|
|
|
29 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Laf ola beri gele!.. |
Merhabalar,
Benim Dual pikap su koyverdi. İğnesi kırılmış, bütün gün onu aradım sonunda da buldum. Şimdi siz bir yandan yeni iğneli pikapta Black'ten Wonderful Life'ı dinlerken bir yandan da aşağıdaki yazıları okuyun. Ben kısmetse yarın gene buradayım. Hepinize güzel güneş tutulmaları dilerim. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
SOBABAŞI SÖYLEŞİLERİ VE SANAT PENCERESİNE BİR BAKIŞ
Lise sonda mı idim, yoksa Üniversite hayatımın başında mı, pek kestiremiyorum. 1980 öncesi veya 1980'li yılların başı idi. Kızılay'dan Tuna sokağa girişte solda, İş Bankası Şubesi'nin karşısında o zamanlar adını pek kestiremediğim, ama sanatseverlerin toplandığı bir adresi keşfetmiştim; çekinerek de olsa birkaç kez içerinin havasını soluduğumu hatırlıyorum. Can Dündar'ın "1979 Ajandası"na tarihleriyle kaydettiği:
"16 Ocak - Sanatsevenler Derneği'nde Uğur Mumcu söyleşisi,
18 Ocak - Sanatsevenler'de Müjdat Gezen söyleşisi,
22 Ocak - Sanatsevenler'de Attila İlhan söyleşisi,
23 Ocak - Sanatsevenler'de Aziz Nesin söyleşisi
gibi bir neslin, bir ülkenin, bir şehrin, bir kültürel iklimin bilançosunu" gözler önüne serdiği ve "… Dilerim Başkent yeniden kültürle, sanatla buluşur. ... Ve sahip çıkarlar şairlerine, yazarlarına, aydınlarına…" sözleriyle temennide bulunduğunu sanırım birileri duymuş, okumuş olacak ki kapanan "Sanatsevenler Derneği"nin yerine kurulan, şimdilerde Gençlik Parkı'ndaki Evlendirme Binası'nda hizmet veren "Sanat Kurumu"nun bir süredir Cumhuriyet Gazetesi'nin kültür-sanat sayfasındaki ilanlarında duyurulan "Sobabaşı Söyleşileri"nden bahsediliyordu. Sanat Kurumu'nun pazartesi günleri düzenlediği bu söyleşilere katılmak için adeta fırsat kolluyordum.
Bülten yazımı ertelemek pahasına 27 Şubat pazartesi akşamı "Sobabaşı Söyleşileri"nde sanatçı İsmail Gümüş'ün "Gümüş'çe Söyleşiler"ini dinlemek, o atmosferi solumak için Gençlik Parkı'nın yolunu tuttum. Gençlik Parkı'nın ışıkları sönmüş, neredeyse karanlığa terkedilmişti. Evlendirme Binası'nın üst katındaki odaya girdiğimde sanatseverler "Sobabaşı"nda kümelenmiştiler. İsmail Gümüş, yetişmesinde büyük katkısı olduğunu vurguladığı Köy Enstitüleri'nden bahsederek konuya giriş yaptı. Önce şiirlerinden örnekler okudu. "İncesu Deresi", "Cebeci Köprüsü". Şiirleri öykü tadında idi. Bundan dolayı olacak öykü de yazmaya başlamıştı. 1994 tarihinde yayınlanan "Deli Balkan Yeli" öykü kitabından "Kaktüsler Susuz da Büyür" öyküsünü nefeslerimizi tutarak dinledik. İstanbul'da varlık savaşı veren, kendisini İtalyan ressam "Modigliani" ile özdeşleştiren, Fransa'nın onu horlamasını, genç yaşta hayata veda edişine kadar değerini bilmeyişini eleştirirken, kendisini dışlayan İstanbul'a sitemini, oradan trenle Kars'ın Susuz ilçesine gidişini, sonrasında tekrar İstanbul'a dönüşünü ve özlemlerini anlattığı şiir gibi bu öykü herkesi alıp bir yerlere götürmüştü. Sanatçıya bu kitabı nasıl temin edebiliriz diye sorduğumda "şimdilerde edemezsiniz, ancak İş Bankası'nın yeniden basma ihtimali var" yanıtını aldım. Şairliğinin ve yazarlığının yanısıra gerçekte İsmail Gümüş Gazi Eğitim Enstitüsü resim bölümünden mezun bir ressamdı. Ancak, resimden bahsetmeye zaman yetmedi.
