Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 982

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Neyin bayramı??!!..


1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.
Merhabalar,

"Sayın Başbakanım.." la başlayan cümle kuranları duyduğumda, itiraf ediyorum, tüylerim diken diken oluyor. Burada duyulan saygı makama saygıdır diyenlere de katılmıyorum. Ben zarfı değil mazrufu değerlendiriyorum. Değilmi ki onun başbakan olmasından cesaret alan din bezirganları memleketin çivisini çıkarmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar, değilmi ki din adına gençler öldüresiye dövülüyor, değilmi ki devletin kaymakamı mezuniyet törenlerinde kep atmayı yasaklayabiliyor, değilmi ki Meclisin Başkanı "Laikliği yeniden tarif etmek gerekir." diyebiliyor, değilmi ki milletin tüm gündemi bir türbana takılıp kalıyor ve de tüm bezirganların, yalakaların, densizlerin tek güvendiği zat başbakanlık makamını işgal ediyor, üzgünüm o vakit o zat benim başbakanım olmayı hakedemiyor.

Meral Tamer'in Salı günkü yazısını ancak dün okuyabildim ve okur okumaz hançeremden çıkan kelimelere engel olamadım, engel olmaya da çalışmadım. İşte Tayyip Bey ve şürekası yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin düştüğü son durum. İşte bir avuç diye diye, palazlanıp büyüyen, devletin en ücra köşelerine kadar sistematik bir biçimde sirayet eden irtica. Ondan sonra sen kalk bu olayları dillendirip bu ülkenin kurucusuna şikayet eden vatandaşı günah keçisi ilan et. Yapma Başbakan, az bile söylemiş adam.

Kahve Molası kayıtlarına geçmesi için, Meral Tamer'in yazısına konu olan ve sıradan vatandaşlara dağıtılan basılı bildiriyi ibreti alem için buraya aynen alıyorum. Bunun, aşağılık karaseslerin, yüreklerinde vatan sevgisi kalmamış bezirganların gerçek yüzlerini görmek için iyi bir fırsat olacağına inanıyorum. Ardından bir soru da Tayyip Bey'e soruyorum; "Selanik'te, o defterde bu yazıyı görseydiniz gene aynı yırtıcı tavrınızla koparıp atarmıydınız?" Şşşşş... Benimki de soru ha!..

"Neyin bayramı?

23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ve benzeri günler neyin bayramlarıdır? Bunlar Müslümanlar için birer bayram günü değil, birer kara gündür. Zira:
1- "Devletin dini İslam'dır" maddesinin anayasadan kaldırılmasının
2- Allah kanunlarını ve Kur'an hükümlerini kaldırmanın
3- Şeriat'ı ve şerr'iyye vekâletini lağvetmenin
4- Hilafet'i kaldırıp, Ümmet - i Muhammed'i Halifesiz bırakmanın
5- Mahkemelerden, ailelerden ve mekteplerden Kur'an'ı ve Kur'an hükümlerini kaldırmanın

Kâfir şapkası giymenin...
6- Cuma günkü tatili kaldırıp milyonlarca Müslüman'ın cumaya gitmesine engel olmanın
7- Medrese ve tekkeleri kapatıp, Ümmet - i Muhammed'in ilim ve feyz almalarına mani olmanın
8- Kur'an harflerini kaldırıp yerine Latin harflerini getirmenin
9- Mekteplerden din derslerini kaldırmanın
10- İslam takvimini kaldırıp, yerine İslam olmayan miladi takvimi kabul etmenin
11- Kılık kıyafeti değiştirmenin
12- Kadınların ve kızların namusundan ibaret olan başörtülerine el uzatmanın
13- Kâfir şapkasını giymenin
14- Halk evlerini açmanın, diskotek ve dans evlerine müsaade etmenin
15- 19 Mayıs'larda gelinlik kızları soyup soğana çevirerek mayısa bulaştırmanın
16- Meyhaneler açıp şarap içmeyi, fuhuş yuvalarında zina etmeyi, faiz alıp vermeyi serbest saymanın
17- Allah'a mahsus olan hakimiyet hakkını, kanun koyma yetkisini millete tanıyıp, milleti putlaştırmanın
18- Putlar önünde divan durup, saygı duruşu yapmanın
19- Devleti dinden, dini devletten ayırıp, dini devletsiz, devleti de dinsiz bırakmanın
20- Elhasıl küfrün ve kâfirleşmenin, putun ve putperestliğin temellerinin atıldığı günlerdir. İşte Mustafa Kemal'in getirdiği inkılaplar, devrimler ve devirmeler bunlardır. Ve işte, Kemalistlerin, övmekle bitiremedikleri devrimler bunlardır!

