Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 993

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Mayıs 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Işıklar içinde ol Mübeccel Vardar!..

1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.İyi haftalar,

Hareketli bir hafta sonuydu. Az ama öz kahveciler bir araya gelip güzel bir Cumartesi gecesi geçirdik. Keşke sizler de olsaydınız demekten başka birşey gelmiyor elimden. Bu sefer her zamankinin aksine daha çok sohbet edip hasret giderme şansı da bulduk. Saat 02:00 sularında ayrıldığımızda hepimizin ortak paydası olan Kahve Molası'na teşekkür etmeyi ihmal etmedik.

Güzel gecenin sabahı hafif baş ağrısıyla uyanıp Cumartesi gündüz vakti Ankara'da oynanan ilkokul müsameresinin resimlerini görünce küt diye ayıldım. Sayın liderlerimiz elele vermiş halay çekiyorlar ya da horon tepiyorlar, ağızlar kulaklarda. Sanırsın düğün bayram ediyorlar. Neymiş, salondaki iş adamlarının karşısına böyle çıkarlarsa ekonomi istikrar kazanırmış, kriz beklentileri sona erermiş. Heyy babalar sizin karşınızda koyun sürüsü mü var? Siz kendinizi Einstein, karşınızdakileri Marilyn Monroe mu sanırsınız? Birlik mesajıymış, siz onu külahıma fısıldayın. Hem ben sizin birlik falan olmanızı istemiyorum ki sayın yöneticilerim. Ben birinizin adam olmasını, diğerlerinin ona doğru yolu göstermesini istiyorum. Yoksa ben dayak mı istiyorum, bilmiyorum.

Beyler Ankara'da horon tepme mizanseni ile uğraşırken İstanbul'da, Ali Sami Yen'de Fetih Töreni vardı. Erbakan Hoca'nın sahaya inip başlama vuruşunu yaptığı törenler, siyah-beyaz resim sergisi gibiydi maaşallah. Bir tarafta kara çarşaflar diğer tarafta ak sakallı dedeler. Bizim liderler horon tepecek yeri bilemediler. Hazır onbinler stada toplanmışken VIP kapısından girip, orta sahaya kadar koşmalı, elele tutuşup yağ satarım bal satarım oynamalıydılar. Sen gör o zaman "Yok birbirimizden farkımız, biz Fatih'in torunlarıyız." nakaratlı birlik mesajını. Anadolu Ateşi kadar tezahürat garantiydi, kaçırdılar, tüh!..

...

İlk profesyonel olduğu sahneyi birlikte kullanırdık. Aynı anda değildi belki ama Kenter Tiyatrosunun o sıcacık sahnesinden kalkan aynı tozları yutarak başladık tiyatroya. Yıldız Kenter "Harold ve Maude" da gencecik öğrencileriyle oynuyor diye önce dudak bükmüştük hatırlıyorum. Daha sonra provaları ve oyunları takip etmeye, aynı kulisi kullanmaya başlayınca, o gencecik Ayhan Kavas'ın ne yetenekli, kızın ise hem yetenekli hem de çok güzel olduğunu farketmiştik. Biz diğer tiyatronun tıfılları Mübeccel'i yakalayabilmek için çaktırmadan erken gelip onun oyununu seyreder olmuştuk. Ardından belki kırk kere seyrettiğim Cyrano de Bergerac'ta Roxanne rolünde de harikaydı. Dün gazetelerden öğrendim öldüğünü. Amansız hastalıkmış onu son başladığı diziden ayıran meğerse. İçime de doğmuştu, Yabancı Damat'tan ayrıldığında "Hasta herhalde" diye içimden geçirmiştim. Nereden bilirdim amansız olduğunu. Cenazesinde Yıldız Kenter "Işıklar içinde ol güzel kızım." demiş. Belli ki bir ışık gibi geldiği Kenter Tiyatrosu'nu gene bir ışık gibi ardında bırakmış. Işıklar içinde ol Mübeccel Vardar, görüşmek üzere.

59. Cannes Film Festivali sona erdi. "İklimler" Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği Ödülünü aldı. Altın Palmiye için son ana kadar aday gösterilen birkaç filmden biri olması da bizler için gurur verici. Daha toplayacağı çok ödül var eminim. Ellerinize sağlık çocuklar.

Pikabımıza The Platters'dan Smoke Gets in Your Eyes'ı koyup kaçıyorum. Hepinize güzel bir çalışma haftası diliyorum, esenkalın

