|
|
|
27 Nisan 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Milli Jingle'a devam!?.. |
Merhabalar,
Dünkü yazımı gerçekten çekinerek yazmıştım. Ama gelen tepkilerden tek delinin ben olmadığımı gördüm sevindim. Hatta bu işi daha önce yetkili makamlara iletenler olduğuna da öğrendim, bir daha sevindim. Bitim kanlandı okumamışlardır diye bir açıklama eşliğinde yazımı Petrol Ofisi ve RTÜK'e de yolladım. Her ikisinden de okundu mesajlarını aldım ama şu saate kadar bir cevap gelmedi. Baktım reklam da aslanlar gibi yayınlanmaya devam ediyor. Demek ki kaale alınmamışız. Şaka bir yana, tabi 1 günde etkiye tepki alacağımızı sanmıyorduk. Yalnız ben bu adamların arasında aklıselim sahibi biri yok mudur diye merak etmekteyim. Milli marşımızı reklam jingle'ı olarak dinlemeye kaç kişi katlanır diye hiç düşünüp düşünmediklerini merak etmekteyim. Eee, bu kadar merakta fazla. Biliyoruz ki, adamın başına ne gelirse fazla meraktan gelir.
Bu arada haklı olarak "Başka işin yok mu?" anlamlı birkaç mesaj da almadım değil. Haklı olmasına haklılar, beni daha ciddi konularda yazmaya davet etmeleri ise benim için ayrı bir gurur kaynağı. Ama şu kısacık hayatta bırakın aradabir bir reklama, sömürülen Milli Marşımıza da takalım değil mi? Şu reklam kalkana kadar size de bana da rahat yok anlaşıldı. Hoş birkaç güne kadar kampanya biter, reklam eceliyle kalkar, biz de hehhee nasıl da kaldırttık der övünürüz, ondan sonra da sıra 21 yaşında İHL'li çocuğu(!?) makamına oturtup hayran hayran seyreden Meclis Başkanına gelir, siz hiç merak buyurmayınız.
Bugün eski sayılabilecek oynak bir şarkının yeni ve ingilizce versiyonunu dinleyeceğiz birlikte. Tarkan'dan Shikidim (Oynama şıkıdım şıkıdım). Hepimiz için güzel bir gün olsun, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel ACİL KAPISI-BİR SÜLEYMAN DOĞUYOR |
|
Bizim Kurumun Acil Kapısı sürekli gebedir..
24 saatte 800 civarı hastanın ve bu rakamın da en az 3 katı hasta yakının kullandığı Umumi bir kapıdır anlayacağınız..
Buraya da size bu kapının içinde yer alan şu gebeliklerden birinin doğum haberini yazmak niyetinde oturdum bugün..
Bizim kapının şahsına münhasır kendisinden biraz bahsetmek elzem oluyor aslında.. Altı ay öncesine kadar maviye boyalı öylesine sıradan soğuk bir demir kapıydı bizimkisi.. Acil Sorumlu Hekimi Altan Bey bir ani kararla Başhekimliğe bastırıp şu birini görünce hemen içeri buyur eden mucizevi kapılardan birini eskisinin yerine oturtturduğunda bizde azıcık yabanilik yaptık yani.. Girdik çıktık girdik çıktık.. Tam göbeğinde durduk.. Milim kımıldamadık.. "Aha bakın şimdi hastayı sedyeden düşürdük, bakalım kapı naapacak???" mizansenleri yazdık ( ..ee.. aslında pek mizansen de değil ya..) ve bunu oynadık.. Kapıda bir direnç bir direnç.. Bir de şık olmuş öyle, şeffaf filan.. Akıllı, yakışıklı, çalışkan bir kapı olmuş bizimki.. Vallahi bozulmadı ilk gün.. Şu aralar kapanma güçlüğü yaşıyormuş, ben başkalarının yalancısıyım, 25 Aralık nöbetimde şahsen duruma bakacağım.. Bilahare anlatırım..
Efendim ben ne anlatıyordum? Kapının kendisini atlamadığımıza göre, sırada bu kapının iç ve dış tarafı var tabii ki mevzu bahis edilecek..
