Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.000

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : "Bin" mi dediniz?..

1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.Merhabalar,

"Günde yüzlerce mail alan birisi olarak, sizlerden bana bir süre tahammül etmenizi rica ediyorum. Sıkıldığınız anda bilgisayarınızın "Delete" tuşunu kullanarak beni hemen yokedersiniz. Yinede 3-5 sayıyı okumanızı öneririm. Kimbilir belki de kahvenize şeker olabilirim." diye başlamışım yazıma 999 sayı önce. Ben sizlere şeker olabildim mi bilmiyorum ama sizler bana çok şeyler kattınız, onu iyi biliyorum. Beşyüz tane toplama adres ile oldukça tedirgin başlayan bu zevkli uğraş bugün 1.000. (Yazıyla bininci) sayısına ulaştı.

Sayıların ifade ettikleri, duruma ya da insana göre çok farklılıklar gösterir. Bir çırpıda söyleyip geçtiğimiz sayıların bazen gerçek değerlerinden çok fazlasını ifade ettiğini göremeyebiliriz. İşte Kahve Molası'nın bininci sayısı. Sizler için sıradan bir sayı belki ama benim için koca bir tarih. Eminim bugün birçoğunuz "Nice Binlere" diye mesaj yollayacaksınız bana. Ama her bin sayının, bu yayın şekliyle, aslında dört küsur seneye denk geldiğini düşünmeyeceksiniz bile. 1000 sayı, 1000 gece, yaklaşık 3500 saatlik, aralıksız 146 günlük çalışma, Kahve Molası'na ayrı ayrı aromalarıyla tad veren beşyüz küsur yazar, derlenip düzenlenen beşbin küsur yazı, kesilip biçilen binlerce resim. Tüm bunların üstesinden tek başına gelmenin insana verdiği gurur ve huzur. Dolayısıyla kaybedilen tevazu, kazanılan cesaret. İşte bininci sayının benim aklıma getirdikleri.

Dostlarla bir araya geldiğimde hala soruyorlar: "Nedir senin derdin arkadaşım, deli misin?" Ben de onlara zevkle bu deliliğin sınırlarından bahsediyorum. Mesela sırtımda yumurta küfesi yokken, hasta yatağımda, başımı kaldırmamla dönmeye başlayıp düşmesi arasında geçen 10 saniyelik sürede, her seferinde tek "tık" yaparak sabahın altısında ancak sizlere gönderebildiğim sayıyı anlatıyorum. Ya da, borcu ödenmediği için kesilen telefon yüzünden sabahın dördünde işyerime gittiğimi, bir başkasında ışığını yanar gördüğüm komşumdan telefon hattı rica ettiğimi söylüyorum. Sözde tatile diye gittiğim bir yerde internete bağlanacak bir telefon bulabilmek umuduyla gecenin bir yarısı seksenbeş kilometre yol yapıp eli boş geri döndüğümü ama dönünce bulunduğum evdeki telefonun sadece fişinin çıkmış olduğunu farkettiğimi anlatıyorum. Sizlerle de sıkça paylaştığım nezle, grip, bronşit, kulak ve diş problemleriyle dolu gecelerden bahsediyorum. Delilikse evet ben deliyim. Çünkü 48 yıllık hayatımda karşılık beklemeksizin yapıp olağanüstü bir güç aldığım bundan daha güzel bir hobim olmadı. Sizin sadece okuyarak, arada bir hatırımı sorarak sürdürdüğünüz desteğiniz sürdüğü müddetçe de ben zırdeli olmaya razıyım. Bininci sayıya ulaşmamda emeği geçen tüm okur yazar kahvecilere gönül dolusu teşekkür ediyor, sağlığım elverdiği sürece başınızdan eksik olmayacağımı üstüne basa basa söylüyorum. Sizleri seviyorum...

Pikapta gene eskilerden çok güzel bir şarkı var. Demis Russos söylüyor, Goodbye My Love Goodbye. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 KahveRengi : Alaattin Bender


ZAMAN TÜNELİNDE BİR GEZİNTİ

Fethi Arda Bu ayki yazımın konusunu belirlemekte hayli zorlandım. Bunun en belirgin nedeni sergi sezonunun sona yaklaşıyor olması idi. Gerçi, İstanbul'a yaptığım 2 günlük seyahatten de umduğumu bulamamıştım. Zira, Evin sanat galerisindeki Nuri İyem anısına düzenlenen retrospektif sergi ben yetişemeden birkaç gün önce kapanmıştı. Yaklaşık 5 yıl önce AKM sergi salonunda izleme fırsatı bulduğum ressam Salih Turan - namı-diğer "Sali"nin yine aynı salonda düzenlenen "Yol Poşadları" * sergisini de göremedim. Otele ulaşmak için Beyoğlu'nda ilerlerken Yapı Kredi Kazım Taşkent sanat galerisinin önünde durakladım. Vitrinden ressam Ömer Uluç'un üç boyutlu işleri gözüme çarptı; salonun kapısını yokladım, kapalı idi. Ne yapalım, bu kez şans yüzüme gülmemişti. Biz de akşam arkadaşlarla birlikte soluğu Nevizade sokakta aldık. Balık ve rakı eşliğinde başladık koyu bir sohbete...