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Tarkan İkizler

 Hikayeci : Tarkan İkizler


   Camgeran*

O anda gözü elindeki ebruli sürahiden başka bir şey görmeyen camgeran kalfası Harun, kasabanın arka tarafındaki evine çıkan bozuk yolun çamurlarına aldırmayarak delicesine koşuyordu.
İki eliyle sıkı sıkı tuttuğu sürahiyi tek eline almaya cesaret edemediği için bahçe kapısını omuzlayarak açtı. Patırtıya koşan karısının yanına gelmesini bekleyemeden eve doğru bağırdı.
- Gülnaaaz! Gülnaz! Kız neredesin?
Evin kapısını açmaya hazırlanan Gülnaz, çamur içindeki bahçeye fırlamadan önce belli ki alelacele ayağına giyecek bir şeyler arıyordu. Kapının arkasında yere sürten ayakkabıların sesi kesildiğinde Gülnaz kapıyı açtı.
Önce karşısında nefes nefese duran kocasının yüzüne, sonra kendisine doğru uzatılan sürahiye baktı. Ağzını burnunu kıvırıp derin bir nefes aldıktan sonra merakla ne söyleyeceğini bekleyen Harun'a cevabını verdi.
- Yok efendi yok, bu da olmamış. Rengi güzel ama baksana dibi ne kadar eğri büğrü.
Gülnaz'ın söylediklerini işiten Harun birden dellenip kudurarak, elindeki sürahiyi bahçenin duvarına fırlatıp tuzla buz etti.
"Allah belasını versin!" diye bağırarak bahçeden dışarı çıkan Harun, aynen geldiği yollardan koşarak atölyesine geri döndü...

---

18. yüzyılda, Mevlevi dervişi Mehmet Dede'nin İstanbul'daki cam atölyesinde yaptığı, ışığa tutulunca etrafa kırmızı renkler saçan "Beykoz işi" billur kaselerin ünü ta buralara kadar gelmişti.
İtalya'da işin inceliklerini öğrenen Mehmet Dede'ye özenen camgeran kalfası Harun gibi birçok cam işçisi de zanaatlarında ustalaşıp nam salmak için, kendi küçük atölyelerinde ölümüne bir yarışa girmişlerdi.

---

Ağlamaklı ve öfkeli hali geçmeyince hırsından yumruk yaptığı elini ısıran Harun, başını atölyenin kapısına dayayarak "Ne olurdu Yavuz Ustam ölmeseydi de beni böyle ortalarda bırakmasaydı," diye düşündü.
Artık danışabileceği tek kişi kalmıştı; kendinden önceki kalfa Bilal.
Bilal, Harun gibi yarı kalfa, yarı çırak sayılmazdı ama, ne yazık ki o da işin inceliklerini tam anlamıyla öğrenememişti.
Birlikte çalıştıkları zamanlar Yavuz Usta gibi ince işli lâledanlar, pahalı gülabdanlar bir yana, doğru dürüst bir sürahi bile yapmayı becerememişlerdi. Buna rağmen "Beni, benim gibiden başkası anlamaz," diye kalkıp Bilal Kalfanın yanına gitti.

- Olmadı Bilal Kalfa olmadı, sabaha kadar uğraştım yine olmadı.
- Ah, Harun ah. Uğraşma artık şu işle bırak gitsin, bak bana, ben bittim sen de bitirme kendini.
- Yavuz Usta olsaydı...
- Yavuz Usta, Yavuz Usta... Başımıza bu dertleri açan hep Yavuz Usta değil mi?
- Öyle deme Bilal Kalfa, iyi adamdı Yavuz Usta.
- Öyle öyle, iyi adamdı Allah için... Kendi çok bilgiliydi ama bir türlü bize el vermedi. Sır verirken, bize öğrettiği işi aklından çekip alacakmışız gibi korkardı. Bilgisini bu kadar başkasından esirgeyeni hiç görmedim.
- Baruthane-i Amire'deki, Eğrikapı'daki camhanelerde görmediği mi kalmış? Güherçile kazanlarının başından ayrılmaz, parlatma atölyelerinin ustalarından mutlaka bir sır öğrenmeden, alacağı olsa bile işi bırakmazmış.
- Hatırlar mısın? Nasıl da bana kızıp "Biz hep elimizde yapardık siz çarkta bir şey beceremediniz, hay çarkınıza..." derdi ikide bir.
- Yaa, yaa bir de sana takılmak için bana dönüp "Sakın bunun gibi olma, bunun ne mal olduğu ilk günden 'Burası çok sıcak, ayran yok mu?' demesinden belliydi derdi."
- Senden eski olmama rağmen seni daha çok severdi. Zaten babamın hatırı olmasa bana ilk günden yol verirdi ya neyse.
- Ölen öldü kalan kaldı, Allah rahmet eylesin artık.
- Allah rahmet eylesin ama, enseme patlattığı tokadın acısını da unutmadım.
- Bak ben bunu bilmiyordum kimseye vurduğunu da ne duydum, ne gördüm.
- Sen yoktun o zamanlar. Bir gün Yavuz Usta çalışırken beni yanına çağırıp "Bak şimdi sana göstereceğim rengi bir cennete gidenler bir de camgeranlar görmüştür, başka türlüsü mümkün değil," diyerek elindeki teneke kutunun ağzını açıp içini gösterdi. Ben gayriihtiyari gülerek "Aynı deli saka Hüsnü'nün ağzı gibi," dedim. Bu elindeki kutuyu atıp enseme öyle bir tokat patlattı ki, sesi bütün camhanede yankılandı. Tabii ben hemen gıkımı çıkarmadan, devrilen kutudan etrafa yayılan Saksonya mavisi boyaları temizlemeye koyuldum.
- Deli saka Hüseyin de kim?
- Deli saka Hüseyin değil, Hüsnü. Eskiden bizim köyde kışın çeşmeler donunca eşeğiyle köyün dışındaki pınardan su taşıyan bir saka vardı. Bunun babasına zamanında bir kurt saldırmış, hababam çocuklarına anlatıp dururmuş. Hüsnü'yü de sarmış mı bir kurt korkusu. Öyle ki ne zaman köyden dışarı adım atsa ağzına bir şişe çini mürekkebi boşaltır, nefes bile almadan suya gider gelirmiş. Köye dönünce de haydaaa mürekkebi yine ağzından şişesine gerisin geri boşaltırmış. Güya kurt saldırırsa ağzındaki mürekkebi kurdun gözüne püskürtecek. Köydekilerin hepsi bunu bilir ve ne zaman Hüsnü'yü görseler eğlenmek için "Ağzını bir açsana Hüsnü," deyip dalga geçerlerdi. Yavuz Usta'nın gösterdiği mavi aynı böyle bir maviydi. Çocukluk işte, ilk aklıma o geldi, yoksa nerden bilirim bizim köyün delisi saka Hüsnü'nün Yavuz Usta'nın dayısı olduğunu.
- Latife ediyorsun Bilal. O zaman Yavuz Usta yavaş bile vurmuş.
- Nur içinde yatsın. İyi adamdı, iyi.
- İyiydi ya. Sana camhane kuracağım diye az mı çalıştı çabaladı.
- Babam "Olmuştur artık Yavuz Usta ha, olmuştur değil mi? Bak kaç yıl geçti," diye bastırmasa pek benim camhaneyi açmak için camcılar ocağına gidesi yoktu ama.
- Dün gibi aklımda. Senin fırını nasıl da özene bezene yapmıştı değil mi? Hem yapıyor, hem de bir yandan anlatıyordu "Burası bin sekiz yüz derece olacak, onun için en fazla bir sene gider. Bakın, iyi bakın ki bir dahaki sefere de siz yapın."
- "Düz zemin olacak, on iki sıra ateş tuğlasını kille öreceksin, sonra sıra gelir odaları açmaya."
- Aynısını yaptın vallahi. Hiç unutmamışsın.
- Senin baban da bir camhane için dört dönüm tarla verse sen de ezberlerdin.
- Yaa... Bir de nasıl ezberletirdi bize değil mi?

