Deniz Feneri Derneği



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 918

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Çılgın Türkler galiba çok eskilerde kaldı!...


Merhabalar,

OnLine satın alabilirsiniz.Kalın, başlarım bitiremem diye okumayı hep ertelemiştim. Bir haftadır günde 3 saat bir tüpün içinde tıkılı kalınca kitabı elime aldım ve başladım okumaya. Dalıp okurken öyle kendimden geçiyorum ki, mola verdiğimizi hemşire gelip yüzümdeki maskeyi çıkarınca ancak farkedebiliyorum. Molada çay içerken de bir yandan yanımda oturanları örgütlüyorum. Mesela şeker hastalığından tek ayağı diz altından kesilmiş İsa Amca taburcu olduğunda ilk iş kitabı alıp okumaya başlayacak. Biliyorum çoğunuz okudu, okumayanlar türlü methiyeler işitti. Hepsinin altına tek tek imzamı atarım. Edebi anlamda dört dörtlük bir roman ama asıl önemlisi müthiş bir araştırma ve katıksız gerçek bir tarih. Güzel bir tesadüf şu anda "Kırık Kanatlar" diye bir dizi var ekranlarda. Araya serpiştirilmiş kimi olayların kitaptan aynen alınıp kullanıldığını görmek pek keyifli oluyor. Turgut Özakman Hoca'nın bu 40 yıllık çalışmanın ürünü eserini baş köşeye koymalı her evde. Tarih derslerinde bu kitap okutulmalı. Hatta Yunanca'ya çevrilip orada da okunmalı. Onların bile alacağı pek çok ders var bu kitapta. Eğer hala okumadıysanız, aman canım hep bildiğimiz şeyler diye içinizden geçiyorsa, orada durun. Hemen gidip bu kitabı edinin ve boş kaldıkça okuyun, okutun. Okuyun ki, din adına papaz vurmanın, kanunsuz örgütlenmelerle vatan kurtarmanın(!?), kurtları vadiye salıp Polat'a alkış tutmanın milliyetçilik olmadığını, gerçek milliyetçilerin "Çılgın Türkler" olarak 85 yıl önce yaşadığını anlayın, anlayalım.

Vakit gene epeyce geç oldu. Pikaba bügünkü kırkbeşliği koyup kaçıyorum. Marmalade söylüyor, Ob La Di Ob La Da. Hepinize neşeli bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Kıvırcık Olmaz, Size Buzdağı Verelim!

Sizin başınıza geldi mi bilmem ya, bugün yaşadığım bir olay herkesin başına gelecek türden. Fakat kimilerine göre "adi vaka" olarak da algılanabilir. Yorum okuyana kalmış.

Günlerden Pazar, benim de canım ton balıklı salata çekiyor. Eğer tansiyonu azdıranlardansanız artık yediğinize içtiğinize dikkat edeceksiniz. Tabii, yakınlarınıza acil servis işkencesi çektirmek istemiyorsanız. Oysa kendimi olum olası tıp cahili bilirdim, bakın sizlere oturmuş ne laflar ediyorum.

Adını vermemde bir sakınca yok, üzerinize afiyet, Samsun'dayım. Daha önceki gelişlerimde alışveriş ettiğim markete gittim. Doğrudan sebze meyve reyonuna daldım. Sebzeler buruşuk, belli ki dünden kalma. İdare et, dedim. Alacağın bir marul, bir salata değil mi? Elim doğal olarak marula uzandı. Baktım kıvırcık marul tek değil, yanında iki kardeşi daha var. Sıkı sıkıya bağlanmışlar birbirlerine, üşümesinler diye galiba. Pek tabii buna şaşırdım. Öyle ya, alt tarafı kendime bir salata ziyafeti çekeceğim. Üstüne üstlük kaldığım yerde buzdolabı da yok. Hani hepsini alsam, ikisinin de çöpe gideceği kesin. Yanlış anlaşılmasın, ben işin parasında değilim. Şöyle bir Pazar keyfi yapmak. Doğal olarak reyon sorumlusuna yönelip,

- Bu marul demetinden bir tane alamaz mıyım? dememe kalmadan, azarlarcasına,

- Hayır, efendim, şirketimizin menfaatleri gereği veremeyiz… gibi bir sürü gereksiz sözcük sarf edip beni bunaltmaz mı?

Can sıkıntısıyla aldıklarımı tezgâha bırakıp, kapıdan kendimi dışarı zor attım. Niye buraya geldiğimi de sorguladım. Müşteriyle tartışan şirketin kaybedeceğini, "Müşteri daima haklıdır, haksız olduğu durumlarda madde bir geçerlidir!" kuralını buna neden öğretmemişler gibisinden lafları geveleyip durdum. O hırsla en yakın başka bir markete gittim. Baktım orada da kıvırcıklar üçlü bir şekilde bağlı satılıyor. Reyon sorumlusu da tek satamayacaklarını belirtti. Bunun üzerine bitişindeki manava yöneldim. Kendimce manav bu sorunumu çözer, diyordum. Kasadan tek tek portakal çıkarıp parlatan tecrübeli adam,

- Beyim, marul Samsun'da elli yıldır böyle satılır, demez mi? Onca şehir gezip, alışveriş yapmama karşın nasıl haberdar olamamışım, diye hayret ettim. Sözüne bilen kişi olarak devam ediyordu, aldığı yerden söze.

- Abi, diyordu. Bu iş arz talep meselesi, diyerek kestirip attı.
- Ne bileyim, anlamam bu işlerden dedim, sesim kısık bir durumda. En iyisi TV'ye çıkıp ekonomi ahkâmı kesen profesörlere sormalı ya da bu NTV'ye Sorun'da gündem konusu olmalı!

Manav arkadaş, halime acımış olacak ki, alternatif olarak,

- Abi, sen yine de komşu markete git, orda ıceberg (buzdağı) dedikleri marul var, ondan al ama fiyatı fahiştir, benden söylemesi, diyerek yol gösterdi. Ben de sınavı geçemeyen öğrenci gibi kös kös markete dönüp bir buzdağı marul aldım kendime.

