|
|
|
23 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Hepinizi bekliyoruz!.. |
Merhabalar,
Yoğun bir hafta başının ardından geç bir vakte kaldık gene. Böyle geç kalınca bana erken kalkıp gitmek şart olur bilirsiniz. Öyleyse ben emektar pikabın tozunu alıp bir eski şarkı yerleştirip kaçayım. Yalnız kaçmadan evvel hatırlatmam gereken birkaç şey var.
Öncelikle Öykü yarışmamıza katılmak için son haftaya girdiğimizi hatırlatmak istiyorum. Ulaşamadıklarımıza ulaşmak için yardımcı olursanız müteşekkir kalırım. Bir diğeri ise bu sene bir miktar gecikme ile önümüzdeki Cumartesi gecesi kutlayacağımız yaşgünümüz. Kahve Molası'nın beşinci yılında siz kahvecileri birarada görmek inanın hepimizi çok mutlu edecek. Ayrıntıları aşağıdaki panomuzda bulabilirsiniz. Haydi gelin birlikte hoş bir gece geçirelim. Bundan öncekilerin nasıl olduğunu gidenler ballandıra ballandıra anlatacaklardır eminim.
Pikapta bir eski neşeli şarkı var. Mort Shuman söylüyor, Papa Tango Charlie. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu iklimler |
|
Belki doğduğum şehirde hâlâ bir sinema salonu yok. Çocukluk hayallerimde de hiç sinema olmadı. Sadece anlatmayı severdim. Yaşanmış ya da yaşamaya dair kısa öyküler...
Geç tanıdım ben sinemayı. Sinema üzerine heveslerim olmadı. Kendi filmimi çekme hayalleri de kurmadım hiç. Bir film karesinde görünmeye dair düşlerim de...
Bu yüzden, en çok koltuğa oturup seyretmesini severim sinemanın. Bir de bana kalanlarını kendi cümlelerimle aktarmasını. İzlediklerimi paylaştım bugüne kadar, izlemediklerim ise izleyeceklerim listesinde anlatılmayı bekledi....
iklimler de listemde farklı bir yerde; anlatmak için izlemeyi bekleyemediğim ilk film oldu benim için. 59. Cannes Film Festival'indeki yarışma filmleri arasında olması ve dergilerde, kataloglarda yer alan afişi ile göz göze gelmemle yazmaya karar verdim.
Yoksa ben beklemeyi severim. Filmi görmeyi bekleyebilirdim. Ama artık kendime ait olmayan hayatımın getireceklerini bilmediğim için bu sefer beklemeyeceğim.
O zaman filmin daha izlenmeden anlatabildiklerinin peşine düşelim hep beraber…
Yönetmen ve senarist : Nuri Bilge Ceylan
Yapımcı : Zeynep Özbatur /Co-Productions Ltd.
Ortak yapımcılar :
Fabienne Vonier
Cemal Noyan
Nuri Bilge Ceylan
Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki
Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nuri Bilge Ceylan
Ses : İsmail Karadaş
Oyuncular
Ebru Ceylan
Nuri Bilge Ceylan
Nazan Kesal
Mehmet Eryılmaz
Arif Aşçı
Can Özbatur
Ufuk Bayraktar
Fatma Ceylan
M. Emin Ceylan
Semra Yılmaz
Ceren Olcay
Abdullah Demirkubuz
Feridun Koç
Zafer Saka
İnsanlar basit nedenlerle mutlu, daha da basit nedenlerle mutsuz olacak şekilde yaratılmıştır. Aynen basit bir nedenle doğmaları ve daha da basit bir nedenle ölmeleri gibi...
Bugün sadece hava güneşli olduğu için çok mutlu oldum,
Bir kasabanın büyük düşlerine tanık olduğumda uzun süredir kendi dilimde film izleyememiş olmanın özlemi vardı. Doğduğum şehirden uzakta başka bir dilde varolmaya çalışıyordum. Siyah-beyaz filmin afişini ilk gördüğümüz an izleyelim demiştik eşimle. İkimiz de yanılmadık. Oradaki sade, süssüz anlatım, amatör oyuncular ve görsel olarak mükemmel anlar yakalayan fotoğrafçı bakışı sinemaya bir kasaba doğallığı kazandırmıştı. İzlediklerim sadece doğal olmak yeter diyen yepyeni bir sinema dilinin habercisi gibi geldi bana. Filmden çıktıktan sonra kendi doğduğum küçük şehrin sokaklarında kendi filmlerimin peşinde koşmaya başlamıştım. Yıllardır büyük paralar ve büyük imkanlarla sinema yapmaya gücümüz yok diyen bir sektöre sert bir tokattı aslında…
İlk kez kısa bir filmle kozasından çıkan kasaba sevdalı yönetmenin adını aklımıza yazdık ; Nuri Bilge Ceylan.
