Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 999

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Jüri çalışıyor!..

1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.Merhabalar,

Öykü Yarışmamızda ilk tur okuma ve ayıklama işlemi başladı. Sayı biraz tahminlerin üzerine çıkınca, sonuçları erken almak zorlaştı. Biz gene ilk verdiğimiz takvime uymaya çalışalım, gerisi de olursa sürpriz olsun dedik. Birinci aşama jürimizi şimdi sıkı bir çalışma bekliyor. Henüz bir tanesini bile okumadığım için üzerinde yorum yapmam zor ama iyi öyküler çıkacağından eminim. Bakalım ay sonunda sonuçları açıkladığımda siz de benimle aynı fikirde olacak mısınız?

Dün yorucu bir gündü. Epeyce bir süre yürümek zorunda kalınca, alışık olmayan ağır yük hamalı ayaklarım isyan ettiler. Fırsat bulup saçlarımı kestirince, eksilen birkaç kilo (amma attım!) da işe yaramadı. Velhasıl bu gece yatakla aramda duygusal bir bağ erkenden oluştu. Nameyi bırakıp yatmaya gitmeden evvel sizin için seçtiğim güzel bir şarkıyı pikaba yerleştiriyor ve hepinize pırıl pırıl güzel bir gün diliyorum. Santa Esmeralda çalıp çığırıyor, Don't Let Me Be Misunderstood. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


DUVAR YAZISI, SALATA, SEVDA!..

Mutfaktan sesleniyordu sessiz diliyle
Hep uzaktayken nüksederdi konuşma hevesi
Uzaklaştığı her alandan bağırarak dillendirirdi dinletmek istediklerini
Yarım yamalak anlamamı alışkanlık etmişti
Cümledeki bazı kelimeleri duymaz, olasılarını ben tamamlardım o nedenle
Salataya limon koyayım mı?
Sen bilirsin…
Cevap ver hadiiiiiiiiiii!
Salataya limon mu sirke mi?
İkisi de
İkisi olmaz
Sen bilirsin o zaman
Sen hep böylesin
Ben yemeyeceğim
Ne dedim ben!
Limon ya da sirke
Koy işte birini
Ne fark eder ki…
Mevzu sirke ya da limon değil
Sen hep busun, söylediklerimi salakça buluyorsun
Kaldır artık başını o kahrolası kağıtlardan
Hayat onların içinde değil…
Saçmalıyorsun…
Sen daha ziyade saçmalıyorsun..
Yemiyorum yemek falan ben
….
Keyfin bilir…
        Hızla kapattı kapıyı.
Arkasına astığı, birlikte aldığımız, artık demode kalmış duvar yazısı yere düştü, kırılmadı tahta diye; sadece yankılandı…
        Uzaktan seslenmeyi alışkanlık mı etmişti
Belki de yakındayken, birlikteyken soracakları tükenmişti
Uzaklaşınca nüksediyordu sormak istedikleri..
O da artık hayatın birer zarureti kadar tatsızdı ama
Limon mu sirke mi?
Bilmiyorum, ne fark eder, koy birini, ikisini de koyabilirsin…
        Salatayı doğramıştı, dağınıktı mutfak
Kimse yemedi yemek
Masa yarım yamalak kurulu kaldı
Salata mutfak tezgahında hüzünlü bir lanet olasıca gibi suçlu hissetti kendini
Yok, yok mevzu salatada değildi
Ömürleri sadece birer doğramlık o malzemeler kadar tükenmişti
Geri dönüşsüz…
Birlikte aldıkları, artık demode olmuş duvar yazısı gibiydi hayatları
Durmadan yere düşüyor, kırılmıyor, hüzünlüce yankılanıyordu sadece yine yenilememiş buruk bir salata tabağı köşesinde…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Cihan Devrim Avunduk


HAYATA DAİR

İnsan, yılları geride bıraktıkça, sosyal / iş çevresindekilere karşı daha anlayışlı ya da toleranslı oluyor da, neden dibindeki kişilere karşı çok daha sert ve affetmez oluyor?

Acaba, kızgınlığımızın en azından yarısı, kendimize mi?

