|
|
|
27 Ocak 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sorun bizde!.. |
Merhabalar,
Dört gün eve tıkılı kalınca insan ister istemez başka uğraşlar da ediniyor. Mesela televizyon açık olduğundan birbirinden leziz gündüz programlarını seyredebiliyorsun. Yok bu konuya girmeyeceğim ama dün gene televizyonda ilgiyle izlediğim ve öğrenince şaşırdığım birşeye dokunacağım.
Yaklaşık 3 ay önce Malatya çocuk yuvasında yaşananları gördüğümüzde hepimiz beynimizden vurulmuşa dönmüştük. Hatta bakan yurtdışı gezisinden dönmedi diye de epeyce kulaklarını çınlatmıştık. İşte o bakan hanım dün Murat Birsel'in konuğuydu. Bir sürü şey konuşuldu. Bakan hanıma bir kızdım bir hak verdim ama sonunda bazı gerçekleri söyleyince sorunun sandığımız kadar basit olmadığını anladım. Çocuk yuvalarında yaşanan rezaletlere dur demenin en kalıcı çözümlerinden birinin koruyucu aile olduğunda birçoğumuz hemfikiriz. Ama şehir efsanesi gibi aramızda dolaşan "Aman canım öyle bir bürokrasi var ki çocuğu alana kadar adamın belinden su getiriyorlar." cümlesi yüzünden bu işe baş koyanların sayısı oldukça az. Bir kere koruyucu aile olmak zor değilmiş, zor olan evlatlık olarak almak. Bu konuda işleyiş yavaş olsada kurallar olmasında sanırım mutabıkız. Fakat işin en ilginci, zorluğun bürokrasi ya da kuralların katılığından değil, ailenin arzusuna uygun bir çocuk bulmakta yaşanan güçlükten geldiği. Örneğin yuvalarda kalan çocukların %90'ının ana babası sağ. Oysa istenen kimsesiz bir çocuk. Kız erkek dağılımı eşit olduğu halde gene istenen %90 oranında kız çocuk. Bir diğer kriter de yaş. Yuvalarda 11-12 yaşına kadar çocuklar olmasına rağmen aranan yaş 0-2. Yani yardım amaçlı bir görev için yuvaya başvuruyoruz sonra da isteklerimizi sıralıyoruz. "En fazla 2 yaşında, kimsesiz bir kız çocuğu istiyorum. Beyaz tenli ve güzel olması, ileride doktor yada avukat olabilecek kadar akıllı, TV yıldızı olacak kadar presantabl olmasını rica ediyorum." deyince de aradığımız kanı maalesef bulmak güçleşiyor. İşin gerçeği esas sorun bizde. Bizimkisi yardım etmek değil sahiplenmek arzusu. Bu konuyu bir de bu yönüyle düşünelim isterseniz.
Bu soğuk kış gününde biraz hoplayıp zıplamaya, çiftetelli ile oynamaya ne dersiniz? Ama bu sefer komşudan bir ses söylüyor, Eleftheria Arbanitaki, Tsifteteli Tourkiko. Hepinize en azından hasta olmadan atlatabileceğiniz günler diliyorum. Her işin başı sağlık. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Vestanca : Turan Bozkurt YA NASIL? |
|
Da di gi du!
Da di gi du!
Da di gi,da di gi, da di gi du!
Du da di gi!
Da di gi!
Du da….
Duraksız,
Mutfak içi üç ayağa tablalı tahta masamda
İçimde akışan mevsim görüntülerine uyaklık
Tırım tıram parmaklarımı piyano tıklatırken,
Sitara virtiözü büyük ustanın peşrevlik vokaline uyumlu,
Dalga kayışlık,perdesiz bir hint şarkısına ruh akacakken,
Tam da virgül geçişlik pena öncesi,
Trak tınlayan bir soru hislendim aniden:
Gerçekten farkımıza neydi neden?
Mesela misalen:
Vişnudan iyi bir talih dileyen semra tenli,
Sari desenli sıfattan türdeş kardeşlerim ve ben,
'yeryüzüne atıldığımız'ekzistansiyel koordinatlarımızdan,
ilahlarımızı ve günahlarımızı değişik paylanmıştık,değil mi?
…
Ya peki,
Her cins,
Kafa kağıdıyla yeryüzüne kayıtlanırken tasdik-i nesepten,
Her ilk nefes ölmeye ilk adım ying yang korrelasyonunca
Rahimden kabire manasınca mecburi seyahatli herbirimiz;
Anamızda balon,babamızda kılkuyrukluk yarıma yarımken
Ve üstelik,
Hem her cinsimiz,;
-Mikroskopik temaşayla- şehvet ıslağımızda milyara bir pırtlık
Ve nanogramlık sıkletiyle üfürükten zırtlığa bile kıymetsizken,
Sülbümüz deoksiribo nükleik asit şemasınca -normal hallerde-
yirmi üçe yirmi üç eşeylendiğimiz kromozomluk künhümüz,
sırf birebirken hani,
modelden herkes eşitken yani:çıkış kapısı anamız,
ve ötelerden soy aktarmalık köprülüğüyle babamız
-leylek ve zembilleri saymazsak-
şemailimize kalıpça ortakken;
bir tek deriden-sola sıfır nispetlik- küsurat kesirlenmişken tek;
Peki ya,
"güneş kaçıncı devrindeyken bilinmez"le girişlik öyküleyip,
türdeşliğimizi illustrasyonal dedikodularla şıpınişi kestirmelik
ve renklerimize evrimleri ara geçişlerle evire çevire devrimleyerek,
tesadüf ilahına havale eden ateist kardeşlerim ile,
tasım ve tasarımsız iş mi olur kardeşimcilerim de,
hür ve yapayalnız bir tanrıya şükürler eda ederken,
ki,
havasından,taamından suyundan huy huylandığımız coğrafyalarımız,
edasından,tarifinden,kuralından mağrur hay heylendiğimiz inançlarımız,
her gözümüze ebem kuşaklık coşkular yelpazeleyecekken;
Ya,
Sema ve arz bir kardeşlerime Arian züppelik renk körlüğüyle,
Benim atalarım seninkileri döver her meydanda şovenizmi;
Ya benim Allahımın peygamberi seninkinden akıllı bönlüğü,
Yahut,
-Tiranları bir kalemde cehennem geçersek-
Tağut utandıran,
benim demokrasim bu abiler! hizaya geliniz!cilerle,
Humini ortak iştahına lupus sermayelik addedilen
Ağaç,su,böcek,taş ve ceylan kuzenlerime muhalif,
Homo economicusun ateşlere gelesi sahiplik kibiri
Nasıl bir simyayla
Gül nefesli Mevlanaya döner!?