Harun'la Bilal aynı anda şiir okuyormuş gibi başladılar bir ağızdan ustalarından akıllarında kalan ezberi söylemeye:
- Ateş yakılan yere kapı.
Yarım kubbeli yere tepe kapağı.
Soğumaya bırakılan yere kavara.
Camı getirdiğin yere keler.
Tava da kelerde camların alındığı yer...

Ustasını çekiştiren iki kalfanın neşeyle okuduğu ezber son kelimelerine yaklaştıkça, sanki hüzünlü bir şiiri bitirmişler gibi her ikisini de bir üzüntü kaplamıştı. Sessizliği bölen, Harun oldu.

- Çıralı çam gelmediğinde "Ocağı neyle yakarım ben?" diye bir hafta boyunca deli gibi dolaşıp durmuştu hani. Oduncuları görünce ağlamaya başlayıp nasıl içeri kaçmıştı değil mi.
- Eee! Bu kadar yeter. Kör ölür badem gözlü olurmuş. Bizi nasıl ortada bıraktı görmüyor musun?
- Adam öleceğini nereden bilsin?
- Yaşarken öğretmeye vakti vardı ama kalfaları öğrensin istemedi.
- İkimize de bir şeyler öğretti, haksızlık etme şimdi.
- Aman ne öğrendik ne öğrendik. Ben tek bir şey yapamadım, yaptıysam da satamadım. Camhaneyi sana satıp elimi eteğimi çektim. Şimdi sıra sende, bakalım sen ne kadar dayanacaksın?
- Ben pes etmeyeceğim Bilal Kalfa, göreceksin. Nah sana yeminlen; bir gün gelecek, ne olursa olsun ben de bir şeyler yapıp edip usta olacağım...

---

Harun'la Bilal saatlerce konuşup durdular. Hava kararınca, Bilal Kalfa'dan izin isteyen Harun evine döndü.

O gece Harun'u bir türlü uyku tutmuyordu. Pencerenin önüne geçip bir sigara sardı. Gülnaz, Harun Kalfa'nın aylardır devam eden inadına, nasıl olsa bir gün pes edip bırakacak diye hiç karışmıyordu ama o gece de kocasını böyle dertli ve uykusuz görünce dayanamadı. Kalkıp yanına gitti.

