Eğitim Gönüllüleri



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 901

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 18 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Türkiye'nin ilk ve tek adrese teslim günlük e-gazetesi!..


Merhabalar

Kavga gürültü içinde 900. (yazıyla dokuzyüzüncü) sayıyı geçtiğimizi farkedememişim. Dile kolay 901 gece geç saatlere kadar oturup sizlere güzel bir şeyler hazırlamaya çalışmışım. Bunu zaman zaman söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim. Aramıza yeni katılan arkadaşların bunları bilmesi gerek öyle değil mi? Ukalalık değil, benimkisi çocuğuyla gurur duyan bir babanın her fırsatta lafı döndürüp dolaştırıp çocuğuna getirmesi gibi birşey. Sizleri karşılayan sayfaya geçtiğimiz tatilde bir slogan koydum farkındaysanız. "Türkiye'nin ilk ve tek adrese teslim günlük e-gazetesi". Birkaç tane sevimsiz eleştiri almadım değil. Aldım ama sonra düşündüm, yalan dolan değil söylediğim, aksine düpedüz gerçek. Öyleyse göğsümü gere gere söylemeliyim dedim. Bazı yayın organları yok saysa da hergün yaklaşık onbin çift göze ulaşan bir Kahve Molası bu. Bununla böbürlenmeyecek babayiğit var mı aranızda sorarım:-))) Aman ha yeni bir kavga konusu çıksın değil maksadım. Sadece bu vesileyle duygularımı paylaşayım istedim sizlerle.

Gene geç oldu. Ben bizim emektar pikaba bir Grup Gündoğarken şarkısı koyup çekileyim. İstanbul Atina İstanbul albümünden, Ağlıyor İstanbul. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Mehtap Yıldız (2)


MAVİ

Uzaktı, tarifsiz bir boşlukta öylesine yaşıyordu sanki. Yaklaşmıyorlardı yanına. Yaşamak olduğuna inanmadıkları yaşamın kahramanı kilitlenip saatlerce bir noktaya, dalıyordu usulca. Kimse dürtüklemezdi, yaşama dönsün diye kimseler varmazdı yanına ve o usulca dalardı dünyasına.

Kilitlenip baktığı nokta mavi olurdu hep, mavi dünyasının kapılarını açan mavi bir anahtar misali. Gözleri o küçücük noktayı alıp her yeri maviye boyayınca, o, su içinde bulurdu bedenini ve çekerdi dip, kayardı usulca. Öylesine güzeldi ki bu, öylesine tanıdık ve öylesine hoş geldindi ki, daha, daha hızlı kayabilmek istiyordu. Ve bir an önce erebilmek vuslata. Mavi mavi varlıkları vardığı yerde onu, kocaman açıp kollarını sarılmak için onu beklerlerdi. Artık sonuna varmışken yolculuğunun kolları açılırdı mutlulukla. Vuslat işte tam o anda…

İnsanların yaşadığına inanmadıkları yukarıda nasıl konuşmuyorsa onlarla burada da konuşmazdı mavi varlıklarla. Yukarıdakilerle konuşmazdı çünkü anlamazlardı onu, anlatamazdı onlara. Oysa dipte, zirvede, konuşmazdı çünkü gerek yoktu gözler, bakışlar yeterdi anlatmaya. Bu anlar öylesine güzeldi ki, mavi gibi derin, mavi gibi romantik, huzurlu ve yine her şeye rağmen, tüm huzura ve mutluluğa rağmen, mavi gibi düşlerinin peşinde.

Zaman doldu usulca. Usulca çünkü kimsecikler dürtüklemezdi onu. Vedalaşıp ayrıldı maviden, yavaşça çıktı açığa ve öksürdü nefes alamıyormuş gibi bir kez daha. Bir balıktı, çıkınca maviden nefes alamayan bir balık gibiydi. Soluksuz kalmakta olsa sonucu, dönüş kendi seçimi. Dönmeliydi çünkü kendine biçip giydiği düşleri beklerdi. Konuşmaz, kalktı ayağa yöneldi odasına.

Annesi çok severdi onu, konuşmasa dalıp gitse de çok severdi. Taşındıkları zaman yeni evlerine bir de oda ayırmışlardı ona. Seçmesi için odanın rengini bir sürü boya kovası dizmişlerdi etrafına. Bakmamış, görmemiş sanki diğerlerini de, en uzakta olan maviyi göstermiş ufacık elleriyle.Mavi oldu odası, yıllar sonra hala mavi.

