|
|
|
1 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Unutmak zor!.. |
Elveda Ölüm
Çoktan uçmuş güvercin tahta masam devrilmiş
Can dostum çomar uykuda
Tatlı komşu Ayşe teyze Emekli Salih Öğretmen
Hepinize hepinize elveda
Dostlar elveda
Gözlerim kurşun gibi ağır ağır kapandı bu gece
Elveda
Barış Manço
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kahveci : Hatice Bediroğlu GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 5 |
|
12.30
Yine az önce konuştuk bir tanem. Seni ne zaman kucaklayabileceğimi bir bilsem... İşte o zaman sabırla beklemesini becerebilirdim belki. Ama şimdi öyle sabırsızım ki Zaman hiç ilerlemiyor. Hayatım; sen ne zaman geleceksen, seni ne zaman görebileceksem o kadar günlük şimdi. Geleceksin değil mi? Söz...
Dayanamadım şimdi seni aradım ve son şiirimi de okudum. Bu gün de bir hayli sıcak. Oturduğum yerde terliyorum. Sabah erkenden gözlükçüme gidip gözlüklerimi yaptırdım. Şimdi rahat oldu. Bisiklet ile yola çıkmıştım. Işıkta durmam gerekirken zincir boşa döndü ve ayağımdan ayakkabı fırladı. Mal canın yongası diye boşuna söylememişler. Ayağımdan fırlayan ayakkabının nereye gittiğine bakıyorum. Ben önümdeki arabaya, arkamda ki araba da neredeyse bana çarpıyordu. Resmen bir kaza atlattım. Dönüşte bisikleti de yaptırdım. Ayakkabıcıya ayakkabılarımı bıraktım. Ayrıca bir de terlik alıp çıktım. Gelince de tabi onca terden sonra hemen banyo yaptım. Bugün sevgilin hamarattı yani.
Hadi bana gel ne olur. Seni çok özlüyorum.
13.40 Canım benim burada tam sana göre bir hava var. Fırtına patladı patlayacak. Benim ruhu fırtınalı yarim. Her an aklımdasın. Gelecek güzel günlerde buluşmak dileğiyle seni çok çok öpüyorum ve hava muhalefeti nedeniyle bilgisayarı kapatıyorum.
GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 6
00.01
Başımın ağrısı biraz geçti. Bugün biliyorsun işlerim vardı. Para çektim. Fatura ödedim, borç dağıttım. Yani kuş gibi hafifledim. Kanat takıp uçacağım neredeyse. Biliyorsun bu şehir çok aşırı sıcak. Asfaltın zifti bile yumuşuyor. Şapka da vardı başımda ama güneş geçti galiba... Yolda giderken bahçesini sulayan bir adam görmüştüm... Ne yaptım dersin... Hemen hortumun altına kafamı tuttum. Tuttum tutmasına ama inan bana şapkayı da ıslattığım halde bir saate kalmadı kurudu ve hatta çekti küçüldü kafam.
Sana yataktayım diye mesaj atarken gözlerimi bile oynatamıyordum. Beynim zıplıyordu ve birisi bir tokat ile tekrar yere yapıştırıyordu pat-çat... pat-çat... Onca ağrımın içinde bile seninle beraberdim bir tanem. Yanımda olduğunu düşlemiştim. İkimizde o kadar çok konuşuyorduk ki... Daha sonra uyumuşum. 23.00 de kalktım yataktan. Biraz televizyon izledim. Şimdi yine seninleyim. Daha iyi bir ekonomim olsaydı ben çoktan ordaydım ve bir otelden seni aramıştım.” Alo... Canım ben buradayım “ demek ne güzel bir sürpriz olurdu ama değil mi? Kim bilir nasıl şaşırırdın inanmazdın. Seni öyle çok seviyorum ki... Öyle çok özlüyorum ki… Tahmin bile edemezsin.
01.30 yatıyorum canım benim. İyi geceler diyorum sana. Yine uyuyorsun sen şu an. Rüyan da beni gör ve seni sevdiğimi sakın unutma!
GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 7
17.36
İşte yine akşam oluyor. Gerçi havanın kararmasına daha vakit var ama ben günü bitmiş sayıyorum. Her biten gün bizi birbirimize biraz daha yaklaştırıyor. Sen iyi ol yeter ki… Ben bu ayrılığa katlanırım. Her ne kadar seni çok istesem de katlanırım.
Seni öyle çok seviyorum ki… Sesinin dinginliği, telaşsızlığı, tane tane konuşman beni rahatlatıyor. Ruhumu dinlendiriyor. Gülüşün ise kanımın daha bir hızlı akmasına sebep oluyor. İşte o zaman ne yapacağımı hiç bilemiyorum. Telefonu kapatıyoruz. İçimde seninle daha çok konuşmak için çılgıncasına bir istek beliriyor. Dayanamayıp bazen senin arkandan tekrar ben arıyorum. Duygularım öyle kabarıyor ki… Sevgim sana doğru bir koşu tutturuyor ve bu koşuşturmaca ya ayaklarım yetişemiyor inan. Telefonu kapattığımız da ben hala gülümsüyor oluyorum. Yüzüm aydınlık gözlerimse ışıklar saçıyor. Bana neler yaptın böyle farkında mısın sen?
Az önce sana telefon açıp yukarıda yazdıklarımı okudum. Aslında şimdiye kadar dokuz sayfa olmuş o zamandan bu zamana yazdıklarım. Okur durursun işte ne yapayım. Kusura bakma şimdi biraz senden ayrılıp televizyon seyredeceğim. Sonra görüşmek üzere.
18.44
Eee görüşmeyeli nasılsın bakalım yarim. Emekli işlemlerin ne alem de acaba. IMF bizim maaşları yüksek bulmuş, hiç utanmadan indirin diyor. Bakalım bizimkiler ne yapacaklar. İndirirler vallaha ve bu millet de hiç sesini çıkarmaz. Gerçi sesini çıkardığın zaman da kafanın pekmezini akıtıveriyorlar bir şey yapamıyorsun. Dönüp arkana baktığında da kimseyi bulamıyorsun. Terör yine can almaya başladı. Canlar gidiyor ama o bayıldıkları Avrupa, dönüp bakmıyor bile. Ha bire terörü destekliyor. Nasıl kızıyorum deliriyorum anlatamam.
