Deniz Feneri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 897

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 4 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Bir sorum var!..


Merhabalar,

Bir süredir fırsat buldukça benim dükkanı evdeki masamda açıyorum. Eğer bir randevum yoksa, sorun çıkmamış, ben ve bilgisayarım başbaşa kalma şanısını yakalamışsak, ben de bunu değerlendiriyorum. Sanmayın yatıyorum, masa başında, bilgisayar önünde, bir yanda cep diğerinde normal telefon, doğal ihtiyaçlar haricinde fazla uzaklaşamadan mesaiyi sürdürüyorum. Tek farkı yataktan kalkılan kıyafetle akşamın edilmesi. Fena da olmuyor. Konsantrasyonu azamiye çıkarıp birikmiş işleri halletmek için uygun bir ortam oluyor. Uzatmayayım, dün de bu home-ofis günlerimden birindeydim. Bir yandan çalışırken arada gözüm kendi açık sesi kapalı TV deki haberlere kayıyor, ilginç birşey varsa sesi açıyorum. Dünün manşeti doğalgazda yediğimiz kazığın Türkçe mealiydi. Hani şu geçenlerde benim tarla, karpuz diye anlattığım hikaye. Bizimkilerin devlet sırrı gibi sakladığı satın alma fiyatını adamlar AB'yle anlaşıp ağızlarından kaçırınca durumu anladık.

Kullandığımız gazın %65'ini aldığımız Rus şirketi Gazprom'un en yağlı müşterisi olduğumuz ortaya çıktı özetle. Ben hikaye anlatırken 232 dolar demiştim, meğerse 260 dolar ödeyecekmişiz. Bu fiyatta öyle sabit falan değil, havuz problemi gibi seksen değişkenli cebir denklemi. Putin yellense sekizle çarpıp üçe bölüyorsun, Bush'un karnı ağrısa 25 daha ekliyorsun gibi ilginç bir denklem. İşin tuhafı satıcı bunu beyan ediyor ama bizim yetkili "Yok efendim öyle birşey. Biz kabul etmiş miyiz ki? Etsek bile alt tarafı bu tüketiciye %20-25 ancak yansır." falan filan diye geveliyor. İşin gerçeği katmerli kazığı biz yiyoruz, onlar dikteye devam ediyorlar.

...

Enflasyon %7,5 gibi bir oranla en düşük seviyeye inmiş. Ne güzel. Bunun nedenlerini ve sonuçlarını tartışmak gereksiz biliyorum. Hatta bu enflasyon neden biz vatandaşa yansımıyor geyiğini de yapmıyacağım. Ben bugün farkettiğim bir özel konuda sizlerden yardım isteyeceğim.

Ben yıllardır Garanti İnternet Bankacılığını kullanırım. Pekte memnunumdur. Başıma da hiç kötü birşey gelmemiştir. Herkese de tavsiye ederim. Para almak ve yatırmak dışında bankaya uğramam gerekmez. En çok havale ve EFT gibi para transferlerinde ve fatura ödemelerinde işime yarar doğal olarak. Yılbaşından beri ilk işlemleri dün yaptım ve birşey dikkatimi çekti. Yılbaşı öncesi 30 YKr. olan havale işlemi 50 YKr.a, 90 YKr. olan EFT 120 YKr.a çıkmış. Yani zam oranı açıklanan enflasyon oranının 4 ile 8 katı gibi. Aramızda Garantili kahveciler olduğunu biliyorum. Bankacılar ise epeyce çoğunlukta. Şimdi sizlere soruyorum. Bu zammın gerekçesi ne ola ki? Hizmetin bedeli olduğunu biliyoruz, hatta bunu biz de istiyoruz yeri geldiğinde ama ne oldu da internette kimseyi rahatsız etmeden yapılan bir işlemin fiyatı %60 artırılmak zorunda kalındı, öğrenmek istiyorum. Benimki sadece bir merak. Yanıtlayan olursa müteşekkir kalırım. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Kızıma Açık Mektup

Sevgili Kızım,

Şimdi senin çalışma masana oturmuş, sana hitap etmeyi düşündüğüm satırları karalamakla meşgulüm. Bunu duyar duymaz tepkinin ne olacağını gayet iyi biliyorum: "Aman babaaa, gene benim odamı mı buldun, yazmak için? Kendi odanda yazamaz mıydın?"diyecek ve öfkeni açığa vuracaksın. Evet, sen, bu serzenişinde son derece haklısın. Ancak kızsan da, bu masaya, sana olan duygularımı daha iyi anlatabileceğimi umarak oturdum. Eğer bunda başarılı olabilirsem, belki beni affedebilirsin.

Ağabeyinin dünyaya gelmesinin ardından, Tanrı'dan, bize, bir de sağlıklı kız evlat vermesini diledim. Bilirsin, kız çocuklarını oldum olası çok severim. Onları hangi ortamda olursa olsun sevmeyi, şımartmayı ve sevgimi onlarla paylaşmayı isterim. Bir çok kez onların minik dünyalarına girmeye -zor da olsa- teşebbüs ettim.

Kızım, senin doğumun da, hepimiz için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştu. Ağabeyin gibi sen de anne sütü almadığın için çocukluğun oldukça sorunlu geçti. Nazlı bir bebektin. Anneni oldukça yormuştun. Ama bu, senin bize kapris yapmanı engellemiyordu. Çünkü, çok sevildiğini ve şımartıldığını biliyordun.

