Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 980

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Yırtıcı Forvet!..


1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.
Merhabalar,

Selanik'te olanları bıyık altından gülerek unutmaya hazırdım da dün Çiçek Bakan bir açıklama ile avukatlığa soyununca dilime gelenleri bir söyleyeyim istedim. Selanik'te Atatük müzesinin herkese açık defterine bir vatandaşın yazıp yapıştırdığı yazıyı okuyunca nevri dönen Tayyip Bey sayfayı yırtıp aldı biliyorsunuz. Yazılanları biraz sansürlü olarak okudum. Aynı uslupla yazarmıydım bilemiyorum ama benzer cümleler kurup altına imza atacağım kesin. Ben yırtma gerekçesine takıldım kaldım. Atatürk'e saygısızlık yapıldığı için yırtmış Tayyip Bey. Zaten cismi var gönlü yok halde gittiği bir Atatürk Müzesinde, Atatürk'ün saygınlığını korumayı üstüne vazife edinmesi ilginç. Yazı tam bir şikayet mektubu. Vatandaş şikayet merci olarak gördüğü Atatürk'e duygularını saymış dökmüş. Haklı olup olmadığını tartışmaya bile gerek yok. Ancak eleştirilen AKP olunca Tayyip Bey'in asfalyaları atmış ve muhtemelen "Ulan..." la başlayan bir cümle kurarak sövücü yanından sonra yırtıcı karakterini de gösterivermiş. Şansızlığı işlem sırasında kafasını kaldırıp gazetecileri görmemiş olması. Görse olan biteni ruhumuz bile duymazdı, adamcağız da yerinde yeller esen bir yazıyı torunlarına anlatır dururdu. Umarım Tayyip Bey bu yırtıcı karakterini yakında çıkacağı yeşil sahalarda faul yaparak göstermez ve hakemden kırmızı kart görmez. Görürse rezil oluruz, rezil.

...

Öykü yarışmamıza katılımlar yavaşta olsa sürüyor. Katılımı artırmak adına yarışmamızı tüm dostlarınıza duyurmanızı ve internet üzerinde kullandığınız kanalları bu iş için seferber etmenizi, ayrıca yarışma sponsorumuz Ekonomik Ticaret'i alışverişlerinizde kullanmanızı hasseten rica ediyorum. Bizzat tarafımdan test edilip onaylanmıştır. Özellikle yaklaşan Anneler Günü'nde alışveriş yapmak için çok iyi bir alternatif.

Sesli öykü yarışmamıza çoğunuz ne güzel dediniz ama henüz tek bir kayıt bile yollamadınız. Gene iş bana kalacak ve size karga sesimle Andersen'den Masallar okuyacağım, o olacak. Haydi ama, yazdıklarınızı seslendirmeyi mutlaka denemelisiniz. Bugün sizlere gene yıllar öncesinin bir hit şarkısını dinletiyorum. İlgnç grup Boney M'den Ma Baker. Güzel bir gün olsun, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Denge

Buruşuk Kadınlar - OnLine satın alabilirsiniz. Sanki ilk defa görüyormuşçasına bakışlarını hemen yanı başındaki denize kilitledi. O hep böyle yapardı, vereceği önemli kararların arifesinde kendini tüm dünyadan soyutlar, tek bir noktaya sabitlediği bakışlarıyla saatler boyu hiç kıpırdamadan, bir heykel gibi donar kalırdı.. Bu pek az insanın başarabileceği konsantrasyon hareketini yalnız başına kaldığı zamanlar gerçekleştirmesi konsantrasyonunu oluşturacak bir şarttan ziyade, faltaşı gibi açılan gözlerinden ve suratının almış olduğu ifadelerden etrafındakilerin ürkmemesi için alınan bir tedbir olurdu.

