Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 988

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 

 Editör'den : Acil Şifalar!..


1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.
İyi haftalar,

Üç gündür olan biteni anlamak için birkaç fırın ekmek yemek lazım herhalde. Baksanıza her kafadan ses çıkıyor. Herkesin komplo teorisi farklı. Bağırıp çağıranlar, korkup kaçanlar, eyvah diyenler, sahip çıkanlar, demokrasinin arkasına türbanın altına saklananlar hepsi bir arada. Kağıdın üzerindeki kara lekeye bakıp türlü anlamlar çıkaran birer falcı olduk hepimiz. Anlamların farklı olması lekeyi temizlemeye veya yok farzetmeye yetmiyor. Rejimi tartışmaya açanların foyası çıktıkça çıkıyor. Tıpkı yıllar evvel Demirel'in "Siz bana sağcılar da adam öldürüyor dedirtemezsiniz." dediği gibi şimdi de katil avukatın aslında dinle alakası olmadığına dair deliller aranıyor. Herifin gavur olduğunu ispat edersek biz de bu işten sıyrılırız diye düşünüyorlar kimbilir. Katil, kızıl komünist, neo-faşist yada Tamil gerillası olsa ne yazar? Önemli olan katile dolduracağı boşluğun bırakılması, at oynatacağı alanlar açılması değil mi?

Asıl üzüntüm Ecevit'e. İşin sorumlusu Antalya'da AK gençliğe sesleneceğim diye cenazeye gelmezken seksen yaşındaki hasta bir devlet adamı ayağını sürükleye sürükleye geliyor ve 4 saat sonra beyin kanaması geçiriyor. Rahşan Hanım'ın dediğine göre "Orada olmalıyız Rahşan." demiş. Bu konuda Tayyip Bey'le Emine hanım arasında nasıl bir konuşma geçmiştir bunu sizin tahayyülünüze bırakıyorum. Hatasıyla, sevabıyla bir çınar devrilmek üzere galiba. Umarım yanılıyorumdur. Kendisine acil şifa dilemekten başka şey gelmiyor elimizden ne yazık ki.

Hafta sonunun bir diğer büyük olayı ise şüphesiz Eurovision'du. Pop müzik yarışmasında Rock müzik yapan canavarların birinci olması ilginçti. Şarkı güzeldi de o kostümlere ne gerek vardı anlamadım. Sertab'tan sonra dansçı ve kuyruk kullanmaya başlayanlar şimdi de uzaylı kostümleri ile şarkı söyleyecekler sanırım. Bundan sonraki yarışmalar görsel birer şölen olacak hazırlıklı olalım.

Yarışmadan sonra izlediğim TV Makinası'nda ilginç bir Hasta Siempre yorumu dinledim. Gitar yerine saz kullanılan bu güzel şarkı hiçte fena değildi. Hemen bir Ahmet Koç CD'si edindim. Bugün size o CD den bir başka ilginç yorum dinleteceğim. Ahmet Koç sazıyla çalıyor, Godfather. Kötü haberlerin olmadığı bir çalışma haftası diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Alper Kutay

 Kahveci : Alper Kutay Erke


  Yasak Şey Seni Sevmek

Buruşuk Kadınlar - OnLine satın alabilirsiniz. Bir yasaktan ibaretsin kaç zamandır çiğneyemediğim ve adına suç demişim seni düşünmenin, işlemişim şehrin en derinlerine bir çığlık gibi... Zaten sen yasaklamışın kendini bana da benim yasaklarım senin bana yasaklayamadıklarına. Bir yasak özlemine, bir yasak hayaline, bir yasak da düşlerime düşen gözlerine...

İşte böyle sarmaş dolaş yasaklarla ulaşabilmek isterken sensizliğe mızmız bir oyunbozan olan yanım kabarır arasıra, engelleyemediğim kuralsızlığımdan sızar, köreltemediğim merhametimle çakışır, duygusal zaaflarımdan yararlanırsın. Sen de bilirsin özlemlerin yasakları delik deşik ettiğini, bilirsin o oyunbozan yanımın en ayyuka çıktığı zamanları ve uygulayabildiğim en katı yasağın yasaklara koyduğum yasaklar olduğunu.

Zor oluyor biliyorum, belki de en kanlı devrimim olacak bu, denize gözlerinin mavisini, kaldırımlara ayakkabılarının topuk seslerini, bulutlara saçlarının dalgasını, cırcır böceklerine senin dedikodularını yasakladım. Yeni baştan yaratıyorum taş yığını şehri ve senden tamamen arındığında ki halini düşlüyorum.

