|
|
|
1 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Demokrasi adına terör!.. | Merhabalar,
Kendi dertlerimize öylesine daldık ki etrafımızda olup bitenlere bir nevi kör kaldık. Türban, Danıştay cinayeti, katil gençler derken Dünya gündeminden uzaklaştık. Ne zaman dolar çıktı, borsa indi, biz de kendimize geldik. Bush'un askerlerinin Irak'ta yaptığı katliamın yankıları sürerken, Afganistan'dan gelen haberler de iç karartıcı. Bir rivayete göre sabık başkan Clinton Milenyum mesajında "Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk' tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir." demiş. Ben de diyorum ki, "Dünyanın içine edenler sıralamasında en tepeye çıkmayı başarmış asrın teröristi bizatihi Bush'tur." Kerameti babasından menkul bu zat son 5 yılda demokrasi götürmek için yola çıktığı her yerde demokrasi adına terör icra eylemektedir. İslami terörün intikamını almak için girdiği Afganistan eskisinden çok daha kötü durumdadır. Binbir entrikayla Dünyanın gözünü boyayarak girdiği Irak'ta son varılan nokta "Kardeş Katliamı"dır. Nasıl ki İslam'ı referans göstererek terörü meşru kılmaya çalışan katillere lanet okuyorsak, demokrasi gibi yüce bir kavramı çöp eden bu madrabaza da lanet okumayı atlamamalıyız. Demokrasi getireceğim diye girdiği Irak'ta bugün halk Saddam rejimini arar olmuştur. Amerikan varlığını yaratılan düşmanlara karşı birlik olarak ayakta tutma prensibini kendine şiar edinen bu yobaz Amerikalıya bir şeklde dur denmelidir. Yoksa... Dün Afganistan, Irak, bugün İran, yarın Çin, sonra...
...
IMF emretmiş hükümet sağlıkta tasarrufa gitmiş. Kolestrol ilaçları lüks tüketim maddesi ilan edilmiş, normal düzeyde kolestrolü olan hastaya ilaç verilmemesi karara bağlanmış. İlaç alabilmek için ilaç almayı bırakmak zorunda kalan hastaları düştükleri kaostan kurtarabilmek için moral geceleri tertip edilmesi de öngörülmüş!.. Helal olsun size sayın vatanperver, muhterem büyüklerim. Memleketteki fındık tüketimini azamiye çıkarmak için gösterdiğiniz bu çabayı takdirle karşılıyor, ellerinizden öpüyorum.
...
Yarışmamıza başvuru süresi gece yarısı itibariyle sona erdi. Bana öykü gönderen herkese "Teslim aldım" bilgisi gönderdim. Eğer öykü gönderip benden bu türde bir mesaj almamış olanınız varsa lütfen bildiriniz. Hakkınızı kaybetmemek için gerekli önlemleri alırız mutlaka. Katılım tahminlerimin üzerinde oldu. Tüm katılımcılara gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür eder hepsine tek tek başarılar dilerim. Tasnif ve değerlendirme işlemine derhal başlayacağız. 30 Haziran olarak belirlediğimiz sonuçların ilanı tarihi, değerlendirme daha önce sonuçlandığı takdirde, öne alınabilir. 15 Haziran'dan itibaren burada vereceğim mesajları takip etmenizde yarar var diyebilirim.
Sevgili Suna'nın Salı günkü yazısına ilham kaynağı olan Pinhani Grubunun bir şarkısını dinleyerek ayrılalım. Pinhani çalıp çığırıyor, İstanbul'da. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Şair Kahveci : Filiz Mercanköşk RENKLİ PAMUK TOKA VE SIRMASI DÖKÜLMÜŞ AYNA ARANIYOR |
|
Rüzgar, kaldırımda yürüyen insanların bluzlarını, ağaçların yapraklarını dalga dalga titrettiği gibi, kalbini titretiyordu. Yanağına düşen serin sonbaharın taze kokusu ve kendine has pembemsiliği daha guzel kılıyordu küçük yüzünü. Burnunun ucu kızarmış ve gözleri soğuktan yaşarmıştı.