Ne kadar korkunçlaşırsa korkunçlaşsınlar; insanın içini eriten o güzelim gözleri birazdan, hafif hafif çiseleyen yağmura ayak uyduracaklardı. Oysa ne çok direnmişti o gözyaşlarına. Ne zaman zayıf bir anında duygularına yakalansa, çocukken kız kardeşİ Tuğçe'yle yaptıkları renkli toka kavgalarını anımsar, tebessümlere bırakırdı suratını. Yaşının verdiği avantajla kendisinin her tartışmada galip gelmesi neticesinde O'nun bir köşeye oturup dudaklannın büzülmesine dayanamaz, ertesi gün istediği tokaları gizlice elbise çekmecesinin içine bırakırdı.

Artık koskoca kız olmuştu Tuğçe, daha geçen gün okulda kendisine ilan-ı aşk eden çocuk hakkında uzun uzun konuşmuşlardı; böyle şeyleri ilk defa anlatıyordu O'na, gözlerinin parıltılarını görmemesi için insanın kör olması gerekirdi...

Fakat o minicik kızın hayali bile artık engelleyemiyordu yüreğinin burukluğunu, zaten hayli uzun zaman olmuştu o beyninde devri daim eden günleri yaşamayalı ve özgürlüğüne bıraktığı saçlarına toka kullanmayalı...

... Neden ben?

O kadar çok sormuştu ki cevabı belirsiz bu soruyu kendine, her soruşunda asiliği bir kat daha artmıştı yaşama. Bırakmıştı şimdilerde kendisini boşu boşuna meşgul eden soruları bir tarafa, ne fark ederdi ki, kendisi veya bir başkası, sonuçta yaşanılacak her şey insan için değil miydi? ...

Sonra kurtardı bir ara kendini mavi denizin coşkun dalgalarının üzerindeki dalgınlığından. Kendinin de bir parçası olduğu kalabalığı seyretmeye koyuldu. Ne garip bir dengeydi bu, birisinin gittiği yerden bir başkası gelmekte; dört bir tarafa dağılan kuru kalabalık ve mutlu bir çoğunluktu gözbebeklerine yansıyan. Mutlu bir çoğunluğun içinde mutsuz bir azınlık ve şimdi kendisi de o azınlığın önde gelenlerindendi...

Ne tuhaf bir duygu, ne zaman kendini mutlu hissetse etrafındaki tüm insanların mutsuzluğuna tanık olur ve ne zaman dünya böyle başına yıkılmışçasına bitkin ve mutsuz olsa, yaşamın o güzel ahengini kendisiyle dalga geçer halde bulurdu. Bu da dengenin bir parçasıydı galiba, ama asıl denge dünyanın varoluşundan bu yana süregelen ve hiç aksamaya meydan vermemiş o büyük hakikatti.

Şimdi o dengede kendisini de yeri değişmekteydi, zamanlı veya zamansız, herkes o dengede rolünü oynayacaktı.

Esnafın hareketliliğinin öğle yemeği vaktinin geldiğini fark ettirmesi bir kez daha dağıtıyordu dalgınlığını. Kolundaki saatine baktı, sonra, arkasını döndüğü denizi yeniden manzarası yaptı.

Müesser hanımın bu saatlerde hazırlamış olması gerekirdi öğle yemeği masasını. Canı bir haftadır kıymalı barbunya çekiyordu. Yaptıkları pazar alışverişi sonrası akşamdan yapılan o nefis kıymalı barbunyadan aldığı tadımlığın ardından, odasına çekilip uyuyakalmıştı.

Annesi Müesser hanımın ilk göz ağrısıydı, üzerine titremişti senelerdir, yalnız annesi değil, arkadaşı, dostu, sırdaşı olmuştu. Oynadığı mutluluk oyunlarını, hayatta imkansız diye bir kelimenin olmayacağını ve insanın, yaşamının hiç bir evresinde umudunu yitirmemesi gerektiğini O'ndan öğrenmişti. Ne yazık ki o öğrendiklerine en muhtaç olduğu dönemde kendisini bu kadar güçsüz hissetmesi öğrendiklerinin pratiğine engel oluyordu şimdi.