O gün çok mutsuzdum. Özlemdi asıl nedeni, ama belki de havalardandı.
Bahar gelmişti ve yaşadığımız şehir festival giysisini çıkartıyordu gardolabından.
Bir Türk filmi geleceğini duymuştuk. Sinemanın peşinden giden umutlarımız da ana dilimizi özlemişlerdi. Sehrin en puslu sinemasında bir mayıs sıkıntısı indi perdeye. Tesadüfleri severdi mayıs ayı. Biraz Eminin, biraz Muzafferin en çok da hayatın taa kendisinin renkli haliydi sineması. Kamerasına bahar gelmiş yönetmen, siyah-beyaz filmindeki ustalığı renklerle donatmıştı. Bir önceki filminden tanıdık yüzler yine kendi hayatlarını oynuyorlardı. Hayat mı sinemanın, sinema mı hayatın içinde gibi cevabı belirsiz sorular sordurdu kendi kendime. Devamı gelecek diye beklenilesi bir sondu bitişi. Gidenler dönecek miydi ? Beklemek gerekli diye düşündük, bir mayıs sıkıntısı ikinci kez umudumuz olmuştu. Yerli sinema kabuğunu kırıyordu…
Bebeğimin doğumunun habercisi başka bir festival de acı bir ölümle çıkageldi. İkisinin de nedeni çok basitti ; Bir kaza. Biri hayatın habercisi istenen bir kaza, diğeri ölümün soğuk nefesi acı bir trafik kazası.
kasabasına bir daha geri dönemeyecek genç adam, uzaklardaki ansızın ölümüyle bir mayıs sıkıntısı gibi oturdu yüreğime ; Mehmet Emin Toprak.
Bir mucize gibi elimize düşen davetiye ile kırmızı halılı salonda uzakı izlemek nasip olmuştu ya, gözyaşlarımı saklamayı başarabilmiştim. Hayat bir parça üzülmek, bir parça da sevinmek demekti. Sevinmek için de nedenimi bulmuştum. Juri Büyük Ödülünü aldı uzak. Ve üç Nuri Bilge Ceylan filminin en naif delikanlısı Mehmet Emin Toprak ve yine üç filmde de yer alan Muzaffer Özdemir büyük jüri tarafından da en iyi oyuncular seçilmiştiler. Belki de akıllarında yokken hayatlarına karışan sinema oyunculuklarını sadece yönetmenleri değil tüm sinema camiası tescillemişti. uzak bir üçlemenin son noktası mıydı, yoksa yeni bir filmin mi habercisi bunu zaman gösterecekti. Yine yalın, diyaloglardan ziyade hareketlerle seyirciye aktarılan anlatımı ve görebileceğim en güzel kar sahneleri ile beni büyüledi. Ve nihayet yıllar sonra Cannes'da bir Türk Filmi ödül aldı. Türk sineması dünyaya kapılarını araladı…
Fransız Le Monde gazetesi, Dünya Sinema Klasikleri Serisinde uzakın DVDsini 19-20 Mart 2006 tarihlerinde okuyucusuna vereceğini duyurduğu zaman ki heyecanımı anlatamam. Sinema adına umutlandığım güzel anlardan biriydi.
İsa ve Bahar, ruhlarının sürekli değişen iklimlerinde artık kendilerine ait olmayan bir mutluluğun peşinde sürüklenen iki yalnız ruhtur.
Diye son bulan tanıtım yazısını okuduğum iklimlerin Cannes'a yarışmak üzere geleceğini öğrendiğim zaman kendi sinema öykümün peşindeydim.