- Yanlış seçimdi !
- Başından beri biliyordum zaten !
- Ona sevgimi verdim ama o benim değerimi anlamadı !
- Bana bunu yapmamalıydı !
- Ben onun için neleri göze aldım, ama onun yaptığına bak !
- ...

Bir kaba deyiş var Türk argosunda :

Şeker kamışını kaynatmakla olur mu şeker !?
Cinsini sevdiğim cinsine çeker !

Aslında, ilk andan, ilk günden bildiğimiz kişi ile,
dayanılmaz ve tüm sabrımızı, sevgimizi tüketen kişi "AYNI" kişidir.

Ona hak ettiği ya da hak etmediği değeri veren bizleriz.
Değişmesini isteyen bizleriz.
İyi de ne kadar değiştirebiliriz.

Kalas olmuş ağacı, bir filiz gibi eğip bükmek mümkünsüz.

Karşımızdakinin aslında hiç kabahati yok.
O, ilk tanıdığımızda ne kadar "iyi" ise, o kadar "iyi,
ne kadar "kötü" ise" o kadar "kötü".
Yani bir istikrar var karşı tarafta, neyse o!

Yoldan sapan, istikrarsızlık gösteren biziz !

Biz acaba ne kadar "daha iyi"yiz !?

Hatalı olan biziz. ama faturayı kendimize çıkarmaktansa, karşımızdakine ödetmeyi tercih ediyoruz !

Aslında, alt toplamda faturayı ödeyen yine biz kendimiz değil miyiz !?

Hayat; tercihlerimiz / seçimlerimiz / kararlarımızdır.

Tek sorumlu kişinin kendisidir!

Başarı da bizdedir, suç da aynı şekilde.

Keyifli bir hayat diliyorum.

Cihan Devrim Avunduk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,507,507,507,507,507,507,507,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


Yazar ve Hayal Gücü

Bugün gökyüzü turuncu ve hava durgun. Penceremin önündeki büyük ağacın bir tek dalı bile kıpırdamıyor. Bu sıradışı durağanlık, nesnelere tuhaf bir netlik kazandırıyor. Öyle ki, yaprakların üstündeki damarları bile rahatça görebiliyorum. Dışarıda ürpertici bir sessizlik var, herkes uyuyormuş gibi. Oysa saat daha erken ve hava yeni kararmaya başlıyor. İlerleyen saatlerde bu turuncu bulutlar muhtemelen yerlerini yıldızsız bir geceye bırakacaklar.

Telefonum çalmıyor. Dışarıdaki sükunetle anlaşma yapmış gibi, ses çıkarmaktan korkuyor. Bu durumda ben de, her hareketimi uyumu bozmamak için titizlikle planlıyorum. Bardağı masaya tüy gibi yavaş bırakıyorum, parmak ucunda uysal adımlar atıyorum ses çıkarıp birilerini rahatsız etmekten kaçınarak. Ama yalnız yaşadığımı hatırlayınca, kendimi delirmeye yakın bir yerlerde buluyorum. Ve günlük-olağan yaşantıma kaldığım yerden devam etmek için, daktilomun başına geçiyorum. Lanet olsun, daktilo! Dünyada en çok ses çıkaran yazım aracı olmalı. Bu deli saçmalığından önce, yarım bıraktığım öykümü yazmaya devam etmek istiyorum ama bir türlü parmağım H harfine basamıyor. Sanki bastığım anda kocaman bir H, dairemi yıkıp üstüme düşecek ve bu gürültüyle evrenin dengesi bozulacak, bunun sonucunda çıkacak bütün savaşlardan ben sorumlu olacakmışım gibi geliyor.

