|
|
|
6 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : İYİ BAYRAMLAR... |
Merhabalar,
Bayram geldi. Gelirken yanında biraz da hüzün ve tasa getirdi. Kuş gribi denen illet bula bula bizi buldu. Vardı yoktu derken ölümler başladı. En başından beri yanlış gidiyordu herşey. Ama bunu sadece yöneticilerin aymazlığına bağlamak büyük haksızlık. Topyekün bir vurdumduymazlık örneğiyiz. Türlü buluttan nem kaparız ama söz konusu sağlığımızsa "Hadi canım" der geçeriz. Bunu fukaralıkla, cehaletle açıklamakta anlamsız. Hastalıktan ölmüş ya da ölmekte olan tavukları kesip dolapta saklayan, sonra pişirip yiyen ailenin bebelerini alan fukaralık değil. Bunun adı kadercilik. Alın yazısı kandırmacası. Birşey olmaz, olacaksa da olur önüne geçilmez. Desturumuz bu bizim. Peki ya cehalet? Belki biraz ama tek neden değil. Öyle olsaydı okuyup bakan olmuşlar, çıkıp haberleri yalanlamaz, "Birşey yok, abartıyorlar." demezdi. Eşikten beşiğe, yediden yetmişe biz böyleyiz. Biz adam olur muyuz? Soruya bak, biz adamız zaten ama az bulunur adamlardanız!..
Bugünden itibaren uzun bir tatile çıkıyoruz kahveciler. Bayram nedeniyle önümüzdeki hafta çıkmayacağız. 16 Ocak'ta bir aksilik olmazsa tekrar buluşacağız. Bayramın ilk günü hariç bilgisayarım ve ben iş başında oluruz. Yazılarınızı yollayabilir, sorularınızı sorabilirsiniz.
Bugün size birbirinden güzel yazılarla dolu bir sayı hazırladım, haliyle biraz yüklü oldu. Demem o ki, biranevvel postalamaya başlamalıyım. Giderken sizi çok güzel bir düetle başbaşa bırakıyorum. Dalida ve Alain Delon söylüyorlar, Paroles paroles. Bayramınızı en iyi dileklerle kutluyor, sevdiklerinizle mutlu, sağlıklı bir tatil diliyorum. Şehir dışına arabalarıyla çıkacaklara ise dikkatli olmalarını hatırlatmak istiyorum. Tekrar görüşmek üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Sen bu yazıyı okuduğunda... |
|
100 +50 = 150. yazı
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Ben çok uzaklarda. Uyuyor olacağım. Sık sık uyandığım uykularımın birinde. Belki de rüya görüyor olacağım. Soluk soluğa bir yerlere yetiştiğim şu benim rüyalarımın birinde. Uyanacağım sonrasında. Yeni bir gün başlayacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Ben yolda. Seyahat ediyor olacağım. Başka köşelere, başka kentlere, başka ülkelere. Yeni umutların, yeni arayışların peşinde. Birilerine daha kendimi ve doğru bildiklerimi anlatıyor olacağım. Döneceğim sonrasında. En rahat ettiğim; bildiğim, güvendiğim yerdir nasılsa.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Buralarda kar yağıyor... Kiraz ağaçları çiçek açıyor... Yazın güzelim uzun akşamlarında gökyüzünde yıldızlar parlıyor... Bir göl kenarında ağaçların sarı yaprakları birer ikişer yere düşüyor olacak. Ama illa rüzgar esiyor olacak. Yalnız onun sesi duyulacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Dünyanın kim bilir kaç köşesi yeni bir zulmün, yeni bir haksızlığın pençesinde kıvranıyor olacak. Kaç masum çocuk, kaç biçare insan, birileri daha varsıl yaşasın diye öldürülüyor olacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Yeni bir dünya mümkün diye kim bilir kaç kişi umutlanıyor olacak. Çaba gösteriyor olacak... Direniyor olacak. Vicdanının sesini dinliyor olacak. Kaç kişi insanlık onurunu yeniden en yüce değer olarak belliyor, belletiyor olacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Ülkemin geleceği için endişeler daha da derinleşmiş olacak. Beyinlerinde, yüreklerinde bu endişeyi duyanların sayısı daha azalmış. Ancak yine de yeni umutlar tazeleniyor, onu tazeleyenlerin soluğu bütünüyle kesilmemiş olacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Bir çocuk körebe oynuyor, bir diğeri ders çalışıyor olacak. Yaşlı teyze pazardan alışveriş yapıyor, sakalları beyazlamış amca ekmek kuyruğunda olacak. Şu genç kızla şu oğlan yeni bir aşka düşüyor olacak. Kentin gürültüsünde, ormanın kuytusunda yaşam akıyor olacak.
Sen bu yazıyı okuduğunda.
Ben...
Seni düşünüyor olacağım. İnsanları düşünüyor olacağım. Ülkemi düşünüyor olacağım.
Kağıtlarım hala karmakarışık.
Merak ediyor, üretiyor, umut ediyor olacağım.
'Önce İnsan' için.... Yalnız onun için...
Cumhur
* Kahve Molası yayınlandığı sürece son 50 haftadır aralıksız her Cuma düşünebildiklerimi, biriktirebildiklerimi, kuşkularımı, umutlarımı paylaşmaya çalıştım. Biraz mola istiyorum, şöyle bir nefeslenme molası. Yeniden üretebilmek için. Yeniden....
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Bayram Mesajı |
|
Zaman zaman bazı konulara kafamı feci takar, sonra da 'kırk kere söylersen olurmuş' atasözünün şerrinden korkup sesimi keser otururum. Bayram üzeri can sıkmanın alemi yok biliyorum. Belkide can sıkmanın tam da sırası. Hop oturup, hop kalktığım bir konuyu sizinle paylaşmak istedim.
Arada sırada evdeki kendi ergenimin ilgi alanlarına bakıp, chatlerine göz atarım. Çocuk yetiştirmenin en meşakkatli yollarından biridir bu. İzlemek, anlamaya çalışmak, takip etmek, çözmek ve öğütlemek...
Geçenlerde bu yıl liseli olan kızım ile konuşuyorduk.
- Anne Ayşe'nin annesi onun hiç bir yere gitmesine izin vermiyormuş. Kızcağız çok dertli.
- Her anne gibi o da kızını tehlikelerden korumak istiyor.
- Ama sen pek çok şeye izin veriyorsun. Ne yani sen korumuyor musun beni?
- Ben zor olanı seçtim. Seni anlamaya çalışıyorum. Yeni nesil ergen olmayı anlamaya çalışıyorum. Ayşe'nin annesi kolay olanı seçmiş. Anlamaya çalışmak yerine, yasaklamayı...
- Sanki yasaklıyor da ne oluyor? Beyninde bütün yasakları deliyor ve annesine öfke duyuyor. İlk fırsatta hepsini yapacak işte!
- Senin de yasakların var biliyorsun. Tek fark, o yasakları ben sana koymuyorum. Onların senin kendine koyduğun yasaklar olması için sana rehberlik yapıyorum.
- Doğru söylüyorsun. Bana içkiyi yasaklamıyorsun ama votka redbull içmiyorum. Kendime yasakladım.
Bu zamanda çocuk yetiştirmek gerçekten çok zor iş. O kadar zekiler ve o kadar uyanıklar ki... Ve bir o kadar da farkındalıktan uzak...
En iyi çocuğu yetiştirmiş bile olsanız, sosyal hayatta ona yakın duran arkadaşları hakkında da uyanık olmanız gerekiyor. En yakın arkadaşının da iyi yetişmesinden sorumlu hissediyorsunuz kendinizi.
Gençlere bunu kim ne yaptı, hangi hain bunları tezgahladı bilemiyorum, ama bildiğim şu ki; o kadar yüzeysel yaşıyorlarki herşeyi, endişeye kapılmamak elde değil. Hepsi tek tip tornadan çıkmış gibiler, birbirlerini nasıl ayırd ediyorlar hayret ediyorum. Kendi aralarında sınıflara bölüyorlar yaşıtlarını. Bizim zamanımızda sağcı, solcu, burjuva, köylü vs. gibi sınıflamalar vardı. Şimdilerde tiki, clubber, ezik, rocker, cool, jiks, gibi tanımlar var. Bunlar da düşünceye ve davranışa göre değişse canım yanmaz, tamamen saç modeli ve ayakkabı markasına göre değişiyor ne yazıkki. Birbirlerinin insani yönü ile hiç ilgilenmiyorlar. Belki de ilgilenilecek farklı bir yön bulamayacak kadar aynılar.
Ve bu yüzeysel halden, insanı anlamaya karşı son derece kayıtsız durumdan, derin endişe duyuyorum. Sanırım ben kendi ergenimle herşeyi konuşmayı bir şekilde becerdiğimden, kendi ergeni ile konuşamayanlara göre daha fazla kaygı içindeyim.
Keşke bu kadar arkadaş olmasaydım onunla. Böylece ben de huzur içinde uykuya dalsaydım her gece...
'Hadi ağzında geveleme de söyle, nedir endişen' der gibisiniz biliyorum. Endişem bir değil birçok aslına bakarsanız da, en çok olanını söyleyeyim bugünlük. Belki sömestre tatilinde arkadaşları ile masum toplantılara, okul gezilerine katılan çocuklarınızı uyarırsınız. Ben de rahatça koyarım başımı yastığa.
Geçtiğimiz yazdı. Ondört yaşını süren kızım arkadaşları ile gece kumsalda bir yemek partisi düzenleyeceklerini ve herkesin parti için bir şey getireceğini söyledi. Ben de ona hiç tereddütsüz 'sen biraları al' dedim. Gözleri büyüdü ve, tamam diyebildi. Nasılsa içeceklerdi. En azından ligth bira ile geceyi kontrol altına almış olacaktım. Hem de kızıma içki ile nasıl bir ilişki kurması gerektiğini öğretebilecektim.
