuma gitti ki… Dayanamadım seni tekrar arayıp duygularımı anlattım. Seni içimde özümseyerek biraz daha yattım…Kalçam da bir acımış ki…Baktım saat 14.20 olmuş, kahvaltı hazırladım. (Kahvaltı için ne kadar geç bir saat değil mi?)Yakın olsaydın sana gelirdim. Çayın hazırmış o anda bak ne güzel olurdu . Ama bu zevkleri hiç yaşayamayacağız biz farkında mısın?
Paylaşacağımız anlar o kadar az olacak ki… Nasıl dayanacağımı ise hiç bilmiyorum. İnan bilmiyorum. Evet ileride her şey düzeldiği zaman ben oraya gelebilir kalabilirim tabi. Bu da olacak elbette. Ama bir süre sonra yine dönüş başlayacak. Neyse şimdi bunları düşünmenin anlamı yok ama düşünüyorum işte. Bu sabah bana Temmuzda gelemeyebileceğini o kadar kolay olmadığını söyledin. Oysa ben... Temmuz da gelebileceğinden epeyce ümitliydim canım. Buraya gelmek uğruna senin problemler yaşamanı da asla istemem dayanırım ne yapayım. Yarın belki arkadaşımın köyüne giderim. Nasıl olsa yazışmıyor sadece telefonlaşıyoruz. Ama ben yine de Temmuz da burada olup seni bekleyeceğim. Belki gelme imkanın doğabilir ne dersin... Şans yüzümüze güler görüşebiliriz. Neden olmasın bunu hak ediyoruz fazlasıyla.
Seni her şeyinle bir bütün olarak seviyorum ben.
Şimdi dizimi seyredeceğim sonra da yine oyun oynayıp müzik dinleyeceğim. Hoşça kal canımın içi.

18.39
Dizim bitti. Kirleri yumuşasın diye dereotlarını suya koydum. Sonra onları bir güzel çitileyeceğim. Şaka ... şaka... Yıkayacak ve sularının kuruması için süzgeçte bekletecek sonra da ince ince doğrayıp kavanoza dolduracağım. Dondurucuya koyup kışın kullanacağım. Aynen taze gibi oluyor. Çorbalara kabak yemeğine filan işte... Yıllardır yaparım.Çok mu kullanıyorum? Hayır, ama lazım olunca işte bulunmalı. Tipik bir Hatice davranışı canım. Kullansam da kullanmasam da gerektiği zaman kullanılmak üzere her şeyin evin içinde bulunması lazım. Yoksa huzursuz olurum ben.
Hayatım boyunca hep sevdiğim biriyle gerçek bir paylaşıma dayalı yaşam istedim. Ama bu hiç mümkün olmadı. Belki seninle yakalayabiliriz bilmiyorum ama istiyorum bitanem. Bilgisayarı ne zaman açsam senin deyiminle betiklerini okuyorum. Cepteki mesajlarını okuyorum. Ben hep seninle beraberim. Kelimelerin bana güç veriyor. Duygularımı pekiştiriyor.

00.02
Yine az önce iyi geceler diledik birbirimize. Gözüm kulağım hep telefondaydı. Aramayacak herhalde diye düşünmeye başlamıştım. Sonra ben çaldırdım ve sen aradın. Ah! Benim canım özlemek güzel bir duygu ama bu kadar çok özlemek de insana acı veriyor dokunuyor. Bir haftadır ne kadar rahat olduğunu söyledin. Bende sana dedim ki… hayatında ben olayım olmayayım özgürlük güzel değil mi? Yok bundan sonra sen varsın hayatımda biliyorsun dedin. Kollarım, altına adana karpuzu sığacak kadar açıldı. Havalanıp uçmaya başladım. Gülümsedim ama sen görmedin. Bu arada çamaşırlar yıkandı asıldı. Bir de banyo yapıp yatsaydım rahat edecektim ama şimdi üşeniyorum... Nasıl olsa yine yapış yapış olacağım. Sabah yaparım. Ofis yardımcısını köpek yaptım pek tatlı bir şey bana dilini çıkarıp duruyor.

01.13
Bir sürü oyun oynadım ama çoğunu kazandım bu gece. Şiirlerim de benim kadar yalın. Neysem oyum işte. Ne düşünüyorsam, ne hissediyorsam söylerim açık açık… Hadi dürüstçe söyle sence neye benziyor şiirlerim. Diyorum ya birden ağzımdan yüreğimden dökülen dizeler onlar. Çoktan uyudun sen. Bense oturmuş her gece sana yazıyorum. Yazışmaya başladığımız ilk zamanlarda ben sevgilerimi... aşklarımı... çok yoğun yaşarım demiştim. Seni de öyle yaşıyorum. Bir de kollarımız kucaklasın birbirini... Bak o zaman daha ne şiirler çıkar benden.

02.56
Eh... bana iyi geceler. Artık odama gidiyorum. Bu saatten sonra yapacaklarım kitap okumak ve uyku. Bilgisayarın başında yoruldum. Senin eski betiklerini okudum biraz. Benimle nasıl aşama kaydettiğine baktım. Evet biz çok sağlam ilerledik seninle… Önce kafaca anlaştık. Kafaca anlaşmanın tadına vardık. Seni çok seviyorum çok. Benden rüyalar görmeyi unutma sakın! Kulaklarını çekerim bak. Öpüyorum yüreğinden.

Hatice Bediroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,838,838,838,838,838,838,838,838,83
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Gizem Tekebaş

 DİNGİN : Gizem Tekebaş


  Benim çelişki'm

Çok soru sormak istiyorum, cevapları bana ait olan. Herşeyi bilmek istiyorum hatta kontrol altında tutmak. Neyin gerçek olduğuna hala karar veremedim, kendi dünya'mdamı yaşamalıyım yoksa bu ortak dünyada mı. .

Öyle ki; bu ayrım bana çok saçma geliyor, dışardan bakıldığında bu dünyanın kurallarına uyarak, kendim olmam yeterli görünüyor. Kısıtlanmak hoşuma gitmiyor benim, yargılanmak. sınırsız yaşamak tanımında bile sınır var, Ben bıraktım insanları, olayları, önce kendimi anlamalıyım, benim içimde çok şey var. Kendimi gözlemlediğimde çok değişken buluyorum, ama tanıdıklarım beni aynı anlatıyor.