Ya nasıl?
....
Not:17 Aralık Şeb-i Arus gününe yazmıştım fakat telaşlardan unutakaldım..Neyse zaten bu yıl adına tahsislendi,gecikmiş sayılmam!
Turan Bozkurt (Vestana) vestana1bozkurt@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
BaLdaki Tuz : Uğur Erdoğan POLİMİK |
|
sayın yazar;
sana söyLemek istediğim ve herkesin de duymasından çekinmeyeceğim bazı şeyLer var... gene ismini burada teLaffuz etmek istemiyorum ki hani ne biçim bişey oLduğunu, şerefsizin teki oLduğunu bari yakın çevrenden anLamasınLar... sevgiLi ferhat sana söyLemek istediğim şey şu; sen adam fiLan değiLsin..!!! adam oLsan sende biraz gurur izzeti nefis, tereddüt-ü iLham, bi parça insanLık oLsa hakkımda öyLe iLeri geri konuşmazdın oğLum... ben sana ne yaptım ki uLan.. !! ne yani içimden geçenLeri yüreğimden akanLarı söyLemeyecekmiyim ben... üstüne üsteLik bu konudaki görüşLerimi gayet düzeyLi bir üsLupLa diLe getirmiş ve bknz. diyerek kaynak fiLan da beLirtmiştim...
fakat köşende diyorsun ki, hani köşede köşe oLsa, ( bi kere tam köşede değiL.. ortada kaLıyor..) herneyse o dandik köşende işte, diyorsun ki; bazı kendini biLmezLer saLvador daLi'nin resimLerini başkasının renk seçimLeri iLe aynı kefeye sokmak eğLiminde diyorsun.. eL insaf yahu.. öyLe mi dedim uLan ben... !!!
benim dediğim eLif'ın yemekte giydiği etek kesiminin yanLışLığı, ebru'nun makyajının yağmurda akması ve editöre ait oLan göbeğin neredeyse necdet tosun'a yetişdiği idi.. sevgiLi ferhat, ben bikere daLi'den fiLan anLamam, fakat gene de üstüme aLındım.. çünkü ''kendini biLmezLer'' ne demek.. ya ben kendi kendimi biLiyorsam, sen nerden biLiyorsun kendimi biLip biLmediğimi... neyse bu konuda senLen poLimiğe girmek istemiyorum..
hadi onu bırak, sanki kendin çok iyi biLiyomuşun gibi bazı keLime hataLarı yaptığımı, diLimizi iyi kuLLanmadığımı fiLan ima etmişsin... örnek oLarak da eski bir yazımdaki karekter keLimesini vermişin.. karekter değiL karakter oLmaLıymış.. bu üLkede hürriyet var beyefendi... istediğim keLimeyi istediğim gibi kuLLanırım ben..
uLan yine de insan arkadaşının hatasını yüzüne vurmaz, bi telefon et ara dimi.. Len o keLime öyLe mi yazılır fiLan faLan de.. inan ki aLınmam ve darıLmam.. sağoL aLLah razı oLsun biLe derim gerekirse.. şerefsizim ras bir kere uyarmıştı, şimdi kırkaLtı keredir dua ediyorum o mümtaz şahsiyete...
sevgiLi dostum, (gördüğün gibi adını deşifre etmiyor, onuruna Leke sürmüyorum.) geLeLim asıL konuya.. seninLe bi keresinde hatırLar mısın, geçen sene ümraniye'den şiLe'ye yürürken konu yazıLardan köşeLerdne açıLmıştı da sen bana o arada bu editörün baş yazıLarı beş para etmez canım demiştin.. ben ne demiştim hatırLadın mı? hatırLamadıysan hatırLa... yapma ferhat, bazı makaLeLeri ve fotoğrafLarı güzeL demiştim... sen bana küfretmiştin sonra ben sana ne demiştim unuttum şimdi tam hatırLamadım o konuyu başka hadiseye geçeLim...
sevgiLi ferhat seni gene eski birLikteLikLerimizde, yüreğimin baş köşesinde tutmaya çaLışıyor bana yaptığın adiLikLeri ve attığın çamurLarı görmezden geLiyorum...!! sende biLiyorsun ki güneş göLgeye biLe gitsen ortaya sıcakLığını yayar... köşende demişsin ki (bi dakka şuraya not aLmıştım, beLgeLi yani.. öyle ezbere konuşmak bana yakışmaz ) hah demişsin ki '' bu mevsimde soğukLara dikkat etmeLi mümkün oLduğunca dışarı çıkıLmamaLı..'' demişsin .. evet bunda bişey yok, ama sanma ki bu işin peşini bırakacağım.. bütün kirLi çamaşırLarını ortaya sermeLi ki herkesLer senin ne maL oLduğunu görsün.. yine insanLık gösterip yazımın bundan sonraki böLümünde senden ferhat diye değiL toLga diye sahte bir isimLe söz edeceğim..
sevgiLi toLga, (annarsın ya.. ferhat )
seninLe iyi günLerimiz oLdu, kötü günLerimiz oLdu ve bu güne dek hiç poLimiğe girmemiştik.. bana, gün geLir Lazım oLur diye polimiğe girmeyi sen öğretmiştin açıkçası.. sen bana demiştin ki: ''zamanın geLince zamanın geLicek ve kınından sıyıracaksın kılıcı... '' dedin.
aha işte geLdi pezevenk, koLLa kendini.. beLki gene yeni yazında benden bahsedecek inatLa bazı hataLarımı arayacaksın.. çünkü sen benim sayemde print yapıyorsun.. doğruya doğru ''eşek aLtın oLunca, üstüne semer koyan çok nazLanırmış.'' yap oğLum eLinden geLeni ardına koyma.. asLında bende senden faydaLanıyorum.. ben rahatım ve gönüL huzuru iLe çıktım buraya.. kimseden başka aLLahtan korkum yok.. yüreğim pak ve ak.. üstelik sen bunu biLiyor ve LekeLemeye çaLışıyorsun, geçen ayki yazını okumadım, ama hakkımda mutLaka pis bir şey demişsindir... hiç inancım kaLmadı sana toLga, aLLah cezanı versin... dur heLe bu kadarı iLe kurtuLacağını sanma asıL bombayı sona sakLadım.. hazır mısın.. ? naber top.. ?
