|
|
|
4 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Aloo Houston, problem nedir?!.. |
Merhabalar,
Gazprom vanayı açıp Avrupalı kardeşlerin yumuşak yerlerini donmaktan kurtardı kurtarmasına da bu sefer de bizim posta güvercinleri su koyverdi. Epeydir sorunsuz yürüyen postalama işlemi son 1 haftadır sekteye uğruyor. Sizlerden gelen "KM bana gelmiyor" şikayetlerinin artması bunun sonucu maalesef. Yaptığım hızlı gönderim işleminin sonuçlarını gereğince tarayacak bir alt yapım olamadığından sadece sayısal olarak yerine ulaşamayanları görebiliyorum. Adrese teslim edilemeyen KM sayılarının %5'i bulması makul bir oran sayılırken bunun bazı günler %20'lere kadar çıkması can sıkıcı. Benim posta güvercinlerinin yetersizliği nedeniyle, onların adına, sizlerden özür dilerim. Özellikle sayıları bini aşan, KM'yi sadece epostalarından okuyan dostlar kusura bakmasınlar. Hoş belki bu mesajı da okuyamayacaklar ama okuyanlar okuyamayanlara iletirlerse sorunu bir nebze çözeriz gibime geliyor. Bunu yılbaşı nedeniyle kontrol filtrelerinin fazlalaştırılmasına bağlayıp, geçici olabilir diyerek avunmak istiyorum.
Kahve Molası gibi düzenli olarak hergün abonelerinin adreslerine yollanan bir başka yayın olmadığından, spamsavarlar bizi de "Cinsel Gereçler Pazarlama Şirketi"nden gelen çöpeatılasıepostalar sınıfına sokup geri döndürüyorlar. Bunun üstesinden gelmenin yollarını bulup çıkarmak mümkün ama KM gibi her telden çalan bir yayının içinde geçen kelimeleri spamsavarlara sevdirmek mümkün değil. Bakın mesela, bir cümle evvel "cinsel" lafı geçti diyerek bizi kapıdan sokmayacak bir sürü eposta sunucusu çıkacaktır. Bununla başetmenin en profesyonel yolu, bu işi kurulu altyapılarıyla gerçekleştiren şirketlerden hizmet satın almak. Ama dediğim gibi, bizimki benzeri bir başka yayın olmadığından ortaya çıkan aylık sayılar, normal fiyat listeleriyle epeyce pahalıya geliyor. Aranızda bu türden postalama şirketleriyle aramı yapabilecek çöpçatan varsa başımın üstünde yeri var, bilesiniz.
Houston'a problemi rapor ettik, bir cevap çıkmasını bekleyeceğiz. Ben şimdi pikaba bir güzel Fransızca şarkı koyup gideyim izninizle.
Michel Sardou söylüyor, La rivière de notre enfance. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu YENİ YILIN İLK MESAJI : SİLAHA HAYIR !!! |
|
Sadece yeni bir yılı beklemişti. Ölümü değil.
Çat kapı geldi ölüm.
Suskunluğu bozan acılar mıdır ? Yazarak unutulur mu ?
Birileri birileri daha okursa bir şeyler değişir mi ?
Hiç bir yeni yıl günlüğüne böyle sorular yazılmaz. Ama ben yazacağım. Daha önce yazdıklarımı da ekleyip yükselecek sesim.
Daha dün Samsun'da 6 yaşında bir kız çocuğu öldü. Benim kızım değildi. Olabilirdi de.
O bizim kızımızdı. O daha bir çocuktu.
Nasıl öldü, kimler öldürdü ?
Kimler mi ?
Katiller demek mi ?
Hayır böyle söylemeye de dilim varmıyor. Tetiğe dokunan da bir diğer çocuk.
15 yaşında.
Yanlışlıkla dokunulan bir tetikten bahsediyor haber. Yanlışlık bunun neresinde ?
Hala bunca silahın ortada dolaşmasının bir izahını bulamadım.
At, avrat, silah…
Hala burada mıyız ?
İstanbul'da da,
Bir genç kadın belki de öldü ölecek. Onun başına giren kurşunun geldiği yeri bilen de yok.
Havaya atıyoruz sevinçlerimizi, havadan sudan sebeplerden…
Yine başlamanın, aynı şeylerden bahsetmenin anlamı da yok.