Dedim ya ben sineması olmayan bir şehrin çocuğuyum ama burada sinemanın kalbinin attığı şehirde kendi öykülerim de var artık; geceleri uyumadan önce kendi kendime oynattığım kısa filmlerim..
Yalnızlığın karekökü olur mu ?
Ne saçma diye düşündü genç adam
Hem içinde hem de dışındayım. Yalnız olamayacak kadar kapkalabalığın içinde yapayalnız kalıvermişim. Yalnızlık bölünür mü, bölüşülür mü ?*
Tıpkı yukarıdaki gibi kendi yalnızlığımı da sorguladığım yazılarım oldu.
iklimleri daha izlemeden okuduklarımla yazabileceklerim ise ancak bunlardı. Aslında görmek için de acele etmiyorum, çünkü içimdeki ses yine yanılmayacağım diyor.
Türk sineması iklimlerin le bir kez daha gurur duyuyor seninle ;
Teşekkürler Nuri Bilge Ceylan…
KM okuyucusu için, kendim için, en çok da hafızasının değil ama fotoğrafların anımsatacağı anlara sahip olacak kızım için. Çünkü şu an ben sadece onun sinemasında başrol oynuyorum.
SunA.K. Grasse
Yukarıda italik koyu yazılı cümleler iklimler filminin tanıtımından alıntıdır.
Italik gri yazılı cümleler ise yazarın 31.03.2004 tarihli Kahve Molası yazısından alıntıdır.
Film isimleri ise anlatım bütünlüğü için koyu ve başharfleri küçük olarak yazılmıştır. Kendime özgü kullandığım bu yazımdan ötürü dil kurallarına dikkat eden okuyuculardan ve filmlerin yönetmeniyle ekibinden özür dilerim.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
HÜLASA…
Hülasa diyerek başlamayı bellediğin tüm cümlelerin eskitmeyi başaramadığımız epopeler gibiydi…
Sen anlattıkça ben sıkılıyorum, sıkıldığımı gözlemlediğin her doğru görüntüde, boğuluyorsun sen aynı dakika, fark etmiyorum sanma!
Her konuşma israf değilse her susuş da altın diye inanmıyordum. Yine de öyle savurgan ki senin ağzında gümüşlerin, sanki altın olsa daha güzel gelecek hayat…Anlattıkça değişiyor algılatmak istediklerin. Bir kontrolü yok cümlelerinin. Ağır aksak, laf olmasın telaşıyla, sırf ses çıksın kaygısı taşıyarak dökülüveriyorlar ağzından. Öyle inanıyorum ki artık, çekimlediğin tüm fiillerinde yanlışmış senin…
Diline sürçmüş bir sivrilik bu…
Çok şey anlatacağım derken hiçbir şeyden dem vuramama hüsranı…
Ama hep söylememişler miydi en bilgesinden, en cahiline bu kültürün insanları;” boş konuşmak kötü şey” diye…
O kadar bilmiyorsun ki sen ama içinde barınıyor olduğun coğrafyanı, tüm değimlerden atasözleri, tüm atasözlerinden yeni deyimler türetmeyi doğru bir eylem sayacak kadar yabancı bir turistsin hala içinden çıktığın coğrafyana…
Kavramların inandıklarımız değil. Senin kabındaki sular her şekle göre hemen kılık değiştirmiyor diye inandıkça yanılıyorsun… Yanıldıkça hülasa…