Benim varolan somut ve soyut herşey için tek tek , ayrı ayrı fikirlerim var, birde hepsi için ortak tek bir durumum var; herşeye inanıyorum. Beni birşeylere inadırmanız için kanıt gerekmiyor. Neden uğraşayım aksini düşünmek yada şüphelenmek için, duyduklarımın, söylediklerimin ve gördüklerimin ardında birbaşka şey olmasını istemiyorum. Net olsun, olduğu gibi. İnsanlar, olaylar ve ben net olalım istiyorum. Bunun olamayacağının söylenmesinden çok sıkıldım. İşte o nedenle benim dünya'm ve diğer ortak dünya olarak ayırıyorum.

Son zamanlarda gözlerimin bulanık gördüğü insanlar, netliğin ne olduğunu bilmiyorlar, onlar hayatlarını dört işlem yaşarken, onlara ayırdığım zamanımı küçümsüyorlar. Anlayamadığım için vazgeçtim, önce kendimi anlamalıyım dedim ya...

Şimdi tekrar soruyorum kendime;
önce sıradan mı sıradışı mı olacağıma karar vermeliyim. .
sonra mat mı parlak mı olacağıma, gizli mi aleni mi olacağıma
sonra gerçek mi hayal mi hatta melodik mi estetik mi
zorlanmakmı isterim acaba, farketmicek kadar rahat mı olmalıyım
her gülümsemem birisine mi olacak yoksa kendi kendime gülebilir miyim?
zıplamak istiyorum ama oturuyorum, kim yaptırıyor bunu?
herkes uyurken uyanık olmak mı yalnızlık
yoksa kalabalıkta sohbet ederken birini düşünmek mi boş bakarak
bu kalpler, cicekler cok sekilci gibi geliyor ama
ben istemiyor muyum herşeyin şekli şemali belli olsun diye
hep harflerin arasına yerleştirdiğim kalp bana mutluluk vermiyor mu
peki kalbime yerlestirdigim aşkım? cok mutluyum değil mi?
O halde bu soruşturmalar ne?
ben benim işte . . konu bu
o, çiçek, kalp, kalabalık, uyku, melodiler!!
hepsi bahane. . ben beni arıyorum
nerede?


Gizem Tekebaş


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Çekmecede sevgiler..

Kış geliyor dostlar... Olanca soğukluğu, haşinliği, ölgünlüğü ile.. Yapraklar sararmaya, sokaklarda rüzgarın önünde sürüklenmeye başladılar bile kümeler halinde..
Yavaştan, yazlıkları kaldırıp, hazırlık yapmaya başlamak lazım..
Sizler de bulur musunuz zaman zaman eski bir giysinizi, bir sezon öncesinden kalan? Bulup sevinir misiniz? Özlemiş olduğunuzu düşünür müsünüz, unutmuş olduğunuzu?..

Geçen gün, marjinallerin tadı başlıklı yazımda sizlere karlı bir kış günü tasviri yapmıştım.. Sıcak havalarda hep birlikte hayal edip, serinleyelim diye.. Bir okuyucumuzdan hoş bir mail aldım.. Beni yüreklendiren...

Bunun üzerine de bu kez, hadi gelin, hep birlikte bir eski sevgimizi analım dedim..

Araya zaman girmiş, olumsuzluklar, imkansızlıklar solgunlaşmış, güzel anılarsa, simli işlemeler gibi pırıldamakta.

Çekmecedeki sevgimiz, yerinden çıkartılıp, ütü katları açılıp, naftalin kokusu içinde tekrar bakmaya çağırıyor bizi.. Gönlümüz, rüzgarlı ve ıslak günler başlamadan, biraz tazlenmek, ısınmak istiyor, soba kenarındaki kediler gibi..

Önümüz sonbahar.. Bir yıl daha eksilmekte yaşamdan.. Geride, denenememiş, yarım kalmış birşeyler.. Umutlar... Rahmetli Türkçe öğretmenimin dediği gibi, yarım kalan her şeyin güzel olduğunu fısıldamakta bize.. Ve gelin açalım çekmeceyi, tazeliyelim anılarımızı...

Bizi elimizden tutup, güngörmüş, yaşlı, bilge bir kişi edasıyla, sanki beş yaşındaki küçük çocuğunu, bir bahar sabahı parkta gezdirirmişcesine, aklının, gönlünün bahçelerinde dolaştıran eski bir aşkımız..Eski bir ümidimiz.. Ne yapmaktadır şu anda, tam da şu anda acaba?

Biz değil miydik, o içinde ördekler, kazlar yüzen akarsu kenarındaki salaş balıkçı lokantasında rakı içip, gülüp konuşan? Sıcak, parlak bir yaz günü, kumsalda yan yana uzanmış güneşlenirken, ara sıra kafalarımızı kaldırıp okuduğumuz kitaptan, göz dinlendirmesi yapmak için yanımızdakinin yüzüne huzur ve mutlulukla bakan.. biz değil miydik? Ümit eden, bekleyen, isteyen, inanan ve güvenen biz değil miydik? Şimdi, akmakta yıllar.. Günler hıyar tadında.. Ne bir lezzet bırakıyor damakta, ne bir ümit vaadediyor... Duygusal bir boşluk ve tepkisizlik içinde kavrulmaktayken yaşamımız, eski sevgilimiz, ışıldamakta uzaklardan...

Evet gerçekçi değil belki, ama, gene de düşünmek ve hayal etmenin tadı.. vaz geçilir gibi değil.. Belki diyor insan.. belki.. bir gün..
ama ya o gün?..

Kış geliyor, kış... olanca hoyratlığıyla..
Paul Auster 'Yalnızlığın Keşfi' adlı kitabında 'Şimdiki anın doluluğu ve kendine yeterliliği' diye bir kavramdan bahsediyor.. Açınca çekmeceyi, çıkarınca özenle katlanmış eski bir sevgiyi, sevgiliyi.. anınız dolu ve kendine yeterli oluyor mu? Kendi geçmişinize bir hac ziyareti yapmak hoşunuza gidiyor mu? Çekmecede sevgiler... Bakılmanın ve anılmanın hatırlanması ümidiyle bekliyorlar, gün ışığına çıkmaksızın..

Yaşam öyle değil de böyle aksaydı.. O köşeden sağa değil de sola dönseydim...
Yoksa, sadece gizli hazinemizi naftalinleyip, ara sıra açıp bakmak mı istediğimiz... Giyip yıpratmadan.. Çekmecede tutmak, ve çıkarıp bakmak ara sıra.. Okşamak usulca.. dokunmak..