Rüzgar giderek şiddetleniyor, saçları gözlerinin önüne savruluyor ve yüzünü kamçılıyordu. Kumlar ve renkleri sarıya kırmızıya çalmış yapraklar yerden yükseliyor, bazıları kendi etrafında dans ederek tekrar yerle birleşiyordu. Az sonra yağmur başlayacak, bahçesinde son açan çiçeklerin üzerine, damla damla sevgi düşürecekti. Huzur, küçücük şeylerin içinde saklanır olmuştu.
Yaprakları yarıya kadar koparılmış bir papatyaya benzetti hayatını, onsuz. Ne olurdu gelseydi. Hangi dağda kurt öldüyse, hangi rüzgarla savrulduysa gelseydi. Onu sarıp sarmalayacak, el üstünde tutacak, pamuklarda yatıracaktı ama, gelmiyor, şöyle bir kapısının önünden geçmiyordu.
Oysa ne asil, ne yardım sever bir arkadaştı sorunları çözmede ve mutlu olma debdebesinde. Uçuşan, havaya karışan ve arap saçına dolanan renkli pamuktan birer tokaydı anlatabilme sevinci.Üstüne paslar düşmüş, sırması izbeiz dökülmüş ayna kadar eski ve sahici bir yüzdü onunki.
Sefil buldu çabasını. Düşündüklerini neden anlatamıyordu? Söylemek istedikleri güzel bir ifadeyle açıklanabilir olmaktan çok öte, hissedilebilir olmakla anlaşılır türdendi. Bir marangoz masası önünde, kavradığı testere ile, saatlerdir hazırladığı sözcükleri doğrarken görüyordu kendisini. Kılı kırk yaran ve nihayetinde her şeyi dipsiz bir kuyuya dönüştüren beyni yine iş başındaydı. Ne olurdu anlatabilme sevinci gelseydi. İki kadeh eskisi gibi tokuşsa ve azize dillenseydi.
Son akşamdan kalma mor ve beyaz mum eriyikleri; kapanmış gözlerden süzülmüş yaş, üstüne hüzün çökmüş bir balerin eteği gibi durmaktaydı şamdanın kenarında... Yani değişmemişti ya bir şeyler, gelmek ve yarım kalan o tabloyu tamamlamak çok zor olmasa gerekti.
Gri bazen güzeldi yağmurlu havalarda. Gök gri, yer ıslak kahve, çiçekler kızıl duayenler tam şu anda. Rüzgarı, yağmuru, onu taşıyabilen her şeyi, hatta kokuyu çağırıyordular gizli bir ayinle. Ne olurdu gelseydi. Hangi kervanı sürüyorsa, hangi köprüden geçiyorsa bırakıp gelseydi.
Dile kolay, söyleyip geçmek. Hani o sözler var ya, senden bana zimmetli... Dile kolay, yaşayana değil bilesin.
Gün gelecek dostum,
Ne bir sevgili, ne de şarkılar hüzünlendirecek seni.
Ne ben olacağım aklında, ne de sen unatmaya zorlayacaksın kendini.
Mutlu olacaksın bileğinin, yüreğinin hakkıyla.
Sevgiye tutunacaksın bir çiçeğin üstündeki damlayla.
Ben dedim diye değil ama dostum,
Belki sen istedin diye,
Sırtını döneceksin en yosunlu ağacın gövdesine
Bahar rüzgarlarının en sertine,
Dalgaların en büyügüne.
Böylesi daha kolay dostum,
Yasamak her şeyin en-sadesi, en basitiyle.
Yağmurda umudu,
Rüzgarda kokumu,
Gride huzuru bulduğunda,
Ne ben olacağım aklında,
Ne de sen unutmaya zorlayacaksın kendini.
Mutlu olacaksın bileğinin, yüreğinin hakkıyla.
Böylesi daha kolay dostum inan bana.
Soruyorum şimdi. Söylediğin gibi yağmurda umudu, rüzgarda kokunu, gride huzuru buldum. Sırtımı her şeyin en olanına döndüm, her şeyin en basiti kaldı yanımda, nerdesin? Nerdesin ilham perim? Arap saçına takılan renkli pamuk tokanı, sırması izbeiz dökülmüş aynanı, bir de iki kadehini koynuna alıp gelsen...Gelsen de kalemime şöyle bir değip geçsen, anlatabilme sevincim olsan. Nerdesin?