Şimdi sen, genç kızlığının o gizemli yollarında yürümektesin. Unutma, bu yol, kimi zaman, iki tarafı ağaçlıklı, yemyeşil bir doğa parçası kadar diri, canlı ve hoş kokulu olabileceği gibi; bazen de, bozkır ortasındaki tek bir ağacın yalnızlığı gibi mahzun da olabilir. Önemli olan, senin kendi yaşamın için gerekli olan kır çiçeklerini derlemendir. Gençliğini tüm duygularınla doyasıya yaşamanı dilerim.

Bir baba olarak senden, yalnızca tek bir şey isterim: Senin mutlu, canlı, hayata sıkı sıkıya bağlı bir insan olman ve insanları yalnızca insan oldukları için sevmen! Renk, dil, din ve ırk ayrımı yapmaksızın onlara eşit davranmanı, arkadaş çevreni de bu özellikteki insanlardan seçmeni beklerim.

Kızların yaratılışları gereği, kendilerini babaya yakın hissettiklerini herkes bilir. Senin şaka yollu da olsa bana yaptığın takılmalar, aslında yüreğinden taşan o sevgi pınarının pırıltılarıdır olsa olsa... Biz hepimiz, annen, ağabeyin ve seni seven ailemizin diğer bireyleri, sen var oldukça, senin pınarından kana kana sevgi içmeyi umuyoruz.

"Kızını dövmeyen, dizini döver!"deyip, iyi bir eğitimin ancak dayakla olabileceğini sananlara, eğitimde en sihirli sözün ancak "sevgi" olabileceğini burada sana tekrar hatırlatmak isterim. Bence yukarıdaki sözü; "Çocuğunu sevmeyen, dizini döver!"şeklinde düzeltmek gerekirdi.

Sevgili kızım, hepimizin kusurları var. Biz insan olarak bu kusurlarla varız; ancak, aslolan, o kusurları kişinin yüzüne alenen vurmadan, çeşitli şekillerde hissettirmektir. Sevgi ve hoşgörü insanı yücelten en önemli değerlerdir. Kim bunları benliğinde taşırsa, o, bence, Tanrı'nın en yüce katına erecektir. Senin olgunlaşmana paralel olarak, bu yüce değerlerin sende daha da gelişeceğine inancım sonsuzdur.

Seni bugüne kadar bilmeden kırdımsa affet kızım! Bir baba, mizacı gereği, hatalarını evlatlarına kolay kolay itiraf edemez.. Bense, daha zor bir yolu denemekteyim. Bu mektubu sana önce radyoda sesli okudum, sonra gazetede yayımladım, yetmedi, şimdi de internet aracılığıyla tüm dünyaya ilan ediyorum.

Yolun aydınlık, ışıltılarla dolu olsun güzel kızım...

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,719,719,719,719,719,719,719,719,719,71
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Nihat Turan


X'E MEKTUPLAR (5)

İnsanlar değişiyor. Biz değişiyoruz. Dünya değişiyor. Yeryüzü fesada uğruyor; Bozuluyor. Düzelttiğini sanan insan kendi eliyle kendine felaketler hazırlıyor. Ozan tabakasının oluğu genişliyor. Buzullar eriyor. İklimler değişiyor. Vahalar sahralaşıyor, sahralar da vahalaşıyor. Koca bir dünya içindekilerle ters yüz oluyor X.

Bir şeyler oluyor bize ve dünyaya. Bir şeyler bizi eksiltiyor X; Kemiriyor. Dayanak noktalarımız zayıflıyor. Sahiplik duygumuzun yüksekte olduğu sıralarda elimizdekini ve yanımızdakileri kaybediyoruz X. Trajediyi tezatların raksında bize ironiyle gülümserken izliyoruz. Dedim ya sana bize bir şeyler oluyor. Çoğu kez farkında olduğumuz hatalarla kaybediyoruz. Hatalarımız bizi idare eder oldu X. Araçları amaçlar haline getirdik... Oburlaştık. Tüketim için incitip kırdık. Bir vakitler yanlış bulduklarımızı gün oldu vazgeçilmez doğrularımız olarak kabul ederek Makyavel tutumlar sergiledik. Güne ve güncele uyduk. Değişimin yabancılaştıran rüzgarına kapıldık. Dışardan içlerimize doğru halka halka genişleyen yabancılaşmayı değişim diye saf saf kabul ettik. Bu kabulle etrafımıza yabancılaşan bakışlarla bakmaya başladık. Her kese şüpheyle yaklaştık.. Bir müddet sonra insafımızın, sevgimizin ve güvenimizin körleştiğini gördük. Küfürbaz bir dille dolaşır olduğumuzu ve daralan tahammül sınırlarımızın içinde kimseciklerin kalmadığını fark edemedik. Erdemimizi kendi elimizle dar ağaçlarına astık.. Bir şeyler oldu bize X. Ve bir şeyler bir şeylerle bizi hep kandırmaya çalıştı. Kendimizi kandığımız şeylerde aramalıyız X...

