Gelin bu projeye destek olun



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 4 Sayı: 953

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Mart 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Satırlı üniversiteli!..


Merhabalar,

Lise gençliğinin şiddetle olan ilişkisine türlü bahaneler bulunuyor. Pek çoğu da doğru elbette. Kurtlar vadisinde top koşturanların Polat'a özenmesi en başta geleni. Konu dönüp dolaşıp devlet adına suç işleyenlerin sonunda aklanmasına geliyor. Ne yazık ki bu bir film hikayesi değil. Sıradan vatandaşın tek güvencesi olan devletin bizzat göz yumduğu ya da en hafifinden ses çıkarmayıp yeşil ışık yaktığı pek çok benzer örnek bulmak mümkün. Liseli bastırmak zorunda kaldığı duygularını şiddet olarak dışa vuruyor, üniversiteli ise satırı, bıçağı kapıp nü resim yapıyorlar diye okul arkadaşlarına saldırıyor.

Üniversiteye ilk başladığım gün gördüğüm manzara bir kafada kırılan tahta tabureydi. Sonraları pekçok olaya şahit oldum ama hiçbiri dün Göztepe'de yaşananlar kadar beni titretmedi. Kendim için korkuyorsam namerdim. Benim derdim çocuklarım. Çocuklarımıza hazırladığımız dünyanın artık bizim hakimiyetimizde olmadığı gerçeğinden korkuyorum. Eğer iş, saçı uzun, nü resim yapıyor diye "katli vacip" fetvası verilmesine geldiyse vay halimize. Bunlar okumuş yazmış, eli kalem tutan gençlik. Aynı fetvayı dinleyen cahilin yapabileceklerini düşünmek bile ürkütücü. Bu insanlıktan nasibini almamış karanlık suratlıların bu cesareti nereden bulduklarını salim kafayla bir düşünün bakalım. Cesareti veren dış mihraklar mı? Yoksa değişime uğradığını söyleyip, ahlak adına, adil düzen adına, dürüstlük adına, her köşebaşına kendi kafasını yerleştirmeye çalışan iktidar mı?

Epeyce geç oldu. ben pikabımıza bir güzel şarkı koyup gidiyorum. Cliff Richard söylüyor, Power To All Our Friends. Hepinize bol güneşli güzel bir hafta sonu diliyorum. yarın Nisan balığına dikkat edin. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Sahicilik…

26 Mart Pazar Cumhuriyet'teki 'Pencere' köşesinde İlhan Selçuk, Tüpraş'ın Özelleştirmesi ertesinde yaşanmakta olan hukuki süreci, bilerek ya da bilmeyerek en güncel ve en önemli aşamasından hiç söz etmeyerek aktarıyordu. Yazısında Selçuk, özelleştirmenin durdurulması /gerçekleşmemesi için uğraş veren Petrol -İş Sendikasına doğrudan seslenerek "Kuruluş hisselerinin çoğunluğu hazır bir Türk Firmaya (Koç Grubu) geçmişken, artık daha fazla uğraşmayın yoksa yabancılar alabilir." diyordu.

Konunun farklı boyutları var. Aralamaya çalışalım.

Önce Tüpraş'ın özelleştirme sürecini ana hatlarıyla anımsayalım. İlk özelleştirme girişimini Zorlu Grubu ile hakkında değişik kuşkular bulunduğu savlanan bir Rus Firma kazandı ancak bu girişim -bazı maddelerdeki hukuka aykırılıklar- nedeniyle Sendika'nın açtığı davalar çerçevesinde durduruldu. Bu arada Tüpraş'ın hisselerinden görece küçük bir bölümün -herhangi bir ihale süreci yaşanmadan- bir başka tartışmalı yabancı sermaye grubu Ofer'e devredildiği ortaya çıktı.

İkinci ve şimdilik son özelleştirme girişiminin ertesi en yüksek karşılığı Koç Grubu'nun verdiğinin anlaşılması nedeniyle, çoğunluk hisseleri bu gruba devredildi. Ne zaman?

Evet ne zaman?

Sayın Selçuk'un muhtemelen yazısında getirdiği öneri çerçevesinde söz etmek istemediği bir kararın hemen öncesinde, geceyarısı…

Yine anımsayalım. İkinci özelleştirme girişiminin gerçekleşmemesine yönelik te Petrol-İş Sendikası hukuki girişim başlatır. Taleplerin en acili ise 'yürütmenin durdurulması'dır. Bizim anlayacağımız dilde; ana dava sürerken, sonradan geri dönülemeyecek adımların atılmasını önlemeye yönelik mevcut işlemin-yeni devrin- durdurulması talebi.

Ne olur? Bir mahkeme/ hukuk dairesi 'yürütmenin durdurulması', takiben bir diğeri 'durdurma talebinin reddi' yönünde karar alır. Dosya prosedür gereği son sözü söyleyecek Danıştay Daireler Kurulu'nun önüne gelir. Yoğun bir kar yağışı ertesi ertelenen karar açıklama sürecinin hemen içinde bir geceyarısı devir işlemi resmen gerçekleşir. Ertesi gün ise Daireler Kurulu 'yürütmenin durdurulması' yönünde nihai kararı verir.

Mahkeme kararları bütün kurumları, gerçek ve tüzel kişileri ve elbette bu çerçevede Özelleştirme İdaresi ve temel yürütücü idare konumundaki Hükümeti bağlaması gerekirken, bağlamaz, mahkeme kararı bir ayı aşkın süredir uygulanmamaktadır.

Gerekçe müthiş. Kamu yararı. Sanki mahkemeler kamu yararı aksine karar üretmek için çalışıyorlarmış gibi! Ya da 'kamu yararı' yorumu /yönü yalnız bir tarafa aitmiş gibi!

Özelleştirmeyi destekler ya da desteklemessiniz. Karşısınızdır da, Sayın Selçuk gibi diğer bazı ülkelerde de 'Özelleştirmeler kaçınılmaz bir biçimde sürüyor. Ancak stratejik unsurlar yabancı ülkelerin firmalarına devir yapılmıyor.' yaklaşımıyla eğer Türk Firma kazanırsa 'ses çıkarmaz', yabancı kazanırsa 'ses çıkarırsınız'. (Bırakın büyük sanayi kuruluşlarımızın, holdinglerimizin ne kadar ulusal yapıyı temsil edip edemediklerini, sanki kazanan sonra bir yabancıya - Petrol Ofisi özelleştirmesini kazanan Doğan Grubunun güncel hisse devri gibi- devredemeyecekmiş gibi!)