Banyo yapmıştım mis gibiyim vallaha. Ev de tertemiz... Temizlik gibisi var mı? İnsanın içi açılıyor. Hadi gelsene… Gelemezsin ki, diyerek seni getiriyormuşum buraya. Niye her şey bu kadar zor ki hayatım da. ( Hiç kolay bir hayatım olmadı biliyorsun. Aslında bildiklerin bilmediklerinin yanında hiçbir şey sayılabilir. Ana konuları biliyorsun gerçi ) Örneğin; Sen bu kadar uzakta olmasaydın aynı şehirde olsaydık, istediğimiz zaman görüşebilseydik, birbirimize gidip gelseydik… Gece kalsaydık, beraber uyansaydık… ben seni öpseydim... Öpüşseydik doyasıya. Güne beraber güzel bir kahvaltıyla başlasaydık... Çay ağzımızı yaksaydı... Dilimizi gülerek soğuk suya tutsaydık...Sonra beraber sinemaya tiyatroya, pikniğe gitseydik...Bisiklete binseydik... ne bileyim bir şeyler yapsaydık işte. Neden! bir yığın uğraştan sonra... bir yığın üzüntüden sonra hep istediklerimi elde ediyorum acaba! Biz bir araya gelebilecek miyiz ne dersin. Hayat bize ne oyunlar oynayacak… Oyunlar ne olursa olsun bir tanem ama lütfen birbirimizden vazgeçmeyelim. Bunca yıllık hayatımda beynini sevdiğim, kafaca bunca anlaştığım tek insansın sen. Bu açıdan ilkimsin yani. Yaşam bazı insanlar için çok kolay, bazıları içinse çok zor oluyor. Ama biliyor musun sevgilim, bu yaşadığımız zorluklar ve ayrılıklar bizi birbirimize daha yakınlaştırıyor. Sen henüz beni, benim seni sevdiğim kadar sevmiyorsun ama gelişiyorsun. Senin sevginde kuvvetleniyor. İnanıyorum ki... bir gün ikimizde birbirimiz için vazgeçilmez olacağız. Bu ne zaman olacak. Birbirimizle daha çok vakit geçirebildiğimiz zaman gerçekleşecek... daha bir elle tutulur, gözle görülür, hissedilir hale geleceğiz. Her şey inan çok güzel olacak. Canımsın benim. Yumuşacık bir müzik dinliyorum bir yandan. 6 yaşında bir misafirim geldi az önce elinde gofretlerle… Döke saça yiyecek... Evi daha bu sabah temizlemişim. Elde yenmez yavrum, otur tabak vereyim onun içinde ye dedim. “Sıkıldı ben evde yiyeceğim” dedi. Gönderdim. Annesine elde yenmez dedim. Orada yemek yasak mı? dedi. Tabi yasak değil ama öyle ısıra döke yenmez dedim. Zaten kaslarım acıyor, temizliği yapana kadar da canım çıkıyor... Ben de çocuk büyüttüm yere bir tek kırıntı dökülmeden.Masaya yanaştı mı olur biter. “ Oğluuum “ diye seslendiğimde “ tamam anneee baston yutmuş gibi durmayacağım” der ve masaya yanaşırdı. İşte! bu kadar. Ya da yere bir örtü serersin üzerinde sere serpe yer çocuk... Bana çok mu titizsin? Diyorsun. Yok canııım... Sadece her şeyin usulüne uygun yapılmasını isterim o kadar. Karnım acıktı. Hadi gel canım benim yoğurtlu sarımsaklı semizotu yiyeceğim.
23.46
Hiç esmiyor hava çok sıcak. Birde Efes Extra içtim. İyice tutuştum ben ne olacak şimdi... Hadi söyle bakalım. Çakır keyifim sana da şiir yazdım ama buraya yazmayacağım. Telefonda sana okuyacağım.
23.58
Sen aradın konuştuk. Sonra yine ben aradım şiiri okudum sana.Seni seviyorum hayatım iyi geceler. Düşlerinde bir dolu benden düşler gör.
02.15
Artık gözlerim yoruldu benim. Bir sürü oyun oynadım ve bir şeyler okudum. Şimdi seninle beraber yatacağım bir tanem. Sana iyi geceler demiştim...Bana da senli geceler.
Hatice Bediroğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
NOTER TASDİKLİ YALNIZLIK
Fi tarihinden kalma bir bina…
O tarihin hummalı kokusunu insan akciğerinin en girift noktasına kadar hissettiren ağır soğuk bir hava…
Lekeli yerlerde karo taşlarının aşına aşına ortaya çıkardığı ayak tabanını didikleyici mozaik parçaları.Duvarların köşesinde atılıp üzerine basılmış sarılı-beyazlı sigara ölüleri, kullanılıp atılmanın ibretlik vesikasını temsil etme gayretinde çöp kutusundan taşan buruşuk kağıtlar ,alacak verecek ilişkilerinin insani olan bütün kazanımları rafa kaldırmış olduğu çirkin çetrefil ve kokuşmuş ticari kaygılar…
Adamlarla,okur yazar adamlar arasına çekilmiş, üzeri beyaz formika kaplı ahşap duvar okur yazarlar geriye çekilip arkalarına yaslandıkça ileriye uzatılmış iş takibi derdindeki yorgun kafalar.
Binanın duvarlarında sanatı aksesuar olarak kullanmanın zamanımıza özgü örneklerini sunan klişe tabloların mekan figüranlığı.Memurların oturduğu bölümün arkasına düşen kırık dökük kitaplık ve bu kitaplığın misyonunu hiçbir eşyaya taşıtmayacak kadar yerine uygun en yenisi üç beş yıldır açılmamış olduğu izlenimini veren mevzuat kitapları ortamın iklimini tamamlayan ahenk helezonları halinde almışlar yerlerini.
Zamanın işleyişi devam ededursun,arada bir elinde bir tomar kağıtla dairenin en dip noktasına ceketlerinin önünü ilikleyerek gidip gelen mütevazı görünümlü insanlar.
Bu en dip noktada alt kısmı alüminyum ,üst tarafı camlarla kaplı kapısında da artık ismi cismiyle müsemma isim binanın mı,mekanın mı,memurun mu,amirin mi?belirsizlik içindeki noter yazılı metalik gri renkteki yazıhane.