Girip odasına kapatıp kapısını, açık mavi masasının üstüne bıraktığı ve kimselerin göremediği koyu mavi defterini aldı eline. Açmadan bekledi biraz. Dua okuyormuşçasına baktı yukarıya ve kapatıp gözlerini bir düş üfledi havaya. Üfürülmüş düş çıkıp kızın dudakları arasından sızdı defterin arasına. Kız açtı defterini. Her düşle bir yaprak daha çoğalan defterini açtı ve sevinçle baktı yeni yaprağa. Yeni bir yaprak, yeni bir alternatifti Yazgı Tanrıçasına.

Yazgı Tanrıçası insanların yazgılarını işlerdi mavi kapaklı beyaz yapraklı koca defterine ya da kız böyle inanırdı. İnanıp düşlerdi yine. O kadar çok insan vardı ki dünyada Tanrıça yorulmuş, sıkılmıştı artık. Üstelik yorgunluğu yaratıcılığını kaçırmıştı uzaklara. Yazamıyordu Tanrıça, ne yazsa olmuyordu. Silip silip yeniden yazdığı insanın yazgısı da bir kez daha silinmeyecek şekilde tamamlandıktan sonra bir 'oh' dedi. Ancak yarım bir 'oh'tu bu boşunaydı aslında. Öyle ya daha bekleyen çok yaprak çok insan vardı halihazırda. Usulca, istemeye istemeye açtı sonraki yaprağı. Tesadüf bu ya bizim mavi dünyanın mavi saçlı kızına gelmişti sıra. Tanrıça bir resmine baktı kızın bir de beyaz sayfasına. Baktı olmuyor gelmiyor yaratıcılık bu yana. Ne yapmalı, ne yapmalı?

Kız defterini açmış öylece bakıyordu sayfalara. Sıkıldı. Bir şey yapmalı, bir şey yapmalı! Bu kez denemediği bir şey yapacaktı. Heyecanla uzandı çekmecesine, açıp, aldı kırmızı iplerini bir de masasından koyu mavi defterini. Oturup yere iplerini koydu köşeye ve açıp defterini baktı sayfalarına. Baktı ve koparıp defterden her bir sayfayı sağ alt köşesine bir delik açtı. Her delikten, eşit boyutlarda kesilmiş kırmızı iplerinden birini geçirip bir ucunu bağladı. Yalnız kalan diğer uçları da alıp eline uçun dedi düşlerine. Gözleri mavi düşler birer birer havalandılar. Serbest bırakıldıklarını sandılar. Ama kız, sıkı sıkı tutuyordu ipleri, giderlerde yalnız, kimsesiz kalır diye sıkı sıkı…

Kız düşlerini uçururken üzerinde, yaratıcılığı uzaklara kaçmış Yazgı Tanrıçası, belki bir ilham verir diye, görmek istedi kızı ve geldi görüntü gözlerinin önüne. Baktı ve şaşırdı. Baktı, acıdı ve sevindi. Acıdı yalnızlığına, ip uçlarını sıkıca tutuşuna. Sevindi sonra bakınca gözlerindeki mavi huzura ve yardım etmek istedi ona. Tam bu anda uzaklardan hızla, titreyerek geldi yaratıcılığı ve sıkıca sarıldı Tanrıçaya. Tanrıça alıp onu bağrına bastırdı, yayılmasını bekledi beynine ve parmaklarına. Eksik olanda katılınca kalana gülümseyerek uçtu kızın yanına. Aldı ellerinden kırmızı iplerini başladı birer birer serbest bırakmaya. Kız korktu, koyu mavi bir yaş düştü sol gözünden. Tanrıça hızla bıraktı düşleri sonsuzluğa ve kızın yanağından düşmeye yeltenen göz yaşını yakalayıp dudaklarına götürdü. Usulca araladı dudaklarını ve bıraktı girsin diye içeri. Yaş inatlaşmayıp boyun eğdi Tanrıçaya ve daldı aralığa. İşte tam o anda kız balık oldu, yüzdü mavide. Kuş oldu, uçtu mavide. Sonra gece oldu yapıştırıp tenine parlak pullarını çöktü yeryüzüne. Mavi ne varsa, mavide ne varsa oldu kız.