Yazanın Notudur: Uzun zamandır yazamayan ama yazmayı çok seven birinin ilham perisine seslenişi, ricası ve itafıdır.
Filiz Mercanköşk fmercankosk@yahoo.com.au
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Değişecek…
Bilinmez bir boşluğun şehir temsilcileriyiz. Her birimiz kendi manşetimizde dizgi hatasıyız. Görülmeyen dünyaların hayal bekçileriyiz. Tek dokundurtmadıklarımız belki de hayallerimiz..
Şimdi bize ihtiyacı olanların yanında olup da göğsümüzde annemizden ödünç aldığımız ve bir kutsallık içinde olan sütümüzü emzirmek varken biz kısa devre olmuş yaşam telaşı içinde hayata seri bağlanan kağıt parçaları ile uğraşıyoruz…
Hepinizde bilmediğiniz bir bilmişlik havası, tecrübesizliklerin tecrübesi gözlerinizde,hala lise yıllarından kalma bir aşk kalıntısı yüreğinizde…
Ama öylesine bağırıyorsunuz ki öyle tuhaflaşmışsınız ki hayatı aldatma çabanız boy gösteriyor…
Hayat kırmızı bir koyulukla kızgın bir boğa önünde duran matador misali ürkek…
Sizde durup dururken ya da her şey gidip siz dururken, başkalaşıyorsunuz…
Çıkarcı,savsaklanmış ve kimileri tarafından durmadan “asalak” ilan edilmiş pisliklerle mücadele etmek varken kendi kabuğunuzda hala susup susuyorsunuz…
Çiyan gibi insan emen adi fahişe çocuklarına hep içinizden sövüyorsunuz…
Ben avaz avaz küfrediyorum… “değişecek” diyorum…
Asilliğini yitireli çok olduğu halde hala asilmiş gibi üzerindeki kıyafetlerle ortada dolaşıp da zavallı insanların hayallerine dokunanlara küfrediyorum hatta sadece acizce küfretmiyorum hepsini lanetliyorum…
Susmayın… İnsan kılığında dolaşıp da asalak yaşayanlara karşı isyan sesinizi duymak istiyorum…
Eleştirin, korkmayın…
Beyninizdeki sünepe hücreleri bir kenara bırakın,sesinizi duymak istiyorum…
Hatta istiyoruz…
Dünyadaki oksijeni bölüşüyorsak hep birlikte ses çıkarmalıyız. Bu sömürüye,bu çarpıklığa,bu dokunulan hayallere karşı mücadele başlatmalıyız.
Düştüğü için vurulanlara karşıyım vurulduğu için düşülmeli ama düştüğü için vurulmamalı insanlar…
Hayatın beyhude yanıyla uğraşmak yine yeni bir beyhudelik doğurur…
Yaşam dediğimiz kısıtlı zamanın dolu yanlarını ele alarak yaşamalı ve fuzuli yere oksijenimize ortak olanlara isyan etmeliyiz…
Hepinizin içinde sesiz kalmış bir çığlık…
Hadi bağırın artık ses tellerinizde asılı kalan o tüm sesli harfleri söyleyin…
Yoksa ses tellerinizdeki sesler sessizleşecek ve lal olacaksınız…
Sonra sakın “kader” deyip de dini bir terimin arkasına saklanmayın…
Yaratanda sevmez haksızlığı…
Hadiste diyor ki “bir haksızlık görürseniz elinizle,dilinizle müdahale edin en azından kalben huvz edin....” ama öylece kalmayın…
Can Yücel’den bir şiir ile bitirelim
BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
KÜL
Ellerimde kül. "k"... "g"nin sert hali. "k"yi "g" yapmak için yıka(n)mam gerek. Su ve sabun... Sıcak su... ellerim soğuk... Musluktan ve ellerimden duman yükseliyor. Yanarak, ya da yıkanarak arınmak... Kül ve su... Kül ve gül...