Ancak hukuk bazı durumlarda geçerli olur, bazı durumlarda göz ardı edilebilir diyemezsiniz. Bunu diyemez, bu yolda değerlenecek yaklaşımlar geliştiremezsiniz.

Hukukun bazı kişilere, bazı kurumlara geçerli, diğer bazılarına geçersiz ya da hukuk kararlarını bazı zamanlarda geçerli diğer bazılarında uygulanmaz duruma getiremezsiniz.

İşte bunu yapamazsınız, yapmamalısınız. O zaman başta Ankara Büyükşehir Belediyesi gibi mahkeme kararlarını uygulanmadığı birçok garabete çanak tutmuş olursunuz.

Türkiye'deki özelleştirme biçimlerine, elde edilenlerin kullanışına; çıkan sonuca bağlı olarak karşı çıkmak ya da çıkmamak tuhaflığına da vurgu yaparak Sayın Selçuk'un yazısında öne sürdüğü yaklaşımın; tüm bu satırlarla ortaya konmaya çalışılan aslında temel bir bakış açısını da -korkarım en melanetli Şemdinli İddianamesi ertesi yaşanılanlara/yazılanlara da dokunarak- tariflediğini, elbet benim yorumlarıma göre, belirtmek durumundayım.

O da şudur: Duruma /sonuca göre gerçeği yorumlamak!

Şemdinli Dosyasında, iddialara göre Sayın Kara Kuvvetleri Komutanının bilinçli bir biçimde hedef seçilmesi, bu gelişmelerin Türk Silahli Kuvvetlerin varlığının etkisizleştirilmesine yönelik çok kollu bir saldırının, hesaplaşmanın parçası olması ( ki bu satırların yazarı ben, bu iddiaların gerçekliğine inanıyorum.); orada yaşananların tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılmasını, hem de şimdi ortaya çıkarılması gereğini ortadan kaldırır mı? Bir gazetecinin görevi taraflara ve niyetlere bağlı olarak haber yorum yazmak mıdır yoksa bu gelişmeleri, niyetleri de kuşkusuz okuyucuyla paylaşarak, gerçeğin yalnız gerçeğin peşinde olmak mıdır?

Ülkeyi, laik Cumhuriyeti koruma kaygısı; gerçeği ve doğruyu arama kaygısını bastırmalı mıdır?

Yineliyelim;

Ülkenin en karlı, en kıymetli alınterlerinin ucu belirsiz biçimde faiz sarmalına kurban edilmesi olan günümüz 'Türkiye Özelleştirmesi', Türk Firması kazanırsa kabul, yoksa tu kaka mı edilmelidir?

Hukuk kararları, uygulanıp-uygulanmaması yönünde 'yorumlanmalı mıdır'?

Ulvi değerler, güncel yaşananlar; yapılan kimi yanlışları gizlememize, arka plana atmamıza ve belki de "Ne yapalım şartlar bu!" deyip desteklememize neden olmalı mıdır?

Böyle hata yapmaz mıyız? Kafa karıştırmaz mıyız?

Değişik taraflarda aslında bu mantıkla davranmıyorlar mı?

Bugün. Herkesin, her yaklaşımın herşeyden önce bir 'inandırıcılık' sorunu yok mudur?

Sahicilik…

Cumhur




Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SİNEMANIN ETRAFINDA PERVANE

Çok eski zamanlarda yazlık sinemalar vardı. Kadın, erkek, genç, yaşlı herkes akşam olup hava karardığında sinemaların sokakları dolduran şarkılarına pervaneler gibi koşardı. Küçük, dar sokaklı, yarısı kerpiç evlerden oluşan, sakinlerinin can sıkıntısından patladığı kasabalarda yazlık sinemalar bambaşka bir çekim merkeziydi. İzleyicilerin derdi sanalsal güzellikleri özümsemek, naif bir estetik algı geliştirmek, başka kültürleri ve yaşamları tanımak ve anlamak falan değildi. Onlar sadece ağlamak, gülmek, şarkılar dinlemek, danslar izlemek ve film kahramanlarını alkışlamak istiyorlardı. Özellikle esas oğlan kızı çakalların elinden kurtarıp kötü adamları kafa, yumruk ve tekme, tokatla pestile çevirirken seyirciler avuç içleri kızarıncaya kadar alkışlarlardı. Tecavüzden kurtulan genç kız esas oğlana onunla sevişerek ya da öpüşerek borcunu öderdi. Ve gece yarısına doğru film biterdi.

Sabahleyin saat dokuza doğru sinemanın kapısının önündeki kaldırıma oturup Ceyhan Aga'yı beklemeye başladım. Sonra Gültekin, Recai ve Rüstem de geldi. Birbirimizle hiç konuşmadık. Eminim ki; hepimiz içimizden başka çocuklar çıkıp gelmesin diye dua ediyorduk. Keşke başka çocuklar gelmese ve Ceyhan Aga sinemayı bize süpürtürse… Bizden büyük oğlanlar gelirse kesinlikle bu işi bizim elimizden alırlar. Akşama sinemaya girmek bize hayal olur.

Gençlik Kulübünün önünden Ceyhan Aga'nın geldiğini görünce hepimizin yüzü güldü. Allahtan bizden başka gelen olmadı. Gelip yazlık sinemanın kapısını açtı. "Haydi çocuklar başlayın."dedi. Hep birlikte sahnenin altındaki depodan süpürgeleri alıp işe koyulduk. Gültekin ile Rüstem arkasından tahtalar çakılarak birleştirilmiş sandalye sıralarını çekiyor. Gültekin'le ben çabucak süpürüyorduk. Çekirdek kabukların, kese kâğıtlarını yukarıdan aşağıya basamak basamak düzenlenmiş aşağıdaki basamağa doğru ittiriyorduk. O gün şanslı günümüzdü. Kabukların arasında ikimiz de yirmi beşer kuruş bulduk. Biz sinemayı süpürürken Ceyhan Aga'da tuvaletlere su döktü.