Kapının iç kısmı bizi soğuktan koruyan ama bizimle birlikte hasta ve hasta yakınlarının acı tatlı, haklı haksız eziyet ve çilesini de içeriye hapis bırakan bir başka dünyadır demeliyim. O öyle bir kapıdır ki bizim gibi kendisini bekleyenler arasında nice deyimler yaratmıştır..
"Bu geceki cerrahi kapıcı kim??"
"Nerdesin be kızım beeee.. Kapıyı yine otomatiğe bağlamışsın.."
"Kapıcı dairesinin anahtarını gören oldu mu, forma kanlandı değiştirmem lazım"
"Kapıcı doktora gidin tansiyonunuzu ölçmeden sizi içeri almış, eşeklik yapmasın, Şef söyledi dersiniz"
"Sedyeyi kenara ittir teyzemm, otomatik kapı çarpar!" vb..
İçerisinin kalabalıklığı gününe ve saatine hatta mevsimine göre çok değişkenlik gösterir. Aynı şekilde hasta portföyümüz de bu gibi koşullardan ve ayrıca bir önceki gece oynayan dizilerden nasibini her daim alır.. Şu malum Asmalı Konak dizisinde birinin kız kardeşi canına kıyma girişiminde bulunmuşmuş da.. Hiiiiii!!!.. Allahım!!! Gökten genç kız yağmıştı bütün gün boyunca Acile.. Onu içen, bunu içen, yok içtiğini iddia edip midesini yıkamak için sondayı burnundan geçirmeye çalışırken içmediğine dair yeminle eden..
Bütün bu hoş veya nahoş yaşanılası ve tecrübe edilesi olay arasında benim yaşadığım bir tanesi vardır ki, anlatmazsam içimde kalacak, bunu deontolojinin nemli ve unutulmuş ahlaki sayfaları içine gömemeyeceğim işte.. Ey sevgili meslekdaşım sakın beni kınama.. Ey Hipokrat amca ne olur beni çarpma..
Süleyman İç Anadolu’nun bağrından kopup bize üroloji asistanı olarak gelirken, herşeyini olduğu gibi özünü de saklayıp gelmiş, aslında son derece saf, naif, ve inanılması zor da olsa bir o kadar da iyi niyetli bir arkadaşımız..
Kapı!!da ilk nöbetini tutmanın heyecanı ile gelmiş o gün hastaneye belli.. Yeni asistanlara mahsus, burunları iyice sürtmeden önce yaşadıkları şu malum “Ben çok önemli bir şey olmak üzereyim” duygu yoğunluğu ile o sabah hastaneye çok erken varmış olduğunu tahmin ediyorum.
Saat 10:00 gibi ben kapıcı dairesinden kapıya doğru yürürken ortam gayet sakin ve huzurluydu.. Cebime sığdırmaya çalıştığım anahtar tomarı içinden kapıdan nöbeti devir alacağım arkadaşıma vereceğim anahtarı çıkarmaya çalışıyordum bir yandan..
Süleyman ile ilk karşılaşmamdı. Geniş yüzlü, kısa boylu, kırmızı yanakları ışıkta parlayan bu çömez, bir köy çocuğu edası ile bana gülümsüyordu.. Çok severim doğal insanları, Süleyman da bir o kadar doğaldı işte.. Tecrübesizliğini kapatmaya çalışırken tevazuyu elde tutan bir tavırla bana devredeceği hastalardan bahsetti kısaca, konuşurken gittikçe panik oldu, en sonunda da kaçarcasına uzaklaştı kapıdan.. Arkasından gülümserken içimden “ oooffff.. of! Daha ne Süleymanlar görecek bu Acil” diye geçirdiğimi de çok net hatırlıyorum.
Süleyman’ın sırra kadem basmasından onbeş dakika sonra arkamdan omuzuma asılan bir el hissettim. Döndüğümde karşımda uzun boylu, bıyıklı, en çok kırklı yaşlarda, iyi giyimli birini gördüm.. Yüzü gözü kıpkırmızı olan bu şahıs ağzını açtığında tahminimden çok daha nazik ve kibar bir ses tonu ile yardım edip edemeyeceğimi sordu. Buyrun demem üzerine de “Eşimin nesi var, ona ne yaptınız?” dedi.. Kendisine "Bana eşinizin acil giriş kaydını getirirseniz sizi aydınlatabilirim” dedim demesine ama, hiç de beni anlamış gözükmüyordu.. Derin bir nefes aldı ve sorusunu aynen tekrarladı.. Derin nefes alma sırası daha bende değildi, henüz çok sakindim..