Tedirginlikle karşımdaki canavar daktiloya bakıyorum. 'Eskiciden aldığımda oldukça masum gelmişti' diye düşünüyorum. Evet, biraz eski ve pis olabilir ama hiçbir zaman bir canavarmış gibi görünmemişti bana. Şimdi ise, insanların huzurunu kaçıracak, nükleer bir bombanın etkisine eşit desibele sahip bir savaş makinesi gibi duruyor önümde. Ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyor bir an önce. Yoksa aklımdaki H ile başlayan o güzel cümleyi unutup kaçıracağım. Ne kadar saçmaladığımı fark edip bir şekilde cesaretimi kazanana kadar kendime geçici bir çözüm buluyorum. Bir kağıt alıp aklımdaki cümleyi oraya yazıyorum. Bu paranoyak delilik geçene kadar hikayeme, kağıt üstünde devam edebileceğime karar veriyorum. Ama işte şans o ki, bende de tuhaf bir alışkanlık var. Daktilodan kağıda geçtiğimde, bu tek düze kalem tutma eylemine alışkın olmayan kaprisli parmaklarım, beynime "yazamıyorum" şeklinde sinyal gönderiyor. Bu sinyali algılayıp, maalesef haklı olduğuna karar veren beynim, iletildi ve kabul edildi raporunu parmaklarıma gönderiyor. Ve bu durum karşısında saçmalayan parmaklarım, kalemi yazım aracı olarak kullanmak yerine, hokkabazlık yapıp çevirmeye başlıyor. Beynim buna içten içe gülerken, açıkçası ben hiç de eğlenmiyorum. Şu kahrolası öyküyü bitirmem gerek diye düşünerek konsantre olmaya çalışıyorum. Ama bedenimin benden bağımsız yaptığı tüm hareketler algılarımı karıştırıyor ve konsantre olmak ne kelime, düşünemiyorum bile. En sonunda pes ediyorum ve kalkıyorum. Ayaklarımın, yürümek için sözümü dinlediğine ve el parmaklarımı örnek almadığına seviniyorum. Mutfağa gidiyorum, uzun bir gece olacağı için kendime bir kahve hazırlıyorum. Su ısınırken, camdan dışarı bakıyorum ve bu ölümcül sessizliğin nedenini arıyorum. En azından canlı bir varlık görmek için bakıyorum. Bir dolu kuş görüyorum, çatının üstünden uçuyorlar, sessizce! Nedir bu gezegenin derdi? Bana mı küstü acaba?

Mis gibi kokan sıcacık kahvemi alıp masama geri dönüyorum. Yazmak için canavarın karşısına oturuyorum. O sırada caddeden bir kamyon geçiyor, hızlı ve gürültülü bir motor guruldaması duyuluyor. Yazmanın tam sırası. Hey, şuna bakın. İşte uslu bir daktilo diye buna derim! H harfine basacak parmağımı kaldırıyorum ve bir kere de basıyorum. Kesik ve tok bir ses sonrası sayfada öylece bir H beliriyor. Geçen kamyondan ve ilk parmağın hareketinden cesaret alarak, yanımdaki boş sayfaya not ettiğim cümleyi bir kerede daktiloda yazıyorum. Cümle bittiğinde, istemsizce duruyorum ve sanki bir şeyi beklermiş gibi şüpheyle havayı dinliyorum. Tavan hala tepemde. Dışarısı hala sessiz. Şikayetçi olan yok gibi. Evren hala dengede görünüyor. Paranoyakça saçmaladığımı kendi yüzüme bir kere daha gururla vurduktan sonra yazıma geri dönüyorum.

Evcilleştirdiğim daktilo mu, yoksa zihnim mi merak ediyorum. Sanırım asıl canavar olan, hayal gücüm. Küçükken, gece yatağıma uzandığımda, araba farlarının perdenin arasından geçip karşımdaki duvara yansımasını izlerdim. Bir süre sonra, duvardaki gölgelerden hayal ürünü olan şekiller çıkarırdım. Ki bunlar nedense her zaman şirinlikten uzak imgeler olurdu. Mesela yarasalar görürdüm, tabi bu küçük yaratıklar vampirleri çağrıştırdıkları için sabaha kadar boynuma sıkıca çektiğim yorganın içinde terleyerek uyumak zorunda kalırdım. Evde yalnız kaldığım zamanlarda, üst kattaki komşunun sifon sesini olası bir saldırı paniği ile karşılayıp, ekmek bıçağıyla bütün evi dolanırdım. Daha da kötüsü o kocaman bıçağa sarılıp uyurdum. Bir sabah kanlar içinde uyanmadığım için yada sabaha uyanabildiğim için kendimi şanslı saymalıyım.