Ayrılırken Sanat Kurumu'nun yeni dönem başkanı İlker Çetin ile ayaküstü sohbet ettik. "Sobabaşı Söyleşileri"nin Kasım ayından bu yana devam ettiğini öğrendim. Projeleri ve çabaları konusunda bilgi aldım. Kışın aşağıdaki büyük salonu ısıtamadıklarından Sobabaşı'na kümelendiklerini, binanın eksikleri olduğunu ve sorunların çözümü için desteğe ihtiyaç duyduklarını belirtti. Bu konuda tüm sanat dostlarının, iş adamlarının gerekli ilgi ve katkıyı göstermesi ve medyanın da buna destek olması gerekir ki bu ateş körüklensin ve toplumumuzun kültürel ve sanatsal belleği yükselsin. Bu sayede dilerim "…Böyle bir ajandadan çıkıp geldik biz..." diyen Can Dündar'lar gibi daha niceleri yetişir.
Yine geçmişe döneceğim, sanırım 1995 yılıydı. Meşrutiyet caddesinde, şimdilerde yerinde yeller esen İş Bankası Sanat Galerisi'nde tuval çevresinin pencere resimleriyle kuşatıldığı, en çok da renk renk mavi pencerelerin yer yer tüllerle kapatıldığı, kimi zaman ahşap pencere kayıtlarının tuvallere kol kanat gerdiği resimler belleğimde yer etmişti. Aradan 11 yıl geçmişti ki, Banka Kolleksiyonu'ndan seçilen Boğaziçi resimlerini izlediğim Merkez Bankası Sanat Galerisi'ndeki açılış günü akşamı bir tesadüf sonucu, Dışişleri Bakanlığı Sanat Galerisi'nde yine "pencere" temalı resimlerini sergileyen Neveser Aksoy ile tanıştım. Sanatçı, sahip olduğu dört kıtadan "Camaltı Resimleri Kolleksiyonu"nu da kendi resimlerinin yanısıra sergiliyordu. Bu kapsamlı bir camaltı kolleksiyonu olup Pera Müzesi'nde de sergilenmişti. Hani hatırlar mısınız, eskiden Anadolu'da çok yaygın olan hemen her eve ya da köye girmiş, kuyruğu yılan formundaki cam üzerine resimlenmiş kadın figürü "Şahmaran"ı. Camaltı resim camın arka yüzeyine çeşitli boyalarla çalışılan bir tür soğuk resim tekniğidir. Zaman zaman pencere resimlerinde Sanatçı cam altı resim tekniğini de kullanmıştır.
Paris Sorbonne Üniversitesi'nde, 1990 yılında "pencere" teması üzerinde plastik sanatlar doktora tezini gerçekleştiren Neveser Aksoy adeta pencerelerle kendini özdeşleştirmiş; Bodrum, İstanbul ve Anadolu'da izlediği pencereleri yorumlamaktan hiç vazgeçmemiştir. Hayatın dışından pencerelerin-hayatın içine sızmış, iç dünyasını simgesel bir biçimde izleyici ile paylaşmıştır. "Üstün Yetenekli Çocuklar" bursundan yararlanarak resim eğitimini Paris'te tamamlayan sanatçı halihazırda yaşamını Paris'te sürdürmektedir.
Bilindiği üzere Avni Arbaş'ın atları "epik", Orhan Peker'in atları ise "lirik" idi. Hüseyin Şahbudak'ın at resimlerini ise "ritmik" diye nitelemek yanlış olmaz sanırım. Aritmetik diziler gibi yan yana sıralanmıştır at figürleri. Öyle ki, aralarında bazıları başlarını çevirerek, bazıları da ayaklarını kaldırarak "sıra"nın yarattığı monoton etkiyi "sıradışı" etkiye dönüştürür. Özellikle de bir düzine atbaşının iki sıra halinde yan yana sıralandığı at portreleri sanki insanların vesikalık portreleriyle örtüşür gibidir.