- Yavrum, bu senin ilk içki ile tanışman sayılabilir. İçki senin yaşına uygun değil ancak, bir kutu ligth bira içebilirsin. Bir kutuyu geçme ve yavaş iç. Sakın başka bir içki ile karıştırma.
Ertesi sabah gece hakkında konuşurken kendisinin bir kutu bira ile yetindiğini ama diğerlerinin votka ve enerji içeceği karışımı ile geceye devam ettiklerini söylediğinde, 'işte tam da korktuğum şey bu' dedim ona. Çünkü biliyordum ki, bu yaşlardaki çocukların hemen hepsi bu içkiyi cola kadar çok tüketmekteydi. Votka karıştırılmamışları okul kantinlerinde bile satılan bu enerji içecekleri hakkında kimse bir şey bilmiyordu aslına bakarsanız. Ve son zamanlarda spor salonlarında kalp krizinden ölen pek çok ergenin bu içeceklerden ölmüş olma olasılığı da, doktor arkadaşlar ile aramızda yaptığımız sohbetlerde canımı sıkmaktaydı. İçindeki kafein oranı o kadar yüksekti ki...
Yoğun spor yaptığı dönemlerde bir kaç kez eve bu içeceklerin şişesi ile geldiğinde ona hayati riskten bahsedip, içmesini istemediğimi belirtmiştim.
Çocuk yaştaki bu gençlerin hemen tamamı kumsallarda, ev partilerinde votka ile bu içecekleri alkol ile karıştırıp içiyor. İçinde 350 mg/l kafein içeren bu içeceklerin satışı bir aralar Danıştay kararı ile yasaklanmış, fakat bir yıl kadar önce tekrar serbest bırakılmıştı. Enerji verdiği ise külliyen yalan. İçindeki kafein vücutta mevcut enerjiyi harcatıyor ve bu sayede insanın kendini zinde hissetmesine neden oluyor. Yani enerji falan verdiği yok... Olanı acilen tüketiyor hepsi bu...
Alkol de içeren bu içecekler, kafein tarafından tüketilen enerjinin yerine hiç bir şey koyamadığından yerini bitkinlik, miskinlik ve uyku haline bırakıyor. Çok büyük oranda su kaybına neden olan bu içeceklerin bir tanesinin ve en gözde üretici firmasinin genel müdürü bir demecinde içeceklerin sakıncalarından söz ediyor ama kutulara bir tek satırını bile yazmıyor. 'Bu tarz ürünlerin zararlı olduğunu düşünmüyorum. Ama enerji içecekleri; alkolle karıştırılmamalı, diabetik hastalar, çocuklar, 18 yaş altındakiler, böbrek yetmezliği olanlar, yaşlılar, yüksek tansiyonu olanlar, metabolik hastalığı olanlar ve kafeine hassas olanlar kullanmamalı. Ayrıca hamile ve emzikli kadınlar tüketmemeli.'
Hani zararsızdı? Mübarek ilaç prospektüsü okur gibi konuşmuş… İçecek mi? ilaç mı?
Burası bile karışık.
Geçtiğimiz hafta kızım okul gezisi ile Uludağ'a gitti. Uludağ'da hemen bütün otellerde lise ve dengi okul çocuklarının olduğu kısa bir tatil yapıp geldi. Tatil boyunca bütün barlar sabaha kadar bu çocuklara, bu votkalı enerji içkisinden bardak bardak sattı. Biliyorum çünkü, yerlerde sürünen sarhoş arkadaşlarının komik (?) halleri bütün gençlerin cep telefonlarını videolarında kayıtlı. Haliyle benim kızımınkinde de...
Zaten bu tür içeceklerden bir başka markanın genel müdürü, bunu neredeyse açıkça söylemiş durumda. 'Satışlarımızın yüzde 60'ı turistik tesis ve bar-gece kulübüne dağıtılıyor. Raflara sunduğumuz malların yüzde 90'ı kısa süre içinde tükeniyor. 2004 yılında 3 milyon kutu, 2005'te 5 milyon kutu satış gerçekleştirdik. 2006 yılı için yeni pazarlama stratejilerimizi oluşturduk ve birçok yeni noktada ürünümüz raflardaki yerini aldı. Önümüzdeki yıl satışlarımızı 10 milyon kutu olarak planlıyoruz. Türkiye'de büyük bir potansiyel var. Ülkenin genç nüfusu daha çok olduğundan enerji içeceği pazarı da doğru orantılı olarak büyük oluyor.'
Aferim süper bir satış stratejisi kurmuşsunuz. Aklınıza sağlık bayım…
Uludağ gibi yüksek rakımlı bir yerde, ne cesaret bu kadar riskli bir içkiyi satmak? Ne büyük cesaret. Bu yaştaki çocukları risk altına alıp hedef kitle olarak belirlemek ne büyük densizlik! 'Günde iki kutudan fazla içilmemeli ve kesinlikle alkolle tüketilmemelidir' demek yetiyor mu? Hedef kitlenizi belirlemişsiniz ama onları hiç tanımıyorsunuz baylar...
Şimdi gelelim ebeveyn fırçamıza...
Aranızda sömestre tatili için çocuklarını benzer tesislere yollayacak anne ve babalara soruyorum...
Herşey dahil paketli bir okul gezisine giderken çocuğun yanına üçyüz, dörtyüz yetele harçlık verirken o para ile çocuklarının ne alacağını sanıyorsunuz? Bir kamyon sakız mı?
Ben size ne alacaklarını söyledim... Gerisi size kalmış.
İyi Bayramlar ve sağlıklı çocuklar cümlemize.
Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Rengarenk: Tuba Çiçek DEKLANŞÖR |
|
o lahza,
kör bi dilenci kadar dramatik ve çirkindi yakamoz..
kaldı ki,
duvarlarından çerçeveler bir bir söküloyoken, dımdımdım yaparak izleyebiliyosan kenardan olan biteni; su basar geceyi..
ölü balıklar tüter sigarandan..
lakin,
son bi nefesti istediği.. onu hep verdiler amorti gibi ömrüne...
vazgeçmek daha kolaydı yaşamaktan..
oysa tam tersini söylüyodu herkes..
şart mıdır mesela geyirmek için bir balığı öldürmek?
hem,
ölünce ne değişiyodu ki?
aksi kalmıyo muydu mesela kendinin?
kimse bilmiyo muydu acaba ölünce ne yenilip, ne içildiğini? nereye işenildiğini?
ve...
yaşam eğer bi kumar borcuysa; neden hep ödemekte gecikenlerden yanadır tanrılar?
bozuk paraların da alacakları vardı bu masadan; itiraz ediyorum tanrı bey! ojeli parmaklarınızı çekin çuhamın üstünden; gri'mi bozuyosunuz!
ki,
kimsenin dikkatini çekmemişti o adamın kendini kanırtışı.. görmüştüm!
bir ben izlemiştim maktül ve mağdur oluşunu.. kan tutmuştu!
düşünü façalarken, sayfa kenarlarını süslemeye vakti olmamıştı.. bilmiştim!
üstelik,
tenini işgal eden rüzgardan şikayetçiydi.. tanıktım!
kemirdiği tırnaklarla büyümüştü, hüsran hüsran.. müdahildim!
yıllar önce dimağına faça atmış bi jilet kesiğini, bugün kanıyodu.. ağladım...!
fakat,
çehresindeki cesetleri budayamıyodu kadın... görmüştü!
düşlerini dikenler dağlıyodu; elmacık kemiklerinde bi yavuklu ağlıyodu.. oldu!
vesikalık bi buhrana kurban gitti boynu; dallarında tek damla yeşil kalmadı.. yeşertti!
sanki,
aktı yüzünüzdeki gri savaş boyaları... fırtınadan arta kalan bi sükut acıttı kumsalları..
kim ne derse desin, macerayı sever okyanuslar; günah bulutların borcudur..
her hüznün ufuğunda kırmızıya bi yer vardır; bunu yaz..
bunu unutma sakın; kırmızı gri'nin katilidir!
müteakiben,
aynalara küstü pazıllar...
pazıllara savaş açtı parmaklar..
parmakları incitti yumruklar..
yumrukları sıktı gündelik işler..
gündelik işleri aksattı düşler..
ya da,
düşleri kanattı adam..
kanları sildi kadın..
aynaya yakışmadı pazıl..
koridora sıkıştı sevda!
gene de,
arabına söz geçiremiyodu gövdesinin; ellerini kaçırsa gözü düşüyodu.. kalktı!
kaleleri düşmüştü oysa bir bir; sadece soytarısına güveniyodu.. kaçtı!
ona inat yerlerde sürünüyodu soytarının naniği; görmezden geliyodu.. kandı!
kaldı ki,
kırmızıyı görünce aklı kamaşırdı mesela..
kanınca renkleri abartılı baharlara kanardı hep...
kalınca hoyratça oynaşır, hamaratça sevişirdi...
kaçınca ateşle oynar, yanardı..
kalkınca yorardı tüm şehri..
sakardı.. kanar, oynar, yanar, yorardı!
birden,
öteki olası tutardı..
hayatı acıtarak akardı kum saatinin belinden..
ya da,
kumları saya saya geçmişe sararırdı..
hatta,
duvarın dibine tünemiş flu hüznüne susardı..
sonra,
kana kana tepesine dikerdi turuncu anılarını..
gene de, sustuğu yeri belli etmezdi!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
MuratHoca : Faik Murat Müftüler FOTOKOPİ |
|
Yumuşak ve rahat ofis koltuğunda sıkıntıyla pinekleyen adam karşısında oturan kızına bakıyordu. Genç kız da sıkıntılıydı; tırnaklarından yarısı dökülmüş ojelerini yoluyordu. Adam kızına "Bir erkek arkadaşın var mı?" diye sordu. Kız gözlerini parmaklarından kaldırmadan "Yok" dedi. Kısa bir sessizlikten sonra adam derin bir nefes alıp verdi ve ellerini dizlerine sertçe vurarak ayağa kalktı.
