Deniz Feneri Derneği



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 914

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Film bu film!...


İyi haftalar,

Tek bir bölüm bile seyretmedim. Kesinlikle önyargılı olduğumdan değil, sadece sevmedim. Birkaç kere yoğun medya bombardımanından yara alıp seyretmeye kalktım, dayanamadım. Yani bana göre değilmiş. Şimdi de filmini yaptılar. Büyük ihtimalle gitmeyeceğim, ileride DVD'si çıktığında belki alır seyrederim. Ancak tüm bunların filmin konusu veya temsil ettiğini iddia ettiği değerlerle falan hiç ilgisi yok. Aksine son derece merak uyandıracak bir konusu ve herşeyden önemlisi teknik alt yapısı var. Benimkisi belki de medyada kopan fırtınalara bir karşı koyuş kimbilir. Günlerdir gelişmeleri izliyorum. Savunanlar, karşı çıkanlar gırla gidiyor. Savunucuların son derece tutarlı tezleri var ama karşı çıkanlar bir garip hâletiruhiye içindeler. "Bir Amerikan karşıtı film." "Tek iyi Amerikalı yok." "Müttefiklerimizi karşımıza almaya ne gerek var." gibi anlamsız bir sürü laf ediliyor. Allah aşkına, kırk yılda bir, en azından teknik anlamda, Hollywood ayarında bir film yapmışız, şimdi kalkıp böyle komplekslere kapılmaya ne gerek var? Ben Kuzey Vietnam'lıları iyi gösteren tek bir Amerikan filmi hatırlamıyorum. Ama müttefiklerini yerin dibine soktuğu pek çok filmi hatırlıyorum. Tek kişilik orduyla ülke fetheden masalları az mı izledik? Ama bizim derdimiz gerçekle filmi birbirine karıştırmamız. Bir kurgu hikayeye anlam yüklemek güzel de, bu anlamdan evrensel sonuçlara varmak anlamsız. Film bu film!... Arada bir gurur okşayıcı yaratıcılıklara da ihtiyacımız var unutmayın!...

Son günlerdeki sıkıntımı hâlâ paylaşmaya devam eden dostlara bir teşekkür borcum var. Sağolun varolun. Vallahi benimkisi her vatan evladının başına gelebilecek bir cins "Kulak enfarktüsü" vakasıymış. Tıp literatürüne yeni bir terim mi kazandırdım bilmiyorum ama doktorumun anlattığından çıkardığım sonuç bu. İnsan gibi mükemmel bir makineyi yaratan, nedense kulağı besleyip büyütsün diye tek bir damarı uygun görmüş. Haşa hikmetinden sual olunmaz, vardır bir bildiği. Mesela "Herşeyi duymasanız daha iyi olur." demek istemiş olabilir mi? Yaş kemale erince ya da gerekli görülünce, damarı tıkar, oksijeni kesersin olur biter. Tıpkı ben de olduğu gibi. Teşhis akut işitme kaybı, fiziksel yaş 47, ruhsal yaş 35(!?), kulaksal yaş 70. Evet maalesef öyle. Acil tedaviye başladık merak etmeyin. Hiperbarik oksijen tedavisi. Bir basınçlı tüpe 8-10 kişi girip karşılıklı oturuyor, yüksek basınçta oksijene maruz bırakılıyorsun. Tam 2,5 saat. Tüp arkadaşlarımın yaş ortalaması 88. Bana çocuk muamelesi yapıyorlar. Ben de amca, teyze, dayı, dede diyerek gönüllerini alıyorum, geçinip gidiyoruz. Siz bu satırları okurken ben muhtemelen o tüpün içinde ağzımda maske, elimde kitabım ikinci kez oturuyor olacağım. 8 gün sonra tekrar teste girip sonucu göreceğiz. Benim derdim işitme kaybıyla ilgili değil, ona alışkınım ama şu çınlamaya hala alışamadım, epeyce sinir bozucu. Neyse, gelin pikaba bir büyük grubun şarkısını koyup dinleyelim. Queen'den I Want To Break Free. Güzel bir çalışma hafası dileğiyle, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  UMUDUM İLE KİRAZ AĞACIM

Bahçemdeki son gül de açmıştı bu gün, kiraz ağaçlarının arasında. Dalların arasından bana bak! Der gibi bakıyordu. İçimdeki hüzünleri parçaladı dikenleri ile. Al rengi ile de, yüreğim de yarına dair umutlar yeşermeye başlattı. Yeşerdi, ilk filizini verdi, umut.
Büyücekti, fidan olacaktı, dallanacaktı, ardından hayata inat ben yaşayacağım diyecekti. Kırmak isteyecekti mutlaka bir şey onu, mutlaka acılar çekecekti. Mutlaka düşmanları olacaktı, dostları olacaktı, onu kıskananlarda olacaktı.

Ama korkmadı! Filizlendi içimde ki umut, kiraz ağacımla beraber. İlk defa olsun toprağa köklerini saldı, durmadan, korkmadan saldı, girdi derinliklere, her gün bir az daha sarpa sardı toprağa, sardıkça daha da güçleniyordu. Güçlendikçe, daha da hızla devam ediyordu yolunda. Bir gün kanatları çıkmaya başladı, onu koruyacak, yeşertecek olan kanatları, güzelleştirecek olan. O bütün korkularına rağmen, kanatları uzattı dört bir tarafına, durmadan yeşerdikçe yeşerdi.

Bir gün bir çocuk geldi, dalından kopardı, onun canı yandı durmadan yarası kanadı. Çocuk bu acıyı duymadı bile. Dalı at yaptı, ayakların arasına aldı, atçık oynayarak, "deh!" diyerek yoluna devam etti.