Saçlarındaki kaküller kimi zaman bir yana, kimi zaman da ortadan iki yana taranmış, bazen kaküller gözlerini kapatmış; alın ve burunlarındaki beyaz "nişan" çizgileri ile yüzler çeşitlendirilmiş, burun delikleri açılmış, biraz animatize edilmiş büyük boyutlu bu at resimleri ilgimi en çok çeken resimleridir Şahbudak'ın.
Kimi atları asi, kimileri de muhlistir, tıpkı insanlarda olduğu gibi. Genel olarak "Vandyke" kahverengilerin, "burnt sienna" boyaların kullanıldığı, kırmızıya yaklaşan "indian red" renklerle çarpıcılığın yaratıldığı, siyah beyaz leke etkilerinin her daim önemsendiği, bazen de torbalı atbaşlarının çizildiği resimlerdir onlar. Resimde leke etkisinden sonra yer yer sert fırça darbeleri ile dışavurumcu bir etki yaratılmaya çalışılmıştır. Yem torbalı at figürlerini resimlerken kimi zaman yem torbası kahverengiye boyandıktan sonra bezle silinmek suretiyle tuvalin çuval etkisi yaratan dokusundan faydalanılmış, halk sanatımızda yer bulan geometrik kilim desenleri ile yem torbaları renklendirilmiştir. 1964 doğumlu sanatçı 1985 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü resim bölümünden mezun olduktan sonra öğretmenlik için gittiği Karaman'da yakından gözleme fırsatı bulduğu atları bir daha tuvalinden hiç eksik etmemiştir.
Şimdiden yüreğim kıpır kıpır. Armoni Sanat Galerisi'nde açılacak olan, kendi kişisel sergimin açılışını da onurlandıran değerli sanatçı Söbütay Özer'in resim sergisini şimdiden iple çekiyorum.
İlgilenenler için:
"Sanat Kurumu"- Tel: 309 48 59
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Sümbül Sokağın Solmuş Gülleri - 1 - |
|
1.
Yağmur şakaklarına doğru inerken, boyun bölgesinde bir gıdıklanma hissetti. Bu yüzden peş peşe düşen damlacıkları kovalamakla uğraşıyordu. Saçlarını kestirmemiş olsa, şimdi bununla uğraşmak zorunda kalmayacağını düşündü. Tüm yaşadıklarını düşündüğünde yüzünde beliren dehşet ifadesi midesini bulandırmaya yetmişti.
Gecenin bir vakti, Beyoğlu' nun dar bir sokağından Tophane' ye doğru hızlı adımlarla yürürken, başını nasıl bu kadar belaya bulaştırdığını sorguluyordu. Oysa, yaşamak zorunda kaldığı tüm felaket senaryolarının belirtilerini çok önceden görmüş olmalıydı. Meğer bugüne kadar yeteneği ile övündüğü aklı ve önsezileri de boşuna böbürlenmesinin bir parçası olarak kalmıştı.
Birden Deniz geldi aklına... Tam da bu sokakta oturuyordu. Sümbül sokağın solmuş gülü Deniz... Şimdilerde adının ne olduğunu kendisinin bile unuttuğu Deniz. Öyle ki her gece büründüğü bir çok kimliği vardı. Tıpkı eskiden kendisinin de olduğu gibi... Kimi Ayla olmuştu, kimi Sevtap, kimi Lale... En çok hangi kimlik yakışmıştı kendisine, bilmiyordu. Birsen tam da bunları düşünürken, yağan yağmurdan da sıkılmış olacak ki, eski arkadaşına uğramaya karar verdi. Ergin Apartmanı yazan binanın önünde durduğunda karanlıkta görmekte zorlandığı zillere doğru bakınıyordu. Uzun zamandır gelmediğinden olsa gerek, üzerindeki yazıların tıpkı bu apartmanda oturan herkesin hayattan silindiği gibi silindiğini fark etti. Adımlarını hep yanlış atmış bir çok kişinin hayatı gelmiş, geçmişti bu apartmandan. Çok kısa süre olsa da, kendisi de burada oturmuştu. Zaten taşınırken yerine Deniz' i yerleştirmişti. Ne büyük hata etmişti. Sonunda herhangi bir zile basmaya karar vermişti ki, sokağın başından gelen iniltiler yüzünden arkasına bakmak zorunda kaldı. Durduğu yerden kim olduğu seçemediği kişi, iki büklüm olmuş adımlarını öne doğru çekiştiriyordu. Yardım etmek için yanına ilerledikçe, gelenin Deniz' den başkası olmadığını anlamıştı.