Yapışkan bir sıcak var dışarıda. Sırf bu yüzden bile yeterince sinirli olabilirim ama hayat sadece bu yüzden bünyeme sinir bulaştırma lüksünü bana bahşetmeyecek kadar acımasızdı o anda. Sıcak, gürültü, sigara dumanı, yetişmemiş işlerim, bitmemiş yazılarım, çalışılmamış konularım, dinlenmesi durmadan ertelenmiş kitaplar, insanlar…
Koşar adım yine yoldayım. Gitmek istediğim yol uzun, vaktim dar, her zamanki gibi galiba…
Şimdi insanların içindeyim. Kocaman bir kalabalığın içinde olabildiğince sosyal hayatın sosyolojik kaygısına kaptırmışım kendimi… Arka koltukta oturan kızın yaşı on sekizi geçmez. Nasıl boyamış yüzünü tanrım, gereksiz bir güzellik sanıyor bunu. Duruşundan belli. Üzerinde pas pas yapmayacağım bir kot var. Ayağında yeşil, üzerinde koyu turuncu giysileri; biri ayakkabı diğeri tişört olması şartıyla… Sırt çantası tıkış tıklım. Bütün yol boyu sadece yemek yediği anlarda çıkarıyor ağzındaki sakızı. Durmadan birileriyle mesajlaşıyor. Kulaklıklardan bizlere yansıyan müzik sesleri acınacak kadar kötü alt yapılara sahip. Yanında ellisini aşmış bir teyze oturuyor. Kıza ifrit oluyor besbelli. Bunu yüzüne gelip konmuş değişmez mimikten çıkarmak hiç zor değil. Bir ara bana takılıyor teyzenin gözü. Gereksiz bir hızlılıkla yaş kaç kızım diyor? Gülüyorum.. Anlıyorum ki beni yanı başında oturan kızla kıyaslamaya niyetli. Ne desem mevzu uzun olacak. Sadece gülüyorum… Farklı bir bakış atıyor yan koltuğa. Anlatmak istediği her şeyi anladım zaten. Konuşmaya hiç gerek yok…
Yol boyunca ettiğim dualar hiçbir işe yaramıyor. Yanıma birazdan kabus gibi bir karartı çörekleniyor. Dağıttığım kitaplarımı, kasetlerimi, kağıtlarımı toplamak zorunda bıraktığı için de sinir olabilirdim ona ama ne yazı ki hayat o sabah bu lüksü vermemekte ısrarcıydı bana…Kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi yapışkan tavrı zaten bozmaya yetiyor bozulmuş sinirimi. Merhabası bile nasıl özenti Allah’ım . Bu mu benim kültürümden çıkıveren şimdi? Bu mu kuşağı olduğum insan… Sürdüğü koku bayılttı bayıltacak tarzdan. Gereksiz sorularına nedensiz kısalıklarla yanıt vermekte direttikçe merakı artıyor. Ne tür müzikler dinliyorsun? Sanırım yazılar yazıyorsun, bu romanı nasıl bitirebildin, bence sıkıcı, hatta sevmem roman okumayı.. Bana ne yahu! Sevmemen isabet. Seninle aynı eylemlerden hoşlanıyor olmak beni hayal kırıklığına gark ederdi zaten desem… Boş ver sus işine bak diyorum kendime…Elbiselerine sıktığı koku dikkatimi dağıtıyor. Ağırlığı üzerime siniyor sandıkça mendillerime sarılıp, ellerimi siliyorum durmadan.. Müzik çalarını hazırladı. Allah’ım ne olur saçma bir ses yükselmesin kulaklıktan… En azından tercihi çok fena değil. Gülümsemeye çalışarak, kaseti yerleştirirken uyarıyorum:
-Müziğin sesini kendi duyacağımız kadar açalım
-Çabuk yaşlanmışsın”
-Ey Allah’ım şuursuzun lafına bak! Ne alakası var.. Hayır çabuk yaşlanmadım ama hiç senin kadar da genç olmadım…
-Nasıl?