Bu binaya gelip de bu yazıhaneye uğramayan yok gibi,yönetim merkezi olduğu hissini uyandıran ,günde yüzlerce insanın ziyaret ettiği bu imza karargahının bir tek yetkilisi var.
Asık suratı ,kendinden emin duruşu ,canının sıkıntısına ilaçlık etme vaziyetindeki günlük gazetesi ,demli çayı ,küllükte yarılanmış sigarası, masası,kasası,hasılı, tek bir sineğin bile menfaatsiz uğramadığı noterin sessiz ,tasasız ve biraz da gergin yazıhanesi.
Ayaklarında telaş,gözlerinde umut, evrak imzalatmak üzere içeri giren,iki büklüm insanlar…noter kibar ve alımlı bir el hareketiyle buyur eder evrak sahibini,bu el hareketiyle "otur karşıma,biraz bekle,evrağı kontrol edip herhangi bir hukuksuzluk yoksa kanunun bana verdiği yetki ve sorumluluğu kullanarak indireceğim yazının altına mührü,konduracağım mührün üzerine imzayı" anlamında işaret eder.
İmza beklemek için bir iki dakikalığına karşısına oturan herkes aslında dünyalar dolusu yalnızlığını paylaşmak için gelmiş birer can şenliği figüranından başka bir şey değildir çatık kaş imzacısının.
Yıllardır hiç gülmemiş bir ifade yansır yüzünden ,kahkaha terk edeli ,tebessüm unutalı hayli zaman geçmiştir.İnsan düşünür de bir türlü anlayamaz : bu adam mesai bitiminden sonra ne yapar,daireden tek başına mı çıkar yoksa beraberinde yalnızlığını da götürür mü?-Kendisiyle bitecek işlerin verdiği koltuk kabartısından uzak, çıkar gayesi gütmeyen bir insanilikle bakabilir mi etrafına?-Kendisine çevre rolü oynayanlarla ne kadar zamanı geçer,en son kiminle selamlaşmıştır..?
Evde hanımı nasıl karşılar onu, çocukları atılır mı kucağına, baba sesleri karışır mı odaların boş kokusuna,yorgunluk kahvesini yudumlarken gözlerinde karısı kucağında çocukları hafta sonu gelecek misafirlerinin planlarını yaparlar mı?
Yoksa! yoksa evlenmemiş midir daha,sakın bir de özel yaşamında yalnız kalmış olmasın,sakın eve kapıyı tıklatarak veya zile basarak değil de bıkkınlık veren hareketlerle arayıp cebinden çıkardığı anahtarla açıyor olmasın kapıyı…?suratına bir şamar gibi çarpan evin kesif,nemli ve sigara kokulu havasını teneffüs ederken içeriye doğru adımlarını zorla atıp vestiyerdeki aynada ,talihiyle yüzleşmesin…
Daha gençlik çağlarında babası ondan çok şey beklemiştir:okuyacak ,devlet dairesinde saygın bir memur olacaktır ,hem de en büyüklerinden,herkes hazırolda duracaktır karşısında ,üstünlüğünü farklılığıyla ifade edecektir,gösterecektir babasına:hayırlı evlat olmanın nasılını,göğsünün bir patlamadığı kalacaktır babasının,oğul dediğin böyle olur diye…ne bilecektir ki harcadığı yekün emek zaman ve sabrın koca memurun ruhunda yeri dolmaz bir yalnızlığa rücu edeceğini.
İçinden geçirmiş olmasın ki; bir marangoz çırağı olarak hayata atılmış olma olasılığını,orta halli bir esnaf olur,çekiç ve çivi sesleriyle avunurdum diye.
Dükkanıma gelip gidenlere ikram ettiğim çay ve sigaraların, ayak üstü fakat sıcak dost söyleşilerinin zevki yeterdi bana…hafta sonlarını nasıl geçirecektir acaba ? Ya şehir kulübünde oyun masalarının konu mankenliğini ya da çay bahçelerinde boş beleş zaman cellatlığı yaparak mı yoksa yakın bir beldeye günü birlik bir gezinti yaparak mı daireden arkadaşlarıyla? İş günlerinin resmiyeti orada da bırakmayacaktır yakasını,böylelikle kalacaktır insafına Pazar öğleden sonralarının.
Pazartesi sabahı yatağından sürünerek kalkacak,gözüne ilk takılan şey saati olacaktır,tıraşını olacak geceden hazırladığı,ütülü gömleğine ve takım elbisesine uygun kravatını bağlayacaktır,elinde saç fırçası aynanın karşısına geçecektir ,radyonun düğmesine dokunacak sabah esintisinden şarkılar dinleyecektir "Kaderim bu böyle yazılmış yazım,hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm,taşa geçer kendime geçmez sözüm,ben yalnızım…" sözleri acı bir gülümsemeye bırakacaktır yerini.
Kim bilir beynini meşgul eden bu sorularla evden çıkarken kapıyı yalnız başlarına dolaşan milyonlarca insanın doldurduğu sokaklara doğru kızgın bir sertlikle kapatacaktır,çarpan kapı sesi her gün olduğu gibi bu gün de tasdiklemiştir biçare ve mağrur noterin yalnızlığını..
Ahmet Karacan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Pınar Keşkek Korkmaz |
SUMRU
Daha hiçbir şey bilmiyorsun. Neler olacağı ya da olabileceği hakkında en ufak fikrin bile yok.
Bize kızacaksın bazen, bazen bağıracaksın. Oyun oynayacağız seninle, kavga edeceğiz, küseceğiz birbirimize ve nasıl olduğunu anlamadan barışacağız. Yine de bazen babana, bazen bana kızacaksın. Hatta zaman zaman bizden nefret edeceksin, senin sevmediğimizi bile düşüneceksin.
Sakın gülme! Bunların hepsi olacak bir bir… Sırası geldikçe, olması gerektikçe…
Yıllar geçtikçe hepsi sırasını bir diğerine bırakacak. Bir zaman bizden asla ayrılmak istemeyeceksin, bir zaman sonra da bizim olmadığımız bir hayat düşleyeceksin. Yalnız kaldığını sandığın kendi hayatında bizi özleyeceksin… O zaman liman olacağız sığındığın.