- Harun'um niye vazgeçmiyorsun şu işten? Gel he de, yapamadım olmuyor de. Bak kaç tarla, bağ bahçe yedik, iş yok güç yok. Kuma getirsen bu kadar derdi olmaz. Ne elini tutan var, ne yüzünü gören. Geldin mi de yatıp dinlenemiyorsun artık.
- Ben bu işi becereceğim Gülnaz, başka çaresi yok bunun.
- Sen de inat etme o vakit. Aklını bozma ustalığımı göstereceğim diye.
- Ben de istiyorum ama olmuyor Gülnaz. Kaç kere camhanede bozuk işleri kırıp tekrar ocağa attıktan sonra oturup ağladım bir bilsen. Bırak olmayıversin mavi, yeşil, kahverengi camların üstünde, parlamayıversin sürahilerin ağzında sarılar diyorum ama olmuyor, ben bırakmak istesem camlar beni bırakmıyor.
- O zaman yine Yavuz Usta'nın yanındaki gibi vazo yap sen de. "En iyi vazo yapıyorum, başka ne yapsam bozuluyor," demiyor muydun?
- Ben artık zanaatımı gösterebileceğim usta işi çeşmibülbüller, olmadı bombeli, renkli pencere camları yapayım istiyorum. Kaç kez denedim, mavi camla beyaz fayansı karıştırdım, bir şerit cam, bir şerit seramik koyup erittim olmuyor, olmuyor. Bütün yaptığım işler daha asebeyi** değdirir değdirmez yamulup yumuluyor. Ta Mısır illerinden gavur görüp her şeyini öğrenmiş, ben iki yıl Yavuz Usta gibi birinin yanında çalıştığım halde ancak vazo yapmasını öğrenebildim. En çok buna içerliyorum.
- Diyorum sana Harun'um, vazo yap sen de o zaman.
- Hele bir sabah olsun da hayırlısıyla bakacağız artık. Yoksa bu böyle olmayacak. Camhaneyi Bilal Kalfa'dan aldım almasına da, hangi deli gelir benden alır?

İyice yorgun düşen Harun Kalfa tekrar yatağına dönünce yine uyku tutmadı ama, bu sefer sabaha kadar değişik neler yapabileceğini düşünüp durdu. Yatakta bir sağa, bir sola dönerken aklında camhanede ocağı yakıyor, içine attığı camları eritip, pişirdiği saf bakırı cam macuna karıştırıyordu. Yaptığı camlar istediği gibi mor olmayınca daha da koyusu için durmadan rastık ekliyor, hayalinde canlandırdığı işte bile bir hata çıkınca emekleri boşa gidiyordu.
Sabah olunca karısının yeni pişirdiği tarhanayı çorba kasesinden içerek kahvaltısını yapan Harun Kalfa yeni bir umutla camhanesine giderek akşama kadar başka hiçbir şey yemeden içmeden çalışıp durdu.
Sıcaktan yorgun düşmüş, elini kaldıracak hali kalmamıştı ama iş de bitmişti. Hepsi aynı boyda, birbirinin aynı dört düzine küçük ve hassas cam eşyayı özenle saman dolu bir sandığa yerleştirdi.
Yatsı okunduğunda camhaneyi kapayarak kendinden emin, evinin yolunu tuttu. Merakla bekleyen karısı Gülnaz, Harun kalfayı bahçe kapısında karşıladı, birlikte eve girdiler. Uzun zamandır kocasının yüzünü gülerken görmeye hasret kalan Gülnaz dayanamayarak sordu.

- Hayırdır böyle...
- Hele bir şu sandığı boşaltayım da...
- Ver ben boşaltayım.
- Olmaz. Sandığa ben koydum ben çıkarırım.
- Öyle olsun bakalım.
- Hazır mısın? Üç diyince sandıktan çıkaracağım. Bir... Kiii... Üç!
- Aaa! Ne kadar küçük vazo o öyle.
- Sen demedin mi vazo yap diye.
- Dedim ama bu kadar küçük vazoya ancak birkaç tane kır papatyası konur. Kimse almaz ki bunu.
- Birincisi; bu vazo ama vazo değil. İkincisi; içine isteyen yine papatya koysun ben karışmam. Üçüncüsü; bu çay içmek için küçük bir bardak. Tutanın elinden kayıp düşmesin diye de belini incelttim.
- Ay Harun. Bununla kim çay içer?
- Dört düzine yaptım. Yarın kasabanın pazarına götürüp satacağım. Biliyorsun bazen şehirden de gelen oluyor, belki alan birileri çıkar. Keşke altın yaldız olsaydı da şöyle kenarlarıyla ağzına da birer sıra yaldız çekseydim, daha bir albenisi olurdu.
- Harun Kalfa, Harun Kalfa! Sen bu acayip bardakları yarın pazarda sat gel, babamdan kalan son tarlayı da satıp sana on çeki yaldız almazsam bana da Gülnaz demesinler.

Tarkan İkizler

* Camgeran: Cam işleyen zanaatkâr ve cam eşya satan esnafa verilen ad.
** Asebe: Macun şekline gelen erimiş camı, ocaktan alarak top yapıp biçimlendirmeye yarayan çelik çubuk.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


ÇİÇEK ÇOCUKLARI...

Yetmişli yılların ortalarında ÇİÇEK ÇOCUKLARIMIZ vardı bizim...

Omuzlarına, ellerine ve görünen yerlerine çiçek resmi çizen gençler, çiçek bahçesi gibiydi onlara bakıp görenler için. İçimiz açılır, ruhumuz şenlenirdi, bu özgürlüğün ifade biçimini yarınlara aktaran genç umutlara tutunmuş gençlerin sokaklardaki varlıklarında.

Kimimiz “ne radikal, ne nihilist genç” diye bakardık onlara.

Kimilerimiz de; “Deli mi bunlar?” diye söylenirdi.

Bir başka kimisi de; “ Bu tuhaf görüntülü genç kız ve erkekler, dikkat çekmek için yapıyorlar, bu acayip süslerini bedenlerine, giyim kuşamlarına...”diye homurdanırdı.

