Eğitim Gönüllüleri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 899

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Siz buna ibadet mi diyorsunuz? Hadi canım sizde!..





Böyle tatsız tuzsuz resimlerle başladım diye aman kusura bakmayın. Ama bu koca tatili başka türlü resimlemek elimden gelmedi inanın. Bu resimlerin yanına hacda her sene yaşanan din tacirliğinin doğal(!?) sonucu hac zayiatı olarak bu dünyadan göçüp gidenlerin ezilmiş, yanyana dizilmiş fotoğraflarını ekleyin, üstüne apar topar tahliye edilen katilin vesikalık fotoğrafını koyun, altına trajikomik kuş gribi, hayvan itlafı fotoğraflarını dizin sonra da karşısına geçip bakın. İşte son dokuz günün özeti. Var mı bunun bir başka izah tarzı?

Bitmiştir, benim için kurbanla anılan bayramlar artık bitmiştir. Bundan böyle kurbanlıkların yanındayım. Elim erdiğince, dilim döndüğünce bu işin saçmalığını anlatacağım. Eğitimmiş, yasakmış hadi canım siz de... Bu kepazelikten kurtulmanın tek yolu var, o da kurban kesimini külliyen yasaklamak. Aksini düşünenlerle her platformda tartışmaya hazırım. Üstteki resme dikkatlice bakın n'olursunuz. Dana boğazlayan ana babasını seyreden 2 çocuğun ileride kız kardeşini kesmeyeceğini ya da gazete genel yayın müdürünü kurşunlayan tetikçi olmayacağını garanti edebilir misiniz? Ben edemem, o nedenle de çocuklarımı bu kepazelikten olanaklarım ölçüsünde uzak tutacağım. Gelecek kurban denilen bayramda çoluk çocuk Guatemala'ya gidebilmek için bir kenara üç beş kuruş koymaya başladım bile. Size de aynısını öneririm.

İyisi mi ben fazla konuşmadan çekip gideyim. Yarın daha sakin bir ortamda görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Laura Avadar

 Kahveci : Laura Avadar


  Rugan Ayakkabılar ''Kızlara Kırmızı Erkeklere Siyah''

Her bayramda İstanbul ışıl ışıl parlarmış. Ayaklardaki rugan ayakkabılar gibi. "Kızlara kırmızı erkeklere siyah."Ayakkabılar daha da parlasın diyerek üzerine pamukla halis zeytinyağı sürülen, takım elbisesiz fötr şapkasız dışarı çıkılmayan, erkeklerin yakışıklı kadınların güzel, Moda'dan vapura binilip İstanbul turu yapılan soluklanmak için muhallebi yenilip limonata içilen yıllardan bahsediyorum.

Farkındayım 2000'li yıllardayız artık! Yaşım 24 ama aklım fikrim annemin babamın gençliklerinin asılı kaldığı o günlerde. Keşke diyorum bazen, keşke 1960'ı gösterseydi takvimler. Herkesin birbirine saygıyla yaklaştığı, saflığın erdem olduğu, yıkılan değerler altında ezilmek zorunda kalınmadığı, bayramların bayram olduğu ve daha bir sürü şey aklıma gelmeyen. Tamam belki o zaman kot pantolonum yerine tayyör döpiyez giyecektim ama olsun değer buna. Üzgünüm anlayacağınız. İstanbul İstanbulken yaşayamadığım için. Birkaç aile fotoğrafının fonu, Sadri Alışık'lı Belgin Doruk'lu eski Türk filmlerinin seti artık özlem duyduğum İstanbul'um. Beyefendileri hanımefendileri de öyle. Hepsi geçmişte saklı. Kız Kulesi'nde iğde ağaçlarının yaşadığı zamanlara daldığım bu bayram gününde keşke iki üç kuruşa bağlı olmasaydı insan hayatı diye iç çekişimin haklı yakarışları var bir de yüreğimde.

Elimizde milyonlarca liralık cep telefonları, üzerimizde en iyi markaların pantolonları gömlekleri etekleri. Belki de giyinip kuşanınca, kredi kartıyla kurbanlık koyun inek deve her neyse aldığımızda dolar zannediyoruz içini boşalttığımız değerler. Eski bayramlarda Eyüp Sultan gezilirken artık Akmerkez'e götür beni baba, bana daha hızlı bilgisayar al baba... Diye mız mızlanıyor çocuklar... İki lokma kuru ekmeğe muhtaç. Kış soğuğunda ayakkabı yerine terlik giymek zorunda olan yaşıtından habersizce.