Mesela önünden geçerken senin adını taşıyan bir mağazanın tabelasını gördüğümde seni hatırlamak yerine evden çıkarken kilitleyip kilitlemediğimi unuttuğum sokak kapısını düşünmek ya da göz göze oturduğumuz bir yol üstü çay bahçesinde sensizliğe değil de tuttuğum takımımın hafta sonu oynadığı maçta yediği gole sitem etmek.

Akşamları tok karnına aldığım iki tablet "sen" yerine yeni bir aşkı antibiyotik niyetine yutmak gelirken içimden yasaklarımı anımsıyorum birden, öyle ya en öncelikli yasağımı sevdalara koymuştum ben.

Bir yasaktan ibaretsin kaç zamandır delemediğim ve adına suç demişim en kuytu köşelerde hayalinle sevişmelerin. Zaten sen bütünüyle yasaksın bana da, benim yasaklarım senin sınırını aşanlara. Bir yasak sen kokan nefesime, bir yasak seni anan dudaklarıma, bir yasak da tüm tonlarında yansıdığın gözlerime.

Zor oluyor biliyorum, bir kibrit kutusu büyüklüğünde ki beyaz peynir ve iki adet iri zeytinle uygulanan diyet gibi bir şey bu ve sen yetmişinde ki bir ihtiyarın düşmanı olan kolesterol ile bir alkoliğe men edilen şarap gibisin artık.

Yasak seni sevmek, yasak düşünmek, yasak ismini anmak ve düşlerime düşmemen için uykuya dalmak. Bu şehir de tek başına yürümek sensizliğe, kaldırımlarına yasak, sokaklarına yasak, denizine yasak... Kararlıyım hiç olmadığı kadar, ya sen yasaksın bu şehir ile bana, ya bu şehir ile bu can bana yasak!

Alper Kutay Erke


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Adnan Durmaz


Aşk ve Şiddet

Aşk acıyı tatlıya, toprağı altına, kederi neşeye, ağrıyı şifaya, hapishaneyi güllüğe, hastalığı nimete, kahrı rahmete çevirir. Ölüyü dirilten ve köleyi efendileştiren de aşktır. MEVLANA

“’Aşkta şiddet vardır ‘dersem,ne dersin? “dedim.
“Evet bence de aşkta şiddet vardır; çünkü aşktaki talep şiddetlidir. Vermesi ve alması gerekene duyulan şiddetli istektir aşk” dedi.

Küllenen ve ağır ağır hayatın söndürdüğü şiddetini kaybeden ilişkiler olmayacaktır elbette. Genel anlamda bu böyleydi; ancak insanların kavuşması gerçekleşince, her ateş gibi gitgide küllenmeyecek miydi o müthiş istek. Özlem, kavuşunca bitmez miydi. Bütün bunlar zaman zaman hep düşünülür.

Bilinir ki insan aşk içindeyse, yıldızları, çiçekleri, dağların yüzüne vuran şafak ışıklarını, yağmuru, sanki yeniden keşfeder. Belki de ilk kez keşfeder; keşfettiği her şeyle bütünleşen bir insan olarak, ulaşmak istediği insana, onların tümünü götürmek istercesine. Aşkıyla keşfettiği şeyleri çoğaltarak, keşfettiği her güzellikle aşkını zenginleştirmektedir sanki. Nedense sevgililer, yıldızlara dağlara bulutlara bakarak sevgililerini anımsayıp, birlikteyken de onlara bakmaktan haz duyarken, anlaşılan odur ki: paylaşılanların çokluğu aşkı çoğaltır.

Yıldızlar ve bulutlara dair sonsuza dek yeni sözler üretmek güçtür; ancak sürekli öğrenilen ve bizi zenginleştiren her bilgi, aşkın dekorunda önemli yer tutan doğaya bakışımızı da farklılaştırır. Her şeye aşkın gözüyle bakmak, elleriyle dokunmak, her şeyi aşkın kulağıyla dinlemek; kısacası dünyayı aşkın diliyle okumak ve söylemek: dış dünyaya aşkla bakmak ve aşkı da dış dünyayla çoğaltmaktır sanki.

