|
|
|
10 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : ATA'MA MEKTUBUM VAR!.. |
Merhabalar,
Duyduk ki Tayyip Bey ve şurekası yırttıkları mektubun sahibini mahkemeye vermeye hazırlanıyorlarmış. Başka ne beklenirdi ki? Anlaşılan Ata'ya şikayet etmek için başka mecraları değerlendirmek gerekecek. Baksanıza bunlar defteri kitabı yırtıyor, biz en iyisi ellerinin uzanamayacağı yeni yerler bulup düşündüklerimizi söylemekten geri kalmayalım.
Bu yıl Atatürk'ün 125. doğum yılı. 19 Mayıs'a bir kaç gün kalmışken ona saygı, sevgi ve şikayetlerimizi ileteceğimiz bir sanal defter hazırlayalım dedik. Ve bugün açılışı yapıyor, yediden yetmişe Ata'mıza mektup yazmak isteyenlerin hizmetine sokuyoruz. "ATA'MA MEKTUBUM VAR" adıyla kullanımıza sunduğumuz sayfamızı saygı çerçevesinde dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ancak defterimize yazdıklarınız kontrollü olarak yayına alınacağından hakaret içeren cümleler kurmamaya özen göstermenizi rica edeceğim. İlk kaydı yırtılan yazının sahibi M.Fethi Dördüncü'nün sansürlenmiş yazısı ile yapıyoruz. Tam metnini bulduğumda derhal orjinali ile değiştireceğim.
Bugün kısa kesip size güzel bir şarkı çalıp gidiyorum. Bee Gees söylüyor, How Deep Is Your Love. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
ÇOK HESAPLI İNCE İŞ - ERCAN GÜLEN
İstanbul'u izliyorum gözlerim kapalı. Bir vapur çığlığı duyuluyor. Ardından uzun sarı bacasından çıkan kara dumanlar raks ederek mavi gökyüzüne karışıyor. Boğazın iki yakasında mekik dokuyan ak tenli vapurlar kimi zaman Kızkulesi'nin önünden geçerek Salacak İskelesine, kimi zaman da Karaköy rıhtımından kalkıp Haydarpaşa İskelesine ulaşıyor. Tıpkı Ercan Gülen'in baskı resimlerinde betimlediği gibi. Eskiden kayıkçılar olurmuş. "Şirket-i Hayriye" vapurundan dağılan kimi yolcuları alır ve yakındaki kıyılara taşırmış. Ve her daim oltacılar tabii. Birbirlerine "rastgele" diyerek peygamber sabrıyla kıyıda sessizce bekleyen, uzunca bir bekleyişin ardından telaşla misinalarını çekmeye çalışan oltacılar; onlar da Ercan Gülen'in baskı resimlerine misafir olmuş. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığı bu şehir sanatçının belleğinde iyiden iyiye yer etmiş. İstanbul'a her gelişimde bir panik yaşıyorum. Ya … diyorum, kalanını söylemeye dilim varmıyor; …ya bir gün gelir de bu vapurlar yorgun düşer de tarihe karışırsa, işte o zaman İstanbul'a küserim…
Yılbaşı öncesiydi. Tesadüfen uğradığım Sevgi Sanat Galerisindeki yoğun kalabalık yeni bir serginin açılışını müjdeliyordu. Sergiyi izlerken rastladığım arkadaşım beni çekiştirerek hemen oracıkta Ercan Hoca ile tanıştırdı. Sıcak bir sohbetin ardından bizi ertesi gün için atölye-evine davet etti. Hoşdere caddesindeki evine gittiğimde bir sürpriz bekliyordu. Linolyum baskı kalıpları kaşıklanmak için hazırdı. Sanatçı özgünbaskılarını herhangibir pres kullanmadan eski ustalardan kalma yöntemle kağıdı kalıp üzerinde kaşıklayarak "tek kalıp çok renk" yöntemiyle basıyordu. Ercan Gülen bu yöntemle ilk kez 1987 yılında, eline geçen Picasso'nun linol baskı albümünü incelerken tanışır. Gerçekte 1960 yılında başladığı özgünbaskıları o zamana kadar siyah-beyaz, yani tek renk imiş. Sanatçı kullandığı tekniği şöyle özetliyor: "Her renk için ayrı bir kalıp hazırlandığı gibi tek kalıpta çok renk de basılabilir. Ben tek kalıp çok renk uygulamasına gidiyorum. Genellikle toprak rengi kahverengi ve siyah kullanmaktayım. Açık renkten başlayarak koyu renkle işimi bitiriyorum."