Muhtemelen yine büyük bir ihtimalle öğle yemeğinde kıymalı barbunya vardı, yemekten ziyade en hoşuna giden şey, yaşamının en vazgeçilmez insanlarıyla bir masa etrafında toplanıp, yaşadıkları yarım günün kritiğiyle başlayan hoş sohbetler olurdu. Arkasından çay faslı başlar, komşular çağırılır, seyredilen Brezilya dizilerinden, masum dedikodulara kadar renk değiştiren şirin diyaloglar yaşanırdı.

Bu gün hiç acele etmiyordu o günün en sevdiği saatlerine ulaşabilmek için, kendini kandırmıyordu artık, biliyordu birgün hiç; biri olmayacaktı bunların, ne sevdiği yemeklerin eşliğinde yapılan hoş sohbetler, ne komşuları Belkıs hanımın en taze dedikodularını; büyük bir ciddiyet ve hararetle aktardığı çay saatleri, ne de kıymalı barbunyalar. Hatta şu deniz, şu kalabalık, şu şehir, şu seyyar satıcılar, şu kaldırımlarda öyle...

Ya bir doğum günü partisinde tanıştıkları o genç delikanlı... İsmini sorarken heyecandan nasıl da kekelemişti o gün. Aldığı akşam yemeği teklifi sonrasında içinde kıpırdayan bir şeylerin olduğunun farkına varmış, bunu hissettirmemek için de teklifini geri çevirmişti. Sonra, sayısını hatırlamadıkları akşam yemekleri ile ömürlerinin en unutulmaz anlarını yaşamışlardı beraber.

Doktorların ''lösemi'' teşhisi koydukları gün, akşam matinesine alınan iki sinema biletiyle o genç boşuna bekleyecekti kendisini sinemanın önünde...

İlk aşkıydı 0, ilk göz ağrısı, ilk heyecanı. Yaşanılacak, görülecek öyle çok şey vardı ki, keşke yaşam biraz daha adil, biraz daha merhametli olabilse idi...

Bir kere daha baktı saatine sanki önemi varmış gibi, sonra şehre, kalabalığa, seyyar satıcılara... Ölümü sindire sindire yaşamak zor geliyordu küçük bedenine, yağmur da hızlanmıştı üstelik. Ve bırakırken kendini seyrine daldığı maviliklerin kucağına, yaşam geride kalanlar için aynı akıcılığıyla devam ediyordu...

Alper Kutay Erke


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Burcu Erman

 Kahveci : Burcu Erman


  Sarıp sarmalama bırak...

Sarıp sarmalama bırak açık kalsın yanağı benli uzun kirpikli sevişmelerimiz.
bırak görsün ayıbımız yoksa cümle alem.
soluk renkli yorganların altında kim vurdu ya gitmesin tenimin tenine değişi.
ah sen bilmezsin çok tanrılı dinlerde yalnız gezen bir martıdır kadının hisleri.

Uzanınca yanıma sen,düşü verir kanatlarım denize.
Tokat gibi çarpar yeryüzünün en derin maviliğine.
Sanki ahı kalmışta batan gemilerin
Cezası olmuşum kanatlarımın çarpmasıyla dalgalara.

Ah sen bilmezsin annesinin erkek evladı...
küçük Anadolu şehirlerinin yağız delikanlısı...
doğduğun gün kavrulmuştur tenin.
kim bilebilirdi yirmi üç yıl sonra şu koca şehirde kaybolacaktı ellerinde ellerim.

Şimdi şiirler yazıyorum sana dokunuşlarımda.
ah söyleyemiyorum adını sığdıramıyorum satır aralarına..
ip atladığım sokakların gece dönüş karanlığında
ismini anıyorum ,
bir berduş kediler duyuyor
bir de çatısı olmayanlar...
Kaçırıyorum gözlerimi annemin kahve göğsünden.
ihanet gibi geliyor ondan alıp sana vardığım geceler
Dilimin ucuna geliyor,anlatmak istiyorum varlığını.
Avuç içine alıyor dudaklarımı çocukluğum
Susturuyor beni.