"Gel bakalım. Bu gün hiç işimiz yok. Akşama kadar serbestiz küçük hanım. İyi ve öğretici bir şeyler yapalım" dedi ve elinden tuttuğu kızını fotokopi makinesinin yanına götürdü. Onsekiz yaşındaki kız dikkatle babasını izliyordu. Adam cep telefonunun kronometresini ayarlayıp kızının eline tutuşturdu. Makinenin çekmecesinden bir kâğıt çekip masanın üzerine bıraktı ve "Bilirsin öğüt vermeyi pek sevmem. Bunu sadece bir oyun gibi gör. Şimdi senden üç dakikalık bir süre tutmanı isteyeceğim" dedi.
Kızın başla komutuyla birlikte adam kağıdın köşesine 1954 yazıp alelacele bir çocuk resmi çizdi. Süre bittiğinde biraz acemice de olsa çocuk resmi bitmişti. Adam makinenin parlaklığını azaltarak yaptığı resmin silik bir fotokopisini çekti. İlk kağıdı buruşturup masanın altındaki çöp kutusuna attı. Makineden çıkan fotokopiyi alıp kızından süreyi yeniden başlatmasını istedi. Yeni sürenin başlamasıyla kâğıdın köşesine 1972 yazıp acemice çizdiği çocuk resminin üzerinde birkaç düzeltme yaptı ve kalan sürede çocuk resminin hemen yanına bir genç resmi çizdi. Süre sonunda genç resmi de neredeyse bitmişti. Yeni kâğıdın da fotokopisini çekti.
Bu işlemi defalarca tekrarladı. Her yeni sürede önceden çizdiklerini düzeltiyor ve kağıdın boş yerlerine yeni resimler çiziyordu. Bir kadın ve ardından minik bir çift göz çizdi. Sonraki kağıtlarda ev, araba, türlü eşyalar, insanlar çiziyor, öncekiler üzerinde karalamalar ve düzeltmeler yapıyor ama zaman periyotlarının çoğunu o bir çift minik göz ile başladığı kız çocuğu resmine ayırıyordu.
Bir saat kadar sonra son çekilen fotokopide kâğıt neredeyse tamamen dolmuştu. Kız çocuğu resmi bitmişti ve en güzel resim de oydu. Diğer tüm resimler ise düzeltme niyetiyle yapılmış karalamalar yüzünden giderek kirlenmiş ve anlamsızlaşmıştı. Kağıdı kızına uzattı;
"Bak bakalım küçük hanım. Söyle bana; bu resimlerin nereleri güzel olmuş?" Kız bir süre kağıdı inceledikten sonra "Şunun gözü iyi olmuş, bunun saçları, şuradaki ağaç, bu evin çatısı, (vesaire) bir de kız çocuğu resmi tabii ki" diyerek beğendiği noktaları babasına gösterdi. Beğendiği kısımların hepsi ilk çizildiklerinde güzel olan ve sonradan düzeltme görmeyen şekillerdi.
"Bu kâğıt yaşamdı güzelim. Resimler ise geçmişimiz ve yaşamımızdaki edinimlerimiz. Senin beğendiğin yerler, geçmişimizden gelen küçük mutluluklardı. Küçük avuntular"
"Kız resmi en güzel oldu. Ona çok uğraştın. Hatta onu iyi çizeceğim diye diğerlerini çok baştan savdın"
"Tabii ki. O sensin çünkü. Annen ve ben senin güzel bir insan olman için kendimizden çok ödünler verdik. Her anne baba yapar bunu"
"Bu kronometre de zamanı simgeliyor olmalı"
"Evet. Yaşamda ne edinmeye çalışıyor olursan ol, zaman seni umursamadan akıp geçer. Kimse onbeşer yıldan fazla çocukluk, gençlik ve yetişkinlik yaşayamaz"
"Peki ya kırkbeşten sonra?"
"O yaştan sonra zaman çoktur. Kalan zamanını eskileri düzeltmek için kullanabilirsin; ama gördüğün gibi düzeltmeler pek işe yaramıyor. Düzelteyim dedikçe resimler daha da bozuluyor. Zaten bir çoğunun düzeltilecek bir yanı da kalmadı"
"Yaşamda geçmişi düzeltmek diye bir şey var mıdır ki? Hiçbir şeyi düzeltemeyiz"
"Yo! Bunu yanlış anlama. Yaptığım düzeltmeler yanlış seçimlere rağmen o seçimlerle mutlu olma çabasıdır. Çoğunlukla da başarısızlıkla sonuçlanır. Mesela işinden hoşnut olmayan birinin aynı işe inatla devam etmeye çalışması gibi. Dikkat ettiysen çocuk resmini düzelteceğim derken genç resmini kötü çizdim. Genç resmini düzeltmek için yetişkin resmini baştan savdım. Çocukluktaki eksiklikleri gençlikte, gençlikteki eksiklikleri de yetişkinlikte telafi etmeye çalışıyoruz. Bu da bulunduğumuz yaşı layıkıyla yaşayamamamıza sebep oluyor"
"Fotokopi neyi simgeliyordu? Sonuçta bu çalışmayı tek bir kâğıt üzerinde de tamamlayabilirdin"
"Tek kâğıt kullansaydım önceden yaptıklarım çok net figürler olacaktı. Oysa dikkat ettiysen fotokopileri netliği azaltarak çektim. Çünkü geçmişimiz hayatımızda netliğini yitirmiş anılardır. Ayrıca makinenin içindeki bembeyaz ve tertemiz kâğıtlar, her yeni günün yaşamımızda yeni bir başlangıç olduğunu simgeliyordu"
"Ama yine de fotokopiyi çekmek zorundaydık değil mi? Yeni bir kâğıt kullanamayız"
"Tabii ki. Kimsenin elinde birden fazla yaşam yok"
"Aslında eski çizdiklerini düzelteceğim diye uğraşmasaydın, çok güzel yeni bir resim yapabilirdin"
"Dedim ya öğüt vermeyi sevmem diye. Neyse sen anladın bile işte"
"Hadi baba. Kalan boşluğa çok güzel bir resim yap"
"Oyunumuzun tek eksik yanı bu işte. Sen bu kâğıt üzerinde kalan bir boşluk görebiliyorsun. Oysa yaşamımızın kâğıdında ne kadar boş yerimizin kaldığını asla bilemeyiz. Bir gün farkında olmaksızın son köşeyi dolduruyor olabiliriz"
"İşte bu çok korkunç"
"Evet. Çok korkunç"
Kız oturduğu yerden kalkıp babasının boynuna sarıldı ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.
"Teşekkür ederim baba. Çok teşekkür ederim"
Faik Murat Müftüler murathodja@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel LANET OLSUN BÖYLE EĞİTİM SİSTEMİNE |
|
Kalem benden gönül senden sevgili Halil Akkurt…
Sene 1977.
Konya, Yunak ilçesi, Turgut kasabası.
Kasaba dediysek, kasaba değil, ha.
Allah'ın unuttuğu bir yer.
İşte ben orada doğdum.
Beş yaşında (5) elime verilen geç çıkarılmış 1980 doğumlu nüfusum ile teoride üç (3) pratikte beş (5) yaşında kasaba ilköğretim okuluna yollandım. Sekiz kardeşin yedincisi ve ilk erkeği benim.
Sınıfta herkes yedi sekiz yaşlarında ben ise beş yaşındayım. Anlayacağınız ilk tartaklayanlar sınıf arkadaşlarım oldu. Güç bela okuma yazma öğrenilmeye başlanıldı. Onlar okumayı sökerken ben hecelemeye anca başladığımdan dolayı olacak sınıfın çalışkanları okumayı benden çok önce kökten sökmüşlerdi. Sınıfın çalışkan öğrencileri bir masaya, tembelleri ayrı bir masaya alınıverdi. Yaşar öğretmen benim hecelemeyi bile zorla becerdiğimin farkına varınca beni tembeller masasının en tembeli ilan etti. Kötü günlerdi. Hele beş yaşında bir çocuk için. Yaşar öğretmen sıra ile herkese fiş okuturdu. Sıra bana geldiğinde ise "Halil zaten okuyamaz" der ve beni pas geçerdi. Hatta okuyabildiklerim olduğu halde bana okutmazdı. Bu aşağılanmalar ve tartaklanmalar arttıkça okula gitmeyi de ders çalışmayı da bıraktım. Nasıl olduysa 1. sınıfı zar zor "geçer" notu ile bitirebildim. Sanırım bu not 5 üzerinden 2 anlamına geliyor.
Hal böyle olunca eş dost ve yakın akrabalar okulu bırakmam gerektiğini ve köyde çiftçilik yapan babama yardım edebileceğimi söylemeye başladılar. Ben ise hayallerimde "öğretmen" olduğumu görüyordum. Babamın ısrarı ile okula gitmeye devam ettim. İkinci yılda da tüm yıl boyunca tembeller masasındaki "birincilik" payesi verilen yerimi korudum.
İlk yıldan çok da farklı değildi ama ikinci seneyi nasıl olduysa "orta" ile geçmeyi başarmıştım.