Bir başka orta yaş insanı ise; “Bunların anne babaları yok mu(?) nasıl müsaade ediyorlar bu kepaze görüntülü evlatlara!..” der ve ÇİÇEK ÇOCUĞUNU gördüğü her yerde, bağıra çağıra onlara konuşur; aşağılardı bakışları konuşmalarıyla onları.

Bense; yaşamın kendisini çağıran baharın resmini görürdüm o vücudunu ve esvabını çiçek renkleri resimleriyle donatmış gençlerde.

Aynı yaştaydık o ÇİÇEK ÇOCUKLARIYLA o zamanlarda. Kimimiz on altı, kimimiz on yedi, bilemedin on sekizimize bile girmemiştik henüz.

Onları; meydanlarda caddelerde şehrin merkezinde gördüğüm anda heyecanlanır;

“Aaaa... ne güzeller... her yanlarından yaşamın kendisi fışkırıyor..”derdim yanımda kim varsa ona.

Gene onları, o kalabalık caddelerde gurup olarak gördüğümde anneme söyledim, içimdeki naif en genç umutlarımı.

“Ben de böyle giyinmek istiyorum... ben de çiçeklerden saçlarıma renkler vermek istiyorum... ellerime çiçek resmi, omuzuma çiçekten kurdelâlarla bağ yapmak istiyorum...”diye tutturdum.

Annem, hevesimi kursağımda koydu:

“Delirdin galiba? Baban topa koyar beni de senide!”dedi.

Boynumu büktüm, anneme teslim oldum, on altı yaşın bana biçtiği giyim kuşam sevdamı içime attım.

İçlendiğimi gören annem, gönlümü alan bir kelâm etti bana:

“Çok istiyorsan, sana allı güllü bir elbise alalım, başına da güllü morlu tokalarla süslersin...”dedi.

“İstemiyorum... senin istediğin, senin gördüğün gibi değil onlar...”dedim.

“Neymiş benim göremeyip, senin gördüğün?” diye sordu bana.

“Bak onlara, ama görmek, anlamak için bak. Bu görünenin altında hangi gösteriş var? Bu gençler, olduğu gibiler, üstelik kızların üzerindeki kot pantolonlar, eski püskü ama; yapılan bir ince rötuşla fakirliği bile silmiş. Yani; anneciğim; burada zengin kim, fakir kim ayırdı yok... Pantolon yerli malı, her gencin ayırımsız kullanacağı cinsten...”diye sızlandım, gördüğüm doğruyu savundum anneme karşı.

Annem aval aval baktı suratıma.

Beni anlamadığını seziyor, görüyordum. Çünkü annem, toplum baskısını hiçe sayan kızları, oğlanları işaret ediyordu onları ayıplayan küçümseyen bakışlarınla...

“Burada madde yok, sevgisizlik yok, terör yok, sevgisizlik yok...”dedim, içsel sesimden yükselen dış sesimden anneme yansıyana...

Hatta “ideal” denilen o gençlerin umudu olan gelecekte vardı onlarda ama, diyemedim galiba.

O ideal ki, kimseyi üzmeyen ve herkese mutlu baharı yaşatan bir görüntüyle kendini gösteriyordu sokaklarda. Üniversite bahçelerinde, okullarda “BOYKOT” denen o menem şey de yoktu, yeryüzündeki nizama uyan renklerle bezenmiş genç umutlarda eline silah almamış gençler, çiçek çiçektiler yetmişli yılların ortalarında...

Kamp yerleri, düşlerin engin kıvılcımlarındaki benliğimde coşkuyla sarıldığımız gençliğimizdeki bizler, çok masumduk ve ÇİÇEK ÇOCUKLARI DA masumdu...

Şimdi annem, o ÇİÇEK ÇOCUKLARINDAKİ samimiyeti, içtenliği hatırladı yılların ardından ülkemizde olandan bitenden sonra.

Yetmişli yılların sonunda gelen terör belasını, seksenli yıllardan günümüze gelen gençlerin bugününü ve gene ikide bir hortlayan terörü lânetleyerek!..

“Ne budalaymışız biz meğer... Keşke o ÇİÇEK ÇOCUKLARI yeniden açsa ve yeryüzüne baharın renklerini, yaşama sevincini genciyle hatırlatsa, bize yeniden o eski günlerdeki gibi KAPKAÇSIZ, TERÖRSÜZ güvenli günlerimize geri getirse...”diye sızlanıyor bugün.

Ama gene O ÇİÇEK COPÇUKLARI VAR ÜLKEMİZDE... İDEAL GÖKLERDE... MAVİNİN EN TEMİZİNDE... MUSTAFA KEMAL GENÇLERİ: MEMLEKETİMİZİN HER YERİNDE... DAHA MÜREFFEH DAHA MEDENİYETE ATATÜRK’ÜN BİZLERE BIRAKTIĞI CUMHURİYETİMİZDE.. Her yanımız çiçekler açmış, kimseye zarar vermeyen, gelecekte, mavi umutlarda yükseklerde, olacak genç umutlarımız var bizim...

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  FETİH COŞKUSU YAHUT İSTANBUL ÜZERİNE

Coğrafyayı vatan yapan, üzerinde yaşayan insanların maddî ve manevî kültürleridir. Bu değerler olmasa ve insanları birbirine kenetlemese, topraklar vatan vasfını taşımaz. Öylesine bir toprak parçası olarak kalakalırlar. Oysa mühim olan toprağın vatanlaşmasıdır.

