|
|
|
13 Şubat 2006 - Fincanın İçindekiler |
- Bir ben, bir kafe, bir otobüs, bir adam, bir sevgili ve her yerde kar var ... Tuğba Çamlıbel
- PENCERE KENARINDA HÜZÜN ... Funda Güven
- Polat'ın sivilceli çocukları ... Vicdan Kayır
- Dikkat Başbakan Konuşuyor ... Cüneyt Göksu
- Neler oluyor acaba? ... Nadya Alpkonlar
- YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ? ... Nurettin Özdemir
- Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler
|
Editör'den : Ekmeğe Yağ Süren Sürene!... |
İyi haftalar,
Din üzerinden nemalananlar göbek atıyorlar şimdilerde. Ellerinde doğal buğdaydan bayatlamaz Trabzon ekmeği dilimleri, sağdan soldan yağ süren sürene. Dangalak Danimarkalı çiziyor, bir diğeri yayınlıyor, göbeği, din istismarcıları atıyor. İran'da kapkara cumhurbaşkanı ağzından köpükler saçıyor, İstanbul'da yüzü kar maskesiyle örtülü ibdaceciler nutuklar atıp halkı kışkırtıyor. Neyseki aklı selim sahibi vatandaşlar tümünü alaşağı ediyor. Dertleri karikatür falan değil. Maksat bitleri kanlansın, hareket olsun. Polisin yakalayıp götürdüğü biri bağırıyor; "İmdattt, müslümanı götürüyorlar." Bunun adı Danimarka tereyağı.
Danıştay bir karar veriyor. Tartışılır, tartışılmaz o ayrı konu. Göbeği kim atıyor? Tayyip Bey ve şürekası. Hep birlikte yağmur duasına çıksalar bu kadar başarılı olamazlar. Göbeğe öyle dalıyorlar ki, ne olduklarını nerede olduklarını bile unutuyorlar. Başbakanı, bakanı çıkıp Danıştay'ı eleştiriyor, kararı komik bulduğunu söylüyor. Uyanın bre uykucular, siz iktidarsınız, göreviniz hukuku yargılamak değil uygulamak. İçlerinde en aklı başında görünen Gül bakan "Oruç tutan memuru da yargılarsak şaşırmayın." diyebiliyor. Kendisi türbanla orucun ne kel alaka olduğunun elbette farkında ama ekmeğine sürülen yağın tadına tam varmak istiyor. Bir yandan seçmenine "İşte bakın yargı size yardımcı olmamı engelliyor." derken, bir taraftan da " Ama görüyorsunuz sizi her platformda savunuyorum." demeye getiriyor. Bu da pastörize tereyağı. Bu kadar yağla bunlar yakında kolestrolden gidecekler haberleri yok.
Tayyip Bey rejim yapıyor. Evet evet. Formunu korumak için ölümüne diyete başlamış. İşkembeden atmıyorum. Var mısınız iddiaya... Bunu kendi kişisel tecrübelerime istinaden söylüyorum. Sıkıysa yalanlasın. Memleket güllük gülistanlık(!?) olduğu için sinirlerini bozacak tek şey yaptığı diyettir. Kendimden biliyorum. Diyete başladığımda yüzüme bir başka güzellik gelir, hafifçe başımı eğerek, mümkünse tepeden bakarak konuşur, elimden geliyorsa karşımdakini bakışlarımla ezerim. Herşeyi yenilip yutulacak lokma olarak gördüğüm için elimde çatal bıçak dolaşırım. "Lan.." "Ananı.." en fazla sarfettiğim kelimelerdir. Bunu terbiyesizlik olarak nitelendirenlere "Artizlik yapma lan..." derim. Görüldüğü üzere kanıtlar sağlam ve yeterli, Tayyip Bey diyet yapıyor. Çiftçi beyin söyleyemediği son cümleyi edip bu konuyu kapatayım çünkü "ulan" diyesim geliyor. "Sayın başbakanım, seçim öncesinde oy uğruna bir ayakkabımızı cilalamadığınız kalmıştı, şimdi artiz olduk öyle mi? Bana söylediklerinizi size aynen iade ediyorum. Sandıkta görüşürüz."
Öyle tatsız tuzsuz şeyler oluyor ki, ister istemez haftaya bu kötü izlenimlerle başlamak zorunda kalıyoruz. Gelin bu sisli puslu havayı dağıtmak için yetmişli yılların başında bir anda ortaya çıkan bir genç adamın en güzel şarkılarından birini dinleyelim, açılalım. İlhan İrem söylüyor, Konuşamıyorum. Hepinize sağlıklı bir hafta diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Mandalina'nın Mandolini : Tuğba Çamlıbel Bir ben, bir kafe, bir otobüs, bir adam, bir sevgili ve her yerde kar var… |
|
"dünya oldu bana dar,
neden yağdın söyle kar?"
Bazen başımı alıp gitmek isterim. Kimse anlam veremez bu hallerime. "Ne oldu ki şimdi, niye gitti ki şimdi, yalnız oturulur mu hiç bi kafede?" gibi salak saçma sorularla beni bunaltırlar. Yaa herkese ayrı ayrı mı hesap vericem bu hayatta demek isterim. Hep bitişik mi yaşayacağız diye sorasım gelir. Ama çoğu zaman olduğu gibi bunu kendime saklayıp en sevimli cici kız halimle bu durumumun nedenlerini sıralamaya çalışırım karşımdakine. Bir arkadaşım bir seferinde bana demişti ki "insanı en çok ne yorar bilir misin, "neden" le başlayan sorular." Cidden öyleymiş ya, başıma gelince anladım.