Rugan ayakkabılar zamanında da kurbanlar kesilirmiş. Bir yıllık etimiz son model derin dondurucu buzdolabımızda saklı dursun diyerek değil ama, et alamayan fakir fukara nasiplensin diyerek. Öyle bencilleşmişiz ki artık bayramın anlamı umursanmıyor bile. Hatta öyle bir zamanki en yakınlarımıza bile güvenmekte zorluk çekiyoruz... Yok oluyoruz, yok oldukça yok ediyoruz... Tüketim çılgınlığına kapılmış bedenlerimizle sağımızı solumuzu düşünmeden yiyoruz, içiyoruz, atıyoruz, birilerini sömürmeye çalışıyoruz...Bir yerlere bir şeylere ulaşabilmenin telaşıyla yolda yürürken çarptığımız yabancıya dönüp özür dilemeyi bile akıl edemiyoruz. Hatırlamıyoruz ya da bilmiyoruz.

Hayal dünyasında yaşamıyorum elbette. İçinde yaşadığım toplumun yabancısı da değilim. Ama her ramazanda Sultanahmet'e gidip macun yemekten, Hacı Bekir'den akide şekeri almaktan, yolda yürümekte zorluk çeken yaşlı bir kadının köşe başına kadar koluna girmekten, bir yerlerde insani değerleri yaşatmaya çalışanların olduğunu ümit etmekten ya da Salacak'tan İstanbul'u seyretmekten, kimseyi incitmemeye çalışmaktan geri durmuyorum. Bir çoklarının artık eskidi diye çöpe attığı daha bir sürü şeyi ısrarla yapıyorum.
Bir nevi antikayım. Bu Kurban Bayramı'nda İstanbul'da kimse rugan ayakkabı giymedi belki. Zeytinyağlı pamuklarda hazırlanmadı. Olsun birisi onları hatırladı ya, sanırım yeter bunu bilmek İstanbul'a...

10 Ocak 2006 "Kurban bayramının ilk günü..."

Laura Avadar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Her Kardan Adam Olmaz

Hepsi bir başka hayallin habercisiydi. Tasvirlik bir insan değildi ama inadına tasvirlerdik benliğini. Uzak diyarların gerilla yalnızlıklarında hiçbir kuzunun dinleyemeyeceği çoban türküleri mırıldanırdık. Sonra gittik herkes kendi köyüne gitmek için toplantı tahtta bavulunu ama herkes bir başka toprak parçasında kağıt parçaları için mücadele yolculuğuna çıktı.

Ben gitmedim hiçbir yere… gitmeye de pek niyetim yok hala kırık türküleri söylüyorum. Kuzların dinlemediği ve bilmediği çoban türküleri dudaklarımda… hiç unutmadım sevdiklerimi herkesi bir parça daha kucaklamak için kaldırımlara itina ile basıyorum…

Bazen bir kamyoncu kisvesine bürünüyorum direksiyon sallamıyorum sigara içip asfalt yollara çıkmıyorum ama duygu nakliyesi yapıyorum. “Gönülden Gönüle Duygu nakliyesi yapılır” dikiz aynasının üstüne “liselim” yazmıyorum ama özlüyorum lise yıllarımı…

Her kardan adam olmayacağını öğrendiğimde 19 yaşındaydım. Hayatın poyrazına korunmasız bir şekilde itildiğimde zindan gecelerin katranını kendime yorgan yapıp kamyonuma binip hayal nakliyesi yaptığımda yeni çıkıyordu yüzümdeki sakallar.

Çocukken Kar yağardı şehre ve ben bi koşu dışarı fırlardım. Önce camdan dışarı bakar gelinlik giymiş şehri izlerdim sonra anemin izin vermesi için dua eder gider izin isterdim sonra onun klasik nasihatlerini dinlerdim pek dinlemezdim aslında sadece duyardım. “sakın üşüme eldivenlerini tak ,kardan adam yapma üstüne düşer…” ben inadına her seferinde eldivenlerimi çıkarır avuçlardım karı… Sonra karlarda yuvarlanır üstümü başımı beyaza belerdim. Kendimi pudraya batırılmış kakaolu bir kek gibi hissederdim… sonra karları yuvarlayıp onlardan küçük çığcıklar meydana getirmeye çalışırdım…

