Deniz Feneri Derneği



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 915

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Provokasyona gelmeyelim!...


Merhabalar,

Cemal KutayGene alabildiğine provokasyon kokuyor. Edepsiz birkaç ücretli adamın ettiği koca bir Dünyanın başına dert oluyor. İran yönetiminin dur durak bilmez kara zihniyeti, Bush'un yeniden kabaran tüyleri bir araya geliyor ve ortaya yaşadıklarımıza benzer bir menemen çıkıyor. Önce birkaç çizere sipariş verilip karikatür çizdiriliyor, ardından bunlar müslümanların yoğun olduğu Avrupa kentlerinde yayınlanıyor. Ufak tefek tepkilerin ardı arkası kesilmiyor ve iş elçilik yakmaya kadar gidiyor. Peki sizler karikatürleri gördünüz mü? Belki. Ya bu protestocular gördü mü? Hiç sanmam. Hoş görseler bile fazla birşey anlayacaklarını sanmam. Birçoğunu ben anlayamadım örneğin. Ama görmeye ne hacet, Arif'e tarif mi gerekir. Kulaktan kulağa o karikatürler ne hale gelmiştir. Sonuç olarak bir kıvılcım aranıyordu, bulundu. Şimdi zaman akıl zamanı. Aklı kullanıp bu oyuna gelmeme zamanı. Umarım Trabzon'daki cinayetin nedeni bu değildir. Eğer öyleyse vay halimize.

Dün haberi gördüğümde gerçekten çok üzüldüm. Bir canlı tarihi, Cemal Kutay'ı yitirdik. 97 yaşında, sohbetine doyum olmayan pırıl pırıl bir beyin göçüp gitti. Gözü arkada kalmamıştır umarım. Son yıllarda epeyce itibar görüp hakkettiği değer verildiği kanısındayım. Arkasında bıraktıklarıyla daha kaç nesile yakın tarihimizi anlatacaktır kimbilir. Mekânın cennet olsun Cemal Kutay.

Bugün, bir zamanlar değişik ses rengiyle epeyce beğendiğimiz biri var pikabımızda. Sade söylüyor, Smooth Operator. Hepinize az karlı aydınlık bir gün diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


ÇIRAK ÇIKARTIYOR

Dünyanın efendisi,“kim?”diye soruyor, kendini dünya merkezinde; merkez kabul ediyordu. Özgüven miydi, kompleksleri miydi onu bu hale getiren bilmiyordu. Ama, doğruları eğrileri o biliyordu. Fatih, sevdayı, aşkı, sevgisizliği, itilmişliği, ezilmişliği, zenginliği, fakirliği ve daha neleri biliyordu. Ya bilmedikleri? Bilmek isteyip öğrenemedikleri nelerdi? Akıllı uslu bir “aşk” arıyor, aradıkça “aşk”ı unutuyor, günlük ilişkilerle avunuyordu. Hangi vakitte hangi sevgilerde yaşadığının önemi yoktu. Önem verdiği “para” ve uyku, güzel yemekler, İstanbul geceleri, renkli simalar ve kadınlardı. Aslını inkar etmez, “Ben, Anadolu erkeğiyim..”derdi. Bir yaz akşamı, iş adamı arkadaşı ile Modadaki lüks lokantaların birine oturmuş, İzmirli Banu’yu bekliyordu. Banu, boyu pofsu yerinde, otuz yaşında bir kızdı. Banu, iş adamı Haşmet Bey’le bir bayan arkadaşı vasıtası ile tanışmış ve arkadaş olmuştu. Banu, kırılgan umutlarda dolanmış, Sigortacılık işini kendine meslek edinmiş yalnız kadındı. İşi gereği oturduğu şehir İzmir’in dışına çıkıyor, İstanbul’a sık gidiyordu. Haşim Bey, gayrimenkul düşkünüydü ve Banu, vaktiyle babasının sağlığında aldığı boğaz manzaralı ama harabeye dönmüş evlerini Haşim Bey’e satamak istiyordu. Ev bomboş duruyor, üstelik her sene kullanılmayan ve hiçbir gelir getirilmeyen eve; Banu, muntazaman vergi ödüyordu. Banu’nun eli darda idi ve evini bir an önce satmalıydı. Ve o, Modadaki bir lokantaya evin satışı için Haşim Bey’le konuşmaya gitmişti. Haşim Bey, arkadaşı Fatih’le oturmuş rakısını yudumluyordu. Haşim Bey, sarhoş olmuş, Banu’nun elini tutmaya uğraşıyordu. Adam ansızın Banu’nun elini tutmuştu. Haşim Bey, Banu’nun hareli mavi gözlerine bakıp konuşmuştu:

“Keşke üçüncü evliliğimi yapmadan önce seni tanısaydım. Mutlaka ve mutlaka şimdiki eşimle değil seninle evlenirdim. İşte “aşk”bu.!” Banu, utanmış, adamın manevra ile tuttuğu elini, elinden silkelemiş, çekmişti. Fatih, onlara bakıyor, ilk kez gördüğü İzmirli yabancı kızı inceliyordu. Duygulu bir bakışla Banu’nun yüzüne bakarak konuşmuştu:

“Yahu! Kız da çok güzelmiş. Hani derler ya şu İzmir’in kızları en güzel, diye.. Hangi İzmirli kızı gördüysem hepsi birbirinden güzel.”