“Beyefendi, hastaları ve yakınlarını ezberlememiz mümkün olmuyor, bende size yardımcı olmak istiyorum, lütfen Acil Kapısından ilk girerken kayıtta size verilen şu iki nüsha olan mavi matbu kağıdı getirin bana ki okuyalım beraber..” dedim..
“Ortada kağıt filan yok işte, karım içerde yatıyor..” dedi..
“AAA.. o zaman size daha bakılmamış, lütfen hemen eşinizi buraya getirin, siz de bir yandan girişini yaptırın..”dedim..
“Yooo.. karıma bakmışsınız, hatta iğne yapmışsınız.. Kağıt filan da yok işte “ diye biraz biraz diklenmeye başladığında, ben derin nefes alma hakkımın ilkini kullanmaya karar verdim..
“Beyefendi, biz Acil girişi yapılmayan hastalara dokunamayız, iğne yapılması için muhakkak o kağıda yapılacak işlemin açıkça yazılmış olması, muayene bulgularının belirtilmesi gereklidir.. hem..” diye konuşurken sözümü heyecanla kesti..
“Ya, tamam!!! Yazılı birşeyler var zaten ama ben anlayamam ki.. Gelip siz bir baksanız..” diyecek olduğunda, ben zafer kazanmış bir komutan edası ve tevazusu içinde, “İŞTE!! O bahsettiğiniz yazıları bana getirin..”dedim gülümseyerek..
Olayı çözmüş olmanın, haklı çıkmış olmanın, ve muhatabımın delirmeden olayı idrak etmiş olmasının rahatlaması ile gevşerken, bunun tam tersine onun morardığını, burun deliklerinin genişlediğini, gözlerinin döndüğünü görünce az sonra bir felaket yaşayacağımı hemen anladım..
“YA BEN SİZE KARIMIN BALDIRINI NASIL GETİREYİM, KAĞIT FİLAN YOK, BİR İĞNE YAPMIŞLAR, BALDIRINA BİRŞEYLER YAZMIŞLAR, BİR DE KAŞE BASMIŞLAR” cümlesini duymam ile arkama dönüp elime kocaman bir parça alkollü pamuk alıp, bahsedilen zavallı genç kadının yanına koşmam bir oldu.. Eteğini sıvadığımda, bu genç ve güzel kadının baldırına şu cümlelerin yazıldığını okudum..
BU KADIN ALLERJİYE BENZİYO
AVİL İLE DEKORT YAPTIM
HABERİNİZ OLSUN..
Altında da Süleyman kardeşimin kaşe ve imzası...
Seda Demirel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Aşketrop
Seninle biz iki ayrı bölgenin iki ayrı dağının iki ayrı kuzusuyuz artık hiçbir kaval sesi kavuşturamaz bizi.
Sevdaların en hummalısından geçtik. Aşk dedikleri şaraptan da içtik. Aşkın şarabı haram değil dediler. Bizde içtik…
Nasıl günah değildi ki sarhoş da ediyor üstelik…
Tanımadık bir şehrin üçüncü nüshasıydı. Sanki bir fotokopiden çoğaltılmış gibi… Bildiğim bütün küfürleri hatta türettiğim küfürleri yani küfür alemine tüm katkılarım onun sayesindedir. Genç bir yaşta küflenmiş bir ekmek gibi işe yaramaz günlerim, tazecikken yani fırından yeni çıkacakken bayatlamış ekmeklerle aynı sepete koymam ondandır…
Bir gecenin tenhalığında sevdalar çıktı açığa. Ve sabah seher vakti geldiğinde biz artık birbirimize yasak olan iki aşıktık. Yani birbirimize aşık olmamıştık. Aşık olmayı bir halt sanarak yaşadık yıllarca…
Asıl olan Aşk olmakmış. Ve biz birbirimizde Aşk olduk.