Ama ağaç buna hiç aldırmadı, ona inat daha çabuk büyüdü, daha da güçlü oldu gövdesi kanatları, biliyordu yine kıracaklardı onu, hoyrat rüzgâr dallarına hızla çarpacak, hırpalayacaktı. Ama bunu hiç önemsemiyor her gün biraz daha hızla büyüyordu. Daha da güçleniyordu günden güne.

Karlar yağdı üstüde, titredi ilk defa soğuğun ne olduğunu gördü, yağmurlar yağdı ardından başından aşağıya sular döküldü. Toprak kokusunu ilk defa sinesine o zaman çekti. Bir de ardından Güneş çıktı, soğuyan bedenini sıcağıyla kuruttu. Günler böyle geldi geçti, gündüz Güneş'e, gece bulutlara selam verdi.
İçimdeki umutta, kiraz ağacımla beraber, yeşerdi, büyüdü.

Evet, artık meyve verme zamanı gelmişti. Çiçekleri artık kiraz olmuştu, birer birer, ilk önce küçücük olan meyveleri gerçek boyutuna ulaşmıştı. Kırmızılaştı. Artık istediği olmuştu, yeşil yaprakları rüzgârda dans ediyor, kirazları gülümsüyordu gündüz Güneş'e, gece Ay'a. Ağaçta bunları taşıdığı için, gövdesiyle beraber gülcükler saçıyordu durmadan etrafa.

Günlerden bir gün, Güneş'in o sıcak gülümsemesiyle uyanmış, kirazlar ise, sevinç içinde oynuyordu dallarda. İki çocuk yaklaştı dalların altına, birisi sopa ile en alttakini sopalamaya başladı. Öbürü sopa bulamayınca bulduğu kocaman taşları fırlatmaya başladı, ağacın dallarına. Kirazların kafaları yarılıyordu, dallarda ki yapraklar ise kanlar içinde toprağa çarpıyorlardı. Son bir şekilde gökyüzüne bakıyorlar, son kez selamlıyorlardı Güneş'i…

Kirazların sağlam olanlarını, avuçlarına alarak çocuklar uzaklaştı oradan. Ağacın her tarafı kan revan içinde kalmıştı. Dalları kırılmıştı, kanatları acıyordu durmadan, kirazlar ise yerde uzanmış yatıyorlardı, yaprakların hizasında. Kimi ölmüş, kimi de can çekişiyordu hala.

Ağaç üzülmedi, topladı kendini. Biliyordu ki bu hayat zordu. Daha çok acılar çekecekti. Ama şunu da biliyordu, kuşta yuvasının bozulacağını bile bile tekrar tekrar yapıyordu. O da öyle yaptı, kanatlarını sardı gözyaşları ile. Kirazları daha da kızardı, kıpkırmızı oldu. O hiç pes etmedi bu hayat yolunda, her yıl yine canının yanacağını bilse de, cömertçe verdi meyvesini. Ve her acıdan sonra daha da güçlü bir ağaç olarak çıktı zamanın karşısına.

Ve en son olarak şunu öğrendi; "Meyve veren ağacın her zaman taşlanacağını."

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Emin Coşar


KADININ ÖFKESİ Mİ? ''ÖFKE'' Mİ? (*)

Merhabaa!..Efendim ne şeref ne saadet sizi tekrar görüp, tatlı tatlı sohbet etme zevkine kavuşmak. Ha, tatlı dedim de, çikolatan vardır tabii... Hani badem likörlü diyordun ya, işte ondan alayım. Bu bir başka görünüyor; dükkandan alınmışa benzemiyor pek. Tadı da bir hoş; ev yapımı mı ne? Neyse, pek lezzetliymiş, bi tane daha var mı?

Eveet, ne diyorduk; daha doğrusu nerde kalmıştık bakalım. Sen, bana bir adet "replik" yazacaktın ama, yazmayı geciktirip durdun . Ne kadar mı oldu? Bilmem;herhalde iki aydan az değil...Yoksa üç ay mı oldu?

Yok canım ...öyle mahalle arasında maç yapıp da rakip takımı ezip sahadan kaçıran çocuklar gibi "kaçırdık!...kaçırdık!..." diye haykıracak halim yok tabii. Ama, doğrusu merak etmiştim Neyse, yanıt mı desem, replik mi desem, yepyeni bir tartışma zemini mi desem ..her neyse bugün geldi işte.

Bugün geldi ve de tam da gününde geldi; neden mi bak bakalım bu günün gazetelerinin birinci sayfa haberleri arasında ne var: "Öldüreceğim derdi... Sonunda öldürdü" başlık bu. Altındaki haberde ne var? HÜRRİYET Gazetesinden aynen alıyorum:

"Tiyatrocu ve dizi oyuncusu Mümtaz Sevinç, İstanbul Üsküdar'daki evinde, ayrıldığı ve eşyalarını almaya gelen felsefe mezunu sevgilisi Banu Daldır tarafından, uyurken sırtından bıçaklanarak öldürüldü."

Hadi bakalım , bunu nasıl açıklayacaksın! O çok "anaç" "müşfik" "cins-i latif" denilen insan türünün seçkin bir üyesi - seçkin tabii.Baksana, felsefe okumuş yani; daha ne istiyorsun- bir erkeği (bir kadını da olur muydu acaba?) hem de uyurken sırtından bıçaklıyor.

Uyuyor da olsa bir insanı sırtından öldüresiye bıçaklamak için nasıl bir ÖFKE gerekli acaba? O bıçağı kavrayan ele bu gücü, bu titremezliği, bu kararlılığı veren öfkenin derecesi, depreme oranlansa kaç "Rihter" eder dersin?