Unutmayın, Pandora başlıklı yazıda söylemiştim.. Pandora'nın kutusudan tüm hastalık, ağır işler ve kötülükler ortalığa saçıldıktan sonra, kutuda sadece 'umut' kalmıştı.. Demek ki... umut, tüm o kötülüklerin bulunduğu kutuya, Pandora yola çıkmadan önce, bir diğer kötülük olarak konulmuştu... Gene de 'umut' edebilmek güzel.. Bir çekmece sahibi olmak da...
Her kış gelişinde yaşlanmakta olduğumuzu düşünüyoruz belki.. Ama, bu konuya da bir başka açıdan bakmak mümkün..

Bakın ne demiş Paul Auster:
'Evet, büyümeyebiliriz, yaşlanırken bile her zamanki çocuk olarak kalabiliriz. Eskiden nasılsak öyle anımsarız kendimizi ve değişmediğimizi duyumsarız. Kendimizi şimdi olduğumuz biçime eskiden soktuk, yıllar geçse de öylece kalıyoruz. Kendi açımızdan değişmiyoruz. Zaman bizi yaşlandırıyor ama biz değişmiyoruz.'

Evet.. endişeye gerek yok.. Zaman bizi yaşlandırıyor.. ama biz,
değişmiyoruz...

Ahmet Altan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Mehmet Sağlam


KENDİMİZLE YÜZLEŞME

ÖN SÖZ

Bu yazıyı klavyenin başına oturmadan önce zihnimde tasarlarken amaç olarak kendimle yüzleşmeyi ve saklandıkları derinliklerden söküp çıkaracağım defolarımı sizlerle paylaşarak, herkese birazcık da olsa kendisiyle hesaplaşma cesareti kazandırmayı hedeflemiştim. Fakat birkaç sayfa yazdıktan sonra, iğneyi sadece kendime değil, herkese batırdığımı hissedince yazının öznesini ben’den biz’e, biçimini de bir tür “Ulusa Sesleniş”e dönüştürdüm.

Oturup derin derin düşünceye dalmıştım sabahın köründe güncel kültür altyapımıza şööyle bir göz atıyordum. Baktım, aşağıdaki ögeler arasındaki farkları maalesef ayırt edemez olmuşuz neredeyse:
- Düşünce ve felsefe,
- Bilgi ve bilim,
- Sanat ve zanaat,
- Sanayi ve teknoloji,
- Üretim ve yaratıcılık,
- Ulus ve halk,
- Kıvanç ve hamaset,
- Gıpta ve kıskançlık,
- İçimiz ve içsel derinliklerimiz,
- Kendimizle yüzleşme ve hatalarımızı görme,
- Zurna ve saksofon...

Gözlerimiz sanki yakın ufuklardan uzak... Duygularımız prangaya vurulmuşçasına ağır aksak... Yeteneklerimiz çelik kafeslerde tutsak... N’oldu?... N’oluyor bize? N’olacağız bu gidişle? Ve daha nice sorular...

Bu yazı zihninizde veya yüreğinizde bir ateşleme yaratır ve özeleştiri cesaretinizi birazcık kamçılarsa; işte o zaman harcadığım mesaiye fazlasıyla değmiş olacaktır.

Hoşça okuyun, kalın...

BİR TÜRKİYE FOTOĞRAFI

Bana seni sordular...
Bildiklerimi hemen anlattım.
Bana beni sordular...
Maskemi taktım, biraz düşündüm,
Sonra anlattım!

Kendimizle milletçe yüzleşme vaktinin geçmekte olduğunun kaçımız farkındayız acaba? Yüzyıllardır yaptığımız ve hâlâ yapmakta olduğumuz hataları gözardı ederek yaşamaya devam etmekle ne büyük fırsatları ve mutluluk araçlarını kaçırdığımızı göremiyor muyuz? Demek gözümüzü pembeye boyadıkça ufkumuzu sislendiren hamasi söylem ve tavırlarımızın bizi dünya ölçeğinde ne denli gerilerde bıraktığını belki de göremiyoruz ki, hata üstüne hata yapmaya devam ediyoruz.

Bu topraklarda doğmuş herkese hitap eden bu uzun yazımda, kendimizle hangi konularda yüzleşmemiz gerektiğini ve birkaç önerimi dillendirmeye çalışacağım sizler için.

Başlangıç olarak, ülkemize ve dünyaya evrensel nitelikli ne tür katkılarımız olduğunu saptamak amacıyla bir Türkiye fotoğrafı çekelim...

Bu resmin ön plânında göreceğimiz ilk şey; bir dünya jürisinin alkışlayacağı kalitede sanat, bilgi, bilim ve teknoloji üretemediğimiz, -bu yetmezmiş gibi- kapı komşumuz Avrupa’da ve uzaklarda üretilen niteliği yüksek sanatı ve bilimi doyasıya tüketemediğimiz olacaktır.

Bu acıklı gerçek bu yazıyı okuyan herkesi hem utandırmalı, hem kaygılandırmalı ve hem de elinden ne geliyorsa onu yapmak için harekete geçirmelidir.

Utanmalıyız!...

Çünkü sanat: Herkesi ve toplumu en çıplak, en komik, en güzel ve en çirkin hâliyle kendine gösteren bir ayna; estetik değer, evrensel etik, bilgi, bilim ve teknoloji üretmeye giden yolda bir esin kaynağı; ve insanı yücelten/değerli kılan mihenk taşlarından biri olduğu hâlde, ona hak ettiği o yüce değeri vermediğimiz için utanmalıyız.

Kaygılanmalıyız!...

Çünkü sanat: İç ve dış dünyalarımızı gözleyip kavramayı; beş duyumuzu etkin ve hassas biçimde kullanarak içsel ve dışsal estetik hazinelerimizi keşfetmeyi; evrenin soyut ve somut değerlerini görüp değerlendirmeyi; ve üretime dönük el,dil ve zihin becerilerimizi geliştirmeyi sağlayıp yaratıcılığımızı tetikler. Bütün bunlar da, bilgi, bilim ve teknoloji üretmemizi, kullanmamızı ve ihraç etmemizi sağlar. Sanatın değeri bu denli yüksekken; sanatımızı ruhsuz, cansız ve atıl bıraktığımız için kaygılanmalıyız.

Hemen harekete geçmeliyiz!...