Yasalar belliyse, ülke şartları değişmiyorsa, silah tutan eller, silah kuşanan beller yürekli olmayı böyle sayıyorsa zaman akmaz.
Bir küçük kız çocuğunun nasıl dans ettiğini gördünüz mü hiç ?
Ya da bir oyuncak bebeğe nasıl şefkatle sarıldığını ?
Koşarken kızaran yanaklarını ?
Ağzının kenarlarına taşan yoğurt lekesini ?
Bir küçük kız çocuğunun hayallerine tutundunuz mu ?
Onun hayalleri oldunuz mu ?
Altı yaşındaymış Tuğba.
Altı yıl kucaklamış anası. Doğduğundan beri kaç kez yeni bir yıl gördü ?
Hiç.
Artık hiç bir şeyi göremeyecek.
Tüfeğin tetiğine dokunan çocuğun yüreği tamir olur mu ?
Bence hayır.
Ama öyle bir hale geldik ki, artık hiç bir şeyi umursamıyoruz. Çok çabuk unutuyoruz.
Belki de çoğu zaman hayatı da çok çok ölümüne yaşıyoruz…
Yeni bir yıla yeni umutlarla başlamak isterdim. İlk kez merhaba diyeceklerime güzel şeylerden bahsetmek, ama şimdi…
Ben hala bıraktığım yerdeyim.
Kör kurşunların hedefi olan bir küçük kız ve bir genç kadının acısı canımı yaktı.
Kanayan yerlerime tuzlu sözcüklerimi bastıracağım.
Bir kurşun yedi beynim. Artık susmam.
SİLAHA HAYIR !!!
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
ESKİ DOSTLAR
O sabah yağmur vardı İstanbul'da. O gün tüm eski dostlarım oradaydı. Kimi 1940'lardan kalkıp gelmiş, kimi 1970'lerden, kimi ise günümüzden. Kuşakları ne olursa olsun hepsi bildik, tanıdıktı. İlkin Galata'nın rıhtımında bir vapur çığlığı duyuldu. Ve herkes saygı duruşundaydı. Kime mi, tabii ki Türk resminin ustalarına. Evet, o gün tüm sanatseverlerle birlikte İstanbul Modern Sanatlar Müzesi'nde idim. İzmir'de Selçuk Yaşar Müzesi'ni gezdikten sonra bir yazımda "Böylelikle hem resim sanatımızın gelişimine hem de uluslararası platformlarda tanıtılmasına büyük katkılar sağlanacağından her türlü kurum ve sanatla ilgili her kesimin bu konuda üzerine düşen katkıyı yapmasını temenni ediyorum" diyerek "Sanata Çağrı"da bulunmuştum. Bir yıl geçmeden hayallerimden de ötesi gerçek olmuştu.
"Alyoşa"
Görsel ve işitsel medya o kadar güzel kullanılmıştı ki sağır sultan bile duymuştu Müzenin açıldığını. Hadi şimdi arkanıza yaslanın ve İstanbul Modern'i birlikte gezelim. Bina, gerçekte eski bir antrepo imiş. 8000 m2 alana yayılan müzeye girer girmez sağdaki nisbeten küçük salonda "Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Her Şey" başlıklı yazımda konuk ettiğim merhum Aliye Berger'in dramatik hayatını kazıdığı gravür işleri ile karşılaşıyorsunuz. Unutmadan "Alyoşa" isimli Can yayınlarından çıkan kitapta varolmanın dayanılmaz ağırlığını iliklerinize kadar hissedebilir ve onu daha yakından tanıyabilirsiniz.
Müzenin giriş holünde karşılıklı olarak iki büyük sanatçının işleri karşılıyor sizi.