İlkokul eğitimim boyunca, ne yazıktır ki, Yaşar öğretmenden destekleyici yüreklendirici tek kelime duymadım. Maddi durumumuz iyi değildi. Sınıf arkadaşlarım eski önlüğüm ve yakalığım ile dalga geçerken Yaşar öğretmen onları susturacağı yerde burun kıvırır ve "bir önlük alacak paranızda mı yok yani" diye ısrar ederdi. 6 yaş çocuğu da olsam rencide olurdum, utanırdım. Velhasıl kerim beşinci sınıfa dek bu şekilde gelebildim.
Son sene Yaşar öğretmen hanım tayin oldu.
Yerine Yasin öğretmen başladı.
(Ah, Yasin öğretmenim, kim bilir şimdi nerelerdesin?)
Yasin öğretmen çok iyi birisiydi. Dört yıldır pısırıklaşan beni nasıl olduysa fark etti. Benim de diğer arkadaşlarımdan bir farkım olmadığını bana ilk defa o söyledi. Hatta bana ödev verip birkaç defa tahtaya bile çıkardı. "Sen de başarabilirsin. Çok güzel, bak aferin becermişsin" gibi güzel sözleri ilk ondan işittim. Sanırım okuldan kopmama ramak kaldığını hissetmişti ve kopmamı istemiyordu. Pek hak etmediğim halde bana son sınıfı "pekiyi" ile geçirmesini bugünkü aklım ile buna bağlıyorum.
Pekiyi ile sınıf geçmenin heyecanı içinde ortaokula başladım. Nereden bileyim kabusun yeni başladığını? Ortaokulda öğrenciyi okumaktan soğutan müthiş bir dörtlü vardı. Mustafa Bücük, Mustafa Aklan, Erdoğan ve Beyhan öğretmenler. Anlatmaya hangi birinden başlasam ki? En iyisi körpe beynime verdikleri hasara göre sıralayayım onları;
Mustafa Bücük dillere destan bir hoca mıydı yoksa ben mi şahsileştirdim şimdiki aklımla tam emin de olamıyorum aslında. Matematik, ingilizce ve din kültürü derslerimize giriyordu. İnteraktif eğitime çoktan geçmiş, Türkiye'nin ilerisinde yaşayan müstesna bir öğretmendi. İngilizce bir kelimenin anlamını sorar, bilen birine rast gelinceye kadar da sırayla sormaya devam ederdi. Bilemeyen öğrenciler tek tek tahtaya toplanırdı ve ilk bilen öğrenci de mükafat olarak tahtaya gelip bu bilemeyen öğrencilerin hepsinin cezasını verirdi. Cezayı Mustafa öğretmen belirlerdi. Örneğin "herkesin yüzüne üç tane şamar" attırırdı. Daha sonra da 1 metrelik tahta sınıf cetveli ile hepimizi bir de kendisi döverdi. Bu sahne dersin gidişatına göre her ders beş altı defa tekrarlanabiliyordu. Kanımca Mustafa öğretmen bundan keyif alıyordu.
Zamanla derslerden iyice soğudum. Arkadaşlarımdan da dayak yememek için, özellikle başarılı olamadığım İngilizce dersinin olduğu günlerde okuldan kaçmaya başladım. Kaçıp da nereye gideceksin köy yerinde? Çeşmenin oraya, ahıra veya buğday tarlalarına saklanıyor ve "şu zaman geçsin" diye bekliyordum. Devamsızlık hakkı olan 20 gün dolduğunda müdür beni yanına çağırdı ve devamsızlıktan bütün derslerden kaldığımı söyledi. Aileme belli etmemek için ben okula gitmeye devam ettim. Hayallerim artık öğretmen olmak değil Mustafa Bücük öğretmeni dövmekten ibaretti. Derslere ısrarla katıldığım için Mustafa Bücük bana "misafir oyuncu" lakabını takmıştı. Devamsızlıktan kaldığım halde derslere giriyordum, çünkü artık dayak yemek yoktu. Hoş, bana karışan görüşen de yoktu ama olsun. Mustafa öğretmen bana muhtelif zamanlarda "sınıfta varlığım veya yokluğumun bir önemi olmadığını, aileme boşuna masraf açmamamı ve okula gelmememi" söylediği halde ben inatla okula gitmeye devam ettim. Enteresan, değil mi?
Mustafa Bücük dışında, bu muhteşem dörtlü grubun elemanlarından Erdoğan öğretmen de takdire değerdi. Mustafa Bücük öğretmenden neyi mi farklıydı? Tarzı farklıydı. Sınıf arkadaşlarımıza birbirimizi dövdürmez ve cetveli de kullanmazdı ama o da yumruk yaptığı sağ elinin orta parmağını öne doğru çıkarıp sivrilttiği eklem yeri ile sürekli kafamıza vururdu. "Niye çalışmıyorsunuz derslerinizeeee…" diye bağıra bağıra kafamıza elini küt küt indirirdi. Hiç unutmuyorum, ödevimiz vardı. "Hz. Muhammed'in Hayatı". Dersime çalışıp gitmiştim. Beni kaldırıp "İlk vahiy ne zaman geldi?" diye sorduğunda, cevabını adım kadar iyi bildiğim halde yanlış cevap verme ve kafama vurulması korkusu nedeniyle ayakta buz kesmiştim ve konuşamamıştım. O gün şans eseri bana vurmadı. Notum 1 olarak geçti ama dayaktan sıyırdığıma şükür ettim. Köyler küçük yerlerdir. Anam babam uzunca süre duymadı bilmedi ama Erdoğan öğretmen devamsızlıktan kaldığımı öğrenmişti. "Neden okulu bırakmam gerektiğini" bana anlatan uzun uzun söylevleri ondan da dinledim. Artık bildiğim şeyler için parmak kaldıracak hali bırakın, ağzımı açacak cesaretim bile kalmamıştı. Erdoğan öğretmenin de üstümde emeği çoktur yani.
Okula gelip gitmelerim devam ederken bu dörtlünün üçüncü üyesi olan Mustafa Aklan da ilk ikisi kadar olmasa bile son derece yaratıcı bir buluş ile anılarıma kazınmayı başardı. Sınıfta sorduğu bir soruya cevap veremediğim için ayakkabılarını ayağından çıkaran bu Karadeniz'li öğretmenim sınıftaki sıraların arasında "haaaaaaaayt, heeeeeeeyt, hiyaaaaaaaaa" diye bağırarak karate yaparak beni tekmelerle dövmesi ve sonra da sınıftan atması çok renkli bir anımdır, sağ olsun. Sınıfın en pısırık, en az konuşan en içine kapalı ve korkak çocuğu olup çıkmıştım ama bu yediğim dayakları azaltmıyordu.
Bu dörtlünün tek bayan üyesi olan Beyhan öğretmen ise, Allah için, bana hiç vurmadı. Onun katkısı ise son derece alakasız bir şekilde "nasıl olsa geri kalan derslerimin hepsi zayıf olduğu için" bana resim ve müzik derslerinden de zayıf vererek diğer notlarımın arasında bir uyum yakalaması oldu. Halbuki sınıfta benden iyi flüt çalan da yoktu.
Sene sonu geldiğinde 12 dersten 11 tanesi zayıf, üstüne üstlük devamsızlıktan da kalmış halde eve karnesiz geldim. Karnelerin geç verileceği yalanı rahmetli babamı birkaç gün oyaladı ama sonra sağdan soldan sınıfta kaldığımı o da duymuş. Bana evde tek kelime söylenmedi. Onca korkum da boşunaymış yani. Sanmayın ki ilgisizliktendi. Babam okuma yazmayı gece kurslarından öğrenmiş. İlkokul yüzü hiç görmemiş. Annem hala okuma yazma bilmez. Yani evde benim sınıfta kalmamı çok önemsediklerini söyleyemeyeceğim ama bu bana destek olmadıkları anlamında değil. O cahil haliyle babamın bana ettiği bir cümle var. "Okumak istemezsen önemli değil ama okumaya karar verirsen, gerekirse tarlamı satar seni yine de okuturum". Sanırım bu cümlesi benim için yeterliydi.
İkinci yıl inatla okula devam ettim. Kıdemli birinci sınıf öğrencisiydim. İlk gün Mustafa Bücük'ün tayin olduğunu öğrendik ve çocuk aklımızla bayram ettik. Geri kalan üç öğretmenin de gideceği söylentisi dolaşıp duruyordu. Okulun ilk günü ilk ders matematikti. İçeriye Hayriye öğretmen girdiğinde duyduğum sevinci anlatamam. İlk seneden kaşarlanmışlığın verdiği tecrübe ile matematikte sınıfın en başarılı öğrencisi oluverdim. Bu halim Erdoğan, Mustafa ve Beyhan öğretmenler kadar beni de şaşırtıyordu. Hatta Erdoğan öğretmenin bir sınavından 5.5'dan 6 almış olmama en çok kendim hayret etmiştim. Bir önceki yıl üstümde "okulu bırak" diye psikolojik baskı kuran öğretmenlerin ağzı bana karşı az daha yumuşaktı. Yine de şiddete maruz kalmaya devam ediyordum. Gözümün önünde Erdoğan öğretmende ilk yılını okuyan yeni öğrencilerin, yani ortaokula yeni başlayanların, çektikleri eziyetlere şahit oluyordum. Bana ve benimle sınıfta kalmış olan birkaç arkadaşıma pek vurmuyordu ama diğer çocuklara yapılan eziyeti seyretmek, zaman zaman nasibimizi alsak da, beni hala korkutuyordu.