Yurdumuzun her karış toprağı şehit kanlarıyla sulandığı için apayrı bir değeri vardır bizim için. Bu topraklar için toprağa düşen yiğitlerimiz, boy boy yeni fidanların filizlenmesine vesile olmuşlardır. Bu fidanlar servi misali düzdür, eğilir bükülür cinsten değil. Onların varlığıyla ne kadar gururlansak azdır.

Yurdumuzun tartışmasız en gözde şehri olan İstanbul da bu maneviyat erenlerinin sayesinde Müslüman Türk yurduna dönüştü; İslâm kimliği kazandı. Bizans'ın olmazsa olmaz değerlerinin başında gelen yedi tepeli İstanbul'un her bir tepesine süngü misali minareler dikerek buraları Türk yurdu hâline getiren ecdadımız, karanlık bir dönemin kapanmasına ve aydınlık bir şafağın doğmasına vesile olmuştur. Bu aydınlık sonsuza dek üstümüzde kalacaktır. Bu ışık sonsuza dek bizim kılavuzumuz olacaktır.

Türkiye'de üzerinde en çok konuşulan ve yazılan şehirlerin başında şüphesiz ki İstanbul gelmektedir. Hiçbir şehre bu denli büyük ve destansı bir sevgi reva görülmedi. Şair ve yazarların diline pelesenk olan İstanbul, anlatıldıkça büyüdü ve güzelleşti. Yine de bu şehri anlatmakla bitiremedik. Bundan sonra da kalem erbabının hazine hükmündeki malzemesi olmaya devam edecek. Çünkü İstanbul anlatıldıkça büyür.

Divan şâirlerinden günümüz şâirlerine kadar binlerce söz üstadı İstanbul'u vasfetmeye gayret etti. Fakat söz bitti İstanbul bitmedi. Sonunda Lâle devri şairlerinden Nedim, bu husustaki ölçüyü koydu ortaya. İstanbul'un bütün İran topraklarına bedel olduğunu haykırdı cümle âleme:

"Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahadır
Bir sengine yek-pare Acem mülkü fedadır"

Yukarıdaki beyitten sonra söylenecek fazla söz kalmıyor bize. Gerçekten de İstanbul bir yana, dünya bir yana… Her ne kadar "içi seni yakar, dışı beni" diyenler varsa da İstanbul bir anıttır kültür, sanat ve edebiyat tarihimizde. Her alanda dolu olan İstanbul'da boşluğa tesadüf etmek mümkün değildir. Nuru da, kiri de başkadır İstanbul'un. Kavgamız kiri nura dönüştürme mücadelesidir.

İstanbul dudaklardan dökülen ölümsüz bir bestedir. Belki bin yıl, belki de sonsuza dek söylenecek bir şarkı… Bu nağmenin esintisi gönül telimizi titretir. Kostantiniyye değildir arık bu topraklar… Yedi tepeden, göğü delen minarelerden her gün beş vakit ezan dökülür sinelere. Akif'in deyimiyle "Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli"dir. Onlar bizi ayakta tutar, küfre kalkan olurlar. Ezanların serinliğinde soluklanırız cehennemî volkanlara karşı. Ruhumuzun daracık sokaklarını onların manasıyla genişlettikçe genişletiriz.

Vakti kuşatır İstanbul'un ufkundan yükselen sabah güneşi… Sadece toprağı değil içimizi de ısıtır bahar yağmurlarına bürünerek. Güneş bile kıskanır bu şehrin eşsiz güzelliğini. İstanbul'un üstüne doğmayı bir onur sayar kendisi için; bir anne şefkatiyle sarıp sarmalar yedi tepeyi.

Tükenmez İstanbul'a dair sözler. Bu şehir için sözler kâfi değildir hiçbir zaman. İstanbul'u sözcüklere ve sözlüklere sığdırmak boş bir uğraştır kanımca. İstanbul yaşanır ancak; hem de doyasıya… Kederlerden azade bir İstanbul yağmurunda sokaklarda ıslanmak ne büyük bir bahtiyarlıktır. İstiklâl Caddesi'nin olanca kalabalığına rağmen bir başına, yalnızlık duygusunu doyasıya yaşamak bir ayrıcalıktır diğer zaman ve mekânlara inat. Bu hissi yaşamayı ertelemenin savunulacak yanı yoktur bana kalırsa.

Eyüp'te dünü, Şişli'de bugünü yaşamak gerek. Piyer Loti'de geçmişi, Akmerkez'de geleceği soluklamak bir sentezdir hayata dair. Birini ötekine tercih etmek gerekmez. Çünkü iç içedir her biri… İstanbul'un semtlerinin moderniyle geleneksel olanını ayırmak ve birini ötekinin üstünde görmek havayı suya tercih etmekten farksızdır. Hangi birinden vazgeçebilirsiniz ki?