***

Oysa bugün yazmayı istediğim konu, yukarda anlattıklarım değildi. Türkçenin internet sayesinde ne hallere düştüğüne ilişkin bir siteden aldığım iki örneği önünüze sermekti amacım. Öte yandan yazarları arasında olduğum bir sitede bu konuya ilişkin tartışmaları da okuduktan sonra fikrimi dile getirecektim.

Alın size işte iki örnek.

"ben warya(*) ben salaan tekiim daha ne diimki kendime ilk okumicam dedim işe başladım (iştende sıkılınca zoru görünce e tabee asistan olarak girdiiniz yerde sizede temizlik yaptırsalarr) ama şimdi okumanın önemini anladım walla daha 18 yaşındaim we okicam daha çokk uzun yıllarım warr"

Tanrım böyle asistanların eline düşenlerden eyleme beni!

"Isimde(*) ehh bi yerlerdeyim ama yeterli degil.Yapmam gereken daha cok sey var.26 Yasindayim.Ailem ,artik benden mutlu bir evlilik yapmami istiyor.Ama ben lider olmak istiyorum.Ilk once kendimin,sonra bir sirketin,bir dernegin,bir toplumun,bir ulkenin veya dunyanin lideri.Bir onder ama simdilik bir evlilk degil....hayallerin siniri yokmus.Kimbilir belki birgun gerceklesir. Sevgilerimle"

Bu da, bu ülkede neden lider yetişmediğinin tipik örneği mi oluyor dersiniz? Bu tip yazanlar yüzünden yakında Office 2003 yakında pes diyecek, benden söylemesi. Dokunmacımın (Mouse) sağı bile bu yazılan sözcüklere Türkçe öneri yapamayacak bir halde!

Değindiğim tartışma, sözcükte yazılması unutulmuş bir harf üzerine yapılıyor: Cümle tam olarak , " bu anı zamanda çeşitlilik doğuruyor kanımca". Haydi, bulun bakalım o eksik harfli sözcüğü zorlanmadan. Doğrusu bu ya, ilk okumada ben de farklı algıladım cümleyi. Örneğin, yazan kişi, "anı" sözcüğünün yanına bir virgül koysaydı, ehh belki siz de benim anladığım gibi anlayabilirdiniz. Oysa kazın ayağının öyle olmadığını ilerleyen atışmalardan anlıyoruz. Meğer "aynı" sözcüğü dikkatsizlik sonucu "anı"ya dönüşmüş.

Şimdi de bana kızıp, ehh be hocam, sen de bir bardakta fırtına koparmaya bayılıyorsun. Ne var bunda, alt tarafı "y" harfi. Anlamasak da olur, diyorsanız, lütfen yazıyı okumamış kabul edip, ok-> işaretli bu yerden başka bir sayfaya geçiniz.

Sonsözüm:

Tartışmayı başlatan okurun da vurguladığı gibi :"Eğer bir ülke kötü talihini yenecekse, aydını noktalı virgül kullanmayı bilmelidir. Server Tanilli"

Not: (*) Bozuk sözcükler tarafımdan koyulaştırıldı. Ö.A.

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


  BİRİLERİ DÜNYAYA DUR DESİN!

Onlar, mozaik zemin üzerindeki hâlâ akışkan olan kırmızı kanı temizlemeye çalışırken, elimdeki patlamış mısırı yemekten vazgeçip, kesekâğıdının içine bıraktım.

Beyaz perdeye kan sıçramıştı.

O ise, bir diğer salondaydı.

Yer göstericiden rica etmiş, koltuğuna kadar eşlik etmiş, yerine oturtmuş, patlamış mısır ve içeceğini eline tutuşturmuş, yanağına küçük bir öpücük kondurmuştum. İlk kez benden ayrı olarak tek başına film izleyecekti.

Genç bir delikanlı olma yolunda hızla ilerlerken, uzayan boyu, alnında çıkmaya başlayan küçük sivilcileri ile her gün beni şaşırtan, daha geçen hafta on dördünden gün alan oğlum, günlerdir süregelen ısrarlarıyla benim çelik kararlılığımı yenmiş, 'Kurtlar Vadisi Irak'ı tek başına izlemeye vakıf olmuştu.

On dört yaş ve 'Kurtlar Vadisi' kulağa hiç hoş gelmiyor değil mi? Bence de öyle. Oysa aynı oğlum bilgisayarda futbol basketbol oynamak, hayvanat bahçesi ile şehir kurmaktan kendisine gına geldiğini söylese de şiddet içeren bilgisayar oyunlarını, önce benim isteğimle şimdilerde ise kendi kararlılığıyla oynamıyor.

Televizyondaki dizisini sevemediğim, tek bir bölümünü bile baştan sona izlemeyi başaramadığım bu kurgunun sinemasını da izlemek istemiyordum. Kararlıydım, o filme gitmeyecektim. 'Kurtlar Vadisi Irak' benim için sadece Can Dündar'ın 'Saflara hoş geldin Polat'* yazısına vesile olduğu için değerliydi.

Can Dündar, yine her zamanki gibi keskin bakışı ve cesaretiyle Polat'ı 'Abdullah Çatlı ve Rambo kırması' olarak nitelendirmiş, malzemesi harflerden, kabzası sözcüklerden, tetiği cümlelerden oluşan tabancasıyla yine hedefi on ikiden vurmayı, yıllardır yaşadığımız çelişkileri gün yüzüne çıkarmayı başarmıştı.

Yine vurucu bir cümleyle bitirmişti yazısını. Son cümlesi olan; 'Dedim ya, Polat Amerikalıları asıl burada vuracak gibi görünüyor.' sözü, namlusundan en son çıkan vurucu sözcükler diziniydi. Bu cümlesini okuduğumda kovboy filmlerinde hedefini vuran başarılı nişancının tabancasını dudaklarına yaklaştırıp, sıcak barut dumanına üflediği anı izliyor hissine kapıldım. 'Fiyuut!'

Can Dündar'ın yazısında bahsettiği Abdullah Çatlı'nın kızı Gökçen Çatlı'nın yazdığı 'Bu akşam soğuk olacak, eve girmeyin' cümlesiyle başlayan 'Babam Çatlı' isimli kitabı ben de okumuştum. Anne yüreğimi Abdullah Çatlı'nın hayatından daha çok, kızı Gökçen'in yaşamının zorluğu ve duygu dünyası ilgilendirmişti.