Elbette ki aşkı dış dünyayla besleyebiliriz. Bu, içimizde yanan ateşte dış dünyadan bulduklarımızı yakıp tüketerek, aşkı idame ettirmek değildir. Sığlığı tüketir çünkü aşk. Gördüklerimiz, görmemizle birlikte sonsuzlaşır aşkın giysileriyle donanarak.

Aşkın bilgeliği, sözsüz bir dilin bilgeliğidir. Bu, bilgelerin aşık olacağı anlamında değil, ancak bilgece bir reddedişi taşır içinde. Geçici hırsları itelemesiyle, bilgelik, dış dünyayla kurulan başka türlü bağlar değil midir biraz da… Bakmak ve görmek, dünyevi ve akli olan hiçbir şeyi aşkın yerine koymamak değil midir. Bu anlamda da seçkin ve hep kutsal bir yan taşımıştır içinde; ancak ütopik bir kutsallık değildir aşkın kutsallığı, bizzat yaşanabilir.

Bir kendinden dışarı çıkış ve dışarıyla bütünleşmedir. Dünyaya aynı gözlerle bakarken birbirini tamamlayan bir kocaman bakış bağı yakalamak. ”Tapınağı taşıyan iki sütun gibi”. Başkalarının acılarına yanmak birlikte, haksızlıklara karşı koyan aynı bakışla dünyayı kavramak, aşkın olmazsa olmazıdır.

Aşkın şiirsel dili her aşığı şair kılan bir güce sahip değil midir. Akan her su uğradığı yerde çiçek açtırır. Her aşık duygularını kağıtlara dökemese de, içinde sürekli yaşattığı bir çiçekli sonsuz ova taşır. Çiçekler gibi, onun şiiri de bizim sözlüklerimize sığmaz. Şairlerin söze dökmek için sayısız şiir yazdıkları aşkı, hiçbir şiir tek başına anlatmaya bu nedenle yetmemiştir belki de. O sadece yaşanır. O kadar sahicidir ki, bakışları, duruşları, elleri ses tonlarını değiştirir; kendini giydirir, kendisiyle doldurur. O kadar sahici ve sarsıcıdır ki, her aşık mutlaka onu yazmaya, yazma bilmiyorsa türkülere dökmeye çabalamış, onu başkalarının türkülerinde ve şiirlerinde bulmaya çalışmıştır. İçimizde sonsuz bir doyumsuzluktur adeta. Bütün bunlar, aşktaki, içimize sığmayan şiddetin doğal göstergeleridir.
Arz ve talep...
Talep ve arz...
Düşle beslenen, düş yorganlarında yatan, düş bulutlarında yolculuk eden aşk, düşün ulaşılmazlığını tüm zor koşullar altında şiddetle kovalar; ancak düş, gerçeğin kendisi değildir. Bu anlamda gerçek olanı çok az tanıyan kişiler, düşlerini alabilesiye büyütür. Çoğu zaman da büyüttüğü düş düşer, kırılır, düşkırıklığı olur. O halde, düş kurulan varlığı ne kadar çok tanıyıp, düşü bu tanıma olgusu üzerine yapılandıran aşk, o denli ayakları yere basan bir aşk olacaktır; olmayan birini değil olana dair olduğu için. Tanıdığımızı sandığımız, az çok tanıdığımız, görünen yanına bakıp gerçeğinin farklarını göremediğimiz insana dair kurulan düş ve aşk tabii olarak sanal olacaktır, yani kafamızda tamamladığımız bir görüntüdür o. Tanıdıkça da kafamızdaki düş yıkılacaktır doğal olarak.

Bazan hemen tanır insan insanını. Bu yakalanan kendi insanına ilişkin ayrıntılardaki ipuçlarıdır ve tanıdıkça keşfedilenin kafamızda var olanla örtüşmesidir. Bir ucundan yakalanınca da yaşanmalıdır. Ancak keşfetme ömür boyu sürecek bir süreçtir. Birlikte sürdürülen bir yolculuktur. Birlikte dünyayı keşfederken veya hayata karşı seçimler yapılıp mücadele verilirken birbirini keşfetmedir. Bu birliktelik, asla bitmeyen şaşırmalardır, kazdıkça bulunan yeni güzellik hazineleridir, birlikte büyütülen ağaçta her gün açan başka çiçekler ve yapraklardır. Zaten değişen ve gelişen iki insanın birbirini tümüyle tanıması olanaksızdır.