Şimdi durup O'nu düşündüğümde, çıplak ve beyaz karnından fışkıran kanı görüyorum. En büyük hayalimi; pembe ağaçların üstüne yağan kar gibi, ama tam tersi... Beyaz, geniş bir ağaç ve kırmızı kar. Kar da temiz, karla da arınabilirim. Kırmızı şehvet ama... kirli... onunla arınamazsın. Filmi geri sar, kanı sil beyaz karnından.. çıplak ve beyaz...
O'nun ben... kendisinden önce mor kanatlı hayaliyle tanıştım. Bir kabusun ortasında çıkıp geldi ve sarıldı bana. Mor kanatlı bir melekti, kanatlarını üstüme örttü. Mora inat, sapsarı saçları dökülüyordu omuzlarından ve saçları şarkı söylüyordu. Yavaş ve huzurlu bir şarkı. Rüzgar yoktu, ama uçuşuyordu saçları, yüzümü yalıyordu her bir teli ayrı ayrı. Çıplaktım ben, utanıyordum, mor kanatlarıyla utancımı örttü. Anne gibi. Oysa ben, ucundan süt damlayan tazecik göğüslerine bakarken, sertleşen "kim"liğimi gizlemek için kıvranıyordum. -ensest utancı- Kanatlarını çekti üstümden. Şefkati hiç azalmadan süt damlayan memelerini verdi ağzıma. Ellleri değdiğinde küçüldü birden bire "kim"liğim, hiç doğmayacak bebeklerin babası döllerim saçıldı çıplak ve beyaz karnıma, ezildim ben, yok oldum. Alnımdan öpüp kayboldu. İşte o an karar verdim O'nu bulmaya... bulup çıplak ve beyaz karnını parçalamaya.
O düşten uyandığımda ve gerçekten "kir"lenmiş karnıma bakıp kendimden iğrendiğimde... zaman bir kaplumbağa hızıyla akmaya başladı. Sarısı bol, sonsuz bir bozkırda, gidecek yeri olmadan ilerleyen bir kaplumbağa....
Düşlerimin sonu gelmiyordu artık. Bazı geceler, sonunu göremediğim tahta bir merdivenin basamaklarını tırmanırdım. Merdivenin bittiği yeri göremezdim, ama O'nu hep görürdüm. Mor kanatlarını açmış, ayakları yerden kesilmiş, sarı saçları rüzgarsız uçuşuyor olurdu. Kollarını uzatır, şefkatle bana bakardı. Bense, ucundan süt damlayan tazecik göğüslerine... Durmadan tırmanırdım basamakları. Yorulduğumda uzanıp, ağzıma bir damla süt verirdi. Devam ederdim tırmanmaya. Seslenirdim O'na; "konuş... tek kelime olsun söyle... sesini duyayım.... annem misin, kimsin bileyim... kurtar beni bu ensest utancından..." O yalnızca gülümserdi. Bazen, bana uzanmış kollarını karnının üstünde birleştirip, başını gökyüzüne kaldırırdı. Karnında küçük kıpırdanmalar görürdüm; benim döllerimden bir bebek yapmıştı, ağlamaya başlardım. En son çıktığım basamakta diz çöküp yalvarırdım; "doğurma o bebeği, acı bana". Tekrar kollarını açıp bana bakardı ve gülümserdi. O anlarda bir kez daha emin olurdum; O'nu bulmam gerektiğine... bulup çıplak ve beyaz karnını parçalamalıydım.
Hayatım gecelerden gündüzlere bulaşan kabuslarla, her geçen gün daha çekilmez bir hal almaya başlıyordu. Damarlarıma enjekte ettiğim sıvının dozunu her gün biraz daha artırıyordum; O'nu görmemek, düşünmemek için. Ayık olduğum zamanlarıysa O'nu aramakla geçiriyordum. Sokaklar kanatlı kadınlarla dolu oluyordu, ama hiç birinin kanadı mor olmuyordu. Kustuğum sokak aralarında beni görenler, arkamdan küfrediyorlardı; bense her kustuğumda, içimdeki O'nu boşaltıyordum azar azar. Sonra, uykularımda yeniden ve hep daha çok O'nunla doluyordum.