Herby Tam Gaz, Harry Potter, Narnia Günlükleri gibi filmleri bile birlikte izlemiş olmamıza rağmen bu sefer oğlumla aynı filmi izlemeyecektim. Aynı saatte oynayan bir başka filmi tercih etmek durumundaydım. En fazla beş ya da on dakikalık farkla başlamalıydı ki, oğlumla aynı zamanda filmi izlemeye başlayıp, aynı zamanlarda bitirebilelim.

Hafta sonu gittiğim 'Kanıt (Proof)'a ikinci kez gidemeyeceğim düşünülürse geriye sadece bir seçenek kalıyordu; 'Munich'. İçimden 'Al birini vur ötekine' diye geçirsem de, tanıtımlarından henüz tam fikir sahibi olamadığım bu filme, yönetmeninin dahi çocuk Steven Spielberg olması ve afişindeki silahlı ama hüzünlü adam sebebiyle gitmeye karar verdim.

-İki bilet lütfen. Birisi 21:00 'Kurtlar Vadisi Irak', diğeri 21:15 'Munich'

-Bak annecim, bir yarım saat kadar daha fazla içeride kalıp, senden geç çıkabilirim.
Filmin bitince hemen benim salonumun fuayesine geçip, orada beni bekleyeceksin tamam mı?
Fuayedeki görevlilerle görüştüm, seninle ilgilenecekler.
Sağındaki solundaki kişileri tanımıyorsun, önemli bir şey olmadığı sürece onlarla konuşma.
Kendine dikkat et.
Seni tedirgin edecek bir durum olursa, salon görevlilerine güven.
v.s. .. v.s.

İçlerinde derin kaygılar barındıran bu cümleleri elimden geldiğince sakin söylemeye çalışsam da bu lanet çelişkinin ortasında olduğum için içimden kime olduğu belli olmayan okkalı bir küfür savurdum.

Oğlumu sağında ve solunda oturan kişilere emanet edemiyordum ama hangi kurdun kapacağını bilmeden Kurtlar Vadisinin tam ortasına bırakıyordum.

Birkaç kez içimden 'Bari birlikte girseydik.' diyerek, pişmanlık duysam da, kararımdan dönmeyip aklım oğlumda kalarak kendi salonuma doğru ilerledim.

Münich...

Az sonra insan kanıyla boyanan, rengi beyazdan kırmızıya dönen perdenin karşısındaydım. Tanıtımlarından bildiğim kadarıyla oğlumun beyaz perdesini Amerikan kanı boyuyordu. Benimkini ise önce Yahudi kanı boyadı.

Başta, 1972 Münih Olimpiyatlarında Filistinli teröristler tarafından öldürülen on bir İsrailli sporcunun kanıyla... Ardından silah geri tepti. Bir İsrailli görevlendirildi, 'Kara Eylül' isimli Filistinli terörist grubun hayatta kalan üyelerinin kafa avcılığına başlanıldı. Teröristlerden birer birer intikam alınıyordu. Kan, kan ile temizleniyor, beyaz perde artık Filistinli kanına boyanıyordu.

Filmin kimi sahnesinde kusmamak için kendimi zor tuttum. Onlar, mozaik zemin üzerindeki hâlâ akışkan olan kırmızı kanı temizlemeye çalışırken, elimdeki patlamış mısırı yemekten vazgeçip, kesekâğıdının içine bıraktım.

Kimi sahnesinde ise, teröre terörle karşılık veren kahramanın sevimli görünmesi adına, teröristleri öldürmek için düzenlediği eylemlerde masum halkın zarar görmemesi için verdiği çaba abartılı olarak belirtilse de, karısı ve kızıyla yaşadığı duygusal sahnelere sıklıkla değinilse de tüm bunlar onun kanlı ellerini yıkamaya yetmiyordu. Filmin son sahnelerindeki pişmanlık hissi bile tüm filmin bıraktığı etkiyi değiştirmeye yetmiyor, bu pişmanlık ana fikir olsa bile, kan kızılı sahnelerin gölgesinde kalıyordu.

İçimden şu sözü geçirdim. 'Birileri dünyaya dur desin.'

Dünya geneline yayılmış sıcak bir savaş yaşamıyor olsak da, birileri bunun tohumlarını atıyor, dünyanın rengini de, midesini de bulandırmaya çalışıyordu.

Çok değil bir kaç gün önce kendini bilmez birileri tarafından peygamberimize dil uzatan karikatürler fütursuzca çizilmiş, basılmış ve Avrupa'ya yayılmıştı. Sadece, zaten gergin olan Avrupa'daki Müslüman nüfusu değil, tüm dünyadaki Müslümanları çileden çıkaran bu davranış sonucunda aklî selim birileri çıkıp gerekli özür dilememiş, dilese de bu yeterli olmamıştı.

Hepimizin aynı Allah'ın evlâtları olduğu bir kez daha unutulmuştu.

İki yanlış hiçbir zaman bir doğru etmedi. Yanlışa yanlış yanıtlar verilmiş, dünyanın dört bir yanında şiddet içeren gösteriler düzenlenmiş, elçilikler ateşe verilmiş, öfke çığ gibi büyümüş, büyütülmüştü.

Filmin kan kırmızısı sahnelerinde bunları düşünürken cep telefonuma haber ajansından gönderilen şu mesaj düştü; 'Katil zanlısı yakalandı: Trabzon'da, Santa Maria Kilisesi Rahibi Andrea Santoro'yu öldürdüğü belirtilen 16 yaşındaki katil zanlısı yakalandı.'

Dışarı çıktığımda oğlum beni bekliyordu. Saatlerdir karanlık boşluktan beyaz perdeye -pardon kırmızı perdeye- baktığı için kanlanmış gözleriyle bana bakıyordu. Bense dünyanın gidişinden duyduğum kaygıyla ona sımsıkı sarıldım.

O, Memati'den, Polat'dan bahsediyor. Bıcır bıcır filmi anlatıyor, çok beğendiğini söylüyordu. Taklitlerini yaparak filmdeki cümleleri yineliyordu;

-İnsan ticaretii, buralarda ucuz oluyormuş adam alıp satmak!
-Ben Tanrı'nın çocuğuyum.
-O..... çocuğu...

Bense hem onu dinliyor, hem bu yazıyı kurguluyordum.