''1800'lerden Günümüze Zamanın Belleği''

Orhan PekerGazete haberlerinden birinde Halkbank'ın resim kolleksiyonundan seçkileri Ankara Resim Heykel Müzesi'nde sergileyeceğini duymuş, açılış gününü öğrenmiştim. Ancak o gün kızımın diş randevusu vardı. Yine de dönerken şansımı bir denemek istedim; ancak Müze'nin girişi ana baba günüydü. Koruma ordusu ve protokol Müze'yi çevrelemişti. Eskaza araba ile içeri girebildiysem de davetiyem olmadığı ve o gün resepsiyon olduğu için geri çıktım. Nihayet, takip eden haftasonu Pazar günü izleyebildim sergiyi. İki büyük salona yayılan sergi Halkbank'ın 68. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında ''1800'lerden Günümüze Zamanın Belleği'' adını taşıyordu. 145 eserin ilk kez sergilendiği gerçekten görkemli bu sergide seçkin sanatçıların seçilmiş eserleri sergileniyordu. Sergi, sadece Halkbank'ın resim koleksiyonunun gelişimini sunmakla kalmayıp, resim tarihini geniş bir perspektiften değerlendirme, ayrıca sanatçıların zaman tüneli içerisinde sanatlarındaki değişimi gözlemleme olanağı da sunuyordu.

Muharrem PireSöbütay Özer Hoca'nın mavi bir "Vosvos" otomobili kırmızı çiçeklerin arasına sakladığı 1980'li yıllara tarihlenen resmi ilgi çekici idi. Muharrem Pire'nin dörtnala koşan üç atı adeta bulutlarla yarışa tutuşmuştu. En eski Ankara ressamlarından biri olan İhsan Cemal Karapurçak'ın bozkır Ankara'sını resimlediği, sıcak renklerin, pastel tonların hakim olduğu resim hemen dikkkatimi çekti. İstanbul'daki retrospektif sergiden sonra, bu yıl Orhan Peker resimlerine doymuştum adeta. Ama sergide iki günebakan çiçeğini sarmalamış bir figürün resimlendiği 1975 tarihli son dönem - Ayvalık dönemi - 128x137 cm boyutlu Peker resmini izlemek benim için sürpriz oldu. Salih Acar sanki sevgiliye haber ulaştırmak için dizilmiş, kanat çırpan dört turnayı resimlemişti. Turan Erol'un önceden sadece katalogda gördüğüm, ama hep dikkatimi cezbeden beyaz lekelerle çevrili "Bodrum" resmini de bu sergide izleme fırsatını buldum. Fethi Arda'nın zeytin ağaçlarının gölgesindeki Bodrum evi önündeki 3 figürü resimlediği çalışma, sıcak Akdeniz kasabasının tüm şiirselliğini taşıyordu. Avni Arbaş, Hamza İnanç, Zafer Gençaydın, Habip Aydoğdu ve Hasan Pekmezci de belleğimde yer eden ressamlardan birkaçı idi. Bu görkemli serginin düzenlenmesinde sanat danışmanlığını Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Prof. Dr. Hasan Pekmezci üstlenmiş. Ancak, yine de böyle değerli bir serginin yeterince duyurulamaması, resimlerin sadece 2 hafta için sergileniyor olması, diğer taraftan da hakettiği ilgiyi görememesi hem üzücü idi, hem de bu görkemli resimleri adeta öksüz bırakıyordu. Sergilenen resimleri belgelemek açısından bastırılan katalog sanatseverleri sevindirecek nitelikte idi.