Hemen sağ tarafta Bedri Rahmi'nin "kahve" konulu görkemli çalışması. Bir köy kahvesi düşünün, ortada kırmızı bir masa, masanın üzerinde demli çaylar. Sazının tellerini tezenesi ile titreten aşık sanki "Bozkırın Tezenesi" Neşet Usta. O kadar kendinden geçmiş ve dertlenmiş ki gözlerini kapatıp yüreğinden dökülen nağmeleri avazı çıktığı kadar haykırmakta. Hemen yanıbaşında oturan biri ise başını sol omzunun üstünde avuçlarının arasına almış dertli dertli düşünmekte. Girişin solundaki resim ise genç yaşta hayata veda eden Burhan Uygur'un düşlerini, sevdalarını kısacası hayatını özetleyen ahşap malzeme üzerine mavi ağırlıklı düşsel çalışması. Hayatı melankoliyle dolu, yüreğinin sesini dinleyen, hayatı sorgulayan, anıların izini süren bir sanatçı Burhan Uygur. Bir dönem Bit pazarının müptelası olmuş, topladığı eski ahşap kapıları resimlemiş, pencere kasalarının arasına tuval bezi gererek bu cansız nesnelerin tanık olduğu hatıraları sihirli fırçası ile sanki dillendirmiştir. Girişin sağında üç uzun koridor şeklinde karşılıklı olarak sanatçıların işleri sergilenmekte. Kimler yok ki, hemen aklıma gelenler: İbrahim Çallı, Zeki Faik İzer, Nuri İyem, Ferruh Başağa, Orhan Peker, Turan Erol, Nevhiz Tanyeli, Mustafa Ata ve satırlara sığmayacak eski dostlar... Mekan geniş, yüksek ve ferah; resimler burada nefes alabiliyor, hayat buluyor.
Giriş katı diyebileceğimiz üst katta muhteşem boğaz manzaralı kırmızı ve beyaz yüzeylerle ısıtılmış sımsıcak bir kafe. Öyle ki sarkıt ampüllerin sarı sıcak ışıklarının aksi boğazın mavi sularının üzerinde salınmakta, sanki bir fener gibi yön göstermektedir. Galeri ile kafe arasında camlarla bölünmüş mağazada Müze'deki sanatsal ürünlerin aktarıldığı röprödüksiyonlar, sergi kitapçığı, kitap ayraçları, "mouse-pad"ler ve niceleri. Herşey sanat kokuyor burada.
Alt katta ise define saklı. Bu kadar çok mücevheri hiç bir arada görmemiştim. Gözlerim kamaştı. Görsel sanatsal hertürlü kitap ve yayının sanatseverlere sunulduğu şirin bir kütüphane. Yine içim bir buruk oldu. Ne yalan söyleyim kıskandım. Başkent Ankara'ya ne zaman sıra gelecek diye. Bu da "başka bir çağrı"; elbet birileri bunu da duyacaktır. Başta Ara Güler'in siyah beyaz fotoğrafı; İstiklal Caddesinde lapa lapa yağan kar altında tramvaya yol vermeye çalışan at arabacıyı yakaladığı an. Şakir Eczacıbaşı ve diğer fotoğraf sanatçılarının işlerinin sergilendiği başka bir salon. LCD ekranlarla yapılan dijital sanat ve 100 kişilik sanatsal işlevli bir sinema salonu. Ben anlata anlata bitiremiyorum. Gerisini varın siz görün...
İstanbul Modern'e en büyük katkıyı Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı ile Oya-Bülent Eczacıbaşı yapmış ve kolleksiyonlarını sanatseverlerle paylaşmış. "Bu daha bir başlangıç" imiş. Gerçekten güzel bir başlangıç. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık. Bir taraftan İstanbul Modern Sanatlar Müzesi gibi yeni oluşumlar ortaya çıkarken öte yandan neredeyse kaderine terk edilmiş İstanbul Resim ve Heykel Müzesi gibi var olan çok değerli müzelerimizi yaşatmaya çalışmamız gerektiğini hatırlamamız dileğiyle.
Müzeler Yarışı
İstanbul Modern'den sonra Suna-İnan Kıraç Vakfı'nın katkılarıyla açılan ve Osman Hamdi bey tarafından yapılan "Kaplumbağa Terrbiyecisi"ne de sahip olan Pera Müzesi, Burhan Doğançay Müzesi, Süleyman Saim Tekcan'ın öncülüğünde kurulan İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi derken şimdilerde eski Silahtar Santral Binasının da Müze'ye dönüştürülmesi gündemde. Sabancı Müzesi'nde Picasso'nun resimlerinin sergilenmesi ise adeta bir mucize.
Sanat insana dair, hayata dair. Hayatta kalmak için yaşasın sanat...