Ah sen bilmezsin kaybetmeyi etini
İliklerim pazara çıkmıştır öncemde
Şimdi senin olan her hücreyi
Geri almak için kurumuş topraklara attığım savaş adımları süsler gelinliğimi

Rengi beyaz sim işli içi karadır heveslerimin
Sana vardığım an su deymişcesine çocukluğum olur
Ağlar sızlar her dudağın büküldüğünde
Ondandır eve dönüşlerimde adımlarımın sızlanışları

Sen sanarsın ki anlamaz benim içim doğru yeri doğru zamanı
Oysa en koyusunda siyahın
İnat edip dönmediğim günler yatar
Bu yüzden şimdi sen
Sarıp sarmalama
Açık kalsın yanağı benli uzun kirpikli sevişmeleriz
Eğer ayıbımız yoksa görsün cümle alem
Soluk renkli kimliklerin yanında kim vurduya gitmesin
Yüreğimin gözüne değişi
Ah sen bilmezsin
Çok tanrılı dinlerde dilden dile gezen bir duadır kadının hisleri

Burcu Erman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  HIDRELLEZ COŞKUSU

Milletimizin çok zengin ve köklü bir kültürel birikimi vardır. Bu öyle kısa bir zaman dilimizde elde edilmemiştir. Bin yılların ürünüdür kültürel değerlerimiz. Onlar bizi ayakta tutuyor, onlar sayesinde tek yumruk oluyoruz. Bazı bölgelerimizde gelenek ve göreneklerimiz hukukî kaidelerden ve dinî inançlarımızdan daha tesirli olabilmektedir. Çünkü öyle geleneklerimiz vardır ki bunlar Türklerin İslâmiyeti kabulünden daha eskilere dayanır. Hayatımıza müspet tesirleri olan ve İslâmiyetle çatışmayan örf ve âdetlerin yaşatılmasında sayısız faydalar vardır. Bir zamanlar, Türk şiirinin en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilen ve Beş Hececilerden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel, Batılı kültürü yerli kültüre tercih eden, kimliğini kaybetmiş mankurtlara ve kültürel değerlerini Doğu milletlerinkinden üstün gören Batılı milletlere şöyle sesleniyordu:

"Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar"

Bu dizelerde ifade edilenlere katılmamak mümkün mü? Gerçekten de bizim kültürümüz ve sanatımız Avrupa'nınkiyle kıyaslandığında bizimkinin çok daha zengin olduğu ayan beyan görülür. En azından bu hususta alnımız ak, başımız dik olmalıdır. Bize kültür ve medeniyetten dem vuranların, hatta ders vermeye kalkanların tarihine ve kültürüne bakınca olumlu manada fazla bir şey göremeyiz. Ya bizim millî ve manevî birikimimiz? Bu değerleri yaşamayı bir kenara bırakın, bunları öğrenmeye bile bir ömür yetmez. Yine aynı Çamlıbel, "Sanat" şiirinin devamında muhataplarının yüzüne şu kararlı ifadeleri bir şamar gibi indiriyor:

"Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz"

Kültürel değerlerimizden birisi de hıdrellez geleneğidir. Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Rûz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber'in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs, eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.

Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu ya da peygamberdir. Hızır'ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Halk arasında kullanılan "Hızır gibi yetişmek" deyimi Hızır'ın darda kalanlara yardım edeceğine işarettir; daha doğrusu halkın önemli bir bölümü böyle inanmaktadır. Yine bununla ilgili olarak söylenen "Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez" ifadesi Hızır'ın iyi insanlara yardım etmek için her an teyakkuzda olduğu inancını pekiştirmektedir.

Hıdrellez gününün kutlanışı yörelere göre değişiklik gösterse de genellikle bu günde şunlar yapılır: Hıdrellez gecesi ibadetle geçirilir. Ertesi gün temiz giyimli olarak dolaşmak gerekir. Evde genel temizlik yapılır. Çeşitli yiyecekler hazırlanır. Hıdrellez günü için, yumurta kaynatılır. Ağzı açık bükme, katmer, börek, irmik helvası vb. gibi yemekler hazırlanır. Hıdrellez sabahı erken kalkmak uğurlu kabul edilir. Sabahleyin dua edilmesi, dilek ve temennilerde bulunulması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi, Kuran kıraatı, sabah namazından önce kabir ziyareti yapılması gereken adetler olarak görülmektedir.