Dudaklarımdan savaş karşıtı bir öyküm olan 'Alevler İçindeki Beyaz Tüy'**den cümleler döküldü.

" Yüreğinin atışlarını dinle...
Onu bulamazsın...
Yüreğinin bembeyaz atımlarını hissederse, O seni bulur.
Yüreğimin tüm koyu renklerine ket vurmayı öğreniyorum. Gecelerin korkularına, yalnızlığına kaş çatmayı; gündüzlerin öfkelerine, yalanlarına, her sahteliğine dudak bükmeyi... Olanca gücümle iteliyorum benden uzaklara. Çocuklarıma yapacağım taçları düşlüyorum. Onu bulmalıyım.
Tüylerimin sana ne yarar sağlayacağını düşünüyorsun?"
Her iki gözümden birer damla yaş süzülüyor. Sesim kısılmış, yutkunuyorum önce.
"İki tane taç yapacağım, doğacak kızım ve oğlumun başları için".

Belki 'Dur!' diyemeyecektim. Ama dünya üzerinde hepimizin tek bir Allah'ın evlâdı olduğuna inanan, ırk, dil, din ayırımı yapmayan, savaş karşıtı, öfke ve kinin hiçbir şeyi çözemeyeceğine inanmış, sevgi tohumlarını dünyaya serpmek isteyen insanların var olduğunu, onların el ele tutuşamasa da, gönül gönüle verebileceklerini ifade edebilirdim.

Sıcak evimize girdiğimde içimi garip bir huzur kapladı. Oğlum mışıl mışıl bir uykuya teslim olduğunda, cümleler parmak uçlarımdan klavyeme, oradan ekranıma dökülmeye başladı.

Hiçbir şey için geç değildi.

Henüz öldürmemiş, öldürülmemiş ve ölmemiştik!

Leyla Ayyıldız
layyildiz2@yahoo.com

*Can Dündar'ın 'Saflara hoş geldin Polat' başlıklı yazısı
http://www.milliyet.com/2006/02/05/pazar/yazdundar.html
**Savaş karşıtı öyküm 'Alevler İçindeki Beyaz Tüy'
http://www.kmarsiv.com/sayilar/20040331.asp#leylaayyildiz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
20 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  Bungee Ayrılık

"Beni aldatırsan…"
"Evet? Seni aldatırsam ne yaparsın? Beni terk mi edersin?"
"Evet. Zor da olsa terk ederdim"
"Demek ki aşkının bir üst sınırı var. Öyle mi?"
"Evet var. Senin yok mu?"
"Seni kaybetmeden bilemem; ama sen şimdiden ölçebiliyorsun. Daha çok bana güvensizlik duymana değil, aşkını onuruna feda edebilecek olmana üzülmeliyim."
"Beni aldatırsan dedim ama… Öyle bir durumda sen bana olan aşkını feda etmiş olmayacak mısın ki?"
"Neye feda etmek?"
"Ne bileyim? Şehvetine belki."
"Ya da?"
"Ne ya da?"
"Başka bir aşka"
"Evet. Bu da mümkün."
"Mümkün tabii. Bir aşk bir başka aşka feda edildiğinde, ihanet erdemsizlik olmaz. Sana olan bağlılığımı zedeleyecek yeni bir aşka tutulur da sana sadık kalmaya devam edersem o yeni aşkıma ihanet etmiş olmaz mıyım? Hele ki henüz yeni aşkımı eyleme geçirmediysem, sevgiliye, yani sana değil, kendi duygularıma, kendi hayatıma ihanet etmiş olurum; aynı zamanda sana da"
"Bana mı? Yani yeni bir aşk için beni terk etmezsen bana ihanet etmiş mi sayacaksın kendini?"
"Evet. Başka bir sevgi içimi kavururken hala seni seviyor görünmem aldatmak değil de nedir? Yalnızlık korkusu yüzünden, sevmediği bir insana bağlılığını sürdürmek olmaz mı bu? Kendini güven altında hissetme adına sevgilinin duygularını kullanma erdemsizliğine aldatmaktan başka bir şey denmemeli."
"O zaman şöyle sorayım. Beni aldatıyor musun?"
"Hayır. Henüz öyle biri yok. Yani âşık olduğum veya olabileceğim biri…"
"Henüz mü? Yani olabilir öyle mi?"
"Tabii. Senin olamaz mı?"
"Bilmem? Hiçbir şeyin garantisi yok; ama düşünce bazında da olsa böyle bir şeye açık olmak, insanın rastladığı karşı cinse hep o alıcılıkla bakmasına yol açar. Bu da başka birinden etkilenme olasılığını artırmakla kalmaz, kaçınılmaz bile kılabilir."
"Benim kimseye alıcılıkla baktığım yok. Yeni aşklara açık olmak da değil kastettiğim. İhtimalin her zaman var olduğuna inanıyorum o kadar."
"Peki ya tanıyor olmak? Hiç önemi yok mu?"
"Görücü usulü evlenip sonradan eşine âşık olmayı saymazsak aşk sonradan oluşan bir şey değildir. İstemeden veya istenmiyorsan sevgili olamazsın. Aşkı veya aşkı çağıran heyecan, arzulama gibi duyguları hissettiğimiz için sevgili olmaya karar veririz. Yani aşk en başta bile vardır. Seninle başladığımızda da seni tanımıyordum; ama âşıktım."
"Başka bir ilişkin de yoktu ama…"
"Daha kötü ya. Bir boşluk duygusundan dolayı sana tutulmuş olabilirim; oysa seni severken başka birine âşık olmam, daha tutkulu bir aşkı bulmuş olduğumu göstermez mi?"
"Gerçekten de bir boşluk duygusuyla mı sevdin beni?"
"Hatırlamıyorum ama öyle bile olsa bu şimdi seni sevdiğim gerçeğini değiştirmez."
"Bana âşık mısın peki?"
"Sence?"
"İlk günlerdeki gibi değilsin."
"İşte bu... Aşk durağanlığı sevmez. Durağanlaşmış ilişkiler, bitmiş bir bilgisayar oyununu baştan sona yeniden, defalarca izlemek gibi sıkıcıdır. Bilgisayar oyunlarının yeni görevlerinin ve sürümlerinin çıkmasının nedeni nedir ki? O aşkı hiçbir zaman bitirmemek. Aksi halde başka bir oyunu satın almak kaçınılmaz olur. En sevilen oyunlar en zor oyunlardır her zaman."
"Zor âşık mı olmalı o zaman."
"Evet ama çok da değil. Sevgilin, onun harcı olmadığını düşünmemeli. Oyun gibi; her level'ı sadece başarılabilecek kadar zor olmalı"
"Bizim sonumuz geldi desene."
"Hayır. Daha değil. Ben kendi adıma aşkımıza hareketlilik getirecek çözümler aramayı hiç bırakmadım. Şimdi de bir çözümüm var."
"Nedir?"
"Seni sebepsiz yere terk ediyorum. Sensizlik duygusu, başka birilerine yakınlaşmamız halinde kapılacağımız kıskançlık, birbirimizi yeniden istememiz halinde birbirimizde göreceğimiz arzulama ve belki de dayanılamayacak yalnızlık hissi. Bunlar aşkımızı hatırlatacak ikimize de."
"Saçmalama. Olur mu öyle şey?"
"Göreceksin. Olacak."
"Ya seni istemezsem?"
"Beni istemezsen, ya onurunla acı çekiyor olacaksın veya yeni bir aşkın olacak. Her ikisinde de aşk vardır."
"Yapamazsın. Bu bir intihar"
"Hayır. Bu bir intihar değil. Sağlamlığı şüpheli bir iple bungee jumping yapmak. Eğer o ip sağlamsa atlayışın heyecanını katacağız ilişkimize. Eğer ip çürümüşse bu aşkımızın sonu olacak. Lâkin ilişkimiz zaten o ipin ucunda asılı. Bir gün kendiliğinden koparsa daha acı verici olur. Hoşça kal."
"Hayır. Beni böyle bırakıp gidemezsin. Seni seviyorum"
"Buna dakka bir gol bir derler. Günlerdir senden duymadığım 'Seni seviyorum' sözünü söyledin bile. Bu yöntemin başarısız olacağını nasıl düşünebilirsin ki? Kendine iyi bak sevgilim"

Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Uğur Erdoğan

 BaLdaki Tuz : Uğur Erdoğan


  FARAŞ

''yazıkLar oLsun'' diye sürüp gidiyordu şarkı.. sözler müthiş filan değiLdi ama meLodiden etkiLenmiştim asLında farkında oLmadan... bağıra çağıra söylenen şarkıLarın sarsıcı oLduğunu anLadım böyLece... tabiii bunu yapabiLmek için güçLü bir ses Lazım, ince sesLe söyLeyince bi boka benzemiyor... içten içe düzenLi bir feryadı anımsatan bu şarkıyı, yine yarım saat önce kazak satan tezgahın oraLarda gezinirken de işitmiştim...

pazarın dış tarafında kaLan ''kaset bi miLyon'' yazan tezgaha yakLaştım.. öyLemesine bakınıyorum, bir kasede gözüm iLişti ama ben ona iLişemedim.. önümde benim gibi bir çift koL daha var, erişimi engeLLiyor.... acaip bir rahatLığı var eLLerin... uzun gri bir pardesü giymiş, sağa soLa dönünce fiLan hafif hafif etekLeri uçuşuyo...saçı sakaLı fora etmiş ve inanıLmaz kirLi... baktığım kasetlerin üstünde derin bir yağ izi bıraktı pardesüsünün koLu fiLan... kasetçide rahatsız oLdu adamdan, kutudan bir kaset çıkartıp ona verdi üsteLik, ama bizim pardesüLü gitmedi.. fırsat bulup kasetLere erişemeyince o anda çaLan şarkının kasedini istedim... ondan kaLmadı diyecekti ki, en az on tezgah öteye dinLensin diye vermiş oLduğunu hatırLadı sanırım.. gitti getirdi.. bi miLyonu uzattım...

daha aciL aLınacak şeyLer var asLında.. fakat insan önce eğLenceLik işLerini haLLediyo demek diye kendi kendime düşündüm kasetçiden ayrıLırken... buLaşık süngeri, faraş gibi ıvır zıvırLarı aLmak angarya geLiyor insana.. ne aLacağımı düşünürken cebimden Listeyi çıkardım... aciL çıkarken o kadar kötü yazmışım ki, L hariç hiçbir harfi okuyamıyorum nerdeyse.. seçebiLiyorum ama..

fiLm, aşofman, buLaşık süngeri, kokusuz mum, faraş, iç çamaşırı, terLik... en önemLiLeri bunLar şimdiLik.. az önce güzel aşofmanLar görmüş başka yerden de fiyat aLmak için hemen pazarlık yapmamıştım.. yeniden o tezgaha yürüdüm, sonradan gidince sorun çıkabiLiyo bazen satıcı iLe.. ama bu kez satıcı sorun çıkartacak, gözLerinden seni kazıkLayacağım diye ışık saçan bir tipe sahip değiL gibiydi.. bu kez aLıcı tipini yüzüme yerLeştirdiğimden rahat rahat inceLedim aşofmanLarı... nike yazıyordu paçaLarına doğru bi yerLerinde, sahteydi biLiyorum.. yani umurumda değiLdi tabiki... kumaşLarı iyi fiLan diye düşünürken, nerdeyse eLimdeki cigara iLe yakacaktım aşofmanı, cigaramı ağzıma koydum..

iki eLimLe kenarLarından tutarak üzerime yapıştırıp boyunu öLçtüm.. yıkandığında çekme oLasıLığını hesaba katarsak üç parmakdan fazla oLan uzunluğu beni rahatsız etmedi.. on miLyon istiyordu.. iLk pazarLık girişimi oLarak etkiLeyici bir cümLe sarf etmediğim haLde, abii bu son ne oLur? der demez, sekize bıraktı.. sonra bi aşofman daha dikkatimi çekti, tipi farkLıydı.. kendime bir kıyak yapayım iki tane aLayım diye düşündüm o ara, bir tanesi kirLenince diğerini giyerim.. ikisi kaça oLur? diye sordum, düşündü satıcı.. abii onbeş oLur dedim, onbeş vereyim... düşündü az biraz daha, kabuL etti.. üzerinden bazı ipLikLeri fiLan aLdım, poşete koyduk.. aşofmanLar güzeLdi be, acaip kârLı hissediyordum kendimi, üsteLik fena para da vermemiştim.. alan razı veren razı..