Saat on bire doğru sinemanın süpürülmesi bitirince Ceyhan Aga'yı çağırıp kontrol etmesini istedik. Teneke ve küreği kapının arkasından alıp yanımıza geldi. Kürekle çöpleri tenekeye doldurup yan taraftaki çöplüğe götürüp döktük. "Sinema'nın önünü de süpürünce, tamam, gidebilirsiniz."dedi. Dördümüz birlikte sinemanın önünü de süpürdük. Saat dörtte afişe yardım etmeye kim gelecek."diye sordu. Gültekin ile Rüstem, "Biz geleceğiz."dediler. Artık işin önemli bir kısmı bitmişti ve biz akşama kadar serbesttik.

-Hadi kanala yüzme gidelim.
-Sen kara donunu giydin mi?
-Kara donumu anam sakladı. Kanala gitmeyeyim diye.
-Ne olacak sanki. Hepimiz erkeğiz. Sende çıplak girersin.
-Siz gidin ben gelmeyeceğim.
-Nereye gidelim? İnce köprüden suya atlamak çok güzel…
-Ama kapaklar daha yüksek.
-İyi o zaman kapaklara gidelim. Yağhanenin yanındakine…

Yazlık sinemada kadınlar, ya arkadaki sandalyelere ya da eşleriyle, çocukları ile birlikte localara otururdu. Localar da belimize kadar basit bir duvarla çevrilmiş, iki farklı yükseklikte bölümlerden oluşurdu. Ve sinemanın en gerisinde makine dairesinin altındaki duvarın önünde diziliyordu. Yeni yetme oğlanlar genellikle duvar diplerindeki sandalyelere sinerek oturup babalarından çekinerek gizli gizli sigaralarını içerlerdi. Sinema açıldıktan yirmi gün sonra neredeyse herkesin oturduğu sıra hatta sandalye bile sanki üzerinde isim yazıyormuşçasına belirlenir, kimse kimsenin yerine oturmazdı. Gazoz satanlara "Bana da patlatsana bir gazoz."denir, onlar da gerçekten kapakları bütün sinemadan duyulacak şekilde patlatarak açarlardı. Bazı filmler iki gece üst üste oynatılır ve ikisinde de çoğunlukla filmi aynı seyirciler yeniden iki gece yeniden izlerlerdi. Çünkü kasabada akşam olduğunda sinemadan başka gidilecek bir yer yoktu. Sinemaya misafirlerini getiren kasaba sakinleri ısrarla herkese gazoz ısmarlar, çiğdem ya da leblebi şekeri alır, sürekli bir aşağı bir yukarı koşarak büfeye gidip gelirdi.

İkindi üzeri afiş işine gitmediğimiz için perdeleri çekmek Recai ile bana kaldı. Hava kararırken sinemanın kapısına gittik. Daha Makinist Zeki Usta ve gişede bilet kesen İskelet Ahmet gelmemişti. Ceyhan Aga sinemanın kapısında tahta bir sandalyeye oturmuş çayını içiyordu. "Abi biz geldik."dedik. "Hadi, ortalık kalabalıklaşmadan perdeleri çekin. Ama sıkı sıkı bağlayın. Bu akşam rüzgar var. Demirlerden kurtulmasınlar, yırtılırlar."dedi. Hemen ikimiz karşılıklı duvarların üzerine çıkıp demir direklere dolanmış perdeleri açıp gerilmiş teller üzerinden öteki direklere bağlayarak gerdik. Duvardan inince Ceyhan Aga perdelere uzaktan göz gezdirip, "Tamam hadi girin içeri. Canınız nereye isterse oturun. Siz bu akşam paşa paşa filmi seyretmeyi hak ettiniz."dedi. Sinemayı süpürüp perdeleri çektiğimiz için o gece sinema artık bize parasız olmuştu.

Yalnız film sona erip sinemadakiler dağılırken perdeleri yeniden toplayacaktık. Eğer yarın akşam da yetmiş beş kuruş bilet parası vermeden sinemaya girmek istiyorsak yine erkenden gelip sinemayı süpürme işini başkalarına kaptırmamamız gerekiyordu.

Yazlık sinemaya sadece can sıkıntısından patlayan kasabalılar gelmezdi. Çevre köylerden traktörlerle, magirus otobüslerle, bisiklet ve motosikletlerle, Skoda kamyonetlerle her yaştan insan da gelirdi. Arada sırada komşu köylerden gelen gençlerle kasabamızın gençleri arasında kıran kırana kavgalar bile çıkardı. Bu kavgalar istisnasız karı kız yüzünden olurdu. Ya birisi kasabanın namusuna yan gözle bakmış, ya da laf atmış oludu. Kasabamızın kızlarına yan gözle bakan, laf atan delikanlılara mutlaka ağzının payı verilirdi. Dayağı yiyen delikanlı bir daha kolay kolay bu kasabaya ayak bile basamazdı.

Sürecek…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  AF BUYRUN!

Her ne kadar atalarımız: 'Merhametten maraz doğar' demişlerse de, toplum olarak en büyük zaaflarımızdan birinin merhamet duygusu olduğu konusunda bana katılmayan yoktur herhalde.

Birçok konuda olduğu gibi, merhamet ve affedicilik konusunda da ayar tutturamadığımız ve sınırları iyi çizemediğimiz için marazdan bir türlü kurtulamıyoruz.

Üstelik durumun vahameti insan ilişkilerinden çıkıp, politik, ekonomik ve toplumsal yaşantımızı etkileme boyutlarında.

İnsan ilişkilerinde bile kendinize bir takım prensipler ve sınırlar belirlemezseniz, merhametiniz de affediciliğiniz de çok kolay suistimal edilir. Özellikle af kurumu hassas dengeler isteyen bir kurumdur.

Mesela, olmayan bir parayı harcayıp, sonra da merhamet dilenen kredi kartı mağdurlarına af çıkarmanın hangi ekonomik sistemde rasyonel bir açıklaması vardır? Basit bir toplama işlemi yapmayı beceremeyip, geliriyle giderini dengelemeyen ahmakların derdi devleti niye geriyor anlamıyorum ki!