Geçen ay İMKB Ankara Sanat Galerisinde açılan serginin kitapçığını bir vapur resmi süslüyordu. Fonda hakim renk beyaza yaklaşan uçuk leylak rengiydi. Bu açık leke üzerinde iki siyah renk kütlesi hakimdi. Böylelikle özgünbaskı hernekadar renkli ise de her resmin sahip olması gereken siyah-beyaz (açık-koyu) etkisi ustaca çözülmüş; vapurun gövdesi ve baca dumanı siyaha boyanmıştı. Baca dumanının resmi sola çeken etkisi sağdaki kahverengi bulut kümesi ile dengeleniyordu. Beyaz lekeler ise bacaya, güvertedeki tente ile karşı kıyıdaki evlerin yüzeyine dağıtılmıştı. Vapurun gövdesindeki dairesel formlar güvertede can simidi şeklinde tekrar edilirken denizdeki dalgaların hareketi bulut kümesindeki kıvrımlarla eşleşerek ritmik bir armoni yaratıyordu. Gerçekte size doğru hareket eden bu vapur sizi içine çekip görsel bir gezintiye çıkartıyordu.
Özgünbaskı özellikle de "tek kalıp çok renk" baskı tekniği zeka ve yaratıcılık gerektirir. Tıpkı satrançtakine benzer birkaç hamle sonrasını tasarlamaya dayalı bir zeka. Kimbilir belki de Ercan Hoca'nın "Satranç Oynayanlar"ı baskılarına konu etmesi bunun bir işaretidir. Sanatçının imgeleminde kurguladığı kompozisyon baskıda aşama aşama ilerler. Her defasında kalıbın farklı bölgeleri oyulur; bir tür eksiltme yöntemidir bu. Başka bir deyişle rus ruletine benzer tehlikeli bir oyun. Atacağınız yanlış bir adımda artık geriye dönüş yoktur. Sonuçta ya basarsınız, ya da atarsınız. Tabii ki hernekadar tasarlasanız da çoğu zaman sürprizler de yaşarsınız.
Gülen'in baskı resimlerinin ana aktörü figürdür. Ancak figür ve biçimler kendi kimliklerinden sıyrılarak Sanatçının yüklediği anlam ve ritme bürünür. Birbirlerine horozlanan kırmızı ibikli horozlar, ermeydanında yeşil çayırda başaltına güreşen pehlivanlar, en başta da dumanı tüten kimlikli vapurlar... "Gerek baskılarda gerekse yağlıboyalarımda en çok önemsediğim şey resmin içsel ritmidir. Bir anlamda müzikal bir ritm yakalamaya ve onu sürekli kılmaya çalışırım" der. Gerçekten de Matisse'de rastlanan türden oryantalist biçimlerin, kaligrafik çizgilerin bunda rolü büyüktür. Sanatçı sadece baskıresimle yetinmemiş, tuval resmi de yapmıştır. İlk dönem boyaresimleri soyut izler taşırken konuları baskıresimleri ile paralellik taşıyan son dönem işleri yine figüratiftir. Özellikle de kırmızılı morlu şilepleri dikkat çekicidir.
Ercan Gülen 1932 de İstanbul'da doğar. İstanbul DGSA Yüksek Resim Bölümünden mezun olan Sanatçı "Halil Dikmen Sabri Berkel ve Nurullah Berk" gibi hocalarla çalışır. 1961-68 yılları arasında özel bir Amerikan şirketinde çalışan Gülen, 1968-1975 yılları arasında ABD'de yaşar. Burada zencilerin okuduğu kolejlerde resim öğretmenliği yapar. Baltimore Fort Meade Lisesine yaptığı grafiklerden dolayı bina o senenin "Craftsmanship Award" ödülüne layık görülür. Sonrasında orada doğan kızı ile birlikte üç kişilik bir aile olarak memlekete geri döner. 1987-1991 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde resim dersleri verir. 1992-96 arasında Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneğinin başkanlığını yürütür. Gülen, Sanat Gazetesini çıkarır; Plastik Sanatlarla ilgili yazılar yazarak birikimini paylaşır. Ercan Gülen bugüne kadar her tür gösterişten uzak mütevazi bir Sanatçı kimliği sergiler.