Tutuştuk. Elele tutuştuk, tutuştuk. Zindanlardan çıkmışcasına gözlerimiz kamaşarak sevdik işte…
Sığmadı dört duvara, kentlere, yasaklara… inadına sevdik işte…
Kadere inanırdık ama, ilk kez bu kadar çıplak gördük onu…
Belki de daha önce hiç bakmadığımız bir gözdü bu. Gözlüklerimiz değişti, gözlerimiz değişti. Doktora gittik gözlerimizde neler oluyor diye gözlük camlarımızı değiştirdi. Aşketrop varmış gözlerimizde ameliyatla geçmez dedi. Sağa sevgi sola umut yazdı. Şimdi o gözlükleri kullanıyoruz. Dünya aynı görünüyor ama birbirimizi daha iyi görüyoruz…
Yasaktı aslında kör olma ihtimalimizde vardı. Gözlükleri takmamız riskliydi anlayacağınız kör olma ihtimalimizin olduğunu da açık yüreklilikle söyledi doktor ama görürseniz de harika görürsünüz demişti. Bizde kabul ettik yazığı reçeteyi, sağa sevgi, sola umut yazdı…
Aşkın kendisiyiz biz, bilinmedik diyarların herkesin yaşadığı fakat fark edemediği bir coğrafyanın kaşifleriyiz…
Hayran gözlüyüz, gözlüklerimiz var, sağ sevgi sol umut…
Kimin suçu bilinmez bu delilik. Yani yanacak gemiler, donanmalar batıracağız belki… Ama suçumuz var mı bilmiyorum? Yani sanki bir vahiyle indi bu, yaratan emretti aşk olmamızı,aşk olduk.
Bir gecenin karanlığında ifade güçlükleri ile yüreklerdeki anlatılmaya çalışıldı sanal bir kelime aktarımıyla, ama yürekler o kadar yakındı ki birbirine anlaşıldı söylenilmek istenen seher vaktinde sabah ezanından hemen sonra artık aşk oluyorduk. Yüreğimizdeki başkalaşıma şaşırdık önce anlamlar ardık. Ürktük belki ama şekillendi… Ve hayran kaldık…
“Kader diye bir şey var arkadaşlar” hiç ummadığınız bir anda soyunup karşınıza çıkınca anlıyorsunuz. Aslında çıplak bir şekilde karşınıza çıkmayınca da inanıyorsunuz ama o kadar gerçekçi gelmiyor. “Olacağı belliydi” diyorsunuz yaratan inanın dediği için inanıyorsunuz…
Ama dediğim gibi bu kader olgusu tüm çıplaklığı ile karşınıza çıkınca daha bir inanır oluyorsunuz…
Aşk olmak bilinmez bir ibadet bölgesinde yaratana secde etmek…
Meryemi hatırlamak ya da güneşin kızıllığına tapmak gibi…
Aşık olmanın arabeskliğinden uzaklaşışmışız artık asıl olan Aşk olmakmış…
İnsan sevdiğini yanındayken dahi özlüyorsa aşkmış ,her şeyi aşmış bir şekilde…
Kekik kadar doğal bir baharat kokusunun burnumuzun mukozasında çözülürken beynimizdeki impulslara gönderdiği sinyaller ertesinde duyumsadığınız o ilginç ve tanımadık koku gibiydi. Bu aşk olma hali…
Ölüm korkusu bile yeniliyor bu kutsallık karşısında yaratanın vahiysi bu…
Hıra dağlarında inmedi belki ama yine de Allah emretti. Bizde kulluk ettik…
Ol dedi oldu.
İki kere iki bir edermiş. Ben bu denklemi yeni öğrendim hiçbir sınıfın soğuk sırasında öğretmemişlerdi.
