Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 985

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Ailecek Cannes'dayız!..



Merhabalar,

İklimler - ClimatesGündem fotbola gömülmüşken bir nebze nefes alacağımız güzel bir habere yer vermek istiyorum. Yarın Cannes Film festivali başlıyor. 3 yıl önce "Uzak" isimli filmiyle "Jüri Büyük Ödülü" ve "En İyi Aktör" ödülünü alan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, bu yıl da yeni filmi "İklimler" ile yarışma bölümüne seçilen 20 filmin arasında yer alıyor.

"İklimler"'in çekim serüveni Ekim 2004 de başladı. Yaz çekimlerinin Kaş'ta, sonbahar ve kış çekimlerinin Ağrı, Doğubeyazıt ve Erzurum'da yapıldığı film henüz Türkiye'de vizyona girmeden önemli bir yarışmada yarışacak. Bu yıl ellidokuzuncusu yapılacak olan Cannes Film Festivali'nden elleri kolları ödülle dolu gelmesini diliyoruz.

Başlığın hakkını vermek için de bir açıklama yapmam gerekiyor sanırım. Bu filmin yapımcısı Zeynep Özbatur, oyuncularından biri de Can Özbatur. Ehh, biri kardeşim diğeri yengem olunca bana da böbürlenmek düşüyor tabi ki. Kahve Molası olarak güzel haberlerini paylaşmak için bekleyeceğiz. Güle güle gidin, güle oynaya gelin olur mu?

Bugünkü şarkımızı sevgili Burcu Erman'ın yazısına eşlik etsin diye seçtim. Candan Erçetin söylüyor, Sensizlik. Yarına kadar esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Burcu Erman

 Kahveci : Burcu Erman


  SENSİZLİK

bir garip hüzün çöker insana
el ayak çekilince

tek başına kalırsın dünyada
etraf sessizleşince

inan bu ev alışamadı
hiçbir zaman sensizliğe
şimdi sensizlik oturuyor
kalkıp gittiğin yerde

yalnızlığa elbet alışır bedenim
yalnızlıkla belki de başa çıkabilirim
çok zor gelse bile yaşar öğrenirim
sensizlik benim canımı acıtan

bir derin korku düşer ruhuma
duvarlar seslenince

karanlık oyun oynar aklıma
gölgeler dans edince

inan bana alışamadım
hiçbir zaman sensizliğe
şimdi sensizlik dolaşıyor
çıkıp gittiğin bu evde

yalnızlığa elbet alışır bedenim
yalnızlıkla belki de başa çıkabilirim
çok zor gelse bile yaşar öğrenirim
sensizlik benim canımı acıtan

Candan Erçetin

İçimden usul usul bu şarkıyı fısıldıyorum. Hayal ediyorum kulağına söylediğimi.
Gözlerimi yumuyorum sıkıca. Canımı acıtıyor göz kapaklarımın ağırlığı. Bir yaş düşecek gibi oluyor kirpiklerimden... Tutuyor birden bire eli hiç mendil tutmamış çocukluğum.
İnsan çocukken daha çok mu ağlar?
Hani anlamaz ya... Aklı almaz ya ölümü , ayrılığı , şu oyuncağı paramız olunca almayı...
Anlayamaz ya bir türlü. Hep sorar 'Niçin?' diye.
Ya büyüyünce?
Alıyor mu şimdi mantığı susmayı , ayrılığı?
O oyuncağı neden alamadığını?

Senin aklın alıyor mu?
Benim aklıma sığmıyor yokluğun
O kadar boş ki bu ev...
Bu boşluk sığmıyor içime dışıma
Sağıma soluma
Önüme arkama
Hala ebeyim ben bu hayatta
Hayallerimi sıkıştırdığım kağıt parçalarına
Sığmıyor küçültsem de düşleri
Sığmıyor şu iki kelime
'SEN YOKSUN'
O oyuncağı hala almıyorum ben

Ve bir garip hüzün çöküyor ruhuma
Önce benim kulağıma sonra
Dudaklarımdan senin ruhuna
Yağıyor bu şarkı... sağanak bir hüzün kılığında yığınla
Ve ben alamıyorum o oyuncağı hala...

yalnızlığa elbet alışır bedenim
yalnızlıkla belki de başa çıkabilirim
çok zor gelse bile yaşar öğrenirim
sensizlik benim canımı acıtan...