Haşim Bey, kendi dünyasına dalmış, içtikçe içmiş; körkütük sarhoş olmuştu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Haşim Bey, ayakta duramıyor, sallanarak Fatih’in arabasına doğru zor yürüyordu. Karşı tarafta kalan Banu’yu karşıda oturan Fatih, evine götürecekti. Ama öncelikle Moda civarında oturan sarhoş ve çapkın arkadaşını “sağ salim” evine bırakmalıydı. Haşim Bey, Fatih’in arabasına binmemek için ısrar ediyor, Banu’ya bir şeyler fısıldıyordu:

“Bir yere gitme.. burada kal. Benimle kal. Benim buralarda boş bir evim daha var. Ne olur kal.”

Banu, densiz adama ifrit olmuş, ama sarhoştan “delinin bile korktuğu” gerçeğinde; sakin olmaya çalışarak konuşmuştu:
“Siz, bir an evvel sizi, kapıda, pencerede bekleyen yeni evlendiğiniz karınızın yanına gidin. Karınız, uyumamış ve sizi beklemiş olmalı. Sizinle yarın görüşürüz.”

Haşim Bey, sallanarak, itiraz ederek Fatih’in arabasına binmişti. Banu, bilmediği, tanımadığı yollara, tanımadığı adamların yanında bakıyor, ürküyor, ama korkularını gizlemesini becerebiliyordu. Fatih, arkadaşını evinin önünde indirmiş, camda kocasını bekleyen yeni geline acımıştı:
“Haşim bak, cama. Hazal, daha yatmamış, seni bekliyor.!”

Haşim Bey, fütursuzca arabaya tutunmuş, Banu’ya dokunma bahanesiyle “Allahaısmarladık” demiş ve genç kızı öpmek için yeltenmişti. Hatta karısının gözü önünde kızı kavrayabilseydi hiç hayıflanmadan Banu’yu öpecekti. Haşim Bey, kadınlara kızlara istediğini yapacak ve o, istediğini “mubah” sayan bir erkekti. Banu, Haşim Bey’den kendini korumayı becermiş, kibarlığı elden bırakmadan akıllıca adamdan uzaklaşmıştı. Fatih’le arabada sesiz gecede yalnız kalmış, ona güvenmişti. Evine geldiğinde kapı önünde o gülen gözlü adamla ilgili aldığı bilgi Fatih’in sadece bekar olduğu ve güven veren bakışlarıydı.

Gece geceye doymuştu ve gün, yeni güne teslim olmuştu dünyanın en güzel şehrinde. Boğazın eşsiz güzelliği seyirlik, resimlikti. Banu’nun babadan kalma evi, Boğaz manzaralıydı. Güneş yükselirken öğlen sabahını unutturuyordu. Denizin mavisinin görüldüğü saatlerde, Banu’nu telefonu çalıyordu. Arayan; Haşim Bey’di. Ve tacizlerinden habersiz mi bilinmezlerle Banu’ya konuşuyordu:
“Banu Hanım, evinizi satın almaya karar verdim. Hemen Aksaray’daki tapu dairesinde buluşalım. Evinizi istediğiniz fiyata alacağım.”

Haşim Bey, ne hikmetse; geceki tavrından vazgeçmiş Banu’ya saygıyla yaklaşmıştı. Adamın ani değişimi değerli evi elinden kaçırmamak için miydi, yoksa akşamki dangalaklığı yüzünden miydi kibarlığı? Banu adamın fikrini kestirememişti ama evi zampara Haşim’e satmıştı. Ve evini, sızlayan bir yerleriyle boşaltmış, otele taşınmıştı. Haşim Bey, parasına güveniyor, o paranın gücünü iyi biliyordu fakat her ne hikmetse akılın gücüne akıl erdiremiyordu. Banu’ya eski evinde oturma müsaadesi verecekti ama, belki ama, “ev benim değil mi, gelirim de giderim”diyecekti. Banu, Haşim Bey’in yüzünü görmek istemiyor, ama onun ona tanıştırdığı Fatih’i görmek istiyordu. Nitekim Fatihle berber olmak, evin satışını kutlamak ve Fatihle olabilmek için Haşim Bey’in yemek davetini kabul etmişti. Taksim’de buluşmuşlar, lüks bir lokantaya girmişlerdi. Haşim Bey, yanında zengin mi zengin bir iş adamı arkadaşını getirmiş ve adamı Banu’nun yanına oturtmuştu. Haşim Bey, Banu’ya methiyeler diziyor, iş adamına Banu’nun güzelliğinden, kültüründen söz ediyordu. Fatih, Banu’nun karşısındaki sandalyede oturuyor, suratını asıyor, ne Haşim Bey ile ne de misafir iş adamı ile konuşuyordu. İş adamı, kötü elektriği algılamış mı bilinmezdi ama, gitme vaktinin geldiğini söylemiş ve gitmişti. Fatih, arkadaşı Haşim’e sözlü saldırısını, Anadolu Erkeği yanı ile başlatmıştı:
“Utanmaz arlanmaz.! Kıza peşkeş mi çekiyorsun? Tuh.. sana!”
Haşim Bey, yüzsüz bir pişkinlikle sırıtmış; Fatih’e cevap vermişti:
"Amma da yaptın Fatih! Banu Hanım, arkadaşımı beğenmişte olabilir. Arkadaşım koskoca holdingin sahibi ve onun elinde “piliç”gibi kızlar var.”