Hayatımız boyunca ne kadar mutluluk, neşe, hayret, acı, keder, sevinç, şaşkınlık ve sürpriz yaşasak da ortada gerçek olan tek şeyin bizim sevgimiz olduğunu anlayacaksın. En duru, en sakin ve en güven verici….Tattığına ve tatmak da olduğuna şükredeceksin…Bebeğin geceleri ağladığında yüreğinin derinliklerinde neler hissedeceksin, tahmin bile edemezsin… Bebeğinin altını temizlerken, hayatımda toplam 24 ay bu kokuya nasıl tahammül ettiğimi işte o zaman anlayacaksın…Senin ve oğlumun kıvırcık saçlarıdır belki sebep.. Belki yumuk elleriniz… Ne dersin? Belki yanaklarınızdaki gamzeler, belki de kıkır kıkır gülüşünüz…Belki de "eeennnniii" diye seslenişiniz… Paytak paytak yürüyüşünüz, canınız acıdığında dudaklarınızı büküp bir süre bekledikten sonra ağlamanız… En önemli sebep benim çocuklarım olmanız.
Şimdi ikiniz de uyuyorsunuz…
Senin ellerin yumuk yumuk, koca bir lüle şakaklarından yuvarlanmış aşağılara…
Oğlum açmış kollarını, kıvırcık saçları tepesine toplanmış ve her akşam söylememe rağmen yine pijamasız yatmış. Üşeniyor giyinmeye, üstündekilerle giriveriyor yatağına, televizyonunu açık unutuyor. Her akşam ben kapatıyorum televizyonu. Okul çantası yuvarlanmış yine odasının orta yerine..Dert değil, ben bunları derleyip toplamak için buradayım.
Sese alış diye radyo çalıyor senin odanda…Bütün gece çalıyor şarkı türkü…Sen de hiç dert etmiyorsun… İkinizi de kucağıma alıp sıkı sıkı sarılmak istiyorum şimdi. Sen de konuşmaya başladığında kardeşin gibi sarılıp "Seni seviyorum" diyeceksin bana biliyorum.
İşte sen de bir gün çocukların uyuduktan sonra sessizce yanlarına gidip öylece bakacaksın, şimdi anlamsız gelebilir ama o zaman anlamı o kadar derin olacak ki. Huzur bulacaksın çocuklarının uykusunda. "İşte benim çocuklarım diyeceksin… Oğlun kızına sarılıp "Kardeşim" dediğinde en güzel çocukların seninkiler olduğuna yemin edeceksin.
Sumru, güzel kızım…
Uyu da büyü…
Büyüdükçe anlayacaksın çünkü…
Öğreneceksin her şeyi… Hayat zorlu olacak, yorucu olacak, zaman zaman sıkıcı olacak, ama hiçbir şeye değişmeyeceksin güzellikleri ve sevgiyi.
Bir gün bebeğini kucağına alıp ufka baktığında, onun hayatını düşleyecek ve hepsini görmek için sabırsızlanacaksın. O da senin hayatın olacak.
Pınar Keşkek Korkmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Yusuf Özgür İntepe |
ARDIŞIK BETİMLEMELER
KALANLARA…
Başlarken ;
Ses yok, ışık yok, zaman yok, yer yok, sen-ben yok… Yalnızca boşlukta asılı zeka…
Tek bir ses, titreşim, uğultu yok…
Tek bir parlaklık, aydınlık, ışık, yansıma, görüntü yok…
Tek bir devinim, değişim, zamana dair bir belirti yok…
Tek bir yüzey, kütle çekimi, set, obje yok…
Tek bir kimse, canlı, suje yok…
Tek bir farkındalık yok…
Sessizlik alabildiğine, karanlık alabildiğine, durağanlık alabildiğine, boşluk alabildiğine, sonsuz (olmayan) yalnızlık…
Zeka faaliyete geçti, farkındalık başladı ; ses oldu, ışık oldu, zaman oldu, mekan oldu, sen ve ben olduk…
Sonra ben aldım elime kalemi ve bunları yazdım ;
Söz, benim yazdığım gibi yazıldı kağıda… İstediğim gibi… "Elma" yazdım, sen "Elma"yı düşündün istemsiz… "Kalem" yazdım kağıda, aklına "Kalem" görüntüsü geldi anında…
Ne yazdıysam, ne okuduysan "o" oldu yalnızca…Bunları okuduğun sürece, istediğimi düşündürürüm sana…
Kalem ve kağıt bende oldukça, söz benim ,istediğim gibi yazılacak ve sen istediğimi
olacaksın…
Koydayken ;
Etrafı hiç görmediğin parlaklıkta yeşil çamlarla kaplı, küçük bir ırmağın denize karıştığı, küçük bir kumsalı, küçük bir tahta iskelesi ve tahta bir kulübesi olan, yolunu kimsenin bilmediği, hiçbir yatın uğramadığı, turkuazın hiç görmediğin tonundaki koydayım…
İskelenin ucunda oturuyor, ayaklarımı ve oltamı denize sarkıtıyorum…
Oltanın iğnesine takmışım kendimi avımı bekliyorum… Yazık "ben"in çekiciliğine kapılıp, oltama takılacak olana…
İğne onun canını yakacak, sonra kovama atacağım onu…Bir süre orada kalacak… Bir umut yaşayacak… Sonra kovadan çıkaracağım onu ve ölümlerin en kötüsünü tadacak, koyların en güzelinde… Söz gerçekleşecek ve yok olacak… Belki çevrenin güzelliği acılarını, farkındalığını köreltecek… Ama uzun sürmez, son belli…
Fazla beklemiyorum, oltanın ucunda bir titreşim var ve çekiyorum , bir bakıyorum ; oltamda sen… Tuttuğum bir deniz kızı… Atıyorum kovama…
Gözümü ayırmadan bakıyorum sana, gözünü ayırmadan bakıyorsun bana…Canının yandığını, yavaş yavaş solduğunu, sona yaklaştığını görüyorum… Güzelliğin yitmekte, bakışların matlaşmakta ve ben sana bakmayı sen de bana bakmayı sürdürmektesin ama… Kıyamıyorum sana, bencilliğimin üstesinden gelip sonunda, tekrar bırakıyorum seni koyun koynuna…