Yanına vardığında başına ne geldiğini sormadı. Başına neler gelmiş olabileceğini merak da etmiyordu. Önemli olan bir an önce acısını dindirmek olduğunu biliyordu. Kendisi de kaç kez aynı durumda evinin yolunu tutmak zorunda kalmıştı... Hatırlamıyordu. Hiç konuşmadan apartmanın kapısına kadar geldiler ve Deniz' in zoraki çantasından çıkarttığı anahtar ile içeri girdiler. Birsen, döşemesi eskimiş güllü kanepeye arkadaşını yatırıp, banyodaki ecza dolabına koştu. Elinde sargı bezi, pamuk ve bandaj ile geri döndü.
- Birsen..!
- Sus... Konuşmaya çalışma. Bunu da atlatacaksın. Neler atlatmadık ki.
- Birsen..!
- Tamam... Sonra konuşacağız. Yorma kendini.
Birsen, Deniz' in karnında açılan kocaman bıçak yarasını pansuman ederken, arkadaşı acıdan bayıldı. Kendisine gelmesi için yüzüne kolonya sürdü. Sonra getirdiği su ile ağrı kesiciyi içirip, uyumasını rica etti. Konuşulacak ne varsa, artık hepsi yarına kalmıştı.
Devam edecek...
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BENDEN UZAKLARA…
Ölümün unutturamadığı Canım Arkadaşım Öznur'a…
Çiğdem çiçek baharlarda
Çağla-badem yeşil
Ve çelik çomak…
Daracıktı sokaklar
Çingene bohçacılar kapılar aralar
Gazoz kamyonuna asılan eller
Bizim ellerimiz
Hayata asılan ellerimiz…
Ve
Kısa pantolonlu güneşli günlerde
Kirli yüzlerimiz yalayan
Hıdrellez…
Aynı aşa kaşık çalan
Aynı aşkı öpen
Kardeş dudaklar.
Kurumuş mısır koçanıdır zaman.
Çocuktuk,
Masumduk.
Göğ ekinler
Yağmuru paylaştı saçlarımızla,
Kardeşçe ve eşitçe.
Nedendir geceye…
Nedendir güneşten kaçman?
Arka sokakları yalayan ayaklar
Ucuza kadın bakan gözler…
Bilmez misin en ucuzu
Bir ömür ister,
Bilmez misin
Kahpe bir hırsızdır
Gururumuzu çalan.
Birbirini kıskanan
Orospu geceler…
Koynumuza aldığımız emekçi geceler.
Sek içilen aşklarda
Kırmızı kadınlar
Siyah saçlarda gül…
Ve
Kavga eden paslı geceler.
Sen, mor gülüşlü çocuk!
Değer mi ömrüne kelebeğin ağıt?
Değer mi bataklık çiçeğine?
Gece orospu
Gece emekçi
Gece öfkeli çingenedir
Kirli ellerimizde.
Ağırdan gecenin örtüsü kalkar
Yaşı geçmiş bir delikanlı
Yatar son demde.
Boylu boyuna…
Ve
Islaktır zaman.
Ve ıslaktır
Hakikat.
Tamamdır aşk,
Tamamdır gece.
Her renkte kadın
Mümbit göğüslü kadınlar
Gözlerinden sevda akar
Topraktaki tümseğe.
Sabah ışıldayan güvercinler
Ve ölümü fısıldayan
Sahipsiz şiirler…
Öfkem
Yakamoz boyu seker,
Sevdası gözlerimizde
Bir çocuktur geçen günler.