İki kere iki bir. İki kere bir sıfır…
Şimdi ben başka coğrafyalarda harita dışında kalan ve ihanet bayrağının göndere çekildiği bir kışlanın soğuk demirli ranzasında sessiz sessiz ,kimsesiz kimsesiz infaz büyütüyorum…
Şarjörüme kendi imal ettiğim kurşunlardan sürdüm…
Patlarsam Tendürek’in yıllar önceki haline dönerim. Sığmam hiçbir yere, dağların eteklerinden giydirip sana, patika yollarda yavru keçileri yanımıza alarak gidelim…
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
ansızın...
ansızın sana rastlarım bazen.
dallarında bahar çiçekleri açmış
bir çaybahçesinin kuytu bir köşesinde..
bir kuş konar dibinde oturduğun çınarın dallarına.
muhabbet desem ona benziyor ötüşü.
ama yalnızca ötüşü..
buldum.. kanarya.. aylarca kurguladığı özgürlük düşünü bir akşam vakti dalgınlıkla açık bırakılmış bir pencerden kaçarak gerçekleştirmiş bir kafes kanaryası.
sarı kanatları var.kendine kapanmış. üşüyor belli ki..
belli ki sahibini özlemiş..
sıcak odasını..tüylerinde dolaşan o anaç ellerini..
ve yalnızca ona fısıldadığı
yalnızlık sözlerini..
özgürlük öteki kuşların anlattığı kadar muhteşem bişey filan değilmiş yani.özgürlük göklerde,sokaklarda bir başına,amaçsız, gayesiz,aç ve susuz dolaşmak,atılması muhtemel bir yem parçası için yalvarmakmıış.
özgürlük kuralları konulmuş, sınırları örülmüş bir hayatta, kuralsız yaşama deneyimlerinin telörgülerde asılı kalmış gönençsiz ve trajik öyküsüymüş.
çünkü artık geri dönülecek bir yuva bile yoktur. dinamitlemişsindir o sıcak yuvaya seni ulaştıracak tüm geçmiş köprülerini. seni güvenin o salim limanlarına ulaştıracak tüm seferler iptaldir, sonsuza değin.
yeni roller kalmamıştır. rollerin boş koltukları dolmuştur birbir oturmayı bilmeyenlerle..
ayakta ve aylaktır o beğenmedikleri koltukları düşünmeden ansızın boşaltanlar..
sonra ansızın sana rastlarım yine..
bir deniz kıyısında yalnız başına oturmuş keder içinde cıgara tüttürüyorken.. o eski o kadirşinas, aidiyetlerinin olduğu emin ve sıcak yeri özlüyorken..
seni getiren o geminin seferlerinin yeniden başlamasını bekliyorken.
oysa gelmiyecek o gemi..
sende biliyorsun..
ne dönülecek mamur bir yurt,
ne sığınılacak sevgiyle dolu bir kalp olmayacak artık geride..
haydi kalk ve ne olur bekleme artık!
git yeni bir yaşam kur kendine..
eskiyi özleyerek geçirme önünde duran yepyeni, ışıl ışıl günleri.
çünki yeni seferler var; bak!, yeni limanlara.. güzel ve umutlu, düşsel serüvenlere..
haydi kalk ve bir bilet al!
topla yalnızlıklarını
topla üşümüşlüklerini
ve o bitmeyen özlemlerini..
ve ardına dönüp bakmadan birkez.
git burdan..
yoksa ansızın gözlerin gelecek aklıma..
kapalı ve
hiç açılmayacakmış gibi kilitli,
gözkapaklarınla..
gözlerin..
ansızın...
Ümit İmbat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
OKUMUYORUZ ÇÜNKÜ
İzmir Kitap Fuarı, renkli simalarla, edebiyatımızın mihenk taşlarıyla açıldı geçtiğimiz Cumartesi günü. Kitap dostlarının azlığı ve KİTAP FUARINA olan ilgi azlığı bu yıl daha beter bir iniş ivmesinde. Neden? Nedenler ve çünküler bir çok...
Kitap okumak lüks oldu çünkü... Ve çünkü, okuyucu popüler kitaplara yönlendirilmiş, üstüne üstlük korsan kitaplarla da okuma alışkanlığı besliyor hâlâ!
Kitap stand-larında tanınmış birkaç yazarın dışında kitaplarını imzalayan yazarlar dışındaki yazarlar, tabiri caizse “sinek avlıyorlar!”
Okuyucuyu okuma aşkına yönlendiren yayın evlerinin gayreti, Edebiyatçı Dernekleri, Yazar Sendikaları, yaptıkları söyleşilere de, dinleyici bulamıyor!!!