Başkalarına da okut!
Binaenaleyh herhangi bir Müslüman, bu günlere bayram gözüyle bakamaz ve bayram olarak kabul edemez! Çünkü bu günler; Müslüman'ın din ve imanına, Kur'an ve mukaddesatına, namus ve hürriyetine, haysiyet ve şerefine, tarih ve kültürüne, örf ve adetine karşı işlenen ihanet ve hıyanetin, vurulan darbe ve yapılan tahribatın, Müslümanların ağızlarına kilit vurmanın, karşı çıkanları darağaçlarında sallandırmanın veya zindanlara atıp korkunç işkencelere tabi tutmanın ve nihayet ehl - i iman'a kan kusturmanın temellerinin atıldığı, kararlarının alındığı günlerdir. Kalbinde azıcık imanı olan bir Müslüman, bu kara günleri nasıl bayram kabul edebilir?!. Oturup ağlaması ve kurtuluş çarelerini araması lazım gelirken, tertip edilen merasimlere, düzenlenen şenliklere nasıl katılabilir? Bu, onun dininin de, imanının da, nikâhının da gitmesine sebep olmaz mı?

Şayet katıldın ise, hemen Kelime - i Şahadet getir, tövbe ve istiğfar et, bir daha katılmamaya karar ver ve bu yazıyı başkalarına da okut."


...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Müfit Uzman

 Telve : Müfit Uzman


  Hey, Çırak!

Kıramadım emmini; etin de kemiğin de benim, unutma!

Emmin, emmimin asker arkadaşı, hatırı büyük.
Seninki Diyarbakır'dan,
Benimki karşıdan;

Kasımpaşa'dan.

Çarşı izninde tanışmışlar,
çıkarken çarpışmışlar Bursa Kârhanesi'nin kapısından.
Zordur yalnızlık;
kaynaşmışlar.

Yok aslında durumum, çırak yetiştirmeye…
Söyleyemedim bunu, sen de
belli etme.

Bak şimdi, beni iyi dinle:

Sabah benden önce geleceksin dükkanın önüne,
bekleyeceksin.

Tersimden kalkmamışsam eğer, gülümserim sana
ve hatta
"günaydın" bile diyebilirim;
yılışma, cılanma, kanma.

Asma kilitlere anahtarları takar, beklerim
"besmelesiz" açma.

Kepengi kaldırınca, yol vereceksin bana,
içeri girerken önce sağ adımınla, amman haa!

Bak, Çırak!

Burası tamirhane değil.
Arabaların altına yatmayacaksın, kıymetini bil.
Burada sanat yapılır, sanat!
Makineleri iyi sil.

Soldaki benden yaşlıdır, 54 Heidelberg
kâğıdı kadınını çeker gibi çeker,
şaşarsın
boyayı kibarca verir üstüne
ne arka verme, ne kırıştırma, ne de üzme,
tertemiz verir işi eline,
zevkinden uçarsın.

Bak bu Gestetner… Nazlıdır biraz.
Çok işe yarar ama sık hastalanır haylaz.
Seveceksin onu, eğer o da seni severse,
boya ve tiner kanına karışır,
300 gram kuşe bir gün elini keserse.

Neyse, edebiyatı bırakalım,
işimize bakalım:

Önce, sabah çayımı isterim
ot kokmayacak,
rengi tavşan kanı.
Akşamdan kalan benim,
o, kalmayacak.

Öğlene doğru ben taş oynamaya giderim,
dükkan sana emanet.
Arayanlara, "usta Cuma'da" diyeceksin,
idare et.

Döndüğümde, sol kaşım yukarı kalkık,
bıyıklarım aşağı sarkıksa,
"görünmez" olmalısın.
Ben söylemeden altılıyı yatırmalısın.

Beygirler de eğer
koşmuyorlarsa bugün, yandık Çırak!
Kap gel nöbetçi büfeden bir 35'lik,
beni kendimle bırak.

O da bizdendir, Büfeci Yaşar…
daha sormamıştır bir kez bile
ne zaman ödeyeceğimi,
bulabilirse eğer şişelerin ardında;
deftere yazar.