Yaşamdan her an öğrendiklerini sevgisini çoğaltmakta da kullanma çabası ne güzel bir çabadır. Ancak, aşk özellikle sevdiği için bilgiler edinme değildir. Ağaç büyüdükçe kökleri derine iner, yaprakları çoğaldıkça kökleri daha çok su alır topraktan; ama yapraklar giderek yağmur bulutlarını çekerek toprağa davet ederler yağmuru.

Hayat evrensel yasalara uygun olarak, bir anı bile tekrarlanmadan akıp gitmektedir. Yasalarını şiddetle uygular hayat. Birileri doğar birileri ölür. Bunlar ortak yazgılarımızdır. Tekrarsız bir süreçte, yüz yıllık zaman, bin yıllık zaman, evrende akan sonsuzda bir saniyedir belki de. Ömrümüz çok kısadır. Yaş gibi kavramlarsa bir hiçtir dışardan bakınca. Sonsuz bilinmezliklerimiz içinde, bildiklerimiz ne kadar az. O halde okumuş-yazmış insanlar, bin yıllardan aktarılıp gelen insanlık bilgileri karşısında, bir köylüden daha bilge değildir. Daha iyi koşullarda yaşamak. Daha iyi mevkilere ulaşmak, zengin olmak vb hırslarımızın başındaki generale benzer akıl, eğer onları yönetme görevini kabullenmişse. Bencil ve çıkarcıdır. Kimse gönlünün, Nazım’ın “topraktan öğrenip/ kitapsız bilendir/ Nasrettin Hoca gibi ağlayıp/ Bayburtlu Zihni gibi gülendir.”dediği bir Anadolu insanından daha bilge olduğunu söyleyemez. Freut, Fromm, Neitsche, Marx, Sartre, B.Russel gibi sayabileceğimiz son yüzyıl düşünürlerinin hiç birini de okumamış olan Homeros ve Dede Korkut bizden daha mı az bilge.

Aşk doğanın sonsuz uyumunu yakalar ve yaşar. Ağacın kök salması, dal sürmesi, bulutun sağnaklara dönüşmesi, suyun akması kadar doğal seyreder. Yapay zorlamalarla ancak yapaylaşır. İnsan ki ancak aklıyla onu zenginleştirir. Sevdiğiyle sevenin ortak dünyalarında uyumu yakalayıp, kimi zaman birleşen iki su gibi akması, kimi zaman da ayrı ayrı ama bir olmanın tadını yaşama geçirmesi, aşkın sadece belirli özelliklerindendir. Bizi mahveden, doğa dışı hırs ve taleplerimiz, aşkın önüne geçtiği zaman, aşk şansımız da yitmiş olur. Böylesine kahredilmiş bir dış dünya varken, iki kişilik bir kabuğa çekilme değildir aşk. Aklı başında bir insanın dünyada yer alan bu kölelik düzeni bu kula kulluk ve bu hayvanca sömürü düzeniyle kafası arasında bir denge kurması olası değildir. İki kişilik dünyalarda bencil ilişkiler, ne aşktır, ne de mutluluk. Bu yağma dünyasında seyirci olmak,aslında yağmacılardan yana olmaktır. Kapitalist düzenin istediği insan tipi acaba ne kadar aşk kavramına uygun yapıya sahiptir. Erich Fromm bu konuda şunları söylüyor ”Çağdaş kapitalizm büyük sayılarla, uysallık içinde bir araya gelecek insanlara gereksinim duyar. Bunlar giderek artan bir şekilde tüketime yönelmeli, beğenileri kalıplaşmalı ve kolayca etkilenip yönlendirilmelidirler. Çağdaş kapitalizm kendini özgür ve bağımsız hisseden, hiçbir otoriteye, ilkeye ya da özduyuya kul olmamış insanlara gereksinim duyar-ama bunların buyruk almaya, kendilerinden isteneni yapmaya, toplumsal mekanizma ile sürtüşmeden yaşamaya yatkın olmasını ister, öyle ki zor kullanmadan yönlendirilmeli, öndersiz yönetilmeli ve iyi ya da kötü bir amaca sahip olmadan çalıştırılmalıdırlar.