Bak!
Güneşin renkleri düşmüş
Suyun bulanık alnına.
Ömrün bu deminde
Zapt edilmez beyaz bir kısrakmış aşk
Ve bulutların öptüğü yamaçta
Yalın ayak
Ağlayan kadınlar…
Yağan yağmura aldırmadan
Benden uzaklara dörtnala.
İşte sek içilen aşk
İşte rakı.
İçmeyince anlaşılmıyor
Hangisi su, hangisi rakı
Dökmeyince sevgiyi
Aşkın üstüne
Beyaz olmuyor,
Beyaz olmuyor sevda.
Dilimde yalandır beyaz ırmaklar
Gözlerimde saklarım
Akar beyaz beyaz…
Ne ki, gelincik gururu kırmızı
Kızılcık bir ağudur şarabi
Bizim gönlümüze sığmaz dar olur.
Lakin içer gönül yalanı ağu der
Kusar beyaz beyaz
Denizin mavi öfkesine.
Varsın onurumuz kırılmış olsun;
Ne yazar?
Ne yazar
Topal bir küheylan olsan?
Ne yazar…
Geri kalan dem
Paha biçilmez bir mermi olsa
Ne yazar…
Ve elbet
Son demde
Şu topal gönül şaha kalkar
Sevginin önünde iki büklüm…
Acısı ne yazar?
Ömer Davultaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
SANA NE BANA NE
İnsan oğlunda bir merak, bir merak ibadullah. Ne yapıyorsun, ne yaptın soruları herkesin ağzında. Güzel de, güzel mi acaba?
Çarşıda pazarda arkadaşınızı veya bir dostunuzu gördünüz. Hemen bir soru:
Ne yapıyorsun? Yeni iş bulmuşsun. (Hayırlı olsun, demek yok.) Akabinde bir soru daha:
"Kaç para maaş alıyorsun?"
"Sana ne" diyesi gelir insanın.
Farz edelim ki, politikaya girdiniz. O zaman da soru, sorgucuyu da ilgilendiriyor kıyısından, köşesinden.
Bu sefer; "Ne olacak bu memleketin hali? Ekmeğe yine zam mı gelecek" Asgari ücret yetmiyor."
Taze politikacı konuşur bilmiş bilmiş:
"Siz hele bizim partiye bir oy verin, erken seçimi destekleyin, işte o zaman görün bakın, yapacaklarımızı."
Burada "sana ne, bana ne" Sus pus.
Genç kızınız var " Allah bağışlasın.. Yüksek okulları bitirdi" iyi kötü bir de iş buldu ama, evlenmedi" Evde kalmasın sakın!
Konu komşu kızınıza boyuna dünür getirdi. Kısmet oldu evlendi kızınız. Şimdi sıra o rutin soruda:
"Torun yok mu daha?"
İş adamı iyice zenginledi.. dedikodular ayyuka çıkmış.
"Parayı buldu, evdeki karıyı kovdu." Sözleri esirgenmeden söylenir, eş dost tarafından dünyası alabora olmuş kadına.
Yetmedi, intikam meleği kadıncağızı büsbütün yaralar:
"Senin efendi yeni karısına, yat almış, kat almış"
Dahası: "Nereden geliyor bu değirmenin suyu?"
Yaralı kadın:"Sana ne" demez mi?
Hem bana mı almış katı, yatı diyemiyor mu?
Bir dedikodu kumkuması gelir karşınıza ve kaynatır durur ona ekmek veren patronunu:
"Ah ah! Ne utanmaz, arlanmaz adam şu adam" kaç kadını birden idare ediyor."
İçi mi burulur, dedikodusunun duyulmasından mı çekinir ve lafı, evirir çevirir:
"Yakışıyor bre kerataya. O da ne yapsın adamcağızın peşini kadınlar bırakmıyor."
Alın size bir "sana ne ve bana ne" cevabı daha.
Ev alacak olursunuz, hemen etraftan müdahaleler:
"O semt güzel değil. Hem oradaki evler çok pahalı. Şu bizim sokakta iki oda bir salon kutu gibi bir ev var; tam size göre"
"Yapma yahu!... benim, eşyalarım sığmaz, o eve!.." diyecek olursunuz ve sözünüz bitmeden kesilir.