İnanıp Yazgı Tanrıçasına düşledi işte. Oysa ne mavi varlıklar vardı ne gözleri mavi düşler ne de bir Yazgı Tanrıçası. İnandıramadı kimseleri. Ağzından çıkan abuk sabuk sesler inandıramadı kimselere gerçekliğini.

İnanmayıp yalnız bıraktılar, yaşamadığına emin oldular ve dürtmediler onu. Hiç bakmadılar gözlerine. Oysa bir düşü vardı. Olması olası bir düşü vardı; ölünce denize atsınlardı onu, maviye atsınlardı. Ama anlatamadı işte ve yumunca son kez gözlerini, alıp cansız bedenini gömdüler karanlığa. Oysa hiç siyah yoktu mavi dünyasında.

Mehtap Yıldız
Osmangazi Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,506,506,506,506,506,50
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Pınar Keşkek Korkmaz


İSTANBUL

Ben İstanbul'da doğdum... Ailemin tanımadığım diğer 7 kuşağının doğduğu gibi. Şişli' liyim... Her ne sebeptense bana nereli olduğum sorulduğunda "İstanbul!" der demez , "Yok canım, kökenin farklıdır" diyorlar. . Değil ama... Ben bal gibi İstanbul'luyum...

İstanbul'lu olmak bu kadar inanılmaz mı?

Kimse İstanbul' lu olamaz mı?

İşte buradayım ben... Tüm bunlara inat gibi!

Ben doğma, büyüme ve yaşama İstanbul' luyum... Üstelik böyle devam etmesi için de elimden geleni yapıyorum...

Dert yanıyorum bazen ondan. Kalabalığından, gürültüsünden, kirliliğinden, düzensizliğinden... Söyleniyorum ama yine de onunlayım...

Bazen kaçıp gitmekten bahsediyorum, bazen bunu gerçekten çok istiyorum. . Başka bir şehre gitmek, orada yeniden hayat kurmak, düzen yaratmak çok cezbedici geliyor. Daha güzel bir şehre, daha temiz şehre, daha sanat kokan bir şehre... Çılgınlar gibi Floransa tutkunuyum. . İstanbul'dayken Floransa'da yaşayacağımı söylemek kolay oluyor... Yapabilir miyim bilmiyorum... Belki bir ay, belki iki ay... sonra? Sonrası sisin ardı!

Vapurda çay içmeden, trafikte kornaların arasında beklemeden, yoldan simit almadan, mantı yemeden, Taksim'i görmeden, Beyoğlu'na gitmeden, Boğaz'ı geçmeden, Kalamış' da yürüyüş yapmadan, Adalar'a gitmeden, Dalyan'da çay yudumlamadan ne kadar dayanırım kesinlikle bilmiyorum!

Kendime itiraf etmem lazım; "Ben İstanbul olmadan fazla dayanamam!"

Bunu sık sık yüzüme vurmam gerek!...

Bu şehre aşk, sevgi ve alışkanlıkla bağlıyım...

Her şeyimi biliyor. Bana her şeyi verdi, bir sürü şeyi aldı. Üzdü, ağlattı, sevindirdi... Kucağına doğdum, Bağdat Caddesi'nde ilk adımlarımı attım, sokaklarında büyüdüm, ağaçlarına tırmandım, Bahçelerinden dut yedim. Ortancaları topladım, Kalamış'ında denize girdim, Faruk Ayanoğlu Caddesi'nde kaldırımlara dökülen bütün at kestanelerini topladım. Okulunda ilk defa aşık oldum, Suadiye' de bisiklete binmeyi öğrendim, Erenköy'de liseyi bitirdim, Beyazıt' ta üniversiteye gittim Kadıköy'de oğlumu doğurdum, burada sevdim, burada ayrıldım ve burada aşık oldum.

Tümünü onunla yaşadım... Sizinle hayat boyu beraber olanı terk edebilir misiniz?

Asla!

Burada gömülmekten başka çarem yok!

Bir gül ağacına can verdiğimde tamamen onun olacağım...

Pınar Keşkek Korkmaz
pinarkeskekkorkmaz@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,298,298,298,298,298,298,298,29
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Üzeyir Çelik


KARINCADAN VAAZLAR

Kendi doğumunuza kendiniz karar vermemiştiniz. Anne babalarınızı, yaşadığınız sosyo-kültürel, ekonomik çevreyi kendi iradenizle belirlememiştiniz. İradeli olmayı, düşünen varlıklar olmayı, ortak isminizin insan olmasını siz seçmemiştiniz. Varoluşunuza kendiniz karar vermemiştiniz. Ama var olduğunuzu kanıtlamak sizin ellerinizde. Aklınız ve iradenizle doğmaya karar verin.