Bu manzarayı hak etmeyen 11’inci İzmir Tüyap Kitap Fuarı’na her geçen yıl; ilgi azalıyor... Oysa; İzmir demek, aydınlık demek, İzmir demek, kültür demek ama, demek değil(miş). Gene burada çünkü konuşuyor...
Okur, kitap fiyatlarını pahallı buluyor, ama yönlendiriliyor da ister istemez...
Ve isim yapmış yazarların güncel kitaplarına gidiyor okurun ayakları, cüzdanında kitap için ayırdığı birkaç YTL parası... Çünkü gene konuşuyor, bilinç altına yerleştirilen de medyada boy gösterme şansına erişmiş kitaplar.
Kitapla ilgili çeşitli tanıtımlar ve promosyonlarında “çünkü” ye katkısı yadsınamıyor bu durumda...
Fuarın açıldığı gün ve ertesinde; kitap stand-larını dolaştım, dünya klasiklerini, okunası kitapların; 2YTL.’ye satıldığını ve alıcı beklediğini içim sızlayarak gördüm.
Kitaplar ucuz da olsa: Alışkanlığımız gereğince beynimize kazınmışlar bize empoze edilmişler dışında; maalesef alıcı bulmuyor...
İzmir Tüyap, kuru kalabalıkta... Kitap okumak isteyen İzmirli, FUAR alanında geziniyor, kitaplara dokunmadan, yazara ve kitaba bakmadan mesire yerinde gibi dolanıyor...
Çünkü: Çünküler o kadar çok ki...
Bir çünkü de: Toplumu televizyonun renkli güllerine alıştıran zihniyetlerde...
Halbuki TRT 2’de ve 3’te hâlâ SANAT KÜLTÜR sunan, bizleri aydınlatan programlar var ama öteki çok izlenen televizyonlara örnek olmadı bir türlü...
ÇÜNKÜ İNSANIMIZI magazin furyasından, sanata ve kitaba yöneltecek bir babayiğit televizyon yöneticisi bulunmadı henüz...
Neyse ki, TRT 2’DE KİTAPÇA PROGRAMIMIZ VAR.. (İzleyici potansiyeli az da olsa!) FAKAT BU KÜLTÜR VE SANAT PROGRAMI TRT 1‘E ÇEKİLSE VE ÖBÜR TELEVİZYON YÖNETİCİLERİ DE BURADAN ÖRNEK ALSA VE SANATA KÜLTÜRE EĞİLSE... BU ÇÜNKÜLER AZALIR...
29 Nisan Cumartesi günü Edebiyatçılar Derneği’nde İmzam var, gene çünkü lerle karşılaşmak istemiyor, kuru kalabalıktaki okumayan topluma çağrı yapmak istiyorum:
KİTAP FUARLARI, gezinme yerleri değil, aksine kitapla buluşma yeridir sevgili İzmirliler... Fuarda gezinin ama, kitapların sayfalarında, ilmek ilmek örülen imgelerin zenginliğinde ve “çünkü”leri silerek...
Herkese bol kitaplı günler diliyorum...
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç MEHMET AKİF VE İSTİKLAL MARŞI |
|
Milletleri ayakta tutan belli başlı değerler vardır. Dil, dil, vatan, bayrak, millî marş bunlardan sadece birkaçıdır. Bunlar birlik ve beraberliğimizin çimentosudur. Zor zamanlarımızda bunlar etrafında kenetlenerek yekvücut oluruz. Bunlar olmazsa olmaz değerlerimizdir. Bu kırık dökük satırlarımda bu değerlerden biri olan İstiklâl Marşı'ndan ve onun duygu eri Mehmet Akif'ten söz etmek istiyorum size.
Mehmet Akif, Arnavut kökenli bir aydın olmasına rağmen kendini Müslüman bir Türk olarak görmüş ve yaşadığı bu topraklar için kalemiyle ve bileğiyle elinden geleni yapmıştır. Bazıları onun milliyetinden rahatsız olsa da O, milliyetini hiçbir zaman inancının önünde görmemiş ve Müslümanlığını Türklüğünün önünde tutmuştur. Onu diğerlerinden ayıran ve bütünleştirici kılan da budur. Böylelikle de her kesimin sevgisini kazanmıştır.