Yarıyıl bitmeden bu üç öğretmenin de tayinleri çıktı. Sınıfta bayram havası esmeye başladı. Bütün sınıf arkadaşlarımla kucaklaştığımı, öpüştüğümü hatırlıyorum. Hatta herkes birbirine pat-bom sakızı alıp hediye etmişti. Tam bir kutlamaydı yaşadığımız. Erdoğan öğretmen veda konuşması için sınıfa geldiğinde klasik üç beş cümle ile "dersinize çalışın" dedi. Öfkem ve ezikliğim birbirine karışmıştı. İçimin bunaldığını anımsıyorum. Erdoğan öğretmenin "eğitim'in sadece ders çalışmaktan ibaret olmadığını" öğrenmiş olduğundan bugün bile şüpheliyim.
Yeni gelen öğretmenler ile okulun bütün çehresi değişti. İkinci yarıyıl okula gitmek benim için bir eğlence haline gelmişti. Bütün notlarım fırlamaya başladı. Öyle ki ben 2. yarıyılı takdirname alarak kapattım. Not ortalamam ve yazılı sonuçlarım bunca iyi iken başka bir sorunum başlamıştı. Sözlüye kalktığımda veya bana direk bir soru sorulduğunda sıkıntıyla, zorlanarak ve her daim korku ile güç bela konuşabiliyordum. Bugün bile topluluk önünde ayağa kalkıp da düşüncelerimi ifade ederken çektiğim sıkıntının temelinde ilkokul ve ortaokulda yaşadığım bu baskı ve şiddet dolu 7 yılın yattığına inanırım ve öğretmenlerime olan öfkem hiç bitmez. Geçirdiğim bu 7 yıl, beni 12 yaşında pısırık, içine kapalı, korkak ve kendini savunmakta beceriksiz biri yapmaya yetmişti. Ne yazık ki bu konularda daha sonra da çok bir ilerleme kayıt edemedim.
Ortaokul 2. sınıfta takdirnameler ve yüksek notlar devam etti ama ben yine de çekinik, içine kapalı bir çocuk olarak kaldım. Ortaokul 2. sınıfın yaz tatilindeydik. O günlerde köye gelen İsmet amcam (kendisi Selçuk Üniversitesi'nden emekli geometri Profesörüdür) derslerimdeki başarıyı görünce "heba olmamam için" benim Akşehir Merkez Ortaokulunda okumamın daha iyi olacağını babamla konuşmuş. Büyük bir merkezde bir de İsmet amcamın ön ayak olmasıyla okuyacak olmak beni çok heyecanlandırmıştı. Bir telaş, bir ümit…
"Tek bir valiz al" demişti amcam. Geri kalan her şeyi ben halledeceğim. Mevsim yaz ama ben heyecan içinde Eylül ayını beklemeye başladım. Bir Ağustos günü amcamdan beklenen telefon geldi. Ertesi sabah otobüse binip Akşehir'e doğru yola çıkmamı, Süleyman amcamın her şeyi hazırladığını ve beni beklediğini söyledi.
Akşam annemle valizimi hazırladık. Sabah karşı köyün patika yollarından gelerek evimizin önünde duracak olan otobüsü beklemeye başladık. Sabah güneş daha doğmamıştı. Çok güzel bir yaz sabahıydı. Kuş sesleri, yayılmış hayvanların sesi, evlerde yeni uyanmış çocukların, annelerin sesleri. Beklerken annemle laflıyorduk. Kendime iyi bakmamı ama özellikle boğazıma iyi bakmamı söyledi. Paramın hepsini yemeğe harcayacakmışım. Üstümü kalın giyecekmişim. Otobüs gelince annemin sesi titredi. Sarıldık, ağladık. Helalleştik, elini öpüp otobüse bindim. Amcama gidiyordum, okumaya gidiyordum. Yol boyunca "büyük biri" olup köye geri geldiğimi hayal ettim, durdum.
Akşehir'e varınca Süleyman amcamın evinin yolunu tuttum. Kahvaltı masasındaydılar. Hep beraber kahvaltı yaptık. Sonra amcam masadan kalkıp bütün kurduğum hayalleri "Hadi, gidiyoruz…" diyerek yıktı. Ben anlamadan "Nereye?..." diye sordum.
Beni kuran kursuna vereceklerini söyledi.
"Yatılıymış. Üç öğün yemek varmış. Hem okula gidip hem de kuran okumayı öğrenecekmişim. Köyde fakir olduğumuzdan her sabah kahvaltı yapamazken burada her sabah kahvaltı varmış. Karnım aç kalmazmış" şeklinde başlayan ve "söylenen her şeye itaat etmem gerektiği" öğüdü ile biten bu konuşma boyunca ekin tarlalarının arasında yürüyüp geçtik. Amcamların yanında kalma hayalim suya düşmüştü. Beni devletin açtığı yatılı Fatih Kuran Kursu'na yazdırmışlardı. Hala açık olan ve senelik ücreti bugünlerde 600 USD civarında olan bu kursa yıllığı 800.000 TL ödeyerek yazdırılmıştım. Sanırım bu paranın bir kısmını babam ineğimizi satarak ödemişti. Yurda ilk girdiğimdeki izlenimim hala çok net aklımda. Her yer çok ferahtı. Tertemiz ve pırıl pırıl bir yerdi. İçeriden kuran okuyan çocukların sesleri geliyordu. Yurt yöneticisinin odasına çıktık. Hoşbeş, çay ikramı sonrasında bana yurt programını anlatmaya başladı. Okul açıkken okula gidip gelmek için en çok yarım saat kırk beş dakika verildiğini, okul sonrası 2 saatlik din eğitimim olacağını, cumartesileri 6 saatlik çarşı izni olduğunu, Pazar günleri de kişisel ve yurt temizliği yapılacağını anlattı.
Bir ay kadar din dersleri gördüm. Derken okullar açıldı. İlk zamanlar pek bir şey anlamadım, sorun da yaşamıyordum ama bazı şeyler değişmeye başlayıverdi. Maç yapmak günahtı. TV seyretmek de keza aynı. Hatta TV'si olan pastanelere girişimiz bile yasaktı. Annem veya bir akrabam gelse bile en çok bir saat görüşmeye izin vardı. Okuldan 15 dakika geç gelsek, sorguya çekiliyorduk. Haksız bulunursak da dayak yiyorduk. Hiç unutamadığım dayaklardan birisini, alt katta gülüştüğümüz için yemiştik. Yurt hocası aniden karşımıza çıkmış ve o küçük bedenlere erişkin birine saldırır gibi kontrolsüzce ve bütün gücüyle saldırmıştı. Yediğimiz şiddetli dayağın etkisiyle birbirimize sarılıp ağlarken "ne hata yaptığımızın" farkında bile değildik. Şiddet gün be gün arttı. Diğer derslerimize çalışacak zamanımız kalmıyordu. Bu konuda itiraz edecek olduğumuzda kurallar çok daha sert bir dille tekrarlanıp geri çevriliyorduk. Yurt müdürüne notlarımın düştüğünü ispat edebilmek için köyümde aldığım teşekkür ve takdir belgelerimi götürmüştüm. "Orası köy, köyde ne not aldığının önemi yok. Burası daha zor okul. Buradaki okuldan zayıfla geçsen bile evladır" cevabını almıştım.
Kız arkadaş sahibi olmayı bırakın, bir kız ile konuşmak veya sinemaya gitmek yurttan kovulma sebebiydi. Kaçak sinemaya elbette gittim ama pısırıklığım ve korkularım daha da körükleniyordu. Köydeki okulumda hiç kız okumazdı. Bu okulda kızlar da vardı. Onlar ile konuşmaya heves eder, hayaller kurardım. Kızlarla iletişimim sadece bana soru sorduklarında kısa cevaplar vermekle sınırlı kaldı, çünkü büyük günahtı.
Bu baskı, şiddet ve beyin yıkama "terbiye" etiketi altında tam 2 yıl devam etti. Ortaokulu bitirdiğim yıl derslerim hala başarılıyken, sosyal açıdan 8 yaş çocuğu gibiydim. En sonunda olacak olan oldu ve ben yurttan kaçtım. Başka bir lisede okuyan ailesinden uzakta bir başına yaşayan İdris'in yanına sığındım. Okulun zaten son 15 günüydü. Okul bitti. Yurt hocası durumu aileme anlatmış ama bana ailemden tek kelime bir laf söylenmedi. Durumumu kabullendiler. Yazları köyde çiftçilik işlerine yardım edip okul harçlığımı kazanmaya çalışıyordum. Lise 1. sınıfı İdris'in yanında biriktirdiğim harçlık ile desteklenerek bitirdim. Lise 2. sınıfa başlayacağım yaz babam Akşehir'deki minicik 20 m2lik arsamıza bir kulübe yaptı. Ortasından bir perde ile ikiye böldük. Bir yanda banyo, mutfak vardı. Diğer yanda da çalışma masam ve yatağım. Elektrik yoktu, komşudan seyyar kullanıyorduk. Buzdolabı da yoktu. Aslında pek bir şey yoktu. Tek başıma kalıyordum. Annem ara ara gelip yemek yapıyor,çamaşırlarımı yıkıyor ve geri dönüyordu. Pek bir giysim de yoktu aslında. Genellikle Konya'da Prof olan amcamın çocuklarının eskileri ile idare oluyordum. Bunca sııntıya rağmen derslerimde bir düşüş yaşamadım. Hala korkak, pısırık ve içime kapalıydım ve yazılı sınavlarım başarılıydı. O günlerden içime oturan başka bir anım ise sözlülerdeki başarısızlığım nedeniyle bir kaç öğretmenimin beni kopya çekmekle suçlamasıdır. Çok şükür ki sınıf öğretmenim Mevci Özkan (kendisi çoğrafya öğretmenidir) bu şüphelenen öğretmenler ile konuşup çekinik bir yapım olduğunu ve iletişim kurmakta zorlandığımı onlara anlatmış. Ben bu olanlara kahroluyordum. Hala hakkımı savunamadığım için olacak bünyemde sıkışıp kalmış bu utangaç ve çekingen halimden nefret ederim.