şaka şaka.. cinseL eğiLimLerinden bana ne, haddime mi, istediğin gibi eğiLebiLirsin eğiLimLerine... konu o değiL saptırma şimdi.. asıL diyeceğim başka..
seni sakın buraLarda görmiyeyim bir daha.. bakkaLa fiLan ikaz ettim, çocukLara haber saLdım.. kafana tükürcekLer baLkondan.. benLe aynı bara fiLan gelme artık.. oLaki aynı mekana geLdik hiç yüzüme bakma.. yannışLıkLan bakarsan bişey demem eLbet, insanLık haLi... artık seninLe bundan sonra tüm dostLuk bağLarımı kopartıyorum, dünya ahret düşmanımsın... sanma ki çok gaddar biriyim yüreğim hiç sızLamaz.. ? yoo hayır, sızLar... içime gömerim, çok üstüme geLirsen eğer haLı saha maçı ayarLar, hava topunda kafayı sana gömerim.. ha şimdi sen dersen ki bunda poLimik var, yaparım... şerefsizim yaparım... onu da yaparım...
Uyumsuz PenGuen...
Uğur Erdoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Ellerim boyadı barışı.
Ellerim boyadı barışı.
Yüzleşmenin zamanı dedi tanrı ve barıştım tomurcuklarla.
Artık açmalarına izin veriyorum kaldırım kenarlarında bile.
Ezmemeye hatta görmeye özen gösteriyorum onları.
Daha çok yağmuru izliyor daha çok ekmek almaya gidiyorum bakkala.
Annemi anıyorum gecenin kuytu köşelerinde.
'Evet gözünü kazanma hırsı büyümüş çocukluğum , ağlıyorum bir de.!'
Tıkanıp kalsam da birkaç cümlede içimden susmamak geliyor.
Uzatmadan anlatmak herşeyi imla hatalarını görmezden gelmek.
Şimdi arka kapıdan kim girecek diye tedirgin olmamak.
Biliyorum zaman geçecek ve akşam olacak yine
Ben kurşun kalemler arayacağım çizmek için halimi hatrımı. ve bunlar düşecek dilimden.
Ellerimle boyayacağım barışı.
İsim yazmadan ama gayet sansürsüz anlatacağım hayatıma giren orospuları.
Kaldırımlarda açmalarına izin vereceğim .
Onları ezmemeye hatta görmeye özen göstereceğim.
Kapıyı çaldığında eli saydam dudağı gümüş komşular koparıp ellerine tutuşturacağım , sahipsiz eteği zilli kaldırım tomurcuklarını.
Bakalım onlarda anlayacak mı ne kadar pis olduklarını.
Aynaya bakacağım uzun uzun kir tutmuş gülüşlerini saçtığımda vakit çoktan geçecek.
Dönüşü olmayan koca bir zindan alacak sevgili komşularımın huzurlu evlerinin yerini.
'Yarattığım kahramanlar nerede tanrı?'diye soracağım kapıyı hızlıca çarpıp.
Düşününce anlıyorum neden şarabı yasakladığı.
Bende yasak etmeliydim güzel gülüşleri , uzun bacakları.
Her şeyi sürekli yenileyip hatırlatan ama acısını hissetmeyen mantık hücrelerini.
Birer birer yok etmeliyim tomurcukları.
Kimlikleri yaktırmalı sonra tekrar tekrar bırakmalıyım sokaklara oyundan yılmayan çocuklarımı.
Boyaya çıkmalı gün batınca kırmızılı gençler.
Kimse kaçmamalı kimse kovalamamalı eli is tutanları
Yüzleşeceğim başka izler var mı tanrı?
daha kimleri almalıyım yamaçlarıma?
Boyarken ellerim sarıya , yeşile barışları
Daha kimler çalacak zihnimden fikirleri
Sen diledin ben sevdim içimdeki direnişleri
Toprağı için can sayarken erkek anneleri
Ben kaldırımlara sindirdim tomurcukları
Şimdi istesen de küsemeyiz
İstesen de alıp başımızı gidemeyiz.
Omuzlarımıza bindirdiğin sorumluluklar hesap sorar birbiri ardına gençliğime.
Söyleyecek bir şeyim kalmaz bakar uzun uzun susarım öylece.
Oysa o ağır ,o tembelliğimi öldüren omuzlarımı çökerten sorumluluklar
Benim hediyelerim. bilirim.
Yine de kaçmak ister elbet çocukluğum.
Beni sömüreceğin başka düş var mı tanrı?
Daha hangi sürece dahil olmalı bedenim?
Beni göndereceğin başka oyun var mı ?
Hangi sokaklarda körebe olmalıyım?
Hangi adamı sevmeli , hangi kadına sövmeliyim?
Sararken yorgun gözlerimi hangi karanlığı seyretmeliyim?
Bak şimdi istediğin gibi yapıyorum her şeyi
Oturmuyorum tepesinde sinir harplerinin
Sıkıca sarıyorum armağanlarını
Eksik etmiyorum sevgilerini hiç
Her ay değiştiriyorum topraklarını ,
Yine senin saldığın kurtlardan temizlemek için.
Ellerimle boyuyorum barışı tanrı
Yüzleşmenin zamanı dedin ve barıştım seninle.
Artık beni yaşatmana izin veriyorum kaldırım kenarlarında bile
Ezmemeye hatta görmeye özen gösteriyorum kendimi.
Daha çok yağmuru izliyor daha çok gidiyorum ekmek almaya bakkala.
Babamı anıyor... evet hırsa bezenmiş çocukluğum. ağlıyorum bir de!