Akif, Batı'ya hep şüpheyle bakmış ve güven duymamıştır. Bunun sebebi Batı'nın tarih boyunca Doğulu milletlere at gözlüğüyle bakmasıdır. Bu kanaatinde haklı olduğu defalarca ortaya çıkmıştır. Keşke Akif, bu ileri görüşünde haksız çıksaydı da tarihî acılar yaşanmasaydı. Fakat yaşananlar onu haklı çıkarmıştır. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu görülmüştür. O, bizi birbirimizi düşürmeye çalışan ikiyüzlü Batı devletlerinin yüzüne şiir yoluyla da olsa tükürerek vicdanen rahatlamıştır:
"Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün ehl-i salîbin hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!"
İstiklâl Marşı'yla ilgili olarak anlatılan hikâyeyi hepimiz biliriz. Onun için bu gerçek öyküyü bir kez daha tekrar etmek, malumu ilân etmekten başka bir şey olmaz. Fakat bilinmelidir ki bu marş, zaferden sonra yazılmamıştır. İstiklâl Marşı yazılırken ülkemiz hâlâ işgal altındaydı. Düşman güçleri saldırdıkça saldırıyordu. Zaten bu marş da halkın azim ve heyecanını diri tutmak ve insanlarımıza inanç aşılamak için yazılmıştır. Akif, marşın sözlerinde Türk topraklarının düşman çizmesi altında kirlenmekten kurtarılacağına inanıyor ve zaferden haber veriyordu. Biliyordu ki inanmak başarmanın yarısıdır. Millet kenetlenirse başarı kendiliğinden gelir zaten.
Bilindiği gibi yarışmaya iştirak eden 724 şiirde ifadesini bulamayan kurtuluş azmi ve heyecanı Akif'in mısralarında canlanarak yerli yerine oturuyordu. Bunu başaran Akif, marşla ilgili olarak, kendini geri planda tutmak istiyordu. Çünkü bu güzide şiiri bir şahsın değil, milletin topyekûn sesi ve hissiyatı olarak görüyordu. Böyle düşündüğü için de onu "Safahat" ına almamıştır. Bununla ilgili olarak söylediği şu sözler ne kadar da manidardır: "Onu ben milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Artık o milletindir. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım."
Mehmet Akif'in İstiklâl Marşı'na "Korkma" nidasıyla başlaması tesadüf değildir. O biliyordu ki korku, baştan kaybetmenin diğer adıdır. Bu sözlere bakıldığında hepsinin kararlılık ve inanç yüklü ifadelerle örüldüğü görülür:
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O benimdir, o benim milletimindir ancak!"
Kurtuluş Savaşı'na karşı olan bir kısım aydınlar, Akif'i saflarına çekmeye çalışsa da o her zaman bağımsızlık ve mücadeleden yana bir tavır sergiledi. Bu kararlılığı ve yılmaz iradeyi her fırsatta halka ettiği değişik vaazlarda görebiliriz. Bu bağlamda 6 Şubat 1920 günü Balıkesir Zağnos Paşa Camiî'ni tıklım tıklım dolduran ahâliye şöyle sesleniyordu Akif:
"Cemaat içinde herkesin uhdesine düşen bir vazife-i vataniye, bir farizâ-i diniye vardır ki onu ifa hususunda zerre kadar ihmal göstermek caiz değildir. Bu hususta hiçbir fert kenara çekilerek seyirci kalamaz. Çünkü düşman kapılarımıza kadar dayanmış, onu kırıp içeri girmek, harîm-i namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor. Bu namert taarruza karşı koymak, kadın, erkek, çoluk çocuk, genç, ihtiyar, her fert için farz-ı ayın olduğu, bir lahza hatırdan çıkarılmamalıdır."