Sobada ıskarta kâğıtlar tutuşmuş ve tezgâha temiz bir gazete serilmişse,
üzerinde açılmış bir sardalya kutusu, biraz leblebi,
ince bellilerde aslan sütü, karşımda Kenan Usta'm, henüz yenilmemişse,
daha ne isterim be Çırak.

Emminin hatırı büyük Çırak.
Meraklanma, haftalığın bu hafta zamlı,
Fazla mesaili, çift tarifeden,

kıyak.

Kenan Usta'na iyi bak, O'ndan öğrenecek çok şey var;
"O" ki, yenileceği zamanı kendi belirledi ve
sana da, bana da öğütledi
bir Maltepe akşamında,
tiner kokuları ve dostluk rüzgarları arasında
biraz kuruyemiş, az kavurma ve lakerdalı
yalansız, riyasız
gazete kağıtları üzerine kurulu, son
çilingir sofrasında:

"Heyy, Çırak..

Kalma öyle kenarda,
Otur yanıma, durma ayakta.
Doğru - dürüst ol, kin bilme,
emeğinin kıymetini bil, eğilme…
Çalış ,çabala, öğren… zor olsa da;
yanlış yapacaksın, utanma.
Hepimiz çıplak doğduk, çıplak gideceğiz
kendini şanssız görme,
"zengin" gördüklerine özenme.
Bugün varız, yarın… kim bilir?
Elinden geldiğince sev,
seni sevenleri farket.
Mutluluk başka nedir?

..ve Çırak…

yine de hiçbir şey istediğin gibi olmuyorsa,
beni hatırla;

"Ne demişti" de, Kenan Usta;

Heyy Çırak,
değmez, gülüm;
üç günlük dünya.

Olmadı mı bir türlü?
En sonu ne? Ölüm!

İttir et, sıkılma.

nerde tırak, orda bırak.

Sonrasını da imam, cemaat ve
bizi bu hale düşürenler düşünsün.

Varsa eğer öbür dünya,

bir temiz gazete kâğıdı serili masa başında,

hesaplarını orada görürsün."

Müfit Uzman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Gündüz Badak


İNTERNETTEN NE DÜŞER?

“...Kendine güvenen, soğukkanlı, biraz romantik olmalı...”

Adam, düşündü. Kendine her zaman güvenirdi. Soğukkanlıydı gerçekten. Romantik de sayılırdı. Öyleyse aranan nitelikler kendisinde vardı.

Mesaj göndermeye karar verdi. Ama ne yazacaktı? Karşısındaki kişinin kendisini tanıtırken sunduğu verilere baktı yeniden:

“Sarışın, ince yapılı, romantik, doğayı ve sanatı seven...”

Evet, hep sarışın kadınlar ilgisini çekmişti. Ayrıca kadının romantik olması, önemli bir özellikti. Çünkü romantizm, yaşamın ona göre vazgeçilmez ana renklerinden biriydi. Romantizm yoksa, yaşam, sadece siyah, beyaz ve grinin tonlarını taşırdı. Romantizm, yaşama derinlik kazandırırdı. Ayrıca doğayı sevmesi de iyiydi. Doğayı sevmek, yapaylıktan kurtarırdı insanı. Ama asıl ilgisini çeken, sanatı sevmesiydi.

Tuşlara dokundu:

“Yaşamı güzel kılan sanattır. Sanatı seviyor olmanız, benim için önemli bir ayrıcalıktır. Sizinle söyleşmek isterim. Ben, resim yapıyorum. Bir kaç kişisel sergi açtım. Zamanımın çoğu atölyede geçiyor. Boyaların, fırçaların, tuvallerin arasında...”

Ertesi sabah, yüzünü bile yıkamadan bilgisayara koştu. Doğal olarak, bilgisayar epeyi geç açıldı. İnternete girdi hemen. Siteyi seçti. Bu kez de site açılmadı. Tekrar denedi. Gene açılmadı. Üçüncüde açıldı. Nickname’ni yazdı, şifreyi girdi. Bekledi.

“Bir mesajınız var!” uyarısını görünce, çok heyecanlandı. Hemen mesajı açtı:

“Resimle uğraşıyor olmanız çok güzel! Ressamlar hep ilgimi çekmiştir. Ben de bir süredir resim yapıyorum. Ama henüz hiç sergi açmadım. Belki de hiç açamam. Ayrıca şiir de yazıyorum. Bir kaç tanesi yerel dergilerde yayınlandı. Bana mesaj göndermenize çok sevindim.
Bir ressamın ilgisini çekmiş olmak hoşuma gitti. Ben de sizinle söyleşmek isterim. Sevgiler.”