İşte böyle anlarımdan birindeydim yine. İstiklal'de en sevdiğim kafede cam kenarına oturmuş demleniyorum tabiri caizse. Sağ tarafımda caddenin kalabalığı, sol yanımda masalar, dostlarıyla gelmişler, sevgilileriyle el ele, göz göze oturanlar, kız tavlamak üzere oraya konmuş çapkın yakışıklılar ve tabi kendi halinde benim gibi masum takılanlar. Mis gibi bir müzik kulaklarımda. Avuçlarımın arasında bembeyaz bir fincan içinde filtre kahvem. Kenarında jest olsun diye kondurulmuş minik bir kurabiye. Hep o kurabiyeyi en sona saklarım. Yemeğin en güzel yerini, genellikle etini sona saklayanlar gibi. Şekerli olduğu için kahve keyfim kaçmasın isterim. Acı kahveden sonra ilaç gibi gelir o kurabiye bana.
Neyse o âna dönelim yine. Bir yandan kitabımı okuyorum, arada caddeye göz gezdiriyorum, bazen de cafenin içindekileri gözlemliyorum kendimce. Bu göz atmalardan birinde çapkın yakışıklılardan biri teklifkâr bir biçimde göz kırpıyor bana. Gayet yakışıklı bir çocuk ve ne yazık ki bunun son derece farkında. Genç kızlar bilirler ne çok tembihleniriz buna benzer durumlarla. Tabi bu tembihler ikiye ayrılır.
Kimisi der ki; "aman kızım kısmetin nereden geleceği belli olmaz. Belki bir sokakta karşılar seni, belki oturduğun bir bankta, belki otobüs durağında, kimbilir belki bir cafede, mum dolu, bol klasik müzikli bir masada."
Kimisi de der ki "asla bu tarz yerlerde yapılan tekliflere yüz verme, hırlısı var, hırsızı var, kız kısmını kullanıp kullanıp atanı var. Aman yavrum dikkat edesin."
Ya iyi de sizi ne diye geçiririm içimden yine o anlar. Benim bu dilimle, içimdeki bir türlü aynı şeyi söylemezler. Çok kızarım bu çelişkili halime. Kendimden hiç hazzetmem bu zamanlar. Tabi ki size ne? Ben adamı beğendiysem bir göz de ben kırparım, beğenmediysem karşısına dikilir dayılık yaparım ya da hiç bunlara bile gerek duymam hanım hanımcık önüme döner boş boş kitabıma bakarım. Köy sizinse keyif benim.
Hangisini mi seçiyorum. Delikanlının gereksiz çıkışına için için dalga geçip hanım hanımcık önüme dönüp dolu dolu kitabımı okuyorum. Oysa o kadar emindi ki karşılık alacağından. Bu tiplere haddini bildirdiğim anlarda çok seviyorum kendimi. Bu da işte garip bir ego tatmini. Sonra bu kadar fazla gözlemlememeliyim yalnızken etrafı diyorum kendi kendime. Bir rahat neredeyim diye durum tespiti bile yapamıyoruz ya neyse.
Garson geliyor yanıma. En kibar haliyle "yeniden ister misiniz" diye soruyor fincanı alırken. Saatime bakıyorum. Gece on bir olmuş. Ben kalkacağım, hesap lütfen diyorum. Gülümseyerek uzaklaşıyor garson. Hesabı getiriyor. Biraz fazla buluyorum. Bir fincan filtre kahve yedi ytl olur mu diye söyleniyorum ama yine içimden. Sekiz ytl bırakıyorum para koyulan kitap cinsi şeyin içine. Bir ytl de bahşiş bıraktık oldu mu sana bir fincan filtre kahve sekiz ytl diyorum yine içimden kendime. Beğenmiyorsan gelmeseydin diyor öbür yanım. "Aman tamam be uğraşamam sizinle" deyip kalkıyorum masadan.
Kafeden çıkınca soğuk hava gözlerimi kısmama neden oluyor. Karların üzerinde yürüyorum kaymamaya çalışarak. Eldivenlerim yok yanımda. Elleriniz cebinizde yürümeyin karda diyor haberler. Öbür türlü de ellerim üşüyor napim diyorum kendi kendime. Bugün gerçekten iyi değilim galiba. Çok atıştım içimdekiyle…
Yürüyerek otobüs durağına varıyorum. Şişhane'den geçen bir yeşil otobüse biniyorum. Telefonu kapatmam gerekecek. Boş otobüste ilerleyip en arka koltukta cam kenarına oturuyorum. Cebimden çıkartıp telefonumu kapatıyorum. Otobüsün camlarına kar taneleri akın ediyor ve cama değer değmez yitip gidiyorlar. Birden o kar tanelerine benzetiyorum kendimi. Benim de öfkem böyle değil mi? Cama değene kadar buz gibi, sert. Kısa birkaç dakika sonra da eriyip gitmiş, bana hiç bir şey kalmamış. Ama işte o kısacık ânı yani cama değene kadar olan zamanı tepkisiz geçirdim geçirdim, aksi kötü sonuçlar doğuruyor. Başımı cama yaslıyorum, uyur gibi yapıyorum ama uyumuyorum. Kulağım dışarıda. Zaten üç durak sonra inip tekrar minibüse bineceğim. İşte böyle bizim eve illa ki iki vesaitle gidiliyor. Otobüs hareket ediyor. Gözlerimi açıp dışarıyı seyrediyorum ineceğim durağa yaklaşana kadar. Sonra birinin gür sesini duyup kafamı çeviriyorum otobüsün içine doğru. O da ne. Adamın biri açmış cep telefonunu konuşuyor gayet de yüksek bir sesle. Orta boylarda, sakallı, siyah mont giyinmiş biri. Konuşma aksanından doğu bölgeli olduğu anlaşılıyor. Birden kan beynime