Peki ticaretin her türlü nimetinden faydalanıp, SSK ve Bağ-Kur primini ödemeyenlere düzenli aralıklarla af çıkarmak neyin nesi? Sabit ve düşük gelirli kamu personelinden (yani devletten), çatır çatır prim keserken merhametiniz yok da, esnaf ve tüccar babanızın oğlu mudur?

Aynı durum vergiler için de geçerli. Devletin birçok imkanından ve desteğinden faydalanıp yatırım yaparken iyi, milleti kazıklayıp para kazanırken de iyi, ancak iş vergi ödemeye gelince kasalara akrep girer. Alın terini karıya, kumara, rüşvete verirken kimsenin eli titremez de, devlete bir kuruş vergi ödememek için türlü dolaplar çevrilir. Olsun. Devletimiz onu da affeder. İkide bir vergi affı çıkarılır.

Diyelim ki adam öldürüp, hırsızlık yapıp, tecavüz edip suç işleyenler cezalarını doldurmadan aftan yararlanıyor da, hiç suç işlemeden hayatını sürdürenlere madalya mı takıyorsunuz? Aftan yararlanarak dışarı çıkanların, asla uslanmadıkları ve tekrar suç işledikleri de ortadayken…

Siyasilerimiz de faydalanır bu toplumsal çılgınlık ve mazoşistlik boyutuna gelmiş affediciliğimizden. Memleketi satarlar; yolsuzluk, hırsızlık, takkiye, bölücülük yaparlar biz affeder gene seçeriz onları.

Bir de sosyologlar ve psikologlar, giderek tahammülsüzleşen bir toplum olduğumuzu söylüyorlar. Hadi canım sen de!

Art niyetli ve boyutları geniş kitleleri etkileyen büyük hatalara karşı peygamber sabrımız var. Bize dokunmadığını sandığımız yılanı bin yıl krallar gibi yaşatıyoruz. O yılan eninde sonunda bizi de sokacak ama kimse farkında değil.

Evet yakın çevremize karşı tahammülsüzüz. Çocuğumuz üniversite sınavını kazanamayınca cezasını kesiyoruz. En yakın dostumuzu ufacık bir hatası yüzünden silebiliyoruz. Annemiz olmadık bir söz etti diye onunla küsüyoruz. Komşumuz üst balkondan halı silkeledi diye mahalleyi ayağa kaldırıyoruz. Sevgilimiz doğum günümüzü unuttu diye terk ediyoruz. Eşimizin en ufak bir hatasında evliliğimizi bitiriyoruz. Kızımız istemediğimiz birine gönül verdiği için düğününe gitmiyoruz. İş arkadaşımız bize borç vermedi diye kuyusunu kazıyoruz.

Asıl meziyet insan ilişkilerindeki ufak hataları affedip, yapıcı olmaktır. Oysa biz tam tersini yapıyoruz. Toplumsal olarak bizi uçuruma itecek ve koca bir memleketin geleceğini olumsuz yönde etkileyecek hataları her gün her gün affediyor; en yakınımızdaki insanlara karşı tahammülsüzleşiyoruz.

Sizin baktığınız yerden de yolsuzluk ve hırsızlık yapmış, Atatürk'e dil uzatmış, şeriat istemiş bir belediye başkanını affedip başbakan yapmamız tuhaf görünmüyor mu? Sizce de bir yanlışlık yok mu?

Benimki de soru mu şimdi! Saçmaladım pardon. Öyle ya, yanlışlık olduğunu düşünseniz bir şeyler yapardınız. Cahilliğime verin. Affedin beni!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

 

Uğur Erdoğan

 BaLdaki Tuz : Uğur Erdoğan


  çatıdaki havaaLanı

iyidir bu martıLar, kuşLar fiLan, hoşturLar tabi ki değiL mi..

kimi zaman bir vapurun güvertesinde çayLa demLenirken eLindeki simite ortak oLmak isterLer uzun uçuşLarLa, bağrış çağrışLar arasında geçer gider yoLcuLuk… bazen de bir meydan yürüyüşüne kanat çırpmaLarı ve açıkLığıyLa eşLik ederLer.. birLikte yada tek tek havada nefis daireLer çizerken süzüLürLer masmavi göğün üstünde.. beLki de sırf bu yüzdendir biLinmez, kuşLarın bize özgürLüğü hatırLatan bir yanı vardır hep...

ama hepsi buraya kadar diyesim var...
ben şahsen bugüne dek bu kuşLar kadar terbiyesiz oLanLarına da rastLamadım.. bir çok kez baLkondaki minderLerin üstüne sıçmışLardı.. tamam, kesin vıdıvıdıyı, biLerek gideLim de bu adamın minderine baLkonuna sıçaLım demiyorLar ama insan biraz dikkat eder değiL mi...!! insan kıç kasLarını biraz terbiye eder, eğitir disipLin aLtına aLır.. tabi ki öyLe bir irade yok bunLarda .. kendince öyLe havada özgür özgür gezerken aşağısı kompLe bu kuşLarın tuvaLeti görevini üstLeniyor... o an hangisi geLdiyse Lapp bırak aşağıya.. büyük, orta, küçük hiç fark etmiyor..

bizim evin bir özeLLiği kemerburgaz çöpLüğü iLe boğaz arasındaki konumu.. ev şişLi de, bu kuşLar kemerburgaz'dan kaLkıp ayazağa-masLak-sarıyer üstünü takip etseLer sorun yok.. yıLLardır gidip geLdiLer.. kuş beyinLiLerin sahip oLdukLarı hava koridoru ve konakLama merkezi üstündeydik... haL böyLe oLunca boktan püsürden kurtuLamadık yıLLarca ..

karşımızdaki karagöz'Lerin binası onLarın havaaLanı görevini gördü yıLLarca .. yani kessen başka yere konmazLardı.. yıLLarca o kadar çok izLedim,ta ki çatıya iLk önce hangi ayakLa indikLerine kadar. beLki de yıLLardır bu binaya konmaLarını sebebi orada kuş besLeniyor oLmasıdır.. bu konuyu fazLa düşünmezdim ama sebep oLarak da iLk akLıma geLen bu seçenek oLurdu her seferinde.. sonradan izLediğim beLgeseLLerden kuşLarın bu işi göç yoLLarına göre sistematik oLarak uyguLadıkLarını net oLarak öğrendim..