"Satarsın eşyalarını canım. Hem bu kadar çok eşyanın işi de çok..sat gitsin! sat kardeşim."
Sinirleriniz bozulmuş, afakanlarınız atmışsa; "Sana ne be kardeşim sana ne" dersiniz, sonunda.
"O da bana ne be.. iyilikte yaramıyor" der pişkince.
Aşkınıza karışanlar, sizi birilerine yakıştıranlar, akla ihtiyacı olup ta, akıl verenler ve özel hayattan bir haberler hep var"
Küçük oğlan da büyüdü liseyi bu yıl bitiriyor. Ya üniversite sınavı. Çocuğun meraklı, hummalı bekleyişine aile efradının dışında tüm tanışlarda katılır:
"Ne oldu sınav sonucu?" der birileri. Yalnız bununla kalsalar iyi. Başka gençlerle karşılaştırılan iğneleyici soru ve cevaplar:
"Şekerim, bizim oğlan Tıp Fakültesini kazandı. Doktor olacak bizimki. Tabii bu maratonda benim ve babasının da payı büyük. Oğlana özel ders mi aldırmadık. Daha ilkokuldan beri dershanelere mi gitmedi çocuk. Gerçi zekanın da payı var ama, "gece gündüz" demeden çalıştı evladım."
Siz, başarısız saydığınız evladınızın sene kaybına mı yanacaksınız yoksa, evladı başarılı ebeveynin size, yaptığı nispetlere mi, katlanacaksınız; varın düşünün gayri.
Buradan üniversite maratonunda başarılı gençleri tebrik etmeden geçemiyor, insan ama, iki buçuk saatlik sınavda ter döken ve sınav sonucuyla başarısız sayılan gençlere de kolaylıklar diliyorum. Sınav hayatın ölçüsü değil ve disiplinli çalışmayla; başarıya varılır.
Hem benim oğlum ya da kızım, sınav kazandı ya da kaybetti, size ne?
Geleceğimiz gençlerin başarısı ve başarısızlığı hepimizin ama, burada sana ne, bana ne yok! Çünkü bu çocuklar hepimizin. Herkese, "bana ne" siz, sana ne(?)siz, günler diliyorum
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel BUNCA YAŞANMIŞLIĞIN ARDINDAN |
|
Metronun sesi gelemeye başlamıştı uzaktan, hemen geldiği tarafa doğru yöneldim, durmasını bekledim. İnsanların inmesi birkaç saniyemi aldı, dikimevi durağından aştiye doğru yola çıktım. Karşımda düz saçlı on sekiz yaşlarında bir öğrenci duruyordu. Elinde cep telefonu bir yerlere mesaj çekiyordu, kafasını hiç kaldırmadan. Elindeki sınav kitapçığını ise kucağına iyice sıkıştırmıştı. Saçları ise süpürge gibiydi, dümdüz.
Hemen karşımda, bana bakan sandalyede oturan kırklı yaşlarda gözlüklü bayan eşine bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Adamın sırtı bana dönüktü, kahverengi bir montu vardı üzerinde. Saçları tepesinde hiç kalmamıştı. Kadının kalın olan gözlük camının numarası beş gibiydi. Sinirli olduğu için, el hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Hemen yan tarafımda bir çift oturuyordu. Kız yirmi beşli yaşlarda esmer, uzun saçlı. Gülünce dişleri dışarıya çıkıyordu. Karşısındaki arkadaşı ise otuzlu yaşlarda, biraz toplu beyaz tenli birisiydi. İkisi de konuşmadan oturuyordu.
Önümdeki laptop büyüklüğündeki ekranda sürekli olarak reklâmlar geçiyordu. Ona takıldı gözüm. İlk önce kontör reklâmı verdiler, ardından da bilgisayar işlemcileri hakkında bilgi, insanlar bu kısacık zamanda bile; nasıl kendilerini reklâm edeceklerini çok iyi biliyorlardı.