Avuçlarımda birleşmezler ve durmadan dağılırlardı o zaman bi anlam veremezdim neden bir araya gelip bi adama dönüşmediklerine şimdi yeni yeni anlıyorum “Her kardan Adam olmayacağını”

Geçtiğimiz günlerde öyle bir ışıldıyordu ki bulunduğum şehirdeki kar. Dayanamadım yine çocukların yanında aldım soluğu. Kızakları vardı hepsinin, kimisinin ki leğen kiminsin ki orijinal kızak. Tepeden aşağı bıraktım kendimi. Penceredeki kadınlar ve yoldan geçen adamlar bi şaşkınlık içinde bana bakıyorlardı ama kimin umurunda..!! hem daha büyümedim bir baksanıza avuçlarıma... Bana bakanların aklından geçenleri okuyabiliyordum “Koca adamın yaptıklarına bak, üniversite öğrencisi olmuş ilkokul çocuklarıyla oynuyor…” benim çokta umurumda sanki… çocukluğum tutmuş bi kere kızağı alıyorum bayırdan yukarı koşuyorum sonra biniyorum üstüne aşağı doğru ccccccciiiiiiiiiiivvvvvvvvvvvv….!!!! süper eğlenceli düşenler karlara belendiğinden gülmek serbest düşünce canın da acımıyor.

Karı aldım hafifçe elimle yokladım. Çocuklar bi koşu etrafıma toplanıp kardan adam yapalım dediler. Henüz öğrenememişler “her kardan adam olmayacağını”…

Onların yaşındayken bende bilmezdim sonradan öğrendim. Aldatılmayı da, yalnız kalmayı da, her gördüğüm insanın adam olmadığını da sonradan öğrendim. Belki ben biraz geç kaldım ama umarım onlar daha çabuk fark ederler her şeyin kar kadar temiz ve berrak olmadığını…..

Bazı şeyler için hep boşuna mücadele ederiz. Bir ömür boyu düzeltmeye daha iyi iyisini yapmaya şekil vermeye çalışırız. Bu bir çok şey için geçerli…

Her kardan adam olmadığını ve adam kılığında dolaşan insanların bulunduğunu anladığınızda başlıyor hayatınız….

Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Elçin Koçlan


Gizli Yara

Beynimde birbirinden bağımsız binlerce kelime bir sıraya koymamı bekliyorlar. Sıraya koyup halimi anlatmamı. Oysa ben yapamıyorum. Hangi kelimeyi kaç defa yanyana koyarsam koyayım yine anlatmıyor beni, bendeki bensizligi..

Nerde ve nasıl bir yanlış yaptım ki bir ömür kanayan bir kesik attım göğüs kafesime.. Hatayı nerde kaç kez tekrarladım ki adını "pişmanlık" koyuverdim.. Hiç görülmüşmüdür sargı bezi istemeyen yara? Gün ve gün.. yüzünü gördükçe, yüzüne bakamamak.. sesini duydukça derin bir nefes alarak dişlerimin arasından sesimi savurarak "burdayım, dinliyorum" diyemedim bir solukta.. yanyana duramadık bile, mümkün oldukça.. yada iki yabancı gibi karşına geçip konuşamadım duygusuzc, öylesine..
Başardım belki, yabancı gibi davranarak yalancı oldum, kayıtsız kaldım tüketerek içimdeki tüm iyi niyeti..

Günler geçtikçe kayboldum, yabancılaştım kendime.. her mevsime girerken mutlaka seni andım. Ya hüzünlü bir anda yada umudun tam ortasında yüzünü düşledim hak edene, yada hak etmeyene ihanet ederek kendimce. Cezalandırdım seni düşünerek ruhumu, ruhumun bir diğer yanını.
Yalanladım sonra, kendim bile inanarak yalanıma. Ben kayboldukça sen büyüdün..
Kimse bilmez bir yaraya hergün nasıl neşter vurulur. Bir yara nasıl hergün parmakla deşilir haince ve hunharca.. kendim kendimi nasıl cinayette kurban seçerim. Sonra nasıl kendim kendimi katil bulur idam ederim. Kimseler bilemez, bendeki caniyi, bendeki sahipsiz makdülü kimseler göremez.
Oysa kendim seçmemiş miydim bu oyunu? Oyunda kaybedeni oynamayı ben istememiş miydim? Öyleyse niye isyan ederim durup durup.. niye suçlarım ben dışandaki herkesi?
Kaybolmuşum sorular ve beğenmediğim cevaplar içinde..
başım yanıyor avuçlarının içine dayayıpta kahrolamayan, sessiz sedasız duvarlara çarptığım başım..
Bir resim gibisin, gülümsemeyen öylece duran bir karede.. parmaklarım rendelenir habersiz gelişinde, ayaklarım buz keser canım yanar bir el gibi çekip her gidişinde. Nerde o eski sıcak aralık ayı? Ayazın vardı güneşin anlıktı, karanlıktım öğlen vakti bu son görüşümde..