Burcu Erman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  Bittiğinde Kahve Kokuyordu...

"Herkesin kendi payına düşen bir başlangıç öyküsü vardır. Duvarlarında saatleri, fotoğrafları ve ortada duran sehpalarında okunmuş eski tarihli dergileri olmayan bekleme odalarında ise zaman hiç geçmez."

Gözünün önünden geçen sayılar birer insan suratına dönüşüyordu.
20020417
20020418
20020419
...
20030227
20030228
...
Odada yalnızdı. Günün hangi saatinde olduğundan habersizdi. Önündeki mavi ekrana bile bakmadan yazıyordu. Klavyedeki tuşlara dokunan parmakları artık uyuşmuştu.
Daha yolun başındayım, diye düşündü.

Panjurları gibi kapısı da kapalı olan odanın içine hafiften bir ışık süzüldü. Gün ışığının en sabah haliyle gözüne gelmesinden çok, adamın odaya getirdiği kokuyla kendine geldi...

Belli ki içerideki yemek masasının üzerinde, fırından yeni alınmış tereyağlı kruasanlar duruyordu. Yılların alışkanlığı taze ekmek-çay kokusunun saltanatını sarsan bu tereyağlı ay çöreği kokusuyla burada, yani ülkesinden çok uzakta, Fransa'nın güneyinde küçük bir kentte tanışmıştı. Özlenen şehirdeki seyyar köşebaşı poğaçacılarına ilk ihaneti...
...
20030304
20030305

… - Sabah oldu mu?
- Çoktan, hala bitiremedin mi?
- Biraz daha işim var, ama önce ayılmam lazım.

Uyuşan bacaklarını gecenin soğuğundan buz tutmuş elleriyle ovduktan sonra, lavaboya doğru yöneldi.

Soğuk su uykunun düşmanı mıdır? Hayır, bu uykudan çok, uyuşma. Saatlerdir gözkapaklarını kırpmamıştı bile. Sabunluğa uzanıp eline aldığı mor renkli sabunu köpürtmeye başladı. Burnuna gelen kokuyu içine çektiğinde, aynadaki yüzü buraya geldiği ilk günkü haline dönüşmüştü…

Ilık bir Haziran akşamıydı. Güneş tam batmamıştı. Havaalanından evlerine kadar olan mesafeyi katederken gökyüzü yavaş yavaş kararıyordu. Işıksız otoyolda ilerlerken yeni geldiği bu ülkeyi, bu küçük şehri anlatan hiç bir iz bulamamanın hayal kırıklığını yaşamıştı. Sevdiği adam, küçük evlerine geldiklerini söylediği zaman, gece ayına kavuşmuştu. Saçlara değen hafif bir esinti vardı ve işte o an.
- Bu koku,
- Çok güzel değil mi?
- Burası lavanta kokuyor. Tıpkı bırakılan şehrin, en işlek caddesinde büyük bir mağaza önünde lavanta satan kadın gibi…

O Haziran akşamı Fransa'nın güneyinde küçük bir kentte…

O Haziran akşamı lavanta kokuyordu.

Adam, kadının kalktığı sandalyeye oturdu ve karşısındaki ekrana baktı

20030306
20030307


Hâlâ lavaboda mor renkli sabunun eskiyi anımsatan kokusuyla aynada kendi yüzünü seyreden kadına seslendi.
- Tüm gece bu sayılarla mı uğraştın? Ne zaman tamamlayacaksın?

Kadın ellerini koklayarak, çalışma odasındaki adamın yanına geldi.
- Zamanı gelince. Şimdi öğle yemeğine kadar biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.


20030327
20030328


"Yabancı bir dile düştüğünde yaşamınız, önce kelimeler, sonra da cümleler gelir. Ya yeni kokularla ne zaman tanış olursunuz?

Burada ilk merhabam lavanta kokuyordu..."