öyLe deniz kenarında çaLımLı duruşLarına kanıyoruz , ama çok çektik zamanında bu kuşLardan.. bir kaç yıLdır çöpLük kapandığından uzak kaLdık bu kuşLarLa.. uzak kaLınca biraz daha seviyor insan ..özLüyor .. geçenLerde bir resim görmüştüm gaLiba güLendam çekmişti izmir'de, beş aLtı tanesi sıraLanmışLar deniz kıyısına, öyLe çaLımLı ve sevimLi duruyorLar ki yiyesiniz geLir..

bir zamanLar benimde böyLe bir martım vardı..
şahsi maLım değiLdi sadece yemek için uğrardı baLkona.. evde ne kaLdıysa baLkona bir kap içinde koyardım.. bu yemek işi sebebi iLe aramızda bir diyaLog oLduğunu düşündüm hep.. başının aLtından iLeriye doğru gururLa uzanan süt gibi bembeyaz, tertemiz gögsü vardı.. bir görseniz sarıLır, dokunur, hani öpmek istersiniz fiLan ..

geçenLerde evde gün batımını izLerken bir martı kondu karşı binanın çatısına.. o mu acaba fiLan diye heyecanLandım birden, hemen bir parça ekmeği ısLatarak koydum faraşın üstüne.. ekmek kırmızı faraşın üstünde net oLarak beLLi oLuyor , görmemesi imkansız yani .. ama geLmedi baLkona .. heyecanıma yenik düşmüştüm, zaten o oLamazdı.. çünkü, bizim martı karşı çatının sadece soba borusunun kapağı ütüne tünerdi .. bu o değiLdi.. zaten birkaç dakika sonra doğudaki deniz istikametine doğru pistten ayrıLdı...

çok geçmeden karagöz'Lerin binasından havaLanan evciL bir paçaLı güvercin iki kanat çırpımı mesafeyi geçerek geLdi ve bir parça ekmek aLdı faraşın üstünden... ağzına ekmeği aLır aLmaz da havaLandı.. hemen akabinde iki tane kumru geLdi ... bir tanesi daha yavru.. beLLi ki hayatındaki iLk uçuşLardan birini yapıyor.. yakın bir yerLerde fiLan oLmaLı yuvası ...

bayıLıyorum bu kumruLara.. ciddi oLarak başka dünyanın ve zamanLarın kuşLarı bunLar.. gur gur sesLeri neyse de öyLe gözLerLe bakıyorLar ki insana, şaşar kaLırsınız... gerçi çoğunuz fark etmişsinizdir ve mutLaka biri iLe tanımLamışsınızdır onLarı.. meseLa, ben anneme çok benzetirim.. hayata hep iyimser, sevimLi ve bir o kadar da ürkek bakışLarı vardır bu kumruLarın..

anne kumru üç hamLede gagaLayıp ekmeği parçaLadı.. yavru kumru önüne düşen küçük ekmek parçaLarından birini annesini takLit ederek gagası iLe ufaLadı.. fakat ufaLadığı parçaLarı acemice havaya savurdu.. savruLan iLk parça arkasına düştü, bir diğeri bir kaç karışLık mesafe iLe soLuna.. üçüncü parçayı gagaLamak üzereyken anne kumru havaLandı, ömrünün beLki de iLk hazırLanmış yeminden bir parça biLe yiyememenin şaşkınLığı iLe bizim ufakLık da anasının peşinden gitti tabi ki...

iLginç oLan, insan bu kumruLardan ne kadar bahsederse o kadar da duygu seLine kapıLıyor.. yahu akLımda bu kuşLarın pisLikLeri iLe iLgiLi yazacak bir kamyon keLime ve oLay var, fakat tıkandım.. derhaL eski haLimi aLmaLıyım... kazasız beLasız bu yazıyı bitirmek istiyorum...

haLiyLe havada süzüLen kuşLar bedava ve hazır ekmeği görünce baLkona birkaç sorti düzenLediLer .. oysa güneş batmakta, akşam oLmak üzereydi ve bu kuşLarın daha önemLi bir işi oLmaLıydı.. zaten bütün gün yemLenmişLerdi soLda sağda ve şimdiki dertLeri konakLayacak, geceLeyecek bir yer buLmaktı... önce üç kumru birkaç kez ekmeği gagaLayıp çatıdaki dandik onduLinden yapıLmış taraçayı kapLayan sarı renkLi saçakLı böLmeye girdi, evin hemen önünde dikiLi eLektrik direğindeki üçüncü kat iLe aynı seviyeyi buLan teLe tüneyen diğer kumruLar da onLarı takip etti ...

tabii ki bütün bu sortiLer ve yemLenme esnasında Lapp diye baLkona yine bıraktıLar meşhur pisLikLerini..

marketin satıLamayan ürünLer için bazı günLerde düzenLediği kampanyaLardan ucuza aLdığım, kovası orijinaL oLmayan, kırmızı sapLı, sap iLe vidaLanarak bir bütün oLuşturan uç kısmı mavi parçaLı ve püsküLLü paspası aLmak üzere banyoya yöneLdim... kovadaki su neredeyse yarıLanmak üzereyken uzun zamandır kuLLanıLmadığından keçeLeşen ve sertLeşen paspası yumuşaması için kovanın içine soktum...

ani bir refLeksLe musLuğu kapatıp mutfağa döndüm...

iLk aLındığında aLtı tane oLan fakat iki tanesi kırıLdığından artık takım oLma özeLLiği kaLmamış küçük kahvaLtı tabakLarından birine su, ikisine doLaptan çıkardığım pişmiş makarnayı, bir diğerine de kavanozdan döktüğüm arpa şehriyeyi tepeLeme doLdurup baLkona yönLendim...

artık güneş batıp tüm kızıLLığını evin saLonuna bırakınca, baLkon kapısını kapatıp güneşLiği çektim.. koLtuğa iLişip de ayakLarımı ''bir iş görmenin saadeti'' iLe keyifLice neredeyse saLonu kapLayan cam sehpaya uzattığımda bir arkadaşımın sürekLi kuLLandığı bir mısra düştü akLıma..