"Benim kalbim bir başkasına emanetti, ben ise inatla kalbine taliptim.."
Şimdi ne zor gelir gizli bir yaraya kapan, kabuk tut demek.. ağlamaya kahrederek düşlere umutlara saklanıp "başımın üstüne bu imkansızlık" diyip diyip iç çekmek.. özgürlük kadar güzel, küsmek kadar nazlı.. sen siyahım, sen gölgem..
En başından kaybedilmiş savaşım, adını koyamadığım.. koyamadığım son noktayı elveda.. yazmayı birtürlü beceremediğim şiirim, tek cümlelik romanım, boş çerçevede gülümseyenim elvada.. uzak ülkelerden dönüşüm, kalabalıklar içinde bulduğum tek tanığım.. yarım kalmış her cümlem, şarkım elveda..

Giderim şimdi aynı yerde kalıp, senden en uzağına..

Elçin Koçlan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Mehmet Sağlam

 Kahveci : Mehmet Sağlam


  DİNLENME TAŞI

Taş, geçmiş tüm kültürlerde insanı yaşama bağlayan bir iksirdi adeta. Tapınaklar, su yolları ve çeşmeler taştan yapılır; herkes taş evlerde yaşar, kara taşla döşenmiş yollarda yürürdü. Taş ocaklarında çalışan erkekler ekmeğini taştan çıkarır, çocuklarına değirmentaşında öğütülmüş undan yapılan taş ekmek yedirir, sofralarından taş sarımsağını eksik etmezlerdi. Kadınlar aynataşına bakarak yüzlerine taşpudrası sürerdi. Ve onlar taş üstüne taş koymadan musalla taşına konulmak istemezlerdi.

Yaratıcılık, kabataşları sanat eserlerine çevirmekle gösterilir; taş ustalarına verilen değer, hastaları taşkıran otuyla iyileştiren hekimlerden daha az olmazdı. Taşı gediğine koymak için içinde taşın adı geçen kinayeli sözler söylerdi hatipler ve eleştiri için taşlamalar yazardı söz ustası şairler. Yıldıztaşlarıysa çocukların hayal dünyasını süsler, pamuktaşı dendiğinde akıllarına yumuşak taş yastıklar gelirdi.

İnsanlar ya taş kalpliydi, ya yüreğine taş basardı; taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlüydü ve çoğu yürekten “arka taş” (arkadaş) idiler... Kendilerine “taş arabası” dedirtenler de vardı tabii... Onlar da çakmaktaşı ve benzinle çalışan çakmaklarla sigaralarını yakardı taşbebeklerin.

Ya o taş kumbaralar... İşlek caddelere yerleştirilen o taştan küpler... Durumu iyi olanlar ceplerindeki bozuklukları içine atar, ihtiyacı olanlar gelip ihtiyacı kadarını alırdı; birer yardım fonu gibi çalışan taştan, sahipsiz, bekçisiz bankalardı onlar... Bugünkü taşyürekli insanlığımızın beş para etmezliğini yüzümüze birer sille gibi çarpan merhametli gönüllerin taştan abideleri...

Dinlenme taşları da vardı. Kaba sabaydılar, estetik değerleri yoktu; ama insanın insana verdiği değerin çok ince birer simgesiydi her biri. Atı, eşeği olmadığı için binektaşına gerek duymayan; fakat aldığı yükleri sırtında taşıyan hamalların yorgunluklarını bir nebze azaltma duraklarıydı onlar. Cadde ve işlek sokaklardaki uygun köşelere yerleştirilen blok taşlar... Boyları göbek hizasında olurdu, hamallar taşa sırtını dönerek, taşıdığı yükü fazla çömelmeden indirip azıcık soluklansın diye.