Yine bu günde kadınların ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Dilekler bir kâğıda yazılarak akarsuya bırakılır. Mesela İzmir ve çevresinde dilek kâğıtları Hıdrellez sabahı denize bırakılmaktadır. Nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilir. Nasip süpürülür inancı ile bazı bölgelerde o gün evler süpürülmez. Kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba'nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri yapılarak bahçenin değişik yerlerine asılır. Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü kullanılmamış kilit açılır. Hıdrellez günü, açların doyurulmasına, dargınların barıştırılmasına, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır. Hıdrellez'de içki içilmez, kumar oynanmaz. Yoğurt çalınır. Ancak maya kullanılmaz. Yoğurdun tutması halinde eve Hıdır'ın uğradığına inanılır. O gün evin pencere ve kapıları kapatılmaz.

Bunun yanında Hıdrellez gününde yapılmaması gereken işler de vardır. Halk özellikle bazı şeyleri yapmaktan kaçınır. Hıdrellez gününde yapılmaması gereken işleri şöyle sıralayabiliriz: Hıdrellez günü sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak büyük kusur sayılır. Hıdrellez'de salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine inanılır. Hastalıkların, dertlerin sallanma sırasında döküleceği düşünülür. Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır. Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz. Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz. Çiçek toplanmaz. Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez. Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez. Eve kuru çalı-çırpı götürülmez. O gün yapılması gerekenler ve yapılması sakıncalı bulunan eylemler böylece sıralanıp gider Bunları artırmak mümkündür.

Bazıları bunları cahiliye âdeti olarak nitelendirebilir. Fakat bu millete saygısızlıktan başka bir şey değildir. İnsanların gelenek ve göreneklerini alay konusu yapmak o milleti tanımamak demektir. Şayet inançlar dinî değerleri inkâr noktasına geliyorsa o zaman reddedilebilirler. Fakat böyle bir durum söz konusu değildir.

Geleneklerin çağdaşlaşmayla doğrudan bir bağlantısı yoktur. Bunlar ilerlemeye engel değildir. Hıdrellez hâlâ Anadolu'da büyük bir aşkla ve coşkuyla kutlanmaktadır. Varsın ilelebet devam etsin. Kime ne zararı olur bu güzel geleneklerimizin? Sözlerimi tamamlarken bütün milletimizin ve bu geleneği yaşatan diğer milletlerin Hıdrellez gününü kutluyorum. Hayırlara ve berekete vesile olsun.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  YAZMAK ÜZERİNE

Sancılı bir başlangıçtır benim için bir yazıya başlamak. Ne yazacağım kafamda az çok oluşmuştur, kahramanı, konusu, kurguları beynimde savruk notalar gibi dolaşmaktadır. Tek yapmam gereken masanın başına oturup kelimeleri, satırlara aktarmaktır, fakat bu süre çok sıkıntılı, sancılı geçer. Nereden başlayacağımı bir türlü bilemem.

Bazense bir korku olur içimde yanlış kelimelerin yanlış yerde olması korkusu. Ya da metni tamamlayamama korkusu. Öyle çok düşünür öyle çok korkarım ki, sihirli kelimeleri yan yana getirememekten.

Ama bir de yazmaya başladım mı, birkaç cümle yazdım mı, artık ardından diğer kelimeler, bir derenin çığlıkları gibi peşi sıra satırlarıma akar. Kimi zaman yeni okuduğum bir kitaptan onun kahramanından, ya da yazarın hayatından etkilenir onunkine yakın bir öykü yazmaya çalışırım. Bazense, pazarda gördüğüm bir kadının gözleri aklıma takılır, onun bakışlarına mana bulmaya çalışır, onun iç sıkıntılarını, yakarışlarını, belki de anne kimliğini ekleyerek yazılarımı genişletirim.