Hüzünlüyüm, mutsuzum, gün batmak üzere…
Koyun ucu kızıla bürünmüş, oltam kızılda bekliyorum… Gene bir kıpırtı, çekiyorum gene sen… Sen denizdeyken çıkarıyorum iğneyi, gözlerine bakmadan bu sefer… Biraz sonra, gene sen takılıyorsun oltama…! Bu kez, bakmaktan alamıyorum kendimi sana…
Gözlerimden düşen bir çift yeşil damla, karışıyor denizin kızılına…
Tanrılar üzülüyor ve mucize gerçekleşiyor ;
Sırf söz yerine gelsin diye, gümüş pullu kuyruğun, bir çift bacağa dönüşüyor…
İskeleye çıkıp yanıma oturuyorsun…
Sana bakıyorum, bana bakıyorsun…
Gün batıyor…
Yıldızlar göğe, ay yıldızlara, ben sana kavuşuyor…Oltamı topluyorum… Öpüşüyoruz…
Ormandayken ;
Zavallı duygusal örümcek, içini boşaltabileceği, anlayışlı birini aramaktan çoktan vazgeçmişti…
Ne zaman buna yeltense, arkadaşını ölüme sürüklemişti, farkında olmadan… Ne zaman birilerine içini boşaltsa, yavaş yavaş yok olmalarını izlemişti…
Artık üzerindeki lanetin farkındadır ya, aramaz olmuştu içini dökecek birini… Halbuki tek istediği, içini yakan, kavuran bilmediği derdini paylaşmaktı…
Bu nasıl bir ruhtur ki ya da ruhunda olan nedir ki böyle her paylaştığını yok eden…
Uzak durduklarına hiçbir şey olmuyor, ne zaman biriyle fazla yakınlaşsa, son başlıyordu…
Bu yüzden en sevdikleri en çabuk yok olanlar oluyordu…
Lanet olsun…
Zaman zaman içine kapanıyor, herkesten kaçıyordu… Kimse bilmiyordu, neden örümceğin hiç yakını olmuyordu… Bilenler de zaten sırlarıyla yok olmuştu…
Sonra, yenilip yalnızlığa, tekrar karışıyor kalabalığa… Fazla sürmüyor bu… Arkasında, bir mezarlık dolusu ceset bırakıp, kahredip lanetine, kayboluyor ormanın derinliklerine…
Ama artık bıkmıştı… Artık tek derdi, ruhundaki gizi bulmaktı…
Herkesten kaçarak yaşamaya başlamıştı… Günün birinde, rastlıyor yuvasında terk edilmiş bir yavru serçeye… Usulca yaklaşıp başlıyor seyretmeye… Çeliştiği, ruhundaki karanlıktı…
Böyle düşünürken çaresiz, gözlerinden iki damla düşüyor ormanın örtüsüne… Anlamıyor ne olduğunu. Fakat yukarıda anlayan birileri vardı…
Tanrılar üzülüyor, mucize gerçekleşiyor…
Açıklanıyor ruhundaki zehir ve kaderi zavallı örümceğe…
Sırf söz yerine gelsin diye; lanet yok oluyor…
Örümcek bana, serçe sana dönüşüyor…
Ruhumdaki karanlık, gözleri kamaştıran ışığa dönüşüyor…
Işık dolduruyor evreni…
Evren dolduruyor beni…
Öpüşüyoruz…
Çöldeyken ;
Ucunu bucağını göremediğin, nerde başlayıp, nerde bittiğini bilemediğin, güneşin kavurduğu, rüzgarının acıttığı, umutsuz bir çölde yalınayak yürüyorum…
Kum tepeleri aşıyorum, güneş yukarıda halkalanarak beni eritiyor… Rüzgar aynı anda her yönden esip beni aşındırıyor… Keskinliğim köreliyor, hatlarım yumuşuyor, sonsuz susuzluk çekiyorum…
Yürüyorum yalın ayak, ayaklarım kavruluyor, dudaklarım kuruyor, güneş beni eritiyor, rüzgar beni aşındırıyor, çöl beni bitiriyor… Güneşe karışan hüzün, rüzgara karışan kum beni acıtıyor…
Yürüyorum, her adımdan bir sonrakini atacak gücü, ancak, düşündüğümde buluyorum…
İlerde bir vaha görüyorum… Vahaya yürüyorum… Gün kavuşmak üzere… Vahadan sonrası kızıla bürünüyor…
Kızıllıkta bir nokta görüyorum… Nokta vahaya yürüyor, ben vahaya yürüyorum… Güneş ve rüzgar sonsuza yürüyor…
Nokta vahaya yaklaşıyor, ben vahaya yaklaşıyorum… Nokta bir silüete dönüşüyor… Gün batıyor…
Vahada bir kuyu… Kuyuya yaklaşıyorum, silüet kuyuya yaklaşıyor… Kızıllık vahaya yaklaşıyor…
Kuyunun yanına geliyorum, silüet kuyunun yanına geliyor… Bekliyorum, silüet bekliyor…
Susamışım, susamış, kavrulmuşum, kavrulmuş, acıtılmışım, acıtılmış… Bekliyorum, bekliyor…
Tanrılar üzülüyor, mucize gerçekleşiyor… Sırf söz yerine gelsin diye ; silüet sen oluyorsun…
Çarşafını açıp bana bakıyorsun… Yüzümü açıp sana bakıyorum… Gözümü ayırmadan, ama… Sen de ayırmıyorsun…
Bir tas su çekip kuyudan, sana uzatıyorum… Tası çöle boşaltıyorsun…
Bir tas su çekip kuyudan, bana uzatıyorsun… Birlikte içiyoruz…
Birer damla düşüyor gözlerimizden çöle, gün geceye, yıldızlar göğe, sen ben'e kavuşuyor…
Öpüşüyoruz…
SONDAYKEN;
Mağaramdan çıkıyorum… Başlıyorum yürümeye… Ama yokuş aşağıya… Hep, ama, hep yokuş aşağıya…
Defalarca itiliyorum… Yanımdakiler tarafından… Tabii ki yanımdakiler tarafından… En acısı da, bu ya…
Yarın kenarına geliyorum sonunda… Evren'in sonuna… Ama zaman geçiyor, yani duramam, duramıyorum… Nereye gittiğimi bilmeden ve de meraksız yürüyorum…
Ve başlıyorum; düşmeye, sona… Sonun başlangıcına… Ama başarıyorum tutunmayı bir dala… Uçurumdaki bir ağacın dalına…
Bakıyorum dala, bilmiyorum ki, dal bakıyor mu bana…(Elmayı seviyorsam, ille, elma da beni sevecek değil ya!)