Maltepe durağına gelmiştik, yolcular inmeye başladı. Bu arada binenlerde oluyordu tabi ki. Ölümle, doğum aklıma geldi bir anda. Birileri bu dünyayı terk ederken, birileri de "Merhaba!" demiyor muydu bu dünyaya?
Durakta dikilen bir kadına takıldı gözlerim, işten yeni çıktığı yoğunluğundan belliydi. Üzerinde uzun krem renkli mantosu, ayağında siyah ayakkabısı ve siyah geniş çantası ile dalmıştı uzaklara, hüzünlüydü belki de mutsuz.
Hangimiz mutluyduk ki? Hangi mutluluk tamdı?
Bu soru takıldı aklıma, herkes metrodaydı, bir çatı altında ama hiç kimse kimseyi tanımıyordu. Herkes yabancıydı birbirine, selam bile vermiyordu.
Şehir, kalabalık içinde, insanın yalnız kaldığı yermiş.
Karşımda ki insanların yüzlerine baktığım zaman, hep bir burukluk gördüm, yorgunluk ve de yılgınlık.
Yarım kalan mutluluklar geldi aklıma, ertelenen umutlar. Hep bir sınav değil miydi hayat? Hep bir şeyleri ertelemiyor muyduk?
Karşımda oturan öğrenci, hala telefonla oynuyordu. Onun yaşındaki çocukları düşündüm. Hep sınav telaşındalar şimdi. Geceleri gündüzleri, "sınavı kazanmaktı." Bu iki kelimeye odaklanmış bütün hayatları. Sınav biterse, her şey yoluna girecek, başka sorunlar olmayacak gibi geliyordu onlara.
Okul telaş esi başladı mı, şu okul bir bitse oluyor hedefin. Eh okulda bitiyor, belli bir zaman sonra. Tabi bu arada hayallerin erteleniyordu.
İş bulsam diyorsun ardından, kısa zaman sonra isteğin yerini buluyor, artık güzel bir işin oluyor. Ama hedefin gün gün büyüyor. Terfi etsem diyorsun, o hayalin de gerçekleşiyor bir süre sonra, ama hayallerin hala bitmiyor. Evlilik yapayım diyorsun ya da ailen isteği için güzel bir evlilik yapıyorsun. Borç harç derken, onlarda gelip geçiyor, senin ömrünün geçtiği gibi.
Çocuk sahibi olmak istiyorsun, zorluklar içinde onu da büyütüyorsun. Ah bir büyüdüğü
nü görsem, yürüdüğüne görsem derken bir de bakmışsın okullu olmuş. Çocuğun okul taksidini, harçlığını hesap ederken, bir de bakmışsın yaş kırka ulaşmış. "Eh!" diyorsun bir de askere gitsin gelsin o zaman tamam. Kısa bir zaman sonra o dileğinde gerçekleşiyor. Artık her şey yolunda, üzerine düşen görevi yerine getirmişsin.
Bundan sonra ki hayat, benim hayatım olacak. Ertelediğim hayalleri, gerçekleştireceğim diye seviniyorsun.
Ama senin hayal ettiğin gibi olmuyor hiçbir şey, yollara çıkmak avare avare dolaşmak istiyorsun, nefesin yetmiyor, canının çektiği her şeyi yemek istiyorsun, tansiyonun "dur!" diyor.
Yıllarca çalışmanın bedeli bir ev, bir araba bir de yarım kalan hayaller değil miydi? bunca yaşanmışlığın ardından…
"Son durak Aşti" anonsundan sonra kendime geliyor, silkiniyorum daldığım âlemden. İnsanlara bakıyorum herkes iniyor, ben de iniyorum…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BUGÜN
Kuyruklu yıldızım kaydı,
Narin dalım kırıldı bugün.
Karlar yağdı ruhuma,
Tomurcuk güllerim açmadı,
Umudum kederle yarıştı bugün.
Zifiri karanlıkta yandı bulutlarım,
Ruhuma kir rengi gözyaşı aktı bugün.
Yüreğimden bir çift güvercin uçtu,
Çığlıklarım dağ gibi büyüdü bugün.