Bilgisayar ekranı ve kadın tek vücut olmuşlardı. Onları birbirlerine bağlayan klavye dokunuşlarının sesi günün sessizliğini bölüyordu. Adam odanın panjurlarını güne açtı. İçeriye civardaki parfüm fabrikalarından gelen kokular doldu. Sabah, parfüm kokuyordu…

"Burada parfüm kokmak;
Önce çiçeklerin adını öğrenmekle başlar.
Sonra tarlalarda yetişen lavantaları toplamak olur.
Bir kadının boynuna değer önce,
Oradan bir erkeğin ellerine geçer.
Burada parfüm yaşama, yaşatmaya dönüşür.
Çünkü Grasse* parfümcülüğü ile nefes alır..."

Tam olarak böyle yazmak istediğinden emin değildi. Yine de başlangıç için fena sayılmazdı. Saatin öğleye yaklaştığını salondan gelen kokulardan anlamıştı…
- Nefis bir sos olmuş bu, içine neler koydun? diye sordu adama.
- Domates, patlıcan, fesleğen ve sarmısak.

Yazları turistlik lokantalardan sokak aralarına yayılan kokulardan günün menüsünü tahmin etmeyi burada öğrenmişti. Akdeniz mutfağına özgü taze yeşil otları, domatesi, patlıcanı, sarmısağı ve zeytinyağını kullanarak sıradan bir makarnayı bile lezzetli kılabilme inceliğini bu kokular öğretmişti.

"Bahçeden yeni koparılmış fesleğen ve sarmısağın tahta havanda zeytinyağı yardımı ile buluşmasını koklamanın heyecanı katılmıştı burun deliklerine..."

Yemeği yedikten sonra, hiç oyalanmadan çalışma odasına geri döndüğünde ekranda hala bu rakamlar vardı. Aralarda ise aklından klavyeye düşen, oradan da ekranda beliren cümleler…


20030417
20030418


"Yazmak bu kadar zor mu?
Yazabilmek
Sadece anlatmak istiyorum…"


Yazmak istiyordu. Anlatmak.


20030429
20030430


Sonu yoktu. Başı hiç olmamıştı. Çıktığı yolculukta, bir şehri kokularıyla hayatta tutan çiçeklerin ve baharatların rehberliğine ihtiyacı vardı.

Kışın sonlarına doğru bahar müjdecisi olarak şehrin tepelerini güneş rengine boyayan mimozaları, Mayıs'a adını veren narin beyaz mügeleri, yazın eski şehrin sokaklarına karışan baharatlı yemekleri ve herşeyden önce, köylü kadınların eteklerinde kokan lavantaları… Evet, tam olarak bunları anlatmalıydı.

"Her kokunun bir öyküsü vardı."

Zaman hayli ilerlemişti. Neredeyse akşam olacaktı.


20041206
20041207

- Biraz ara vermek istemez misin? diye sordu adam. Ocağa kahve koydum birazdan olur.
- Bitiyor birazdan geliyorum, dedi kadın.

Ekranda sayılar akıp gidiyordu.

Kadının anlatacakları bitmemişti.

Mutfaktan odaya kadar gelen Kahve'nin kokusuyla ayağa kalktı.
- İşte şimdi iyi bir kendine gelme Molası vermenin zamanı…

"Öyküler ise yeni başlıyordu. Önce koklamalı, sonra yazmalı."

SunA.K. Grasse

* Grasse, Güney Fransa'nın Provence-Alpes-Côte d'Azur (PACA) bölgesinin, Alpes-Maritimes departmanında yer alan ve bu yazıyı yazanın yaşadığı şehirdir. Tarihi Ortaçağ'a kadar uzanan Grasse daha çok parfümleri ve parfüm fabrikaları ile tanınır. Günümüzde ise bölgenin önemli endüstri merkezlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ayşenur Güven

 Noktasız : Ayşenur Güven


   Köprü...

Köprü... Herhangi bir engelle ayrılmış iki yakayı birbirine kavuşturan mimari harika! Adımlarını attığı topraklara benzemez köprü. Onları birbirine kavuşturur ama o, sanki onlara bir türlü kavuşamaz, karışamaz. Onlarsız varlığı düşünülemeyeceği halde, alabildiğine bağımsız, belki biraz yalnız, ama bir o kadar da ihtişamlı görünür.

Asya'yla Avrupa'yı birbirine bağlayan "doğal bir köprü"dür ülkem! Yıllarca ders kitaplarımda okuduğum tabiri şimdi de Avrupa'nın kapısını hevesle tıklattığımızdan beridir, gazete ve dergilerde çıkan yazılarda okuyorum.