Niçin varolduğunuzu, yaşantınızın asıl maksadının ne olduğunu defalarca kere sorun/okuyun/düşünün. Milyonlarca kere küçültülerek bir kağıt parçasına sığdırılan dünyayı sadece kağıt üzerinde seyretmeyin. Vücudunuzda uzanan yüz bin km'lik damarın yeryüzünü iki buçuk kere dolanabilecek uzunlukta olduğunu bilin. Filozofları çatlatırcasına kendinize, tabiata, hayata ve evrene hayretler içinde bakın.

Zihninizde sistemli sistemsiz bilgilerinizi gözden geçirin. Sizden önce yaşayan insanların neler yaptığını-size neler bıraktığını, sizin şu an neler yaptığınızı ve sizden sonrakilere neler bırakacağınızı düşünün. Niçin yaşadılar ve öldüler, niçin yaşıyorsunuz ve öleceksiniz?

Saatlerce aynaya bakıp kendinizi göremediğiniz yerden çıkın. Şekillere ve görüntülere aldanmayın. Kendinize, gösterişe ve maddeye olan düşkünlüğünüzden kurtulun. Yürüyen cenazeler olmaktan vazgeçin.

Ben-merkezci esaretten sıyrılın. Ben'inizin bağlantı kurabileceği yegane gerçek ile irtibata geçin. Size bırakılan emanete sımsıkı sarılın ki yolunuzu hiç şaşırmayın.

Kendinize yapılan, beğenmediğiniz davranışları başkalarına yapmayın. Size yapılan kötülükleri iyilikle savın. Zulmedene karşı durun. Ezilenin, fakirin, mazlumun yanında olun.

İlkeli olun, iyilikler yapın. Bir elinizin verdiğini diğer eliniz görüyorsa yaptığınız iyiliği iyilik saymayın. Gösteriş için iyilik yapmayın. Dilenciyi ve yaşlıyı hor görmeyin. Kendi iyiliğinizden çok başkalarının iyiliğini arayın. Sevginin ve iyiliğin doğasına uygun davranın.

Bedeninizden daha fazla ruhunuzu temizleyin. Ruhunuzu saplantılarından arındırarak özgürlüğüne kavuşturun. Ağacın yapraklarına vuran rüzgarın yapraklarla olan diyalogunu dinleyin. Karanlıkları önünüze serin, siz hayat için değil hayat sizin için varolmaya başlasın.

Bunlar, yaratılış gayelerine uygun olarak hareket eden karıncaların taşıdığı hatırlatmalardır. Hatırlayın, unutmayın, unutulmayın. Karıncaların ayak seslerine kulak verin ki özgür iradeli varlığınız mukaddes kılınsın.

Üzeyir Çelik


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Banu Sezginoğlu


Tercih ettiğin hayat aslında senin kaderindir,
Bazen hayatta çok şey yapmak isteyip te yapamadığın, çok şey söylemek isteyip te söyleyemediğin acizlik anları vardır ya onlardan birini yaşıyorum seninleyken. suskunluk içime çöküyor o an. elimi uzatmak istiyorum ama bana o kadar uzaksın ki. mutlu değilsin biliyorum, işte bu içimi en çok yaralayan. keşkelerden bahsetmicem sana yada hatalardan. umuyorum ki geçmişin geleceğini şekillendirsin…