Birden içinde niteliği belirsiz bir duygu belirdi. Coşku ile hüzün kolkola girmiş, karşısına dikilmişler, merakla ona bakıyorlardı.. Coşkuyu anlıyordu ama hüznün ne işi vardı şimdi burada? Hemen karşı mesaj yazmaya başladı:
“Şiir, bence sanatların baş tâcıdır. Diğer sanatlar ondan sonra gelir. Bana şiirlerinden birini gönderir misin?”


Hemen “mesaj gönder”i tıkladı. Bekledi. “Gönderildi” açıklamasını görünce kalktı. Banyoya girdi. Kahvaltı etti. Ara ara bilgisayara gidip, yeni mesaj olup olmadığına baktı. Zaman geçtikçe yüreği sıkışmaya başladı. Nedenini çözemiyordu bu sıkışmanın. Bu kadına neden bu kadar hızlı yaklaşmıştı? Bir tek mesaj almıştı oysa kadından. “Bir ressamın ilgisini çekmek hoşuma gitti” sözünün arkasında gizli olan önemsenme duygusu muydu kadını kendisine ısındıran? Oysa tanımıyordu kadını. Güzel mi çirkin mi olduğunu bilmiyordu. İyi mi kötü mü olduğunu da bilmiyordu. Karşılaşsalar belki de hoşlanmayacaktı kadından. Ona ilişkin bilmediği bir sürü şey vardı. Bildiği üç beş nitelik de ne kadar doğruydu? “Nasıl olsa görünmüyorum”un sigortasına mı sığınıyordu yoksa kadın?

Pencereye gitti, dışarı baktı. Baktıkları, gördükleri değildi. “Bakmak yetmez, görmek gerek” diyen edebiyat öğretmenini hatırladı birden. İlk kez onu bu kadar haklı buluyordu. Gerçekten aklı bilgisayardayken gözlerinin dışarı çevrilmiş olmasının bir anlamı yoktu. Çünkü gözleri dışarıya dönük olsa da o bilgisayar ekranını görüyordu.

Bilgisayardan mesaj geldiğine ilişkin bir işaret aldı. Hemen koştu, mesajı açtı:

“Sizden mesaj alamadım. Vaktiniz mi olmadı? Yoksa bana mesaj göndermeyi gereksiz mi buldunuz?”
Çok şaşırdı. Demek ki mesajı ona ulaşmamıştı. Ama buna pek üzülmediğini hatta içten içe sevindiğini bile hissetti. Kadının, kendisinden gelecek mesajı önemsediğini açığa çıkarmıştı bu durum. Mesaja mesajla karşılık verirken, bu önemsenme duygusunu, bu kadar net algılamak kolay değildi.

Hemen bir mesaj daha yazdı:
“Şimdi kalktım. Hemen yazıyorum: şiirin, senin için önemli olması beni çok etkiledi. Bana şiirlerinden birini gönderir misin? Aslında onları senin sesinden dinlemek isterdim ama sanırım bu, en azından şimdilik mümkün değil. Sevgiler!”

Anında mesajına yanıt geldi:
“Neden mümkün olmasın? Aynı şehirde oturmuyor muyuz?” <br>
Adam, umduğu, istediği, senaryosunu kurguladığı bir sonucun bu kadar hızlı ve doğal bir biçimde gerçekleşmesine hem sevindi hem şaşırdı.

Sevindi, çünkü istediği buydu: yani kadınla yüzyüze gelmek ve yüreğinde ürettiklerinin, algılarıyla onaylanmasına tanık olmaktı.

Şaşırdı, çünkü bu yüzleşmeye bu kadar kolay ve bu kadar hızlı ulaşabileceğini düşünmüyordu. Karşı taraftan ürkeklikler yansıyacağını bekliyordu. Ama yanılmıştı. Uzak plana yakıştırdığı görüntü, birdenbire şak diye karşısına dikiliverdi. Yapılacak tek şey, bu öneriyi, güzel bir senaryoyla yaşama geçirmekti. Bunu düşünmeliydi şimdi: nasıl ve nerede karşılaşacaklardı?