Hüzünlerim sonsuz sefere çıktı,
Hülyalı düşlemime lav püskürdü,
Buğulu camlarım kırıldı bugün.
Öfkeli bir eşkıya gibi yüreğim,
Gecelerim sancılı,
Kumsallarım suskun bugün.
Papatyalarım gülmüyor,
Hayallerim kısa, düşlerim dar,
Müziğim zincirlendi bugün.
Penceremde çamurlu Ay,
Kelebeğin kanadı üşümüş,
Dalda ki çiğ bana küsmüş,
Cama çizdiğim kuş ölmüş,
Özlemlerim hoyratça biçildi bugün.
Polenler isyanda uçmuyor artık,
Sardunyam su istemiyor,
Sebil çeşmem kurudu.
Fesleğenim can çekişiyor,
Şem boyum ağlıyor,
Yaprakları solmuş.
Bahçemde ki güller tükendi bugün.
Derin denizlerim kurudu,
Ateşler yandı bugün.
Rüzgâr ıslık çalmıyor artık,
Güz yapraklarım soldu bugün,
Gönül testim kırıldı,
Kirpiklerimden zaman kaydı bugün.
Bir mum gibi eridim,
Gamlıyım, yaslıyım bugün.
Düşlerim ıslandı ikindi yağmurlarında,
Tuvalimdeki renkler soldu bugün.
Gecelerim mor, mosmor
Gündüzlerim kehribar rengi,
Hayallerim hantal, ellerim acemi,
Gecelerim işgüzar,
Yazım kışa, döndü bugün.
Çöllerde ki kumlar yandı,
Yıldırımlar yorgun bugün.
Denizlerim susmadı ağladı,
Irmaklarım şaşkın bugün.
Yediveren güllerim sustu,
İncilerim karardı,
Yağmurlarım kurudu bugün.
Olmayan sabahlara uyandım,
Çemberim kırıldı, misketim yandı bugün.
Gözüm mazideki aynaya takılı kaldı,
Saf kan kır atım, koşmaktan yoruldu,
Mısralarım tükendi, bitti bugün.
Neslihan Güzel
Yukarı
|
Sudoku #29
Çözüm: Sudoku #28 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bir web sayfası ki zaman karşı yarışıp bilginizi ölçebilirsiniz. Detaylar için http://www.birmilyon.com/ ...Birmilyon.com sitesinin kuruluş amacı, her türlü paylaşımı ön plana çıkartmak ve internette kaliteye önem veren insanların kaliteli bir ortamda paylaşmasını ve eğlenmesini sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda her geçen gün sizlerin de desteği ile kaliteden ödün vermeksizin birmilyon.com sitesini sahip olduğumuz profesyonel ekip ile geliştirmekteyiz...
İnternet ne güzel bir şey değil mi? Onun sayesinde istediğiniz yemek kapınıza kadar geliyor. "Homini gırtlak, pufidi kandil, tumba yatak" ...Merhaba, Türkiye'nin ilk ve tek online paket servis portalı www.yemeksepeti.com 'a hoşgeldiniz. Siparişlerinizi en doğru, en hızlı ve en kolay şekilde alıyor, ilgili restorana eksiksiz ve anında iletiyoruz. Kredi kartı, güvenlik sorunu yok. Siparişinizi hiçbir ekstra ücret ödemeden verin, 10-45 dakika içerisinde yemeğiniz elinizde olsun. Afiyet olsun...
İşte bu da yasal mp3 platformu. http://www.powerclub.com.tr Bastır parayı al mp3'ünü. Nasıl oluyormuş bu paralı mp3 diye merak edenlere duyurulur. Seyyar satıcıdan 2 YTL verip 80 - 100 şarkılık mp3 CD almaya benzemez.
...Ben uzaklardan beklerdim, Sayarak günlerimi. Bu gece penceremden düsenay isiginda, Birden yanibasimda buldum Bir agaç gibi çiçeklenmis Anladim almis yürümüs Sarmis bu sevda içimi ... Necati Cumalı şiirlerini severmisiniz. ...Akan suyu severim ben Işıldayan karı severim... http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/necati_cumali.html
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|