Çünkü mantıksal, duygusal ve ruhsal zekâmızı da geliştirip dengede tutan sanatı ihmal ettikçe; ekonomik, bilimsel, teknolojik, siyasal, askeri ve sosyal yönden gelişmemiz gecikmeye devam edecek; saygın bir dünya devleti olabilmemiz ve bireyleri estetik değerleri kutsamış, vizyonu geniş, yaratıcılığı gelişmiş bir ulusa dönüşmemiz mümkün olamayacaktır.

Çektiğimiz fotoğrafa tekrar dikkatlice bakınız: Bu ülkede sözde sanat, bilim ve teknoloji adına ne yapılıyorsa, bütün bunlar -birkaç istisna dışında- daha önce yapılmışın, düşünülmüşün, mevcut üretimlerin ve var olan paradigmaların kopyasını çekmekten ve dolayısıyla papağanlığını yapmaktan öteye geçemeyen ikinci el ürünledir.

Yaratıcılıkta Kısırlığın Sebepleri

Neden?... Neden 6,5 milyar insanın görünce, dinleyince, okuyunca veya üzerinde düşününce hayranlık duyacağı, zihinsel ateşlemeler ve ruhsal titreşimler hissedeceği üstün sanat eserleri yaratamıyoruz?

Neden hâlâ çağlarında evrenselleşmiş Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş’ın ve Nasreddin Hoca’nın öğretilerini evrene tanıtamadık? Onları Pamukkale’de, Göreme’de, Manavgat’ta, Efes’te ve Nemrut Dağı’nda görüntüleyen kaliteli filmleri dünya sinemalarında neden hâlâ gösteremiyor, şiirlerini, destanlarını ve masallarını dünyaya okutamıyoruz?

Neden hâlâ her kentin en gözde meydanında sanat adına yüzkarası bir Atatürk heykeli, bir başka yerinde sanattan anlayanları utandıran derme çatma bir büstü dikilidir? Ve neden bugüne kadar evrensel ölçekte bir film yapılıp Gazi’nin üstün vizyonu, dehası ve liderlik yeteneği tüm dünyaya gösterilemedi?

Hacı Arif Bey’imizin evrensel müziği çoksesli forma sokulamadan unutulmaya neden yüz tutmuştur?

Ebru, hat, çinicilik, kakmacılık, taş ustalığı, halıcılık vs. gibi geleneksel sanatlarımız neden can çekişiyor?

Niçin yağmur duasına çıkmak yerine su kanalları ve kuyular açmak gelmiyor insanlarımızın aklına?

Ve neden isimleri beş kıtada ezberlenmiş, göğsümüzü kabartan tiyatro, opera, resim, heykel, müzik ve ses sanatçılarımız, şairlerimiz, filozoflarımız ve bilim insanlarımız bolca mevcut değil?

Yaratıcılığımız niye bu denli körelmiş? Zihinlerimiz niçin prangaya vurulmuş gibi tutuk, üşengeç ve uyuntu?

Ve neden çok önemsiz, çok ufak bir ulusal başarıdan sonra sokaklarda zafer çığlıkları atıyor; kendi kendimizi değerini yitirmiş bazı ilkel değerler zincirine bağlıyoruz?

Kafatasımızın içi mi boşaltıldı enjeksiyonla, ne?...

“Muz Cumhuriyeti”ndeki kabileler gibi aş-iş-barınak söyleminden başka idealimiz mi kalmadı?

Reflekslerimiz, duyarlılığımız, kıvrak zekâmız ve tarih yazmış atalarımızdan kalan sosyal ve kültürel genlerimiz de mi dumura uğradı?

Nedir, n’oluyor bize? Yaratıcılığımızla birlikte özbenliğimizi de mi yitiriyoruz!!!

İçinizde bütün bu yazdıklarımı birer hakaret olarak algılayanlar olacaktır, biliyorum. Fakat okumaya devam edin lütfen:

“Başkaları seni eleştirmeden sen kendini eleştir!” prensibini Anglo-saksonlar çok iyi ve çok yerinde kullanır, böylece kendilerine karşı oluşacak potansiyel kin ve düşmanlıkları, alçaltıcı yorum ve bakışaçılarını bir nebze hafifletip önlermiş olurlar. Biz de bunu son yıllarda onlardan daha fazla yapmaya başladık; ama bir metodolojiden yoksun olarak ve bizden taviz koparmaya çalışan karşı tarafın eline büyük kozlar verecek biçimde yüzümüze gözümüze bulaştırarak... Çünkü bu konuda da yaratıcı davranamıyor; plânlı, programlı, ulusal çıkarlarımızı koruyacak şekilde düşünemiyor; o olmazsa-olmaz sinerjiyi bir türlü yaratamıyoruz. Zihinlerimiz bosbulanık ve geçici gündemlere odaklanmış durumda hâlâ zaman ve enerji tüketiyor boş yere.

Sebepler Yumağı

Tekrar soruyorum; peki neden bu acınası haldeyiz gelişmiş ülkelere kıyasla?

Neden? Neden? Neden?...

Sömürüldüğümüz veya “birinin kazancı, diğerinin kaybıdır” olgusu gerçekleştiği için mi?

Milletin gelişip serpilmesini engellemek için toplumun önüne psikolojik, ekonomik ve siyasi bariyerler kurulduğu; bunların arkasında kaynak, vakit ve enerji kaybettiğimiz için mi?

Devletin, uçan kuşun bile ne yaptığından haberdar olmak ve her şeyi kendi kontrolü altında tutmak gibi totaliter bir mantaliteye sahip olmasından mı?

Anababalarımız biz çocuklarına hep “aba altından sopa gösteren” baskıcı bir terbiye verdiği ve bu yüzden özgür ruhumuzu dar bir kafese hapsettiği için mi?

Tüm günah ve sevabıyla gerçekçi bir tarih yerine belli bir mantaliteye hizmet eden “resmi tarih” yüzünden öz gerçeklerimize ve köklerimize yabancı kaldığımız için mi?

Kültürel erozyona, manevi duyarsızlığa ve maddi aymazlığa düştüğümüz için mi? Yoksa kendi elimizle kendi kutsal inançlarımızı, kendi manevi değerlerimizi mahzenlere kapattığımız için mi?

Bir dil devrimi yaptıktan sonra dil ırkçılığına başlayarak tarih ve kültür mirasımıza giden kanaları tıkadığımız ve öz değerlerimizle bağlantımızı kopardığımız için mi?