sıçrıyor. Ya ben niye kapattım telefonumu, yanımdaki, önümdeki, tüm otobüs niye kapattı. Yasak ama en çok da tehlikeli olduğu için kapattı. Ya bu adam ne yapıyor. Hepimizi tehlikeye atıyor. İçimdeki diyor ki aman bulaşma. Adamın tipine baksana, nezaketten anlamaz bir hali var. Böyleleri kadın bile döver. Ama öbür yanım hiç söz dinler mi kalkıyorum hemen ayağa. Bineceğim durağa da çok yaklaşmışım ve çok sinirliyim. Adamın omzunu iteliyorum bana baksın diye çünkü camdan dışarı bakarak konuşuyor. Bana bakıyor. "Beyefendi bu otobüslerde telefonla konuşmak yasak, bilmiyor musunuz? Buradaki insanları tehlikeye atmaya ne hakkınız var" diyorum. Adam şaşkın bakakalıyor, bir kadından böyle bir çıkış beklemiyor belli ki. Telefondakine "ben seni sonra ararım" deyip telefonu kapatıyor. Sonra bana dönüp boğuk sesle bir şey söylüyor ama duymuyorum. Hep bu duymamam yüzünden zaten geliyor başıma gelen. "Güzellikle söyle kapatalım" diyor sonra. O sırada yanında oturan yakışıklı çocuk "sen hanımla ne biçim konuşuyorsun, özür dile çabuk" diyor. O da "güzellikle söylesin, kapatalım" diyor yakışıklıya dönüp. Yakışıklı da
"Sen güzel mi konuştuğunu sanıyorsun bayana. Otobüsten atarım da ne demek. Hadi dene de bir görelim. Hele elini kaldır o bayana" diyor. Ben bunu duyunca şok oluyorum. Adam bana seni otobüsten atarım demiş meğerse. "Sen kimi otobüsten atıyorsun be" diyorum daha da hiddetli. Tam o sırada ineceğim durağa geliyoruz ve ben iniyorum otobüsten. Yakışıklıysa hala benim için kavga ediyor o adamla. Ay ne hoş diyorum, birden hoşuma gidiyor bu durum. Acaba şu her yerde, her zaman karşıma çıkabilecek kısmet o muydu, yoksa ben bu durakta inmekle onu kayıp mı ettim diye hayıflanıyorum birden.
Sonra çok utanıyorum kendimden. Sevgilin var kızım senin diyorum. Tabi ki işin dalgası başka ama sevgilimden başkasını kısmetim diye düşünmemem gerekiyor. Sevgilimse o olmalı kısmetim gibi bir mantık yürütmem gerekiyor. O yakışıklıya böyle bir anlam yüklediğim yok tabi ki. Şimdi buradan hemen böyle anlamayın. Sadece hiçbir çıkarı olmadan birinin benim için böylesi bir mücadeleye girişmesine mutlu olduğumu fark ediyorum. İçimden bir ses amma büyüttün, çocuk delikanlılık görevini yaptı diyor. Harbi bu sefer katılıyorum o sese. Karda zorlukla minibüs durağına yürümeye başlıyorum, filmlerdeki esas kızlar gibi omuzlarımı silkmeyi de ihmal etmiyorum yürürken. Bir şarkı mırıldanıyorum o ara.
" karda zordur yürümek,
anladım gelmeyecek.."
Sahi ben bugün niye yalnız kalmak istemiştim, şarkıyı söylerken hatırlıyorum. Sevgilim karda gözüme gözükme demişti. Hani bu sanki sivil hayatta karşıma çıkma gibi bir şey. Uzun lafın kısası, biz şimdi iki sevgili kar tatilindeyiz. Okullar açılınca haber edin :-))
Tuğba Çamlıbel tugbacamlibel@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
PENCERE KENARINDA HÜZÜN
"İnsan acılardan geçtikçe büyüyormuş" diye düşünüyordu, pencerenin kenarında dışarıyı seyrederken. Epeyce eskimişti oturduğu koltuk, nereden bakılsa en az 80 yıldır bu evdeydi, babasınındı. Babasından önce de dedesi ikinci el eşyalar satan eski bir dükkandan iyi bir fiyata almıştı. Koyu kahve renginde ahşap bir koltuktu, geniş kollukları vardı, rahattı. Üzerinde anılar saklıyordu. Yıllardır yeri hiç değişmemişti, hep bu pencerenin kenarındaydı, dışarıda tüm ihtişamıyla yükselen, korunmasız ama başı dik ağaçları izleyen yaşlı bir koltuktu...
Mehmet'in babası severdi ağaçları, sırf bu yüzden şehrin göbeğinde oturmak istememiş, yıllar önce, geniş bahçeli, yeşillikler içindeki bu tek katlı müstakil evi almıştı. Tüm mal varlığı bu evdi, bir de gözü gibi baktığı kitapları. Tek maaşla ev geçindirmeye çalışan bir öğretmenin daha fazla bir şeyi de olamazdı zaten. Emekli olduktan sonra daha da keyfini çıkarmaya başlamıştı evinin. Eski bir evdi ama elden geçirilmişti. Zamanının çoğunu arka bahçeye bakan bu küçük odada geçirirdi. Bütün kitapları, yaşamına dair tüm fotogrfalar ve babasından kalan emektar koltuk bu odadaydı. Ne kadar da çok severdi bu koltukta oturup kahvesini yudumlarken kitabını okumayı. Dört mevsim geçerdi hızla, düşlerin içinde. Hayatın en keyifli anlarıydı sanki. Bir de Mehmet'in mezuniyeti tabi, o da başka bir keyifti, ne kadar sevinmişti oğlunun mezuniyetini gördüğü için.
Çok sevdiği eşini yıllar önce kaybettiğinde kendisine kalan biricik oğlu Mehmet olmuştu. Çok şükür okutmuş, eğitmişti oğlunu. En büyük hazinesiydi.