Günden güne zayıflıyordum; çünkü yemek yemeyi unutuyordum. O'nu bulmadan iyileşmeyeceğimi anlamıştım.
Bu gece, uyumamak için yürüyüşe çıktığımda ve bir apartmanın girişinde istemsiz bir uykuya daldığımda O'nu gördüm yine. Son hız giden bir trenin üstünde duruyordu. Yüzünde yine aynı gülümseyen maske... Mor kanatları da sarı saçlarıyla uçuşuyordu bu kez. "Gel" dedi bana, annemin sesiydi. Kasıklarımı kapattım ayalarımla. Gözlerimi süt damlayan tazecik göğüslerinden alamadığımdan, ağlamaya başladım. "Gelmeyeceğim" demek için ağzımı açtığımda, yüzlerce ahtapot boşaldı dudaklarımın arasından. Kasıklarımdan çektiğim ellerimle onları ağzımdan almaya çalıştıkça çoğalıyorlardı. Midem bulanıyordu, ama kusamıyordum. Trenin sesini bile bastıran davul sesleri geliyordu dört yanımdan. Uzanıp ahtapotları aldı. Sakindi, sakinliği beni delirtiyordu. "Sustur şu davulları lanet olası" diye bağırdım. Tren gidiyordu, o trenin üstünde sabit, bana bakıyordu. Ellerini karnına götürdü, "gel" dedi yine. Karnı biraz daha büyümüştü. O utanç bebeğini doğurmadan, O'nu bulup çıplak ve beyaz karnını parçalamalıydım.
Tam trene atlamak üzereyken, soğuk bir ıslaklıkla uyandım. Başımdan aşağı bir kova suyu boşaltmış bir adam, saklamak istediği bir korkuyla bana bakıyordu. "Defol git pis serseri" dedi. Pencerelerden, rengarenk kanatlı başka kadınlar sarkıyordu, apartmandan ellerinde sopalar, silahlar olan başka adamlar koşarak çıkıyordu. "Polis çağırmadan yaylan buradan. Serseri yatağı mı lan burası?" dedi adam. Korkmuyordu artık. Koşarak uzaklaştım.
Bu gece bulmalıydım O'nu... Buldum da... Bol ışıklı caddelerden birindeydi. Yolun kenarında, başka bir kadınla duruyordu. Mor kanatları vardı gerçekten, ama çıplak değildi. Saçları, düşlerimde gördüğümden daha kısa ve kirli sarıydı, ama O'ydu. Çirkin ve kırmızı bir bluz örtüyordu süt damlayan tazecik memelerini. Yanına yaklaştım. "Naber kocacım?" dedi. Kolundan tutup sürükledim yanımsıra. "Yavaş ol aslanım, kaçmıyoruz ya. Bak sööliyim gece kalmamı istersen bi üç yüz kaat daha vereceksin." dedi. Eve götürdüm O'nu. "Biraz pasaklıyız galiba. Ama farketmez benim için. Nerde yapcaz?" dedi. Yatak odama giderken takip etti beni. Soyunmaya başladı. Kırmızı bluzü, süt damlayan tazecik memelerini serbest bırakırken O'nu izledim. Yine çıplaktı işte, yalnızca mor kanatları kalmıştı üstünde, bir de omuzlarından dökülen, kirli sarı saçları. Yatağa uzandı; "soyunsana ayol, ne bekliyorsun" dedi. Yanına yaklaştım. "gel" dedi, O'ydu işte. Başını koyduğu yastığı çekip yüzüne kapadım. Çırpındı, tırnaklarını elime batırdı. O çırpındıkça ben sertleşiyordum. Kasıklarım bu ani baskıyla sızlıyordu, ben daha çok bastırıyordum. Ne kadar sürdü çırpınışlarının durması bilmiyorum. Ama gözlerindeki o dehşet bakışıyla O'ndan ve benim döllerimden yaptığı bebeğimden kurtulduğuma emin olunca, O'ndan kurtulmaya karar verdiğim günden bu yana yanımda taşıdığım bıçağımı çıkardım cebimden. Karnına batırıp, içindeki bebeği parçalara ayırdım. Kimse, benim olduğunu anlamamalıydı. İçimde biriken ve artık canımı yakmaya başlayan dölümü, çıplak ve beyaz karnına boşalttım. Beyaz karnından fışkıran kanın üstüne kar gibi yağdım. Ölü bebeğimi, yeni ölmüş başka bebeklerimle buluşturup bir sigara yaktım. Ellerim titriyordu, sinirlenip sigarayı avcumda söndürdüm.