Ulusal hafızamızda tamiri olanaksız deformasyonlar olduğu için mi?

Meşrutiyetten beri kendi kendimizle etmeyi sürdürdüğümüz Jön Türkler kavgası yüzünden birkaç parçaya bölündüğümüz için mi?

Aileden ve ilkokuldan başlayarak, çocuklarımızın merakını ve hayal gücünü körelten, yaratıcılığını ve beynini ipotek altına alan, bulabileceğimiz en "ideal eğitim"i ülkemizin geleceği olan genç beyinlere zorla empoze ettiğimiz için mi?

Sözde ilim, irfan, araştırma ve icat yuvası olacak üniversitelerimizin birbirinin yüzüne kin kusan muallimlerinin aynı eğilimdeki müdavimlerine Osmanlı medreselerinden daha ezberci birer sözde eğitim vermesi yüzünden mi?

Paylaşma zevkini, hizmet etme şevkini, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, toleransı ve ulusal sinerji damarlarını açık tutma becerisini kaybettiğimiz için mi?

Yoksa biri diğerini doğuran ama hep başkalarının üstüne attığımız tarihsel hatalarımızın giderek büyüyen bir pranga zinciri gibi bizi yere çakılı, hareketsiz bırakmış olmasından mı?

Veya yıllar yılı her sonbaharın bizi daldırdığı hüzünlü rehavet içinde “kendi yağımızda kavrulurken” yaprak dökümü yaşayan bahçemiz ile tomurcukları çiçeğe dönüşen dinamik küresel gerçekler arasındaki makas farkını göremediğimiz için mi?

Hangisi?... Bu sebeplerden hangisi bizi bu çağda -bu ezenin daha güçlü, ezilenin daha güçsüz olmaya mecbur edildiği acımasız, tek dişi kalmış canavarı andıran devirde- bu kadar zavallı, bu kadar çaresiz ve perişan bıraktı?

Hepsi... Evet, sebeplerin tamamı ve daha niceleri...

Vaktimiz Dar

Oturduk, oyalandık, yattık ve eğlendik... Tembellik, nemelazımcılık ve hamaset yaptık... Geri kaldık ve geri bırakıldık... Sömürüldük ve kullanıldık... Bezdik ve bezdirildik... Savaştık ve savaştırıldık... Yorulduk ve ardından uzun süre dinlendik...

Evet... Ama artık nemelazımcılık, uyuşukluk ve tembellik yapma hakkımız kalmadı!

Eylem vakti çoktan gelmiş, geçmiş ve hâlâ geçiyor.

Umutlar ve vakit daha fazla tükenmeden kendi kendimizle yüzleşmeli, paslanmış yapıcı sorgulama yeteneğimizi bir ân önce parlatıp çalıştırmalıyız.

Sonra çok çalışma, didinme, bilgilenme, bilinçlenme, zeki olma, akıllı olma ve düşünüp düşündürme; yaratıcılığımızı ve üretkenliğimizi çok geliştirme, çokça kullanma ve hızla ilerleme çabaları ortaya çıkmalı.

Vakit işte o vakit; vakit şimdi!...
Vakit; üretimdir, yarışı kazanma gerecidir, önde gideni yakalama aracıdır. Hızlı, daha hızlı, var gücümüzle hızlı koşma zamanıdır. Dağ başındaki dumanı söndürme; yangın yerine sağlıklı fidanları dikme zamanıdır.
Vakit, vaktin değerini bilme ve değerini verme vaktidir.
Vakit, yaratıcılığımızı yeniden dürtme ve uyandırma zamanıdır.
Vakit, yeniden doğuşu, Türkiye dediğimiz bu vatanın “Rönesans ve Reform”unu yaratma zamanıdır.
Vakit, aydınlanma ve aydınlatma vaktidir.
Vakit, sanayileşme, bilgi çağına geçme, bilgi çağını aşma ve bilgiyi bilgeliğe dönüştürme vaktidir.
Vakit, uzayla birlikte evrenin dördüncü boyutudur ve beşinci boyutunu bulma aracıdır.
Vakit, yoktan var etme, hiçlikten her şeyi üretme vaktidir.
Fakat vaktimiz dar dostlarım! Vaktimiz az. Dar zamanlardaki gibi telaş içinde ve aceleci...
Vaktimiz vakit kaybedemeyecek kadar nadir ve değerli. Vakit, artık -nakit olmaktan öte- altın, platin ve hatta elmas olmak zorundadır bizim için.

Yeni bir uygarlık için “Bana seni gerek, seni.”

Herkes bu zor görünen ama gerçekleşmesi hiç de güç olmayan hedefe kilitlenir ve gereken ne varsa yapmaya başlarsa, bu ülkede her şey on- on beş yıl içinde, bir sihirli değnek dokunmuşçasına değişip güzelleşecektir. Öyle ki, sahip olduğumuz sosyal ve kültürel genlerimiz sayesinde çağdaş medeniyetin bile önüne geçebilir ve insanlığın sürekli etik dejenerasyon yaşadığı, orman kanunlarının hüküm sürdüğü bu materyalist çağda yaratılmayı bekleyen yeni bir uygarlığın sahibi bir kez daha biz olabiliriz.

Fakat eski tembellik ve vurdumduymazlığa devam edip evimizin içini kirli, dağınık ve pis kokular saçan bir mekan olarak tutarsak; o zaman hiçbir sıçrama yapamaz ve “Evinin içini temizle” diyerek taviz üstüne taviz olmak için bizi sıkıştıran Avrupa Birliği’ne karşı “Senin evinin içi daha kirli” deme hakkına bile kavuşamayız.

Bakınız...
Avrupa’da Rönesans, sanatta özgünlük ve yaratıcılıkla başladı.
Reformlar, düşüncede ve dinî-siyasî sistemdeki yaratıcılıkla...
Aydınlanma, felsefede yaratıcılıkla...
Sanayileşme, sanat, düşünce ve felsefenin tetiklediği hayal gücünü ve yaratıcılığı mekaniğe ve bilime uygulamayla...