-Ne nasıl? Tamam ne biliyorsan onu yap. Zira değirmeceler imi sana anlatamayacak kadar sinirliyim şu an. Beni rahatsız etme de yeter. Zaten bir bitsin şu seyahat…
Kitaba yoğunlaşmakta diretiyorum. Çantasından hışırtılar eşliğinde çubuk kraker çıkarıyor. Öyle bir tüketiyor ki çubukları, boğulmamayı nasıl başardığını anlamak zor. Elli kere üzerindeki hırkayı çıkarıp katlıyor, bir daha giy, yine katla, giy, katla…
Karşı koltuktaki teyze çabuk anlıyor benim de pek mutlu olmadığımı yol arkadaşımın sergilediği rahatlıktan. Arada birbirimize bakıp gülümsüyoruz. O gülümseyişlerde çok şey saklı, ikimizde farkındayız. Birden yanımdaki konuşmaya başlıyor. Bunu yapmadan önce uzun uzun süzüyor beni.. Kitaplarımı, ellerimi, kalemlerimi, çantamı, giydiklerimi derin derin araştırdıktan sonra konuşmaya başlıyor… Gözlüklerimin üstünden bakıp “kitap okuyorum” şeklinde bir dil kullanmayı deniyorum. Anlamadı, aldırmadı.. konuşuyor. Mütemadiyen. Az önceki lakayt tavrından sıyrılmayı denediği her cümleyi biraz daha başarısızca yan yana sıralıyor. Deyimleri, atasözlerini, arşivlik kelimeleri karıştırdıkça karıştırıyor. Sadece konuşuyor yanımdaki genç adam. Sanırım yirmili yaşların başında. Ne söylediğini bilmeden, lafların götürüldüğü alanlardan umarsız…
Sıkılıyorum, bunalıyorum, o kadar saçmalıyor ki; hangi birinin doğruluğunu anlatmalıyım ona. Üstelik susması için devam ediyorum romanıma. Aldırmıyor. Sonra, etik değil bu gibi geliyor, romana ayracı yerleştirip, bir süre dinlemeyi deniyorum. Yine de bir an önce bir yerlere bağlamasını beklediğim şuursuz cümleleri uzadıkça sıkıyor, bunalttıkça devamı geliyor. Anlayan beri gelsin diye çığlık atmak istiyorum. Neden teyze benim yanımda oturmadı ki… Karşı koltuktaki boyalı kız ile ne güzel anlaşırdınız siz…
Sinirliyim, hava sıcak, etrafımdaki onca kurulmuş yanlış kelimenin düzeltilememe hali üzerime farklı bir ağırlık veriyor…………..
Soğuk bir el yüzüme dokundu. Gözlerimi açtım hafifçe. Annem değil bu. Yaşlı bir el.
Şefkatli sertliği yüzüme değince ürperdim.- Uyudun, uzun oldu. Ankara’da ineceksin değil mi?
-Evet.
-Uyandırayım dedim. Az kaldı anca açılır uykun.
Teşekkür ediyorum. Yanımdaki de uyuyor. Umarım uyanmasın ben inene kadar. Şuursuz cümleleri hem beni hem kendisini uyutmuş sonunda. Mahmur bir hımbıllık vermiş cümleleri retinama… Uyanmıyor, usulca toplanıyorum. İnerken yan koltuktaki teyzeye gülümsüyorum ağız dolusu. Karşılık veriyor. Tam ineceğim. Son anda sert eli çantama dokunuyor. Dönüyorum.
-“Hep böyle kal olur mu kızım” diyor.
Gülümseyip iniyorum artık..
Mahmur esnekliğim mutluluğa dönüşüyor. Koşar adım devam ediyorum kaldığım yerden hayatıma ayaklarımı sürüdüğüm o güzel sokaklarında şehrimin hülasa…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel ZOR BİR KARAR |
|
Kadın o gün hayatının en güzel haberini almıştı. Eşine bu haberi nasıl vereceğini düşünüyordu. Onun için yeni bir başlangıç, yeni bir kimlik geliyordu. Annelik kimliği. Acaba bu kimliği taşıya bilecek miydi? Bu yükün altından kalka bilecek miydi? Bu onun için tam bir sürpriz olmuştu.
Kapının zil sesinden sonra, eşi içeri girdi. Ağır bir işte çalıştığından, artık ayakta duracak hali bile kalmamıştı.
Kadın ise mutfaktaki işini bitirmiş, konuyu nasıl açacağını düşünüyordu.
Ve başladı cümlesine, çocukları sevdiğini söyleyerek…
Adam bu konuşmanın sonunda, gelecek olan cümlenin ne olduğunu tahmin ediyordu. Durgunlaştı, yüzünde bir kaygı ifadesi belirdi. O da istiyordu çocuk sahibi olmak, ama korkuları vardı, hayata ve geleceğe dair. Ona nasıl bir gelecek verebilirdi ki?
Adam hüzünlü bir şekilde "Biz bu çocuğa nasıl bakacağız?" dedi. "İkimiz de çalışıyoruz, bize yardımcı olacak kimse yok, çocuğu kime bırakacağız, bu çocuğun bir sürü masrafı olacak nasıl karşılayacağız?" dedi.