Burcu Erman
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
MuratHoca : Faik Murat Müftüler www.gorucu.com.tr |
|
Talipp:
Slm…
KızEvy:
Slm… Hoş geldiniz.
Talipp:
MSN adresinizi oğlumdan aldım.
KızEvy:
Evet . Kızım söyledi. Bekliyorduk zaten
Talipp:
Sizin evde başka PC var mı? Hanımları da görüşmeye davet etsek
KızEvy:
Tabii ki. Bizim hanım online zaten. Kız da internet cafe de.
Talipp:
Ok…
Kaynana34 konuşmaya katıldı
Oğlananası konuşmaya katıldı
Talipp:
Hanımlar da geldi. Ben bizim oğlanı da davet ediyorum.
ÇılgınDamat konuşmaya katıldı
BirEvinBirkızı konuşmaya katıldı
Oğlananası:
Slm…
KızEvy:
Hoş geldiniz hanım efendi
Kaynana34:
Slm…
Oğlananası:
Hoş bulduk efendim
ÇılgınDamat gönderiyor:
CICEK.GIF
Aktarımı başlatmak için burayı çift tıklayın
Kabul et (Alt+C) Farklı kaydet…(Alt+F) Reddet (Alt+D)
ÇılgınDamat gönderiyor:
CIKOLATA.GIF
Aktarımı başlatmak için burayı çift tıklayın
Kabul et (Alt+C) Farklı kaydet…(Alt+F) Reddet (Alt+D)
Kaynana34:
Ay niye zahmet ettiniz? Teşekkürler.
Talipp:
Zahmet ne demek? Çam sakızı çoban armağanı.
Kaynana34:
Nasılsınız? İyi misiniz? Ben Hacer. Burcu'nun annesiyim.
Talipp:
İyilik elhamdülillah. Sizleri sormalı.
KızEvy:
İyiyiz çok şükür.
Kaynana34:
Sizler Mersin'denmişsiniz değil mi?
Talipp:
Evet efendim. Sizler de İstanbul'dan
Kaynana34:
Evet efendim. Biz iki yıl önce gelmiştik Mersin'e Çok güzel bir yer.
Oğlananası:
Güzeldir. Bekleriz bize de.
KızEvy:
İnşallah. Bu yaz güneyi düşünüyorduk zaten
Oğlananası:
Yaza kalmasın diyoruz. Beey ! Hadisene…
Talipp:
Efendim. Hanım haklı. Sebebi ziyaretimiz malum.
KızEvy:
Evet efendim. Malumumuzdur. Başımızın üstündedir. Hoş geldiniz.
Talipp:
Evlatlarımız net üzerinden tanışmış, kaynaşmışlar. Bize de vazifemizi yapmak düşüyor. Allah'ın emri Peygamber'in kavliyle Oğlumuz ÇılgınDamat'a kızımız BirEvinBirKızı'nı istiyoruz.
KızEvy:
Evet beyefendi. Sizin de belirttiğiniz gibi evlatlarımız anlaşmışlar. Eh o zaman bizlere de hayırlısını dilemek düşer.
Oğlananası:
Müsaitseniz eğer gelecek ay aile içinde bir nişan yapalım diyoruz.
Kaynana34:
Bekleriz efendim. Biz nişan için gerekli hazırlıkları yaparız. İstanbul'da kalacak yeriniz yoksa biz ağırlayabiliriz.
Oğlananası:
Yok. Zahmet vermeyelim. Çok kalamayız zaten. Dayımın oğlu var. Bostancı'da oturuyorlar.
Kaynana34:
Ayol ne zahmeti? Aşk olsun. Akraba olacağız sonuçta. Hem Bostancı çok uzak. Biz Avcılar'dayız. Yollarda perişan olursunuz. Yerimiz müsait.
Oğlananası:
İnşallah diyelim o zaman.
Kaynana34:
İnşallah efendim. Kızım! Hadisene.
BirEvinBirKızı:
Tamam anneee!
BirEvinBirKızı gönderiyor:
KAHVE.GIF
Aktarımı başlatmak için burayı çift tıklayın
Kabul et (Alt+C) Farklı kaydet…(Alt+F) Reddet (Alt+D)
ÇılgınDamat gönderiyor:
SOZYUZUGU.GIF
Aktarımı başlatmak için burayı çift tıklayın
Kabul et (Alt+C) Farklı kaydet…(Alt+F) Reddet (Alt+D)
Talipp:
Biz müsaadenizi isteyelim artık. Tanıştığımıza memnun oldum.
KızEvy:
Biz de memnun olduk efendim. Şeref verdiniz.
Talipp:
O şeref bize ait. Hoşça kalın efendim.
KızEvy:
OK . Byeee!
Talipp:
Bye!
Oğlananası:
Bye..
Talipp konuşmadan ayrıldı
Oğlananası konuşmadan ayrıldı
Kaynana34:
Bye
BirEvinBirKızı:
Bye
Kaynana34 konuşmadan ayrıldı
KızEvy konuşmadan ayrıldı
ÇılgınDamat:
Bye… Şişşt Burcu kız? Gitme bir yere yaw :-)
BirEvinBirKızı:
Hepsi gitti mi?
ÇılgınDamat:
Gittiler gittiler.Nasılsın aşkım? Çok heyecanlandın mı?
BirEvinBirKızı:
Ay! Ölüyorum zannettim :-(
ÇılgınDamat:
Bak çok korkuyordun. Oldu işte aşkım. Oldu :-)
Faik Murat Müftüler murathodja@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo Bir Vapur Günlüğü |
|
Leylâ Ayyıldız'a ithaf edilmiştir…
Sonbaharın ilk günleriydi.
Kadıköy'den Beşiktaş'a doğru gitmek üzere vapura binmiştim. Daha önceden birçok kez Kadıköy-Beşiktaş vapuruyla yolculuk yapmıştım. Son olarak gerçekleştirdiğim yolculuğunsa bendeki yeri apayrıdır. Öyle ki, yolculuğun verdiği tat gelecekte yazmayı düşündüğüm metinlerime esin kaynağı oldu.