Avrupa'nın Asya'ya açılan kapısı, Asya'nın Avrupa'ya araladığı penceresi Türkiyem, şu son zamanlarda kendinden en fazla bahsettiren ülke oldu çıktı. Hiç bir işe yaramadıysa bütün bu çabalarımız, isteseler de istemeseler de bizi yakından tanımalarını sağladı.

Üniversite yıllarımda, Türkiye'yi Afrika'nın kuzeyinde sanan ve bu konumundan emin görünen, aynı derslere girip çıktığım ve amfileri paylaştığım, herhangi bir sıfat yakıştırmaktan kaçınacağım, sayıları hiç de az olmayan Belçikalılara, "lisedeyken her sabah okula devemle gittiğimi, çölü aşmanın en uygun yolunun bu olduğunu," yol boyunca başımdan geçen "maceraları" ballandıra ballandıra anlatıp, "eğer bu masala inanıyorlarsa başka masallar da uydurabileceğimi" söylediğim devirler artık gerilerde kaldı.

Çünkü artık biliyorlar... Ülkemin tam olarak nerede bulunduğunu; başkentinin İstanbul değil Ankara olduğunu ve bu konuda yanılanın ben olmadığımı; Avrupa'daki topraklarımızın ülkenin sadece yüzde üçünü oluşturduğunu, sadece bu toprakların bile Belçika topraklarından yirmi beş kat büyük olduğunu; Arap alfabesini değil Latin alfabesini kullandığımızı ve soldan sağa doğru yazdığımızı, bu durumda eğer elimde tuttuğum kitabın sağ yanına düşen sayfaların miktarı az ise, bu o kitabın başında değil son sayfalarında olduğum anlamına geldiğini... Artık biliyorlar.

Ve nasıl da korkuyorlar... Bir sabah uyanıp kendilerini hiç hesapta olmayan, Irak, İran ve Suriye ile sınır komşusu bulmaktan; on veya on beş sene sonra topluluğa girdiğimizde Avrupa'nın en nüfuslu ülkesi olarak ilk sırada yer alacağımızdan; parlamentodaki temsilci sayımızın, nüfusumuzla orantılı olarak topluluğa üye diğer ülkelerden daha fazla olacağından; bunun alınacak kararlarda ağırlığını koyacak, yeni katıldığı için acemi ve her şeyden evvel Müslüman bir ülkenin topluluktaki mevcudiyeti anlamına geldiğinden... korkuyorlar... hem de nasıl... O Müslümanlık ki, verdiği rahatsızlığın adını koymaya yanaşmak zor. Söyleseler bir türlü, söylemeseler bir türlü.

Ve soruyorlar... Çalışabilir genç nüfusumuzun sayısı gittikçe azalırken, Türkiye'nin iş arayan gençleri akın akın buralara çalışmaya, yerleşmeye gelmeyecekler mi? Demokratik alanda dürte dürte gelişmeler yaptılar belki ama teorileri pratiğe uyacak mı? Türkiye'nin aramıza katılması bizi sosyal ve ekonomik açıdan sarsmayacak mı? Topluluk projesinin tabiatı değişmeyecek mi? Hem Avrupa nereden nereye uzanmalı? Türklere "hadi bari buyurun," dersek, başka, belki de hiç ummadığımız ülkeler talepte bulunmayacaklar mı?

Ve diyorlar ki... Bizim bir kimliğimiz var. Tarihimiz, dinimiz, felsefemiz, edebiyatımız, bilimimiz, kültürümüz ortak. Türkiye'ninki bize uymaz, zengindir ama bir diğer paralelde gelişmiştir, apayrıdır. Ama böylesi büyük bir gücü "hayır" diyerek Müslüman dünyaya müttefik olarak hediye etmek de enayilik olmayacak mı?

Bir zamanlar kapılarına farklı koşullarla, farklı koşullarda dayanmış, gümbürdetmişiz; fena korkutmuşuz, korkutmaya devam ediyoruz. Verilen bir söz var, geri dönseler bir türlü, dönmeseler bir türlü. "Öyle ya söz vermişiz bir kere, kabul edelim ayıp olmasın. Geçmişte söz vermiş olanlar kötü duruma düşmesin, bütün Müslüman ülkeler bize cephe almasın. On beş senede neler neler olur... Bulunur bir bahane, muhakkak bulunur... Hem belki onlar da bıkar, durulur..."