faraşçıya doğru yürüdüm..

tabii faraşçı diye bişey yok.. kocaman bi pankartın üzerinde ''ne aLırsan bin Lira'' yazan bir tezgah var, faraşLar orada buLunuyor.. koLay ve basit bir aLışveriş oLarak görünüyor, taa ki şeffaf faraşLara kadar.. bu şeffaf faraşLar uzunca bir süre duraksayıp düşünmeme sebep oldu.. uLan sahiden şeffafLardı, bir oyuncak gibi görünüyorLardı diğer faraşLarın içinde..

içimdeki ibLisLe mücadeLe ettim, boşver dedim evin içindeki ıvır zıvırı topLayacaksın aLt tarafı, şeffaf bir faraşa gerek yok.. ama çok güzeLLer.. sonradan öğrendim o şeffafLık iki misLi fiat yapıyormuş... kırmızı normaL renkLi sağLam duran bir faraş seçtim kendime... genişçe oLan tezgahın arkasında duran adam, uzunca bir sopaya bağLadığı baLık kepçesi iLe tahsiLatı yaptı...

terLik aLırken bir sorun çıkmadı.. asLında keyifLi bişey bu terLik aLmak işi.. kaLiteLi terLiklerden umudu yitireLi çok oLmuştu, namussuzLarın hiç biri dayanmıyor.. bir iki neyse parayı verip aLıyordum ama kenarLarından ne zaman pörtLeyecek diye bekLemiyor da değiLdim.. ama evin içinde, banyoda, mutfakta, baLkonda öyle çıplak ayakLa gezmek iyi değiL.. bi de çabuk üşütüyorum.. ondan sonra onbeş gün yat işin yoksa... aLtı miLyon dedi, dörde indirdim.

sonra iç çamaşırı satan tezgaha doğru yürüdüm..

bi sürü değişik şey vardı... orada pazar ibLisi iLe gereksiz ve mühim oLmayan bir diyaLoğa girdim... ''kapLan desenLiden bir tane aLsana dedi, önemLi bir günde giyersin''.. saçmaLama ne önemLisi dedim ona, don dondur... ''benciLsin sen oğLum, fiLmLerde, dergiLerde kadınLar giydiğinde öyLe düşünmüyorsun, ama fırfırLı danteLLi oLanLar hoşuna gidiyor'' dedi.. pazar ibLisini susturmak için evde var bi tane dedim, küçük sepette duruyor... üç tane değişik baksır aLdım iki miLyona...

beLkide bu ibLis hakLı bu ''önemLi bi günde Lazım olur'' konusunda, insanLar bazı şeyLeri çeyiz düzer gibi hazırLıyor.. sadece kadınLar değiL, erkekLer biLe..
pek beğenmediğin bişey satın aLıyorsun öyLemesine haybeye.. bir gün bir tanıdık, yada yeni bir tanıdık geLir de beğenir fiLan faLan diye..

sahip oLmak, elde etmek arzusu körükLeyen bir durum asLında..

hava kararıyordu artık,pazardan çıktım.. bir an önce eve gitmeyi, yeni aşofmanımı giymeyi hayaL ettim.. poşetten kasedi çıkardım şarkıLara baktım...

dayanamıyacamm, ne oLur yeni terLiğimLe yürüsem eve..., şurda pantoLonu çıkartıp aşofmanı giyinsem ne oLacak ki? cocukken hayatımdaki iLk kot pantoLonu annem aLmıştı bana pazardan.. aLması yetmemiş, bide orada giydirip denetmişti abLamın şahitLiğinde... reziL oLabiLeceğimi düşündüm...

bende parktaki arabaya gidene kadar faraşa dokundum.....

Uğur Erdoğan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,539,539,539,539,539,539,539,539,539,53
17 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Buruşuk Kadınlar

Buruşuk Kadınlar - OnLine satın alabilirsiniz.Uzun ve zahmetli bir çalışmaydı "Buruşuk Kadınlar". Erkeğin gözünden kadını irdelemek kolaydı fakat aynı şeyin tersi, yani kadının gözünden erkeği irdelemek açıkçası o kadar da kolay olmadı. Zaten biz erkeklerin en büyük yanılgısı burada başlıyordu işte, biz karşımızda nasıl bir kadın tipi görmek istiyorsak, kadınların da aynısını istediklerini sanıyorduk! Şayet durum bu kadar basit olsaydı, etrafımızda dönen veya bizzat kendimizin yaşamış olduğu ilişkiler böyle türlü entrikalara sahne olmaktan uzak olurdu.

Bu kitabı yazarken, onsekizinden altmışına kadar, evli, bekâr, dul, entelektüel, sosyetik, taşralı, feminist, anti feminist birçok kadınla bir araya geldim. Hikâyeleri vardı hepsinin, bazıları yürek burkucu, bazıları komik, bazıları "bu kadar olur" dedirten cinstendi. Bu hikâyeleri yazarken, biraz erkekleri, biraz kadınları eleştirdim.

Aslında ben bir şey bilmiyordum, hepsini yazarken öğrendim, tıpkı kitabı ilk kez okuyacak olanlar gibi… Gerçekler görünenden o kadar farklıydı ki, bırakın entrikaları, oyunları, nasıl olmuş da bugüne kadar kadın-erkek arasında bir cihan harbi çıkmamış diye epey şaşırdım hani.

Sorgulanacak o kadar çok şey, sorulacak o kadar çok soru vardı ki… Mesela aşk, mesela cinsellik, mesela ihanet ve en muamma olanlarından kadın! Tolstoy'un dediği gibi Kadın öyle bir konuydu ki, onu ne kadar incelersen incele her zaman yepyeniydi. Merak etmeyin canım neşteri erkeklere de vurdum, kitabın ismine fazla aldanmayın. Zaten kadın-erkek ilişkilerini irdelerken tek yönlü düşünebilmek ve tüm suçu bir cinsin üzerine yükleyebilmek neredeyse imkânsız bir şey.