Vapurun üst katında kendime bir yer seçip oturdum. İnsan bu büyük şehrin koşuşturması sırasında iki yakasını bir araya getirmeye çalışırken, İstanbul'un da bu yakasını birbirine bağlayan bu yolculukla yarım saatliğine de olsa kendine dönüp, kendi başına kalabiliyor vapur yolcuklarını seviyorum. İyi ki İstanbul'un denizi ve boğazı varmış. O kadar gürültü, trafik, korna sesi arasında güzel bir vapur yolculuğu ne de iyi geliyor.
O gün de, aydınlık ve güzel bir gündü.
Çevreme bakarken, yine yere atılmış sigara izmaritleri dikkatimi çekti. Vapurlar güzel oldukları kadar, insanların efkârlandıkları bir yer. Tek başlarına yolculuk edenler düşünceleriyle baş başa kalıp, denize bakıp derin derin iç çekerler. Efkârlandıkları için de bu kısa zamanı sigaralarıyla paylaşırlar.
Dışarı baktım. İskelenin kapıları kapanmak üzereydi ve birkaç kişinin vapura doğru koşuşturduğu gördüm. İki genç kız ve bir delikanlı geçer geçmez görevli hızla kapıyı kapattı. Dikkatle bakmaya devam ettim. Yine her zaman olduğu gibi, birkaç kişi kapanan kapının arkasında belirmiş ve kapıyı yumrukluyordu. Ben de birçok kez vapuru bu şekilde kaçırmıştım.
Az sonra oturduğum yerin karşısına sarışın, orta yaşlı bir bayan ve bayandan biraz daha genç bir erkek oturdu. Kadın kırk beş-elli yaşlarında, erkekse otuz beş-kırk arası olmalıydı. Birbirlerine benziyorlardı, onların kardeş olabileceklerini düşündüm. Vapur yavaşça kalkarken, çaycının sesi duyuldu.
"Çay içenler. Buyurun çaylar... Taze çaylar, yeni demliiii" Çaycının kalın ve tok bir sesi martıların sesine karışıyordu. Az önce yediğim yemeğin üzerine güzel bir çayın iyi gideceğini düşündüm. Çaycının gelmesini beklerken gözlerim yeniden karşımda oturan kadına kaydı. Dikkatimi çeken bir şey vardı; ama bunun ne olduğunu tanımlamakta zorlanıyordum.
Orta yaşlarında, saçları sarışın-kumral, olgun bir hanımdı karşımdaki. Biraz kilolu olmasına rağmen bu kilolar yüzüne bir hoşluk veriyordu. Yüzüne daha da dikkatli baktım. Uzun zamandan beri hiç kimsenin yüzünde rastlamadığım bir huzur ve heyecanın izlerini gördüm. Kadın, yanındaki adama heyecanla vapurları gösterip, teknelerle ilgili cümleler kuruyordu. Bu biraz da çocuksu bir heyecandı. Sanki uzun bir yolculuktan evine dönüyordu da, çok uzun yollar kat etmişti de, buralara gelmişti. Uzun, zorlu bir yolculuktan dönen, yaşadıklarından öğrenen bilge biri gibiydi.
Kadın dikkatle dışarı bakarken, tekrar çaycının sesi duyuldu. Bunun üzerine yanındaki adama bir şeyler söyledi ve adam da çaycıya seslendi. Çaycı müşteri bulmanın mutluluğu ile hemen yanlarına geldi. Tepsi doluydu ve çaylar satılmalıydı. Tepsisinden iki büyük bardağı adama uzattı.
"Bana da bir büyük lütfen," diye ben de seslendim. Çaycı bir büyük bardak ve yanında üç şeker uzattı. Hâlâ bir yandan adamla kadını izliyordum. Kadın çayının yanında bir sigara yaktı ve derin bir nefes aldı. Nefesi verirken yüzünde bir gülümseme belirdi. Adama bir şeyler daha anlatmaya başladı. Ne dediği duyulmasa da ben de çayımı yudumlayarak kadının anlatışını, mimiklerini ilgiyle izledim. Ne kadar da coşkulu ve huzurlu bir görünüme sahipti, gerçekten etkilenmiştim.
Kısa bir süre sonra simitçi elindeki tepsisiyle belirdi. Hep alıştığı sesiyle, "Akşam simidi, çıtır çıtır" diye bağırdı. Monoton bir sesti bu. Eğer simitlerini bitirmek istiyorsa, söylediği "çıtır çıtır" sözcüğünde bu tazelik hissedilmeliydi. Kadın ona da ilgi gösterdi ve adama simit almasını söylemiş olmalı ki adam seslenip, simit aldı. Sigarasını bitirdikten sonra ağır ağır içtiği çayın yanında simidinden bir ısırık aldı. Ben çayımı hızlıca içmeye alışıktım ama o akşamüzeri için onlara ayak uyduruyordum.
Kadının bir hikâyesi var mıydı acaba?
Az ötede Kız Kulesi görünmeye başlamıştı. Kız Kulesi ise her zamanki asaleti ile Marmara Boğazı'nı, yolcularını selamlıyordu. Güzel Kız Kulesi ve sırdaşı İstanbul... Beş dakika kadar süren dalgınlığımı vapurun olağan(!) programı bozdu ve bir satıcı yüksek sesle konuşmaya başladı.
"Evet bayanlar ve baylar lütfen dikkatinizi birkaç dakika için bana verir misiniz?..."
Çaycı, simitçi, satıcı... Aslında onlar da -en azından çaycı ve simitçi de- bu kısa yolculuğun renkleriydi Satıcı, uzun boylu, esmer, gri sakallı, bakamsız bir tipti. Elinde siyah, pek de dolu olmayan büyük boy çöp torbasına benzeyen bir çanta vardı. Elini çantaya sokup bir paket kalem çıkardı. Kadın ve adam satıcıyı ilgiyle dinlemeye başladılar. Ben de dikkatimi verdim.
"Az sonra Beşiktaş iskelesinde inip evime döneceğim. Çantamda kalanlar, son kalemler. Hanımlar, beyler bu kalemler hiçbir yerde bulamayacağınız on orijinal kalem. Hem de çok uygun bir fiyata. Evet, doğru duydunuz tam on orijinal kalem. Şimdi sırasıyla kalemlerimi size tanıtmak istiyorum. İlk önce pilot kalemler. Bu pilot kalemlerin tanesi piyasada bugün üç milyon liradan satılıyorlar", adam pilot kalemi herkesin görebilmesi için iyice havaya kaldırdı "ve bu pilotlar birebir onların aynıdır..."