"Zina"nın halen tartışıldığı günlerden birinde bir Fransız arkadaşımla işe gitmeden evvel buluşmuş, kahvaltı ediyordum. Başını okuduğu gazeteden kaldırıp "Zina nasıl suç olabilir?" diye sordu ve cevabını kendisi verdi. "Hiç bir Türk'ün boynuzlandığını cümle âleme haykıracak kadar kalın kafalı olabileceğine inanmıyorum." Sustum. Onun kadar emin olmadığımdan, emin olmadığımı bilmesini istemediğimden. Konunun benim için hassasiyetini sezmiş olacak ki gazeteye başını eğip gelişigüzel, "çerezlik" denilebilecek kısa kısa haberlerden rastgele bir tanesini okumaya başladı. Şansıma ilk gözüne çarpan haber sanki benimle açıktan açığa dalgasını geçti. Gülsem mi, ağlasam mı, bilemedim.

İtalya'da bir restoran sahibi, müşterilerinden bir çifti tuvalette uygunsuz bir durumda basmış ve "umumi mekânda fuhuş"tan dava etmiş. Yargıç iki tarafı da dinledikten sonra davayı açıldığı gibi kapatmış. "Restoran sahibinin iddia ettiği gibi umumi bir mekânda, yani herkesin içinde, müşterilerin gözleri önünde değil, kapalı bir mekânda seviştikleri ve kimseyi rahatsız etmedikleri" için. Bir güzel de azarlamış adamı "sorun edilmemesi gereken bir sorundan" dolayı herkesi rahatsız ettiği, çözülmesi gereken "gerçekten ciddi" meseleler olduğu için...

Aykırıdır köprü, farklıdır adımını attığı topraklardan...

Ayşenur Güven
Belçika


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  RAFLAR ARASINDA

Kütüphanenin açık mavi olan kapısı hafifçe aralandı, ardından siyah saçlı bir kız beliriverdi. Elinde duran sırt çantasını, masanın üzerine bıraktı. Ayağında baklava dilimleri olan delik bir çorap vardı. Dizlerinin üzerinde biten gri pilili eteği yürüdükçe sallanıyordu. Üst pilileri dikildiğinden dikiş yerleri belli idi, etek yukarı doğru gittikçe daralıyordu çapı. Ayağında ise dizine doğru uzanan bir siyah botu vardı. Botun yanında ise büyük puntolarla dört yazısı bulunmaktaydı. Ayakkabının bağcıkları ise, beyazdı. Dışarının çamur olduğu, ayakkabının tabanının renginden anlaşılıyordu. Beyaz gömleğinin üzerinde bulunan lacivert renkli hırkanın yakası bir tarafa kaymış, ön düğmelerinin birini iliklemeyi unutmuştu, kendi bedenine bol gelen dökümlü bir hırkaydı.

Saçlarını tepesinden toplamış, kulaklarının yanından aşağıya inen birkaç tel boşta kalmıştı. Tokasının her tarafı ise boncuklarla doluydu. Buğday benizli gözleri ise bal rengiydi. Yüzüne bir garip gülümseme takınmıştı. Eline aldığı kitabı masanın yanına götürüp, sandalyeyi hafifçe çekti ve oturdu. Burada ki tek okuyucu da bu kızdı.

Birkaç adım ileriye doğru yürüdüm, orada ciltleri yıpranmış olan eski kitapların bulunduğu raflar vardı. Kim bilir kaç insanın elinden geçtikten sonra bu hale gelmişti. Okuyucuya neler vermişti.

Onun yanında ise 135 nolu raf vardı. Burada ise denemeler, makaleler bir araya gelmişti. Emre Kongar'ın Kızlarıma Mektuplar'ı, Yağmur Atsız'ın Bloknot'u, Ergun Gözenin Meşhurların Son Sözleri vb, ben bu kitapları önceden okuduğum için ilk gözüme çarpanlar bunlar oldu. Onun yanında ki rafta ise yemek kitapları bulunmaktaydı, et yemekler, çorbalar, tatlılar kitabı. Hepsi renkli kâğıda basılmış olan, al bensi çok kitaplar. Elime alıp incelediklerimin hepsinin de yazarı bayandı.