Böyle, bir zaman geçiyor… Ve ben üzülüyor… Sırf söz yerine gelsin diye mucize gerçekleşiyor…
Dal sana dönüşüyor, ve sen bana kırılıyorsun… Çok ama çok kırılıyorsun…
Birer yeşil damla düşüyor gözlerimden yere, ve ben düşüyorum; sen daha fazla kırılmayasın diye… Ayrılıyoruz…
Yusuf Özgür İntepe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
• HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ •
|
Arap Latino : Beyhan Duffey Teneke Mahallesinin Benli Hicran'ı |
|
1978 yılının soğuk bir günü yanağında küçük bir benle doğdu Hicran. Anası dedi ki ; öyle bir ayaz vardı, öyle soğuk oldu ki, aç kurtlar indi Yamanlar dağından. İşte sen o zemheride doğdun. Ama bilemem benli Hicranım Allah'ımın hangi günü doğdun. O doğunca babası sevinmedi. Er kişilere " kız olmuş " dedi ve kahveye kağıt oynamaya gitti. Bundan işte gidip bir kafa kağıdı da almadı Hicran a.
Hicran has İzmir kızı. Örnekköy Mahallesi nin gigepi. Örnekköy bir sigara igimlipi uzak Karşıyaka dan. Ama anası Hicran ı hig yanına almadı, bohgasını kaptıpı gibi, yalnız düştü Karşıyaka yollarına. Hicran kendinden üg yaş kügük erkek kardeşine bakar oldu. Ona analık etti gocuk yaşında. Elleri soğuktan yarım yarım oldu. Yine de boyundan büyük helkilerle su taşıdı sokak geşmesinden. Su taşıdı da kardeşinin boklu donlarını arap sabunuyla sakız gibi etti. Konu komşu hep parmak ısırdı onun hamaratlığına.
Bir gün mahalleye bir çeşit adamlar geldi. Bu adamlar ne babasına ne de komşudan adamlara benziyordu. Güzel giyimliydiler. Ellerinde çeşitli aletler, kağıtlar, kalemler Hicran da komşularla bir olup kapılarının önünde dikildi baktı bu kelli-felli adamlara. Adamlar toprağa ellediler. Kafa salladılar. Yamanlar Dağı'nı elleriyle göstererek uzak ettiler. Yerlere uzun uzun metreler koyup, kağıtlarına yazı yazdılar. Çeşmede ellerini yıkadılar. " Pistir " diye içmediler. Hicran'ı ve komşularını hiç görmediler. Onlardan yana hiç bakmadılar. Sonra da çekip gittiler. Onlar gidince herkes kafa sallayarak, homurdanarak tenekeden evine girdi. Kimse kimseye bir şey demedi ama Hicran bu adamları hep merak etti. Niye geldiler ki, diye kendi kendine sordu.
Mahallelerine canavarlar gibi büyük makineler geldi. Anasının çorba kepçesi gibi kepçeye benzedi içlerinden biri. Öbürü de tırrr tırrr tırrrr diye toprağı deldi. Kamyon dedikleri kum, tuğla, çimento taşıdı. Küçük küçük yapılar yapmaya başladılar. Çabuk çabuk. Hepsine beyaz kireç vurdular. Kapılarına da birer kilit asıp gittiler.
Hicran bir sabah, daha gün doğmadan uyandı. Naylonla kaplı penceresinden dışarıya baktı. Bir sürü karartı gördü. Adam, kadın, çoluk, çocuk sırtlanmış yükünü, kabını kaçağını bu beyaz kireçli evlere girdi. Gün ağarınca kalkıp kapılarının önünü süpürdü Hicran. Komşuları da. Ortalığı toz-duman kapladı. Kadınlar fısıldaştı ama kimse bilemedi gelenleri.
Mehtap abla davullu zurnalı evlendi. Adamlar havaya silah sıktı. Yetişkin kızlar yüzlerini boyadı göbek dansı etti. Hicran da çok oynadı. Başka çocuklarla birlik olup beyaz badanalı evlerden birinin penceresine taş atıp kaçtı. Sarı kafalı bir kadın pencereyi açıp " pis çingene piçleri " dedi. " Çingene piçi " ne demek diye Hicran anasına sordu. Anası da sarı kafalı kadının evinin vnünde durup avaz avaz bağırdı. Kapılarını yumrukladı, öfkeden kudurdu. " Dağdan gelmiş bağdakini kovuyor " dedi. " Çingene sana benzer bitli karı " dedi. " Alırım donumun içine, görürsün dünya kaç bucak " dedi. Herkes anasına alkış tuttu. Sarı kafalı kadın da korkusundan bir daha hiç görünmedi.
Hicran, badanalı evlerin önlerinde lastik oynayan kızlar gördü. Saçları sarı, iki örgülü. Kırmızıdan da bir entari. Yanına gidip kızın elbisesine elledi. " Ne güzelmiş. Kedi gibi de yumuşak ". " Kadifeden " dedi kız. Hicran anlamadı ama kafa sallayıp " hııı " dedi. Adım " Tülin " dedi. " Nereden geldin ? ". " Bulgaristan dan ". " Ben bir tek Karşıyaka'yı duydum ama hiç gitmedim. Oradan da uzak mı ? " " Biraz ".
Kardeşine bakmaz oldu Hicran. Kaçıp Kaçıp Tülin'e gitti. Bahgelerinde gizliden gizliye çaput bebeklerle oynadılar. Gazoz kapaklarından tencere tabak yaptılar. Küçük bez parçalarını kilim niyetine yerlere serdiler. Hayali sinilerde yemek yediler. Çocuk baktılar. Kocalarını çekiştirdiler. Hicran, akşam eve dönen anasından hep dayak yedi ama yine de söylemedi Tülin le kendi hayal evlerinin düzenini.