Mutlu ve renkli bir yıl dileğiyle...
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Solmaz Akça SEN HAYATIN KENDİSİSİN... |
|
Sen hayatın ta kendisisin... İnsanın canını yakıyorsun. Önce ılık ılık kalbe giriyor, sonra girdiğin o kalbi zehirleyip uyuşturucu gibi kötü bir alışkanlığa yol açıyorsun. Sen en kötü bağımlılık, en zararlı alışkanlık oluyorsun.
Sen hayatın ta kendisisin.... Kimi zamanlar tarifi imkansız mutluluklar, inanılmaz hazlar yaşatıyorsun... Hayatın ötesinde bir mutluluk, bir güven buluyorum bakışlarında... Bana büyük altın yaldızlı harflerden sevgi sözcükleri sunuyorsun, daha önce hiç duymadığım o güzel cümlelerle beni ait olmadığım bir dünyaya çekiyorsun...
Sen hayatın ta kendisisin... Acısıyla, tatlısıyla yaşıyorum seni... Ruhumu senin ruhunda temizliyorum, acılarımı seninle göğüslüyorum, en zehirli çiçeğin tohumlarını senin yanında yok ediyorum. Senin yanında tüm bu acılarla kutsallaşıyor, tüm bu boşluk duygularımı dolduranın seninde yaralı olan benliğin olduğunu anlıyorum.
Sen hayatın ta kendisisin... Yıllar geçtikçe sende anlıyorsun her bahar yeniden dirilen tan-rının şarapta kendine esir ettiği insanların halini ve sen de o tanrı gibi insanların ruhlarına yazılarınla giriyorsun.Ve sonra girdiğin o yürek hangi coşkunluğu açığa vurmak istiyorsa o coşkunluğu sonuna kadar yaşatıyorsun ona... Ve sonra o insanlarla vedalaşırken tıpkı Dionysos'un ruhtan ayrılırken bıraktığı baş ağrısı gibi bir ağrı bırakıyorsun insanda... Seni tanrı ruhunla (sanatçı ruhunla) tanıyan insanlar senin bir sonbahar mevsimi gibi ölüşüne tanık oluyorlar. Ruhuna girdiğin insanoğlundan ayrılırken sende tarifsiz acılar çekiyor ve ölüyorsun. Ama yinede ölümsüz ruhun her ilkbaharda canlanıyor ve şarapta(yazıda)tekrar hayat buluyordu. Bu yüzden "SEN HAYATIN TA KENDİSİSİN SEVGİLİ"...
Solmaz Akça solmaz.ca@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
ANLAT
Zerrelerin zerresi varlığınla saklan
Bilinmeyen ve umulmayan bir vakte eriş
Sonsuzluklardan süzdüğün ezgiyi dinle
Aldığın nefesi, içtiğin suyu yemişlerinden yediğin ağacı hatırla
Hani hiç kimsenin bilmediği bir sen var ya
Kimsenin bilmediği derinliğinle
Sevdiğin için saygı gösterir
Korktuğun için saygısızlık etmezdin ya
İşte böyle bir saygıyla
Gözlerini çıkar zira yanlış bakmasın
Dilini kopar zira yanlış söylemesin
Kalbinin hafif bir şekilde titremesiyle
Yedi kat göğü aş şah damarına yakın bir yerde dur
Eski evin olduğu yere yakın
Bin asırdır dindiremediğin ıstırabını anlat
Yazgına musallat olan ihaneti
Yağmurlara tutunup göğe yükselişini
Rüzgarlarla konuşmanı
Ayın halesindeki hikmeti anlat
Ayaklarının yere başının göğe değişini
Sınır tanımayan kibrini
Neden dolayı böbürlendiğini
Dünyalar senin hizmetindeyken nankörlüğünü anlat
Yorgun yıllarda ki acımasız hayatı
Deli ve dertli bakan gözleri
İnadına cezalandırdığın kendini
Sürgüne gönderdiğin adamı
Savrulan yılları anlat
Kupkuru dallarıyla ağacın şahitliğini
Bir de aşağı giden yolu anlat
Gizlediğin ve açıkladığın her ne varsa anlat
Gizlide ve içtenlikle anlatmak için doğduğunu hatırlayarak anlat
-ANLAT-
Üzeyir Çelik
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Banu Sezginoğlu |
Belki de sadece bir dakika gecikmiş olmak hayata, birçok şeyi değiştirebilir. İnsanın duygularının şekillendirdiği gelecek tanrının ellerinde….