Diğer tarafta ziraat, tarım, hayvancılık üzerine kitaplar bulunmaktaydı. Mühendislik bölümüydü burası. İnşaat bölümün kitapları benim ilgimi çekti, bu alanda eğitim aldığımdan dolayı. Betonarme, statik, malzeme bilgisi kitaplarını elimle karıştırdım. Vaziyet planları vardı, kenarlarına küçük ağaç resimleri eklenmiş. Öbür sayfa da ise normal kat planı bulunuyordu, 1/50 ölçeğiyle çizilmiş. Bir kaç tane mukavemet sorusunu inceledikten sonra, bu bölümü de terk ettim.

İller hakkında bilgi vermek amaçlı ansiklopediler harf sırasına göre, yan yana getirilmişlerdi. Konya yazanı elimle aldım her tarafı toz olmuştu, uzun zamandır kimsenin el sürmediği belliydi. Mevlana hakkında bilgi veriyordu, birinci hamur kâğıttan, A4 ebadındaydı. Sayfalar ilerledikçe genel bilgiden özele iniyordu, en son kısımda ise ilçeler hakkında bilgiler verilmişti.

Ortada bulunan uzun, geniş masanın etrafında dolaşarak Atatürk köşesine uzandım. Laiklik ve Atatürk, Cumhuriyetçilik, Mustafa Kemal Atatürk kitapları gözüme ilişti, bunların çoğunu önceden okumuştum. En sağda ise Nutuk vardı. Cilt üç, vesikalar, İstanbul 1967 Milli Eğitim Basımevi yazısı ile. Dış kapağın beyaz olan rengi sararmış, çay rengini almıştı.

İç sayfalarını çevirince yarım sayfalık 3.6.1919 ve12,15 şifreye: Yazılan mektup, tebliğ şeklinde yazılar bulunmaktaydı. En son sayfa da ise heyeti temsiliye namına Mustafa Kemal Atatürk yazılı metinle, son yazısı bulunmaktaydı. En son sayfa numarası ise, 1280'ndi. Ederi ise 800 kuruş.

Bu köşeden buruk bir şekilde ayrıldıktan sonra kütüphanenin diğer köşesine doğru yolda aldım. Edebi kitapların bulunduğu bölümde Nihat Sami Banarlının Türkçenin Sırları kitabı elime geçti. Bu da çok güzel bir kitaptı, Türkçenin ne kadar zengin, güzel bir dil olduğundan bahsediyordu, onun yanında Fazıl Sayın, Uçak Notları vardı, bunu daha önceden okumuştum, bir saatlik uçak yolculuğunda, zamanı ne kadar da iyi değerlendirmişti Fazıl Say. Kitabın dışında güzel bir ebru çalışması vardı, Say Yayıncılık, Ahmet Say, Ankara yazısı ilişti gözüme. Bu kitapta, müzikle alakalı birçok konuda yazılan makaleler vardı. Nietzsche'den çok güzel alıntılar yapılmıştı.

Çıkış kapısına doğru geldiğim zaman ise, sınav kitapları ilişti gözüme. Hedef, zirve, final, sınav dergilerinin eski sayıları vardı, çok yıpranmış bir halde idiler, çoğununda şıkları işaretlenmişti. Kpss, kpds, les, sınav kitaplarından oluşan dağ gibi bir yığın, basım tarihleri eskiydi, yeni sınav sistemine göre hazırlanmamıştı.

Kütüphanenin dış kapısına doğru yürüdüm, içimde ise bir burukluk bir terk edilmişlik vardı, bahçede ki güllerin, ıhlamurların kokusunu alamıyordum, burnumda rafların tozu vardı çünkü.

Acaba bir günde kaç kişi ziyaret ediyor, kaç kişi bu kitaplarla tanışıyor, başka âlemlere dalıyordu. Yoksa buralar öğrencilerin sadece sınava çalışma amaçlı geldikleri, öğretmenlerin zorlamaları ile dönem ödevi araştırma yerleri olarak mı kalmıştı?

Oysa El Harezmî, Bağdat da ki saray kütüphanesin de çalışmakta iken sıfırı bulmuştu. Ve matematik böyle değerli bir adamı, kütüphane çalışmaları sonuncu kazanmıştı.