Fatih, arkadaşı ve iş ortağı Haşim’in yakasına yapışmıştı.
“Çabuk defol buradan..! Yoksa, seni gırtlaklayacağım.”

Haşim Bey, masayı, Fatihle iş ortaklığını terk etmemek için füturunu bozmamış, içkisini yudumlamıştı. Fatih, Haşim’in yüzsüzlüğüne “pes” demiş ve Banu’yu kolundan tutuğu gibi oradan uzaklaştırmıştı. O gece ve sonraki geceler Banu’ya asılmamış, onu kadın gibi görse de görmezden gelmişti. Delikanlılık örneği sergiliyor, kıza hem sahip çıkmak istiyor hem de “yiğitliğe el” sürdürtmüyordu. Fatih, evlenmek istiyor, kız arıyor ve evleneceği kızın Banu’nun aynısı olmasını istiyordu. Rumeli Hisarı’nda oturdukları bir gün, aşk kıvılcımlarını Banu’ya hissettirmiş, Haşim’den söz açan Banu’yu azarlamıştı:
“Haşim’den nediye söz ediyorsun?Yoksa onda gözün mü var? Evli adamdan kime hayır gelmiş ki, sana gelsin? Evini ona sattın, bitti. Ne sorup duruyorsun adamı? Sayende adamla “papaz” oldum. Ve işim var onunla, işim.. Ama senin hiçbir işin yok. Bu gece onunla buluşacağım ve sen, benimle gelmeyeceksin.”

Banu, gurbette tutunduğu dalın kırıldığına inanmış, Fatih’i o bahçede bırakıp gitmişti.

Banu yalnızlıktan, sevgisizlikten, sahiplenilmekten usanmıştı ve onun bir dost eline gereksinimi vardı ve o dost, kapısını yeniden çalmış, Fatih’ti. Gitar eşliğindeki müzik ve Fatih, Banu’ya hiç yaşamadığı kadınlığını hatırlatıyordu. Fatih, Banu’nun güzelliğini o yerde keşfetmiş değildi ama, Banu’ya iltifat eden arkadaşına, “ Dur bakalım! Hanımefendinin sahibi var!” diye konuşuyor, öteki hovardalara dan Banu’yu koruyor, aşkını sevdiği kıza sunuyor, mızıkçı çocuk gibi mızmızlanıyordu:
“Hani beni, evlendirecektin? Ama illâki sana benzer biriyle”demişti.”
“Kimseleri sana bulup beğendiremem. Çünkü seni kendime ayırdım.”
Fatih’in gülen gözleri iyice gülmüş, Banu’ya sokulmuş ve kızın elini tutmuştu. Banu, Fatih’in elini, itmemiş ve eline dokunan eli sıkıca tutmuştu. O gece ve sonraki gecelerde iki sevgili olmuştu iki genç insan. Fakat Anadolu erkeği Fatih, arkadaşıyla sevgili olmaya meyletmiş Banu’yu ikide bir iğleniyor,” Sen benim arkadaşımın elini tuttun! diyor, başka bir şey demiyordu. Fatih, etli sütlü her ne varsa bahane buluyor, Banu’yu, sevdiğine seveceğine pişman ediyordu. Ayrı şehirlerde yaşayan sevgililer, birbirlerinden temelli ayrılmıştı. Fatih eski “iş” ortağı Haşim’leydi. Banu’yu, “Anadolu Erkeği” sevdiği çırak çıkartmıştı kendine.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


SENİN PİRAYEN DEĞİLİM BEN

Bu orantının kuruluşu ters olan.. dorusallığı duymak istemediklerinin kulak zarı sıkıntısı..

Tek tanıdık kalan saçlarının siyahlığı.. tarayışın değişmiş.. ellerin, gözlerin hatta kahkahan bile… eskiden, nasıl anlatmalı bir ketumluk saklıydı gülüşlerinde. İlla ki açık etmek istemediklerinin dürüstlüğü bulaşırdı öyle mahcup gülümsemene…

Kolundaki saati değiştirmişsin. Kordonu siyah yelkovanı kırmızıydı öncekinin..