Bu evde yıllarca baba oğul yalnız yaşamışlardı. Bir baba oğulun neler yaşaması gerekiyorsa yaşamışlardı. Sinemaya gitmişler, balık tutmaya gitmişler, kavga etmişler... Her ne yaşanacaksa hepsini yaşamışlardı. Ta ki Mehmet evlenip o evden gidene kadar. Hatta şehirden gidene kadar... Karısı, işi nedeniyle bulunduğu şehirden ayrılamayınca Mehmet tayinini aldırmış ve yeni bir şehirde karısıyla yeni bir hayata başlamıştı. Babasıyla sık sık telefonda konuşmuş, elinden geldiğince ziyaret etmeye çalışmıştı. Ama elbette hiç birşey eskisi gibi değildi.
Mehmet, babasının neden o evden ayrılmak istemediğini çok iyi anlıyordu. Birkaç yıl önce yaptıkları bir sohbette babası şöyle demişti : "Sanırım maceracı bir ruha hiç sahip olamadım. Hayattan korktuğumdan değil ama hep bir yere bağlanmayı, anılarımı aynı yerde büyütmeyi istedim. Sen ilk adımlarını bu evde attın, en güzel ve en acı günlerimi bu evde yaşadım. Şimdi bir gün buradan ayrılmam gerekirse anı olarak içimde sadece bu ev ve burada yaşadıklarımız olacak, kapalı bir kutu gibi..."
Belkide artık bu evden ayrılacak gücü bulamıyordu kendinde kim bilir ? Yaşlanmıştı, iki kere kalp krizi geçirmiş biri olarak tek başına bir macera yaşamaktan korkuyordu belki de. Ama Mehmet hep, onun bu evi sevdiğini ve anılarını hep sıcak tutmak için bu evden ayrılmak istemediğini düşünmeyi tercih ediyordu.
Kapı aralığından babasının ev işlerine yardım etmek için sık sık bu eve girip çıkan Aynur Hanım'ı gördü, bir sandalyede oturmuş ağlamaktan şişmiş gözlerini ovuşturuyordu.
Tekrar pencereye döndü Mehmet, babasıyla bu yağmurlu günde karşılıklı oturup çay içiyor, sohbet ediyor olmayı diledi. İçindeki acı yerini bulamamış gibi bütün organlarını dolaşıyordu sanki, tüm vücudunun sızldığını hissetti. Bugün babasını toğrağa vermişiti...
Babasının yalnz yaşamasından duyduğu hüzünden farklıydı bu acı. Bu kalp ağrısı gibiydi, bu tarif edilemezdi, bu çaresizlikti. Tıpkı annesinin ölümünde hissettiği acı gibiydi. Güzel annesi, zarif annesi… Ne kadar da erken veda etmişti. Ne buruk bir sonbahardı o! Ve şimdi de canından çok sevdiği babasının vedasını izliyordu. Garip bir yalnızlık doldu içine, hem tanıdık hem bambaşka bir hüzün.
İsyan edecek birşey yoktu, babasının dediği gibi "herkes yerinde, herşey zamanında güzeldir" Mutlaka herşeyin bir zamanı vardı. Olması gerektiği gibi işliyordu düzen. Mehmet acısını hafifletmek için kaderci bir ruha bürünmüştü sanki. Çaresizlikti belki de bunu yaptıran.
Bahçedeki ağaçlar rüzgara karşı koymak için direniyordu. Mehmet gözlerini bu savaşa dikmiş, düşüncelere dalmıştı. Omzunda hissettiği elle irkildi. Karısı içeride başsağlığı için bekleyenler olduğunu söylemeye gelmişti. Mehmet hemen geleceğini söyledi ve karısının odadan çıkışını izledi. Bir iki dakika sonra yerinden kalkıp yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi. Arkasını dönüp bir kez daha koltuğa bakarak babasını orada otururken hayal etmeye çalıştığı sırada koltuğun kenarına düşmüş bir kitap gördü, yaklaşıp eğildi ve kitabı aldı. Yıpranmış, sayfaları sararmış kitabın 73. sayfasında ayraç duruyordu. Altı çizilmiş satırı görünce şaşırdı, babası kitapları asla çizmezdi. Kitabın ilk sayfasına baktığında, başka birinin ismini ve çok eski bir tarih görünce ikinci el bir kitap olduğunu anladı. "Yine o dükkan" diye düşünürken gülümsedi Mehmet. Dedesinin bu koltuğu satın aldığı dükkanda geçmişe ait pek çok şey vardı; kartpostallar, eski kolonya şişeleri ve okunmuş kitaplar. Babası severdi ikinci el kitaplar almayı, "içinde bir yaşanmışlık vardır" derdi, "güzel bir paylaşım" derdi. Kim bilir kaç kişi okumuştu babasından önce bu kitabı, kim bilir hangi duygularla…
Tekrar ayracın olduğu sayfaya dönüp altı çizili satırı okudu:
" Yeni bir hayatın elinden tuttuğunda, tebessümle hatırlanan anılar bıraktıysan ardında, yüreklerde adı kalan, sonsuz bir huzur olacaktır."
Mutluluklar gibi acılar da yaşamışlardı bu evde. Yaşadıkları her günün ne kadar kıymetli olduğunu düşündü Mehmet. Kitabı açık bir şekilde koltuğun üzerine bıraktı, abajuru yakıp tavandaki lambayı kapattı. Rüzgarın odaya girmeye çalışan sesiyle, koltuğunda oturmuş loş ışığının altında kitabını okuyan yaşlı adama son kez baktı...