Fakat binlerce yıldır içinde yoğrulduğumuz bu sevecen ve özverili kültür havzasındaki kilometre taşlarından öylesine berbat birine, o kadar yorgun, öylesine perişan bir hâlde vardık ki, bize dinlenme taşı gibi yeniden soluk kazandıracak arkataşlara hiçbir dönemde bu kadar ihtiyaç duymamıştık! Önümüzde, yanımızda, arkamızda duracak, dilimizden düşmetecek taş gibi dostlar... Ama sanki taşın yerini başka şeyler aldıkça, arkataşların da, arkataşlıkların da kimyası bozuluyor, buzultaşına dönüşüyorlar.

Testici işin “püf noktası”nı bilmezse, yaptığı kilden testiler ya kırılgan olur ya da iyi soğutmazmış suyu. Acep bizler de arka-taş ustalığının o gizli sanatını, o hayati üflemeyle oluşturulan kabarcığın nasıl yapıldığını mı unuttuk ki birbirimize bu denli zayıf kumtaşlarından köprülerle bağlandık... Terkedişlerimiz, silbaştanlarımız, yazbozlarımız bu sebepten mi çoğaldı acaba? Köprülerimiz bu yüzden mi çarçabuk yıkılıyor böyle? Neden böylesine göçebe; bir yere, birilerine ait olma fikrine niye bu kadar uzak kaldık dersiniz...

Yoksa yaşamın püf noktasını mı unutuyoruz gitgide... İnsan olmaktan mı usandık yoksa... N’oluyor, n’oluyoruz?... Biz hangi limandan demir aldık, hangi denizdeki hangi dalgalarla boğuşuyoruz, farkında mıyız acaba? Bilinmedik diyarlara, azgın sulara neden böylesine iştahla yelken açtık ki? Taş neden yerinde ağır değil artık?

Yoksa buna mecbur muyuz; yoksa bu mu insan; yoksa bu mu yaşamak; yaşamın tadı bu arayışlarda mı saklı yoksa? Bir ırmakta iki kez yüzemediğimiz, yüzmek istemediğimiz için mi tüm bunlar? Yoksa hepsi bir geçici heves mi, imreniş mi? Taş devri bitti mi, tükendi mi arkataşlar, dostların dikilitaşlarını dikme devri mi başladı ne?...

Neyse ne!... Taş çatlasa, verilecek cevaplar birer “evet” veya “hayır”dır artık. Sizi bilmem... Ama bana dinlenme taşı gibi bir arkataş gerek!

Mehmet Sağlam
mehmetttsaglam@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Betül Ayhan

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


  Kendim için

İçinde "en son ne zaman"la başlayan bir sürü soru olan bir reklam vardı, hatırlar mısınız? Reklamcılıktan anlama kapasitem sıfırın epsilon komşuluğunda (hatta epsilon da çok küçük bir sayı) olmakla birlikte, çok beğendiğim bir reklamdı. Petrole bulanmış kuşun olduğu kareler gibi, bir çok karesi beynime yerleşti. Hiç unutmadığım sahneleri yağmurlu bir havada bir kese kağıdından yere dökülen kırmızı elmalar ve kaldırıma oturmuş buğulu gözlerle gökyüzüne bakan kızcağız. Reklamı her seyrettiğimde bir iç hesaplaşmaya götürmüştür beni. En son ne zaman kendim için birşeyler yaptığımın muhasebesi kaplamıştır içimi.

Hepimizin uğruna yaşamayı seçtiği ve uğruna yaşamak zorunda olduğu insanlar, inançlar veya hedefler var. Çoğunlukla seçimlerimizden fazla zorunluluklarımızla, zorunluluklarımız için yaşıyoruz. Zamanla kimi seçimlerimiz zorunluluklarımız oluyor. Ve inanılmaz bir kaos başlıyor, baş döndüren bir döngüye giriyor hayatlarımız. Bu döngüde yaşayıp giderken, birden hayatı stand-by yapıp, karşısına geçip seyrettiğimizde farkedebiliyoruz döngünün hızını ancak. Hayatı stand-by yaptığım böyle zamanlarda bir süre öyle kalmasını istiyorum. Öylece kalsa ve ben bir süre hiçbirşeye dahil olmadan sadece seyretsem hayatı... Olmuyor tabiki. Zamanın durdurulmaya tahammülü yok. Ben ne zaman durdurmak istesem, o inadına daha hızlı akıyor. Televizyonda izlemek istediğim programın saatini unutuyorum, otobüs benim durağımdan o gün erken geçiyor, gazete ve ekmek erkenden tükeniyor bakkalımda, hava daha erken kararmaya başlıyor. Ve nedense ben durup seyretmek istediğim her zaman diliminde daha hızlı koşmak zorunda kalıyorum. Programı kaçırmamak için saatini telefonuma kaydediyorum, otobüsü yakalamak için evden daha erken çıkıyorum, ekmek ve gazetemi bir gün önceden ayırtıyorum. Derken beni mutlu etsin diye seçtiklerime endeksli yaşamaya başlıyorum. Bunu da ancak bir sonraki stand-by da farkedebiliyorum. Alın size döngü...