Uzatmışsın saçlarını görmeyeli. Tek tanıdık kalan benim aşikar deniz serinliğimde hiç bozulmadan öylece duran siyahlığı saçlarının…

Ne zaman böyle kısaldı düşüncenin fikrinle arasında kalan mesafe miktarı.. böyle bir balet zarafetiyle buz üzerinde düşmeden salınma gayretin niye??

Sevmezdin eskiden kahveyi şimdi bir saat içinde içtiğin bu sekizinci kahve. ‘epey abartmışsın eskiden sevmezdin kahveyi diyorum’ o eskidendi diyorsun.. Bu orantının doğrusallığı ters yüz olup zırva bir vurdumduymazlıkla bileşkelenmiş demek geçiyor, içimden vazgeçiyorum….

Bir ara, masanın üzerinde dolaştırdığın ellerine takılıyor gözüm. Eskiden daha beyazdı.. şimdi sararmış ve çatlamışlar..

Sıkıcı bir şarkı çalıyor mekanda . içim sevinçle doluyor. Bir sıkıntının, ortak olan son paylaşımımız olduğunu bilmek veriyor bu huzuru fikrime. Söylesek de değiştirseler şu parçayı içimiz bunaldı diyorum. Uzun bir sessizlik…..

Bu sessizliğin uzadığını bilmek, cevabımı havadaki askıdan alıp yanılgı rafıma yerleştiriyor. Karşımda öyle bir yabancı gibi duran gözlerine bakıp anladım diyorum anladım….

Güneşin değil; yalancı yapaylıkların aydınlattığı sahtekar yüzeysellikten, senden, sadece tanıdık kalmış ve hiç bıkmam zannettiğim o siyah saçlarından , karşıda otururken bana milyonlarca kilometre uzaklıkta bir Fransız akşamı bunaltıcılığıyla durmadan kahve içen bu yabancıdan nasıl sıkıldığımı hissediyorum….

Bir an önce gitmeli! Hiç yaşanmamış kabul etmeli bu anı. Bu yalan ışıklandırmalardan koşar adım kaçmak..çıkarken içtiğin bir yığın kahvenin parasını kasaya bırakmak ; uzatılan fişin yanına imzamla beraber yanılgılarımı, pişmanlıklarımı iliştirmek….

Dışarıda bu yalan güneşin inadına bir karanlık ve hiç durmadan yağan yağmur.. ıslanan sadece ellerim mi diye bakınca anlıyorum ki sen tüm doğrusallıklardan daha eğri ; tüm yabancılıklardan daha yalansın bana…

Islanmış, boşluk duygusu veren bir gerçeklik var şimdi avuçlarımda ve üşüyorum. Biraz önce çok yabancı bir soluğun yalan katılmış güneşinde öylece sonsuza kadar lanetlenmiş olduğunu düşünüyorum..içimde bir sevdiğimi zamansız kaybetmiş olmanın burukluğu.. toprağını ben serpmiştim sevdamın; gözyaşını mesafeler defnetti…

Ağlıyorum, üşüyorum içimde hiç yoktan bir zamansız kaybediş ; fikrimin zımbası hala o tanıdık siyak saçta geçip gidiyorum dönmenin ihtimali kalmadığı bir yolda……

Sarahatun Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Hüseyin Enes Öncel


Herhangi bir şiir

Herhangi bir savaştan
galip ya da mağlup çıkan herhangi biri için
Alaturka ya da jazz dinleyen
herhangi bir zihin için
Giden ya da kalmayı tercih eden zaten hep herhangi bir kadın için
Hayatını bir fikre adamış ya da adamamış herhangi bir beyin için
Ve ne yazık tüm bunların yanında
herhangi bir 'ben' için
Eskiciden ya da fark etmez antikacıdan alınmış herhangi bir tas için
İntihar eden ya da hayatı dibine kadar yaşayan herhangi bir genç için
Çok akıllı ya da sadece güzel herhangi bir bayan için
Siyah ya da beyaz herhangi bir adam için
Ve neticede herhangi bir 'sen' öznesi için
Söyle
Hiç mi düşmüyor bensizlik içine?

H.Enes Öncel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Reyhan Yıldırım


AYRILIK

- Neydi o ses?