Bundan ne sonuç çıkar? Çağdaş insan, kendisinden, çevresindeki insanlardan ve doğadan yabancılaştırılmıştır.”
Her şeyi oburca sömüren düzen, önce iki kişilik dünyalara dünyadan ilişki kesmek anlamında hayali aşk projeleri, reçeteleri sundu.
İnsanlık bu hayalleri sadece kovaladı ve acı çekti. Giderek ihanetin adı aşk oldu. Günümüzde, yine aynı sömürü düzeni, daha çok araba, daha çok buzdolabı, tv, çamaşır ve bulaşık makinası satmak istiyor ve aile kurumu denilen kurumu paramparça eden bir anlayışı aşk diye sunuyor; bireyci, bencil sadakatsiz ve de aşk(!) .

Bir zamanlar Ferhad’a dağ deldiren aşkın şiddeti, şimdi bir başka insandan çok, insanın bencilce harcayacağı satın alınabilir tüketim mallarına yöneltilmiş durumda. Aşka ait olan şiddetli istek ve talep artık başka yöne yönelirken, karşısındaki insanı da tüketip yok etmektedir. Tıpkı bir tüketilen nesnedir artık sevgili.

Kuşkusuz ki Ferhad’ın dağ deldiğinde dünya daha güzel değildi, her zaman vardı bu kulluk ve kölelik düzeni. Şirine kolayca kavuşsa, Ferhad ki Ferhad olmayacaktı. Şirini malı gibi görme olasılığı çok daha fazla olacaktı. İnsanın insanı sömürüp, insanlığından uzaklaştırdığı bin yıllarda elbette aşk o kadar kolay yaşanır bir duygu olmayacaktır. Her zaman başkaları zorluklar yığarak aşkları zorlaştırdı ve hasret kayraklarında bilediler. Aşk da,zorluklar içinden, yıkıntılar arasından, insanların kaybedecek hiçbir şeyi kalmama noktalarından fışkırdı. Kimi zaman insanlığı kucakladı, başkaldırı silahına dönüştü.

Şiddetsiz aşk, aşk olmaz.Değiştiren, derinlere inen canlılık taşıyan güçlü yanıdır aşkın şiddet. Fromm sevginin olmazsa olmazları üzerine şunları söylüyor ”Sevgi ancak iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanır, her biri kendisini varlığının özünden tanırsa, gerçekleşir. İnsan gerçeği de, canlılığı da, sevgisinin temeli de işte bu “özden tanıma” deneyimidir. Böyle oluşan sevgi sürekli meydan okumadır, bir köşede dinlenme değil çabalama, hareket etme, beraber çalışmadır. Öyle ki bir uyum ya da çatışma neşe ya da üzüntü bile ikincil kalır. Önemli olan iki insanın birbirlerini varlıklarının temelinden yaşaması, kendi kendilerinden kaçmak yerine birbirleriyle bütünleşirken, kendi kendileriyle bütünleşmeleridir. Sevginin varlığının bir tek kanıtı vardır: bağlılığın derinliği, seven kişilerin her birinin ilgisindeki canlılık ve güçlülük, işte bunlardır sevginin sunduğu meyva.”

Yağmur damlalarının çiçeklere dökülmesi, rüzgarın yaprakları haşince sallaması oldu aşkın şiddeti. Fırtına ve tipilerden sonra gelen baharlar daha bir çiçek sağnaklarıyla coştu.

Adnan Durmaz

*Alıntılar: Sevme Sanatı, Erich Fromm, çev,ışıtan gündüz, ocak 1982, say kitap-paz,ist, sayfa 85-99
* ”Tapınağı taşıyan iki sütun gibi” Halil Cibran’dan alıtı.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  DİLİN NAMLUSUNDAN ÇIKAN SÖZ KURŞUNLARI

Söz ateşe döndüğünde yürek yangınlarının bacayı sarması işten bile değildir. Yürek ki en saklı ve en hayatî mahremimizdir. Yürek yangınının ne demek olduğunu o ateşin içinde çaresizce "imdat" çığlıkları atanlar bilir. Bazen de yandıkça büyüyenler…

Sükûtun ses içerisinde boğulduğu anlar, rüyalarda soluklanmayı ne çok isteriz. Rüyalar ki enginlere yelken açtığımız düş sahillerinin kutlu basamağıdırlar. Sonsuzluğun yüreğe sığdığı hayal iklimleri, rüyaların atmosferinde soluklanır.