Her harfine bir tepe düşer İstanbul'un. Her bir tepesinde bir evliya uyur bu mübarek coğrafyanın. Beykoz ilçesinde, İstanbul'un denize en yakın ve yüksek tepesi olan Yuşa Tepesi'nde yankılanan ezanlar, gaflet uykusunda olanların yüzüne bir şamar gibi iner. Yuşa Aleyhisselam'ın on dört metre uzunluğundaki mübarek kabri, İstanbul için manevî bir sigortadır adeta. Bunun yanında coğrafyanın vatana dönüşmesini sağlayan aslanlar, Edirnekapı'da manevî siperlerde nöbet tutarlar. Sonsuzluk uykusuna yatmışlardır İsrafil'in Sur'a üfleyeceği o müstesna zamana dek… Onların bu sonsuzluk uykusudur bizi ayakta tutan ve gönül dünyamızı mamur eden. Dirilişimiz onların soluklarıyla beslenecektir.

İstanbul benim gözümde ve gönlümde, tepeleriyle gökleri öpen nurlu bir dağdır. Ona atılan her damla çamur yüreğimi kanatır. Gönül bağım ilelebet sürecek bu şehirle. Çünkü bu mübarek beldede Eyüp Sultanlar, Fatihler, Kanunîler yatıyor. Bu şehri sevmek için bu bile yeterlidir. Ya Resulullah'ın o mübarek dudaklarından dökülen nurlu sözler… Bu şehrin onun dudaklarından çıkan sözlerle ulvileşmesi, sevmek için yeterli bir sebep değil midir? İstanbul'u sevmek sevgiye yüce bir paye biçmektir.

İstanbul hakkında yazılanlar nice sayfalar, ciltler doldurur. Fakat yine de kalemler, kâğıtlar ve mürekkepler bu şehri bihakkın anlatmaya kifayet etmez. Denizler mürekkep olsa İstanbul'u hakkıyla vasfetmeye yetmez. Bizimkisi, sözlerimizle İstanbul'u onurlandırmak değil, sözlerimizin İstanbul'la onurlanmasını sağlamaktır. Fethinin 553. yıldönümünde büyük Fatih'i ve onun Hazreti Peygamberin övgüsüne mazhar olmuş askerlerini rahmet ve minnetle anıyorum. İyi ki varsın İstanbul… Sözlerimi vaktiyle yazmış olduğum bir İstanbul şiirinin son iki beytiyle noktalamak istiyorum:

"Emsalin ancak Kudüs, Mekke ile Medine
Eyüp Sultan'da kabir davet ediyor dine
Kelimeler yetersiz, tasviri zor İstanbul
İçimi alev ateş kavuran kor İstanbul"


M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Yeni haftanızda geçmiş başarılara saplanıp kalmamalısınız sevgili koçlar. Ekonomik alandaki sıkı çalışmalar sonucu sürekli bir başarı söz konusu olacak. Ayrıca pratik düşünen bir arkadaşınız yaşamınızı bir hayli etkileyecek.


BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Bu hafta tüm kararsızlıklara rağmen finansal yenilikler ve parlak fikirlerin gündemlerinize oturacaklarından emin olabilirsiniz sevgili boğalar. Özellikle yaratıcı işler üzerine yoğunlaşacaksınız. Kendinizi rahat tutun.


İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Duygusal bazı engellere takılarak durduk yerde kendinize ek dertler icat etmeyin sevgili ikizler. Birçoklarınız kronikleşmiş karamsarlıkların ve zor bir dönemin sonuna yaklaşmaktasınız.Gerçekleri kabullenin ve öfkelerden uzak durun.


YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Girmekte olduğunuz yeni dönemde uzun zamandır arzuladığınız mesleki değişimlere yöneleceksiniz sevgili yengeçler.Yeni yeteneklerinizi keşfedecek ve onları kullanacaksınız.Sınırlı hırs ve konsantrasyon eksikliğine dikkat etmelisiniz.


ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Geçmişle ilgili bir olay yeniden gündeminize yerleşecek sevgili aslanlar. Eski rüyalardan yeni hedefler doğmakta. Bu arada aşırı hayalci olmamaya gayret edin çünkü güzellikle başlayan tüm olayların vıcığını çıkartma huyundan halen vazgeçebilmiş değilsiniz.


BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Devletten, bir makamdan veya yaşlı otoriter bir kişiden yardım göreceğiniz güzel bir hafta önünüzde sevgili başaklar. Refahın netleşeceği fakat aynı zamanda da ağır görevlerden, bunaltıcı sorumluluklardan kaçamayacağınız yeni günlerdesiniz.


TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Duygusal kararların eşiğinde olacağınız bir haftaya girmektesiniz sevgili teraziler. İdealist sevgi ve fiziksel çekicilik arasındaki seçimlerin, mesleki sorumluluklarla özel hayatınız arasındaki hassas denge ayarlarının bahis konusu olacaklarını bir kenara yazıverin.


AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Savaş verilmeden zafer elde edilemez sevgili akrepler. Dizginlenmesi gereken heyecanları kanalize ederseniz ve ısrarla verdiğiniz fedakarlıklardan son anda vazgeçmezseniz hırslı isteklerinize nihayet kavuşmuş olacaksınız. Daha iyiye doğru hakkedilen ilerleme söz konusu sizler için.


YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Düşüncelerinizi hayata geçirmeyi etkili bir kişinin yardımı ile başarıyorsunuz sevgili yaylar. Bu hukuki alanda da olabilir. Ayrıca sizlere yabancı olan bir ortamdan gelecek yararlardan faydalanmasını da bilmelisiniz.Strateji ve organizasyona ihtiyacınız var bunu unutmayın.


OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Yeni haftanız içerisinde evvelden planladığınız bir işin kurulmasına oldukça büyük çaba göstereceksiniz sevgili oğlaklar. Sakın kaybetme korkularına bürünmeyin, henüz işin başında iken cesaretinizi kaybetmeyin. Atılımlarınızın yalnızca parasal yönüne de kilitlenmeyin.

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Kaçınılmaz olayların yeni haftada gündemlerinizi meşgul edeceklerini bilmelisiniz sevgili kovalar. Her ne olursa olsun iç ve dış dünyanızda bir değişimin hasıl olacağını göreceksiniz. Olumlu düşünün, yorucuda olsa gereken savaşları verin. Zincirler kırılmaktalar.


BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Beklenmedik yenilikler, büyük bir değişim isteği, ruhsal özgürlüğünüze bağlılığınız ve yepyeni bilgiler. İşte buyrun, sizlere sunulan ve haftanızın patlamaya hazır yaşam kokteyli sevgili balıklar. Ayrıca cesaret ve ustalık. Eğer bu özelliklerin balıkları iseniz inanın yaşadınız demektir..


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.133 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İstanbul Destanı

İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu'da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul'a
Gülcemalle gelir

İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı'nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna posuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli söğüt dalı harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı'nda akşam üstü
Yine zevrak-i derunum
Kırılıp kenara düştü
İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
Dokuzuncu Senfoniyle kolkola
Cezayir marşı gelir
Dört başı mamur bir gelin odası
Haraç mezat satılmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmalı tombul bir ut
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Paslı Acem kılıçları
Amerikan kovboyları
Eller yukarı

Ne kadar da beyaz elbiseleri
Amerikan deniz erleri
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
Sütten duru buluttan beyaz
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin
Yakışmaz
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler
Kan rengi, barut rengi, duman rengi
Kin tutar kir tutmaz

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz'da
Kimi Fenerbahçe'de yan gelir
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir
Orkinos dediğin balıkların şahı, Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde ağaçlar devrilir
Kan çanağına döner dalyanın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos
Reisin sevinçten dili dolanır
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyosu havada yutar
Bir başkasını beklemez gider
Balıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marikadır bu martının der
Her zaman böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir
Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır
Çalımından geçilmez altmışlık madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesinin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur

İstanbul deyince aklıma
Tophane'de küçücük bir sokak gelir
Her Allahın günü kahvelerine
Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanır
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün
Kiminin sırtında perişan bir küfe
Kiminin sırtında nakışlı semer
Şehrin cümbüşüne katılır gider
Kalın yağlı bir kolana koşulur
Piyano taşırlar omuz omuza
Kendinden ağır yükün altında adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
Derken
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:
Gamı sadiyi felek
Böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal Marşı
Bulutlar atılır top top pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter'e yaz deftere
Stadyum gelir
İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin
Heybetini düşünürüm
Birbirine eklenir kafamda
Binler yüzbinler milyonlar
Sonra bir mısra havalanır ürkek
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli
Demindenberi senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata'dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar

İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

İstanbul deyince aklıma
Sait'in son yılları gelir
Hey Allahım en güzel çağında Sait'e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiri

İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boynundan büyük bir demetle
Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
Topraktır
Anadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten birşeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem masa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın falin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm üryamda bir sarı yılan
Cenabet ugraşır durur benimlen
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer

İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm'ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm'lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun

İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan
Yaz demez kış demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motorunun hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını

İstanbul deyince aklıma
Takalar gelir
Alçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer
İstanbul deyince aklıma
Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardısıra
İsli paslı yetim
Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim

Bedri Rahmi Eyuboğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bir hayvanat bahçesinin goriller bölümünü istediğiniz gibi keyfinizce seyretmek, hem de internet üzerinde... nasıl olur sizce? Hadi canım diyenleri ve hatta demeyenleri de http://www.aroundcinci.com/icams/gorilla/ web adresine davet ediyorum. Bu web sayfasında detaylı açıklamalar mevcut. Ama ön bilgi vereyim: Kameraların kontrolünü ele almak için "take control" ikonuna basıp sıranızı bekliyorsunuz. ekranda sırada kaç kişi olduğunu ve kaç saniye sonra size sıra geleceğini görebiliyorsunuz. Seçili bölgedeki tüm kameralar sizin kontrolünüzde. isterseniz gorillere, ya da ziyaretçilere bakabilirsiniz. Ama unutmayın seçimleriniz, web sayfasına girenler tarafından takip ediliyor olacak. İyi eğlenceler.

İlginç ve eğlencelik resimler, animasyonlar ve oyunlar için http://www.webnoodle.com/ Espri anlayışı biraz farklı geldi ama yinede görülmeye değer.

Sinek kanatlı uçağım olsa yine de oynarmısın benimle? http://www.mit.edu:8001/people/dinoriki/phliez/work-well-together.html Espri anlayışının bu kadarı biraz fazla.

Görülmeye değer ilginç bir sanat galerisi. http://www.nothingsomething.com/ Ben şahsen sevdim. Hissettiklerimi burada yazmak yerine sizin de ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060529.asp
ISSN: 1303-8923
29 Mayıs 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com