Neylan, kaykıldığı koltukta telaşla doğruldu. Ayaklarını dayadığı, elektrikli radyatör, kaydı yerinden. Sıkı, sıkı sarındığı kıl battaniyenin etekleri yere döküldü. Evin içinde, Ali'nin düzenli soluklarından başka ses yoktu. Öyleyse dışarıda…

Yazlık evlerin arasına yerleştirilmiş ince patikalarda lambalar yanıyordu. Giriş katına sokulan sarı aydınlık korkusunu hafifletti. Kepenkleri açık tek pencereye ince bir buğu yürümüş. Ardında belli belirsiz bir kıpırtı oldu: Isınmak için cama sokulmuş bir sokak kedisi bu. Geriye yaslanıp, kalbindeki gümbürtünün dinmesini bekledi. Tedirgin uyuduğu için mi? Kedinin pervazın içine yerleşme telaşını bir gürültü olarak duymuştu. Ali pozisyonunu hiç değiştirmedi. Ayaklarını uzatmış, bir paket gibi sarıp sarmalamış kendisini battaniyesine. Geniş alnının kıyılarında daha da seyrelen alana bir ışık düşmüş. Dingin bakışlarını örten göz kapakları, usulca titremekte!

Ona sokulup başını omzuna koymak, battaniyenin içinde her zaman parmaklarını kavramaya hazır elini bulmak için dayanılmaz bir istek duydu. Ne var ki, bunu yaparsa yanlış anlayacağından çok korkuyordu. Bir önlem gibi, yeniden dolandı battaniyeye ve uzanıp, kayan radyatörü ayağıyla yerine yerleştirdi. Her bir dilim, sızı gibi, çoraplarının üzerinden dağlıyordu tenini. Bu iyi, iyi...Her çeşit acı işe yarar şimdi. Gönlündeki o suçluluk durumunu bastırıyor. Günlerdir içinden atamadığı sıkıntı isyan etmese… Bir insanı sevmek, "kendi"nden geçmek olmasa gerek! Dur bir, sus bir…

Hangisinin fikriydi buraya gelmek? Gerçi uzatılan her dala tutunmaya değerdi. Fakat içten içe biliyordu Neylan; bu iş yürümeyecek!

- İyi düşündün mü? Hayır, soracaklar sana biliyorum, Ali gibi bir adamı bırakmak…

Ah, Ali! Bir gün olsun sesini yükseltmedi ki. Ne istese elde etti. Ali hiç sorgulamadı seçimlerini, daima destekledi. Onu büyüttüğü bile söylenebilir belki. Örneğin, bedeni… Türlü şekle girdi, Ali tek laf etti mi? Gözlerinde, o, "en güzel kadına sahibim" ifadesi. Üstelik ne seviyorlarsa ortak! Yaptıkları her tatil birbirinden güzeldi.

Neylan derin, derin içini çekti. Ağlamak istiyor, ama yapamaz… Seni üzmekten korkuyorum. Devam edersek olacak bu. Kendini savunmaya çalıştığını anlamaz olur mu? Onu ikna etmek için ne kadar özel olduğunu söylüyordu. Bir erkek olarak yetersiz hissetmesini gerçekten de istemiyordu. Sorun kendisindeydi. Ne olduğunu bilmediği isteklerin peşinden kanatlanıp gidecek gibiydi. Bu hayat… Olmuyordu! Belki yazmak yüzünden; oldum olası sever tek başınalığı. Belki bencillikten, belki de aşk umudu…

- Ben on iki yıldır âşık olduğum kadınla yaşıyordum.
- Ne kadar şanslısın!

Acımasız olabiliyordu Neylan! İkna edilmek istemiyordu. Kendini, çıkışlarını göremeyeceği kadar hızlı akan bir otobanda, yoğun karanlıkta ve üstelik yağmur altında, son sürat gider, hayal ediyordu. Sık, sık. Şimdi duramazsam? Öte yandan, Ali soyunup bir köşeye bırakacağı bir giysi değil ki? Ona çok şey borçlu.

Eninde sonunda, içinde daralan, büzüşen yaşama tutkusunun verdiği korkuyu anlatacak ona.

- Ya annemler? Arkadaşlarımız? Birlikte kurguladığımız bu yaşama ait tüm detaylar? Yani herkes bizim kusursuz bir çift olduğumuz kanısında.

Öyle miyiz? Bu ilişkinin bu kadar içinde, bir çift -biz- ve bu kadar kimliksiz miyiz? Yok mu olacağım? Yalnız mı kalacağım? Hiç tek başıma yaşamadım, bu ilişkinin dışında pişman ve depresif bir kadın olarak mı yaşlanacağım?

Anne, ben Ali ile yapamayacağım. O günü hatırlamak bile istemiyordu. Paniğe kapılmış bu kadın, gözleri yaşlanıvermiş, dudakları tuhaf bir biçimde büzülmüş, - Herkes ne diyecek? - bu onun annesi olabilir mi? Neden diye sormayı unuttu. Neden sonra, "Bak, kaybetmeyesin kızını!" , demiş birisi de, sonunda sordu: Neden? Hangi neden onu ikna edebilir.

- Doktora gitseniz, tedavi görse…

Ah benim güzel anneciğim! İlle de bir suçlu aranacaksa o ben olmayayım bari…

- Bu konu değil. Boş ver!