Kalemlerini tanıtmaya devam ederken, onları kim bilir nereden kaça ithal ettiğini düşündüm. Evet, piyasadakiler biraz pahalıydı ama bu sakallı satıcının sattığından çok daha kaliteli ve iyi olduklarından emindim. Şimdi eline bir Walt Disney kalem alıp, bu kalemin çocukların tam düşleyeceği bir kalem olduğu söylüyordu. Adam işini biliyordu. Belli ki uzun süreden beri bu işi yapıyorum. Simitçinin aksine bir şeyler satmak istiyorsa işini heyecanla yapıyordu. Yaşamak zordu ve kuralları bilen, kazanıyordu.
Hanımın olup bitenleri dikkatle izlemesi, beni de izlemeye yöneltiyordu.
Bir süre daha konuşmaya devam ettikten sonra tam sıkılmaya başlamışken, adam: "Şimdi sıra geldi size bu on birbirinden güzel kalemin fiyatını açıklamaya." Fiyatlarını ben de merak ettim. "Evet, hanımlar beyler normalde bir buçuk milyon liradan sattığım bu kalemleri, şimdiki yolculuğum son sefer olduğu için bir milyon liradan veriyorum. Evet, yanlış duymadınız, on kalem tam bir milyon lira! Buyurun efendim!..." Büyük bir coşkuyla sözünü bitirdi. Çevreme dönüp kimlerin kalem aldığına bakarken, karşımda oturan kadının hoş sesi duyuldu.
"Kalemci..."
"Bir saniye efendim," dedi adam, kadının yanına yaklaşarak kirli siyah poşetinden çıkardığı bir kalem takımını verip, yanındaki adamın uzattığı bir milyon lirayı aldı. "Evet, hanımlar, beyler kalemler bitiyor, kalmasın haydi," diye kükreyerek yanımızdan uzaklaştı.
Kalemleri inceleyip çantasına attı. İyice ilgimi çekmişti. Kalemlere bakma istediğinin tanışmak için fırsat olacağını düşündüm. Peki, tanışıp da ne yapacaktım? Merak işte... Sadece kadını, mimiklerini, yüzündeki huzuru biraz daha yakından görebilmek belki de... Öne doğru uzanarak:
Biraz çekingen bir sesle, "Af edersiniz" diye seslendim.
Yolculuğun başından beri süregelen ilgisini kaybetmeyerek, bana da aynı ilgi ile yaklaştı, "Buyurun, evladım" dedi neşeli ve sevgi dolu bir sesle.
"Ben… Ben aldığınız kalemleri merak ettim de; bu kadar ucuza bu kalemlerin kalitesini merak ettim." Kim bilir yüzümdeki ifade ne kadar da komikti.
"Tabi, elbette," diyerek kalemleri çıkartırken yanındaki adama: "Sahi Sinan, bu kalemler çok mu ucuz, bir milyonun değeri nedir?" diye sordu.
Adama (Sinan'a) sorduğu soruyu şakadan mı sorduğunu merak ettim; ama gayet ciddi bir şekilde sorduğunu görüyordum. Belki çok uzaklardan geliyordu ve yıllardır Türkiye'de değildi. Kabı açtım. Tam tahmin ettiği gibi, kalemler oldukça basit bir yapıdaydı... Birkaç kullanımda atılacak cinsten... İki kaleme daha baktıktan sonra kabın kapağını kapatarak ona geri uzattım.
"Sen hastayken, para çok değer kaybetti Hamiyet" dedi adam.
Kadın dalgın bir şekilde başını salladı. Kalemleri uzattığımı fark edip, aldı. Kadının hasta olduğunu duyunca, içimden "geçmiş olsun" demek geldi; ama daha fazla ileri gitmekten çekinerek bu tanımadığım insana (Hamiyet Hanıma) bir şey söylememeyi tercih ettim.
"Teşekkür ederim" Nedendir bilmem, kadının hasta olduğunu duymak beni hüzünlendirmişti.
"A, rica ederim" diye yanıtladı sevgi dolu bir şekilde, "Siz öğrenci misiniz?"
"Evet. Tıp fakültesi üçüncü sınıfta okuyorum."
Gözleri birden hafifçe buğulandı. "Muvaffakiyetler dilerim evladım."
"Çok teşekkür ederim" dedim. Hamiyet Hanımın gözlerindeki buğulanma yüreğime dokunmuştu. Acaba neden hastaydı ve neden durup dururken ağlamaklı olmuştu. Sözlerini sürdürdü:
"Size bakınca oğlumu hatırlıyorum."
Rahat bir şekilde konuşmayı sürdürebileceğimi düşündüm, kadın çok içtendi. "Oğlunuza ne oldu?" diye sordum. Bu sırada, adamın canının sıkıldığını gördüm.
Derin bir iç çekerek, "Oğlum 16 yaşında evden kaçtı." Kısa bir süre duraksadı, "Bugün 25 yaşında olmalı." Gülümseyerek, uzak ve derin düşüncelere doğru daldı. "Oğlum evden kaçtıktan sonra merdivenden düştüm ve o zamandan beri bitkisel bir hayata girdim." Bir süre sessizce düşündü, "Nasıldı hiç hatırlamıyorum; ama dokuz yıldır bitkisel hayatta yaşadım. Oğlum neden kaçtı, ne oldu, hiç hatırlamıyorum. En son aramızda büyük bir tartışma geçtiğini hatırlıyorum ve sonra ne oldu, bilemiyorum." Tüm bunları büyük bir sakinlikle ve samimiyetle anlatıyordu. "Evet, dokuz yıldır kardeşim Sinan ve eşim Bekir'in sayesinde hastanede yattım. Belki bir ömür boyu orada kalacaktım; ama kader bu ya, birkaç ay önce gözlerimi hayata yeniden açtım. Birkaç aydan bu yana hızla toparlandım, görüyorsunuz ya hatta kilo bile aldım." Mutlulukla gülümsedi, "Bugün doktora kontrole gittim ve evime doğru gidiyorum, Beşiktaş'a. Vapurla gitmek için ısrar ettim ve sağ olsun Sinan beni kırmadı." Sinan'ın elinden tutarak ona sevgiyle baktı.