Adam günün yorgunluğu üzerinde, derin düşüncelerle yatağını yolunun tuttu. Bir bebek sahibi olmak, baba olmak, ağır bir kimlikti…
Kadın oturduğu yerden kalktı, evin içinde biraz dolaştı, toplanması gereken birkaç eşyayı kaldırıp, yerine koydu. Beynindeki düşünceler, kafasında ağırlık yapıyordu. Bir tüy yumağı gibi bir taraftan öbür tarafa doğru savruluyordu. Ne yapacağını bilemiyordu.
O da yatmaya karar verdi. Yarın sakin bir kafayla bir daha düşünecekti…
Kendisi bir sedyenin üzerindeydi, birden sedyeden yere fırladı, "Bebek!" dedi. Korkulu bir halde, "Ona bir şey oldu mu?" "Hayır!" dedi hemşire. Neyse ki bu tehlikeyi ikisi de atlatmıştı.
Bir başka film karesi geldi gözünün önüne. Çocuğuyla yolda giderken, adamın biri çantasını hızla çekti, ikisi de yolun ortasına yuvarlandı. Kadın ilk önce çocuğuna baktı. İyiydi çocuğu, kendisini unutmuştu bile korkudan.
Bu tehlikeyi de, kıl payı atlatmış, kurtulmuşlardı.
Daha sonra okul yılları, beklenen sınavlar, iş telaş esi. Hep stres, hep konuşturma, hayatın ağır gelen tarafı.
Kadın uyuduğu derin uykudan hızla uyandı, silkindi, sabah olmuştu. İş telaş esi başlayacaktı. Rüyasında gördüğü şeyler ürkütmüştü onu. Gerçekler korkutmaya başlamıştı. "Acaba" dedi. "Bir çocuğu dünyaya getirmek, bu kadar düşündürücü mü olmalıydı?"
Sonra derin bir oh! Çekerek, "Ne olursa olsun bu çocuğu dünyaya getireceğim" dedi. "Çünkü: Bütün kölüğüne ve çirkefliğine rağmen, dünya yine de insanoğlunun yaşayabileceği tek ve en güzel mekân."
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Deniz boşluğa bıraktı
Ben sana yandım senden başkası yok artık hayatımda. Elinden alınan hayatı onu en biçimsiz biçimciliği ile biçimlendirdiği ve çözümlenmesi imkansız bir sonsuz haneli rakamla yazılabilen sevdanın kalıntıları idi.
Gözyaşlarındaki tuzluluk dlilni yaktı. Acılı istemediği halde. Yaratan aşkını acılı yapmıştı…
Hayatında hiç bu kadar sevilmemişti belkide… Belki de bu kadar sevildiği bir insanın sevmiyormuş gibi nefsi duyguları ile hareket etmesi ve intikamı onu bu kadar yaralamıştı…
İtiraf ettiği gece ölmüştü…
Yaptığı ahlaksızlıkları anlatmaya başladığında sahura hazırlanıyordu…
Birden tüm yaşam anlamsız geldi…pişmanlığı fayda etmiyordu hangi soruyu sorsa kendine “yapmamalıydı” cevabını alıyordu…
Aylar geçti affetmek için yalvardığı için affetmeye çalışıyordu… ama hiç olmadık zamanlarda nefret doluyordu…
Dayanamıyor ağlıyordu…
Yapmamalıydı ne olursa olsun yapmamalıydı…
Bazen kendini savunası işi iyice çığırından çıkartıyordu. Susuyordu. Üryan gecelerde bağrına bastığında bile üzülüyordu hatta bu elinde olmayan hüzünlenme hali karşısındakinide üzüyordu…birde onu üzdüğü için üzülüyordu…
Dayamadı. Sanki suçlu o değilmiş gibi çekti gitti…
Ey gidi ey be…
Tek başına ağladı yine kızmış gibi…
Çaresizdi belki de gitmeliydi,çünkü onun beklentilerini verebilecek kadar parası ve mantığı yoktu…
Üstelik olan mantığıda her geçen gün ileri derecede düşünmekten yoruluyordu…Hiçbir zaman isteyerek üzmedi,yüreğinden süzülenler üzüyordu hepsi bu…
Yaralıydı ağır yaralı
Yarasını sarmak istedi olmadı bir daha denedi olmadı kolu yoruldu onu boşluğa bıraktı…
Köpeği ile baş başa kaldı…
Şimdi dayanamıyor ağlıyor yine, sanki kızmışçasına…
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Dayko (*) |
|
-Ağıt-
Oldu mu şimdi bu yaptığın,
Gitmek var mıydı böyle zamansız
Hani umutlar yeşertecektik göğsümüzde
Hani ben sana yandaş, sen bana yoldaş
Omuz omuza koşacaktık kavgaya
Türküler söyleyecektik ozanların dilinden
Yarınlara çok vardı daha
Gencecik, körpecik fidandın
Oldu mu bu yaptığın, yakıştı mı sana…
Düşünmedin mi hiç, dostsuz, kambersiz
Yarınsız… ben sensiz nasıl dayanırım
Oldu mu a, iki gözüm?