Evin görünmeyen açıklıklarından içeri soğuk saldırdı. Üst kattaki yatak odalarında kalmak imkânsızdı. Sabahı beklemek üzere giriş katındaki -yaz desenli- geniş koltukta, yan yana uzanır gibi oturarak uyumayı kararlaştırmışlardı. Bu radyatör, evdeki tek ısıtıcıydı. Ayakları radyatöre dayalı, çok yakın, ama birbirlerine dokunmaktan ürkerek, aralarında bir sırça düşün kırıkları…

Evin dışında bir yerde olmak; belki birlikte kurdukları bu yazlık evde. Mevsimsiz hatırlamalar yan yana durup kotardıklarının değerini serer mi gözler önüne? Televizyon tek bir kanal alıyordu ve gecenin büyük bir bölümünü Paris' de, Eiffel kulesi dibinde verilen, görkemli bir konseri izleyip düşünerek geçirdiler; kendi kendilerine.

Neylan, bir türlü dalamadı yeniden. Burnu tıkandı. Sıyırdı üstündeki yığını, yanı başındaki el çantasını aldı ve girişin dip tarafında kalan küçük tuvalete gitti. Gürültü yapmadı; olabildiğince. Burun spreyini aradı çantasında. İşte ordaydı, leylak rengi bir zarfın kanatları arasına saklanmış. İstemsiz bir şekilde açtı zarfı; "Bay ve Bayan Kıran, 1999 senesinin mutlu, sağlıklı ve verimli geçmesi için iyi dileklerimizi sunacağımız, şirketimizin aile yemeğini onurlandırmanızı diliyoruz. Saygılarımızla. HCN Türk LTD. ŞTİ." Gökdelenlerin batılı yönetim rüzgârları bile Ali'den yana esiyor: İyi bir aile, iyi ve doygun bir çalışan demek! İlerlemek ve hatta devam etmek için aranan ölçütler arasında, örnek toplumsal temsil-i-yet gücü de var; iyi ve sağlıklı bir ailenin üyesi için, fırsatları arttırıp, çeşitlendirmek, şirketin politikası. Neylan, bir Amerikan şirketinde çalışıyordu ve iyi bir pozisyondaydı.

Bu kadar yıkım… İncinecek bunca insan! Ne için? Neylan için! Fakat ne için? Henüz bilmiyor. Belki, biraz daha beklemek… Ah, olamayacak ama… Denese… Kafasından atmak için çabalasa da mı..? Ali uyuyor baksana… Sen de uyuyabilirsin, bu suçluluk olmasa. Yeterince uğraşmadın mı? Acaba bu, pire için yorgan yakmak mı? Kim için? Herkes için!

Neylan döndü yerine, battaniyeyi omuzlarına aldı. Hafifçe yaslandı Ali'ye. Ali uykusunda mırıldandı. Hiç suratı asık uyanmaz. Aralanan gözlerinin içinde, uykulu -bilinçsiz- bir gülümseyiş! Kolunu çıkarıp, Neylan' ın omzuna sardı.

------- o --------

- Bu akşam yemeğe gidelim mi?, dedi Ali.
- Olur.
- Nereye gitmek istersin?
- Buna da sen karar ver, olmaz mı?
- Peki, ama mutlu ol istedim.
- Mutluyum, kaygılanma.

Ali sustu. Her akşam Neylan' ı işten alıyordu. Trafikte araba kullanmayı sevmeyen kadın bu durumdan memnundu.

Kış hiç bitmeyecek mi? Köprü trafiğinde dura kalka ilerlerken radyo "Sting" çalıyordu: "I am an Allien in Newyork". Tam köprünün üstünde pencereyi açıp rüzgâra uzattı yüzünü Neylan. Sigara içmek istiyordu, fakat Ali arabasında içilmesinden hoşlanmıyordu. Bu yol? O da mı hiç bitmeyecek? Ali'nin telefonunun belirli aralıklarla çalmakta olduğunu fark etti. Habire meşgule düşürüyordu. Sonunda açtı. Gergin bir yüz ve tavizsiz bir tonlamayla; "Yarın arayacağım, şimdi uygun değilim!" dedi. Neylan rahat konuşsun diye radyonun sesini kıstığı için ince bir kadın sesi kulağına kadar geldi: "Bana böyle bağırmanı istemiyorum!"

Reyhan Yıldırım


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  ÜSTÜME YAĞAN YILLAR

Hayat üstümüze abanan çıngıraklı bir yılandır. Gölgesinde bin bir hayali barındıran yıllar, çıngıraklı yılanın desenleri misali hoş görünse de, ister istemez ürkütür bizi. Renk çizgileri içerisinde dalar gider gözlerimiz. Tonlar koyulaştıkça hissiyat karamsar, açıldıkça da iyimser bir hâle bürünür. Bir su misali, menziline koşar adım gider zaman. Tepeler ırak görünür yaklaştıkça.