Sonuç olarak şunu demek istiyorum; Sen de diyorsun ya zaten

"Aslında sen anladın benim nereye gelmek istediğimi!
Derdim kadın şöyle öfkelenir, erkek böyle çığrından çıkar değil…
Veyahut "Kadının öfkesi tercih edilmelidir" değil…
Şahsen sevmiyorum öfkenin tahammül edemediğim şiddet izdüşümlerini."

Güzel söylemişsin işte: işin püf noktası burada... Yani, "kadının öfkesi mi, erkeğin öfkesi mi kötü" kalıbına oturtulan bir tartışmanın bizi götüreceği yer ; "bizim takım ne yapsa iyidir; karşı takım ne yapsa kötüdür" gibi bir "taraftar" magandalığına kadar varır.

İyisi mi, erkeğin de kadının da öfkelenmeyeceği , öfkenin silineceği bir dünyaya nasıl ulaşırız onu düşününelim. Ne dersin?. Ha , bizim Bar'da arkadaşlar bekler şimdi beni; yani müsaade istiyorum... Hangi bar mı? Hani şu köşedeki Canım, adı mı? ZIBAR!
Ama, gitmeden önce bir iki çikolataya daha hayır demem tabii...

Bir de şey, Şeytan işte, dürtüyor..Söylemeyeyim dedim ama dayanamadım işte:
Bir düşün bakalım, insanların birbirine hiç öfkelenmesiği, "öfke"nin söz olarak da kavram olarak da mevcut olmadığı bir dünya nasıl bir yer olurdu dersin... Belki de çok tatsız, renksiz, kokusuz bir yer olurdu, sanki.. Neyse ötesini de bir dahaki sefere konuşuruz.

* Simge Aybey'in "Kız kaçıran ile atom bombasının arasında çikolatanın arasında ne işi var?" Replik yazısına karşı-yazıdır.(Hukukçu deyişiyle "Düplik"tir).

Emin Coşar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Funda Güven


ANA HABER BÜLTENLERİ ÜZERİNE…

Farkında mısınız bilmem, son aylarda ana haber bültenlerini başından beri izlemek için büyük çaba sarfetmeniz gerekiyor. Çünkü artık neredeyse hiçbir kanalda ana haber bültenleri belli bir saatte başlamıyor. Bugün 18:35'de başlar, yarın 18:50'de… Artık bültenden önceki program saat kaçta biterse…

Normalde çoğu kanalda 19:00 diye bilinen haber saati artık yok, mevta ! Yarım saat önceden televizyonun karşısına geçeceksiniz ki haberin başını kaçırmayın. Hani en önemli haberlere ilk sıralarda yer veriyorlar ya ! Memlekette ne oluyor ne bitiyor bilelim diye yarım saat önceden geçiyorsunuz televizyonun karşısına ki öğrenesiniz.

Nedendir hala anlamış değilim, haber bültenleri garip bir rekabet içine girdi, zaten vardı bir rekabet elbette ama bu sefer haber saatlerini bu denli düzensizleştirecek vaziyete geldi bu iş. Sanıyorum düşündükleri şu: "Biz habere daha önce girelim ki seyirci bizi izlemeye başlasın, diğer kanallara geçmesin, bizi izleyince zaten gördüğü haberi bir diğer kanalda izlemek istemeyecektir."

Haberlerin içeriğini zaten beğenmiyordum, saatleri de değişince bir iki kanal belledim tam zamanında habere giren, onları izliyorum artık.

Saatleri bir yana bırakalım, hakikaten ana haberlerin içeriğinde de ciddi bir sorun var. İçeriği de geçin, çok basit olan birtakım kurallar var ki bunlara bile uyulmuyor artık. Mesela, ülke için önemli bir haber bültenin ortalarında , bilmem hangi sanatçının boşanması, kavgası ise ikinci haber olarak verilebiliyor.

Reyting kaygısı nedeniyle zaten haber bültenleri tuhaf bir hal aldı. Nihayetinde yapılan her şeyin açıklaması paraya, maddi kaygılara dayanıyor. Bu yüzden bazı şeyleri, mesela haber bültenlerinin "renklendirilmesini" bir ölçüde anlayabiliyor ya da anlamaya çalışıyorsunuz. Ancak maddi kaygılara bağlı olmadığını düşündüğüm birkaç konu var ki onları anlamaya çalışsam da anlayamam.

Mesela;

1- Haberlerin önem sırasına göre verilmesi kuralının bozulmasını anlayamıyorum. (Elbette hala bu düzen içinde kalan bültenler var ama en çok izlenen ulusal kanalların bültenleri bu anlamda zedelenmiş durumda.)

2- Haberde yer alan bir görüntünün sanki izleyen gerizekalıymış gibi defalarca arka arkaya verilip insanları "yeter artık" dedirtecek duruma getirmelerini anlamıyorum.

3- Haber spikerlerinin bir haberi iletirken abuk sabuk mimiklerle kaşlarını, gözlerini, dudaklarını oynatmalarını ya da insanları dövecekmiş gibi bakmalarını; sırf ekrana yakışıyor diye izlemeye tahammül edilemeyen spikerlere ısrarla haber okutulmasını anlayamıyorum.

4- Bir haber spikerinin görevi haberi olduğu gibi seyirciye iletmekken haberle ilgili yorumlarını katarak kendi görüşünü dile getirme çabasını anlayamıyorum.

5- Zaten yeterince dokunaklı olan görüntülerin iyice dramatize edilerek verilmesini anlamıyorum.

Ben burada haber bültenlerinin "magazinleşmelerinden" bahsetmiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. O tamamen farklı ve çok boyutlu bir konu, hem maddi hem de taleple ilgili sebeplere dayanan bir mevzu. Çoğu insan magazin ağırlıklı bültenleri izlemek istiyor, e kanallar da insanların istediğini yerine getirmeliler ki izlenme oranları artsın, dolayısıyla reklamları artsın, dolayısıyla paraları artsın… Bu böyle gider, sonra başa döner tekrar aynı yola girer.