İçinden tren geçen sergi

Gar Sergisiİçinden tren geçen sergiyi de ne yapıp edip izleme fırsatı buldum. İsmini şair Baudelaire'in, "Buradan Çok Uzakta" adlı şiirinden alan sergi, tarihi Ankara Garı'nda düzenlenmiş. İzleyiciler, aslında yolcular demek daha doğru, sanatçıların işlerinin arasından geçerek uzun ve keyifli bir yolculuğa adım atmaktalar. Tren Garı'nda sanatseverlere videodan fotoğraflara, enstelasyondan üç boyutlu işlere, şemsiyeden peluş eserlere ve pullu mektup zarflarına kadar geniş bir yelpazede güncel sanat yaratımları sunulmakta. Sanatçılar ile yolcuları aynı çatı altında buluşturan mekânda anılar ve yaşananlar bir araya geliyor. Örneğin, peron önünde mektupların sergilendiği enstelasyon çalışması biraz sonra ayrılacak olan iki sevgilinin "veda"sına tanıklık ediyordu. Gar sergisini düzenleyen Döne Otyam, 'Alışılagelmiş bir sergileme anlayışından çıkıp en işlek kamusal alanda düzenlemek istedik. İnsanların uğrak yeri olan bu mekânda bireylerle sanatçıyı tek çatı altında buluşturuyoruz. Sanatçıyı, kapalı ve steril mekânlardan uzakta yeni bir yolculuğa, hayatın içinde dolaşmaya davet ediyoruz" yorumunu yapmakta.

Gidenlerin ardından...

Turan ErolMayıs ayı mateme büründü adeta. Art arda 3 değerli insanı yitirdik. Selvi Boylum Al Yazmalım, Ah Güzel İstanbul, Hayallerim Aşkım ve Sen, Adı Vasfiye… Ve daha nicelerini gözler önüne seren, kadının sorunlarına cesurca eğilen, sinemamızın gurur kaynağı, duayeni Atıf Yılmaz Batıbeki'ni yitirdik. Artık hayat perdesi onun için bir daha aralanamayacak. Sinemada 50 yılın ardından "Bir Sinemacının Anıları" isimli kitabının önsözünde; "Hayatım boyunca ne günlük tuttum, ne de filmlerimle ilgili bir şeyler biriktirebildim. Ne senaryolarımı, ne de aldığım ödülleri… Evimde, çektiğim filmlerden birinin bile video kaseti yoktur desem, ihtimal inanmak istemezsiniz" diyen ve hâlâ dinamik, hâlâ şaşırtıcı olmayı başaran usta yönetmen Atıf Yılmaz, sinemada bir ömür ayakta kalmayı bu özelliğine bağlıyor ve ekliyor: "Nostalji kavramıyla uzak yakın hiçbir ilgimin olmaması, geçmişte olan her şeyi kafamdan silip atma, reddetme eğilimim ve hep ileriye, geleceğe doğru bakarak yaşamayı seçmem." 80 yaşında yitirdiğimiz bu koca çınar için başta eşi Deniz Türkali ile kızı ressam Kezban Arca Batıbeki olmak üzere tüm sinemaseverlere başsağlığı diliyorum.

Erdal Öz ismi ile Can Yayınları'ndan çıkan "Gülünün Solduğu Akşam" kitabını okurken tanıştım. Bir döneme tanıklık etmeye çalışan kitabı için yazar Erdal Öz "öbür kitaplarımda da olduğu gibi 'insan'ı ele almıştım. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını 'insan' olarak yazmaya çalışmıştım. Onları, bir heykel, bir put, bir mit, bir bilimkurgu kahramanı gibi değil, ayakları yere basan, bizlerden biri gibi; korkuları, sevinçleri, acıları, hüzünleri, pişmanlıkları olan, yürekli, yiğit insanlar olarak dile getirmeye çalışmıştım." demiştir. Sadece yazıları ile yetinmemiş, kurucusu olduğu "kalp" logolu Can Yayınları vasıtasıyla pek çok yazarı edebiyat dünyası ve okurlarla tanıştırmıştır. Ne acı tesadüftür ki, "Gülünün Solduğu Akşam" hayata gözlerini kapamıştır.

"Şairim/ne zaman bir köy türküsü dinlesem/şairliğimden utanırım" diyerek türkülerin hakkını teslim etmişti Bedri Rahmi Eyüboğlu. Çocukluğumun ilkokul yıllarında sabahları okula gitmek üzere hazırlandığım sırada bir Dadaloğlu şiiri olan "Kalktı Göç eyledi Avşar illeri" diye başlayan türkü hala dün gibi kulaklarımda çınlar. "Bozkırın Tezenesi" Neşet Ertaş'ın türküleri ve kendine özgü yorumu insanı içine çeker. "Haydar, Haydar, Haydar!" türküsü ile belleklerimizde iz eden ünlü halk ozanı Ali Ekber Çiçek de kayan yıldızlar arasında artık; ancak "hoş bir sada" olarak seslenebilecek biz türkü dostlarına. Halk ozanı Ali Ekber Çiçek'in ''Gerçekleri göstermek, gerçeğe kavuşmak ve gerçeği olduğu gibi insanlara anlatmak için çalışmış bir insanım. Cahilden uzak, kâmile yakın oldum; büyüklerime saygı ile, küçüklerime sevgiyle yaklaştım. Konuşulan her kelâmı ibadet gibi dinledim, kimseyi acizlik ve bilgisizlikle itham etmedim... Bu icraatım boyunca hiçbir maddi menfaat sağlamadan, insanların duygularını sömürmek gibi bir yanlışlığa meydan vermedim." sözleri hayli düşündürücüdür.