Sürgün sevgilerin hüzünle sarmaş dolaş olduğu zamanlarda söz ya bir kurşun ya da bir gonca gül olur sevgiliye sunulan. Dilin namlusundan çıkan söz kurşunları gerçek bir tabancadan çıkan kurşun elementinin parçacıklarından daha tesirlidir kanaatimce. Silâhın namlusundan çıkan kurşunlar öldürür çoğu kere. Lâkin söz kurşunları öldürmez, öldürmekten beter eder, süründürür her doğan günün şafağında. "Dil yarası derin olur" demiş eskilerimiz. Ne kadar da doğru ve isabetli bir darb-ı mesel…

Söz bütün tılsımları kucağında emzirir. Büyür, serpilir, dile gelir kelimeler. Sonra söz olup dökülmek için emir beklerler dilin sahibinden. Yeterli olgunluğa ulaşmamış sözler çiğ bir meyve misali bozar muhatabın ruh dengesini. Kalbe saplanır zehirli bir ok misali. Gözyaşlarında büyüyen sevgiler, fırtına yemiş başaklara döner gün ağarırken. Yürek kapıları sürmelenir aşka ve sevgiye bir daha açılmamak üzere. Dudaklar pembeleşir, soluklaşır, renk atar.

Aşka kapanan kapıların ardında sükûtu öğütür dil değirmeni. Öğüttükçe ufalanır sevgiye dair heceler; öyle ki unufak olur harfler. Fakat yine de yenilir yutulur cinsten değil hasret yüklü heceler. Ateşîn bir nefes gibi kavurur hayallerimizi salındıkça. Delişmen sevdalar bile dayanamaz yakıcı soluğa. Yürek yangınlarından hayallerimizi kaçırmak için zamanla yarışmak gerek. Çoğu kere biz de yanarız hayallerimizin o dehşetli yangınında. Düşlerin ve umutların yandığı bir âlemde yaşamak ateşin sırtında barut taşımaktan farksızdır düşüncemce.

Acılar denizinde kulaç atmak her bünyenin harcı değil elbette. Öyle ki her kulaç atışınızda ateşi daha bir yakın hissedersizin kendinize. Suların yangınında yüreğinizdeki ateşi söndürecek bir şey bulamamanın getirdiği çaresizlik içten içe bitirir sizi. Öyle ya, suyun yangınını sudan başka ne söndürebilir ki? Tuzun kokması misali!...

Sonbahar aşka pusu kurunca eylüller abanır sevdalı yüreklere. Eylüller ki düşünceye, aşka ve özgürlüğe kurşun sıkan bir mantığın acı meyveleridir. Düşünceleri ve uzak hayalleri dinamitleyen isyan günlerine kırgınım o günlerden bugünlere. Özgürlüğün kucağında büyüyen esaretin gün gelip de fitne tohumları ekeceğini ve duygu erlerini zincire vuracağını kim bilebilirdi? Hayaller, güzelliklere ve özgürlüklere kapı açınca bu kapıların gizli bir el tarafından üstüne kapanacağını ve yolumuza taş koyulacağını yaşamadan anlayamazdık. Hayat tecrübedir acı olsa da.

Sebepsiz aşk sürgünleri şakağıma sıkılan bir kurşundur her gece yarısında. Geceler ki sevda nöbetlerinin yangına dönüştüğü zor vakitlerdir. Karanlığın koynunda sıtma nöbetleri geçirir düne dair anılar. Dışarıdaki karanlık yürekteki karanlıkla birleşince göz gözü görmez olur. Edison'un icadı da aydınlatmaz karanlık dünyamızı. İçi karanlık olanın dışı aydınlık olsa neye yarar? Gerçek ışık iç dünyamızda saklıdır. Ruhun aydınlığı dünyamızı ışığa boğar.

Söz ağızdan kolayca çıkmamalı hiçbir zaman… Çünkü dönüşü yoktur sözün… Bir ok misali yaydan çıkmaya görsün. Dilin namlusundan çıkan söz kurşunu, kulağa isabet ettiği zaman öncelikle kalbi yaralar. Dil namlusunun kurşunu, silahın çelik mermisinden daha tesirlidir kanımca. Hele de bu söz sevdiğimiz bir kişi tarafından sarf edilmişse acımız katlanır, kalbimiz sara nöbetlerine tutulmuşçasına dengesini kaybeder. Kalp ki hayatın merkezidir. Yaralı bir kalp, yaralı duygular içimizi köstebek misali kemirir; huzur uğramaz olur semtimize.