Belim ağrıyor. Dik oturmak için omurgamı zorluyorum. Sonunda şu hayal gücüyle ilgili zırvalıkları bir kenara bırakmaya karar verip, daktiloma bir bakış atıyorum. Yazmak için parmaklarımı harflerin üstünde gezdiriyorum. O sırada dışarıdan, hızla geçen bir arabanın sesi geliyor. Tanrım, ne şans, işte yazabilmek için ihtiyaç duyulan suni ses, penceremden içeri doluyor ve daktilomun sesini üstüne düşermişçesine örtüyor. Kendi kendime gülmeye başlıyorum, ilginç değil mi sanki bütün cümlelerim H harfi ile başlıyor. Örneğin: harf, hayret, haykırmak, hâlâ, hatır, hayat, havlu, hain, hasret, hatun, hayırsız, hata, hamam, haysiyet, hastalanmak, hırsız, hilekâr, hınzır, haham, hitap, hareket, hakaret, hamarat, huysuz, huzurlu, humus, hukukçu vs… Bu harfle ilgili bir iletişim sorunum var sanırım. Parmağımı "H"ye götürüyorum, çünkü yazacağım öykünün cümlesi şöyle başlıyor!: "Haykırmak istedi, bütün gücüyle bağırdığını bilse de ağzından sadece cılız bir inleme çıktı. Hayretin ilk şoku ve hissetmediği bacaklarına rağmen hatırı sayılır bir hareket çabasından sonra ellerini havluya dolayıp kendini küvetten dışarı çekti. Hâlâ hayattaydı."

Cümleler aklımda ardı ardına oturuyor. Tam h harfine basmak üzereyken bir dolu köpek kapının önünde toplanmış, kavga etmeye başlıyor. Ayağa kalkıyorum ve camdan dışarı bakıyorum. Aşağıda bir birine uluyan bir sürü kocaman köpek var ve biraz önceki sessizlikten eser yok. 'Bu demek oluyor ki, istediğim gibi, gönül rahatlığıyla ses çıkararak yazabilirim' diye düşünüyorum ve koltuğuma geri dönüyorum. Kahrolası H harfi bana daktilomda durmuş göz kırparken, cümleyi tekrar aklımdan geçiriyorum. Parmaklarım yerlerini alıyorlar ve daha yazmaya başlayamadan bir asker geçirme töreni caddeyi kaplıyor. Ardı ardına korna çalan araba konvoyunun sesi tüm odamı dolduruyor, arabalar bir bir üstümden geçip salondan çıkıyorlar ve ben bu gürültü içinde düşündüklerimi söylesem bile duyamıyorum. Bir kalem kağıt alıp geçici çözümümü uyguluyorum . Gürültünün biteceğini umarak bir süre bekliyorum. Ama hayır! Gezegenimiz benimle dalga geçmekte ısrarlı bugün! Önce yazma yetimi benden çalmak için yarattığı ölümcül sessizlikle beni paranoyak bir deli yapıyor ve sonra yeni bir taktik geliştirip beni üçüncü bir dünya savaşının ortasında gürültüyle baş başa bırakıyor, bir de üstüne bir şeyler yazmamı bekliyor. Sonunda dayanamıyorum ve yenik düşerek hain H harfinden vazgeçiyorum. Onun yerine uyumayı tercih ediyorum ve yatağa uzanıyorum. Sabah olduğunda daktilomun başına oturup bu aptal gezegenden öcümü almak için onu yerin dibine sokacak bir hikaye yazmayı planlayıp kendi kendime zevkle kıkırdayarak, sıcacık yorganın altında, deliliğimi üstüme çekiyorum ve uykuya dalıyorum.

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

Dünya biz insanların yegâne yaşama alanıdır. Allah milyonlarca gezegen yaratmış olmasına rağmen buralarda insanlara yaşama imkânı sunmamıştır. Dünyanın ileri gelen devletleri uzayda hayat olup olmadığını yıllarca araştırıp duruyor. Bu çabaları beyhudedir. Çünkü ilâhî kaynaklarda dünya dışında, yaşama şartlarına uygun bir ortam olmadığına üstü kapalı da olsa değinilmektedir. Demek ki dünyadan başka gidebileceğimiz yer yok. Öyleyse bu yegâne sığınağımızı hakkıyla muhafaza etmeliyiz.