"Eşiniz?" diye sordum.
"Eşim, komada yatışımın ikinci yılındayken benden ayrıldı. Bana en yakın kişi olan Sinan bu boşanmayı onayladı. Düşünüyorum da onlara hak verdim. Eşim tekrar evlenmiş ve Adana'ya tanışınmış. Henüz onunla görüşmedim, hazır değilim; her şeyin bir zamanı var, değil mi?"
"Çok üzüldüm sizin için. İnanın ki çok üzüldüm"
"Teşekkürler evladım; ama görüyorsunuz ya hayat değişik bir şey ve yüce Tanrı'ya şükür ki ayaktayım bugün."
Başımı salladım. Şimdi kadının neden yolculuğun başından beri dünyayla bu kadar ilgili olduğunu anlıyordum. Vapurun havası, denizde tekneler, demleme çay, akşam simidi, kalemler... Kadını çok takdir ettim; çünkü bu, tekrar yaşamı kucaklamaktı. Tekrar, her şeyi, yeniden tanımak ve dünyayı keşfetmek…
"Ben size tekrar geçmiş olsun demek istiyorum. Doğrusu benim kelimelerim yetmez; ama şu kısa yolculuğun başından beri yaşamla kucaklaşmanıza hayran kaldım."
"Evet, tekrar doğdum ve öğrenmem gereken çok şey var; buna rağmen birçok şeyi dün gibi hatırlıyorum."
Vapur birkaç dakika içinde Beşiktaş'a yanaşmış olacaktı. Kalan son birkaç dakikayı sessizlik içinde geçirdik. Arada çaycı gelip boşları aldı.
Adam, "Evine tekrar tekrar hoş geldin Hamiyet" dedi. Hamiyet Hanımsa sadece gülümseyerek Beşiktaş'a, insanlara bakıyordu.
Ayağa kalktım. Orada daha fazla durmak istemiyordum. Sonuç olarak, bir bakıma uzun bir yolculuktan geri dönen biri için geçirdiği her an özeldi ve en güzel şekilde yaşamalıydı dünyaya dönüşünü, evine dönüşünü... İzinlerini istedim. Hamiyet Hanım yüzünde derin bir sevgi ifadesiyle bana başarı dileklerini iletti. Sinan Bey de bana başarılar diledi. Vapurun yanaşmasını beklerken dönüp son bir defa daha arkama baktım. Hamiyet Hanım dimdik bir şekilde ayağa kalkmış, ten rengi bluzu, kahverengi eteği üzerine giydiği siyah pardösüsünü düzeltiyordu.
Vapur iskeleye yanaşırken o, dokuz yıl süreden sonra dünyaya yeniden açılıyordu!
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Müge'nin Sofrası : Müge Eralp Kaya Müge'nin Sofrası -8- |
|
Herkese tekrar merhaba, bugünkü yemeğimiz çok besleyici ve çok lezzetli...
FIRINDA KARNABAHAR OGRATEN
MALZEMELER
1 orta boy karnabahar, 2-3 kaşık sıvıyağ, 2 çorba kaşığı un, 1 yumurta, 2 bardak süt, kaşar peyniri veya beyaz peynir ( Üzeri için), tuz
YAPILIŞI
Önce karnabaharımızı yıkayalım, dal dal ayıralım, çok az suda pişirerek tuzunu atalım. Küçük bir tavaya yağımızı alalım ve unumuzu katıp kavuralım, tuzunu ayarlayıp 1-2 taşım kaynatalım ve ocaktan indirdikten sonra içine 1 yumurta kırarak iyice karıştıralım. Karnabaharlarımızı süzüp ısıya dayanıklı bir kaba dizelim. Son olarak, hazırladığımız sosu karnabaharlarımızın üzerine dökelim, rendelenmiş peynirlerimizi de serperek orta hararetli fırında üstü kızarana kadar pişirelim...
BROWNİ
MALZEMELER
4 yumurta, 2 bardak şeker, 3 kaşık kakao, 1 paket eritilmiş margarin, 2,5 bardak un, 1 bardak süt, 1 paket kabartma tozu, 1 paket vanilya, hindistan cevizi...
YAPILIŞI
4 yumurtamızı 3 dk. iyice çırpalım, 2 bardak şeker ekleyerek 2 dk.daha çırpalım, kakao, süt, vanilya ve eritilmiş margarini de ekleyerek çırpmaya devam edelim, bu karışımdan 1 bardak ayıralım... Son olarak karışıma un ve kabartma tozunu da ekleyerek 2 dk. daha çırpalım ve orta hararetli fırınımızda pişirelim. Pişince üstüne çatal batıralım ve içine 1 bardak ayırdığımız malzemeyi dökelim, hindistan cevizi ile süsleyelim...
AKLINIZDA BULUNSUN
Eğer fazla miktarda patlıcanınız kaldıysa, kabuklarını soyduktan sonra küçük küçük doğrayın ve sirkeli suda iyice kaynatın. Patlıcanları 3-4 kaşık sıvıyağ eklediğiniz bir kavanoz içinde saklayabilir ve pilavlarınızda kullanabilirsiniz...
MENÜ
Tel şehriye çorbası, fırında karnabahar ograten, salata, browni
Müge Eralp Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
• HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ •
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz Nokta olmanın dayanılmaz hafifliği |
|
Nokta kaç boyutludur hiç düşündünüz mü? Ne eni vardır, ne boyu; ne yüksekliği, ne de derinliği. Boyutsuzdur adeta. Ya da sonsuz boyutlu. Eni, boyu, derinliği olmayan bir şeyin kendisinden söz etmek saçma gibi duruyor. Hem yok, hem var. Hem boyutsuz, hem sonsuz boyutlu.