Bardaktan boşalırcasına üzerimize hüzün yağınca, biriken sularda boğulur sevdalı yürekler. Aşka yelken açmayan ne bilsin sevgi denizlerini? Sevda denizlerinde boğulmak nefret çukurlarında debelenmekten iyidir. Dünyada vuslat yüzü göremeyenler ötelerde yaşarlar yarım kalan aşklarını. Bu bile tesellidir yüreği sevgiyle atanlar için.

Şehla gözlerden süzülen bakışlar bir servi kadar düzgün olabilir. Bütün sır gözün yapısında değildir elbet. Yüreğin göze gönderdiği sevgi kıvılcımlarında aranmalı aşk. Yeter ki dil güzeli söylesin. Dilin tetiğine basarken namludan kurşunlar değil, güller atılsın. Kurşunlar nereye isabet ederse orayı söndürür, güller yüreğe isabet edince nefreti aşka döndürür.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Simge Aybey


İŞBU AÇIK MEKTUP, EMİN COŞAR'A YAZILMIŞTIR.

Sayın Emin Coşar,

Nasılsınız?
İyi misiniz?
Afiyette misiniz?
Beni soracak olursanız ki sormanızı isterim, iyiyim. Sağlığım ve neşem yerinde.
Peki neden sizi aramadım..?
Bu noktadan sizi başka bir yere davet etmek istiyorum…

Yaşım kaçtı ki… 15 ya da 16… Cesur Yeni Dünya'yı okuyoruz sınıfça…
Algılamakta zorlanıyorum okuduğum cümleleri. Çünkü "insan"dan, "merhaba"dan, "nasılsın"dan, "iyi misin"den, "selam"dan, "bol şanslar"dan, "iyi ki varsın"dan, "hoşça kal"dan, "güle güle"den, "seni gördüğüme sevindim"den, "görüşmek üzere"den ve daha kim bilir hangi "aklımda yer etmiş ve duymaya alışık olduğum ve söylemeye bayıldığım insancıl ve beni hayata bağlayan" cümlelerden gün gelecek mahrum kalacağım… Gerçekten mi? Buna inanacak mıyım gerçekten?
Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya'yı yazarken, benimle tanışsaydı, belki ikna edebilirdim onu ya da uzlaşabilirdik onunla ama böyle bir şansım olmadı. Onun da olmadı!
İnsanların gruplar halinde "üretildiği" ve her grubun çoktan belirlenmiş görevleriyle dünyaya gelip, birbirlerinden habersiz ve etkileşimsiz yaşayıp, ömürlerini duygusuz, ruhsuz ve salt görevler adına tamamladıklarının anlatıldığı satırlar, çok hassasken ve daha "yaşken" içime işledi.
Unutamadım o satırları ve galiba hatırlamadığım gün de yok!
Gerçekten onun yazdığı gibi olmayacağına neden inandığımı açıklamak çok zor şimdilik. Belki çok basittir izahatı, gözümün önündedir de göremiyorumdur…

"Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek!" dediklerinde, bunu engellemenin elimde olduğunu düşünürdüm ama hayat bazen insanın fazla üstüne geliyor hem gülerek, hem de somurtarak…
Bazen soluksuz, çaresiz ve zamansız bırakıyor üstelik.
Uykuyla anlaşıp, en olmadık yerde nakavt edebiliyor mesela…
Pişmanlıklarla uzlaşıp alt ediyor…
Bencilleşiyor insan, aynada görse bencilliğini kaçacak hâlbuki…
Aldatıyor kendini, en çok da kendini severken…
İnansa da, dillendiremiyor…
Demişti Hocanız ama: "Sevgileri yarınlara bıraktınız, çekingen tutuk, saygılı… Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz!)… Siz geniş zamanlar umuyordunuz… Vermeye az buldunuz yahut vakit olmadı"

Arayamadıkça arayamayabiliyormuş insan…
Utandıkça uzaklaşabiliyormuş yakınlarından…
Cesareti kırılabiliyormuş sesini duymak istediklerini tuşlarken…
Kim bilir ömrü boyunca içinde kaç tane "gayri resmi" cenaze törenine tek başına katılıyor insan, bir daha dostluklar böyle harcanmasın dualarıyla… Canımı, oldukça sıkan birkaç hadise sonrası bahar geldi… Ben kendimi daha toparlayamadan, bahar yorgunu oluverdim. Aklım çok da yardım etmedi açıkçası. Zihnim yaylardan çıkıverdi arada. Neyse ki lokomotif yoluna devam edebildi. Ama mahcubiyetim de hep benimleydi!
"Çuf çuf" ederken insan, o şarkıdaki gibi "Çok güçlü ama çok dikkatli olmak lazım, çok sevmek ama çok gerçekçi olmak lazım"ı unutmamalı!