İnsanlar dünyadan başka gidecek yerinin olmadığını bilmesine rağmen ne kadar da düşüncesiz olabiliyor. Bu akıllı yaratıklar yaşadıkları çevreyi göz göre göre katlediyorlar. Oysa biz bu ortamlarda ömrümüzü tüketeceğiz. Gelecek günlerimizi zehir etmek akla mantığa sığar mı? İnsanlar çevre bilincinden ve eğitiminden ne kadar da yoksundur. Çevre eğitimi; toplumun tüm kesimlerinde çevre bilincinin geliştirilmesi, çevreye duyarlı, kalıcı ve olumlu davranış değişikliklerinin kazandırılması ve tabiî, tarihî, kültürel, sosyo-estetik değerlerin korunması, aktif olarak katılımın sağlanması ve meselelerin çözümünde görev alma olarak tanımlanabilir. Bu tanımın içeriğini ne derece yaşıyor ve yaşatıyoruz? Bu hususta olumlu şeyler söylemek pek güçtür.

Çevrenin korunması için 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi. Her yıl bu tarihte çevre bilincinin geliştirilmesi için programlar yapılır; özellikle gençlere çevre bilinci ve sevgisi aşılanır. Fakat nedense sözler genelde salonun içinde kalır. Kimse şikâyetlerden alınmaz. Toplantı biter bitmez içtiği sigaranın izmaritini rahatlıkla yere atabilir. Fakat yine de çevreci geçinir. Nutuk atar, mangalda kül bırakmaz.

Çevre kirliliğinin doruğa ulaşmasında 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi'nin büyük etkisi olduğu gerçektir. Fakat çevre kirliliğinin bu tarihte başladığını düşünmek doğru değildir. Çevre kirliliği çok eski çağlardan beri vardır. İnsanoğlu, dünyaya gelmesiyle beraber çevreye zarar vermeye başlamıştır. Fakat çevre biliminin ve ciddi bir ekolojik bilincin oluşması yenidir. Örneğin ormanların bilerek yakılması insanoğlunun çevreye çağlar boyunca verdiği zararın bir örneğidir. Her yıl özellikle yaz aylarında binlerce hektarlık ormanlık alan yok olmaktadır. Bu da insanlığın geleceğinin kararması anlamına gelmektedir.

Bugün her konuda örnek aldığımız Avrupalılar, önceki yüzyıllarda çevre hususunda iyi imtihan vermemişlerdir. Ortaçağ'da da çevre kirliliğinin önemli bir sorun olduğu anlaşılmaktadır. İngiltere'de evlerinin önüne insanların dışkılarını atmaları o kadar büyük bir sorun olmuştur ki 1345 yılında bunu yapanlar iki şilin para cezasına çarptırılmaya başlanmıştır. 12. yüzyılda ise Fransa'da Philippe Auguste sokaklardaki iğrenç atıkların kaldırılmasını ilk emreden kral oldu. Bunun üzerine dışkılarını akarsulara atan halk kendi ana içme suyu kaynaklarını kirletti. Çevre kirliliği hakkında ilk bilinen yasa 1388'de İngiltere Parlamentosu'nda kabul edildi. Bu yasaya göre akarsulara ve sokaklara dışkı atılmayacaktı. Bizler o zamanlar çevre hususunda daha hassastık. Bugün Avrupalılar çevreye sahip çıkarken biz Türkler bu hususta kötü örnekler vermekteyiz. Bugünlerde millet olarak Tuzla gibi bir yerleşim yerine zehirli varilleri gömecek kadar duyarsız bir hâl almışız.

Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde özellikle büyük yerleşim yerlerinde insanların karşılaştığı en büyük çevre sorunu çöplerdir. Belediyeler bu sorunu tam anlamıyla halletmiş değildir. Sahil kentlerinde toplanan çöpler genellikle denize dökülmektedir. Bu da büyük çevre kirliliğine neden olmaktadır. Oysa gelişmiş devletler bu problemi katı atık depolama ve işleme tesisleriyle çözmüşlerdir. Biz hâlâ çöplerimizi atadan kalma usullerle yok ediyoruz. Sadece günü kurtarmanın hesabını yapıyoruz.