Ellerimde kül. "k"... "g"nin sert hali. "k"yi "g" yapmak için yıka(n)mam gerek. Su ve sabun... Sıcak su... ellerim soğuk... Musluktan ve ellerimden duman yükseliyor. Yanarak, ya da yıkanarak arınmak... Kül ve su... Kül ve gül...
Çiğdem Gürer
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Vasiyetimdir! ! ! |
|
Elbette öleceğim
O gün
Dilerim Allah`tan
Hiç bir çocuk annesinden ayrılmasın
Soğuktan korkarım
Bu yüzden
Mevsimlerden yaz olsun
Rüzgar esmesin
Hiç bir çocuğun elinden balonu uçmasın
Nisan da yağmurlar bensiz yağmasın
Şarkılar rasgele çalmasın
Bir roman havası belki
Olursa Kibariye’den olsun
Gerçi istemem
Kimseye telaş olmasın
Kavrulacaksa helvam eğer
Un helvası olsun
Yeterki bana dualarınız
Helalinden
Kalbinizden olsun
İsterimki rahmetli Mecit amca
O gün mahallede dondurma satsın
Benimkisi en sade olsun
Ama
Bütün çocuklara simitler benden
Bedava olsun
Suyun sıcağını soğuğunu hiç sevmedim yıkanırken
Ilık dökün suları cansız bedenimden
Bolca köpürtün haa sabunu
Çocukluğumdan bir anıdır arta kalan
Prenses gideceğim çünkü giderken
Yeter ki elbisem yırtık sökük olmasın
Cenazemde pozdan göz yası istemem
Alemi yok bensiz numaradan ağlamanın
Giyemedim nedense layıkıyla topuklu ayakkabı
Kıramadım belimi yürürken caddeden
Sahi
Selpak satan çocuklara
Yürek açıp
Çok dualar ettim
Sakın unutmayın
Benden şekerli selam söyleyin
Ha para veremiyordum ama
Arkamdan küfür de etmeyin
Kışın mezarıma sakın ola mendilsiz gelmeyin
Sinüzit belasından oldum olası çekmekteyim
Çiçek mi?
İstemem mi sevmem mi?
Çiçeksiz mekandan nefret ederim
Bayram seyran demeyin
Mezarıma sebepsiz
Her an beklerim
Bir de bir bardak çay isterim
Hey hayat
Sana diyorum
Üstüne birde kaptan bilek çekerim
Deymeyin keyfime o zaman benim
Övüyor olsanız da
Billahi de inanmam
Bilirsiniz
Ben hep
Yerli yersiz söylerim
Benim içinde
Öyleydi
Böyleydi
Hatta şöyleydi
Filancadan söylerken
Çingenenin biriydi dersiniz
Bana ait ne varsa bu dünya'da
Ama kılık ama kıyafet
Hepsi üzerinize afiyet
Hayatım zehir zıkkımdı sanki
Kızılca kıyametti dersiniz
Tek mal varlığım
Emekleyen kalemimdi bilesiniz
Dikili tek ağacımsa
Alnımın yazısı
Kalbimin sızısı
Biricik kızım
Hilal'im
Oda Allah'ıma emanet
Gözüm açık gitmişse şayet
Yandığımdandır aşkıma hasret
Borçlarım mı?
Alacaklarıma miras bırakıyorum
Benden yana sorarsanız
Helal olsun size canım
Ta ki gönlümün iç çekişinden
Meleklerle selamlıyorum
Gördünüz mü?
Ölüm ölmüş ölümden..
Zamanın berisinden ötesine geçmeden Yedi Düvele Vasiyetimdir! ! !