En son ne zaman hayatınızı stand-by yaptınız? Hangi seçimlerinizin zorunluluklara dönüştüğünü en son ne zaman gözden geçirdiniz? Hangi sevinçleriniz hüzünleriniz oldu? Hangi ödülleriniz zamanla sizin için bir cezaya dönüştü? Peki en son ne zaman kendnizi ödüllendirdiniz?

Zaten ödüllendirme özürlü bir milletiz biz. Beynimizin bu yanı biraz defolu. Yapılan hataların faturası hemen kesilip, ceza reçetesi hemen yazılır. Kimse birşey demese kendimiz yazıveririz hemen. Keşke'lerin listesi hemen dökülür, eskiden kağıda, şimdi bir word dökümanına. Ama iyiki'ler, aferin'ler nedense beklemede kalır, ya da içinden söylenir.

Belki de buna inat, ben sık sık ödüllendiririm kendimi. Bir hatamdan ders aldığımda, bir paradoksun içinden çıkamadığımda, hayatın kendisinden sıkılıp zap'lamak istediğimde, kendimi ödüllendirmek için bir neden bulamadığımda ödüllendiririm kendimi. Bu ödül genelde bir kitap, bir kaset ya da bir CD olur. Asla bozulmayacak, bozulsa da atılmayacak birşeyler yani. Kapağına da günün anlam ve önemini belirten, sadece benim anlayacağım bir not düşerim. Geri dönüp baktığımda bu not "bak onlar geçtiyse bunlar da geçer" gücü verir bana. Zaten genellikle "bu bende mutlaka olmalı" türünde kitap ve CD leri almayı böyle zamanlara ertelerim. Böylece hem para harcamanın hem de çok istediğim birşeye sahip olmanın mutluluğunu birlikte yaşarım. Bir güzel hediye paketide yaptırınca harika hissediyor insan kendini. Sanki dünyanın merkezinde ben varmışım da, tüm dünya benim etrafımda dönüyormuş gibi. Anlaşıldığı üzere orta ölçekte bir megolomanım:)) Böyle kendime hediyeler alınca megolomanim daha bi nükseder.

Bugün yine ödüllendirdim kendimi. Bu sefer kendimi ödüllendirecek bir neden bulamadığım için ödüllendirdim. Bahane hazır: Yeni aldığım elektronik kredi kartımı test etmek. Ne biçim teknoloji düşmanıysam, sanal kahvemden sonra birde sanal kredi kartım var artık. Neyse, bu başka bir tartışma konusu.

Sanal şubeme gidip, sanal kartımın limitini arttırdım ilk iş olarak. Ordan doooooğru sanal bir markete, alış verişe... O reyon senin, bu reyon benim oraya buraya tıkladıktan sonra kitap-CD reyonunda alıcı gözle bakınmaya başladım. Sanal alış veriş acemiliğide var serde, onu sepete at, yok olmadı bunu çıkar, şundan da alalım, ötekini bırakalım derken, o ne! Everest diyo, hemde CD. Ay bunun filmi varmıymış!? Yok film değil belgeselmiş bu yahu. Sepeti oracıkta boşaltıp bir CD alıp çıktım marketten. Kart bilgilerini doldururken kendimi süper üstü marketlerden birinde (adıda var ama söylemicem, reklam yaparsam editör kızar belki:) ), kocaman alış veriş arabasının içine bir CD koyup kasaya doğru yürürken hayal ettim. Sizde hayal edin, çok komik oluyor:) Neyseki kasiyerle gözgöze gelme riski yok burada. Bir güzel hediye paketi de yaptırdım kendime, fıstık gibi oldu. Reel CD'im birkaç güne kadar elimde olacakmış. Ben şimdiden yorum yapayım, çok beğeneceğim.