HANİ DÜNYA KÜÇÜK DERLER YA….
Üzerimdeki siyah hırka güneşi iyice içime çekiyordu. Kemiklerime kadar sıcacıktım. Sabahın dokuzunda yollarda, boş ve sessiz sokaklarda ilerliyordum. Gözlüğümü çıkarıp çantama koydum, kapıyı açarak içeri girdim, merdivenleri çıkmaya başladım. Gözüm birden aşağı kata takıldı. Ne göreceğimi bilmeden boş gözlerle bakıyordum, sonra bir daha baktım. Beni daha önceden fark etmiş bir çift gözle karşılaştım yıllar sonra. İçimde yanmış duyguların külleri savrulup duruyordu bir oraya bir buraya. Durdum, sadece gözlerine bakmak istedim. Ne yapacağımı bilmeyen tedirgin hali beni memnun ediyordu. Oysaki tek isteğim gözlerine bakmaktı.
Sonra kalabalığın içinde tanıdık yüzlerin olduğu masaya doğru ilerledim. Yüzümü gülen yüzlere, sırtımı ise "o" boşluğa döndüm. Şaşkındım ama bu benim galibiyetimdi. Onu 5 yıl önce nasıl bıraktıysam öyleydi. Güzel gözlerine sürdüğü mavilikler hariç. Uzun siyah saçları, bir zamanlar benim isteğimle kaldırılmış perçemleri, üzerindeki vücudunu saran daracık kotu, koyu mavi ceketi, her şeyiyle aynıydı.
Bir taraftan konuşuyor, bir taraftan da yıllar öncesinde bıraktığım boşluk beni içine çekiyordu. Yüzümü kalabalığa döndüm, gözleri gözlerimden utanıyordu. O, başını eğdikçe, ben bıçak halini almış gözlerimle onun canını daha da acıtıyordum. Bir zamanlar onun beni yaraladığı gibi. .
Zaman zaman tepeden tırnağa bakışlarında haps olduğumu hissediyordum. yine sessiz yine sebepsizdi. .
Bugün de adalet benden yanaydı. Bir köşede küçücük kalmış varlığına son kez baktım, kollarını birleştirmiş, karşısındakinin arkasına gizlenmiş, kaçamak bakışlarıyla aciz bir insan portresi çiziyordu karşımda. Her şeye rağmen insan olduğumu hatırladım, zavallıydı…
Ve …. . ,
Kocaman bir kaya parçasının altında ezilen bir kalp,
Bedeli 1 yıl sonra ödenmiş iki damla gözyaşım…
Banu Sezginoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
• HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ •
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Uzaktaki bir dosta mektup |
|
Sevgili Doktor, koca reis..
Şu anda sen neredesin, bilemiyorum.. İhtimal hala o Güney Amerika'daki, biz Türkler için, nerede olduğu bile meçhul ve garip memlekettesin ya da belki Nikaragua'ya geçtin artık.. oralarda siftinmektesin.
Asında ben de şu anda tam olarak nerede olduğumu bilmiyorum desem.. yalan olmaz inan. Adriyatik'te bir yerlerde olduğumu biliyorum.. Denizin ortasında.. Venedik'e doğru gitmekte olan bir gemide.. Saat sabahın biri ve sana yazmak geldi içimden..