'' kanatLa ne aLakası var iki gözüm,
       kuşLar masum oLdukLarı için uçar... ''

Uğur Erdoğan

(bu yazıyı yazdıktan bir gün sonra kumrunun yuvasını buLdum… evin arka tarafına düşen tuvaLet camının önündeki mandaL sepeti içinde… eskiden etrafı kapaLı ama penceresi sürekLi açık oLan böLümde duran kombinin üstüne yuva yapardı, fakat yağmur geLmesin diye camını kapattığımdan bu kez oraya girememiş.. neyse, bir ekmek ve su servisi de oraya yaptım.. anne kumru iLe yavrusunu merak edecek oLanLara duyurulur…)


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,949,949,949,949,949,949,949,949,949,94
16 Kahveci oy vermiş.

 

 

Ömer Akşahan

 ÖNSÖZ : Ömer Akşahan


  Yakup'la Konuşmalar

Derisini değiştirmeyen yılan ölür. F. Nietzsche

Bazı öyküler vardır, zaman baskısı olmaksızın yaşanır. Tıpkı doğada olduğu gibi. Öyle değil mi sence Yakup?

Senin öykünü de birlikte planlarken ilke olarak anlatacağımız her noktada kesinlikle zamansız olmasına dikkat etmeyi kararlaştırdık değil mi? Ben sözümü tuttum. Parmaklarım tuşların üstünde bir tüy kadar hafif geziniyor seninle.

Seni ilk kez iki İtalyan sanatçının Amerikan Kültür Merkezinde verdiği konserde tanıdım. Kalemi elime adeta zorla tutuşturdun. Bir ara yazacak kâğıt bulamamıştım. Sonunda konser davetiyesinin üzerinde gördüm seni. Bu ilk tanışmadan müthiş bir keyif aldığımı itiraf etmeliyim.

Seni tanıdıktan sonra kabuk değiştirdiğime inandım. Ve her ziyaretinle ben de derin etkiler bırakıyorsun. Seni tanıdığım o mutlu anın izlerini yaşadıkça belleğimde taşıyacağım. Ama bana gelmekte niye geciktiğini bir türlü anlamış değilim. Yoksa ikramlarımdan hoşnut değil misin? Lütfen açıkça söyle. Ben sahte tavırlara karşı takıntılı biriyim.

Seninle ilgili bir anımı da anlatayım istersen. Hani bana yazdırdığın o ilk "Yakup ya da I Giri 78" adlı şiirim var ya, onu ilk okuyan Turgutlu'da dördüncü sınıfa giden şirin mi şirin bir kızdı. Okuduktan sonra ilk sorduğu: "Kim bu Yakup?" oldu. Nasıl anlatabilirdim ki seni? Evet, itiraf edeyim ki, hayatımda gerçekten Yakup adında bir arkadaşım hiç olmadı benim!

ateşin var mı yakup
içimdeki palyaço uyanıyor bak
yavaş yavaş

Hey Yakup! Bu kez çok şanslısın, otel odamda ilk kez bir dizüstü bilgisayarına konuksun. Kendini rahatça bırak şu divana. Ha, divan dedim de, aklıma Irvin Yalom'un meşhur 'Divan'ı geldi. İranlı ve Osmanlı şairler Divanlarını, Goethe Doğu-Batı Divan'ını divana uzanarak mı yazdılar, ne dersin? Benim doğrusu böyle lüksüm yok.

suya bırak beni yakup
bir şişede öleyim hem
yavaş yavaş

CD çalardan kimi dinlemek isterdin? Mozart, Beethoven, Çaykovski hepsi de bizim için… İstersen bizden renkleri de dinleyebiliriz. Bu alet, sen hangi ruh halindeysen ona uygun müzik çalar.

işte geldik gidiyoruz yakup
ah ne vardı aramızda somurtacak
artık gül biraz kahkahayla
yavaş yavaş

Ben çay koyacağım ocağa. Bunda biraz bencilce davranmama lütfen izin ver. En sevdiğim sıcak çaydır bilirsin. Gelirken bana hangi konuda yazacağını kararlaştırdın sanırım. Neden zamanı kategorize ederler bilmem. Hani şu yurdumuzda da bir zamanlar bestseller olan kitap var ya, "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git", Avustralya yerlileri Aborijinleri anlatan kitapta olduğu gibi zamansız yaşamak isterdim. Oysa ilk karşılaştığımızda senin bir Aborijin de olabileceğini düşünmedim değil. Belki de sen, bana onları anlatıp durmuştun da, kim bu fikri beynime yerleştirdi desem de anlayamamıştım; ta ki, seni tanıyıncaya kadar. Evet, en büyük hayalim Avustralya'da yaşamak. Yaşımı küçültebilsem giderdim. Yaş küçültme merkezi açılsa, ne müthiş paralar kazanırdı değil mi? Senin böyle bir derdin de yok Yakup. Çünkü Tanrı sana sınırsız bir ömür vermiş; her yaşta diri, genç ve güçlüsün.

n'olur konuş benimle yakup
sustukça ses tellerim
geriliyor bak
yavaş yavaş

Yaş meselesi gelince ortaya, bak, senin kadar hoşgörülü olamam. Hele şu emekleme işinde, insan doğar, emekler, yaşlanınca da niye emekler ki? Hayatın çan eğrisi çok acımasız. Zamanı durdurduk değil mi Yakup? Bunlar neyin kaygısı ki, peş peşe suskunluk mermilerin suratımda patladı.