Peki siz en son ne zaman ödüllendirdiniz kendinizi? Hadi bugün kendinizi ödüllendirin. Gün sizin için kaçta başlıyor bilmiyorum ama günün başladığı saatten uyku saatine kadar kendiniz için birşeyler yapın. Uzun zamandır görüşmediğiniz, sesini duyunca mutlu olacağınız birini arayın. Yemeğe sevdiğiniz biryere gidin, ya da evde oturup sevdiğiniz bir filmi tekrar seyredin. Birilerine sarılın, sadece kendiniz için dua edin. Sahilde yürüyün, deniziniz yoksa sevdiğiniz bir caddede dolaşın. Ne olduğu farketmez, sadece kendiniz için bir şeyler yapın. Bu şeyi ya da şeyleri yaparken içinizden "bu sadece benim için" diye bağırın. Kendinizi dünyanın merkezinde hissedeceksiniz, benden söylemesi.

Sevgiyle...

BeT


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,207,207,207,207,207,207,20
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
2005'e dönük yüzü ile halen nostaljileri oynayan ocak ayının azizliklerine ne kendinizi ne de ruhunuzu kaptırmayın koçlar. Aşklarda olsun sosyal ilişkilerinizde olsun hemen anında parlamayın. Sunulması muhtemel profesyonel önerileri dikkate alın çünkü sizleri yüceltecek kapasitede fırsatlar onlar.

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Haydi çoşun artık boğalar.. Beklenmedik tekliflerin gündemlerinize oturacakları dönemlere girmek üzeresiniz. Sürprizlerin ve değişimlerin odağı olacaksınız. Geçen hafta size yapılan bir yolculuk önerisine cevap vermediyseniz fazla geç kalmayın derim. Kısmetlerinizi körletmeyin...

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Herşeyi aynı anda çevirme ve insanları yönlendirme huylarından vazgeçemeyen ikizler enerjilerinizi heba etmeyin artık.... Disiplinli hareket etmeli toleranslı olmalısınız. Haftanızın mesajını iyi algılayın çünkü önünüzde sizleri bekleyen gerçekten güzelim fırsatlar var.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Geçen haftanın ağır aksak seyreden sosyal ilişkilerinden sonra yeni haftanızda daha şanslı ve rahat sayılırsınız. Başarıların burçlarınıza adeta yerleşecekleri haftalara girmektesiniz. Ortaklaşa alınacak kararların arifesinde mutlaka vizyoner olmalısınız.

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
İletişimlerin aslanlar için muazzam önem taşıyacakları bir dönemin eşiğindesiniz. Pata küte girişimlerden daha çok uysal ve anlayışlı davranışlarınızın etkili hatta kalıcı olacaklarını unutmayın. İlişki kurmak istediğiniz insanlarla aranızda husumetler olmuş olabilir aslanlar. Zamana ve gücüne güvenin...

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Yeni aktivitelerin sizlere çok sevdiğiniz heyecanları getirecekleri haftanızda inandırıcılık kâbiliyetinizi çekinmeden kullanacaksınız. Medya ile ilgili olabilecek bu yeniliklerin sonuna kadar gitmelisiniz. İşlerinize evvelâ olmazsa olmaz randevuları almakla başlayın başaklar.

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Geliştirmekte olduğunuz bir projeniz sizlere mekân değişimlerini de beraberinde getirebilecek teraziler. Her ne kadar stres yaratıcı olsa bile böyle bir değişimin olumlu getirilerini düşünmelisiniz.. Finanslar da ise gereğinden fazla riske girmenin şimdilik bir anlamı yok elbette.

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Ortak veya yardımcılarınız ile yeni atılımlara dönük fikir teatilerinde bulunacağınız gündemi oldukça yüklü bir hafta sizleri beklemekte.. İkili ilişkilerde ise daha sabırlı ve anlayışlı olmaya gayret etmelisiniz. Komünikasyonlara adanacak haftanızı iyi kullanın akrepler..

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Atılımlarınızın sizlere başarıları getirecekleri şans dolu bir haftadasınız yaylar. Yine de temkinli olmanızda yarar var. Acele işe şeytan karışırmış sözünü bir köşeye yazın.. Paralarınıza sahip çıkın gereksiz yerlere harcamaların ilerde pişmanlık getireceklerini düşünmelisiniz.

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Müthiş hareketliliklerin haftanıza yerleşeceklerinden emin olun oğlaklar. Altın değerinde günler ruhlarınızı baş döndürücü danslara davet edecekler.. Ciddi ve ağır başlı oğlaklar gitmek üzereler... İçinizi dürtükleyen tatlı ve bir o kadar da deli duygulara karşı koymanın anlamı yok çünkü onları siz çağırdınız oğlaklar.. Yeniden doğun...