Üst üste birkaç yıl sırf aramadığım için biten arkadaşlıklarımın yasını tutmak istemiyorum artık!
Telefonumda kayıtlı olup da, "Kimdi bu yahu?" diye hayıflanmak istemiyorum.
Görünce artık "hafif" bir selamla konuşmadan yollarımıza devam ettiğimiz arkadaşlıkların üzerine gitmek istiyorum.
Samimi olmayanların yanında nefes almak istemiyorum.
Sevdiklerimi hiç üzmek istemiyorum.
Kıymet bilmek istiyorum layıkıyla.
Sözlerimi tutmak istiyorum. Çünkü onları unutmuyorum. "Geç olsun, güç olmasın"ı, en kötü ihtimalde söylemek istiyorum.
Mazeret üretmiyorum. Sebeplerin güzelce hakkından gelmek istiyorum.
Çünkü hayat çok kısa ve çok zor. Her gün yeniden başlarken hele…
Gözümün ferini kaçıranların hesabını tutmuyorum epeydir.

Zaten anladım ki "Kimseye kızmıyorum artık, suçlu aramaktan vazgeçtim, kimseye cevabı olmayan sorular sormuyorum, biraz kırgınım ama olsun, daha güçlüyüm artık… İstemiyorum artık çok fazla şey bilmek, yaşamak dediğin böyle bir şey demek".

Ve hatta "Meğer mümkün değilmiş kolay kolay ölmek"…

Bir de "ben tam dünyaya göreyim, ben tam kendime göreyim, ama sizin adınız ne, benim dengemi bozmayınız" diyorum beni utanmadan sancak gibi sallayanlara…

Bütün dileklerime daha güçlü, yeniden ve bu kez sizden başlamak istiyorum Sayın Emin Coşar!

Merhaba!
Umarım iyisinizdir!
Beni affedebilecek misiniz?
Sizi tanıdığıma sevindim!
İyi ki varsınız!
Görüşmek üzere!
Ama asıl önemlisi; nasılsınız?

("İntihar edeceği düşünülen ve bencileyin sadece Ankara Adliye Sarayı'nın tepesinden Ankara'yı seyreyleyen" adamı gördüğüm günden, pek mahcup, çok pişmanken …)

Simge Aybey
simgeaybey@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Elele Büyüttük Sevgiyi

              Rahşan’a

birlikte öğrendik seninle
avcumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi
elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi
tırtılları tanıdık seninle baharda
tırtılken daha sevmeyi öğrendik
sevgiden üreyen kelebeği
toprağı evimiz gibi sevdik seninle
birlikte sevdik kuru toprakta
ev küren köstebeği
köstebeğinden toprağına taşına
tırtılından kelebeğine kuşuna
elele sevdik bu dünyayı
acısıyla sevinciyle sevdik
yazıyla kışıyla sevdik
köy-köy ülke-ülke
gökler gibi sardı dünyayı
yağmur gibi sızdı dünyaya
dünya kadar oldu sevgimiz
elele büyütüp elele derdik
elele derip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi

Bülent Ecevit

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


27 Mayıs Cumartesi Gecesi Buluşuyoruz!..

Beşinci yıla girişimizi bu sene 27 Mayıs'ta Park Mühendishane'de kutluyoruz.
Tüm Kahvecileri aramızda görmek istiyoruz.

Limitsiz Yerli içki, doyurucu yemekler ve canlı müzik eşliğinde hem eğlenip hem de hasret gidereceğiz.

Katılmak isteyenlerin asesen@tnn.net adresine mesaj atmaları menfaatleri icabıdır.

Tarih : 27 Mayıs Cumartesi Saat 19:00'dan itibaren
Yer: Park Mühendishane - İTÜ Taşkışla Yanı
Ücret: 40.-YTL
Otopark mevcut olup Kredi Kartı geçmektedir.




MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER

"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış.
kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."

TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal

tarih:25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549

e-posta: tiyatrofirez@gmail.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar

  Şef Garson : Akın Ceylan

1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.

Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html

Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.

İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060522.asp
ISSN: 1303-8923
22 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com