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Laura Avadar Peki Nedir İnsan? |
|
Bir kitap yayınlandı... "Kendi Kendine Ermenice" adı. Adından da anlaşılacağı gibi Ermenice öğrenmek isteyen Türkler için hazırlanmış bir kılavuz. Bir gazetenin kitap ekine tanıtım yazısını yazan yazar dil öğrenmenin incelikleriyle başlıyor anlatmaya kitabı. Sonra Ermenice'ye ne kadar aşina olunduğuna dikkat çekiyor. En sonunda da 1600 yıldır var ama siz onu konuşan insanlara diş bilediğiniz için görmezden geliyorsunuz diyor. Ve ekliyor "Türk olarak ya da Türkçe konuşan biri olarak anlatılan binlerce öykünün aranızda yüzlerce metre yükseklikte savunma duvarları örmüş olduğu bir dille kendi kendinize, başka hiç kimsenin yardımı ve etkisi olmaksızın yeniden iletişim kurmaya çalışacaksınız."
Akşam haberlerinde, "okul çocuklarının servis yoluna mayın döşendi şu kadar çocuk yaralandı." Diye bas bas bağırıyor birileri. Bir diğeri İMF'ye borç ödeme sevdasında. İş görüşmesi için gittiğim şirketlerden birinin yöneticisi ise bir süre çalıştığım Agos Gazetesi'ni üzerime kılıf olarak geçirip beni faşist olarak tanımlamaktan alı koymuyor kendini. Din,milliyet, dil, para pul derken işte böyle uzaklaşıyoruz ayrılıyoruz birbirimizden.
Aslında doğar doğmaz başlıyor bu ayrım. Önce kadın ve erkek oluyoruz. Sonra Müslüman, Hıristiyan ya da Musevi. Bu coğrafya dışında yaşıyorsanız Budist belki. Ardından Türk oluyoruz, Kürt ya da Ermeni. Okumuş-cahil, uzun-kısa, zengin-fakir, yetenekli-yeteneksiz, son model cep telefonu olan-olmayan, Fenerbahçeli-Galatasaraylı diye dallanıp budaklanıyor bu liste. Tüm bu ayrımları yaparken bir şeyi atlıyor insan oğlu. İnsan olduğunu.
Peki nedir insan? Kimdir? Nasıldır? HOMO SAPİENS' in yani modern insanın 40.000.000 senelik tarihi var dünya üzerinde. Evrim süresi en kısa olan canlı tam 5000 yıl. Üstün muhakeme yeteneği sayesinde diğer primatlardan ve canlılardan ayrılan, kültür yaratan, kullanan sonrada yarattığı yaşama biçimi altında kırıklarını toplayan, seven sevilen hoş gören, anlayan, şimdilerde ise zaafları yüzünden kendi kendine savaş açan başarılı bir var oluş. Vahşi doğada tek başlarına ya da sürüler halinde yaşayan ilk insanlar, yiyecek bulma, barınma: kısaca yaşamlarını sürdürme mücadelesi veriyorlardı. İnsan -doğa çelişkisi, insanın kendini yaratan ve yok etmeye çalışan doğaya karşı verdiği yaşam mücadelesi ile belirlendi. Aslında insanın başlangıçta tek derdi dünyada var olabilmekti. Kendi türüyle değil ama dünyadaki diğer canlılarla savaştı. Bu esnada teknoloji geliştirmeye başladı insanoğlu... Ve olanlar oldu. İnsan yaptı yarattı, barındı doydu, satın aldı. Diğerinin elindeki kendine daha cazip görününce bu kez kendi türüyle savaştı, kendi canını kanını yok etmeye koyuldu. Bu sayede modern oldu...