Aklıma hep "sanat, sanat için mi halk için mi olmalı?" sorusu geliyor. Çünkü haber bültenlerini, hatta sadece bültenleri değil televizyonda yayınlanan birçok programı izlediğimde gördüğüm, bu sorunun tartışılmasını gerektiren nedenlerin bir başka versiyonunun tartışılacak boyuta geldiği. Ama bu yazıda bu konuya girmiyorum.

Çünkü benim bahsetmek istediğim magazinleşen programlar değil, hatta ipin ucu kaçırılmadan bültenlerde magazine yer verilmesini de gerekli görüyorum. Ama bizim ülkemizde doz aşımı sorunu var, magazini de olması gerektiği gibi veremiyoruz.

Herneyse bu ayrı bir konu, benim kafama takılan aslında çok basit olan ve maddi endişelerin gözetilmesini gerektirmeyen bir takım kuralların yerine getirilmesindeki umursamazlık ve bunun neticesinde ana haber bültenlerinin eski ciddiyetlerini kaybediyor olmaları. Haber bültenleri bu kurallara uyarak seyircilerini kaybetmezler buna da eminim. Çünkü birçok insan haberde magazine yer verilmiyor diye bülteni izlemez belki ama magazin haberleri bültenin sonlarına doğru veriliyor diye de izlemekten vazgeçmez. Çünkü birçok insan kaşı gözü oynayan, kendi kendine yorum yapan bir spikerin sunduğu haber bülteni yerine, Türkçe'yi doğru dürüst kullanan, elini kolunu nereye koyacağını bilen bir spikeri izlemek ister. Çünkü birçok insan yine o spikerin haberle ilgili yorumunu değil o haberi olduğu gibi iletmesini bekler. Bunlar böyle sürer gider. Televizyonlar çoğunluğun istediğini vermeye çalışır ama düzgün verme çabasından uzaklaşır…

Funda Güven
www.fundamavis.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,006,006,006,006,006,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Mehmet Sağlam

 Kahveci : Mehmet Sağlam


  BİLİNÇ ve ANADİL

Dil, dışarı üflenen beyin olarak
ufuklarımızın boyutlarından haber verir.

İçsel ve dışsal dünyamızdaki gerçeklerin birer zihinsel gerçeğe dönüşmesi, hatırlanması ve anlatılır olabilmesi için, birer kavram veya hüküm hâline sokulduktan sonra hafızaya kaydedilmeleri gerekir. Belleğe birer şifre gibi kodlanarak, yani beyin hücreleri arasında fiziksel ve elektriksel bağlar kurularak kaydedilen bu kavramlar daha ana rahmindeyken sesleri tanımakla başlar, doğumdan sonra ise önce kelimelere dönüştürülmesi, daha sonra bazı dilbilgisi (gramer) kuralları çerçevesinde bir mantıksal sisteme sokulması sürecini yaşar. Bu süreç son nefese kadar süregider. Kız çocuklarında 12-18, erkeklerde ise 14-24 aylıkken çocuğun birkaç yüz kelimelik kendini ifade edebilme yeteneği, yani anadili aniden açılan bir şifreyle işlevsel hâle gelir.

Bu uzmanlık konusu kalıtımsal olguyu (ki bir o kadar da soyut bir gerçektir...) daha iyi anlayabilmek için şimdi hayal gücümü­zü kullanarak bir ufuk turu atalım.

Yeni Gine’deki balta girmemiş ormanları (cangılları) hayal etmeye çalışalım. Bu botanik cennetler, zengin hayvan türleri, bolca meyve ağaçları ve tatlı su kaynakları ile bezenmiş olsun.

Bu ormanlardan birinin tam ortasında dört kişilik bir şempanze ailesi yaşıyor olsun. Bu “aile”, daha önce ne bir insanla karşılaşmıştır ne de uygarlıktan bir eserle...

Şimdi de, düş gücümüz sayesinde, üç aylık bir kız çocuğunu, anne sütünden zalimce ayıralım ve Türkiye’den alarak o ormana götürelim. Adını Türkan koyduğumuz bu bebeği, dişi şempanzenin şefkatine teslim edelim. Anne maymun Türkan’ı kabullensin ve emzirmeye başlasın. Bebeğin koruma altına girdiğini gördükten sonra ülkemize geri dönelim.

Aradan tam 6 yıl, 9 ay geçsin. Türkan’ın yedinci yaş gününü kutlamak için ormana tekrar gidelim. Kızımız hayatta kalmış olsun!... Türkan’ın o çok farklı dış görünüşünü ve yabani tavırlarını kendi hayal gücünüzü kullanarak beyninizde canlandırabilirsiniz.

Bizi asıl ilgilendiren, hayati önemi olan lisanla ilgili sorudur: Türkan nasıl bir dil konuşacaktır ya da ne tür bir dilsizliği olacaktır?

Düşünen her insanın kabul edeceği gibi, bu çocuğun bizim anladığımız manada mantıklı cümle yapılarından oluşmuş bir dili olmayacaktır. Yani; bu yabani kız, insanoğluna ait yaklaşık 4.000 dilden hiçbirini konuşmayacaktır. Bunun tek sebebi ise, 7 sene­dir kendisine tek bir kelime öğretecek bir insanla karşılaşmamış olmasıdır.

Buradan çıkan birinci sonuç şudur:

İnsan, anadilini sadece başka bir insandan öğrenebilir. (Bu, en azından şimdiye dek böyle olmuştur. Dil öğretme işini gelecek yüzyılda bilgisayarların veya robotların üstlenebileceği varsayımı bu hükmü şimdilik değiştirmez.)