İşte bu yüzyılda, insanlığın içine düştüğü bu derin buhranlı yüzyılda, insanlığın Rönesans’ı ve yeniden aydınlanması bu kez Türkiye’de, bizim önderliğimizde başlayabilir. Dünyada hüküm süren bu sömürü ve haksız paylaşım böyle devam edip gitmeyecek elbet. Buna “Dur!” diyebilecek potansiyele sahibiz biz. Nasıl ki Paris sanatın kâbesi ise, İstanbul da “Yeni Paylaşımcı Dünya”nın kâbesi olabilir. (Bu yeni hümanist dünyaya Ademküre ismini öneriyorum.)

Türkiye’nin kendine tarihi birer misyon yüklenmiş olan çocuklarıyız bizler. Biz kendi değerimizin farkında olmazsak, başkaları bize elbette değer vermez ve hatta bizi yüzyıllardır yaptıkları gibi aşağılık komplekslerine sokarlar biz izin verdiğimiz için.

Türkiye imparatorluklar deneyimi ve potansiyeli olan bir ülkedir. Halkının eğitimsiz bırakılmış olması bu gerçeği değiştirmez; bir nesillik iştir toplumu sırtlayıp ileriye taşıyacak bir kuşağı çağdaş standartlarda eğitimli kılmak.

O hâlde, Türkiye’nin genç ve dinamik evlatları olarak, kadınıyla erkeğiyle kendimize güvenelim, boşa vakit geçirmeden hep öğrenelim, dersimize iyi çalışalım, sanata yönelelim ve övünme vaktinin gelmesi için, bizi bize küstürenlerle, bizi yolumuzdan alıkoyanlarla hep birlikte var gücümüzle mücadele edelim.

Ezik duruşlarımıza ve yasak umutlarımıza paydos diyelim!
Bilgi, sanat ve bilim tüketelim ki bilgi, bilim, sanat ve teknoloji üretebilelim.
Devlet-millet el ele, tek bir yumruk hâlinde ve bir karınca kolonisi misali yuvamızı temiz ve refah kılmak için didinip çalışalım.
Bunun için herkesin elinden geleni gönüllü olarak yapması ve ulusal menfaatlerden başka bir çıkar gözetmemesi gerekmektedir.
Bazı kesimlerin hortumla, hileyle, yolsuzlukla, gizli anlaşmalarla, kaba güçle ve kayırıcılıkla milli pastadan büyük paylar elde ettiği bu ortamda, böylesi bir ruh hâline bürünebilmemiz şimdilik mümkün değildir. Çünkü insan doğasının haksızlıklara tahammülü yoktur; haksızlık olan yerde adalet, barış ve kardeşlik hisleri gelişmez. Ama yolsuzluklar ortadan kalkınca ve başımıza gelen hükümetin siyasi bedel ödeme pahasına milletin çıkarlarına hizmet ettiği görülünce, o atılımcı ve yaratıcı ruhun bir anda şahlanacağından emin olabiliriz. Hem de dünyada insanî standartların düştüğü, paranın “en yüce değer” kabul edildiği bu çağda insanoğluna kılavuzluk yapacak kalitede ve güçte şahlanacaktır.

İşte o zaman, Mehmet Akif Ersoy’un aşağıdaki şiirinin ismini değiştirip “Biz Hünerliler” koyabilir ve dizelerinde üstün başarılarımızı sıralayıp yeniden yazabiliriz:

HÜNERSİZLER

Bir alay mekteb-i ali denilen yerler var; Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar.
Şu ne? Mülkiye. Bu ne? Tıbbiye. Bu? Bahriyye. O ne?
O mu? Mülkiyye. Bu? Ziraat. Şu? Mühendishane.
Çok güzel. Hiçbiri hakkında sözüm yok, yalnız, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız.

İşimiz düştü mü tersaneye, yahut denize, Mutlaka, adetimizdir, koşarız İngiliz’e.
Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir; Hekimin hâzikı bilmem nereden celbedilir.
Mesela bütçe hesabını yoktur çıkaran...
Hadi Maliye’ye gelsin bakalım Mösyö Loran.
Hani tezgahlarımız nerde? Sanayi nerde?
Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de!


Mehmet Sağlam
mehsag@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
2006'DA FIRSATLAR SİZLERİ BEKLİYOR

OCAK - Yeni yılınızın ilk ayında maddi konulara yönelik kararların eşiğindesiniz. Ayrıca gayrimenkul alım satımları da ön planlarda olacaklar. Sizlere sunulacak bir fırsattan yararlanırsanız mesleki görevlerinizde yeni mesuliyetlere layık görüleceksiniz.
ŞUBAT -
Bu sene maneviyata daha çok dönük olacaksınız yaylar. Dolayısı ile geçen yıla nazaran sevdiklerinize ve yakın çevrelerinize bakışlarınız alçakgönüllülükle dolu dolu olacak. Bu aydan itibaren bu değişimlerin rüzgarları esmeye başlayacaklar bile..
MART - İlkbaharın müjdecisi mart ayında yeni doğumların veya uzak diyarlara göçlerin haberlerini de alabilirsiniz. Her türlü sürprize hazırlıklı olmalısınız. Mesleklerinizin yoğunlukları özel hayatınızda beklenmeyen fırtınaları estirebilirler. Kantarın ayarını kaçırmayın dersem abartmış olmam herhalde..
NİSAN -
Nisan da sanki mart ayına ait devrimsel konjonktürün uzantılarını yaşayacaksınız yaylar.. Alacağınız haberler yaşamlarınızı değiştirebilecekler. Ne olursa olsun ailelerinizi ve dostlarınızı ihmal etmemeye gayret etmelisiniz..
MAYIS - Kariyerlerinizde müthiş perspektiflerin sizleri beklemekte olduklarını çok geçmeden görecek ve seri kararlar almak zorunda kalacaksınız. Geleceğe dönük bu oluşumların insanıyım ben diyorsanız ne mutlu sizlere. Yolunuz bereketlerle bezenmiş yaylar...
HAZİRAN -
Ayın başında patlak verecek ailevi ufak tefek krizlerin nedenlerini düşünecek vaktiniz olursa ne âlâ. Aksi halde profesyonel aktivitelerde elde ettiğiniz kazançlarınıza gölge düşüreceğinizden emin olabilirsiniz... Diyaloglara kesinlikle önem vermelisiniz...
TEMMUZ - İşyerlerinizde sizlere verilecek yeni görevleri heyecanla üstleneceksiniz. Aynı zamanda yaşamlarınızın ailelerinizden çok işyerlerinizde geçmesinden doğacak sarsıntıları da peşinen kabul etmelisiniz. Elde ettiğiniz sükselerin raconu bu olsa gerek yaylar..
AĞUSTOS -
Yaz aylarında olmanıza rağmen yine yoğun haftalar sizleri beklemekteler. Uğraşmanız gereken o kadar çok detay var ki.. Yeni organizasyonlara yöneleceksiniz. İşinize yaramayan alışkanlıklar olsun bildiğiniz ayak bağlarınız olsun hepsini geride bırakacaksınız..
EYLÜL - Kazanlar fokur fokur kaynamaktalar yaylar. İşyerlerinizde kalıplaşmış çalışma yöntemlerine isyan bayraklarını çekeceksiniz. Özel ilişkilerinizde bile sizleri kısır döngülere çekmek isteyenlere aklınızdan geçenleri söylemekten çekinmeyeceksiniz.
EKİM -
Geçen ayın sarsıntılarından sonra nihayet daha huzurlu bir döneme girmektesiniz. Ay sonuna doğru artık yeni yaşamlara geçme isteklerinizin doğrultusunda elinizden gelen herşeyi yapmaya hazırsınız.
KASIM - İçinizde kopan fırtınaları dışarıya vurmamaya çalışıyorsunuz. Buna rağmen yaşamlarınızın devrimlerden geçtiklerini çok çok iyi biliyorsunuz. Ruhlarınızın derinliklerine inecek ve bilinmeyen yönlerinizi keşfedeceksiniz.
ARALIK -
Uzun zamandır hayal etmekte olduğunuz emellerinize ulaşmanıza az kaldı yaylar. Kalplerinizin eşlerini bulabilir hatta mesleklerinizde müthiş başarılara uzanabilirsiniz. Manevi korumaların altında yeni yıla yepyeni yaylar olarak gireceksiniz. Rüyalarınızın orantısında mükâfatlandırılacaksınız..