Tülin " ben okula gidicem " dedi. Hicran gok üzüldü. " Gelmeyecek misin bir daha " dedi. Tülin güldü. " Yok öyle değil " dedi. Hicran'a okul ne demek anlattı. Hicran da okula gitmek istedi. Anasına yalvardı. Anası onu bir güzel dövdü. Yine de susmadı. Yalvardı. Anası baktı olmayacak, babasına söyledi. Babası da bir güzel dayak attı Hicran'a. Hicran dayak arsızı oldu tutturdu, " okul da okul " diye. Günlerce yemeden içmeden kesildi, hasta düştü. Anası bohçaya gidemedi. Yalvar yakar oldu kızına ama benli Hicranına bir türlü söz geçiremedi. Gidip kocasına yalvardı. "Kız derdinden ölecek " dedi. Babası " ölsün " dedi ama yüreği elvermedi gidip kafakağıdı çıkardı Hicran'a. Memur sordu, " Ne zaman dopdu ? ", " 78 de ama bilemem hangi ay. Kıştı, çok soğuk vardı ". " O zaman 1 Ocak yazalım düz hesap olsun ". " Olsun ". 1 Ocak 1978 İzmir doğumlu, ana adı Meryem, baba adı Tacettin olan Hicran artık okula başladı
Hicran her şeyi okudu. Babasının kesekağıdı yapıp bakkala satmak igin eve getirdiği gazeteleri okudu. Tutkal niyetine kullanılan cıvık hamurlar vnünde kurudu, Hicran dayak yedi. Kapı numaralarını bildi. Mahalle adlarını okudu. Defteri kalemi hiç olmadı. Öpretmeni bir iki verdi ama sonra vermez oldu. Sağda solda eşyalarını kaybeden sınıf arkadaşları, ailelerinden korkularına " Hicran çaldı " dediler. Onlar kurtuldu, Hicran önce öğretmeninden sonra da müdürden bir güzel dayak yedi. Babası ertesi gün okula gitti. Müdür " Bu çocuk okumaz. Alın bunu okuldan boşuna başımız ağrımasın " dedi. Babası kolundan tuttuğu gibi eve getirdi Hicran'ı. İlkokul 2 terk Hicran o günden sonra bir daha okul yüzü görmedi. Ama evcilik oynadığı kilerde Tülin ona hep hikayeler okudu. O hikayelerde anka kuşlarına binip kaf dağının arkalarına gitti. Taa ki, anası gelip de onları yakalayıp Hicran'a bir temiz sopa çekinceye kadar.
Hicran Karşıyaka'nın yolunu artık iyi belledi. Siyah önlük, beyaz kurdele, beyaz yakalı gocukların teneffüslerde oradan oraya koşmalarını izledi. İstiklal Marşı söylendiği zamanlar o da hazırola geçti. " Andımız "ı ezbere bildi. Ağzında sakız, gözünde yaş gelene geçene gül satmaya uğraştı. Para getirmiyor diye babasından yine dayak yedi. Anası ona güzel diller belletti. Şalvarına soktuğu küçük bezden çıkınına demir para, bakla, nohut, nazar boncuğu koydu deniz kenarında fal açtı. Genç oğlanlar, askerler, kollarına taktıkları yeniyetme kızlara fal baktırdılar. " Kısmetin var " dedirttiler. Hicran bu dilleri iyi belledi. " Amaaan ceylan gözlü kız, gel de bir falına bakayım kısmetini söyleyeyim Kızlar omuz silkip gittiler. Hay senin ceylan gözüne sıçayım dedi. Yanağı benli, ağzı çengel sakızlı Hicran sosyete Karşıyaka sının, Bostanlısının yalı falcısı oldu. Kendi büyüdükçe yanağındaki ben de büyüyen benli Hicran ın gönlüne ateşler düştü. İçine birşeyler olmaya başladı. Kendi kendine ellerini orasına burasına sürterek " ahh..lar, ohh lar " çekti. Babası onu gördü. Kızının başına çöktü. Hicran anasına " gebeyim " dedi. Önce anasından sonra da babasından bir güzel dayak yedi. Babası onu duvardan duvara çaldı. Hicran'ın bacakları arasından kan geldi. Günlerce yatakta baygın yattı. Anası kızdı da bir tas çorba vermedi. Çok geçmedi Hicran düzeldi, olanı biteni de herkes unuttu.
Çocukluk arkadaşı Tülin'e anlattı. Yemin verdirdi. " Kimseye söylemeyesin , ölümü gör " dedi. Tülin söz verdi. Ondan aldığı Beyaz Dizi leri, renkli film, sinema dergilerini herkeslerden saklı gizli okudu. Saçları yüzleri boyalı artistler gördü. Yanağında ben olan artisti kendine benzetti. Heladaki sırı dökülmüş kırık aynada hep kendine baktı. Beğendi. Düşler kurdu. Güzel arabalara bindi. Zengin evlerde oturdu. Lokantalarda kıymalı pide yedi. Kürkler, kırmızı kadifeden elbiseler, yüksek ökgeli iskarpinler giydi.
Tülin üniversiteyi kazanıp başka bir şehre gideceğini söyledi. Hicran'a ucunda miniminnacık bir fil olan lastikten bir kolye hediye etti. " Beni unutma " dedi. Aynı gün o da evden kaçmak için kararını verdi. Herkesin uyuduğunu sandığı bir vakit, eşyalarını koyduğu naylon torbasını da alarak, ayaklarının ucunda yürüyerek teneke evlerinden gıktı. Anasının gözü açıktı ama hiç ses etmedi. İçinden " yolun agık olsun inşaallah " dedi. Hicran Karşıyaka ya vardı. Kendini durakta bekleyen dolmuşa bindi. Adam da ayı gibi onun üstüne bindi. Hicran hiç ses etmedi. Az sonra adamın söz verdiği gibi Basmane ye geldiler. " Adamlar yarın gelip seni bu otelden alacaklar " deyip gitti şoför. Oteldeki adam Hicran ın elindeki torbayı alıp, bıyıklarını da burarak odasına kadar çıkardı onu. Hicran ne kadar ağladı sızladıysa da adam iki tokat atıp suratına " kahpe " dedi. Ertesi sabah gençten bir adam gelip Hicran'ı otelden aldı. Yıldız Gazinosunun içi ışıktan pırıl pırıldı. Hicran'ın gözü kamaştı. Sonra sonra baktı ki kendi gibi kızlar, masalarda adamlar İçi biraz rahat etti. Adam onu bir masaya oturttu, garson hemen şişe getirdi. Bardaklara doldurdu. Hicran " içemem " dedi. Adam " alışırsın " dedi. Hicran alıştı. Hem de bir numaralı konsomatristi oldu Yıldız Gazinosu nun. Müşteriler adıyla arar oldular onu. Patron bu işe çok sevindi. Hicran ın yüzde onluk hakkını yüzde onbeş yaptı. Öbür kızlar kıskandı, hır çıkardı. Hicran kahkaha atıp saçlarını savurdu. Bir gün babası geldi Hicran'ın. Hicran bozuldu. Babası masaya oturttu. Hicran " içmem " dedi. İçmedi, bağırdı çağırdı. Patron ses etmedi. Babası bozuldu. " Para vereceksin " dedi. Hicran verdi. Babası hergün gelir oldu Hicran daha fazla dayanamadı ve topladı pılısını pırtısını, İstanbul a gitti.