Renk deyip geçmeyin sakın ola… Hayatın şeklini renkler tayin eder kanımca. Yaşamın keskin çizgileridir onlar. Pembeden ibaret değildir yaşamın tuvalindeki hâkim renk… Siyahın matemi yer yer sarar ruhumuzu derinden. Kırmızılar dikkat edilmesi gereken hassas geçiş noktalarıdır insanlık için… Hâl lisanıyla her an her şey olabilir mesajını iletirler beynimizin alıcılarına. Sarısı, moru, mavisi, beyazı da vardır ömrümüzün… Fakat hepsi gelip geçicidir. Şüphesiz ki hiçbir rengin saltanatı ilelebet değildir hayatımızda.

Renkler de gün gelir çekilir hayatımızdan… Buharlaşır pembenin o alımlı tonları. Rüzgârın ılık nefesi okşar aheste aheste büyüttüğümüz hayat ağacını. Gün gelir fırtınaya dönüşür rüzgârın şiddeti. Onca emekle bugünlere getirdiğimiz fidanlar, kırılır orta yerinden hiç beklenmedik bir anda. Demek ki fırtına yemeyen fidan, hayata tutunma kudretine sahip değildir. Bu böyle biline. Hayatın rotası öylece çizile.

Durum bundan ibaretken hayallerimizi ne kadar daha erteleyeceğiz bu köhne zaman ağacının koyulaşan gölgeleri altında. Düşlerimiz ne kadar daha direnecek yaşamın katran karası yalnızlığına? Ne zaman bitecek oradan oraya koşturmacamız? Kendimizi boy aynasında seyretmeye ve içimizdeki o ateşîn sesi duymaya vaktimiz kalacak mı? Gelecek günlerin telâşını bugünden duymak ne kadar gereksiz ve ağır bir yük. Gün yaşanandır aslında. Dünle yarın arasında sıkışan hayatımız ne zaman gül misali açılacak? Yarınların ağırlığını çekmez oldu gönül terazimiz. Yirmili yaşlarda, yetmişli yaşların elemini çekmeye mahkûm olmamalı yüreğimiz. Kime göre yetmiş, kime göre altmış yaş?... Var mı bunun ortasını bulan? Bazılarına göre ömrün yarısı eden otuz beş yaş, kimilerinin nihaî demleri oluyorsa ne ifade eder hayatımızı parselleyen rakamlar?...

Rakamlar büyüdükçe dünyadan uzaklaşıyor insan. Her boy atımı toprağa bir adım yaklaşmaktan öte ne ifade eder ki?...Yukarı büyüdükçe hayata kuşbakışı baksak da bu dünyayla olan bağlarımızı gevşetiyoruz aslında. Sarıp sarmalamıyor bizi hayat eski sıcaklığında.

Yaşanmış günlere saklarız umutlarımızı. Gelir mi gelmez mi hesabını yapmayız bile. Bilmeyiz ömür defterimizde ne kadar beyaz sayfa kaldığını. İyi ki de bilmeyiz. Sona ramak kaldığını hisseden bir ruhun çırpınışlarını ve hayal kırıklıklarını düşünebiliyor musunuz? Geçen her bir dakika nasıl da bir kurşun misali düşer yüreğimizin orta yerine. Ötelere attığımız hayallerimizi yaşar mıyız bilmem. Ama bildiğim o ki, anı yaşamalı insan doyasıya dek. Ötesi yok bugünün. Yarın diye bir şey yoktur aslında.

Cemreler düşünce toprağa, tenimi alır bir titreme. Toprak ısındıkça üşür bedenim. Kanım akmaz olur damarlarımdan. Cemreler yüreğimdeki buzları eritmekten acizdir. Buzullar cemreleri dondurur aslında.

Kışın ortasında Ağrı Dağı'nın zirvesinde tir tir titreyen bir yetim çocuktan farksızdır yüreğim. Cemreler ısıtmıyor içimi. Ancak sevgi dolu tebessümler eritebilir içimdeki buzulları. Çünkü onlar nefretin soğuk ve sevimsiz tortularıdır. Ateşi su nasıl söndürürse içimdeki nefret buzlarını da ancak sevgi gülücükleri eritebilir.

Mevsimler, yalancı mevsimler… Yazı, kışı, hazanı, baharı… Ömrün güneşi kabul ettik baharı göğümüzde. Fakat kıştan kalma ayazlar yedik günün en taze ve diri demlerimde. O ayazlar ki kırdı körpecik dallarımızı. Demek yalancı bahar dedikleri buymuş. Nerden bilebilirdik bizi kıpır kıpır oynatan baharın yalancı olabileceğini. Yaşanmadan bilinmez hiçbir şey. Ödünç aldığımız nasihatler tez unutulur, netice vermez.

Doğumla ölüm arasında kurulmuş bir asma köprüdür yaşam. Ne sular akmıştır o köprünün altından. Akan sular asla geri dönmemiştir, dönmeyecek de. Azlar çoğa karışmıştır. Parçalar bütünü oluşturmuştur.