Mide savaşlarına çekildik. Hep yedik, içtik. Açların gözüne bakarak yedik hem de. Midemizi doldurduk her şeyle. Elimizde, soframızda, ardımızda kalanları ya çöpe attık ya da parmaklarımızı dilimizin köküne doğru değdirerek boşalttığımız midemize tekrar doldurduk. Yiyecekleri kusmuklarımıza bakarak tekrar tekarar yedik. Kusmukların üstünde koparılan bir savaşın tam ortasındayken ne halde olduğumuzu hiç bilmedik. Dedim ya X, bir şeyler oldu bize. Ve biz dönen dünyayla birlikte bir yerlere doğru hızla savrulduk...

Telkinlere gelerek tel'in edilen işlere yöneldik. Gururumuza yenik düştük. Yenilgi kabul etmeyen bir güreşçi gibi hırsımızdan kendimizi yeni yenilgilerle daha da hırpaladık...

Bir bataklık olmuş dünya X. Çıkmak istedikçe batılan bir yer olmuş yaşam...



Zaaflarımızı şımarttık X. Vicdanımızı örseleyerek işlevsiz hale getirdik. Ruhumuza ettiğimizi düşmanlarımız etmez oldu. Dünya dönüyor. Biz değişiyoruz X. Yeryüzü bize uyarak değişiyor. Değişimler esenlik yerine elemler getiriyor...

Neden bu kadar değiştik X? Zayıf olan biz miydik yoksa bizi değiştiren etkenler mi çok güçlüydü. Hangisi bizi omurgasız bir değişimin yörüngesine itti X?..

Not: Leyla Ayyıldız'a fotoğraf için teşekkürler…

Nihat Turan
nihatturan2@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,737,737,737,737,737,737,737,73
15 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  JENGA

Her şey yine tepetaklak. Gördün mü bak, düzene karşı durmaya o kadar alışmışsın ki, kendi içinde kurduğun düzeni de yıkmaktan geri durmuyorsun.

Hadi gel yine dizelim. Şimdi bu böyle gökdelenlere benziyor ya, acaba başka bir şeye benzeyebilir mi aradan şu parçayı çıkartıp en üste koyduğumda? Hayır, hayır! En alttakilerden alırsan, o zaman temeli bozmuş oluyorsun. En altı, en sona bırakacaksın. Temelin sağlam durması lazım. Mesela ortadan alalım.. hooopp, ne kadar da gevşekmiş, hemencecik yerinden oynayıverdi....

Her şey yine karmançorman. Sana söylemiştim bir yapının zemininin sağlam temeller üzerine atılması gerektiğini. Ama sen hiç dinlemiyorsun ki beni? İyi, öyle olsun bakalım...

Yok, bu sefer kimse bilmeyecek. Sen de bilmeyeceksin, sana körkütük âşık olduğumu. Sadece gözlerime bakıp, gözbebeklerimdeki yabancı ışıltıları ve her an ağlamaya mutedil gözpınarlarımı gördüklerinde, daha evvelinde yaşamışlar anlıyor ve "sen âşıksın" deme cesaretini gösteriyor.

Geçenlerde konuşuyorduk arkadaşlarla, aşktan dem vuruyorduk nereden konu açıldıysa. Benim çok konuştuğumu ve normal bir insanın çıkıp bu çeneyle bana âşık olmasının imkânsızlığını savundu biri gülerek. Bir diğeri, kendi hipotezini öne sürdü "bakma sen onun lafazanlığına, hiç başına gelmemiş ama böylelerini tanırım, âşık olduklarında dut yemiş bülbüle dönerler. Ağızlarını bıçak açmaz" dedi. Aksilik bu ya, o günlerin akabinde ben derin bir suskunluğa gömüldüğümde durumu fark edip, senin kim olduğunu sorup durmaya başladılar. Halime bakıp -o kadar vahim demek ki- bunu kimin başardığını, jenganın tahtadan çubukları nasıl paldır küldür devriliyorsa, senin de beni o şekilde alt edişini merak eder oldular. Hani yıkılmaz çelik zırhlarla kaplıydı kalbimin çeperi? Hani aşk yoktu, aşka inanmak hiç olmazdı?

Neden sabahlara kadar oturup arpacı kumrusu misali düşünüyorum öyleyse? Nerede kaldı yaşama sevincim? "Hayat güzel, yemyeşil doğa, kuş cıvıltıları, çimenler, heyyoo! Yaşamı ertelemeyin" safsatalarına ne oldu? Nerede o herkese tepeden bakan özgüvenim? Hani sokaktan geçerken yardım isteyen her insana elini uzatan Tanrıça İştar'a öykünmelerim? Hey lanet kader! Bana bu arada hayranlıkla kendilerini kurban etmiş gafillerin niyazı mıdır kabul olan?

Sanki damarlarımda kanla beraber yakıcı sıvı ödemler dolanıyor. Ödemler iç organlarıma ulaştıklarında ise birden patlamaya başlıyor. Her patlayışta keseciklerden koyu bir yakar akıyor. Suya benzin karışır, su da yanar... öyle işte... mide ağrısından kıvranıp duruyorum sonra. Ölüyorum sanıyorum. Kaburgalarımın arasında dolanan o sıcaklık, kalbimi, sırtımı, ciğerlerimi kaplamış... içimin acımayan yeri yok...