Giysilerini ve ellerine alacakları aksesuarları tanımlayıp bir köşe başında mı buluşulacaktı? Çok alışılmış senaryoları sevmezdi adam. Olaya bir sanatçı duyarlığı ve yaratıcılığıyla yaklaşmalıydı. Alışılmışın dışına çıkılmalıydı. Çünkü ona göre, bir sanatçı, güzelliği, yaşamın her alanına yerleştirebilmeliydi . Uyumaktan yemek yemeğe, çalışmaktan çarşıda dolaşmaya, tartışmaktan sevişmeye kadar yaşamın her yanına estetik döşeyebilmeliydi bir sanatçı.

Çok istediği halde, kadına hemen yanıt veremiyordu.

Gitti koltuğa uzandı, gözlerini kapadı. Hayal etmek, düşünmekten daha yaratıcı bir eylemdi onun için.

Önce kadını düşündü. Onu şekillendirmeye çalıştı. Sarışın olması önemli bir veriydi. Önce sarışın bir kadın çizdi hayalindeki tuvale. Kadının dudaklarını kırmızıya boyadı. O, dudakların kahverengi, mavi, siyah, yeşil gibi renklere boyanmasını hiç anlamamıştı. ‘Dudak rengi’ denince herkesin aklına kırmızı gelirdi. Öyleyse neden başka renklere boyanırdı dudaklar? Elbette yanıtı vardı bu sorunun: ilgi çekmek! Farklı olduğunu gösterip ilgi çekmek!

Neyse, dudakları kırmızıya boyalı sarışın bir kadın hayali güzeldi. Ona hemen askılı bir kırmızı bluz, siyah bir dar pantolon giydirdi. Kadının kendini tanıtan bölümde zayıf olduğunu okumuştu. Bu nedenle dar pantolon yakışacaktı.

Her şey güzeldi de nerede karşılaşacaklardı? Alsancak’ta Seviç’in önü, herkesin ilk aklına gelen yerdi. Orada beklemek kolaydı. Dikkati çekmezdi. Kalabalıktı, kadın için güvenliydi. Ama çok sıradandı.

Bir pastanede buluşabilirlerdi. Erkek önceden gider, bir masaya oturur, eline özel bir roman alır, kapağı her yerden görülebilecek şekilde tutarak okur gibi yapardı.

Ya da bir galeride resim seyrederken buluşabilirlerdi...

Evet! Bu olabilirdi işte! Gerçekten uygun bir senaryoydu. Madem ki ressamdı. Öyleyse en uygun yer bir resim galerisiydi. Zaten galeride fazla insan da olmazdı. Giysileri ve belki de ellerinde taşıyacakları bir dergi, bir kitap birbirlerini tanımalarını kolaylaştırırdı.

Hemen kalktı, bilgisayarın başına geçti:
“Önerine ne kadar sevindiğimi anlatamam. Seni tanımak, şiirlerini senin sesinden, üstelik yüzünü seyrederek dinlemek, harika olur! Eğer sence sakıncası yoksa, Üçüncü Sanat Galerisi’nde buluşalım. Hem de bugün. Saat on sekizde. Ben, lacivert pantolon, mavi tişört giyeceğim. Elimde de İZMİR İZMİR dergisi olacak. Karşılaşınca lütfen ‘merhaba’ de. Sevgiler!”

Mesajın usul usul gidişini izledi.

Sonra beklemeye başladı.

Bekledikçe zamanın ısırganlığını fark etti. Her yerini ısırıyordu sanki zaman. En çok da yüreğini ısırıyordu.
Şaşkındı.
Bir kadın; harflerle, harflerden oluşan sözcüklerle, sözcüklerden oluşan cümlelerle nasıl oluşurdu ki? Çünkü bir kadın, önce bir bedendir. Sonra kadınca bir duyarlıktır. Sonra dokunuştur, sıcak bir soluktur, insanın derinliklerine işleyen bir kokudur. En önemlisi acıdır!

Bunlar, bir bilgisayarın ekranında nasıl oluşurdu ki? Olsa olsa ekrandaki lekelere - yani harflere, kelimelere, cümlelere - bakarak, sadece hayal edilebilirdi.
***

Saatler geçtiği halde beklenen yanıt bir türlü gelmiyordu.