İkinci sonuç da şudur:

Hiç bir insan tek başına, sistematik bir dil icat ederek bir toplumun anadili yapamamıştır; çünkü dil, insanların toplumsal ihtiyaçlarından doğmuştur ve toplumun ortak kültürüdür.

Aklımıza Türkan’ın şempanzelerin seslerini kolayca çıkarabileceği ve ormanın akustiği içindeki bin­lerce hayvan sesini belki de rahatlıkla tercüme edebileceği gelebilir. Ama bunların hiçbiri lisan olarak tanımlanamaz.

Üçüncü sonuç ise şudur:

İnsanı insan yapan özelliklerin başında dil gelir.

Dil, özellikle son 20-30 yılda, bilim adamları ve bilim kadınlarının ( ki, bu terimin doğru kullanılışı bilim insanları...) üzerine önemle eğildiği bir araştırma konusu olmuştur.

Hayalî Türkan deneyinin imkânsızlığına karşın, konuya değişik açılardan ve ters mantıklar yürütülerek yaklaşılmış ve araştırmalar yapılmıştır. Bunlardan birisi yaklaşık 10 yıl sürmüş ve ilginç sonuçlar doğurmuştur. Türkan yerine, bu kez Tanya adı veri­len üç aylık bir şempanze yavrusu, insan yavrusu gibi tüm ihtiyaçları eksiksiz karşılanarak, Amerikalı bir bilim kadını tarafından 7 yaşına kadar eğitilerek büyütülmüştür.

Anadil olarak kendisine İngilizce öğretilmeye çalışılan Tanya, 7 yıl sonra sadece 150 İngilizce kelimeyi tamamen anlayacak ve bilgisayarlı bir seslendirme cihazı sayesinde tuşlara basarak kullanabilecek duruma gelmiştir. Konuşan bir bilgisayar kullanılmasının sebebiyse; Tanya’nın beyninin, ses tellerinin ve ağız ve gırtlak yapısının bu sözcükleri telaffuz etmeye uygun olmayışıdır.

Oysa, 7 yaşına gelmiş bir insan yavrusu, en az 3.000 kelimeyi anlar, konuşur ve mantıklı bir dil yapısı içinde cümlelendirir. İşte bu beynin kabuğu olan korteksimizin bir hüneri ve yeteneğidir. Bu yetenekle birlikte, yüzlerce ses ve milyonlarca sözcük üretmeye uygun yaratılmış bir gırtlak ve ağız yapısının da rolü büyüktür.

İnsanı, Türkan gibi ormanın bir parçası olmaktan kurtarmış ve yeryüzünün görünürde “hakimi” durumuna getirmiş olan dil; çocuk tarafından işitme, anlama ve taklit etme üçgeni içinde kendiliğinden öğrenilir.

İnsanlar ilk çocukluk çağlarını cümle kurmaya başladıkları dönemden itibaren hatırlarlar.

0 yaşlarda, birkaç yüz sözcükten oluşan bir kelime hazinesine ve anadilinin sözdizimi sistemine -en basit hâliyle- sahip olmuş olan çocuğun hafızasında artık birçok kavram mevcuttur ve bunlar işlerlik kazanmıştır.

Çocuk, o döneme kadar gördüğü, işittiği, kokladığı, tattığı ve dokunarak hissettiği beş duyusal algıların ne anlam ifade ettiğini tam çözememişken, onlara verilmiş isimleri öğrenerek bu kavramları zih­ninde “anlamlandırmıştır”.

Bu ifade etme faaliyetinin başlaması, hafızadaki o eşsiz ve hızlı giriş-çıkış mekanizmasının sık sık kullanılmasına yol açar. İşte bu tekrarlar düşünmeyi doğurur ve öğrenilen kavramlar (tabii beş duyu aracılığı ile alınan diğer bilgiler de) kalıcı hafızaya ölünceye dek işlenir.

Bu nedenle, özellikle 3 yaşına kadar, çocuğun sürekli olarak farklı farklı deneyimler yaşaması son derece önemlidir. Devamlı olarak farklı şekilleri, renkleri, yerleri ve objeleri görmesi, farklı şeylere dokunması, farklı sesler işitmesi ve değişik kokular ve tatlar algılaması; boş ve kullanılmayan nöronları kalıcı ve kullanılır kılacağı için son derece önemlidir. Aksi hâlde; beyin gerektiği kadar deneyim yaşamadığı için, pek çok nöron dumura uğrayacak ve zamanla kullanılmadığı için ölüp gidecektir.

Beynin yüzde yetmiş kapasitesi yaklaşık 3 yaşına kadar oluşmuş olur. Geri kalan yüzde otuzun yirmi beşi ise 7 yaşına kadar tamamlanır. Bilimsel deyimle; bu nörofizyolojik öğrenme süreci -okul çağına kadar- genellikle gözlemsel, işitsel, sezgisel ve hayali verilerle ivme kazanarak devam eder.

Okul çağından buluğ çağına kadar çocuğun beyinsel olarak ulaştığı biyolojik, fizyolojik ve lengüistik yapı, sonraki yaşamı için büyük önem taşır.

Çocuğun düşünce limitleri ve hayal gücü, o çağa kadar öğrenebildiği anadil düzeyinin ve deneyimlerinin sınırları ile belirlenir.

Bir başka ifade ile; çocuk, sadece anadili vasıtasıyla bilincine yerleşen kavramların şekillendirdiği bir dünyanın sahibi ve esiri olur. Yani çocuğun iç ve dış dünyasının parametreleri ve koordinatları ancak anadilinin tasvir gücü oranında bir kapasiteye sahiptir.

O hâlde “kişinin dil eğitimi, onun zihinsel kapasitesini daraltacak veya genişletecek bir etki taşır.”