Bana aşkı sorduklarında derdim ki: "karşılık bulan tek duygu tomurcuğu. Sonra o iki kişi birbirlerinde çok güzel bir meyveye dönüştürürler aşkı, geliştirip büyütürler, hepsi bu..." Yok ya? Değilmiş be! Bu kadarla kalsa iyi. Seviyorsun; sevginden daha farklı, daha yoğun sevildiğini görüyorsun ve elin ayağın bağlanıyor. Şiddetli bir sarsıntı, büyük çaplı bir şok yaşıyorsun ve donakalıyorsun. Senin de onu aynı şekilde sevdiğini asla bilmemesi gerektiği mantığını yürütüyorsun sonra. Çok mantıklı birisin ya; şimdiye dek tüm problemleri, denklemleri, hipotenüsleri, o üstün zekânla matematiksel mantığa dayanarak çözümlemeyi başarmışsın.

Evet sıra sende. Çubuklardan birini daha çek şimdi. Dikkat et! Çok tehlikeli bir çubuktu o, ne kadar üstten alırsan o kadar az zarar görür yapı. Yaşamdaki gibi. Ne kadar yüzeysel yaşarsan o kadar az hasar alırsın. Temele yakın attığın her tohum, büyürken bir o kadar acıtır canını. Havada asılı kalsın bırak bazı şeyler. Derine saplanırsa kök salar ve daha sonradan sökülmeleri güçleşir ve kopsalar da köklerinden bu kez oraya hiç dolmaz bir boşluk yerleşir. Bırak havada kalsın bir takım şeyler..

Sesini duymak da iyi gelmiyor artık. Seninle bu aşkı herkesinkigibi yaşamak istemiyorum ki ben. Aşkın bu türlüsü de varmış, kendi kendine çoğalan, sürgün verip yeşeren.... Sen böyle usul usul sevmeye devam et beni, ben gözlerinden okuyayım anlamlarımı... Ben için için eriyip yok olayım senin için ve sen bunu hiç bilme... Benim yüzümden kendini kurban edip aşklarına karşılık bekleyenlerden başka bir aşk bu. Ben sana kendimi, geleceğimi, yarınlarımı, umutlarımı, en gerçekleşmesi muhtemel hayallerimi kurban ediyorum ve hiçbir karşılık beklemiyorum.

Üste yerleştirdiğin her çubuk, temeli aşağı çekiyor farkında mısın? Yani bu kez üstler mükemmel ama alta doğru inen ara boşluklarda durum vahim. Yıkılmaması için ne yaparsan yap, yapı sallanmaya başladı bile. Eğreti yapının her eylemde biraz daha yanlara açılması engellenemez hale geldi. Yukarılar iyi tamam da, ara boşluklar fazlalaştı...

Yıllardır aşkını saklamayı nasıl başardın bilmiyorum. Ve ben nasıl fark etmedim? 'İhtimal veremedim' demek daha doğru sanırım. Hani çok yakınız, çok içiçe yaşıyoruz, tuvalete gitsek gelip anlatıyoruz ya. Yani daha çok ben anlatıyorum. İçinde hiçbir şeyi tutamayan bendim di mi? Sense ölgün kelebekler gibi ekseriya dinlerdin. Benim deliliklerim, benim manikdepresif hallerim, benim sorunlarım, bitmek bilmez maceralarım, sevgililerim, zırvalıklarım, yaşama telaşım. Bir keresinde "bu kadar çocuk kalmayı ve savaşmaktan yorulmamayı nasıl başarıyorsun?" diye sormuştun. Evet, hiç düşünmemiştim nasıl yorulmadığımı ve biliyor musun, işte o zaman fark ettim dinlenmeye ne kadar gereksinim duyduğumu.

Balonu dudaklarının arasında nefesinle şişir, şişir, şişir, sonra da birden salıver bak ne oluyor? "Pırrrr" diye kaçıp, havada yarım daire veya zigzaglar çizerek çarçabuk yere düşüyor değil mi? Havası tükeniyor. Deformasyona uğramış ince kauçuk parçasına dönüşüveriyor. Havada parendalar attıktan sonra dibe çakılan balondan farksızım şimdi. Ve inanmasan da müthiş yorgunum. Kolumu kaldıracak mecalim yok.

Kim bilir bende bütün bunlar yerli yersiz vuku bulurken sen kendi içselinde nasıl bir savaş veriyordun? Kendinle ve benimle. Kendinle ve yaşamınla. Kendinle ve didik didik didiklediğin kendinle... Bağışla, ben ki böylesine kendime dönük bir bencillikte yaşarken senin gözlerindeki aşkı görememişim...

Son hamleyi yapıyorum. Ortalardan çekecek çubuk kalmadı. Altlarda ise sıkışmış bir tanesini kurtarmam, özgürlüğüne kavuşturmam gerek. Evveeet! Buuummmm!!!! Oyun bozuldu....

Gözlerimin içine iyice bak oldu mu? Görebildiğin kadar derine. Ne gördüğünü kendine sakla sonra ve sakın konuşma. Ağlıyorsam sana değil, aşkın yaktığı yüreğim ve bedenimin sızısıyla ağlıyorum. Yoksa bizim ağlanacak neyimiz var ki? Bak, elimin tersiyle sildim ve geçti bile.

Sen kal burada... tahtaları topla ve yeniden diz. Benim yeniden başlayacak aşkım tükendi. Oysa sen, yeni aşklara kulaç atmalısın. Önünde upuzun bir mevsim var. Benim mevsimlerim eskidi.