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Rahat olun kovalar, gereksiz yere kendinizi sıkmanın ne anlamı var ki... Ocak ayının bocalamalarından etkilenmektense herşeyi şimdilik oluruna bırakmayı deneyin. Ailelerinize yaklaşın ve sıcacık duygusal akışların baş aktörleri olun. Sevgi olup taşın kovalar pişman olmayacaksınız..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Yepyeni oluşumların arifesindesiniz balıklar. Sürprizler ve beklenmedik karşılaşmaların haftasında geçen senelerden kalan son çitleri de söküp atmanın tam fırsatı işte.. Hür olun ve beyninizden başlayın reformlara.. Yeni yılda hayat sizleri düellolara davet etmekte unutmayın. Hele şu ocak ayı geçsin kısa zamanda farkına varacaksınız

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,507,507,507,507,507,507,507,50
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


AKŞAMÜSTÜ RUH HALİ

Beş çayının kızıllığında
      sere serpe yatıyorken
            güneşin altında;
Sıra şimdi yemek planlarına geldiyse,
      ve yemekten sonra enerjini nasıl atacağına,
Kitap okunmaz artık…

Yeşil gözlerinle daldığın hayaller,
      denizin en derin yerinden
            kum çıkarmak kadar
                  zor-laş-mış-sa;
Gün yavaş yavaş akşama çalarken
      sabah sessizliğindeyse aklın,
İçten içe bunalmış,
      ettiğin yeminlere sövüyorsan
            -Bilinçlice ama-
Kitap okunmaz artık…

Yazmalar zamanıdır şimdi:
      yeni oyunlar,
            kelimeler,
                  yeni hevesler gibi
Yazmalar zamanıdır şimdi:
      silgisiz,
            edeplice…

Öykü Özü

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Flash animasyon meraklıları için bedelsiz çalışma taslakları. http://www.brainybetty.com/free_swish.htm ...Free swish Source Files: (You will need the Swish program to modify these...) Swish is an absolutely awesome program I began using a few years ago to create and modify Flash files...

Messenger veya ICQ kullanıcıları için bol miktarda malzeme bulunan http://www.messengermods.com web sayfasını tavsiye ediyorum. Bence şöyle bir göz atın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Hani 70'li yıllardan beri tanıdığımız, ( ben daha öncesini bilmiyorum ), Cin Ali isimli bir M.E.B. kadrolu süper kahramanımız vardı? Anlayanların yüzlerindeki gülümseme ifadesini tahmin edebiliyorum. http://www.stickpage.com/ kısayolunda bizim Cin Ali'ye rakip bazı elemanlar mevcut. Hatta aralarında film çevirenleri bile var. İnanmayorsanız buyrun kendi gözlerinizle görün.

Animasyon severlere bir kaynak http://www.atomfilms.com/ birbirinden ilginç animasyonlarla ve sinema kalitesini aratmayacak nitelikleriyle sağlam bir kaynak. Özellikle flash meraklılarına küçük ninja'yı tavsiye ediyorum.

KAHVE MOLASI DERGiSiNi ON-LINE SATIN ALABiLiRSiNiZDergimizi ve fincanlarımızı On-Line satın alabileceğiniz bir adres. Weblebi.com'dan ürünlerimizi indirimli ve/veya taksitli olarak almanız mümkün.
http://www.weblebi.com/Default.aspx?Pt=32&Did=TAEZF9ohYPyGkqxpFCS-1A&Sid=1

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PhotoFiltre 6.2.0 [1,54 MB] Windows Free
http://photofiltre.free.fr/utils/pf-setup-en.exe
Photoshop ayarında diyeceğim müdavimleri kızacak biliyorum ama bu işi profesyonelce yapmayanlar için biçilmiş kaftan. Harika ve kullanışlı bir resim editörü. Hem de bedava. Yapabildiklerini gördükçe şaşıracaksınız. Plug-in ler sayesinde benzersiz bir programa dönüştürmek olası. İlla Türkçe olsun diyenler için Türkçe dil seçeneği bile mevcut. Uzun süredir kullanıyorum, yeni versiyonu çıkınca sizinle tekrar paylaşayım istedim. İstisnasız herkese tavsiye ediyorum.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060116.asp
ISSN: 1303-8923
16 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com