Buradan çıkan sonuçları sadece bilmek yetmez. Bu konuda bilinçlenilmesi de gerekir. Çünkü bilmek ve bilinçlenmek ayrı şeylerdir.

Son derece zengin kavramlar, yüklü anlamlar ve eşsiz bir kelime hazinesi ile donanmış; işlek, aktif, canlı ve yaygın bir lisan, onu iyi kullananların geniş ufuklara, büyük düşüncelere, sınırsız hayal gücüne ve üstün bir bilince sahip olmalarını sağlar.

Kişinin potansiyeli, dilinin potansiyeli ile doğru orantılıdır.

Dil zenginliğinin düşünce zenginliği üzerindeki etkisi, bir insanın konuşmasında veya bir ulusun kültür ve uygarlığının eriştiği düzeyde kolayca görülür.

Anadilin kelime zenginliği, devasa düşünce ufuklarının salt etkeni değildir. Zira, kelimeler yalın hâlleri ile cansızdırlar; kavramların üzerine yapıştırılmış etiketler gibidirler. Onlardan oluşan cümlelere ruh üflemek ve hükümler oluşturup, düşünceler üret­mek, insanın engin hayal gücünü tasvir etmeye olanak veren ve zengin nüansları betimleyebilmiş bir dil ve kültür yapısı ile mümkündür.

Çağın repertuvarındaki kavramları kendi fikir dünyamıza katabilmek, elbette ki günlük yaşamda kullandığımız 300-400 sözcük ile başarılabilecek bir olgu değildir.

Kavram ve fikir fukarası bir dil ve kültür tarafın­dan “programlanmış” bir beyindeki üstün yetenekler, ne yazık ki dil yetersizliği yüzünden boş yere harcanırlar.

Anadilimizi çok iyi öğrenmeli, öğretmeli, sürekli geliştirmeli ve kökeni ne olursa olsun kültür hayatımıza ve günlük konuşma dilimize yerleşmiş kelimeler üzerine ırkçılık yapmamalıyız ki; okuyan, okumaktan zevk alan, öğrenen, düşünen ve yaratıcılığını kullanabilen bireyler olabilelim.

Bütün bunlara rağmen, sağlığını koruyabilmiş ve dil yetersizliğini de gidermiş bir beyne sahip kişinin; akıllı, mantıklı, rasyonel, tutarlı düşünce ve davranışlar göstermesi, öğrenen ve sorgulayan bir yapıya kavuşması daha başka etkenlere de bağlıdır. Bu etkenlerden bazıları doğuştan gelir (kalıtımsal) ve za­manında keşfedilip ortaya çıkarılmaları gerekir ki geliştirilmeleri mümkün olsun. Bu da verilen eğitimin kalitesi ile doğru orantılıdır.

Lütfen bunları hep hatırlayalım.

Teşekkürle, sevgiyle...

Mehmet Sağlam
mehmetttsaglam@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Yoldaş…!!!

Geçiyor ömrümüzün en hummalı zamanları. Hepimiz kendi manşetimizde satır arası. Bir deniz dalgası gibi ne kadar kirliği varsa hayatın kıyıya getirmek için bekliyoruz en deli rüzgarları…

Fark etmeden kangren oluyor beyin damarlarımız. Sevdaların izi kalıyor üzerimizde, nasılda değişiyoruz görüyor musun yoldaş?

Bilirsin yoldaş demem herkese bu cümlenin anlamı büyüktür benim için. Tıpkı senin gibi…
Aynı yolda olmam çoğu zaman. Hep kendi yolumu çizerim. Asiliğim Fırat’tandır. Kömürhan’dan seyir etseydin eğer o çılgın nehri …

Telaşlandık ne yapacağımızı şaşırdık dur be yoldaş nereye gidiyorsun. Henüz yol bitmedi. Ben geri dönmem haberin olsun. Korkuların varsa sen git ben dönmem. Bilirsin beni bir yola girersem geri dönmem ya yolu terk ederim ya da yoldan çıkarım ama geri dönmem.

Yoldaşsan sende dönme! Bu neyin hengameleri, neden kar tanelerin çığ olacakken onları avuçlarında eritmeyi tercih ediyorsun geçici sıcaklıklara…

Heybemde düş kırıntıları. Gözlerimde hala yaz yorgunluğu ama dönmem yolumdan.
Ya terk ederim yolu ya da ilerlerim milim milim de ilerlesem ilerlerim, en olmadı geçici bir süre dururum ama geri dönmem.

Yakışmaz ki zapatistaya geri dönmek. Komutan marcos döndü mü geri yoldaş… o dünya liderleri, birlikte bir kitaptan okuduklarımız “dur zaten göremiyorum bana çevir şu sayfayı” diye didişerek okuduklarımızın hangisi geri dönmüş ki sende geri dönüyorsun….

İnsanlar inandıklarından vazgeçmemeli koşulların ne önemi var sevmeliler sevdadan kavrulup çöle düşseler,her gün biraz daha ölseler ne çıkar…

Korku yakışmaz yürekleri büyüklere. Sellerin önüne bent çekmeyin bırakın akışsınlar. Durun dokunmayın sevenlere sevişsinler. Yananları da bırakın hiçbir memur 657 zihniyetiyle kurtaramaz onları ellemeyin tutuşsunlar.

Şimdi herkeste bir korku bir telaş ki sormayın sevmekten, mücadeleden korkar olmuşlar…

Özellikle bizim kuşak 80 kuşağının bu çelişkili yaşam çizgilerini bu inişli çıkışlı hayat ve duygu grafiklerini anlamak mümkün olmuyor.

Damarlarda dolaşan asil kan asaletinden yoksunlaştıkça kendinizle bocalaşıyorsunuz. Korkuyu insanın kendisinden emin olmadığı zaman dilimlerinde ortaya çıkan bir olgu.