Akif, kendi hâlinde yaşayan bir insan olmasına rağmen kararlı ve inançlı bir yapıya sahipti. Nerde olması gerekiyorsa orda duruyordu. Onun gür ve kararlı sesi, daha evvel Balkan Harbi esnasında; Beyazıt, Fatih, Süleymaniye Camiî şeriflerinden, Millî Mücadele'de ise Balıkesir Zağanos Paşa ve Kastamonu Nasrullah Camiî'nden ve daha pek çok camilerden yükselmişti. Ümitsizliğe şiddetle karşı çıkmış, her fırsatta halka moral ve yürek vermişti. Tefrika illetine tutulmamamız için bizi uyararak şöyle demişti:
"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez"
Mehmet Akif, hayatı boyunca bir münzevî gibi ömür sürdü. Doğru bildiklerini yaşadı, yazdı ve yaydı. Milletine güven ve sabır aşıladı. Birlik ve beraberliğin bizi birbirimize bağlayan en önemli unsur olduğunu her fırsatta hatırlattı. Yabancıların kirli senaryolarına figüran olmamamız için tarih şuuru kazandırdı. Hakiki Müslümanlığın en büyük kahramanlık olduğunu haykırdı. İslâm birliğinin tesisi için gayret ettiyse de arkasında yürüyenler tez yorulduğu için, tam anlamıyla gayesine ulaşamadı. Aradan geçen yıllar, Akif'in söylemlerinin ne kadar doğru ve isabetli olduğunu ispatladı. İstiklâl Marşı'nın kabulünün 85. yıldönümünü kutluyor Akif'in deyimiyle "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın." diyorum.
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.962 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Y E L K E N L İ
Ben bir yelkenliyim şimdi.
Uzaklara yazıldım.
Açıklara, koyu mavilere,
bulutların beyazına, gecelerin ayazına,
bahar yağmurlarına, güneşin sıcak sarısına
sürünerek gideceğim...
Sona kalmış umutların ağacından gövdem.
Saklanmış sevgilerin bezinden yelkenim.
Kaptanı, çımacısı, aşçısı,
yelkencisi, güvertecisi,
hepsi benim...
Yosun tutmaktansa buralarda,
alışmalı ayrılıklara...
Açılmaya,
en uzaklara yazıldım...
Gelen gelsin, ben giderim...
Vira yelkenim..!
Gül Ozan
Yukarı
|
Sudoku #50
Çözüm: Sudoku #49 SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
Sakar makinistin ettiği!..
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Epeydir işlerinin yoğunluğu nedeniyle aramızda olamayan sevgili Mustafa Serdar Korucu'nun editörlüğünü yaptığı yeni haber sitesi www.haberposta.com açıldı. Olan bitenden haberdar olmak için iyi bir seçenek. Bu arada kendisini yeniden aramızda görmek istediğimizi de söylemeden geçmeyelim.
Güzel bir web sayfası, Robot meraklısı olanlara meraklarını gidermek için tavsiye ediyorum ...Robot yapmak için gerekli malzemeler, devreler, motorlar, dişliler,yapılar, imalat, elektronik bilgi ve programlar konusunda eğitici yayınlar yapmak, teknik ve teorik robot derleri vererek robot yapmanın artık basit bir uygulama olduğunu göstermek... http://www.robbot.org kısayoluna tık.
Nike reklamında kullanılan muhteşem kolonları hatırlayıp, nasıl yapılır bu kolonlar diyenlere resimli bir kaynak http://www.cnmat.berkeley.edu/Speakers/ Hemde işin tekniğini akademik kaynaklara dayanarak hazırlayanlardan.
Google nedir? İnterneti kullanan hemen her kullanıcının adı gibi bildiği bir arama motorudur. Peki Siigle nedir? Hımm, du bakalım neydi bu yahu, bak dilimin ucunda ama aklıma gelmiyo demeyin http://www.siigle.com/ kısayoluna tıklayın. İşte bir arama motoru daha, ama sadece oyun meraklılarına... google ve siigle pek bi benzer olmuşlar dimi.
...Aslında işin aslı şöyle hakim bey, Aslıyı ilk gördüğümde başlıyor işin aslı, Aslı birgün benim acizane kaptan şöförlüğünü yaptığım 56, Şavrole taksiye biniyor, Ve ; karagümrüğe diyor bana, Karagümrük o dakika gönlümün başkenti başımın tacı ruhumun,İlacı oluyor, delikanlıya yakışmaz, Yolculuk esnasında en ufak bi rahatsızlık yada edepsizlik, Etmiyorum... http://www.sozlerim.com
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|