2006 VE YAYLARI TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Yeni yılınızda sizleri en iyi temsil edecek tarot kartı Araba olacaktır. Geriye dönüşü olmayacak kararların ve ileriye atılacak sağlam adımların göstergesi bu kart zaferi simgelemektedir. Dolayısı ile kişisel çabalarınızın kesintisiz olmalarının gerekliliğini sakın unutmayın yaylar. Kontrolleri asla elden bırakmadan ilerlemelisiniz. Sabırlı olmak, başarılar için katlanmak, gayret etmek ve engel tanımamak, işte yeni yıl formülünüz elinizde. Artık iş bunları uygulamanıza kalmıştır.

İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM YAYLAR
Yeni yaşamlara geçiş projelerinizde en yakın ve sadık yardımcınız, yol göstericiniz Satürn yıldızı olacaktır. Eğer kişiliklerinizin ve geleceğinizin mimarı olmak istiyorsanız ileriye bakmalısınız. Geride bırakacaklarınızın nostaljilerinde kaybolmak istemiyorsanız hedeflerinize kilitlenmelisiniz. Unutmayın yaylar.. Sizlere duyulan güvenlerin doruklarda olacakları yeni yılınızda başarılara emin adımlarla koşacaksınız. Aşklarınızda daha gerçekçi ve hayat arkadaşlarınızı seçimlerinizde bu sefer isabetli davranacaksınız. Yeni yılınızda dünyaları kucaklamak arzuları ile yanacaksınız. Sürprizlerle dolu yılınızı nefes nefese yaşamaktan gayrı bir amacınız olmasın yaylar. Şanslarınızın kıymetini bilin..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
2006' DA YENİ SAYFALARIN ÖZGÜR YAZARLARI OLACAKSINIZ

OCAK - Yeni yılınıza vites yükselterek girmek üzeresiniz oğlaklar. Şimdiye kadar uzaktan bakmakla yetindiğiniz yaşamın o heyecan dolu fantezilerine bu sene sımsıkı sarılmaya yeminlisiniz. Alışkanlıklarınızı silkeleyerek başka yaşamlara geçmeye 2005'in son aylarından beri zaten kararlıydınız..
ŞUBAT -
Aşkların ve sıcacık duyguların yıldızı Venüs bu ay burçlarınızda sevgili oğlaklar.. Gönülleriniz tüy gibi hafifleyecek ve yakın çevrelerinize sevgiler saçacaksınız.. Ailelerinize sımsıkı sarılacak ve atalarınızla ilgili manevi miraslara sahip çıkacaksınız.
MART - Beklenmedik anlar da eski dostlarınız yaşamlarınıza yeniden girecekler. Ayın özellikle ilk haftasında problemlerinize çare bulmakta ustalıkları göstereceksiniz. Sevgilerde ise dalgalanmaları yaşadığınızda çevrelerinizden hemen soğumayın. Bu sene artık değişmelisiniz unutmayın..
NİSAN -
Ayınızın ilk yarısında çok önemli bir profesyonel randevu sizleri beklemekte oğlaklar. Bayağı çetrefelli gözüken bir projenizin arifesindesiniz. Olabilir ama yeni yılınızda son derece kararlı davranışlarınızla kendinize çevresi geniş ve güçlü insanları mıknatıs gibi çekeceksiniz.
MAYIS - Ayın 20'sinden itibaren sevdikleriniz ve ailelerinizden sıcacık duyguların akımlarını hissedeceksiniz. Mesleklerinizde kazanacağınız başarıların gururlarını keyifle yaşayacağınız güzelim mayıs ayındasınız oğlaklar..
HAZİRAN -
Atalarınızdan sizlere kalan manevi mirasların bilincindesiniz. Bununla yetinmeyecek onların hatıralarını daimi yaşatmak için kararlıkla mücadele vereceksiniz. Karşınıza sizlere yeni heyecanlar yaşatacak güzel bir insanın çıkması oldukça muhtemel..
TEMMUZ - Eşlerinizle olan ilişkilerinizde olası tansiyonları anında indirmelisiniz. Yoksa kısa zamanda bu içine attıklarınız sizlere birer bomba olarak geri döneceklerdir. Öte yandan hayranlık beslediğiniz bir dostunuzdan duyacağınız haberler heyecan yaratacaklar.
AĞUSTOS -
Bu ay içerisinde gelecek tekliflere mesafeli durmalısınız. Bilhassa ortaklıklar ve sizlerden istenilecek finansal angajmanlarınızda son derece dikkatli olun oğlaklar.
EYLÜL - Yabancı ülkelerle ilgili planlarınızın gündeminize tamamen oturacakları bir aydasınız. Eski oğlaklar değilsiniz ve kabul etmediğiniz zorlamalara artık dayanmak istemiyorsunuz.. Bir tanıdığınızın kişisel değişimlerinizde olumlu etkileri tartışılamaz
elbette...
EKİM -
Nihayet uzun zamandır arzu ettiğiniz profesyonel başarılarınıza kavuşmak üzeresiniz. Sene sonuna yaklaştıkça artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacaklarını daha iyi anlamaktasınız. Bu da sizleri öylesine memnun etmekte ki oğlaklar..
KASIM - Yeni çevrelerle tanışmaktasınız ve bu sizlere kuvvetli enerjiler aşılamakta olduğundan sanki kanatlanmış hissine kapılacaksınız. Popüler oğlaklarsınız artık.. Geleceğiniz için çok çok önemli bir kararın eşiğindesiniz.
ARALIK -
Evet yeni yaşamlara geçişlerin en önemli ayındasınız oğlaklar.. Bundan sonra bembeyaz bir sayfa açacağınız hayatınızda anların tadını çıkarmaya and içmiş olacaksınız.. Bahis konusu transformasyonlara zaten maddi ve manevi anlamda çoktan hazırsınız oğlaklar..