Doğum / 1960 Ölüm / -
Sabiha Ranahttp://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.278 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
nisa
çorak topraklara düştü yolum nisa,
isimsiz şehirlerin gergin caddelerinde,
bir yığın sancı taşıyor omuzlarım.
çorak topraklarda su aramak değildi benimkisi.
bir öksüz su damlacığı götürmekti,
yazık ki olmadı götüremedim nisa.
öfkeli gözlerin kızgınlığında
buharlaşıp uçtu öksüzlüğü rahmetin.
şah damarıma kadar hissettim üşüdüğümü,
ama caddeleri süsleyen bu ışıklar gibi
üşüyemedim nisa.
hangi savaştı hatırlamıyorum,
hangi sürgünden kalma sırtımdaki izler.
yalnızca bir kaç şeyi anımsıyorum;
sınırların olmadığı bir dünyada,
sosyal kargaşaların mahkum ettiği
dev adamların öldüğünü gördüm.
haberin yok senin,
artık cesetlere heyecanlanmadan bakmayı öğrendim.
çürüyüp gitmiş duygularımı gördüm de
aralarında kendimi göremedim nisa.
yeniden sevmek mi ?
yeniden ölmek olur da
yeniden sevmek olmaz nisa.
kanım çekildi,
bütün damarları kurudu yüreğimin
bırakıp gidişinden bu yana.
buralara boşuna mı geldiğimi sanıyorsun.
madem ki sen yoksun,
o zaman sonsuza dek sensizlik bana.
dediğim de oldu.
senden sonra kimseyi sevemedim nisa.
anlatmama gerek yok aslında...
aşırı dozda narkoz almış duygular,
sancısız değişimini yaşıyorlar hayatlarının.
hepimizde mevcut derin neşter izleri...
ne tür ameliyatların kadavrası olduğumuz da meçhul,
eskisi gibi kahramanlar da yok artık.
herkes kendi filminin figüranı
ve artık herkes buralı...
bir kısır döngüdeki
basit dişlilerden biriyim ben de.
yani istediğin gibi olmadı,
yapamadım nisa.
görüyorsun ya çorak topraklara attım kendimi...
son trenini de kaçırdım ütopyanın.
sensizliğin sonsuzluğunda dolaşıp
leşimi yiyecek akbabalar arıyorum şimdi.
yani canımı senin tükendiğin yola veremedim nisa
belki esir düşerim
iyimser işgallerin birinde.
fersizliğimin sorgusuna çekerler beni,
cezasını verirler tüm suçlarımın,
son sözün imzasına bırakılır her şey...
yine de keskin tereddütlerdeyim,
yalın kaygılarda.
senin acılarını yaşadım da
senin gibi destansı ve yüreklice
ölemedim nisa...
mesut sütçü
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Paranoyakça hazırlanmış bir web sayfası. http://www.bulletinboardforum.com/movies/red_and_black.htm Merak edenlere özel not: bu web sayfası çoluk çocuğu rahatsız edecek bir içerik barındırmıyor. Paranoyakça dedim ya mecburen açıklama ekledim. Ne olur ne olmaz.
Basit hazırlanmış bir, helikopterle savaş alanından sivilleri kurtarma operasyonu oyunu. http://www.ezprezzo.com/games/globalrescue.html Bilgisayarınızın klavyesindeki ok yönlerini kullanarak helikopteri hareket ettiriyorsunuz. Space tuşu ip sallamanıza veya ipi geri çekmenize yarıyor. Her kurtardığınız sivil için puan alıyorsunuz. Bu oyunu oynarken patron bulunduğunuz yere yaklaşırsa "BOSS ALERT" ikonuna basabilirsiniz.
Online flash games. Yani bisürü flash oyun http://www.onlineflashgamez.com/ oyna oynaya bildiğin kadar. Ama dikkat, burada boss alert yok.
Polis suçluları yakalamak için billboardları kullanırsa ne olur? http://www.wsoctv.com/news/8189100/detail.html Bu web sayfasındaki habere göre polis suçluları yakalamak için mobil billboardları kullanmış ve kaydadeğer bir başarı elde etmiş.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|