Sabah Cesare Pavese'nin 'Senin Köylerin' diye bir kitabına başladım.. ve bitirdim... İtalya'nın köylerinde geçen, çokça pastoral çizgiler taşıyan bir kitaptı. Pavese'yi akıllı buluyorum aslında. İntihar etmiş olması da ayrıca ilgimi çekiyor çok. Özellikle 'Yaşama Uğraşı' diye bir kitabı var ki, hem çok zor ilerliyorum hem de her bir paragrafı aklımı kıvılcımlandırıyor benim.. Ama bu 'Senin Köylerin' kitabını sevmedim. Zaman zaman, okuyup bitirdiğim kitapların başına yazdığım küçük eleştiri notuma baktım şimdi, şöyle yazmışım; 'Edebi ya da felsefi bir değeri yok, vasat! Pavese gibi bir akıllıdan beklenmeyecek kadar kötü denebilir... Worthless.' diye de bitirmişim eleştirimi. Neyse, gene de bu kitap ve bir başka kitap birleşti bu gün yaşamımda. Çok yıllar önce bir kitap okumuştum, yazarını hatırlamıyorum şimdi.. Adada şenlik idi ismi. İngiliz bir ailenin başından geçenleri anlatıyordu.. Genç yaşında yedi çocukla dul kalan bir kadının, en büyük oğlunun tutturmaları sonunda biraz da metazori olarak İngiltereyi terk etmek zorunda kalışı ve herşeylerini satıp ellerinde valizleri ile, 1950'li yıllarda, adını bile daha önce duymamış oldukları bir adaya taşınmalarını ve bu adadaki mutluluk dolu yıllarını anlatan bir kitaptı hatırladığım kadarıyla. İşte bu ada, nedense zihnimde olağanüstü güzel bir yer olarak çakılıp kalmıştı yıllardır ve hep merak etmiştim. Korfu.. Adriyatikteki bu güzel ve büyük adadaydım bu gün. Neredeyse İngiliz ailenin heyecanını duyarak indim vapurdan. Hemen limanın çıkışında bir motorsiklet kiralayıp kendimi dağ köylerine ve patika yollara attım.. bütün gün gezdim adanın derinliklerinde. Gerçekten çok güzel ve temiz bir çevre, Güney İtalya'nın (Bari tarafları) mimarisi ve Güney Fransa'nın (Cote d'Azur taraflarının) yeşilliği ile karışmış, hafif yoksul ama inanılmaz sükunet ve güzellikleriyle dolu, görülesi bir yerdi Corfu. İşte bu nedenle hem 'Senin Köylerin' adlı kitabın pastoral anlatımları, hem de 'Adada Şenlik'in içinde geçtiği mekanlar.. birbiriyle kaynaştı, sıcak öğle saatlerinde, koyu yeşil gölgeler içinde sarıp sarmaladı beni.. Kim bilir bir daha buralara yolum düşer mi benim de.. Ama sana bir şey diyeyim mi, yıllarımız kendimizi aramakla geçse de, bulamıyacağız nasılsa.. Belki de senin yaptığın gibi, ya da benim bu gün duyumsadığım gibi, fazla uzaklara gitmeksizin, sadece basitcecik karar vermek ve kendi bahçelerimizde aramak durumundayız kendimizi..
Demişsin ya bana son mektubunda, İspanyolca öğrenmek işin bahanesi, bu benim kendi içime yaptığım bir yolculuktur aslında diye.. Haklısın, öyledir.. Gene de içimize ulaşmak için binlerce kilometreler aşıp, hiç bilmediğimiz bir memlekette ve yerde, dil bilmez, insan tanımaz, yolsuz, yordamsız gezinip durmak.. bir başına.. bilemiyorum yardımcı olur mu? Ya da gerekli mi?
Bozcaada'yı düşündüm Corfu'nun tepelerinde gezinirken motorla.. Adada yaşamanın aslında nasıl da hoş ve garip bir izolelik duygusu yarattığını. O küçük ve yalnız çevrenin, yavaş akan zamanın, değişmemekte direnen yaşam ve insanların, aslında mücadele etmeksizin, dünya üzerinde bir böcek, evrende ise bir toz zerresi kadar bile değeri olmayan bir insanın, kendi kendisine vermeye pek de alışmış olduğu o temelsiz önemin olmadığı bir yaşamda, hiçliğe alışıp, bunu kabullenerek daha dingin yaşayıp yaşayamayacağımı sorguladım. İnan ben de bilmiyorum doktorcuğum.. bilemiyorum.. Ama sormayı da sürdürmeden edemiyorum.
Gemi Corfu'dan ayrıldıktan sonra Arnavutluk kıyılarından geçerken sahile baktım.. heryerler bomboştu. Dünya aslında ne kadar da büyük.. ve nasıl da sınırsız diye geçirdim içimden.. Bu kavga niye dedim kendi kendime. Ne diye şu kısacık olan ömrümüzü mücadelelerle ve kavgalarla geçiriyoruz ki dedim.. Bilemedim..