Sonunda dayanamadı adam, kalktı bilgisayarın başından, içeri gitti, yatağa uzandı. Beklemek, beklemenin ağırlığını arttırıyordu. Öyleyse beklememeliydi. Sahi niye bekliyordu ki? Daha da önemlisi neyi bekliyordu? Gözünü, kaşını görmediği, sesini, kokusunu tanımadığı bir kadını mı bekliyordu? Hem o mesajları gönderenin kadın olduğu nereden belliydi? Ya bir erkekse o? Erkeklerin fantezileriyle eğlenen biriyse... Bir eşcinselse... Buluşma yerine gittiğinde kimseyi bulamazsa adam?

Karşı mesaj gelmekte gecikmedi:
“Önerini kabul ediyorum. Saat on sekizde, Üçüncü Sanat Galerisi’ndeyim. Üzerimde kırmızı bir bluz ve siyah bir pantolon olacak. Görüşmek üzere! Sevgiler.”

Adam, birden kalakaldı bilgisayarın başında. Kadın, kırmızı bir bluz ve siyah bir pantolon giyecekti! İnanılır gibi değildi! Her şey, bugün ne kadar hızla ve ne kadar da istediği gibi gelişiyordu.

Yaşamı boyunca ilk kez bu kadar hızlı ulaşıyordu bir isteğine. Daha önce de isteklerine eriştiği durumlar olmuştu elbet. Ama uzun uğraşılar ve harcanan bol zamanlar gerekmişti bu erişmeler için.

Saat altıya çeyrek kala galerideydi adam. Lacivert bir pantolon ve mavi bir tişört giymişti. Elinde de İZMİR İZMİR dergisi.

Saat tam altıya beş kala bir kadın girdi içeri. Girer girmez de adamla yüzyüze geldiler. İkisi de çok şaşırmıştı. Kadın gülmeye başladı. Adam ise çok tedirgin oldu. Eski karısıyla karşılaşmanın sırası mıydı şimdi? Beş dakika sonra beklediği kadın gelecekti. Nasıl tanıştıracaktı onları? “Bu benim eski karım, bu da internetten arkadaşım” mı diyecekti?

“Sen,” dedi kadına biraz şaşkın, biraz öfkeli. “Sen, sergilere hiç gitmezdin. Benimle gelmeni istediğim zamanlar bile zorla gelirdin.”
Kadının yüzü karıştı birden:

“Sen sanatçıydın. Ben ise sanattan uzaktım. Gittiğimiz her yerde sen ön plandaydın. Ben ise sadece senin karındım... Olayları kenardan izleyen karın...”

Adam telaşlandı birden. Geçmişi yargılamanın sırası değildi. Buna zaman da yoktu, gerek de. Konuyu değiştirmek istedi:
“Sergi için mi geldin?”
Gülümsedi kadın:
“Hayır” dedi. “Elinde İZMİR İZMİR dergisi olan biriyle buluşacağım!”
Adam, birden bütün bedeninin donduğunu hissetti. Kadına bakakaldı. İşte o zaman ayrıntıları fark etti:
Eski karısı, saçlarını sarıya boyatmış, kırmızı bir bluz ve siyah bir pantolon giymişti.
Dudakları da kırmızıya boyalıydı.

Gündüz Badak


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,838,838,838,838,838,838,838,838,83
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  SU

Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.
Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl'ın bu dizlerini okuduktan sonra su geldi aklıma. Bunca zaman üzerinde hiç konuşmadığımız, dikkatimizi bile çekmeyen bir konu.

Ne kadar da doğru bir mısra değil mi? Doğduğumuz da su yanımızda, onunla yıkanmıyor muyuz? Ya sonra öldüğümüz de yine o yanımızda olmuyor mu? Yine onunla uğurlanmıyor muyuz sonsuz yolculuğa?

Her an elimizin altında olduğu için, farkında bile değiliz, onun yokluğunun felaket olacağından.
Sabah elimizi yüzümüzü yıkamaktan, yediklerimizin yıkanmasına kadar her yerde değil mi su?

Peki, vücudumuzu kaplayan kana ne demeli, onun ana maddesi de suya dayanmıyor mu? Susuzluktan ölen insanları, yanan toprakları düşünün bir de! Kuruyan ağaçları. Ya yiyeceklerimiz, su olmasaydı ne yerdik? Bitkiler nasıl yetişirdi? Hayvanlarımız nasıl yaşardı?

Bazen bunları hiç düşünmüyoruz bile, önemsiz bir şey gibi, açıveriyoruz musluğumuzu sonuna kadar, sanki hiç tükenmeyecek, sonu gelmeyecek gibi. Bir de bunu bulamayan insanları düşünün, çölleri düşünün! Serap olarak, hep su gören insanları.