Hiçbir mutluluk kendi mutluğun kadar önemli değildir. Başkalarının mutluğu için kendi mutluluğundan ödün verme…

Birkaç klişe cümle ama hepsinde derin manalar var. Kendin mutsuz olunca zaten otomatik olarak başkalarını ve çevreni mutsuz ediyorsun…

Ama insan inandığını yaşamalı sonunda ölümde olsa. Kuru kuruya Yaşamanın derin bir anlamı olduğuna inanmıyorum. Yaratanın elinde olan bir şey istediğini yaşatıyor istediğini öldürüyor… Hatta ben sadece yaşayanlara boş yere oksijen tüketenler diyorum. İnanmalılar…

Bence esas olan yaşadığın süre boyunca inandığın şeyler için yaşamak.

Öyle zoru görünce kaçmak yok…

Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Herşeyi kanıksar gibi bir haliniz var sevgili koçlar.. Bu hafta dostlarınızla planladığınız birlikteliklerin getirecekleri heyecanlar sizlere bol bol yeter ama maddi konularda ki engellerin morallerinizi etkiledikleri malum... Hislerinize kanarak hemen herşeye küsmeyin. Problemlere rağmen yepyeni projelere yönelin. Kendinize önem verirseniz başkalarına karşı daha bağımsız olursunuz. Yeni heyecanlara bir an evvel kucak açmalısınız..

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Karşınıza dikilmeleri muhtemel problematiklerin esirleri olmayın boğalar.. Tam aksine önümüzdeki günlerde kendinizi mümkün mertebe gevşetmelisiniz. Bünyelerinize aşırı şekilde yüklenerek yolları şaşırırsanız esas sıkıntılara o zaman sürüklenmeniz işten bile olmayacaktır.. Üstelik keskin virajlardan çıkışlarda sinsice beklenildiğinizi bilmelisiniz.. Yeni haftanızda gayet sakin olun, gereksiz maceralardan ve bitmez tükenmez tartışmalardan uzak durun..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Her fırsattan yararlanarak hayattan zevk almayı bir felsefe haline getirmiş siz ikizleri yine bu hafta güzel günler beklemekteler. Sabırsızlıklarınızı yenmeyi başarırsanız yeni haftanızın enerji dolu günlerini çok seveceksiniz. Uzun süredir katılmak istediğiniz formasyonlara veya yolculuklara hazırlığınız her halinizden belli oluyor.. Realist çerçevelerde şekillenmiş ve hayallerden uzak dilekleriniz için ise tüm şartların oluştuklarını söylemeliyim.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Yeni haftanız içerisinde bazı kararlarınızı başkaları değil elbette sizler alacaksınız ve de almalısınız yengeçler. Bu da demek oluyor ki bir takım seçimlerin zamanı gelince otoriterliğinizi ortaya koymalısınız. Şanslarınız bayağı yüksek olacağından çekinmeden emin adımlarla ilerlemelisiniz. Mükellef olduğunuz görevlerinizin yanı sıra bedenlerinizi ve zihinlerinizi rahatlaştırmak için elinizden geleni yapın. Enerjilerinizi yaklaşmakta olan yeniliklere saklarsanız daha iyi olur..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Çalkantılarla dolu bir haftanın habercisi olan pazar gününden sonra her konuya hakim olma saplantılarınızdan vazgeçmenin saatinin geldiğini anladınız herhalde aslanlar... Herşeyi bilmeseniz, her insanı ve her olayı mutlaka evirip çevirmeseniz ne olacak sanki aslanlar, dünyalar mı yıkılacak sizlerce... Sevdiklerinizi bıktırıp usandırmayın, işte budur önemli olan. Bir çocuğun masumiyetini düşünün ve örnek alın. Bir başka tanımlama ile kendinizi ruhunuzun derinliklerinde hissediyormusunuz acaba aslanlar...

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Sosyal ve özel yaşamlarda ilişkide bulunduğumuz insanlara samimiyetle yaklaşmak başka şey, prensiplerimizden feragat ederek kendimizi mutlaka kabul ettirmeye çabalamak ise bambaşka şeylerdir.. Yeni haftanız içerisinde buna benzer yaklaşımlarla insanları etkilemeyi düşünüyorsanız hemen vazgeçin başaklar. Evet, gelecek günlerde dostlarınızın yardımlarına ihtiyacınız olacak fakat benliklerinizden ödünç vermemeye bilhassa özen göstermelisiniz.

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Bu hafta maddi konularda dikkatli olmalısınız teraziler. Hesaplarınızı ciddiyetle tutmalı ve gerekirse bazı harcamaları önümüzdeki günlerde bir süre için kısmalısınız. Gerçekçi davranırsanız yeni haftanızın bu geçici streslere dayalı anlarından çabucak sıyrılabileceksiniz. Bu arada hemen her şeye menfi gözlerle bakmaktansa en doğrusu duygularınıza hakim olmaya çalışın. Kendinizi rahat tutun teraziler, yaşamın beklenmedik şekilde hafifleştiğini hissedeceksiniz...

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Fikir teatilerinin haftanın özellikle ilk günlerinde oldukça zor şartlarda gerçekleştiklerini göreceksiniz akrepler. Bırakın ilişkilerin tıkandıkları noktalarda kalsın sözleriniz. Yeniden aynı konulara yönelik çabalarınıza döndüğünüz zaman bazı şeylerin lehinizde gelişmeye başladıklarını sessizce müşahede edeceksiniz. Söz konusu olasılık bilhassa cuma günü için geçerli.. Önemli olan da zaten potansiyelleriniz akrepler. Kendinizi kimseyle kıyaslamanıza gerek yok unutmayın...