Funda Güven www.fundamavis.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Vicdan Kayır Polat'ın sivilceli çocukları… |
|
Ne oldu o ülkücü gençlere…
Bir dönem komünist avına çıkan gençler…
Niceleri kullanıldı…
Ve de bir zamanın hızlı solcuları ceketlerini ters yüz etti…
Hani o kızdığımız basın var ya, onların başındakilerin çoğu eski solculardır…
Ceketlerini ters yüz eden şimdinin kapitalistleri…
İZM'ler bitince, bu kez boşluğu dolduracak alanlar aramaya başladı,
gençlik…
Kominizim tehlikesi gidince, ellerinde ne kaldı?
Hiç …
Mafya-senet işlerinde görülmeye başladı, ülkücüler….
Polat'ın sivilceli çocukları…
Mafyanın hızla adam kaybetmesi, Çakıcı'nın ölmesi;
Ağca'nın yakalanması, Sedat Şahin ve adamlarına karşı gösteriler…
Derken…
Beyaz camdan fırladı, POLAT…
Yakışıklı…
Polat gibi ideal bir tip yaratılıyor…
Gençlik de etkileniyor.. Dik duruşu, kötülerle savaşan insan imgesi…
Amerika da iyi gösterilen Süperman gibi…
Oysa ölüm, işkence… silahlar vardı...
Faşist Hitler'in 'Kavgam" kitabı gişe rekorları kırar …
Niye şaşırılıyor ki!...
Yahudileri çoluk çocuk fırında yakan…İçlerinde Türklerinde olduğu soykırım anlatılmadı, çocuklara…Anlatamadık!!!
Genç, diyesi gelmiyor insanın ergenlik döneminin deli-kanlıların ellerinde Kavgam …
Yahudi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Çingene..
Kafatasçılık hortluyor…
Aktüel Dergisi'nin 'Liseli Naziler' başlıkla haberi çok ilginç…
"Faşistlik iyi bir şeydir!" diyen 15 yaşındaki bıyıkları bile bitmemiş, sivilceli deli-kanlılar yaşar yanı başımızda…
Belki haberiniz yok, bir tanesi sizin oğlunuzdur…
Okul kitaplarıyla, okula yolladığınız oğlunuz 'faşistliğin marifetlerini' anlatıyor!
İlginç olan bu çocukların çoğunun babası eski solcu… Ceketi ters yüz edenler...
SİZ, kitaplığınızdaki sol kitaplarınızı koleksiyon yaptınız…
Canınız büyüyor, başka dünyalarda!...
Hitler'in Kavgam kitabını başucu kitabı yapmışlar…
Heil Hitler! diyorlar..
Irkçı …Örgütlerinin amblemi şimşek şeklindeki iki S ..
Sembolik olarak Yahudi'lere düşman olsalar da, Kürtlere, Çingenelere düşmanlar…
Bir de Fetullah Gülen cemaatine …
Onlar Çocuklar!!!
Binlerce üyeye ulaşmışlar… Büyüyorlar 'faşistlik iyi bir şeydir! "diyerek…
Okullarda çeteler kuruluyor…
Bıçaklar… Silahlar…
Katil oluyor çocuklar…
Geçen gün Bursa'da 15 yaş grubunda üç çocuğun faşist kavgası, kanla bitti…
Bir çocuk daha öldü!...
İLK AŞAMADA İstanbul, Ankara, Bursa, Malatya'da örgütlenen ama tüm lise ve orta okula yayılmak isteyen grubun üyeleri binleri bulmuş durumda… Daha bıyıkları bile terlememiş… İçlerinde sekizinci sınıfta okuyan çocuk, okul arkadaşlarını faşist olması için örgütlüyor…
Faşist düşünce, tehlikeli bir oyuncak olmuş çocukların elinde, beyninde!
Askeri darbeden yanalar …
Türkische Jugend adını almış kurucusu T…
Onlar Polat'ın çocukları…
Faşistlik iyi bir şeydir!...DİYORLAR !
Satış rekoru kıran 'Şu Çılgın Türkler'in yazarı bangır bangır bağırıyor;
Çocuklara 'Emperyalizmi, Faşizmi' iyi anlatın, diye…
Şu Çılgın Türkler'i okuyan babalar, anneler…
Aman dikkat edin…
Hepimizin çocuğu tehlikede…
Vicdan Kayır
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Dikkat Başbakan Konuşuyor... |
|
Seçtiğimiz ülke yöneticilerinden ne bekleriz?
Davranışlarıyla, söylemleriyle, kültürüyle, ürettiği politikalarla, okuduğu kitaplarla, gittiği filmlerle ve sergilerle, hobileriyle, giyimi kuşamıyla hepimize örnek olması gereken, ulusal ve uluslararası sorunlarda üretebildiği zeki çözümlerle övünebileceğimiz, göğsümüzü kabartan biri olmasını bekleriz öyle değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkenin insanını, gerektiğinde dinlemesi ve dinlediklerinden sonra yaptığı değerlendirme ve özeleştiriler sonucunda da hizmet üretmesi için seçildi.
Mersin'de bir "Çılgın Türk", "Milletin Efendisi" olan çiftçi bir vatandaş çıktı ve Başbakan'ın koruma duvarını aşarak derdini anlatmaya çalıştı, fikrini söyledi.
Ne oldu?
Aldığı cevap, "Lan..." ile başladı, "Ananı al git" ile sonlandı. (Özür dilerim!)
Sayın Başbakan'ın konuşmaları "Kırmızı Nokta"lı olarak, gece yarısından sonra yayınlansa ve mümkünse çocuklara izlettirilmese herhalde daha iyi olacak.
Bu ülke örnek alınacak çok insan yetiştirdi ve daha da yetiştirecektir
Acaba aşağıdaki fotoğrafların hangisinde anlatanın anlattıkları can kulağıyla dinleniyor?