Aslında çevreyi korumak anayasal bir vazifedir. Anayasamızın 56. Maddesinde "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir" denilmektedir. Bu doğrultuda çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda devlete ve vatandaşlara çeşitli görevler düşmektedir. Devlet vatandaş işbirliği ile bunun da üstesinden gelebiliriz. Fakat vurdumduymazlığımız, meselelerin çözümünde en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor. Aldırmıyoruz hiçbir şeye.

Her yıl törenlerle kutluyoruz 5 Haziran çevre gününü. Nutuklar havada uçuşuyor. En son olarak da aşağıdaki "Ulusal Çevre Andı" nı hep bir ağızdan söylüyoruz. Fakat bir kulağımızdan giriyor, öbüründen çıkıyor. Bu andı dikkatinize sunmak istiyorum.

"Şimdiki ve gelecek kuşakların temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu gerçeğinden hareketle, çevreye duyarlı bir kalkınmadan yana olduğumu vurgulayarak; doğal kaynakların ekonomik kalkınmanın hem kaynağını hem sınırını oluşturduğunu bilerek, çevrenin korunması ve geliştirilmesinde bireysel katkı ve katılımın gereğine ve önemine inanarak; çevresel değerlere sahip çıkıp, zarar verenleri uyaracağıma, doğal kaynaklardan faydalanırken tutumlu davranacağıma, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda hareket edeceğime, bu yönde işbirliği ve dayanışma anlayışı içerisinde hareket ederek, çevre konusunda herkese örnek olacağıma söz veririm."

Çevreye karşı duyarlı nesiller yetiştirmeliyiz. Bunun için de öncelikle kendimiz örnek olmalıyız. "Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz" sözünü kendimize şiar edinmeliyiz. Çocuğunun yanında yere çöp atan veya tüküren bir anne-babanın, farklı bir zamanda ve zeminde benzer hareketi yapan çocuğuna kızma hakkı yoktur. Bu hususu hafife almamalıyız. Yarınlarımızın sağlıklı ve huzurlu olması için çevre temizliği şarttır. Lütfen bu konuda hassas olalım; "neme lâzımcılık" yapmayalım. Doğal, bakir ve temiz çevrelerde nice güzel günlere… Dünya çevre gününüz kutlu olsun.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KÂĞIT SANCISI

Bu kâğıt kutsal, kuşların gözünde
sana dair ipek düşler sindi dokularına çünkü
çünkü seni bastı lif bağrına, özüne
harflerin, hecelerin tutkusunu yazdı
kanatlandı dolunay ve yıldızlar
içinde ben vardım
yazdı.

Hilmi Haşal

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Paranoyakça hazırlanmış bir web sayfası. http://www.bulletinboardforum.com/movies/red_and_black.htm Merak edenlere özel not: bu web sayfası çoluk çocuğu rahatsız edecek bir içerik barındırmıyor. Paranoyakça dedim ya mecburen açıklama ekledim. Ne olur ne olmaz.

Basit hazırlanmış bir, helikopterle savaş alanından sivilleri kurtarma operasyonu oyunu. http://www.ezprezzo.com/games/globalrescue.html Bilgisayarınızın klavyesindeki ok yönlerini kullanarak helikopteri hareket ettiriyorsunuz. Space tuşu ip sallamanıza veya ipi geri çekmenize yarıyor. Her kurtardığınız sivil için puan alıyorsunuz. Bu oyunu oynarken patron bulunduğunuz yere yaklaşırsa "BOSS ALERT" ikonuna basabilirsiniz.

Online flash games. Yani bisürü flash oyun http://www.onlineflashgamez.com/ oyna oynaya bildiğin kadar. Ama dikkat, burada boss alert yok.

Polis suçluları yakalamak için billboardları kullanırsa ne olur? http://www.wsoctv.com/news/8189100/detail.html Bu web sayfasındaki habere göre polis suçluları yakalamak için mobil billboardları kullanmış ve kaydadeğer bir başarı elde etmiş.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060606.asp
ISSN: 1303-8923
6 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com