Ben başı dumanlı.... sen okyanus... bir de oyuncağımız... yapıp yapıp bozduğumuz......

Elif Eser
elif.eser4@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Hüseyin Enes Öncel


Zıvanadan Çıkış

Öyle saçma yaşıyorum
Kimseye karışmıyorum
Hele hiç mi hiç ağlamıyorum
Utangaçlığım kayboldu
Özümü saklambaç oynadığım sokaklarda bıraktım
O sokakları da yeni sahiplerine adadım

Yenilendiğim her devrede yeni sahiplerim oldu
Zamanı durduramazdım; durduramadım
Vazgeçmem dediğim şeylerden de vazgeçtim çokça

Şimdi kalıbıma uygun şarkılara sulanıyorum
Taşıyabileceğim kadar anı var geceleri
Kılavuzuna göre yaşıyorum hayatı
Böylesi daha cazibeli

Oturup sehpa kenarlarında hayat çizgilerimi törpülüyorum
Meyve tabağına nikotin iliştirip aykırı oluyorum doğaya
Tramvaylı bir okul yolunda bilmediklerimi öğreniyorum

Kurutulmuş gül yaprakları
Ve zaten yazılmış bir şiirin arasına bir hayat sığdırırmış gibi
Öyle uzak ve bitap
Kehribar şehveti
Ve bilmemiş neymiş derdi-kederi
Öylece gitmiş, yazık

Annemin ağzıma karabiber sürmekten vazgeçtiği günden beri
Bilmem neden yaratılmış ayaklarım üzerinde durmaya çabalıyorum
Herkese söyleyecek sözüm var
Herkese yetişecek kadar ömrüm yok

Aslı koymuşlar kızlarının adını
Hangi niyetle bilmem
Neyin aslı bu?
Neyin cevabı?

Örtüştürülmüş üstü beceriksizliklerin
Herkes beceremez zaten dedim
İç çekmeyi benim gibi
Bir de keyif çatmayı
Ölmeyecekmiş gibi

Ezel ve sonrası için
Ebed ve öncesi için farklı kelimeler türeterek
Yani hep es vererek yaşıyorum
Kimi oyalıyorum

Kadın elbisesi
Erkek elbisesi
Ruj lekesi
İhanet belirtisi sayılıyor
Eskiden olsa erkeklikti
Şimdi olsa aldatma deniyor

Her şeye boşverip de
Neye dolu vermek gerek bilmiyorum

Her meslekten anım var
Ne iş olsa yaparlar
Rahat değilim burada ama her şeyin bir zorluğu varmış diyorlar

Kırıldım evet
Hem de bol-bol
Sonra bencil oldum
Bu kadar ben içine sindiremezdim ki bir tek 'ben' i

Hayat çabuk alıştırıyor kendine insanı
Hiç yabancılık çekmiyorum

Bir de aşk diye bir şey var
Herkes fikrini belirtiyor hakkında
Benim sana duyduğum hasrete
Aşk diyorlar burada

H.Enes Öncel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  DÜŞLERİM VARDI BENİM

Her hangi bir insan vaktini nasıl geçireceğini, üstün bir insan ise, vaktini nasıl tasarruf edeceğini düşünür.
Sehopenhauer
Hedeflerini yüksek tutarak kendi kendinle sürekli yarış.
H. Jackson. Brown. Jr.

Düşlerim vardı, sabahın serinliğinde doğan, güneşle beraber büyüyen. Ve bir gün ama bir gün bu düşlerim ve hayallerim biter mi? Ya biterse ne yaparım ben o zaman. Ben de biterim onlarla beraber, beni hayata bağlayan düşlerim. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber doğan, akşamın karanlığında can bulan düşlerim.

Gözlerim dalar bazen uzaklara, o geceler boyunca, bir türlü olmayan sabahlara uzanan gecelerde. Masamda her zaman ki çayım vardı bir kaç yudumluk. Bense yazıyordum hala. İçimde ki hüzün dağılsın diye ama daha mı çok artı ne. Duvardaki resme daldı gözlerim ardından da ne çabuk geçtin zaman be, deyiverdim birden, geçen yılların ardından, biraz üzgün.

Hayallerle düş arasında yaşadığımız hayatımızda, ne kadar da çabuk geçiyordu zaman. Yazgılar, kader, roller, zamanın çoklu kombinasyonu değil de nedir ki?

Hayatımız rollerle dolu değil midir? Buna tesadüfler bütünü de eklendi mi, al sana hayat. Biz de bu hayatın misafir oyuncuları.

Zaman ışık hızı ile doğru orantılı değil de nedir? Öyle çabuk, öyle acımasızca delip geçen zaman. Bazen kırgınlıklar, kızgınlıklar da ekleniyor hayatımıza. Ardından yeniden başlıyoruz her şeye yeniden. Bitişlerin ardından başlayan, yeni bir sayfa. Kimi ekmeğinin peşinde, kimi de zamanını doldurmanın bu hayatta. Koşturur bir taraftan, bir tarafa insanoğlu. Yarışır kendisiyle onun mücadelesi savaşı kendisi iledir. İlerler yolunda durmadan, yılmadan, düşlerine koşar o, hayallerine koşar. Zorluklar yıldıramaz onu, bilir ki o hiç kimse, başarı basamaklarını elleri ceplerinde tırmanmamıştır.