"Arızalı Erkekler" kitabının yazarı sevgili Güler Kazmacı'yı kitabın imza gününe davet etme gafletine düşünce bana "Senin kadar yüzeysel ve erkek egemen mantıklı maçolar kaleme sarılsalar bile hiçbir yere ulaşamaz. Ben feminist değilim ama feministlere "Buruşuk" diyen bir aklıevvel de kırışık bir masist olmalı" gibi bir cevap vermişti. Sayın Kazmacı gibi kitabı okumadan sadece ismi ile eleştirecek birçok okuyucunun da(!) olacağını çok iyi biliyordum.

Öyleyse neden "Buruşuk Kadınlar"?

"Buruşuk kadınlar" çünkü feminizm adı altında "kadınlara cinsel özgürlük" propagandaları ile aile yapısını yozlaştırmaya çalışan bir kesim kadına yakıştırılabilecek en terbiyeli sıfat olarak onu buluyordum. "Buruşuk Kadınlar" çünkü feminizmi sadece kariyer amacıyla kullanan entelektüel kadın, erkeği aşağılamakla prim kazanacağını düşünerek, kadını ezilmişlikten kurtaracakları(!) yerde erkeğin ezilmişliğinden mutluluk duyacak kadar ileri gidiyorlardı. "Buruşuk Kadınlar" çünkü kavramları değiştirerek meydana getirdikleri erozyonlarla genç kuşak için ne kadar büyük bir tehlike yarattıklarının hesabını yapamayacak kadar buruşmuştu yürekleri… Kitap sadece kadın, erkeği değil, aşkı da masaya yatırıyor. Yerel bir gazetede romantik köşe yazıları yazan yazarın (yani ben denizin) etrafında dönen aşk entrikalarının içine ister istemez nasıl dâhil edildiği ve bu aşk hikayelerinin açılımı mizahi bir dille anlatılıp, aşağıdaki sorulara cevaplar arıyor:

Erkeğin ihaneti kadının hangi davranışlarının neticesiydi?
Aldatmak erkek için neden vazgeçilmezdir?
Klasik erkek davranışlarının altında yatan gerçekler nelerdir?
Kadının hangi eylemlerine erkekler nasıl reaksiyon gösteriyorlardı?
Erkek için cinsellik neden bu kadar önemliydi?
Bir erkek bir kadını hangi yollarla ve nasıl sınıyor, beraberlik yaşayacağı kadını nasıl seçiyordu?
Amacı sadece size eziyet etmek olan bir kadınla, düşlenen aşka ulaşılabilecek bir kadın nasıl ayırt edilebilirdi?
Nasıl erkek düşmanı oluyorlardı, Bu kadınlardan korunmanın yolları nelerdi?
Kadınların hışmına uğramamak için nelerden kaçınmak gerekiyordu?
Bir kadının istek ve tekliflerinizi nasıl yanıtlayacağı önceden verdiği ipuçlarıyla nasıl anlaşılabilirdi?
Hangi eylemler sizi aşkta kaybetmeye doğru sürüklüyordu?

Evet dediğim gibi ben bu kitabı yazarken çok şey öğrendim ve çok zevk aldım, darısı sizi başınıza. Kitabın ismi "Aşkın Katilleri Buruşuk Kadınlar", yazarı ben deniz Alper Kutay Erke, tüm kitapçılarda bulabilirsiniz. Aşksız kalmamanız dileğiyle…

Alper Kutay Erke


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,639,639,639,639,639,639,639,639,639,63
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

HAFTANIN ÖZLENEN TEMBELİ

Gülseren Bağlar

 Gül Ağacı : Gülseren Bağlar


  PAMUK ŞEKERİ

Sabah bir telaş var evde, herkes koşuşturuyor. Eee, kolay değil, dört çocuk okula gidecek, hepsi de sabahçı... Nisan ayı olmasına rağmen hala soğuk havalar. Babam, çocukları sıcak yataklarından kalktığında üşümesin diye, kuzine sobayı çoktan yakmış. Oysa ki bizim evde soba yanmasa da üşünmezdi. Annemle babamın bize verdiği sıcaklık, sobadan daha fazla ısıtıyordu içimizi.

Annem; civil peynir, zeytin, bal ve tereyağından oluşan kahvaltımızı hazırlarken, babam; fırından sıcacık ekmekleri getirmiş ve yer sofrasındaki kahvaltımıza kurulmuş oluyorduk. Babam, hepimizle ayrı ayrı öylesine ilgileniyordu ki; belki de karnımızı bu doyuruyordu. Hele iştahsızlıktan zafiyet geçiren bana bir şeyler yedirebilmek için çok uğraşırdı :

"-Kızım bal sürdüm bak ekmeğine, tereyağla birlikte ye ki; sınıfın en çalışkanı, en güzeli sen olasın" diye diye.. Yememek için binbir naz eden beni yedirir, sonra da "Ohhh ! Kızım yedi ben doydum sanki !" diyerek sevinirdi. Öyleydi… Düşkündü çocuklarına... Daha ablalarım ile benim saçımız örülecek, erkek kardeşim giydirilecek, diğer iki çocuk uykularına devam ederken bizler okulun, babam ise işinin yolunu tutacaktı.

Hepimiz hazırdık işte... Babam, ablalarım, erkek kardeşim ve ben; sabah kahvaltı ve sevgiyle doyduktan sonra annemin hayır dualarıyla evden çıkardık.Toprak ananın uyandığı, mevsimin de takvimlere göre ilkbahar olmasına rağmen soğuk olan doğduğum şehirde ( ki hiç ısınmazdı ) koskoca bir kışın ardından gördüğümüz azıcık bir sıcakla bile içimiz kaynardı. Hiç gelmeyeceğini sandığımız yazın habercisi baharı çok sevmemizden, az da olsa sokağa çıkıp oynamaya izin koparacağımızı bilmekten …

Çocuğuz, kıpır kıpırız ya; okulda dersler geçmek bilmezdi. Aklımız, fikrimiz oyunda… Son ders zilinin çalmasıyla bir an önce okulun bahçesine çıkmak için yarışırdık; içimizi ısıtan soğuk bahar günlerinde.

Yıl 1973, nisan ayı, ilkokul 3'teyim. Baharlı-okullu günlerin birinde paydos zilinin çalmasıyla kendimi dışarı zor attım. Isınan havalarla birlikte okulumuzun önünde seyyar satıcı tezgahları çoğalır, okulun önü panayıra dönerdi. Kışın ise simitçiden başkası olmazdı… Simitler kışın o dondurucu soğuğundan nasibini alır, taş gibi olurlardı. Haftada bir kez alabildiğim yarım simidi, suyla ıslatarak yiyebilirdim ancak. Panayır vakti ise birşey alamasam bile satıcıların tezgahına bakmadan geçemezdim.