Oysa Yunan Mitolojisinde Prometheus, tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye ateşi insanlara armağan etmişti. O zaman insanlar bu tanrısal gücü Prometheus'un öcünü almada, yani insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede ve sonsuz yeniyi aramada kullandılar. Şimdi aynı silahla Bir gün kaybedilmesi muhtemel zevkler için birbirlerine kıyıyorlar... İnsan yavaş yavaş amacından şaştı kendi yarattığı zevklerin, doğruların, yanlışların, haklıların haksızların peşinden gitmeyi tercih etti. Güçlüyü destekleyip güçsüze bir tekme attı. Gün bugün olduğunda insan gibi insan olmayı da unuttu. Uzaklaştıkça uzaklaştı... İşte bu yüzden birileri milliyet, din, dil ya da para derdindeyken, Batmanda çocuklar hala uyuza yakalanıyorlar...
Laura Avadar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BİR ESİRİN GÜNLÜĞÜNDEN...
Bir masal kahramanı kadar çaresiz, bir dize kadar tutsak, bir cenin kadar muhtacım... masal nasıl anlatılıyorsa oraya sürükleniyorum... dize nasıl kenetleniyorsa şiirin kafiyelerine, o kadar tutsağım ben de... ve bir cenin ne kadar muhtaçsa döl yatağındaki sıvıya, o kadar daha muhtacım işte..!
Yine "uyku"nun -haram- olduğu geceler yaşıyorum. Yine karanlığı laciverte, lacivertten de maviye kayışını izliyorum. Gözlerimi kırpmaksızın...
Özlüyorum... çocuklar gibi yollarda koşarak çığlıklar atmayı... çıplak ayakla dikenlere basmayı... canımın acımasını özlüyorum, ruhumu rahat bırakın!!! Yeterince acıdı.
Hasretim... yarım kalmış "aşk"ım için... hiç başlamayan sevdama hüzünleniyor kaderim. Tüm keşkelerim... of!
Perişanım... dört duvar, tavan ve yer... altı duvar altındaki yalnızlığım...
Ve; merak ediyorum, ben ölmeden önce dökecek mi pişmanlıklarını, insan-cık'lar..?
Ben ölmeden önce...
Gül Çakır gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı Sevgili ERDAL ÖZ |
|
gülünün solduğu AKŞAM......
"Kulaklarımda, "Karlı Kayın Ormanı'nda" parçası uğulduyor. Ayaklarım donmuş; beynimse arınmış pek çok kirden, pislikten.
Yoksa ölüm bütün acıları gerçekten kesip dindiren son uyku mu?"
Güvercin/Nesrin Özyaycı
Yazan insan kırıktır, yaralıdır. Duygular gönlün çiçekleridir, günün birinde yeşillikler de solacak son bir nefesle. Yazanın beyninde yaşananlarla büyür evren.
İnsan ömrü güvercin misali. Uçar durur. Vurulur, için için kanar. "Ölümlüler ölümle rahatlar mı?"yoksa diye düşünmeden edemedim şimdi. Çalışma odamın karşı duvarında, kapı büyüklüğünde siyah bir albüm yaprağı. En üst sıralarda Erdal Öz'le çektirdiğim bir TÜYAP anı fotoğrafı . Dağılmıştım da toparlanmak için yazıya sarılmıştım zifiri gecelerin birinde. Kendimi taşımıştım kağıt kokan standların arasına. 6. Mayıs "Gülünün solduğu bir akşamda" Erdal Öz'ün ölüm haberi yüreğimi kanattı.
2004 Nisanın ilk haftası. 9.Tüyap İzmir Kitap Fuarında, anı kitabımla, elimdeki kağıtta henüz bitiremediğim" Güvercin" öykümle uğramıştım Can Yayınlarına. Güvercinler sürülerle kanatları kırık uçmaktaydı maviliklerde. Erdal Öz'le karşılaşmak güzeldi. Kendimi tanıtıp, "Güvercin'i" uzatmıştım. Öykümü okuduğunda şiirden vazgeç, öykü yaz deyişi halen kulaklarımda.