Ne zaman tamamlıyacaksın şu iç yolculuğunu? Ne bulacaksın? Bir laf vardır, bilir misin? 'Ne aradığını bilmeyen, bulduğunu anlıyamaz' der.. Sen ne aradığını biliyor musun? Aradığın şey acaba San Salvador'da mıdır?
Bu senin acaip yolculuğun çok etkiledi beni doktor, yani sana hem özendim, hem endişelendim. Bu kadar derine dalmak, nefessiz de bırakabilir insanı.. Belki de kendimizle bu kadar uğraşmamalıyız. Sonunda bulacaklarımız, yalnızlığımız, güçsüzlüklerimiz, zavallılıklarımız vs olabilir.. Hatta bunlar olacaktır muhakkak.. İşte bununla yaşamak, tanışmak, yüzleşmek vs.. hırpalıyabilir insanı. Sen cesurmuşsun, göze alabildin bu tehlikeyi. Ben alamazdım doktor, alamazdım.. Zaten sana bir şey diyeyim mi, insan kötüdür, bunu en azından kendimden biliyorum.. Acaiptir insan, bencildir, vahşidir.. Ben artık hiçbir davranışımın temeline inmemeye çalışıyorum. Yüzeye bakıyorum sadece, Yüzeyde ışık var ve görünen şeyler güzel. Görünmeyeni kurcalamıyorum hiç. Belki hafif loş koridorlara ara sıra giriyorum kafamın içinde, ama arkasında neler olduğunu asla bilmediğim, ve bilmekten çekindiğim, korktuğum kapıları açmaya çalışmıyorum hiç. Orada ne iblisler, ne şeytanlar uyumakta.. Hatta belki de uyumuyorlar, ne kötülükler, ne acaiplikler tasarlamaktalar, tiz kahkahalar atarak cehennemin ateşini körüklemekteler. Kendimden ve düşüncelerimden korktuğumdandır ki, o kapıları zorlamıyorum, karanlık dehlizlerinde dolaşmıyorum beynimin.. Işık iyidir dostum, insanı ısıtır ve herşeyi ortaya döker.. Karanlık.. bilinmezlerle doludur ve korkutur.. Bir nilüfer çiçeğini düşün mesela. Biz yüzeyde sadece parlak yeşil yapraklar ve beyaz tertemiz çiçekler görürüz.. Ama ya kökler? Kökler çamurun, lağımların içindedir belki.. Belki orada çiyanlar, kurtçuklar vıyıldamaktadır, ama görmeyiz bile ve sadece yüzeydekiyle ilgileniriz. Ama aşağıda kötülük var diye, nilüfer'i de kötü sayamayız değil mi? Hem zaten baksana, sonuçta günışığındaki temizlik ve güzellik, aslında o beslendiği, kaynaklandığı, kök saldığı pislik ve kötülük ortamını bile etkileyip değiştiriyordur belki de. Bambuları düşün mesela, bütün bir yıl yüzeyde duran dallarıyla hazırladıkları besinleri tekrar aşağı yollayıp, toprağın altında yeni filizler hazırlarlar ve yeni sene gelince, birden bire, muhteşem bir hızla gökyüzüne saplarlar yeni dallarını.. Demek ki, diyorum, ışıkla ve gördüklerimizle ilgilenelim sadece, gerisini boşver.. Hem zaten yaşam ne ki? Geldim, gördüm, gittim.. başka bir şey değil. Bu kısacık zamanda herkes kendine göre bir yol tutturup gidiyor işte. Bu boşluğa bir anlam vermeye, yalnızlığını ve kaçınılmaz olan ölümün an be an yaklaşmasını gözardı etmeye, varoluşta bir amaç ve nedensellik bulmaya çabalıyor insan.. Bulabiliyor mu? Şüpheli... Ellerimizde hep kan.. pis işlerin bulaşıkları, ne kadar yıkasan çıkmaz..
Yarın sabah Venedik'te olacağım. Bu ihtiyar bedenimi bir kez daha gezdireceğim San Marco ve Piazzale Roma meydanlarında.. Şimdi hatırlayınca, biliyorum, içimi burkabilecek anlılarım var buralarda.. ve saat ikiye geliyor, kendimi hazırlamalıyım.