Einstein' nında bir yıllık bir kütüphane serüveni olmuş ve bunun ödülü olarak, Zürich Teknik Üniversitesine kabul edilmiş ve dünya büyük bir bilim adamı kazanmıştı.

Bu ve buna benzer birçok bilim adamı eserlerini, kütüphanelerle yazılmıştı. Ama şimdi kütüphanelerin son halini düşündükten sonra içim burkuldu. Onlar artık terkedilmiş, bir köşeye itilmiş, yitik değerlerimizden biri olmuştu.

Yol boyunca durmadan ilerliyordum, kafamda hüzünlü düşünceler ve de burnumda kitap kokuları…

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  GEZ- GÜZELLİKLERİ GÖR, GERÇEKLERİ SEZ

Atalarımız, "Çok okuyan değil, çok gezen bilir" demişlerdir. Gezelim ama bilinçli gezelim. Gezip dolaşacağımız yer hakkında önceden bilgi edinelim, kitap, broşür karıştıralım, yoksa boşuna zaman kaybederiz;
Oraya mı gideyim, burayı mı göreyim derken saatler geçer, gezimiz hiçbir işe yaramaz. Gezeceğimiz yerin özelliklerini, güzelliklerini iyi bilmeli, ona göre gezmeliyiz. Turistler bilinçli gezdikleri için bizi bizden daha iyi biliyorlar ne yazık ki. Bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra Didim'e gideceğim. Oradan Bodrum'a, Marmaris'e uzanmak istiyorum. Didim deyince aklıma geldi. Didim'de yazlığı olan kişilere sordum. Yollarının üstündeki harabeleri, Apollon mabedini gezmemişler, merak etmemişler. Yine o civardaki Milet, Efes gibi tarih kokan yerlere okul gezilerinde gitmişler ancak. Oysa oraları her mevsim turist kaynıyor!..

Bir de şu var: Avrupalılar yurdumuza gelince tarihi, turistik yerlere akın ederler, bizimkiler Avrupa'ya gidince alışveriş etmeye koşarlar. Avrupa malı diye Türk malı alıp gelenlere ne dersiniz?

Ne olursa olsun severiz biz gezmeyi, eğlenmeyi. Gezmek kökünden gezenti, gezgin, gezinti gibi sözcükler türetmişizdir. Kendimiz gezdiğimiz gibi göz gezdirmek de isteriz! "Gez dünyayı, gör Konya'yı" deriz. Bir de "tebdili mekânda hayır var", deniliyor. Yani üzüntülerden, dertlerden kurtulmak için gezip dolaşmak öneriliyor. Eskiden padişahlar tebdili kıyafet ederek(kıyafet değiştirerek) gezip dolaşırlar, halkın düşünce ve duygularını bilip öğrenmek isterlermiş Günümüzde de politikacılar seçim gezisi yapıyorlar. Başbakanımız da gezmeyi çok seviyor. Dünyada gezip dolaşmadığı ülke kalmadı gibi.

Gezmek çeşit çeşit. Hayal dünyasında gezmek daha çok romantik kişilerin, şair ve yazarların işi. Siz hiç gönlünüzün bahçesinde gezindiniz mi? Bir şarkıda şöyle deniliyor:
"Bugün yine gönlümün bahçesinde gezindim/ Sana baktım ay kadar, güneş kadar güzeldin."

Aval aval gezenleri, boşta gezenleri, boş gezenin boş kalfalarını da unutmayalım. Şu maniye kulak verin de ona göre gezin: "Lale sümbül ezdirir/ Tatlı candan bezdirir/ Sevip sevilmeyenler/ Bir kuru can gezdirir."