Yazılarının başlıklarını sevdim Erdal hocanın. Anı kitabımdan etkilenmişti. Ertesi sabah Edebiyatçılar Derneğine uğrayıp, beni CAN yayınlarına çay içmeye davetini unutamıyorum. Yerinde duramayan hiperaktif yapısıyla, kalkıp "Odalarda, Kanayan, Yaralısın" kitaplarını seçip, imzalayışı dün gibi gözlerimin önünde... Onlar kitaplığımda hüzünlü şimdi. Kanayan da "Güvercin'i" yazmıştı farklı da olsa... Özgürlük kokan "güvercinler..." uçmalı simsiyah gökyüzünde, kanatları kırık olsalar da.
Öykü dosyamı yayınevine göndermemi istemişti . Acele etmiştim. Huyumdu ne yapayım. İnanmadığımdan değil, güvenememiştim kendime. Başka bir fuarda karşılaştığımda öykü kitabımın basılmış olmasına kızmıştı.
"Bunu yeniden basmazmısınız"dediğimde.
"Otur yenilerini yaz, gönder Cemil baksın" demişti öfkeyle.
Cemil Kavukçu, usta bir öykücü, Can'da editör.
Bir popüler kadın gazetecinin hakkımda yazılar yazdığını söylemiştim kendisine. Yine okkalı bir fırça yemiştim.
"O kim... Sen onu katlarsın! Otur yaz..."demişti. Keskin bakışlı, dopdolu, zeki bir adamdı Erdal Öz. Yazdım "Kuşlar" öykü kitabım uçacak az kaldı. Ruhunuz yazanlara, okurlara güç vermekte.
Bana, "soyadında "ÖZ" var, kıymetini bil..." demişti yine bir imza gününde. Kendisine takılmayı sevmiştim. Bir ara "Yazmaktan başka işiniz yok mu sizin"dediğimde gülmüştük karşılıklı. Daha ne iş yapsaydı değil mi? Yazmak, yayıncılık... CAN yayınevinin kırmızı kalpli başkanıydı. Dünyanın en zor işi yazma olmalı. Bunu yazanlar iyi bilir.
Hayranı olduğum bir adamdı. Sözcüklerinden çok söyleşilerinden etkilendiğim Erdal Öz... Bir öyküsünde "Ömrümden on yıl gitti..."diye defalarca yazmıştı. Her zamanki spor giyimiyle, kendisine sormuştum:
"Erdal ağabeyi hiç de ömrünüzden on yıl gitmişe benzemiyorsunuz diye"...
"Gencim değil mi Nesrin?"deyişiniz kulaklarımda.
Yazan insan gençtir, yaşlı olsa da. Yarattığı karakterlerle oynar yaşamı ilmek ilmek... O karakterler ki zararsızdır, ardı dönük terk eder yazarı, veda bile istemez yazanından. Kırmaz da, yaşatır bir süreliğine de olsa kıpır kıpır okurunu da, yazanını da.
Kendinden emin tavırları, doğrularından ödün vermeyen duruşuyla etkilendim sevgili Erdal Öz'den. Kendisini bir Fuar anımda yazmıştım. Antep'te bir gazetede yayınlanmıştı. Bahsettiğimde göndersene yayınevine demişti. Bir yazarı büyüten, çocuk gibi sevindiren, güvercinler gibi uçuran hakkında yazılanlardır/yazdıklarıdır bir bakıma. İstanbul Tüyap'a götürmüştüm haberi kesip kendisine iletmek için. Birlikte çektirdiğimiz bir anı fotoğrafı, bir kilo Antep fıstığıyla birlikte iletmiştim. Bana noktalama dersi vermişti ayak üstü. "ve" kullanma sözcüklerin arasına, "virgül" koy daha temiz olur yazıların demişti... Ne zaman "ve" yazsam kulaklarımda sesiniz... "noktalama işaretlerini bonkör kullanmışsın ama önemsiz, özü güzel yazılarının"demişti gülen, güven dolu gözleriyle. Hocalar böyle güçlendirir, etkiler öğrencilerini.