Yazmak böyle bir şey değil mi? bir şeylere derinlemesine bakmak, baktığını ardında başka şeyler aramak. Sadece gördüğün iki gözde değil, onun arkasında ki derinlikte olmalı aklın. Anlam yüklemesin bazen, yolda gördüğün çimlere. Baharın sevincini çimlerle beraber sen de hissetmelisin. Bankta otururken gördüğün küçük kızın sağa sola hızla koşup, kelebek kovalama mutluluğunu yüreğinde taşımalısın, onunla beraber.

Yoksa nasıl yazar olacaksın! Ne anlatacaksın yazılarında?

Yazmak farklı bir dünyaya girmektir. O an sanki orada değildi kilometrelerce ötelere gitmek, beklide yüzyıl öncesine. Kafanda bir kahraman yaratmak, onun düşündüğü gibi düşünmek, onun sevdiği şeyleri sevmek. Onun köyün de yaşamak, çağlayanın sesini onun kulağıyla duymak. Onun neşeni, sevincini belki de hıçkırışlarını yüreğinde duymak, ihanetin acısını onunla beraber hissetmek. Ya da zorlu bir hayat mücadelesini, çetrefilli düşünceleri onunla paylaşmak. Zaman denen bu geçici mevsimi birlikte yaşamak.

Bazense kahramanın hayatın gayesini çözme çabalarına katlanmak. Arayışlarına, suallerine cevap aramak, onunla beraber çöllerde düşmek. Bu duygular içinde sen ayrı bir âlemde kahramanınla beraber yol alırken gelen bir telefon, ya da ansızın çalan kapı seni kendine getirir. Belki de kızarsın gelene eğer girdiğin dünya çok güzelse, beni uyandırdı diye.

Yazmak zordur, yalnız kalmam gerekir, kendine kendine düşünmen ve de geceler boyu okuman, kendini geliştirmen. Yeni âlemlere, yenidünyalar açılman, yeni insanların hayatını tanıman gerekir. Sık sık sokaklara çıkıp insanları gözlemen, sokakta gördüğün bir kediyi sevmen, duygularını hemen oracıkta satırlara aktarman gerekir. Sadece bakman değil, baktığın yüzlerin içini görmen, onlara işçi, baba kimliği eklemen. Kurgulaman gerekir sokakları, Arnavut kaldırımları, pencere de gördüğün şebboyu daha yakından izlemen.

Yazar olmak dağları aşmak, yalçın kayaları geçmektir, mücadele etmektir. Bu yolda karşınıza her şey çıkabilir, devler, canavarlar… Sabır ister, azim ister, inat ister yazarlık. Edebiyatın saati yavaş işler çünkü. Eğer sabırlı iseniz, inatla da işinize dört elle sahip çıkarsanız o zaman menzile varabilirsiniz. Fakat bunun bedeli çoğu zaman bir ömürdür.

Öykünüz, makaleniz oluşmuşsa, artık notalar yerini almış güzel bir besteye ya da bir sonata imzanızı atmışsınız demektir. Artık orkestra şefliği görevini yerine getirip, nota sehpasına hızla üç kere vurmanız gerekir. İşte o an mısralarınız melodiler gibi gökyüzüne uçacak dans edecek sizde onunla beraber kanatlanıp uçacaksınız.

Yazar olmak, şef olmak, müzisyen olmak gibidir. Onlar nasıl notları yakalayıp bir düzene sokup bize sunuyorlarsa, yazarlarda aynısı yapmaz mı? Kelimeleri avlayıp, cümleler kurup, bize melodi gibi sunmazlar mı?

Metin bittikten sonra, arkanıza yaslanıp, şöyle bir okuyup, içinize sindikten sonra ki mutluluk, köpüklü bir Türk kahvesi içme tadında değil midir?

Bir hastalıktır yazmak, tedavisi olmayan. Geceler boyu çalışmaktır, okumaktır. Gündüzün geceye kavuştuğu vakti dört gözle beklemektir. Akşamın inceldiği saati sevmektir.