Lise 2. sınıfın bitmesinden sonra emekli olan Prof. amcam babamları arayıp Konya'da özel bir dershanede öğretmenliğe başladığını ve benim istersem oraya gidip ücretsiz dershaneye kayıt yaptırabileceğimi söylemiş. Başka hiçbir şansım olmadığı için amcamın dediğini yaptım. Konya'ya gittim. Sille Öğrenci Yurdu'na yerleştim. Evet, tahmin ettiğiniz üzere bu yurt da diğeri gibi din eğitimi veren bir yurttu ve başka bir şansım da yoktu.
Baskı aynıydı. Okul, yurt ve dershane arasında bölünmüştüm. Bu üçü arasında tercihimi istekli olarak dershane ve zorunlu olarak da yurttan yana kullandım. Okul derslerimde müthiş bir düşme yaşadım. Yine de kredili sistem sayesinde bütün derslerim "2" olmasına rağmen lise sonuncu sınıfı 4 ayda bitirdim. Tüm gücümle üniversite sınavına hazırlanmaya başladım. Tercihlerimi çok yüksek yaptığım için büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Kazanamadım. Zaten puanım da çok yüksek değildi. Amcam seneye aynı koşullar altında yurtta kalıp dershaneden ücretsiz yaralanabileceğimi söylemişti. Yurttaki mutsuzluğum ağır bastı, Akşehir'e geri döndüm.
Bütün bir yaz inşaatlarda, meyve suyu fabrikalarında, hatta birahanede çalışarak para biriktirdim. Babam da üstünü tamamlayınca Akşehir'de başka bir dershaneye yazılabildim. Bu sefer oldu. 1996 yılında Osmangazi Tıp Fakültesini kazandım. Kazandığıma pek sevinemedim desem yeri var çünkü Tıp fakültesinde okumak çok uzun sürecekti. Param hiç yoktu, Eskişehir'de yaşamam gerekecekti. Harç parasını bile nereden bulacağımı bilemiyordum. Mucize gibi o yıl ilk defa "Harç Kredisi" başvuru formunu getiren herkesin kaydı yapıldı. Kayıt yaptırmaktan yırtmıştım ama kalacak yer hala büyük sorundu. Ev kiraları, yurt ücretleri çok yüksekti. Çaresizce yine Prof amcamı aradım. Bana okumamın maddi olarak çok büyük bir gider olacağını, tekrar dini eğitim veren bir yurtta kalmamın en akıllıcası olacağını söyledi. Çaresizlik içinde 3. defa aynı tarzda bir yurda girdim. Kurallar hiç değişmiyordu. Sistem hep aynıydı. Fakat bu sefer tıp fakültesi derslerim de çok ağırdı. İkisini bir arada yürütmek çok zordu. Baskılar sürekli devam ediyordu. Ben bütün bunlara katlanabileceğimi düşünürken acı bir haber daha aldım. Babamı bir trafik kazasında kaybetmiştim. Yıkıldım. Çok büyük bir katkı yapacak mecali olmadığı halde beni okutmak uğruna tarlasını satabileceğini söyleyen "gizli destekçimi" kaybetmiştim. Ayrıca toplam 8 kardeş arasında ilk 6 kız evlattan sonra gelen 7. ve ilk erkek evlat olarak evin reisi ben olmuştum. Çok zor günlerdi.
Okulun 1. senesinin bitmesine yakın hayat bana bunca sıkıntı arasında, ilk defa, babamı kaybetmemden hemen sonra göz kırptı. TEV (Türk Eğitim Vakfı) bursu almayı başarmıştım. Yine de yazın çalışmaya devam etmem ve para kazanmam şarttı. Evden hiçbir desteğim yoktu. Yurt hocaları ise yazın çalışmama izin vermediler. Yurttan ayrıldım. Eve dönüp kimi zaman hayatımın en güzel uykularını çektiğime inandığım kiraz ağaçlarının gölgesinde uyuklayarak dinlendiğim tarlalarda çalışmaya başladım. Yaz bitti. Biriktirdiğim para ve TEV'in desteği denkleşince bu sefer 3 arkadaş orta halli bir eve çıkmayı başarabildik. Kıt kanaat geçiniyorduk. Yine de yol param olmadığı için yürüdüğüm zamanlar çok olmuştur.
Hayatın bana ikinci defa gözünü kırpması da AKSEV'in desteğini almaya başlamam ile oldu. Akşehir Sağlık Eğitim Vakfı bana TEV'den gelen ama yetişmeyen bursa ayrı bir burs ile destek çıkmayı kabul etmişti. Durumum biraz daha rahatlamıştı. Her şey düzene giriyordu ama yine de üniversite yıllarında da bu içine kapanık, ürkek ve sessiz halimden kurtulamadım, gitti. Çekingenliğim, içime kapanıklığım konusunda hissettiğim rahatsızlık katmerleşerek artıyorken, nihayet, bu konuda çaba sarf edecek bir alan bulabildim.
Okuduğum Üniversitede psikiyatri profesörü olan hocam Cem Kaptanoğlu, can havli ile uzattığım elimi tuttu. Bütün hayatımı dinledi. İnsanlar ile konuşurken cümleleri toparlayamadığımı, rahat ve akıcı konuşamadığımı, kendimi koruyamadığımı hatta zaman zaman bildiğim şeyleri bile söyleyemediğimi ona anlattım. Hocamın bana desteği çok büyük oldu. Özgüvenimin artmasında ve ümidimi korumamda verdiği emeğin karşılığını ödeyemem.
Bana önerdiği kitapları, okuma alışkanlığımın hiç olmamasına rağmen, okumaya çalıştım. Kasetlere konuşup egzersiz yapmamı tavsiye etmesi üzerine kasetlere konuşup daha sonra kendimi dinlemeye başladım. Hatalarımı bulup düzeltmeye çalıştım.
Bu şekilde akıp geçen 6 yılın ardından mezun oldum. Burslarım kesildiği için atamamın yapılmasını bekleyerek geçirdiğim 6 kabus ayı saymazsak, Çankırı'da pratisyen hekim olarak çalışmak keyifliydi. Uzmanlık sınavlarına hazırlanıyordum. Asıl hedefim ise uzmanlıktan çok farklıydı. Sosyal ve kişisel olarak kendimi geliştirmeliydim.
Şimdi mi?
Şu anda İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniğinde asistan doktorum. Hala beceremediğim çok şey var. Kitap okumayı öğrenmeye çalışıyorum. Vizyondaki filmleri ve tiyatroları kaçırmamaya çalışıyorum. Bağlama çalmayı öğrenmek istiyorum. Kıyafetlerimi klasikten spor tarza çevirmeye çalışıyorum. Markaları tanımıyorum ve pek takmıyorum ama kaliteyi ayırt etmeyi öğrenmeye başladım. Mizah dergilerini veya karikatürleri hangi sırayla okuyacağımı bile bilmediğimi gördüm. Aksanım hala bozuk. İçimde öğretmenlere karşı hakim olamadığım bir öfke taşıyorum. Sahip olduğum en değerli şey ise içimdeki inanç. Kendime inanıyorum. Ne de olsa Turgut kasabasından bir kaç yıl evveli ve sonrası akranlarım arasından Tıp Fakültesini kazanıp da doktor olan tek kişi benim.
Aranızda Mustafa Bücük öğretmeni tanıyan, yerini bilen var mı?
İşin özü bu yazı ona ulaşabilmek için yazıldı.
Tanıyan bileniniz var ise bir zahmet ona bu satırları bir okutun.
Sonra da selamlarımı söyleyiverin.
Çok uğraştı ama beceremedi!
Ben, O'na rağmen, "hayatı" kazandım!
Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya BAYRAM TADI |
|
Merhaba Sevgili KM Dostları, yılın ilk bayramında da sizlere özel tatlar sunmaya devam ediyorum... Bu vesile ile tüm KM dostlarının şimdiden bayramını kutluyor, Allah'tan tekrarını nasip etmesini diliyorum, hepinize sevgilerimi sunuyorum...
Evetttt bayramın ilk lezzetli tarifi sofralarınıza geliyor... Şimdiden afiyet olsun... Eh malum, önümüz kurban bayramı... Bol etli 4 gün bizleri bekliyor, ben de hazır etimiz varken sizlerle nefis bir "kağıt kebabı" nı paylaşmak istiyorum...
KAĞIT KEBABI
MALZEMELER: 1 kg. kuşbaşı kuzu eti, 2 adet orta boy kuru soğan, 2 adet havuç, 2 adet büyük boy patates, 2 adet büyük boy patlıcan, 2 adet sivri biber, 2 adet domates, 1 su bardağı bezelye, 100 gr. margarin, 1 çorba kaşığı domates salçası, 1 demet dereotu, yarım fincan sirke, 1 tatlı kaşığı kekik, yeterince tuz ve karabiber, sıvıyağ, 2 tabaka yağlı kağıt...