Gençliğinde çok çalışan insanlara tabiî ki hayat daha merhametli olacaktır, tabiî ki kazanan onlar olacaktır bu hayat yolunda. Siz de çıtanızı yüksek tutun ve umudunuzu yitirmeyin. Ama unutmayın ki: Hayat size gül bahçesi de vaat etmiyor her zaman.

Senin yarışın yine seninle olmalıdır bu hayat yolunda. Seni küçümseyenleri dikkate bile alma, unutma ki onlar yaşam yolunda ilerleyemeyenlerdir, seni kıskananlardır. Kurbağa hikâyesi de aklında olsun her zaman, sağır ol insanlara karşı, negatif insanları duyma.

Öyle güçlü olmalısın ki hayat yolunda, dim dik durabilmelisin zorluklar karşısında HER ZAMAN. Ve dağlar seni değil, sen dağları zorlamalısın.

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,338,338,338,338,338,338,338,33
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  KİTAPLAR VE ÇOCUKLAR

Kitabın ne denli mühim bir öğrenme vasıtası olduğu gerçeğini artık anlamayan ve kabul etmeyen yoktur.Çocuk olsun,yetişkin olsun,bütün fertler kitapların o samimi sevgi ve sıcaklığına muhtaçtır.Çünkü onlardır bize yarınların başarı ve mutluluk reçetesini sunan…

Kitapla çocuk tıpkı anneyle yavrusu gibi birbiriyle iç içe ve sarmaş dolaş olmalıdır.Nasıl ki bebeğin bedeni anne sütüne muhtaçsa öyle de çocuğun ruhu,zihin ve dil gelişimi için kitaba muhtaçtır. Fakat kitap derken sadece ders kitapları anlaşılmamalıdır.Ders kitapları daha çok bilgi aktarımına yöneliktir. Oysa henüz filizlenen genç dimağların bilginin yanında edebî metinlere ve ruh zevki kazandıran eserlere ihtiyaçları vardır.Bu da şiir, roman, hikâye, masal, tekerleme ve diğer edebî türlerle sağlanabilir.

Okul öncesi dönemde resimli kitaplarla tanışan çocuklar,ilerde kitaba karşı ilgi ve sevgi duymaya başlarlar. Resimli kitaptan,oyun kitaplarına, okumayı söktükten sonra da hikâye ve basit romanlara geçen çocuğun kitaba dair serüveni ömrünün sonuna kadar devam eder.Bu yaşlarda kazandırılan davranışlar kalıcı ve tesirli olur. Fakat ailedeki fertlerin de bizzat çocukla beraber oturup kitap okumaları,sözkonusu davranışın kısa zamanda yerleşip kökleşmesini sağlar.

Ömrünün daha ilk yıllarında kitapla tanışan çocuklar kısa zamanda sosyalleşirler. İçe kapanık ve yalnız yaşamaktan kurtulurlar. Okudukları herhangi bir roman ve hikayedeki kahraman,onun için anne babası gibi örnek alınacak bir model olur.Bunu göz önünde bulundurarak yarınlarımızın ışığı olacak çocuklarımızın iyi bir insan olabilmeleri için onlara rastgele kitap okutmamalıyız. Hiç okumamak rastgele okumaktan iyidir. Çünkü kitaplardaki kötü örnekler zihinleri tahrip ederek çocuğun karakterinin menfi yönde şekillenmesi sonucunu doğurur. Bu hususta anne, baba ve öğretmenlere büyük görevler düşüyor.

Çocuğa “oku” demekle üzerimizdeki sorumluluğu atamayız. Çünkü pek çok çocuk neyi,niçin,nasıl okuyacağını bilmiyor.Onları bu konuda yönlendirmeliyiz.Özellikle ilk okuma çağındaki çocuklarla birebir ilgilenmeliyiz. Bu hususta neler yapabiliriz?İşte size çocuk gelişim uzmanlarının sunduğu olmazsa olmaz öneriler:

• Basit ama eğlenceli, bol ve ilgi çekici, canlı renkli resimleri olan kitaplar seçin.
• Çocuğunuzun ezberleyebileceği kadar kısa ve tekerlemeleri olan öyküler seçin.
• Çocuğunuzu yazma ve okumaya yönlendirecek ilgi çekici etkinlik kitapları alın.
• Kitabı o size okumadan önce, siz ona okuyun. Eğer tekrarlanan tümceler varsa birlikte tekrarlayarak eğlenin.
• Kitabın resimleriyle ilgili konuşun. Önce bütün resimlere bakıp, sonra öyküyü okuyabilirsiniz. Sakın çocuğunuzun okumayı söktüğünü kanıtlamak için resimleri kapatarak okumasını istemeyin. Resimlerin yardımıyla okumak, önemli bir “Okumaya Başlangıç” yöntemidir.
• Okurken takıldığı yerlerde çocuğunuzu zorlamadan ve yumuşak bir sesle o sözcüğün ne olabileceğini sorun. “Baş harfinin sesi nedir? Buraya nasıl bir sözcük uyar?” gibi sorularla düşünmesini ve hatırlamasını sağlayın.