Edebiyatın içinde gezmek, gecenin gündüze kavuştuğu vakitte son noktayı koymaktır. Yaşamaktır, sevmektir, görmektir, zamanın içinde yüzmektir. İnattır, sabırdır, azimdir, çoğu zaman bedeli bir ömür olsa da, kalıcılıktır yazar olmak.

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  KIYAMET NE ZAMAN KOPACAK?

Kıyamet ne zaman kopacak acaba? Siz bu sorunun yanıtını düşünürken, ben bir fıkra anlatayım da, acı acı düşünmeyi bırakın, buruk da olsa gülün biraz.

Din dersi öğretmeni sınıfta kıyametin kopmasını ballandıra ballandıra anlatmış:

"O gün büyük bir fırtına kopacak, insanlar ne yapacaklarını, nereye gideceklerini şaşıracaklar, telaşla sağa sola koşacaklar, sığınacak bir yer bulamayıp kaderlerine razı olacaklar ama ellerinden bir şey gelmeyecek, pişmanlık gözyaşları dökecekler" diyerek öğrencileri etki altına almak istemiş, sonra da, "Anlamadığınız bir şey var mı?" demiş.

Bir öğrenci ayağa kalkmış, "Söylediklerinizin çoğunu anladım da, şunu merak ediyorum, demiş. O gün okullar tatil olacak mı?"...

Çok kalabalık yerine "kıyamet yeri gibi" deriz."Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar" demiş atalarımız. Yiyen dünyaları yiyor, deveyi hamuduyla yutuyor da, ses çıkaran olmuyor. Olsa bile bu akortsuz sesi hemen kısıveriyorlar. Bakanların çoğu da, öküzün trene baktığı gibi bakıyor olup bitenlere. La Fontainler ne kadar uyarmaya çalışırlarsa çalışsınlar, gene, ağzındaki peyniri tilkiye kaptırıyor karga ve bir türlü dağılmıyor kurdun sevdiği dumanlı hava, koyunları, kuzuları koşan yok savunmaya, korumaya.

Bağırıp çağırmak "kıyametleri koparmak" diye nitelendirilir. Bursa'nın düşman işgaline uğramasına üzülen Mehmet Akif Ersoy, "Bülbül" şiirinde: "Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin/ Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?" diye seslenir ona, acı acı ötüp durmasına kızar, "matem senin hakkın değil, benim hakkım" der.

Avantadan para kazanmaya alışmış kişiler, para muslukları azıcık kesiliverse kıyametleri koparırlar. Futbol fanatikleri tuttukları takım, hele şaibeli bir golle, yeniliverirse, öyle kıyametleri koparırlar ki, bu olay memleket meselesi haline gelir,yer gök ayağa kalkar, tartışmalar bitmek bilmez. Bu konuda şöyle bir taşlamam var:

Biri yedi, biri baktı
Kopmadı kıyamet
Çalındı hak
Aldatıldı halko
Kopmadı kıyamet.
Tuttukları takım yenildi
Koptu kıyamet!

Abdülhak Hamit Tarhan, karısı Fatma Hanım'ın ölümüne o kadar üzülür ki, Makber şiirinde: "Çık Fatıma lahdden kıyam et/ Yadımdaki haline devam et" der, kıyametin kopmasını, karısının dirilip mezarından ayağa kalkmasını, eski canlılığını sürdürmesini ister.

Nasrettin Hoca'ya kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar. "Büyük kıyamet mi, küçük kıyamet mi?" demiş. "Büyüğü anladık ta, küçük kıyamet nedir?" demişler. Hoca bıyık altından gülerek şöyle demiş: "Karım ölünce küçük kıyamettir. Ben ölürsem büyük kıyamet."

Hoca dedim de aklıma geldi. Hoca bayılmış. Öldü sanmışlar. Mezara götürürlerken önlerine iki yol çıkmış. Cemaat hangi yoldan gideceklerini tartışırlarken ayılan Hoca dayanamamış, tabuttan başını kaldırıp, "Ben, sağlığımda şu yoldan giderdim" demiş.