PAPATYAYA AÇIK MEKTUP…

Camdan dışarıya bakarken aklımdan neler geçiyor bir bilsen, biliyorum seninde hala kafanda soru işaretleri, anlatmak isteyip te anlatamadıkların belki. Şimdi kim bilir ne yapıyorsun, nerdesin?Dilerim ki hayatta her zaman güçlü ol, kararlarının arkasında ol, ama biliyorsun ki mutluluğunu da mutsuzluğunu da sen belirleyeceksin. Hayatın hakkındaki kararları verirken sorumlu olduğun insanları da düşün olur mu, tek başına mutluluk olmaz biliyorsun. Geçen yıllarla birlikte çok şey öğrendin, bilirim insanın kalbine söz geçirmesi zordur ama denenmiş denenmiyor bunu da öğrendin mi?Öncelikle ayaklarının üstüne sağlam basacaksın, bir tek amacı olmayan insanlar ne istediğini bilemez. Faydalı olmak başarmaktır, üretmek güvendir, azim seni değerli kılar. Hani insan hatalarıyla büyür derler ya artık sende büyüdün biliyorum, daha çok soru soruyorsun kendine, daha az güveniyorsun o dost sandıklarına. Bunları yazarken aklıma yıllar öncesi geldi, hatıralarla dolu yıllar. Hayat her insana başka başka şeyler öğretmiş değil mi?Ama öyle doğrular vardır ki evrenseldir, anne gibi, baba gibi. . Bana içindekileri anlatma yaşıyorum çünkü. evet! Bazı doğrular vardır sonradan kabullenmek zorunda kaldığın , daha önceleri hep görmezden geldiğin gerçekler. İnsan böyle bir varlıktır işte. Metrelerce yüksekten beton bir zemine düşmüşsün ama hala hayattasın. İstiyorum ki başını göğe kaldır gökkuşağını gördün mü sen hiç, çıplak ayakla toprağa bastın mı?Her duyguyu tatmak için insanız, yaşaman gerekiyorsa yaşayacaksın acıyı. ama sendeleyerek ama çarparak bir gün mutlaka ayağa kalkacaksın. en acısı da ne biliyor musun?Kaybettiğin zaman. üç şeyi kaybedersen geri getiremezmişsin. zaman, fırsatlar ve sözcükler. Ben sana seni sevdiğimi söylemedim hiç, seni sevdiğimi, çoook sevdiğimi unutma. Mutsuzluğun mutsuzluğum oldu, yüzün gülsün artık…

Yazarın notu: Unutmayın her tecrübe bir yaşanmışlıktır. Sevdiklerinize sahip çıkın. Sevgidir insanın hayatına yön veren. Vazgeçmeyin gücünüz varsa mücadeleden. Her insan, her kadın ayaklarının üstünde dursun, kendiniz için faydalı bişeyler yapın, küçükte olsa. geçmiş bitmiştir artık, geleceğe kendi geleceğinize yatırım yapın. Hatırlayın insanın mutluluğu kendi avuçlarının içinde…

Banu Sezginoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


4,204,204,204,20
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Betül Ayhan

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


  SÜLEYMAN

Deli gibi yağan yağmurun sesi sokaktan durmaksızın geçen arabaların gürültüsünü bile bastırıyordu. Neredeyse bir saaten beri camdan dışarıyı seyreden yaşlı adam cebinden çıkardığı ütülü mendiline gözyaşlarını silip bastonuna dayanarak kapıya yürüdü. Sadece bir üst kata çıkacak olmasına rağmen yılların getirdiği alışkanlıkla otomatı yaktıktan sonra geri dönüp ceketini giydi. Yağmurun ve çakan şimşeklerin sesi merdiven boşluğundan bile ürkütücü çınlamalarla duyuluyordu. Dimdik çıktığı merdivenleri dönünce tüm cesareti kırılmış gibi bir an duraksadı. "Hey gidi Süleyman Efendi, sen bu hallere de mi düşecektin" dedi kendi kendine. Karşısında durduğu kapının hiç açılmamasını ister gibi beklerken sönen otomat ve aynı anda bir top mermisinin düştüğü anda çıkardığı sese benzeyen gürültü ile kendine geldi. İçerden gelen televizyonun sesi Ankara-İstanbul seferi yaparken kaçırılan uçaktaki yolcuların ismini sayıyordu. Nedenini anlayamadığı bir korkuyla aradığı otomatın düğmesi zannederek bastığı zil tuhaf sesler çıkarmaya başladığında korkudan öte tuhaf bir his kapladı içini. Çocukluğunda, ağacın tepesinde, olmamış meyveleri toplarken babasına yakalandığında duyduğu hisle aynıydı bu ama adını ve tarifini bilmiyordu. Televizyonun kısılan sesi, ayak sesleri ve açılan kapı…

- Ooo Süleyman Amca… Yine mi çok açtım ben bunun sesini?

Adam kendi utancını saklayabilme çabasıyla karşısında eşofmanları ile dikilmiş delikanlının özür dileyen yüz ifadesini fark etmemişti bile. "Yok evladım onun için gelmedim" diyebildi ama devamını getiremedi. Erkan'ın mahcup gülüşü yerini şaşkınlığa bırakmış, ne olduğunu anlamaya çalışan soru dolu gözlerle bakıyordu. Konuşmak için kelimeleri bulamayınca yaşlı adamı içeri davet etti. Daha önce 'rahatsız etmeyeyim' 'hanım evde yalnız' gibi bahanelerle bu teklifi kabul etmeyen adamın sessizce içeri girmesi Erkan'ın şaşkınlığını daha da arttırdı.