Gün gelecek doktor, seksenli yaşlara geleceğiz. Eğer görebilirsek o günleri, bir köşeye çekilip elimizde geçmişten kalmış anılarımızla bir çocuğun oyuncaklarıyla oynadığı gibi, koca bebekler olarak oynarken bulacağız kendimizi anılarımızla. Ama o zaman ihtimal ki hani Marquez'in Yüz Yıllık Yalnızlık'ındaki Aureliano'nun annesi Ursula gibi, kimselerin artık pek de önemsemediği, hafif tertip bunamış ve o günki dünya için bir önemi kalmamış insanlar olarak yaşamakta, yaşamı sürüklemekte olacağız, (tabii o günleri görebilecek kadar yaşarsak..) Ve eğer gerçekten yaşıyor olursak doktorcuğum, seni görmeye gelebilmeyi isterim. Belki bu günlerimizi anlatırız birbirimize, ve dişsiz ağızlarımıla güleriz herkes bu titrek bunaklar gene neye gülüyorlar diye anlam veremezken... Biz göz kırparız, kırık yerlerinden seloteyple yapıştırılmış, şişe dibi gibi gözlüklerimizin arkasından.. biz anlarız belki, ama onlar, görmezler bile....
Ahmet...
27 Temmuz 2003
Adriyatik'te bir yerlerde...
Ahmet Altan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ROL
yokluğu öğrettiler
daha on beş yaşımda
gözlerim
henüz takılmadan
kanı kaynayan delikanlılara
hayat dediler
bir an bile düşündürmeden
atan saatin kadranında
zamana sarılmadan
yürüdüm aynadan yaşamlara.
bilirdim
ayna değildi yansıtan
içimin görebildikleri kadar
gerçekti her şey
belli ki
çalışmak
en büyük ödüldü
acısını içime damıtan hayatta
olabildiğim kadar fedakar.
aşk dediler
bilmedim yazımı
oysa
hükümsüz giyebilmekmiş
karasından hırkasını
cebinde
sararmış bir kağıt
meğer sevgili
veda ederken imzalarmış arkasını.
deniz dediler
mendirek başlarında durup
semalara dilekler gönderdim
kanadı kırılan güvercinlere
haber postası dedim
yaralarını sararken
buruk bir bakışa ağlayıp
iyileştiğinde bir gün
özlediği ellere verdim.
yaktığım tüm ocaklarda
umut demledim gece gündüz
açtığım kahvehanemde ısmarladım hepsini
umutsuzluğa kapılmışlara
bir yudumda
sunabildiğim kadarıyla.
gün geldi korkak dediler
kabul ettim
yine de eğmedim sözlerimi
bilirdim
korkaksam
ölüm için değil
hayata yetmediğimdendi.
çünkü hayat
bir drama sahnesi
nice yazar anlatamamış derdini
şimdi
başrol olmaya çalışmak boş da
zaten herkes kendince
ışıklı panoların en tepesinde
değil mi?
Gülcan Talay
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Flash animasyon meraklıları için bedelsiz çalışma taslakları. http://www.brainybetty.com/free_swish.htm ...Free swish Source Files: (You will need the Swish program to modify these...) Swish is an absolutely awesome program I began using a few years ago to create and modify Flash files...
Messenger veya ICQ kullanıcıları için bol miktarda malzeme bulunan http://www.messengermods.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Bence şöyle bir göz atın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Hani 70'li yıllardan beri tanıdığımız, ( ben daha öncesini bilmiyorum ), Cin Ali isimli bir M.E.B. kadrolu süper kahramanımız vardı? Anlayanların yüzlerindeki gülümseme ifadesini tahmin edebiliyorum. http://www.stickpage.com/ kısayolunda bizim Cin Ali'ye rakip bazı elemanlar mevcut. Hatta aralarında film çevirenleri bile var. İnanmayorsanız buyrun kendi gözlerinizle görün.
Animasyon severlere bir kaynak http://www.atomfilms.com/ birbirinden ilginç animasyonlarla ve sinema kalitesini aratmayacak nitelikleriyle sağlam bir kaynak. Özellikle flash meraklılarına küçük ninja'yı tavsiye ediyorum.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
|
|
|
|
|