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Toleranslı ve uyum dolu kişiliklerinizin yeni haftanızda sınav edileceklerinden emin olun yaylar. Sevdiklerinizle olan ilişkilerin bile parçalı bulutlu geçeceklerini bir köşeye yazıverin. Anlayışlı davranarak olası çalkantıları önleyebilirsiniz. Ayrıca bazı gerçekleri anında anlamaya çalışmanında yararı yok. Örneğin şu veya bu yakınınızın hallerine kızabilir ve nedenlerini sorgulayabilirsiniz. Rüzgarlar dinsin bir kere, sakin sakin çok şeyleri konuşabilir ve anlayabilirsiniz.. Yerinde ve zamanında olsun herşey...

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sonunu kestiremediğiniz maceralara kendinizi kaptırmanın sırası değil oğlaklar. Dikkatli olmazsanız hem zamanınızı hem de paralarınızı kaptırmanız işten bile değil. Mesleklerinizde sizlerden beklenilen çalışmalara yoğunlaşın. Tutunacak bir dal veya yol gösterici izler ufuklarda gözükmese de ilerlemeye çalışın.. Olsun oğlaklar, bulunduğunuz nokta köprünün tam ortasıdır. İnançla ilerleyin güzel günlere yaklaşmaktasınız...

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Kendinizi dışlanmış hissediyorsunuz kovalar. Aslında şanslısınız, inanın.. Kimsenin yardımına veya merhametine ihtiyacınız yok bunu bilin. Sizleri rahatsız eden geçmiş bazı anıların belleklerinizde yeniden canlanmasından başka bir şey değildir. Bu hafta ortamların kaygan oluşları belirsizlikleri getirseler bile güçlü olmaktan başka bir seçeneğiniz de yok.. Herşeyin aşırısı zarar derler ya kovalar kendine aşırı güvenlerin de tuzaklarına düşmemeye dikkat edin.

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Eğer dozunu kaçırdığınız olgunluk kavramlarında kendinizi ve benliğinizi buluyorsanız şunu bilin ki zırhların gölgesinde atan bir kalbin kimselere vereceği manevi bir zenginliği olamaz. Bunu da gayet iyi biliyorsunuz zaten. Yeni haftanız da parolanız paylaşım olmalı balıklar. Yaşamlarınızın sizlere getirdiği manevi zenginliklerden çevrelerinize, sevdiklerinize sınırsız dağıtmalısınız. Mutlaka birisine bağlı olmanıza gerek yoktur bunun için. Aşkla da alâkası yoktur zaten. Bırakın duygularınız akıversin balıklar.

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.084 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Sabahlarını sevdim ben senin

Sabahlarını sevdim ben senin
Uykudan uyanışını izlemeyi sevdim
Beni uyandırmanı sevdim bir de saçlarımı koklayarak

Sabahlarını sevdim ben senin
Yüzüne doğan güneşi sevdim
O güneşle içime doğan umudu sevdim bir de

Sabahlarını sevdim ben senin
Uyandığındaki çocuk halini sevdim
Günaydın deyişini sevdim bir de

Sabahlarını sevdim ben senin
O sabaha uyanan geceni sevdim
O gecede yanımda kalmanı sevdim

Didem Yönel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Alaattin Bender - Sergi

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

...Eğer aşık isen gözümün nuru, Sakın mecmuamı yarana verme, Hattım kemdir amma sözüm mücevher, Bir kıymet bilmedik hayvana verme, Vezinden düşürür ebyatlarımı, Okuyup seçemez bu hatlarımı, Atar bir köşeye sanatlarımı, Pahıla hasede şeytana verme, Verirsen verdiğin ehli dil olsun, Tanzim eyledikçe hem bülbül olsun, İlmi tarikatte dili bal olsun, Sözünü bilmedik insana verme... http://www.turkudostlari.net

...Basılı sözlüklerde gerçekleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan çok geniş bir sorgulama yapısı ile özellikle öğrencilerin sık başvuracağı bir bilgi kaynağı olarak internet ortamında ücretsiz olarak hizmete koyduğumuz veri tabanının önemli bir bilgi kaynağı olacağını ümit ediyoruz. Ayrıca bulmaca meraklıları için bir de sürpriz bölüm hazırlandı: son çare olarak deneyebilirsiniz... http://www.turkcesozluk.org Bulmaca meraklıları kısmını tavsiye ediyorum. Biraz kopya işi ama olsun. :)

Oyun meraklıları için çoğunlukla shareware oyunların bulunduğu, ama hepsi de deneme versiyonları mevcut kapsamlı bir arşiv. http://www.gamezhero.com/ İster bilgisayarınıza indirip, ister online olarak oyun oynayabilirsiniz.

...Çok kalorili olmasına rağmen içerdiği Glutathion süper bir hücre koruyucusudur, çünkü en iyi antioksidanttır. Antioksidantlar hücrelerin yaşlanmasını yavaşlatırlar ve kanseri önlerler. Tüm meyveler arasında protein bakımından en zengin olanıdır. Bol miktarda E vitamini de içerir. Bu vitamin kalp ve deriyi koruyarak dolaşımı düzene sokar. Ayrıca potasyum ve B6 vitamini de içerir. Kadınlar açısından çok gereklidir... nedir bu bitki? Merak ediyorsanız http://aceylan.8m.com/Deva_Bitkiler.htm

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PTBSync v4.6c [600KB] W9x/2k/XP FREE
http://www.netcult.ch/elmue/Update-en.htm
Bilgisayarınızın saatini dünya üzerinde bulunan 65 ayrı zaman sunucusuna göre ayarlayan bir program. Ayrıca içinde bir alarm fonksiyonuda var. Zamanla arası iyi olanlar için.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060206.asp
ISSN: 1303-8923
6 Şubat 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com