Kanadık, kanıyoruz, kanayacağız da... Güller Mayısta açar. "Gülünün solduğu bir akşamda kaybedebilmek sizi..." içimizi acıtıyor şimdi. Ölüm haberiyle kanadım, yaralandım.
Çoktandır yazamıyordum. Yazacaklarım bitmemişti, yazmaktan da yorulmuştum hani. Elimi dokunamadığım klavyemin tuşları, ölüm haberi acısıyla yeniden yazabildi. Yazacağım sevgili "Erdal ağabey". Herkes size "ağabey"diyordu Fuarlarda. Ben "hocam"diyordum... "Ağabeyler" önemli değil mi! Halk ağzı kullanabilmek yakışmakta sanata, yazmaya, varolmaya...
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Reyhan Yıldırım |
Erdal Öz'e
Görülmemiş, dinlenmiş / okunmuş şeylere eklenecek bir yaşama henüz başlamışken,
Karar verdim bir gün :
Duyacağım,
Yüreğim soğuduğunda çıksın gitsin içimden!
Bir kuş gibi tuttum başını Erdal ağabey, başın avuçlarımı aramıştır, sen giderken...
Arka odada, gece lambasının ışığında hıçkırıyordum, bilirsin
Gelmiş, geçememiş tüm acıları anımsıyor gibiydi hücrelerim
Cenderelere giremeyen genç aydınlığım, bir sıtmaya tutulmuş gibiydi, anımsa
dişlerim birbirine vura vura, sana yemin ediyordum : önemli bir insan olacağım, ben de!
Kanıyorlar, koşup koşup başlarını avuçlarıma alacağım.
İnsan sevgisinin tohumu düşmüştür önceden içime
Babamın yelken kulakları ve buğulu gözleri, anamın başından saçılan ışıklı sarı gülleri
O insanlar : isyankar ve kendini yönetmeye yeminli,
öpe dururken alnımdan
Bir duyarlılıktan öteye taşıyabilseydim kendimi...
Şimdi gittin ya,
Önce gidenler gibi
Biraz daha
Yarım bıraktın beni...
Reyhan Yıldırım
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Işık Etkin Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ŞEHRİN ÜSTÜNDEN
GEÇEN BULUTLAR
Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an
Sanki bulutlarla bir, akıyoruz
Onların hevesine uyaraktan
Cenup ufuklarına bakıyoruz.
Biz de hafif olsaydık bir rüzgardan
Yer alsaydık şu bulut kervanında
Güzel'e ve yeni'ye doğru koşan
Bu sonrasız gidişin bir yanında
Dağlara, denizlere, ovalara
Uzansaydık yağarak iplik iplik
Tohumları susamış tarlalara
Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.
Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden uçan bulutların
Gidiyor, gidiyorlar yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
AHMET MUHİP DIRANAS
Yukarı
|
MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER
"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış. kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."
TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal
tarih: 11 mayıs 2006 // 18 mayıs 2006 // 25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549
e-posta: tiyatrofirez@gmail.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Sponge bob karakterini tanıyorsanız kısayoldaki kısa filmi de çok seveceksiniz. http://www.youtube.com/watch?v=d2z7wZtSWro kısayoluna bir tık lütfen.
Siz gördüklerinize mi yoksa duyduklarınıza mı inanırsınız? http://fcmx.net/vec/v.php?i=003702 kısayolunda gördüklerinize inanabileceğiniz bir çalışma göreceksiniz. Çalışma gerçekten bir sanat şaheseri diyebilirim. Ve hatta dedim bile...
İstediğiniz herhangi bir resmi WANTED başlığı altında poster haline getirip yayınlamak veya arkadaşınıza şaka yapmak istermisiniz? http://www.glassgiant.com/wanted/ kısayolunda önce resminizi kendi bilgisayarınızdan yüklüyorsunuz. Daha sonra resminizin üzerine yazmak istediklerinizi ilave edip posteri hazırlıyorsunuz. İyi eğlenceler.
Flash oyunlar üzerine onlarca çeşidi bulunan iyi bir arşiv http://www.stopbeingbored.com/ oynayacak bir oyun mutlaka bulacaksınız.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|