Su olmasaydı, o mavi büyüsü ile bizi hayrette bırakan, denizlerde olmazdı, yüzmekte olmazdı. Balıklarımız, denizyıldızlarımız, yunuslarımız da. Çocuklarının kuleler yaptıkları kumlarla, sahillerimiz de olmazdı.

Ya derelerimiz, onların güzelliği, yeşilliği, yosunlarımız, onlarının üzerinde yüzen nilüferlerimiz, onlar olur muydu? Dere kenarlarında balık avlayan, yalın ayak çocuklar olur muydu?

Peki denizler olmasaydı, İstanbul olur muydu? Orhan Veli olur muydu? ayaklarını denize sallamış şiirler yazan. Boğazın görkemli şehri, tarihe bu kadar güzel bir şehir olarak, geçebilir miydi?

Osmanlının mozaik çeşmeleri olur muydu? Tarihe ün salan, mavi beyaz desenleri ile musluklarından gece gündüz su akan.

Su deyip geçtiğimiz, çeşmeleri açık bıraktığımız, önemsemediğimiz, hoyratça hiç bitmeyecek gibi harcadığımız, değerli hazinemiz, insanoğlu için o kadar önemli ki!

Su olmasaydı ne biz olurduk, ne bu dünya, ne de evren.

Yani kısacası, beşikten mezara kadar su…

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,507,507,507,507,507,507,507,50
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Mahmut Celal Özmen

 Kahveci : Mahmut Celal Özmen


  İnsan ve Sanat

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...

Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.

Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...

Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.

İster Doğu'da isterse Batı'da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.

İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.

Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...

Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek -Bir- yaratıcıya yönelmek ve o -Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu 'İd' den 'Ego'ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır. Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.

Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.

Bu bağlamda Sanatın Batı'daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: "Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır." Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche'vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…

Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…

Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak 'ham' bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.

Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan 'insan'ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir.

Mahmut Celal Özmen


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  BUGÜNKÜ SÜLEYMAN VE DÜNKÜ SÜLEYMANNAME

İnsanlar zamanla ne kadar da değişiyor. Öyleki tanınmaz hâle geliyorlar. Buna en güzel örnek, altı kere gidip yedi kere siyasî arenaya dönen Demirel'dir. Bir zamanlar inançlı kesimin oylarıyla Türk siyasetine yön veren bu zat bugün, yediği çanağa tükürmekten gocunmuyor. Geçenlerde eski başbakan ve de cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel'in bir televizyon kanalında söylediği sözler, kamuoyunun büyük tepkisiyle karşılandı. Demirel, tepki toplayan konuşmasında başörtüsüyle ilgili olarak şunları demişti: "Orası üniversite, oranın kuralları var!.. Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş. İlla başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git!.. Arabistan'da falan öyle yerler vardır, oraya gidin, orada okuyun! Türkiye geriye gitmez! Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını başına toplasın. Türban özgürlük falan değildir!.. Bu gericiliktir!"

Bu toprağın Nene Hatunlarının, Kara Fatmalarının mirasçılarını Arabistan'a göndermek hangi akla hizmettir? Sizin özgürlük anlayışınız bu mu? Türk şiirinin üstatlarından sayılan Necip Fazıl Kısakürek sözünü sakınmayan, doğru bildiğini her ortamda ve zamanda dile getiren dürüstlük abidesi bir insandı. Gerçek şairler çok iyi bir gözlemcidir aynı zamanda. Bizler Demirel'in bugünkü sözlerine şaşırsak da Kısakürek, bundan on yıllar evvel bu siyaset cambazının ipliğini pazara çıkarmıştı. Üstat Necip Fazıl, bundan tam otuz beş sene evvel(1971'de) yazdığı bir şiirde Süleyman Demirel'in portresini kelimelerle şöyle resmetmişti:

Sen gül diyarının yapma gülüsün!
Aynı yapmacıkla Çoban Sülü'sün!
Yoktur izlediğin bir dava yolu;
Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün!

Türk'e zıt sermaye merkezlerinden,
Bir zikzaklı yolda hep, güdülüsün!
Millî yekparelik gelmez işine;
Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün

Ve devlete mason biraderlerin
Tam da maslahata denk ödülüsün!
Ne sır sendeki bedava oluş!
Problemler içinde en müşkülüsün!

Fikir dağlar boyu kocaman kitap;
Sen de o kitabın bir virgülüsün!
Böyleyken ustasın gözbağcılıkta;
Cüceler sirkinin baş Herkülüsün!