Bugün geç kalmıştım galiba ! Okulun önündeki satıcının etrafına çoktan toplanmıştı çocuklar. Farklı birşey satılıyordu belli ki. Merak bu ya kardeşlerimi beklemeden hemen oraya doğru gittim. Pembeli-beyazlı pamuk şekerleri satan satıcının etrafındaki çocukları izliyorum durduğum yerden. Param yok… Yiyenlere sadece bakıyorum. Karnım da aç üstelik ! Pamuk şekerleri; şeker şeker, pamuk pamuk ne sevimli… Çocuk yüreğim işte...! Seyre dalalı ne kadar olmuş hatırlamıyorum ki. Beni aramadıkları yer kalmıyor. Yokum... Oysa kaybolan ben, pembe-beyaz pamuk bulutların üstünde, düş gezginiydim. İki yıl sonra izlediğim harikalar diyarındaki Alice gibi ben de dünyadan bihaber kendi filmimin başrolündeydim.

Canım annem ( nur içine yatsın ) aklına gelen binbir şeyle, bir kaç saatliğine kaybolan kızını düşünerek krizler geçirmiş. Kolay mı ..? Evlat…! Meğerse yaklaşık 3 saat geçmiş farkında olmadan. Ablamın, beni bulduğunda enseme attığı tokat olmasaydı daha da kalabilirdim çocuk hayallerimle …

Anasının kolayca doğurduğu, kolay kızının onu zorda bıraktığı ilk ve son gündü o gün. O kız sonra ne zorları gördü, ne zorlara dayandı…

Ama o pamuk şekeri …?

Gülseren Bağlar
sbaglar@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Zuhal Cekci

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.163 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Biraz, Birçok

İçime huzur doldu; yoktun
Ömrüme yoklar doldu; yoktun
Aklıma sorular doldu; yoktun
Ellerimde soğuk; yoktun
Ve artık niye ve ne zaman geleceksen, ben de yokum

Gelirken bırak ruhun orda kalsın
Sana bıraktım çünkü ben de ruhumu
Eksik sularda kürek çekiyormuşum
Tufan diyesim geldi içimden
Sen de de ki ne geldiyse içimden
Onu yaptım ben
Ve ben çaresiz kalayım yine içine senin

Sabah sekiz erken diye kalkmadım değil
Uyumak, oturup düşünmekten iyidir
Sana çıkmayan her yol, yine sana birikmemin nedenidir

Örtbas etmekle geçmedi açık yanlarım
Kutla haince zaferlerini
Ve umut hala bu kadar uzakken yazık
Sana yazdığım her akşam aydınlık
Seni yazdığım her sayfa karanlık
Senin sevdiğim her yanın anlamsız artık

Bir şey ki her şey bir şey olabilir bu olasılıkta
O akşamları bu kadar zalim yaptı yokluğunda
Terazilere güvenmedim karşılıklı aşklarda
Hak aramıyorum artık yenilen çocukluğumda

Ufkuma sövdüm biraz
Biraz geçmişin eksikliğine
Her şeyi bir şey yapmaya çalışan şu zavallı aklımla
Tükeniyorum işte biraz yokluğunla
Biraz alınganlığımla
Biraz eski ve eksik çocukluğumla
Biraz edepli yanlarımla
Biraz tütün kokan ağzımla
Birçok savaş ve birçok barışla…

H.Enesrin ONCEL

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Faik Murat Müftüler

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Alaattin Bender - Sergi

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

...Eğer aşık isen gözümün nuru, Sakın mecmuamı yarana verme, Hattım kemdir amma sözüm mücevher, Bir kıymet bilmedik hayvana verme, Vezinden düşürür ebyatlarımı, Okuyup seçemez bu hatlarımı, Atar bir köşeye sanatlarımı, Pahıla hasede şeytana verme, Verirsen verdiğin ehli dil olsun, Tanzim eyledikçe hem bülbül olsun, İlmi tarikatte dili bal olsun, Sözünü bilmedik insana verme... http://www.turkudostlari.net

...Basılı sözlüklerde gerçekleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan çok geniş bir sorgulama yapısı ile özellikle öğrencilerin sık başvuracağı bir bilgi kaynağı olarak internet ortamında ücretsiz olarak hizmete koyduğumuz veri tabanının önemli bir bilgi kaynağı olacağını ümit ediyoruz. Ayrıca bulmaca meraklıları için bir de sürpriz bölüm hazırlandı: son çare olarak deneyebilirsiniz... http://www.turkcesozluk.org Bulmaca meraklıları kısmını tavsiye ediyorum. Biraz kopya işi ama olsun. :)

Oyun meraklıları için çoğunlukla shareware oyunların bulunduğu, ama hepsi de deneme versiyonları mevcut kapsamlı bir arşiv. http://www.gamezhero.com/ İster bilgisayarınıza indirip, ister online olarak oyun oynayabilirsiniz.

...Çok kalorili olmasına rağmen içerdiği Glutathion süper bir hücre koruyucusudur, çünkü en iyi antioksidanttır. Antioksidantlar hücrelerin yaşlanmasını yavaşlatırlar ve kanseri önlerler. Tüm meyveler arasında protein bakımından en zengin olanıdır. Bol miktarda E vitamini de içerir. Bu vitamin kalp ve deriyi koruyarak dolaşımı düzene sokar. Ayrıca potasyum ve B6 vitamini de içerir. Kadınlar açısından çok gereklidir... nedir bu bitki? Merak ediyorsanız http://aceylan.8m.com/Deva_Bitkiler.htm

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


PTBSync v4.6c [600KB] W9x/2k/XP FREE
http://www.netcult.ch/elmue/Update-en.htm
Bilgisayarınızın saatini dünya üzerinde bulunan 65 ayrı zaman sunucusuna göre ayarlayan bir program. Ayrıca içinde bir alarm fonksiyonuda var. Zamanla arası iyi olanlar için.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060210.asp
ISSN: 1303-8923
10 Şubat 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com