2006 VE OĞLAKLARI TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Tüm oğlakları bu yeni yılda temsil eden en anlamlı tarot kartı Ölüm veya İsimsiz Kart'dır.. Fiziki ölümlerden daha çok insanın spiritüel anlamda yeniden doğuşunun müjdecisidir. Ruh ve madde dünyasında önlenemeyen büyük değişimlerin habercisi bu kart küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Yeni yılınızda bir kapıyı kararlılıkla kapatıp diğerini sabırsızlıkla açacaksınız. Yaşamlarınızda modası geçmiş olanların ya da düşüncelerin hakimiyetlerini kaybettiklerini müşahede edeceksiniz.. Kaçınılmaz değişimlerin yeni yılındasınız oğlaklar.

İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM OĞLAKLAR
Hürriyet, bağımsızlık, yeni yaşamlar... İşte yeni yılınızda parolanız bu olacak sevgili oğlaklar.. 2006' da hayatınıza vereceğiniz değerleri artık kesinlikle çevrelerinizden ve sevdiklerinizden de bekleyeceksiniz. Sizleri izleyemeyenleri gerilerde bırakacaksınız. Geçen sene derin uykulardan uyanışlardan sonra bu yıl içerisinde haliyle yaşam dekorlarınız tamamen değişecekler.. İçinizden geçen tüm istekleri gerçekleştirmeli ve artık hiç birşeyi yarınlara bırakmamalısınız. Tanınmayacak kadar değiştiğinizi söyleyecek dostlarınıza vereceğiniz en güzel cevap mutluluklarınızda olacaklar. Bağımsızlıklarınıza bu yıl büyük bir ihtimam göstermelisiniz. Yeni yılınızı ve kendinizi heba etmeyin sakın oldumu oğlaklar..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


2006

İlk günlerindeyiz 2006' nın. Daha beş yıl önce İstanbul'a ilk geldiğimde sormuştum kendime, ne yapacağım şimdi diye?Valla hiç bilemiyordum. Zaten sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Yeni bir şehir, yeni bir hayat… Bilmediğim insanlar, bilmediğim yaşamlar. Minik minik çocuklar, İstanbul'un bir kasabası…Tanrım!. . . AMA HER ŞEY DÜZELECEKTİ, UMUDUM VARDI…

İlk bir ay ev aramakla geçti, bu arada daha sınıfım bile yoktu. Ve koca İstanbul 'da tek başıma, sokaklarda düşüne düşüne ne yapacağım bu şehirde geziniyordum AMA HERŞEY DÜZELECEKTİ. UMUDUM VARDI… Ve her şey zaman içinde yoluna girdi. Bir evim oldu, iki çekyatım, bir de portakal renkli televizyonum. Ve bir dördüncü sınıf öğretmeniydim artık.

Ve aradan beş yıl geçti. İyisiyle-kötüsüyle hızla geçen bir beş yıl. . Umudunu hiç kaybetmeden geçen beş yıl… Şimdi kendi odam bile var, buzdolabım, hatta bir kedim bile oldu bu arada. Çocuklarım sekizinci sınıfı bitirmek üzereler. Yeni sınıfımla da üçüncü sınıfa geldik… Ve benim bugün kahve molası dergisinde çok iyi arkadaşlarım var. .

Naçizane diyeceğim o ki… Umutlarımız hep olsun. . Umut var oldukça her şey ama her şey daha da güzel olacaktır. 2006 da da daha umutlu, daha mutlu günler bizi bekliyor… Biliyorum. En azından burada birlikteyiz. Umutlarımızla…

İLKAY SİVASLI

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Ege'm Denizim...

Ege'm
Denizim...
Yalancı şahidi
Aşklarıma
Palmiyelerin...

Yasağı bilmez
Yüreği dinmez
Gerçeği görmez..

Yalanı büyü
Büyüsü yalan

Ege'm Denizim..
Yalancı şahidi
Aşklarıma
Palmiyelerin...

Özlem Gökdem

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Flash animasyon meraklıları için bedelsiz çalışma taslakları. http://www.brainybetty.com/free_swish.htm ...Free swish Source Files: (You will need the Swish program to modify these...) Swish is an absolutely awesome program I began using a few years ago to create and modify Flash files...

Messenger veya ICQ kullanıcıları için bol miktarda malzeme bulunan http://www.messengermods.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Bence şöyle bir göz atın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Hani 70'li yıllardan beri tanıdığımız, ( ben daha öncesini bilmiyorum ), Cin Ali isimli bir M.E.B. kadrolu süper kahramanımız vardı? Anlayanların yüzlerindeki gülümseme ifadesini tahmin edebiliyorum. http://www.stickpage.com/ kısayolunda bizim Cin Ali'ye rakip bazı elemanlar mevcut. Hatta aralarında film çevirenleri bile var. İnanmayorsanız buyrun kendi gözlerinizle görün.

Animasyon severlere bir kaynak http://www.atomfilms.com/ birbirinden ilginç animasyonlarla ve sinema kalitesini aratmayacak nitelikleriyle sağlam bir kaynak. Özellikle flash meraklılarına küçük ninja'yı tavsiye ediyorum.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060102.asp
ISSN: 1303-8923
1 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com