Bu acıya peygamber sabrı lazım…
Ali'm, daykom…kor ateşim
Sevdan yüreğimde dün gibi taze
Olaydın yamacımda
Tutunaydım dalına
Böyle hasretlere gebe kalmazdım
Ali'm, kaç bahar geçti üzerinden
Gidişin gidiş değildi..
Bilemem, hesap edemem
Dardayım Ali
Gelen günü karşılamaz, çekemem…
Başucundaki servi, kök salmış toprağına
Baktım, baktım, ağladım..
Olmadı be Ali,
beni böyle hesapsız,
Yangın yerim dumansız
Çaresiz, davasız
Bırakıp gidemezdin.
Anacığını gözü yaşlı,
Babanı kolsuz kanatsız
Yaşamaya mahkûm edemezdin.
Ali'm….civanım, daykom…
Haberlerim var sana;
Bir torunun var oğlundan
Gözleri kömür kara aynı sen
Ömrü bol, bahtı açık ola…
Çok mutlular bir görsen
Yine de yüzümüzde keder,
Gözlerimiz buğulu seviniriz
Sağımız, solumuz boşta
Ezilir yüreğimiz…
Olaydın başımızda
Sarılaydık çoluk çocuk
Yarım kaldım Ali…
Gidişini sindiremedi ciğerim
Ciğerim, pare pare erir biterim Ali'm…
(*) Bulgarca: dayı
Elif Eser elif.eser4@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Hülya Galitekin Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Diriliş
I.
güneş
soğuturken kızıllığını
engin ufuklardan düştüğü denizde
yıkadım özümden
senden kirlenmişliğimi
ay yakamozunda raks ederken akşam
sıyırdım tenimden
senden küçülmüşlerimi
yine de
sığdıramadım kefenime
senden ölmüşlüğümü
II.
ay buğusu değdiğinde şakaklarıma
ölüm yetişir ansızın
son zalimliği olur kalbinin
her hortlayışında
beni canlı bir yanımdan edişin
kaç ölüm karartır ki gözümü
kaç ölümdür sükûneti kalbimin
hadi sende
yeniden öldüm say
doğduğumu hiç bilmeden
Gülcan Talay
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
27 Mayıs Cumartesi Gecesi Buluşuyoruz!..
Beşinci yıla girişimizi bu sene 27 Mayıs'ta Park Mühendishane'de kutluyoruz. Tüm Kahvecileri aramızda görmek istiyoruz.
Limitsiz Yerli içki, doyurucu yemekler ve canlı müzik eşliğinde hem eğlenip hem de hasret gidereceğiz.
Katılmak isteyenlerin asesen@tnn.net adresine mesaj atmaları menfaatleri icabıdır.
Tarih : 27 Mayıs Cumartesi Saat 19:00'dan itibaren
Yer: Park Mühendishane - İTÜ Taşkışla Yanı
Ücret: 40.-YTL
Otopark mevcut olup Kredi Kartı geçmektedir.
MELİH CEVDET ANDAY
İÇERDEKİLER
"içerdekilerle dışardakiler arasında böyle bir ayrım varmış. kuşla balık arasındaki ayrım gibi…onu bugün anladım."
TİYATRO FİREZ
Can Kırmızıtuna
Mehmet Ergün
Özge Önal
tarih:25 mayıs 2006
saat: 20:30
yer: Barış Manço Kültür Merkezi (Kadıköy)
gişe tel: (216) 4189549
e-posta: tiyatrofirez@gmail.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.
Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html
Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.
İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|