Hangi fotoğraftakinin örnek alınması gerekir?
Nasıl temsil edilmek, dinlenmek istiyoruz?
Cevapları zor olmasa gerek!
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar Neler oluyor acaba? |
|
Hülya, yol boyunca Canan'ın telefondaki ağlamaklı sesinin nedenini merak etti durdu.
Onun için de Canan ona kapıyı açar açmaz, bir merhaba bile demeden, merakını gizleyemeden, yarı sitemk?r bir eda ile konuşmaya başladı.
- Eeeee, anlat bakalım beni Avrupa yakasından kaldırıp,
bu kış soğuğunda Asya yakasına kadar getirten acil durumun
ne olduğunu.
- Hülya'cığım, sen hele bir içeri gir, kapının eşiğinde mi
durup konuşacağız?
Canan arkadaşını içeri alırken gözyaşlarına ve sinirlerine
hakim olmakta zorluk çekiyordu.
Ama yine de, daha çok ağlamaklı bir ifadeye benzeyen bir
gülümseme ile Hülya'yı salona buyur etti.
Sonra titrek bir sesle anlatmaya başladı.
- Seni bu havada buralara kadar yorduğum için çok üzgünüm.
Önemli olmasa seni çağırmazdım.
Sen benim en iyi ve tek güvendiğim arkadaşımsın.
Senin beni anla...
- Canan, lafı uzatmadan seni üzen şu konuya geçsen nasıl olur
acaba? Meraktan çatlatırsın sen insanı.
- Dur, sana bir kahve pişireyim, sonra...
- Ben kahve falan istemiyorum.
- O zaman bir çay demleyeyim.
- Evet, bir de karşı komşunu çağar...
- Neden?
- Neden olacak, çünkü ben giderim, sen de komşunla
beş çayı sohbetine dalarsın.
- İlahi Hülya, hiç güleceğim yokken güldürdün beni.
Tamam, tamam, anlatıyorum.
Benim Murat var ya...
- Eee, ne olmuş sevgili kocana?
- Son zamanlarda beni ihmal ediyor.
- Bu 'ihmal etme' durumu nasıl belli ediyor kendisini?
- Bir kere 2-3 haftadır cumartesi günleri işim var
diyerekten dışarı çıkıyor.
- Ne olmuş yani, adamın işi olamaz mı?
Onun avukat olduğunu unutuyorsun galiba.
Belki hazırlaması gereken bir savunması vardır.
Belki de bir müvekkili ile buluşacaktır.
- Evet ama, bürosuna telefon ettiğim zaman kimse
cevap vermiyor. Cep telefonu da kapalı oluyor.
- Peki bunu kendisine sordun mu?
- Hayır, sormadım, beni mi kontrol ediyorsun, der,
bana kızar sonra.
- O zaman belki bir iş görüşmesi için dışarıda buluşuyordur
biriyle.
- Beş yıldır evliyiz, şimdiye kadar hiç yapmamıştı böyle bir şey.
- Ne yani, bu iş görüşmelerinin bilmediğim yeni
kuralları da mı çıkmış.
- Yahu Hülya, bırak gırgırı şimdi, görmüyor musun, durum vahim.
Bu son cümlesinden sonra Canan, dakikalardır biriktirdiği gözyaşlarının vanasını açtı.
Hem ağlıyor, hem de Hülya'nın anlamakta güçlük çektiği bir şeyler geveliyordu.
- Canan'cığım, al şu mendili, gözlerini, burnunu sil ve teker teker anlat şüphelerinin kaynağını.
- Hülya, kocam beni aldatıyor!
- Hoppala, bunu da nereden çıkardın?
- İnsanın bir iş görüşmesinden sonra gömleği terden
sırılsıklam olur mu?
- Bu yaptığı işe bağlı...
- ...
- Pardon, pardon, kusura bakma, biraz havayı yumuşatmak için densizlik ettim.
Tabii bu biraz ilginç bir durum.
Peki gömleğinde hiç ruj lekesine benzer lekeler gördün
mü?
- Hayır. Ama bu da bir şey ispat etmez ki.
Belki kız ruj kullanmıyordur.
İşin içine 'kız' faktörü de girince, Canan'ın gözyaşları boncuk boncuk akmaya başladı yine.
- Dur biraz, kes şu ağlamayı da bir düşünelim dinç kafa.
Belki durumu aydınlığa çıkaracak bir çözüm yolu bulabiliriz.
- Ben de seni bunun için çağırdım zaten.
Bu konuda bana yardım etmeni istiyorum.
- Ben ne yapabilirim ki?
- Onu takip etmeni rica ediyorum.
Biraz kılık kıyafet değiştirirsen tanıyamaz seni.
Hülya bu fikri hiç beğenmedi. Böyle bir şeyi asla beceremezdi.
- Bunu aklından bile geçirme, diye bağırdı birden.
Ben detektif falan değilim. Yüzüme gözüme
bulaştırırım, ikimiz de rezil oluruz sonra.
- Öyle deme be Hülya, sen her zaman istemez miydin artist olmak. İşte sana bir fırsat. Şimdi göster yeteneğini. Say ki bir filmde rol almışsın, birini çaktırmadan takip edeceksin.
- O kadar kolaysa sen yap, ben yokum bu işte.
Bu sefer hıçkırıklarının dozunu arttıran Canan koşarak banyoya gitti.
Birkaç dakika bekleyen Hülya nihayet dayanamayıp banyonun kapısından arkadaşına seslendi.
- Tamam Canan, çık dışarı artık. Hatırın için istediğini yapacağım. Seni böyle üzgün görmektense
rezil olmaya razıyım.
Bunu duyan Canan banyodan fırlayıp Hülya'nın boynuna sarıldı.
- Teşekkür ederim canım, beni kırmayacağını biliyordum.