Gözlüğüm karlandı bir an, Yakup'un görüntüsü birden kayboldu. Ne kadar bir bezle alıp silsem de camları, sessizce çekip gittiğini anlıyorum. Bana ancak yazımı kopyalayacak kadar izin verdi. Teşekkürler dostum.

ateşin mi var yakup
üzülme dinle bak
dışarda kar içimde yağmur
sahnede simpatica çalıyor
yavaş yavaş

Gözlerim yoruldu sana bakmaktan Yakup. Ne sen bana, ne de ben sana derman olurum. Buluşmak bir başka zamansızlığa kaldı. Ne yorucu şey seninle konuşmak; seni, sana anlatabilmek! Anladığım neyse yalnız onu anlayabiliyorum. Yaşamın gizemli tünellerinde sana ihtiyacım var Yakup. Kabuğumu değiştirirken yanımda olmanı isterdim inan.

Şimdi Malatya'da Mercedes Kadir'in kentindeyim Yakup. Bilirsin deliler bizim en yakın dostumuz. Ne de olsa onlar bizi anlamış gibi masumca gülümserler değil mi?

Ömer Akşahan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Sümbül Sokağın Solmuş Gülleri - 3 -

III.

- İzini nasıl bulmuş peki?
- Hiç konuşamadık ki. Aynur ablama mektup yazmıştım geçen yaz. Hala beni suçluyor olmaları beni çok üzüyordu. Yeniden olan biteni anlattım, hiç cevap vermedi. Neden bana inanmadıklarını aklım almıyor bir türlü. Hasan' a bütün olan biteni anlattığı gibi, adresimi de o vermiş olmalı. Aksi halde o yaştaki bir olayı hatırlayıp, bu kadar nefret edemezdi benden. Hala bana inanacakları, beni bağırlarına basacakları günü beklemek büyük aptallık. Beni asla afetmeyecekler.
- Yapma Deniz. Bu kadar umutsuz olma. Birgün mutlaka inanacaklar ve özür dileyecekler senden.
- O kadar yoruldum ki. Oysa neler hayal etmiştim küçükken. Şimdi düştüğüm duruma bak. Bir türlü çıkış yolu bulamıyorum kendime.

Birsen oturduğu koltukta dizlerine başı yaslamış Deniz' i teselli ederken. Kendi kaderini ve bütün düştüğü durumlardan sonunda nasıl kurtulduğunu düşünüyordu.

Birsen, Deniz gibi katil olup, önce ıslahhaneye, ardından da hapislere düşmemişti belki. Yıllarca dört duvar arasında çocukluğunu, gençliğini çürütmemişti. Onun başına gelenlerin tek sorumlusu Cevat' tı. Birbirlerini severek evlendiklerinde, gerçekte nasıl iğrenç bir adam olduğu aklına bile gelmemişti. İyi bir işi vardı. İlk zamanlar çok da mutlu olmuşlardı. Gün gelip Cevat varını yoğunu kumara kaptırana kadar... Ki ilk o kumar masasında satmıştı aşkından öldüğünü söylediği tek aşkı Birsen' i. Daha sonraları hazır para getiren bir işçi gibi, daha bir çok kişiye para karşılığı satmıştı karısını.

Bir süre sonra, her gece müşteri bulmak için uğraşmaktan sıkılan Cevat, Birsen' i, bir meyhanede sürekli olarak çalıştırmaya başladı. Her gece içki yanında meze diye ikram edilen bir tatlı gibi sundu karısını. Hiç utanmadan, hiç pişmanlık duymadan. Birsen kaç kere kendisinden kaçmak istediyse de peşini bırakmamıştı. Sonunda kaçarak kurtulamayacağını anlayan Birsen, bir süre Cevat' ın sözünden hiç çıkmadı. Hatta bu hayat hoşuna gidiyormuş gibi davrandı uzun süre. Bir gün, Cevat' ın ne para göz olduğunu bildiğinden, çalıştığı meyhanenin kasasını soymalarını önerdi. Cevat' ın gözleri parlamıştı bu teklif karşısında. Lale Meyhanesi gece yarısı dörde doğru kapanıyordu. Birsen patronunu oyalarken, Cevat da kasayı soyacaktı. Herşeyin yolunda gideceğine ne kadar çok inanmıştı. İşte bu inancı onun sonu olmuştu. Birsen bir süre oyalama numarası yaptığı Hamdi' ye, "Cevat seni oyalamamı söyledi. Şu anda kasayı soyuyor. Yapmazsam beni öldürmekle tehdit etti. Kaçmadan yakalayın." dedi. Hamdi üzerinde yatan Birsen' i ittiği gibi, meyhanenin arkasındaki odasına koştu. Cevat o gece tek kurşunla can verdi.

Cevat' ın ölümünden sonra kötü talihinin düzeldiğini zanneden Birsen, bir yıl boyunca ara sıra çektiği dayanılmaz başağrılarının sebebinin beyninde sinsice büyüyen tümör olduğunu anladığında yıkılmıştı. Bir süre daha tedavisini sürdürmek için bu hayata katlanmak zorunda olduğundan, meyhanede çalışmaya devam etti. Bir gece müşterisini eğlendirmek için oturduğu sandelyesinden düşüp, ağrılarla yere yığıldığında, patronu Hamdi hastaneye götürdü. O zamana kadar hastalığından haberi bile olmamıştı. Bu durumda bir kadını çalıştıramazdı. O kadar vicdansız değildi. Üstelik Birsen' e karşı kendisini borçlu hissettiğinden, tüm tedavi masraflarını ve iyileşene kadar geçimini de üstlenmeye karar verdi. Artık çalışmak zorunda değildi. Aylar süren tedavisi sonunda olduğu ameliyat, doktorların tahmininden de iyi geçmişti. Tek kaybı kesilen saçları ve kafatasında taşıdığı neşter ve dikiş izleri oldu.

- Kendi derdime düştüm, seni hiç soramadım Birsen. Sen nasıl oldun, tamamen iyileştin mi?
- Hala arada doktora gidiyorum. Ama tamamen iyileştim sayılır artık. Bak saçlarım bile uzadı. Gerçi hala kısalar ama, biraz daha uzadıklarında dikiş izlerim bile görünmeyecek.
- Çok sevindim Birsen. En azından sen kurtuldun artık.
- Bak ne diyeceğim sana. Kıyıda köşede biraz birikimim var. Küçük bir kafe açmayı düşünüyorum. Eğer istersen sen de bu işleri bırakıp, benimle birlikte çalışabilirsin. Hem seni benim gibi bu işi yapman için zorlayan da yok.
- Yapabilir miyim sence?
- Neden olmasın? Seni, başvurduğun diğer işlerde olduğu gibi araştıracak, geçmişini sorgulayacak değilim. Harika olur bence. El ele verirsek, çok daha başarılı oluruz.