- Kusura bakma Süleyman Amca, epey dağınık ev. Bekar evi işte ne yaparsın.
- Kaza mı olmuş? Diye sordu adam televizyonu göstererek.
- Yok, uçak kaçırmışlar. Ama yakalandılar. Ölü yaralı yok çok şükür.
- Hımm diye bir ses çıkardı sadece adam, annesinin geç geleceğini söylediği zamanki sesine benzer bir sesle. Daha önce olsa memleketin ne hale geldiğinden başlayıp baştakilerin basiretsizliğine kadar uzun bir nutuk çekerdi.
- Çay içiyordum amca, sana da koyayım mı bir bardak.
Konuşurken bir taraftan ıvır zıvır dolu sehpayı toparlamaya çalışan Erkan bu tepkisizlik karşısında donakalmış, elindekilerle salonun ortasında adama bakıyordu. Bir şeyler söylemek için kendini zorlayarak bu kadarını söyleyebilmişti ancak.
- Yok evladım saolasın. Hele sen şöyle bi otur.
Erkan duyacaklarından korkarak adamın gösterdiği yere oturdu. Yaşlı adam konuşurken nefesinin yetmesini garantiye almak ister gibi bir çabayla derin bir nefes aldı önce. Sonra kan çanağı olmuş gözlerini çevirip "bizim hanım" dedi ve tekrar sustu. Aldığı onca nefese rağmen kelimeleri neredeyse teker teker kullanıyordu. "Heyet raporunun süresi dolmuş. Çıkamadım ben, romatizmam tuttu. İlaçları bitince kız para gönderecekti ama eli sıkışık onun da, gönderemedi. Damat desen hayırsızın teki. Diyecektim ki…" yine sessizlik. Adamın nefesi yine yetmemişti. Zaten cümlenin gerisine gerek kalmamıştı. Erkan, bir zamanların beyefendisi, mahallede tanıdık tanımadık herkesin konuşurken ceketini iliklediği Süleyman Amca'nın bu saatinde ziyaret nedenini anlamıştı ama ikisinin de gergin suskunluğunu bozamıyordu bir türlü. Bir zaman sonra bu sessizliğin esaretinden kurtulup sanki akşam ne yemek yediğinden bahseder gibi sıradan bir ses tonuyla üzülmemesini, para dediğinin elinin kiri olduğunu, bunun için canını sıkmanın gereksizliğini anlatarak beceriksizce seçilmiş kelimelerle adamı teselli etmeye çalıştı. Yanında para olmadığını, zaten ertesi gün işe geç gideceği için para çekip bırakacağını, hatta ilaçların adını vermesini, kendisinin ilaçları alıp bırakabileceğini söyleyerek yüzüne bakamayan adamı evine uğurladı.

Ertesi gün Erkan elinde ilaçlarla Sülayman Amca'nın kapısını çaldığında kapıyı otuzlu yaşlarında görünen, kırlaşmaya başlamış saçlarını ensesinde toplamış kızı açtı. Islak ellerini üzerindeki mutfak önlüğüne kurulamaya çalışırken soran gözlerle Erkan'a bakıyordu. Erkan elindeki poşeti uzatırken işlenmiş bir suçu gizlemeye çalışır gibi bir çabayla;

- Süleyman Amca akşam ilaçları almaya çıkamıyorum diye para bırakmıştı, onları bırakacaktım dedi.
Kadının yüzündeki çizgiler ince bir gülümsemeyle daha da belirginleşti. Bakışlarının mahcubiyet, minnet ve çaresizliği bir arada taşıyabilmesine şaşırdı Erkan.

- Babam anlattı, akşam size uğramış.
'Uğramış'daki anlamı her ikisi de bildiğinden fazla söze gerek yoktu zaten. Erkan çıkardığı ayakkabılarını düzgün bırakmaya çalışırken ilaç poşetini kapıya asıp kaçmayı planladığı halde çay davetini nasıl kabul ettiğini düşünüyordu. Sonra Süleyman Amca'daki mahcubiyetin neden kendisine geçtiğini, neden utandığını sordu kendi kendine ama cevap bulamadı. Biraz sonra Ayşe elinde çay tepsisiyle odaya döndü.