Yarın Cumartesi, Murat bu sabah bana söyledi yarın da işi olduğunu. Saat 14.00de randevusu varmış, 13.30da çıkar evden. Sen karşıdaki pastanede oturup onun çıkışını beklersin, sonra da arabasını takip edersin.
- Allah sonumuzu hayır etsin Canan, başka da bir şey demiyorum.
Sen şükret ki ben evli değilim. Yoksa kocam böyle bir şey yapmama asla izin vermezdi.
Ben şimdi gidiyorum. Sen de kendine çeki düzen ver. Henüz emin olmadığın bir şey için de gözyaşlarını heba etme lütfen.
Hülya'nın bütün gece heyecandan uykuları kaçtı.
Yakayı ele vermemek için kafasında senaryolar hazırlamaktan büsbütün yorgun düştü.
Ertesi sabah ilk iş olarak, Murat'ın kendi arabasını tanıyacağını akıl edip, başka bir arkadaşının arabasını ödünç aldı.
Sonra da aynanın karşısına geçip kendisine uygun bir kıyafet bulmaya çalıştı.
Defalarca kılık değiştirdikten sonra, nihayet bir siyah manto, siyah bir bere ve siyah gözlükte karar kıldı.
Detektif dediğin de ancak böyle giyinir diye aklından geçirdi.
Bu iş onu gitgide sarmaya başladı.
Saat 13.00de pastanenin kuytu bir köşesinde yerini almıştı bile.
Böylece heyecanlı dakikalar başladı...
Devamı yarın...
Nadya Alpkonlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Yeni haftanızın sizlere getirmekte olduğu çok önemli bir mesajı var koçlar.. Vakit kaybetmeden hayli zamandır denemeye can attığınız fakat bir türlü başlamadığınız projelerinize yoğunlaşmalısınız. Yepyeni tecrübelerin sizlere neler kazandıracaklarını sezinliyorsunuz da zaten.. Kısıtlamalarla yaşamaktansa elinizdeki tüm kartları mutlaka oynamalısınız. Arkası gelecek değişimlere açılın ve yaşamlarınıza renkler katarak ilerlemenize engel duvarlarınızı bu hafta yıkın koçlar..
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Ertelenen randevuların nihayet vuku bulacakları günlere girmektesiniz boğalar. Ama şunu unutmayın gizli saklı kalmış bazı şeylerin açığa çıkacakları bu buluşmaları en iyi şekilde değerlendirmelisiniz.. Geçmişlerden kalma takıntıların artık son bulmalarının gerekliliğini en iyi siz bilmektesiniz.. El sıkışarak bazı angajmanlara evet denilecek. Tereddütlerden kesinlikle vazgeçmelisiniz.. Ördüğünüz duvarları yıkmanız için altından fırsatların haftasındasınız.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Bu hafta inanılmaz yükselen enerjilerinize sahip çıkmalısınız ikizler.. Onları kanalize etmeli ve yakın çevrelerinize güçlü ikizler olarak yardımlarınızı, manevi desteklerinizi vermelisiniz. Bahis konusu enerjileriniz içinizde kalmaktan çıkıp dışınıza vursunlar, neşeli hallerinizle, olumlu düşünceleriniz ve dinamikliğinizle sevdikleriniz ışınlansınlar.. Paylaşımın ne demek olduğunu gelecek günlerde en güzel şekilde bizzat yaşayacaksınız. Siz de aynı zenginlikleri cömertçe diğerlerine yaşatın..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Artık sembolik izolasyonlardan, kendi kendinizi hapsettiğiniz dört duvarlardan bedenlerinizi ve ruhlarınızı çekip kurtarmanın zamanı geldi yengeçler.. Ama buna rağmen sanki demir parmaklıklara takılıp kalmış gibi bir haliniz var.. Zaten kapılar asla kilitli kalmadılar ki... Onları farkında olmadan siz sıkı sıkıya kapalı tuttunuz. Harekete geçin, silkelenin yengeçler.. Duygularınıza teslim olmadan ve onların manipülasyonlarında kaybolmadan haftanızın şanslarını akıllıca kullanmalısınız.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Önemli kararların alınacağı gelecek günlerde ister istemez kendinizi mecazi anlamda yamaçlardan aşağılara doğru bırakmanız gerekecek. Bir iki detayı daha halledeyim, kararlara sonra geçerim gibilerden oyalanmalara sakın kalkışmayın aslanlar.. Olayların gidişatlarına dair papatya fallarına ise hiç ihtiyacınız yok. Kaybedilmesi muhtemel bağımlılıklarınızı bu haftadan başlayarak geçmişte bırakmalısınız. Manevi hazinelerinize ve hayata inançla bağlanın bu yeterli olacak aslanlar..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Yabancısı olduğumuz bir yöre veya ülkeye ilk gidişimizde yaşamları algılamakta ki beyinsel fonksiyonlarımız, bedensel davranışlarımız kesinlikle alışılmışın dışındadır. İnsanları ve yaşam tarzlarını oldukları gibi kabul ederiz.. Bir çocuğun masumiyetine eş değerde olan bu anları yaşarken tüm kanallarımız açıktır. İşte başaklar sizlerde bu hafta böylesine heyecanla dolu güzelim halet-i ruhiyelerden geçeceksiniz. Yeniliklere hazırsınız değilmi başaklar...