YAPILIŞI
Öncelikle ince kıydığımız soğanlarımızı margarinimizle beraber pembeleşinceye kadar iyice kavuralım... Kuşbaşı etlerimizi de ilave ederek, etlerimiz suyunu çekene kadar kavuralım, salçamızı da katarak 1-2 sefer daha karıştırıp yeterince tuz, sıcak su ve sirke ilavesiyle etlerimizi pişmeye bırakalım... Diğer yandan havuçları soyup kuşbaşı et büyüklüğün de keserek, tenceremize ilave edelim... Patateslerimizi ve patlıcanlarımızı soyarak, küçük küçük keselim ve patlıcanları tuzlu suya koyup acısını çıkarttıktan sonra, patlıcan ve patateslerimizi yıkayıp süzelim ve bir miktar sıvı yağda kızartalım... Diğer yandan sivri biberleri de kuşbaşı şeklinde kesip kızgın yağda 2 dk bekletelim ve renklerini bırakmalarını sağlayalım... Başka bir kapta, domateslerin kabuklarını soyup küçük küçük doğrayalım ve dere otlarını ince ince kıyalım... Bu arada tenceremizdeki etlerimiz ve havuçlarımız pişmiştir... Tencereyi bir süzgece boşaltalım ve salçasından ayıralım... Son olarak, bütün malzememizi büyükçe bir kaba boşaltalım ve üzerine baharatları ve tuzu ilave ederek iyice karıştıralım... 30*30 ebatlarında kestiğimiz yağlı kağıtların ortasına bir porsiyon kadar, karışımımızdan koyalım, üzerine 1-2 çorba kaşığı da etlerin sosundan koyup sıkıca paketleyelim... Sıvı yağla hafifçe yağladığımız tepsiye dizerek, kağıtlarımızın üzeri renk değiştirene kadar ( 15-20 ) dk. fırında pişirelim, kağıdı ile beraber servis yapalım...
Şimdi sıra hepimizin severek tükettiği, her sofraya yakışan bir yemek çeşidimizde...
MANTARLI FIRIN MAKARNA
MALZEMELER: 250 gr. istediğiniz çeşit makarna, 500 gr. taze mantar, 1 adet kuru soğan, 3 adet sivri biber, 2 adet domates, kaşar peyniri rendesi, ¼ paket margarin, ½ çay bardağı muskat, yeterince tuz ve karabiber...
MORNEY SOS İÇİN: Un, süt, margarin, 1 yumurta, yeterince tuz ve karabiber...
MAKARNA HAŞLAMAK İÇİN: 1 çorba kaşığı sıvı yağ, 1 çorba kaşığı tuz, 3 lt. su
YAPILIŞI
Makarnalarımızı, 1 çorba kaşığı tuz, 1 çorba kaşığı sıvı yağ ve 3 lt. su ile hafif diri kalacak şekilde haşlayalım, süzelim ve soğuk suyun içinde bekletelim... Soğanlarımızı ve biberlerimizi ince kıyarak, margarinle beraber iyice kavuralım... Diğer yandan, 4' e böldüğümüz mantarları ilave edip pişirmeye devam edelim, mantarların suları azalınca kabuklarını soyalım ve kuşbaşı kestiğimiz domatesleri, yeterince tuz ve karabiberi ilave ederek, domatesler yumuşayana kadar pişirelim... Başka bir kapta, unumuzu yağımızla kavurup, sütümüzü katarak muhallebi kıvamında morney sosumuzu hazırlayalım...Ilınınca muskat rendesini, yeterince tuzu, karabiberi ve yumurtayı katıp iyice karıştıralım... Son olarak, makarnalarımızın suyunu süzüp büyükçe bir kaba koyalım, içine mantarlı sosu ve hazırladığımız morney sostan, 2 çorba kaşığı koyup güzelce karıştıralım... Makarnalarımızı fırın tepsimize yayarak, üzerine kalan morney sosumuzu ve onun üzerine de kaşar peyniri rendesini serpip, önceden ısıttığımız orta dereceli fırınımıza verelim... Üzeri kızarınca fırından çıkartıp 10-15 dk. dinlendirdikten sonra, servis yapalım...
Veee geldik son tarifimiz olan, sofralarımızın kraliçesine, yani tatlımıza...
BAYRAM TATLISI
MALZEMELER: HAMURU İÇİN
500 gr. un, 7 adet yumurta, 1 çay kaşığı tuz, 1 tatlı kaşığı şeker, 150 gr. margarin, ½ lt.su
ŞURUBU İÇİN: 2 kg. toz şeker, 1 lt. su, yarım limonun suyu
KIZARTMAK İÇİN: Sıvı yağ
YAPILIŞI:
İlk olarak,suyumuzla şekerimizi kaynatıp kıvama getirelim ve limon suyunu da ekleyerek 2-3 dk. daha kaynattıktan sonra ocaktan indirip soğutalım... Yarım lt. suyu, margarin ve 1 tatlı kaşığı toz şeker ile kaynatalım... Kaynattığımız suya, elediğimiz unu, tahta kaşıkla karıştırarak yavaş yavaş ilave ederek iyice karıştıralım ve hamur elde edelim... Hazırladığımız hamuru, 10 dk. daha pişirdikten sonra ılınması için başka bir tencereye alalım... Hamurumuz iyice ılınınca, yumurtalarımızı teker teker kırıp hamurumuza iyice yedirelim... Daha sonra, elimizi yağlayıp yoğurduğumuz hamurdan bir parça alalım ve istediğimiz şekli verelim... Son olarak, bol, kızgın sıvı yağda güzelce kızartalım... Kızarttığımız hamurları soğuk şurubumuza atarak, 10 dk. kadar bekletelim, şerbetini iyice çektikten sonra, soğuk olarak servis yapalım... Şimdiden afiyet olsun...
Tüm KM Dostlarının bayramını tekrar kutluyorum... Daha nice bayramlar da hep birlikte olmak dileğiyle, sevgiler...
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) YENİ YILINIZDA BEREKETLİ HASATLAR YAKLAŞMAKTALAR..
OCAK - Yeni yılınıza mutlak başarı formülü ile başlıyorsunuz. Geçen sene verdiğiniz mücadelelerin meyvalarını toplamaya kararlı olduğunuz her halinizden belli. Bahis konusu kararlılıklarınızı yakın çevrelerinize de hissettirmelisiniz kovalar.
ŞUBAT - Mesleklerinizde çalışma yöntemlerinizi yeniden gözden geçirmek isteyeceksiniz kovalar. Oldukça hırslı olacağınız bir aydasınız. Yeni kararlar alarak halkla ilişkilere dönük çalışmalarınıza yoğunlaşacaksınız.
MART - Yine bu ay sosyal faaliyetlerinize hız vereceksiniz. Duyguların doyasıya yaşanacakları günlerle dolu dolu gelen ilkbaharın müjdecisi mart ayına gülümseyin kovalar.
NİSAN - Telekomünikasyon alanlarında çalışanlarınıza yeni teklifler sunulmak üzere. Profesyonel faaliyetleriniz çerçevesinde gelirlerinizde artışlar morallerinizi yükseltecekler. Ayrıca miras veya piyango gibi beklenmedik yollardan maddi kazançlara erişme olasılığınız oldukça yüksek..
MAYIS - Ailelerinizin ve eşlerinizin isteklerine içtenlikle eğileceğiniz bu ayda yeni mekanlara taşınmanız bile söz konusu olabilecek.. Ayın sonuna doğru bu fikrinizi gerçekleştirmeniz muhtemel kovalar.
HAZİRAN - Şubat ayından kalan bir projenin gerçekleştirilmesi için uygun gözüken haziranı sabırsızlıklarınızla heba etmeyin sakın. İşlerinizdeki yoğunlukların sevdiklerinizle aranıza set çekmemelerine özellikle ihtimam göstermelisiniz..
TEMMUZ - Sizler için güzel duygular besleyen yakınlarınızdan sevgilerinizi esirgememelisiniz. Geçen ayların verdikleri zihinsel yorgunluklardan kendinizi arındırmanın en iyi yolu kısa bir tatile çıkmanızdan geçmektedir.
AĞUSTOS - Diyaloglara son derece açık olmaya çalışın kovalar. Aksi halde ilişkilerinizde kendinizi bu ay sarsıntılara hazırlı tutmalısınız. Çevrenizde estirdiğiniz sert rüzgarların dönüşleri yine sizlere olacaktır unutmayın..
EYLÜL - Anlaşmazlıkların devam edecekleri bu ay içerisinde artık atağa geçmenin zamanının geldiğini hissedeceksiniz. Yeni sezona girerken enerjilerinizin müthiş akımları sizleri çoşturacaklar.
EKİM - Profesyonel çalışmalarınızda başarıların ve özellikle tatlı heyecanların sizleri bekledikleri bu ay içerisinde ilginç insanlarla da tanışacaksınız. Bekâr kovalara güneş doğabilir...
KASIM - Son derece önemli projelerin sizleri ve ailelerinizi bambaşka yaşamlara götüreceklerinden emin olabilirsiniz. Uzun zamandır hayalini kurduğunuz sosyal yaşamların gerçekleşmesi için son kararlar önünüzde kovalar..
ARALIK - Evet kovalar, kendinize olan güvenlerinizin sonucu verilen mesuliyetleri kabul ettiyseniz ne mutlu sizlere.. Geçmişlere süngerleri çekmenin tam zamanı işte.. Yeni bir yaşamın eşiğindesiniz. Manen büyük bir aşama içerisinde oluşunuz bunun en güzel örneği kovalar..
2006 VE KOVALARI TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Yeni yılda sizleri en iyi temsil edecek Mahkeme diye adlandırılan yenilenmelerin kartına sahip oluşunuzun kıymetini seneniz ilerledikçe anlayacaksınız.. Sürekli çabalar ve ciddi kararlılıkları sergilemeniz beklenecek kovalar. Geleceğe daha gerçekçi bir şekilde bakacaksınız. Derslerinizi aldınız artık.. Şansların bazen yıldırım hızı ile önlerinize çıkma olasılıklarına hazırlıklı olmalısınız. Yenilenmekten kesinlikle korkmayın.. Geçen senelerde özgürlükleri arzulamanıza rağmen sağlıklı bir çıkış yolu bulmakta oldukça zorlandınız. Bundan böyle cesaretle yeteneklerinize sıkı sıkıya sarılmalısınız.. Yaşam sizleri bekliyor kovalar. İlerlemelisiniz..
İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM KOVALAR
Sevgili kovalar bu sene her yönden sınavlardan geçeceğinizi hemen söylemeliyim. Beklemediğiniz anlarda önünüze gelecek olan fırsatlardan yararlanmasını bilemezseniz gerçekten yazık olacak. Kararları almakta meşhur ince eleyip sıkı dokumalara dayalı alışkanlıklarınızı bu sene mutlaka ama mutlaka unutmalısınız.. Kesinlikle risklere girmeli ve adımlarınızı titremeden atmalısınız.. Bu sene kendi işinizi kurmaya ne dersiniz kovalar.. Aylardır burçlarınızda gezinen ve yaşamlarınızda sertliklere yol açan Satürn' ün gerekliliğini hayli zaman sonra anlayacaksınız. Fırtınalı dönemleri itidal ile bekleyerek geçiştirin. Geçmişte ilişkilerinize gölge düşüren tüm anlaşmazlıklar senenin ikinci yarısına doğru yavaş yavaş çözülecekler. Sizlerde çoktan başka yaşamlara geçmiş olacaksınız bile.. . Adaletin yerini bulacağından şüpheniz olmasın.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) SÜPERSONİK UÇUŞLARIN PİLOTU OLMAYA HAZIRMISINIZ...
OCAK - Yeni yılınızın ilk ayında nostaljilerde kaybolmamaya özen göstermelisiniz. Kalbinizin gizli köşelerinde yatan uzak yörelere şimdilik kaçamayışınızın getirdiği ruhsal gerginlikleri kronikleştirmeyin. Organize olun çalışmalara devam edin ve mart ayına kadar sabredin balıklar.
ŞUBAT - Geleceğinizi yakından ilgilendiren projelerinize yoğunlaşacağınız bir aydasınız. Yine de hızlı değişimleri şu anda beklemeyin. Hayli zamandır aklınızda olan fikirlerinizin pratiğe dönüşümlerine doğru ilerlemekle yetinin.
MART - Sevenlerinizin varlıkları tüm dünyevi zenginliklere bedeldir balıklar. İşte sizlere bunun en güzel örneklerinin verilecekleri kutsal bir aydasınız.. En büyük manevi hazinenizin yaratıcılığınız olduğunu yine gururla müşahede edeceksiniz. Işıl ışıl parlayacağınız günlere hoşgeldiniz..
NİSAN - Tamamen değişik istikametleri seçerek profesyonel faaliyetlerinize canlılık kazandıracaksınız.. Prestiji yüksek mevkilere ulaşmanız işten bile değil balıklar. Geçmişlerden kalan paslanmış psikolojik engellerinizi yok etmek için bire bir olan güzel nisan ayındasınız..
MAYIS - Finanslarınızın pırıl pırıl parlayacakları bu ay içerisinde bir mülke sahip olmak için elinizden geleni yapacaksınız. Ailelerinizle kenetleneceğiniz mayıs ayında hayatın tadını doyasıya çıkaracaksınız.
HAZİRAN - Samimi duyguların, sevgi ve saygıların doruklarda olacakları yaz aylarının ilk habercisi haziranda gönülleriniz şaha kalkacaklar. Sosyal faaliyetlerinizde alışılmadık şekilde planlarınıza sadık kalacak ve yakınlarınızı şaşırtacaksınız..
TEMMUZ - Bu ay sizleri geçmişlerinize bağlayan atalarınızın yörelerine ziyaretleri gerçekleştireceksiniz. Bu arada resmi belgelerin düzenlenmesine dönük uğraşlarınız vakitlerinizi hayli alabilecekler. Çekinmeyin balıklar herşey güzel olacak.. Enerjileriniz muhteşem.
AĞUSTOS - Aşkların yıldırım hızı ile kalplerinize düşecekleri ağustos ayının çarpıntılarına rağmen yeni sezona hazırlıklarınızı sürdürmeye devam edeceksiniz. Ayrıca çocuk veya çocuklarla ilgili konular ön planda olacaklar. Son ayların balıklara müthiş sürprizleri yaklaşmaktalar..
EYLÜL - Yeni sezona girerken profesyonel uğraşlarınızda beklenmedik değişimler kuvvetle muhtemel balıklar. Görev ve mesuliyetlerinizin artacakları eylül ayında şimdiye kadar dokunmadığınız alanlara yöneleceksiniz. Yatırımlarla ilgili her türlü aktivitenin içindesiniz artık..
EKİM - Psikolojik duraklamaların yoğun yaşanacakları ekimde altıncı hislerinizin fısıltılarına kulak vereceksiniz. Sizin için aslında hayırlı olacak bu sakin dönemleri aile büyüklerinize sarılarak geçirmeyi yeğlemelisiniz.
KASIM - Yeniden doğuşları yaşayacağınız senenizin en önemli ayındasınız balıklar.. Çok çok uzun süren yavaş çekimlerden sonra yaşamınızın filmine hızlılık kazandırmaya kesinlikle kararlısınız artık. Eski balıklar olmayacağınızı adınız gibi bilmektesiniz. Haklısınız balıklar.. Kendinizi yaşayacaksınız.
ARALIK - Venüs burçlarınıza yerleşmek üzere ve bu da demek oluyor ki gözden kaybettiğiniz dostlarınız da dahil olmak üzere tüm sevdiklerinize ihtimâmla yaklaşacaksınız. Muhteşem bir sene sonu sizleri beklemekte balıklar. Kendinize ölmeyi başardınız ya yeni doğan balıkları kimseler tutamaz artık..
2006 VE BALIKLARI TEMSİL EDEN TAROT KARTI
Balıkları yeni yılda en iyi anlatacak Joker kartı tarotun en önemli kartlarından biridir. Yeni yaşamlara her türlü engele rağmen cesaretle yol almak isteyen insanların sembolü Joker özgürlükleri ve maceraları da beraberinde getirir.. Geçmişteki hatalarınızdan derslerinizi aldığınızdan dolayı iyi niyetlerinizi suistimal etmek o kadar kolay olamayacak. Başkaları için ürkütücü görünüm veren uçurumların eşiğinden doğru rahatça ilerlemektedir Joker figürü. Masumiyet ve saflıktan bilgi ve bilgeliğe götüren bu uzun yolda sürprizlerin, rizikoların yoldaşlarınız olmalarından asla çekinmeyin balıklar..
İSTERSENİZ SENENİZE PANORAMİK BİR BAKIŞ ATALIM BALIKLAR
İki dere arasında kalarak yüzmeye çabalamaların zamanı geçti artık balıklar.. Hayali beklentilerden kendinizi arındırarak mutlak atılımlara yönelmelisiniz. Yaklaşık üç seneden beri mekânlarınıza konuk olan transformasyonlar yıldızı Üranüs'ün etkilerini özellikle geçen sene hissettiniz. Paslanmış zincirlerinizi kırmaya kararlı Üranüs ikinci dekandaki balıkların mekânlarında bu sefer. Sizleri diğerlerinden ayrı kılan özellikleriniz ve manevi zenginliklerinize nihayet önem vereceksiniz. Ama yinede eskiye dayalı şemaları aniden kaldırıp atmayın. Manen muallakta kalmak istemiyorsanız dikkatli olmalısınız. Sizleri dolayısı ile kişiliklerinizi ilgilendiren detayları ihtimâmla muhafaza edin. Sizlere verilen yetiştirilme tarzları ve yaşamlarınızda elde ettiğiniz tecrübelere boş vermeyin çünkü onlarında sizlere çok büyük etkileri oldu, onların sayesinde yüceldiniz, kişilikleriniz ağırlık kazandılar. Herşeyi elinizin tersi ile süpürürseniz yeni yaşamlara geçiş prosesleriniz sağlıklı olmayacaklardır.. Adaletin yılında geçmişte ne ektiyseniz onu biçeceksiniz balıklar..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Dua.....
Yezit
Fitneliğinin,
Dilber
Nefsinin,
İnsanlık pazarında
Satışlarını
Mahrum et.
Satılanları
İptal et
Rabbim...
Özlem Gökdem
Yukarı
|
Çizen: Faik Murat Müftüler Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bayram için hala gidecek bir yerler bulamadıysanız bir de http://secure.bookinturkey.com/ kısa yolundaki kaynağı deneyin. Kimbilir belki hoşunuza giden ve kesenize uygun bir yer hala vardır ve sizin onu bulmanızı bekliyordur.
E-mail adresi olan sevdiklerinize ve dostlarınıza e-kart göndermek için alternatif bir site http://www.kendinciz.com/galeri/ Siz e-kart'ınızı hazırlıyorsunuz, o sizin için animasyonlu hale getiriyor. Göndereceğiniz kişinin e-posta adresini yazıp gönderiyorsunuz. Kart'ınızın nasıl görüneceğini merak edenlere izle diye bir seçenek bile koymuşlar.
Satın almak, satmak, paylaşmak ya da acaba neler var diye araştırmak isteyenlere hoş bir kaynak daha http://www.metroliste.com/Liste.jsp bu sayfada bir çok farklı il için seçenekleriniz var ama; ben bu kısa yolda sadece İstanbul için olanı sizinle paylaşıyorum. Siz sağ taraftakı il isimlerinden size uygun olanı seçin ve incelemeye başlayın.
Beni tanıyanlar ne kadar çok flash animasyon meraklısı olduğumu bilir. yine dayanamadım ve işte veriyorum. http://www.secretspy.net kısa yolunda Türkçe flash animasyon çalışmalarından bazı örnekler göreceksiniz.
Dergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün. http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
|
|
|
|
|