O yol ne yolu mu? Hoşgörü, güleryüzlülük, erdem yolu, uygarlığa uzanır kolu...

Eskiler kıyametin kopmasını bina ile zinanın çoğalmasına bağlarlar. Bahçeleri bozup üstlerine binalar konduruyorlar. Kuşadası, Bodrum, Didim gibi turistik yerlerdeki dağı taşı sitelerle dolduruyoruz. Denizleri kirletiyor, akarsuları, gölleri kurutuyoruz. Verimli arazilere fabrika kurup ağaçları kesiyor, çiçekleri yoluyoruz.Her tarafı çölleştirmeyi marifet biliyoruz. Bütün bunları uygarlaşmak sanıyoruz...

Okur-yazar olduğumuz halde kitap okumuyoruz,bir mektup bile yazmıyoruz. Ama cepli cepsiz, bol bol, yerli yersiz konuşuyor da konuşuyoruz, mesajlaşıyoruz...

Soyunarak ün yapan, nikahsız yaşayan starlar el üstünde tutuluyorlar, sanatçı oluyorlar kolayca. Medya maymunu oluyor, daldan dala atlıyorlar. Sanat ayaklar altına alınıp gerçek sanatçılar yerlerde sürünürlerken böyleleri bir elleri yağda, bir elleri balda yaşıyorlar. Fildişi kulesine çekilmek, toplumsal olaylara duyarsız kalmak aydınlık sayılıyor. Toplumcu sanatçılara çamur atılırken suya sabuna dokunmayan kişiler tertemiz kalıyorlar.

Bu gidişle kıyamet kendiliğinden kopmayacak, onu biz koparacağız düşüncesiz ve duygusuzluğumuzla, çıkarcılığımızla, bencilliğimizle...

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Işık Etkin

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


YAŞAMA BIRAKILAN

Geceye tapınırsak
Kolay geçmişten sıyrılmak;
İmbiklerden, kum saatlerinden.
Bir simya tanımıyla
Bakıyorum gövdene;
Alaşımların çakıp söndüğü,
Eski imleriyle kavruk yazmaların,
Çözülmeyen bir tel
Tınısını koruyor sende.
Sinirsel albenisi gözlerinin
Karanlık derinleştikçe
Gizli ölümleri yokluyor.
Güze benzemesi gibi
Her mevsim başının,
Bütün alanları çiziyor;
Yerleşiyor
Seninle anılacak her şeye.
Eytişimin özel kaynaşması bu,
Süren
Uyuşturucu gelgit,
Yaşadığımız dengede.

Güven Turan

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Ohh bee!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih: 11 mayıs 2006 // 18 mayıs 2006 // 25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Sponge bob karakterini tanıyorsanız kısayoldaki kısa filmi de çok seveceksiniz. http://www.youtube.com/watch?v=d2z7wZtSWro kısayoluna bir tık lütfen.

Siz gördüklerinize mi yoksa duyduklarınıza mı inanırsınız? http://fcmx.net/vec/v.php?i=003702 kısayolunda gördüklerinize inanabileceğiniz bir çalışma göreceksiniz. Çalışma gerçekten bir sanat şaheseri diyebilirim. Ve hatta dedim bile...

İstediğiniz herhangi bir resmi WANTED başlığı altında poster haline getirip yayınlamak veya arkadaşınıza şaka yapmak istermisiniz? http://www.glassgiant.com/wanted/ kısayolunda önce resminizi kendi bilgisayarınızdan yüklüyorsunuz. Daha sonra resminizin üzerine yazmak istediklerinizi ilave edip posteri hazırlıyorsunuz. İyi eğlenceler.

Flash oyunlar üzerine onlarca çeşidi bulunan iyi bir arşiv http://www.stopbeingbored.com/ oynayacak bir oyun mutlaka bulacaksınız.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060509.asp
ISSN: 1303-8923
9 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com