Gözyaşı ve çığlık vatanında sen,
Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün!
Büzülmüş susarken mahzun hakikat,
Davuldan ziyade gümbürtülüsün!

Teokratik rejim olmaz deyip de,
Peşinden Müslüman görüntülüsün!
Kolera, vergiler, zamlar, enflasyon;
Bir felâketsin ki, bin bir türlüsün!

Gelirsiz giderli bütçelerinle,
Her yıl, milyar milyar köpürtülüsün!
Okka okka vicdan satın alırsın;
Topuzu altından oy baskülüsün!

Bir gökdelen sanır seni gören göz;
Bilmez ki, temelden çöküntülüsün!
Büyük Kongre, dikiş tutturduğun yer;
Meclise gelince söküntülüsün!

Bağlısın hak bilmez yeminlilere;
Hakkı bilenlerden çözüntülüsün!
Üçbuçuk mebusa kaldı diye fark,
Kim bilir, ne kadar üzüntülüsün!

Millet gökten adam dilensin, dursun!
Ümit fakirinin keşkülüsün!
Kuzum, senin neren Anadolludur?
Türk'e Amerikan püskürtülüsün!

Farkın şu ki, eski Başbakanlardan,
Sen o belaların son püskülüsün!

Bu dörtlüklerden sonra bize söz düşmez doğrusu… Şair muhatabının portresini bir röntgenci gibi kusursuz ortaya koymuş. Bu söylenenlerin hangi birine itiraz edersiniz? Belki az söylemiş, dahası var diyebilirsiniz. Dahasını söylemek de edibe yakışmaz. Yıllarca bu siyaset cambazının arkasından giden mütedeyyin insanlar kim bilir hangi akla hizmet için bu yola revan olmuşlardı. Çünkü son söylenenler, Demirel'in ne ilk, ne de son sayıklamalarıdır. Bunu görmemek için kör olmak gerek. Oysa Müslüman basiretli olmak zorundadır. Aksi hâlde dost(!) silleleriyle adamın ensesini pazıya çevirirler. Rabbim bizlere basiret nasip eyle, eyle ki böyle tarihî sorumluluğu olan hatalara düşmeyelim.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,005,005,005,005,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Işık Etkin

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


LİME LİME

Senin bahçende güller açar mıydı?
Al al ya da nebiliyim işte.
Yoksa sen sevmez miydim gülleri?
Korkar mıydın dikenlerin batmasından?
Bahçene sokmaz mıydın?
Bu yüzden gülleri.
Benim bahçemde vardı güllerim,
Kırmızı, tomurcuk tomurcuk açan.
Rüzgârın sesiyle raks eden güllerim,
Beni düşündüren, lal eden güllerim.
Sabahın serinliğinde,
Bir ceylan kadar,
Masum bakan güllerim.
Ve bir gün, bir pazar sabahı,
Bahçemi bir dev tarumar etti,
Bastı üstüne güllerimin,
Ezdi onları hoyratça
Dört bir tarafa dağıttı
Tozlarını.
Beni de, lime lime etti.

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih: 11 mayıs 2006 // 18 mayıs 2006 // 25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

Sponge bob karakterini tanıyorsanız kısayoldaki kısa filmi de çok seveceksiniz. http://www.youtube.com/watch?v=d2z7wZtSWro kısayoluna bir tık lütfen.

Siz gördüklerinize mi yoksa duyduklarınıza mı inanırsınız? http://fcmx.net/vec/v.php?i=003702 kısayolunda gördüklerinize inanabileceğiniz bir çalışma göreceksiniz. Çalışma gerçekten bir sanat şaheseri diyebilirim. Ve hatta dedim bile...

İstediğiniz herhangi bir resmi WANTED başlığı altında poster haline getirip yayınlamak veya arkadaşınıza şaka yapmak istermisiniz? http://www.glassgiant.com/wanted/ kısayolunda önce resminizi kendi bilgisayarınızdan yüklüyorsunuz. Daha sonra resminizin üzerine yazmak istediklerinizi ilave edip posteri hazırlıyorsunuz. İyi eğlenceler.

Flash oyunlar üzerine onlarca çeşidi bulunan iyi bir arşiv http://www.stopbeingbored.com/ oynayacak bir oyun mutlaka bulacaksınız.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060511.asp
ISSN: 1303-8923
11 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com