İki soyut nokta bir araya geldiklerinde adına 'doğru' dediğimiz somut mu somut, kararlı mı kararlı bir nesne çıkıyor ortaya. Hem kullanışlı, hem yarayışlı. Tanımsızlıklar ve belirsizlikler denizinden çekip alıyor iki noktacığı, 'var' ediyor. İki boyutlu da olsa bir uzayları var artık. Karşılıklı 'var' ediyorlar birbirlerini. Her biri diğerine yaşam katıyor. Anlam kazanıyorlar birlikte. Başkaları tarafından daha kolay fark edilebiliyorlar, umursanıyorlar, tanınıyorlar. İşe yarıyorlar. 'Bundan böyle uzunluk denen kavram bizden sorulur'un haklı gururunu paylaşıyorlar. Kah sonsuza uzanıp gidebilirler, kah üst üste gelip eski günleri yad edebilirler. Ne kadar özgür, ne kadar mutludurlar iki boyutlu yaşamlarında. Ne karışan vardır ne görüşen...
Ah bu noktalar! Sahip olduklarıyla yetinmek bilmez noktalar. İki boyutlu oldular ya artık. Neden bir sonraki boyuta geçmesinler? Bir nokta daha olsa, bir nokta daha katılsa yaşamlarına hem enleri hem boyları olacaktır. Nasıl bir şeydir acaba üç boyutlu uzay? Daha eğlenceli olmalı mutlaka...
Çok gecikmeden bir nokta daha alırlar yanlarına. Yeni bir de kimlikleri vardır artık. Herkes onları 'üçgen' diye çağırmaktadır. Kulağa hiç de hoş gelmeyen 'doğru parçası' diye adlandırıldıkları günler geride kalmıştır. Üç-gen. Ne hoş bir ad. Üstelik daha gizemli. Daha karmaşık, anlaşılması daha zor. Açıları, yükseklikleri, hipotenüsleri var. Trigonometri onlar için icad edildi. Sinüsler, kosinüsler, açı ortayları hep onlardan söz ediyor. Cetveller, iletkiler, pergeller onlar için...
Üç boyutlu uzayın sarhoşluğu ile ufak bir ayrıntı kaçar gözden. Artık kimse onlara 'nokta' dememektedir. Bir 'köşe' lafıdır icad olmuştur. Kendi kimliklerini silip, oluşturdukları üçgene ait bir nesne oluvermişlerdir. Arada bir başlarını dikip 'ben bir noktayım' demeye kalktıklarında, 'hadi ordan, madem noktasın ne işin var o üçgenin köşesinde?' diye susturulur olmuşlardır. Diyemezler bir türlü 'o köşe ben olduğum için orada'.
Yok olur benlikleri. Kabusa döner yaşamları. Kopup gitmek isterler. Nokta olmak tekrar. Tek başına ve özgür olmak... Eski cazibeli günleri gelir akıllarına. Doğru parçalarının 'gel üçgen olalım seninle' çağrıları yankılanır beyinlerinde. Ne güzeldir nazlanmak. Ne güzeldir dilediğini seçmek başkasına sormadan. Ne güzeldir özgürce yaşamak...
Özgürlüğün bedeli ağır. Başınabuyrukluğun karşılığı boyutsuzluk. Nokta olmanın ödülü hiçlik. Cezası mı demeliydim yoksa?
Sizce ne yapsın köşecik? Bir yanda özgürlük ve hiçlik, bir yanda bağımlılık ve somutluk. Bir yanda cazibe, bir yanda gizem. Bir yanda belirsizlik, bir yanda denge. Bir yanda tekillik, bir yanda uzay. Bir yanda tanımsızlık, bir yanda tanım. Bir yanda var olmak, bir yanda var etmek...
Tanju Akdeniz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.084 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Seni Yağmurlar Getirdi,Yine Onlar aldı...! ! !
Adımlar
Çeltik atan öpüşlerle
Uğurladı
Kaldırımları.
Belirsizlik sepetine
Nafakayı bırakan
Son kepenk de indi,
Gıcırtıları mahmur
Son sesiydi
Caddede...
Sarı
Beyaz
Işıklar.
Sarı mutluklukları
Dev apartmanlar.
Bir kaç
Araç sesi
Karışır,
Prangasında
Beyaz kanlar..
Kurşini Buzullar,
Ayazla kopar,
Yüreğe
Saplanırlar.
Pencerede,
Yırtılır
Gözdeki
Perde.
Seni Yağmurlar
Getirdi,
Yine onlar aldı...
Özlem Gökdem
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Kara kış hayatı felç edince bir çoğumuz gününü evinde geçirmeye mecbur kaldı, aynı benim gibi :) ... Hava durumunu sadece evinizin camından gördüğünüz veya televizyon kanallarının gösterdiği kadarıyla takip etmek size yetmiyorsa, günlük ve tahmini hava durumu için işte size en yetkili web sayfası http://www.meteor.gov.tr/
İşte bu da bu tipi ve rüzgarda sokağa çıkamam diyenler için, kardan adam yapma sayfası http://www.frontiernet.net/~imaging/build_a_snowman.html . Şapkasından havuç burnuna kadar bir çok ayrıntı düşünülmüş durumda. Size sadece seçim yaparak uygun yere yerleştirmek kalıyor. Aslında karın soğuğunu ve ıslaklığını hissetmeden kardan adam yapmak ne kadar zevkli olur bilmem ama, neyse...
İstanbulda yaşayan veya İstanbul'un sokakları ne alemde diye merak edenlere online trafik kameraları http://www.ibb.gov.tr sitesinden. Trafik kameraların'da, canlı yayın yazısını tıkladığınızda kamera noktalarını ve tıkladığınızda eğer donmamışsa kamera görüntüsünü canlı olarak takip edebilirsiniz.
Son olarak sıkıntıdan patlayanlara "sabır küpü". http://www.goriya.com/flash/rubik.shtml İster örnek çalışmaları inceleyin, ister zamana karşı kendinizi test edin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
AVG AntiVirus Free Edition 7.1.375 [15.8 MB] Windows (tümü) / Free
http://free.grisoft.com/doc/2/lng/us/tpl/v5
Hala anti-virüs programı olmayanlara, olupta güncelleştiremeyenlere mükemmel bir seçenek. Adının bedava olmasına bakmayın. Fazlası var eksiği yok. Hemen yükleyin ve limitsiz update olanaklı bu programı hemen kullanmaya başlayın. Bilenler biliyordur ama bilmeyenler bana duacı olacaklar eminim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|