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Yeni haftanız sizlere ve özellikle kreatif terazilere yeniliklerle dolu dolu gelmekte.. Yaptığınız el sanatları olsun, gelecek günlerde mesleklerinizle ilgili başlatacağınız girişimler olsun, tüm atılım ve uğraşlarınıza mutlaka heyecanla yaklaşın. İşlerinizin yalnızca maddi getirilerine odaklanmayın. Onları severek ve içlerinizden kalıcı şeyler katarak yapın. Düşlediğiniz yeni hobilere bu hafta yönelirken söz konusu ince noktaları es geçmeyin teraziler.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Sevgili akrepler hayli zamandır açıklamak istediğiniz bazı şeyleri artık ortaya dökmelisiniz. Dikkat etmeniz gereken tek şey ise muhataplarınıza konuşma yani reaksiyon payı bırakmanız. Bırakın biraz da onlar tamamlasın sözlerinizi.. Ancak bu şekilde sizlerle aynı fikirde olup olmadıklarını ve motivasyonlarının sağlamlıklarını ölçebileceksiniz. Verilmesi muhtemel cevaplardan daha çok olaylara bakışların önem kazanacakları gelecek günlere hazırlıklı olun.
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Eğer geçmiş zamanlarda politik davranışlar içerisinde bulunarak kendinizi yanlış tanıtmışsanız artık bu tür maskelerden arınmanız için sizlere yeni bir şans sunulmakta.. Kendinizle ilgili çok şeyler öğrendiğiniz bir gerçek. Bu hafta sonuna doğru bilhassa karşınızdakilere son derece toleranslı olmalısınız.. Kendinizi diğerlerinden üstün görme yanlışlıklarından ise mutlaka kaçının yaylar. İçiniz kıpır kıpır etmekte çünkü haftanızın getirdiği yepyeni heveslerin etkisindesiniz.
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Bugün alınması gereken kararları yarınlara bırakmanın basitliklerinde kaybolmayın sevgili oğlaklar.. Er veya geç aynı mecburiyetlerin önlerinize yeniden geleceklerini bildiğiniz halde... Yarın veya öbürsü gün düşüncelerinizin yoğun sislerinde bir defa daha yolları şaşırmayacağınız ne malum değilmi.. Bugünün yarın olabileceğini de kim garanti edebilir ki üstelik... Derin nefes çekin ve son kararları alın oğlaklar.. Şimdi ve bulunduğunuz ortamlara rağmen...
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Bu hafta içinde beyinlerinizin içeriğini şöyle özetleyebiliriz sevgili kovalar.. Sağdan soldan toplanılmış ve işitilmiş söylentilerin biriktirildikleri bir kilerci dükkanı misali karmakarışık yoğunluklar ve sizler... Yıldırım hızı ile çatışan düşünceler ve getirdikleri zihinsel yorgunluklar.. Yarım saat oturun ve aklınızdan tüm geçenleri istisnasız kağıda dökün. Çok şaşıracaksınız kovalar.. Yapmanız gerekeni biliyorsunuz o halde ivedelikle harekete geçmelisiniz..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Günlük uğraşlarınızın dışında sizleri hayli düşündüren bir takım kanayan yaralarınızı kendinize rağmen debreştirmekten kurtulmak istiyorsanız onları su yüzüne çıkarmalısınız.. Bir kolye misali diziverin sıraya, menfi duygulardan mümkün oldukça uzak durarak onları tanımlayın ve herbirine bir ad verin.. Bırakın kendiliklerinden zamanla kapansınlar.. Mantıklı davranmaya ise yeltenmeyin aksine yaralarınızı deşmekten başka hiçbirşeye yaramayacaktır bu.. Sevgi ve şefkat dolu olun, anı yaşayın yeter balıklar..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.163 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Ağlamak....
Ağlamak acizlik değildir.
Yürekdeki acının,kırılan kalbin çatlağından sızan suallerdir, sorgulardır..
Hakedilmemişliklerin hakkına öfkedir kimi zaman.
Duyguların yoktur cinsiyeti
Hele sevgi dolu ise o yürek
Bilmez,tanımaz kadını erkeği...
Özlem Gökdem
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Sizin bir hamster'ınız varsa onun için web sayfası yaparmısınız? Hadi canım demeyin. Tabi ki olur yaparım diyenleriniz de vardır biliyorum. Cevabınız ne olursa olsun http://vivi.exworks.jp/soffy.html kısa yolundaki web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
illusion yada bizdeki okunuşuyla ilüzyon severmisiniz? Ben bayılırım. Bu teknik sayesinde cisimler ya da olaylar olduğundan farklı bir bakış açısıyla size sunularak görüntüyü farklı algılamanız sağlanır. Bazıları buna sihirbazlık bile diyebiliyor! http://www.grand-illusions.com/ kısa yolunda çok hoş örnekler bulacaksınız.
Birbirinden muhteşem resimlerin bulunduğu harika bir web sayfası. Hatta aslında bir fotoğrafçını seyahat günlüğü de diyebilirsiniz. http://www.drewnoakes.com/gallery/index.jsp Aslında bu web sayfasına girdiğimde ilk olarak sağ üst taraftaki leke ilgimi çekmişti. Sanki az önce kahvesini bitirmiş ve ardında bıraktığı lekeye aldırmadan işine devam eden, işkolik bir adamın çalışma masası gibi göründü gözüme. Hele bir de işin içinde kahve de varsa...
Gözünü bilgisayarından ayıramayanlara özel, günlük gazetelere ulaşabileceğiniz bir web sayfası http://www.gazeteler.com/ Açık söylemek gerekirse biraz abartıp ulusal, yerel, konulu demeden tüm gazeteleri listelerine dahil etmişler. Editörü tebrik ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
PTBSync v4.6c [600KB] W9x/2k/XP FREE
http://www.netcult.ch/elmue/Update-en.htm
Bilgisayarınızın saatini dünya üzerinde bulunan 65 ayrı zaman sunucusuna göre ayarlayan bir program. Ayrıca içinde bir alarm fonksiyonuda var. Zamanla arası iyi olanlar için.
Yukarı
|
|
|
|
|
|