Köprünün altından akan sular birbirine benzese de aynı değillerdir. Hepsi de bir kez geçer aynı köprünün altından. Akarlar uzun uzadıya menzile doğru. Bir köprünün altından aynı damlanın iki kez geçmesi muhaldir. İnsan da öyledir bir bakıma. Damla misali bir kez geçer dünya sahnesinden. Geçiş o geçiştir. Filmin tekrarı yoktur. Başkaları çıkar sahneye peşi sıra. Böylece uzar gider uzun metrajlı filmler misali yaşam.

Doğumla ölüm arasında geçen süreye ömür diyoruz müştereken… Ağlayarak geldiğimiz bu koca ömür sahnesinden, ağlatarak çıkıyoruz pervasızca. Nerden bakarsan tezatlar yumağı gel gitlerimiz.

Yaşamak yürek ister ihanetlerin kol gezdiği bu çorak yamaçlarda. Prangalar vursalar da düşlerimize koparamazlar umutlarımızı yürek coğrafyamızdan. Umudun bittiği yerde yaşamak nefes almaktan öte ne ifade eder ki?.... Nefes almak can taşıdığımıza, yaşadığımıza delil olsa da insanca yaşadığımız manasına gelmez kanımca. Çünkü nefes insanlığın değil, canlılığın alâmetidir yalnızca. Varın siz ad verin bu yaşadıklarımıza.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.084 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Ben Seni Özümden Sevdim...

Ben seni
Rutubeti emen
tozlu arşivlerin sarı yapraklarında
suretli aşklar gibi değil,
Hüznü yunmuş
umudu temize çeken
Ak sayfanın esasında sevdim…

Ben seni
İnfazı yargısız
tutuklu yüreklerin puslu sevdalarında
kurşini aşklar gibi değil,
Maviye doymuş
özgürlüğün göğsüne uzanan
Pak ruhun esaretinde sevdim…

Ben seni
Ar-ı gitmiş
Şehvet bedenlerin siyah arzularında
Kirli aşklar gibi değil,
Nefsi bilmiş
Masumiyetin tenine teslim
Saf suyun doyumunda sevdim..

Canım
Diğer yarım
Ben seni
Özümden Sevdim…

Özlem Gökdem

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Alaattin Bender - Sergi

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

...Eğer aşık isen gözümün nuru, Sakın mecmuamı yarana verme, Hattım kemdir amma sözüm mücevher, Bir kıymet bilmedik hayvana verme, Vezinden düşürür ebyatlarımı, Okuyup seçemez bu hatlarımı, Atar bir köşeye sanatlarımı, Pahıla hasede şeytana verme, Verirsen verdiğin ehli dil olsun, Tanzim eyledikçe hem bülbül olsun, İlmi tarikatte dili bal olsun, Sözünü bilmedik insana verme... http://www.turkudostlari.net

...Basılı sözlüklerde gerçekleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan çok geniş bir sorgulama yapısı ile özellikle öğrencilerin sık başvuracağı bir bilgi kaynağı olarak internet ortamında ücretsiz olarak hizmete koyduğumuz veri tabanının önemli bir bilgi kaynağı olacağını ümit ediyoruz. Ayrıca bulmaca meraklıları için bir de sürpriz bölüm hazırlandı: son çare olarak deneyebilirsiniz... http://www.turkcesozluk.org Bulmaca meraklıları kısmını tavsiye ediyorum. Biraz kopya işi ama olsun. :)

Oyun meraklıları için çoğunlukla shareware oyunların bulunduğu, ama hepsi de deneme versiyonları mevcut kapsamlı bir arşiv. http://www.gamezhero.com/ İster bilgisayarınıza indirip, ister online olarak oyun oynayabilirsiniz.

...Çok kalorili olmasına rağmen içerdiği Glutathion süper bir hücre koruyucusudur, çünkü en iyi antioksidanttır. Antioksidantlar hücrelerin yaşlanmasını yavaşlatırlar ve kanseri önlerler. Tüm meyveler arasında protein bakımından en zengin olanıdır. Bol miktarda E vitamini de içerir. Bu vitamin kalp ve deriyi koruyarak dolaşımı düzene sokar. Ayrıca potasyum ve B6 vitamini de içerir. Kadınlar açısından çok gereklidir... nedir bu bitki? Merak ediyorsanız http://aceylan.8m.com/Deva_Bitkiler.htm

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PTBSync v4.6c [600KB] W9x/2k/XP FREE
http://www.netcult.ch/elmue/Update-en.htm
Bilgisayarınızın saatini dünya üzerinde bulunan 65 ayrı zaman sunucusuna göre ayarlayan bir program. Ayrıca içinde bir alarm fonksiyonuda var. Zamanla arası iyi olanlar için.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060207.asp
ISSN: 1303-8923
7 Şubat 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com