Halk ozanları diyar diyar gezerler, her gittikleri yerde ayrı bir güzellik bulurlar. Karacaoğlan gezgin bir ozandır. Bir koşmasında bu özelliğini bakın nasıl dile getiriyor:

"Çıktım seyreyledim Niğde'yi Bor'u
gezsem ala gözlüm var m'ola
Acep Güzeller durağı Tokat Engürü
Acep gezsem ala gözlüm var m'ola

*** Hey geri de deli gönül hey geri
Adana İlbeyi Göksün Tekiri
Otuz iki sancak Diyarbekiri
Acep gezsem ala gözlüm var m'ola"

Tekke şairi Yunus Emre, görüşlerini yaymak, kendisi gibi hak âşıklarıyla bir arada olmak için gezip dolaşır, gezdiği yerlerde kendisi gibi garip olan kişileri arar:

"Acep şu yerde var m'ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin

Gezdim Urum ile Şam'ı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin"

Ne kadar gezip dolaşsa aradığını bulamaz ve şiirini şöyle bitirir:

"Hey Emre'm Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var şimdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin"

Namık Kemal, Vatan Kasidesi'nde vatanı yaralı ve inleyen bir aslana benzeterek, "Kilâb-ı zulme(zulüm köpeklerine) kaldı gezdiğin nâzende sahralar" diyor.

Köroğlu kendini, "Ben bir Köroğluyum dağda gezerim/ Uçan kuştan hile sezerim" dizeleriyle tanıtıyor. Bâki, "Kanuni Mersiyesi"nde ilkbahar bulutunun kendisi gibi ufukları ağlayarak gezmesini istiyor.

Nedim, sevgilisini Sadabatta gezip eğlenmeye çağırıyor. "Gidelim serv-i revanım yürü Sadabada" dediği gezme, eğlence yerinde bakın neler varmış:

"Gezermiş kasrın etrafında yer yer taze mehrular( ay yüzlü güzeller)
Mükahhal(sürmeli) gözlü Şirin sözlü Leyli yüzlü âhular
Heman alkış sadasın andırırmış çağlayan sular
Ederlermiş duasın padişah-ı madeletkârın( adaletli)"

**** Bir manide şöyle deniliyor:

"Bülbül taşta ne gezer
Kalem kaşta ne gezer
Yâri güzel olanın
Aklı başta ne gezer"

Bir türküdeki sevgiliye seslenişe bakalım şimdi de:

"Altını bozdurayım
Gerdana dizdireyim
İpek mendil değilsin
Cebimde gezdireyim."

Yukarıda politikacıların seçim gezilerine, sosyetemizin ve kimi devlet adamlarının bilgi ve görgülerini arttırmak için yaptıkları dış gezilere değindik. İş adamlarının iş bahanesiyle gittikleri geziler vardır bir de. Bu gezilerde işten çok gittikleri yerlerin kadınları, kızlarıyla iş pişirilir ya da sekreter diye sevgililer götürülür, tek bir bavulla gidilip üç bavulla dönülür. Geçim gezisi nedir biliyor musunuz? Dar gelirli kişiler nerede ucuz şey var diye çarşı-Pazar gezerler, ayaklarına karasular iner geze geze ama gene de kazıklanmaktan kurtulamazlar. Yorulmaları yanlarına kâr kalır!

Çayır çimen geze geze
Oldum ben bir geveze
Kızına gönül verdim
Darılma hanım teyze.


Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Çoktan Göçtüm Senden

yürüdüğün her yolun sonunda
beni bulur musun
sanki hiç yaşanmamış gibi tüm acıları
silip şakaklarından kaderini
yazabilir misin yeniden
bir ömrü sil baştan...

doğmamış bir günün şafağında
yıldızları toplayıp gök bahçemden
sarabilir misin karanlığımı
güneşin ışınlarına medet ummadan
aydınlatabilir misin
senden karardığımı...

öyle mahçup bakışlarına inandırıp
unutturabilir misin ki
yaşattığın tüm kabuslarımı
silip beyin hücrelerimden
doldurabilir misin yerlerini
mutluluk tebessümleriyle...

sensiz nice karanlık gecelerimi
gündüze boyayıp
renklerini dökebilir misin ilkbaharın
bir yanımda yasemen
bir yanımda çiğdem
açtırabilir misin ki
cemrelerin dökülmesini beklemeden...

yoksa hepsini yapabilirim derken
ilk vaatlerine kandığım gibi
inandırabilir misin beni yeniden
hiç tanışmamışız gibi
memnuniyetle dolu bir birlikteliğe
merhaba dedirtebilir misin ki
yüzümde gülücükler yakalarken...

şimdi
hiç yemin etmesen
çünkü, çoktan göçtüm senden...

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih:18 mayıs 2006 // 25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.

Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html

Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.

İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060516.asp
ISSN: 1303-8923
16 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com