İki kadın omuz omuza yaslanmış, Birsen' in taşınırken Deniz' e bıraktığı, kırmızı gülleri solmuş kanepede otururlarken, duvarda asılı kenarlarındaki sırları yeryer dökülmüş aynaya bakıyorlardı. Uzun zamandan beri ilk kez, gözleri dudaklarından daha çok gülümsüyordu.

Şimdilik Bitti...

Gülcan Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Zuhal Cekci

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.831 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


NELER ÖĞRENDİM

Elimde çiçekler, sırtımda düşler,
Yürüdüm yolunda hayatın, kaldırımlar boyu,
Suya yazdım kötülüğü akıp da gitsin diye.
Mutluluğu da toprağa ektim,
Boy verip, yeşillensin diye.
Kocaman bir silgi ile sildim her şeyi,
Sil baştan başlamak için.
Vefasızlık karşısında susmayı öğrendim,
Hayallerimi simsiyah gölgelerden çıkarıp,
Aydınlık sabahlara ulaştırmayı,
Kâğıttan gemiler yapıp,
Sularda özgürce yüzdürmeyi,
Şehrin yıpranmış yüreğini,
Gök mavisine boyamayı öğrendim.
Alacakaranlık bir akşamda
Üşüyen düşlerimi,
Güneşin sıcak teniyle ısıtmayı öğrendim.
Yazdığım senaryoda ki,
Tomurcuk güllerin rengini ak eyledim.
Puslu umudumu, paslı gözyaşımdan kurtardım,
Ağlarken gülmeyi öğrendim.
Islık çalarken rüzgâr,
Ruhuna kir bulaşmamış gecelerin birinde,
Güllerin haykırışta olduğunu öğrendim.
Bir sabah uyandığım zaman,
Geminin eski yanan fenerinin,
Martılarla dertleştiğini,
Göklerin kara, yerlerin soğuk olduğu zaman bile,
Mavi düşlerimin solmaması gerektiğini,
Her acıdan sonra bir kahkahanın,
Her gülüşten sonra ise,
Bir acının geldiğini öğrendim.
İnleyen nağmelerin, kırılmış dostlukların ve en acı anıların,
Bir gün gelip tozlanacağını,
Boynu büyük bir karanfil olduğun zaman bile,
Gülmen gerekeceğini öğrendim.
Düşen bir yağmur damlasının sonsuz olduğunu,
Ama mutluluğun sonsuz olamayacağını öğrendim.
Yolların karanlık, akşamların sisli olduğu zamanlarda bile,
Korkmadan yürümen gerekeceğini,
Mutluluğun düşlerde değil,
Kirpiklerde yaşadığını öğrendim.
Başarmak için başlamak,
Başlamak için ise, istemek gerektiğini öğrendim.
Yeni yakılan bir kına gibi,
İz bırakarak geçen yılların ardından,
Ağlaman değil, gülmen gerektiğini öğrendim.
Boş ama dolu nehirler gibi hızla geçen zaman
Yıldırmadı beni,
Ona inat, umutlarımı sırtlanmayı,
Kelimeleri cümlelere eklemeyi,
Saniyeyi saat yapmayı,
Saati ise sonsuz kılmayı öğrendim.

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Bulmaca - Sudoku


Sudoku #31



  Çözüm: Sudoku #30
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Bir web sayfası ki zaman karşı yarışıp bilginizi ölçebilirsiniz. Detaylar için http://www.birmilyon.com/ ...Birmilyon.com sitesinin kuruluş amacı, her türlü paylaşımı ön plana çıkartmak ve internette kaliteye önem veren insanların kaliteli bir ortamda paylaşmasını ve eğlenmesini sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda her geçen gün sizlerin de desteği ile kaliteden ödün vermeksizin birmilyon.com sitesini sahip olduğumuz profesyonel ekip ile geliştirmekteyiz...

İnternet ne güzel bir şey değil mi? Onun sayesinde istediğiniz yemek kapınıza kadar geliyor. "Homini gırtlak, pufidi kandil, tumba yatak" ...Merhaba, Türkiye'nin ilk ve tek online paket servis portalı www.yemeksepeti.com 'a hoşgeldiniz. Siparişlerinizi en doğru, en hızlı ve en kolay şekilde alıyor, ilgili restorana eksiksiz ve anında iletiyoruz. Kredi kartı, güvenlik sorunu yok. Siparişinizi hiçbir ekstra ücret ödemeden verin, 10-45 dakika içerisinde yemeğiniz elinizde olsun. Afiyet olsun...

İşte bu da yasal mp3 platformu. http://www.powerclub.com.tr Bastır parayı al mp3'ünü. Nasıl oluyormuş bu paralı mp3 diye merak edenlere duyurulur. Seyyar satıcıdan 2 YTL verip 80 - 100 şarkılık mp3 CD almaya benzemez.

...Ben uzaklardan beklerdim, Sayarak günlerimi. Bu gece penceremden düsenay isiginda, Birden yanibasimda buldum Bir agaç gibi çiçeklenmis Anladim almis yürümüs Sarmis bu sevda içimi ... Necati Cumalı şiirlerini severmisiniz. ...Akan suyu severim ben Işıldayan karı severim... http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/necati_cumali.html

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


POP Peeper 2.4.3 [818 KB] Windows (tümü) / bedava
http://www.snapfiles.com/php/download.php?id=104365
Spam ve istenmeyen epostalardan kurtulmak için kullanışlı bir araç. İstediğiniz kadar eposta hesabınızı tanımlıyorsunuz. Esas programınızdan önce bununla posta kutularınızı kontrol ediyorsunuz. Sadece başlıkları alıp istemediklerinizi kolayca siliyorsunuz. Garip epostalardan sıkıldıysanız mutlaka bir kez deneyin.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060331.asp
ISSN: 1303-8923
31 Mart 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com