- Daha önce gelmiş miydiniz bize?
- Fırsat olmadı hiç.
- Annemle tanışmadınız o zaman, diyerek hasta yatağında uyuyan kadına çevirdi bakışlarını. Sanki konuşabilmek için hikayeyi bilmeyen birini beklermiş gibi anlatmaya başladı. Babam asker emeklisi. Annemle Ege'de görevdeyken tanışmışlar, Narlıdere'li annem. 2 sene orada yaşamışlar sonra babamın tayini çıkmış. Ağabeyim babam tatbikattayken doğmuş. Ağabeyim doğunca annem müjdeyi verdikten sonra "oğlunun ismini ne koyacaksın" diye sormuş, babam da "kızım olursa onun adını ben koyacağım, bunun adını sen koy, en sevdiğin ismi koyarsın" demiş. Annem babamın ismini vermiş ağabeyime. Ben Kıbrıs çıkartmasının başladığı gün doğmuşum. Doğum haberim iki hafta sonra ancak ulaşmış babama. Annem "kızımın adını ben koyacağım" dedi diye babamdan cevap gelene kadar beklemiş. Bazen takılırdım anneme 'ya babam dönmeseydi ne olacaktı, isimsiz mi kalacaktım" diye. "Dönmeyeceği hiç aklıma gelmedi ki, geleceğim diye söz vermişti bana, ben de bekledim" derdi. Babam görevdeyken annem bize fark ettirmeden babamın yemek yediği saatleri kendince hesaplar, o saatlerde yemek yermiş. Öyle çok seviyorlardı birbirlerini.
Birden duraksadı Ayşe. Bir kitapta okuduğu satırı kaybetmiş gibi aranan gözlerini odada gezdirdi. Bakışları Erkan'ın bardağına takılınca
- Ah kusura bakmayın, fark etmedim çayınızın bittiğini, diyerek fırladı yerinden.
- Teşekkürler almayayım ben.
- Sıkmıyorum ya sizi, çenem düşüyor bazen böyle. İşiniz gücünüz vardır, esir ettim sizi burada.
- Estağfirullah, zaten bu gün öğleden sonra gideceğim işe. Süleyman Amca sizden bahsetmişti ama ağabeyiniz olduğunu bilmiyordum.
- Ağabeyim var mı yok mu ben de bilmiyorum, dedi Ayşe kinayeli bir gülümsemeyle. Ben 2 yaşındayken İstanbul'dan Malatya'ya tayinimiz çıkmış. Ağabeyimle aramızda 1 yaş vardır. Babam Malatya'ya gidip ev işlerini falan hallettikten sonra gelip bizi alacakmış. O gün annem, babam gelecek diye kendini mutfağa adamış. Ağabeyimle beni bahçede oynayıp elinin altında dolaşmamamız için kapının önüne koyuvermiş. Hep oynadığımız bahçe işte, nerden aklına gelsin… Benim ağladığımı duymuş, düştüm zannetmiş. Yemeğin tuzunu ayarlayacağım diye hemen gelmemiş, çocuktur bu düşe-kalka büyür nasılsa. Annem bir geliyor ki ben ağlamaktan bir hal olmuşum, abim ortada yok. Bir daha da haber alamadık… Ben hayal meyal sakallı, kapkara, zayıf bir adam hatırlıyorum. Annem hatırlayamayacağımı, çok küçük olduğumu iddia ediyor ama ağabeyimden bahsedildikçe hep o sakallı yüz geliyor gözümün önüne. Başka bir şey de yok hafızamda. Ama onlar hiç unutmadılar. İkisi de ağabeyimin kayboluşundan kendini sorumlu tuttu hep.Babam emekli olunca belki tesadüfen de olsa buluruz diye İstanbul'a yerleştik. Kaç milyonluk şehirde insanın yıllar önce kaybolan çocuğu ile karşılaşma şansı ne olur ki? Umut dünyası işte…
Annem hastalanınca babam bu suçta da yalnız kaldı…
- Teyzenin nesi var?
- Alzeimer… Durumu iyice kötüleşmeye başladı. Babam, hatta ben dahil herkesi abim zannediyor. Boyuna uyutuyor doktor. Başka türlü idare edemiyor babam. Gözü gibi baktığı sultanını böyle görmeyi, imarethane gibi dara düşenin yardımına koşarken böyle kimsesiz kalmayı kaldıramıyor. Ben de… Ben de eşimden dolayı pek ilgilenemiyorum. Evlat vefası görememekmiş zavallıların kaderi, dedi gittikçe kısılan bir sesle.