Çocukluk yıllarında edindiğimiz bilgi ve beceriler belleğe kazınır; kolay kolay unutulup yok olmazlar.Bu yaşlarda elde edilen kelimeler,dil zevkimizin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynarlar. Ne kadar çok sözcük bilirlerse o kadar zengin bir düşünce ve hayal dünyası inşa edebilirler.Okunan her hikaye ve roman yeni bir dünyanın keşfidir onlar için… Belli bir noktadan sonra da kendi yazı ve hayal kurgularını teşkil etmeye başlarlar. Bu okumaktan yazmaya geçmenin ilk işaretidir. Bu süreç böylece gelişip zenginleşerek devam eder.

Günümüzde çocuklara yönelik kaliteli kitap bulma sıkıntısı yaşanıyor. Henüz Ömer Seyfeddin ve Kemalettin Tuğcu’yu aşan bir isim yok…Bu,çocuk edebiyatının ihmal edildiğini ve kısırlaştırıldığını gösteriyor. Hâlâ Batı kültürünü ve inançlarını aksettiren “Polyanna, Seksen Günde Devr-i Âlem, Pinokyo, Küçük Kibritçi Kız, Parmak Kız, Kül Kedisi, Alice Harikalar Diyarında, Kırmızı Başlıklı Kız…”.vb. kitaplara mahkûm çocuklarımız… Bunları okutmaya mecbur muyuz?

Bizim 624 yıllık Osmanlı, 82 yıllık Cumhuriyet, binlerce yıllık da İslâmiyet öncesi Türk tarihimiz vardır. Niçin bu kadar uzun ve köklü tarihi olan bir millet, Batı’nın sözde kahramanlarının düzmece hikâyelerine mahkum olur?Niye kendi kahramanlarımızın hayat hikâyelerini yazarak çocuklarımıza sunmayız. Birkaç münferit örnek olsa da bu alanda çok büyük boşluklar ve eksiklikler vardır. Bu da millet olarak çocuklarımıza hakiki manada kıymet vermediğimizi gösteren bir örnektir.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Müfit Uzman


Onsekiz Sendromu

Yok canım!

Nereden çıkartıyorsunuz onsekizi?
O, daha dün değil miydi?

Hani;
eller kollar havada,
çırılçıplak, sırt üstü, avazciyak
yatıyordu ya, masada?

Hani;
altın sarı saçlar,
ısırılası kollar, yanaklar…

Hani;
minik, minicik ayaklar,
uzattığım parmağımı kavrayan
oyuncak parmaklar?

Hadi canım!
Nereden çıkarttınız onsekizi?
Beni üzmek için değil mi?
Çok şakacısınız, çok…
bilmez miyim sizi.

Hani;
daha dün gitmemiş miydik yuvaya,
sen, kucağımda,
karda, kaya kaya?

Hani;
az önce değil miydi ağlayan?
Çukulatayı görünce
bal gözleri parlayan?

Yok canım! Daha neler...

…sen daha süt kokarsın,
kim diyor geçti seneler?
Annene sarılır,
dönüşümü kollarsın.

Hadi yavrum erken yat.
Rüyanda bizi gör, biz de seni...
Uydurma, sus!
Bırak onsekizi.

Gözlerimde yok nem,

bir tanem.

Sigaradandır.

Babalar ağlamaz, güzelim;

dumandandır.

Onsekiz ha!
Onsekizinci beş ocak…
Yok canım, inanamam.

Ya bir gün giderse evden?

Dayanamam.

Ne?
Sen daha, uyumadın mı?
Bakma öyle bize, doyamadın mı?

İyi ki doğdun canım benim.
Nice mutlu yıllar sana.
Öp anneni, sarıl ona, kucakla...

Ben mi?

Ben, biraz çıkacağım,
biraz hava...
alacağım.

Onsekiz ha?

Yok, canım.

Babalar korkmaz, korkmaz, korkmaz!…

Biraz temiz hava....

Sonra

atlatacağım.

Müfit Uzman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Sütlüce mi, Surdibi mi?

Surdibinde kaçak kesim yapılıyormuş. Kimileri diyorlar ki, toplum sağlığını korumak için belediye kontrolunda, damgalı resmi et yemektir doğru olan. Bu nedenle etlerinizi Surdibinden değil, Sütlüce'den almalısınız, ve muhakkak belediye damgasını aramalısınız.

İyi de kardeşim, kaçak kesimin tadı da bir başkadır, herkes bilir bunu. Yani şimdi steril koşullarda yetiştirilmiş bir buzağı alıyorsunuz, aradan yıllar geçince basbayağı inek oluyor bu.. Hani şimdi o kadar yıllık kendi kümesinizde, ahırınızda, yıllarınız geçmiş birlikte, kötülemek istemiyorum... Ama insanın canı da kimi zaman ne bileyim, bir ceylan, bir süt kuzusu isteyebilir, istemez mi yani?

Laflarımın yanlış anlaşılmasını istemem, yani erkekler her zamanki tavırlarını takınıp, sözlerimin sadece kendilerine olduğu yanılgısına kapılmasınlar. Sözlerim her iki cinse de. Bizde sanılır ki bu avcılık, kasaplık işlerine sadece erkekler meraklıdır, Yanılgıdır bu, yani erkeklerin kendi kendilerine uydurdukları bir çeşit iç ferahlatma operasyonu! Oysa kadınlar da sever kaçak eti. Yani bu bir insanlık hastalığı.. bir beslenme biçimi.. İnsan, insanlık macerasının başlarındayken, uzun yıllar boyunca avcı olarak yaşadı, mağaralarda. Bu onda bir alışkanlık yaptı ve hala avlanmak isteği duymaktadır insan, içgüdüsel olarak. Kadın, erkek.. her iki cins de bu eski alışkanlıklarını zaman zaman denemek, duyularını keskinleştirmek, yeteneklerini bilemek isterler. Onları biraz da serbest bırakmak gerekmez mi? Yani zaman ilerledi, medeniyet yol aldı diye, her türlü içgüdüsel çağrımızdan uzak mı duracağız?