Hicran has be has İzmir kızı. Mürekkep yalamışlığı da var. Feleğin çemberinden de kırk kere geçmişliği. Artık toy Hicran değil. İstediyse oldu istemediyse olmadı. Tuzağa gelmedi. Kararlarını kendi verdi. Zaman zaman helal süt emmemiş dürzülerin eline düştüyse de çok önemsemedi. " Hayat " deyip geçti. Tepebaşı nın, Tarlabaşı nın, Beyoğlu nun arka sokaklarındaki ucuz barları kendine mesken etti. Bir de dost hayatı. Adam esrarkeş çıktı. Kollarına jilet attı. " Beni bırakırsan yaşayamam " dedi. Esrar parası için Hicran'ı eşek sudan gelinceye kadar dövdüğü de oldu. .
Adam " gel bu gece birlikte çekelim " dedi. Hicran ses etmedi. Bugün işe de gitmedi. " Yılbaşını başbaşa kutlayalım " dedi. Hem içer de sızar. Adam sızmadı. İçti, içtikge de kudurdu. Hicran ın üstüne yürüdü. " Orospu " dedi. " Sen de pezevenksin, godoş ". Kavgaya tutuştular. Sesleri dışarılara taştı. " Ölürüm, öldürürüm " dediler. Hicran eski toy Hicran değil. Çıkardı sustalısını salladı adamın bacağına. Boğuştular. Bir o kaptı sustalıyı, bir adam .
Konu komşu şikayet etti. " Dostu var. Adam esrarkeş, kadın da genelevde çalışıyor " dediler. Polis geldi. Kimse kapıyı açmadı. Tahta kapıyı tekmelerle kırdılar. Biri kadın biri erkek iki ceset gördüler orta yerde. Kanları göl olmuş birbirine karışmış. Ambulans geldi. Doktor " ölmüş bunlar " dedi. Adli Tip doktoru Tülin yanağındaki benden ve boynundaki plastiğin ucunda sallanan filden tanıdı Hicran'ı. Kafakağıdında 1 Ocak 1978 doğumlu, Tacettin'den olma Meryem'den İzmir de doğma Hicran'ın ölüm tarihi beyaz kağıtlara şöyle yazıldı ; 1 Ocak 2003 Tarlabaşı / İstanbul.
Beyhan DUFFEY
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.084 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
İzdüşüm
ilk dokunuşun titreyişinde dün
sararmıştı benzi
yanmıştı
hiç sönmeyen ateşinde
kül yığını gözleri
eksik bir anın yakalanışında
donmuştu sanki zaman
öğünmüştü tutku
iki bedenenin bütünleşmesinde
kendi yaptığından
dardı tüm vakit
soğuk sıcak arası aktıkça bir ılık
gurursuzdu aşk
eğildiği yerde kaldığında boynu
alacakaranlığın içinde
hiç düşünmeden şehvetinde
yitmişti delilik
gülümsemişti iki yüz
son bakışa dönerken sevgililik
biri giderken diğerinden öteye
yüzünü yasladığı bağrında gece
hala sıcaktı üstüne giydiği teni.
Gülcan Talay
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Kara kış hayatı felç edince bir çoğumuz gününü evinde geçirmeye mecbur kaldı, aynı benim gibi :) ... Hava durumunu sadece evinizin camından gördüğünüz veya televizyon kanallarının gösterdiği kadarıyla takip etmek size yetmiyorsa, günlük ve tahmini hava durumu için işte size en yetkili web sayfası http://www.meteor.gov.tr/
İşte bu da bu tipi ve rüzgarda sokağa çıkamam diyenler için, kardan adam yapma sayfası http://www.frontiernet.net/~imaging/build_a_snowman.html . Şapkasından havuç burnuna kadar bir çok ayrıntı düşünülmüş durumda. Size sadece seçim yaparak uygun yere yerleştirmek kalıyor. Aslında karın soğuğunu ve ıslaklığını hissetmeden kardan adam yapmak ne kadar zevkli olur bilmem ama, neyse...
İstanbulda yaşayan veya İstanbul'un sokakları ne alemde diye merak edenlere online trafik kameraları http://www.ibb.gov.tr sitesinden. Trafik kameraların'da, canlı yayın yazısını tıkladığınızda kamera noktalarını ve tıkladığınızda eğer donmamışsa kamera görüntüsünü canlı olarak takip edebilirsiniz.
Son olarak sıkıntıdan patlayanlara "sabır küpü". http://www.goriya.com/flash/rubik.shtml İster örnek çalışmaları inceleyin, ister zamana karşı kendinizi test edin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
AVG AntiVirus Free Edition 7.1.375 [15.8 MB] Windows (tümü) / Free
http://free.grisoft.com/doc/2/lng/us/tpl/v5
Hala anti-virüs programı olmayanlara, olupta güncelleştiremeyenlere mükemmel bir seçenek. Adının bedava olmasına bakmayın. Fazlası var eksiği yok. Hemen yükleyin ve limitsiz update olanaklı bu programı hemen kullanmaya başlayın. Bilenler biliyordur ama bilmeyenler bana duacı olacaklar eminim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|