Erkan hikayenin bittiğini, bundan sonra söylenen her sözün anlamsız ve gülünç tesellilerden öteye gitmeyeceğini fark etmişti. Müsaade isteyip kendi dairesine çıkarken başka bir semte taşındıktan yıllar sonra eski bir komşudan, karısının öldüğü gece Süleyman Amca'nın beylik tabancasıyla intihar ettiğini, kızlarının ikisinin cesedini birden bulduktan sonra aklını kaybedip hastaneye yattığını öğreneceğini ve o günden sonra Süleyman Amca'nın ve kızının hüzün dolu bakışlarının aklından hiç çıkmayacağını bilmiyordu. "Ne zaman isterseniz çekinmeden arayın lütfen" diyerek bir kağıda yazıp Ayşe'ye verdiği numarasının, kocası numarayı bulup Ayşe'yi dövdükten kağıdı yırttığı için hiç aranmadığını ise hiçbir zaman öğrenmeyecekti.

BeT


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.852 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Teninde Deniz... İzmir Sensiz

Ay
Uzanıyor
yar-i Denizin dizlerine.
Sensiz İzmir bu gece.
Üşüyor özlemlerim
koynuna giriyor
deniz kokan tenine..

Sevdamın çığlığı seriliyor
Seher vaktine.
Seheryeli,
öksüz adımlarla yüreği arasatta
kıyamıyor
yalvarmama.
Alıp seni getiriyor.
Öpüyorum kokluyorum
Ağzı süt kokan düşlerimle.

Ay
dönmek üzere
vedalaşırken deniziyle
Bırakamadım Seni
Seher yeline.
Biliyorum Gitmelisin
geldiğin yere.
Dil lal olur
Kelimeler mıhlanır
Ciğer kurşunlanır
Söylenemez
güle güle...

Gerdanından incileri topluyorum
tek tek
İzmir'in
Sensiz
Deniz kokan teninde...

Özlem Gökdem

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Uzay bilimlerine meraklı olanlar için güncel resim kareleri bulabileceğiniz bir web sayfası ve tabiki NASA kaynaklı. http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/astropix.html kısa yolunda her gun yenilenen astronomi resimlerini bulacaksınız.

E-mail adresi olan sevdiklerinize ve dostlarınıza e-kart göndermek için alternatif bir site http://www.kendinciz.com/galeri/ Siz e-kart'ınızı hazırlıyorsunuz, o sizin için animasyonlu hale getiriyor. Göndereceğiniz kişinin e-posta adresini yazıp gönderiyorsunuz. Kart'ınızın nasıl görüneceğini merak edenlere izle diye bir seçenek bile koymuşlar.

Satın almak, satmak, paylaşmak ya da acaba neler var diye araştırmak isteyenlere hoş bir kaynak daha http://www.metroliste.com/Liste.jsp bu sayfada bir çok farklı il için seçenekleriniz var ama; ben bu kısa yolda sadece İstanbul için olanı sizinle paylaşıyorum. Siz sağ taraftakı il isimlerinden size uygun olanı seçin ve incelemeye başlayın.

Beni tanıyanlar ne kadar çok flash animasyon meraklısı olduğumu bilir. yine dayanamadım ve işte veriyorum. http://www.secretspy.net kısa yolunda Türkçe flash animasyon çalışmalarından bazı örnekler göreceksiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Picasa 2.0 [3,54 MB] Windows 2000/XP Free
http://picasa.google.com/
Google alıp başını gidiyor. Bilgisayarınızda resimlerle uğraşmayı seviyorsanız mutlaka kullanmanız gereken mükemmel bir resim organizasyon programı. Bir kere tüm bilgisayarı taratıyorsunuz iş bitiyor. Ondan sonra yaptıklarına sadece şaşırıyorsunuz. Edit etmekten, belli ebatlara getirip email olarak yollamaktan tutun, google üzerinde açacağınız blog'a yerleştirmeye kadar herşeyi yapıyor. Hala bu türde bir programınız yoksa mutlaka ama mutlaka yükleyip kullanın. Bunu kullanacakların birer gmail hesabı olmasında yarar var. Nasıl alacağınızı bilmiyorsanız bana bir eposta yollamanız yeterli.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060118.asp
ISSN: 1303-8923
18 Ocak 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com