Mesela insanlar hafta sonları pikniğe giderler, neden? Çünkü doğada yaşadıkları günlere özlem duymaktadırlar. Apartman hayatına alternatif, böyle de bir hayatları olduğunu, ara sıra hatırlamak isterler. Bu nedenle de hafta sonları arabalarına atlayıp, pikniğe giderler ailecek. Dünya üstünde her yerde adettir bu, her kültürde vardır. Peki neden bu gerçekleri görüyorken, bir türlü Surdibi gerçeğini anlamıyoruz, anlayamıyorum. Hep helal usullerle kesilmiş, kesim başlarken hoca tarafından aptesli namazlı dualar edilmiş, aziz mertebesine çıkartılmış Sütlüce kaynaklı, belediye damgalı et yiyeceğine, ara sıra av eti, ya da kaçak kesim yese insanlar, kötü mü olur? Tabii bu durumda zaman zaman domuz eti yemek, ya da yaban keçisi avlayıp barsakların bozulması tehlikesi de vardır, ya da ava çıktığında bir yılan sokması tehlikesi.. Ama bu tehlikeler var diye, bu eski alışkanlığımızdan neden vaz geçelim ki? Hayat zaten bir risktir, ama risk var diye yaşamaktan vaz geçecek halimiz yok, öyle değil mi dostlar?

Aslında bu tehlikelerin en büyüğü, ne nallı kuzu yemektir ne de sağlıksız koşullar.. En büyük tehlike zabıta tarafından yakalanmaktır..İşte benim çağrım da zabıtalara zaten. Yani onlara da hatırlatmaya çalışıyorum ki, hepimiz insanız, biraz hoşgörülü olalım. Çevreciler bir taraftan bağırır, 'yaban hayat elden gidiyor' diye, Şehirlerde belediyeciler uğraşır öte taraftan.. falan filan.. ahir ömrümüzü zehir ediyor bu kurallar...

Kurban mevsimi geliyor, ondan geli aklıma bu konular..

Herkese ağız tadıyla...

Ahmet Altan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


ZAMAN

Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parcasına bugün, öteki parçasına da yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düsünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bu gününü.

Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü eline yüzüne bulaştırdı... Mutsuz oldu insan. VE ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın ne de dün!!!!!

Melek Baş

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Ah! Bir Sabah Olsa

Güneş elveda dediğinde güne,
Akşamın karanlığı düşer,
Sevdandan sarhoş,
Yüreğimin ortasına.
Hüzün…
Suya atılan bir taşın çıkardığı,
Hareler gibi,
Dalga dalga yayılır,
Sarar her bir tarafımı.
Kahrolası gece,
Bir türlü ilerlemez.
Akrep ile yelkovan,
Unutur randevusunu.
Okumaya çalıştığım kitapta,
Kelimeler yitirir anlamını.
Gri, kara bulutlar…
Doluşur gökyüzüne.
Gök gürlemesinin ardından,
Boşalır sağanak yağmur.
Sensiz kalmış ruhumu,
Üşütür ıslaklığıyla.
İçimdeki özlem,
Yırtar gecenin sessizliğini.
Çağırır sevdasını.
Sesin ulaşır beynime.
"Ben seni seviyorum"
Yok olur üşümüşlüğüm,
Kor ateş kaplar,
Bu sefer her bir zerremi.
Ah! bir sabah olsa,
Güneş…
Günaydın dese yeni güne.
Kapımın zili çalıverse.
Bekleyişlerden kurtulsa aşkım.
Kucaklayışında kaybolsam,
İçim delirse… delirse…delirse…
Ne olur sanki! ...ne olur..
Söylesene.

Hatice Bediroğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Flash animasyon meraklıları için bedelsiz çalışma taslakları. http://www.brainybetty.com/free_swish.htm ...Free swish Source Files: (You will need the Swish program to modify these...) Swish is an absolutely awesome program I began using a few years ago to create and modify Flash files...

Messenger veya ICQ kullanıcıları için bol miktarda malzeme bulunan http://www.messengermods.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Bence şöyle bir göz atın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Hani 70'li yıllardan beri tanıdığımız, ( ben daha öncesini bilmiyorum ), Cin Ali isimli bir M.E.B. kadrolu süper kahramanımız vardı? Anlayanların yüzlerindeki gülümseme ifadesini tahmin edebiliyorum. http://www.stickpage.com/ kısayolunda bizim Cin Ali'ye rakip bazı elemanlar mevcut. Hatta aralarında film çevirenleri bile var. İnanmayorsanız buyrun kendi gözlerinizle görün.

Animasyon severlere bir kaynak http://www.atomfilms.com/ birbirinden ilginç animasyonlarla ve sinema kalitesini aratmayacak nitelikleriyle sağlam bir kaynak. Özellikle flash meraklılarına küçük ninja'yı tavsiye ediyorum.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060105.asp
ISSN: 1303-8923
5 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com