Gidenlere ağıt olsun: "Hazin Hazin Eser Seher Yelleri"...

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com

* "Poşad" (Fransızca Pochade): Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi.
Not: Sergi fotoğrafları Alaattin Bender tarafından çekilmiştir.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  Sudan çıktım…

Kim bilir kaçıncı sigaram… Saymıyorum ciğerlerimin bayramını. Odamın dağınıklığı da umurumda değil. Oysa batar ya insana sağda solda kalmış eşyalar. Yok canım, ne rahatsızlığı? Masamdaki küllüğün izmaritten gözükmemesi, çerez kabukları, halıda ayağıma takılan jelatin cips paketleri, bir haftadır gece gündüz ayağımdan çıkartmadığım çoraplarımın kokuşmuşluğu, yastığıma sinen kötü kâbusların terleri… Adam sende… Toplasan ne değişecek? Nasılsa yine dağılacak ortalık.

Gözlerimin altındaki gölgelere de hiçbir diyeceğim yok. Uykusuzluğumun timsali çiziklerim ve mor halkalarım onlar benim. Kafa kâğıdımın yıl hanesinin 'yaşlanıyor' olduğumu gözüme sokması da artık eskisi kadar yıpratmıyor nedense. Bir şeyler gün geçtikçe eksiliyor içimde, tamam. Fakat neyin eksikliği, yada buna sebep dermansızlık nedendir, sormuyorum bile.

Ağlasam rahatlar mıyım? Ağlıyorum aslında. Çok duygusal bir aşk şarkısında, kim bilir dünyanın hangi ücra köşesinde çekilmiş, objektife bakan yoksul bir ananın iç yakan kederli çaresiz gözlerine, içine düşmek istercesine baktığımda… gözlerimde yaşlar birikiveriyor. Akmalarına izin vermiyorum yine de. O damlalar bir tek, sokaklara, hastane köşelerine terk edilen bebekleri gördüğünde dayanamıyor ve süzülüyor yanaklarımdan. Hemen yokluyorum "o zaman hâlâ insancıl bir şeyler kalmış sende." Oysa ben insanlığımı yitirdiğimi sanıyordum.

Bir bireyin "insan olma" yolundaki zorlukları ve engelleri aşmaya çalışırken; kendi kişiliğinde gözlemleri sonucu tespit ettiği, üzerinde titizlendiği, ayrık otlarına benzeyen ikircikli, kuşkulu yada her neyse kötücül fikir, ve kişiliğine yapışıp kalmış çirkinliklerden kurtulmak adına sarf ettiği çabanın süreci sorgulanmamalı. Zaten benim zamanla da bir problemim kalmadığına göre derdim ne? Derdim; çabalarımın tam orta yerinde, hamurunu yoğururken insanlığımın, beklenmedik bir anda pimi çekilen bombanın tesiriyle dağılmış, hırpalanmış ve bin bir zahmet ilerlediğim yolun ilerisini göremiyor oluşumdur. Bir anlamda bu durum kendi insanlık savaşımı verirken, gözümün açılmasına etkendir de, yüreğimin kavrulmasına da sebeptir. Nasıl olup da görmemiştim insanlıktan nasibini almamış iki ayaklı canlıların çevremde cirit attığını? At gözlüklerim yüzümün tamamını mı kaplamıştı acaba? Hayret doğrusu!

Kim bilir kaçıncı kırgınlığım… Asfalt diplerinden, mazgal tükenmişliğinden, dibi delik şarap şişelerinden, ana avrat düz gittiğim keder parçalarımı toparlayışımın miladı var mı?

Bir de "ölmek" diyorlar da, nasıl bozuluyorum. Ölmekten korkuyorlar utanmaz arlanmazlar! Acep ölümü biliyorlar mı?

Beni "güzel kadın" bulanlar, ölüm kustuğumu görmüyorlar mı? Lanet olasıcalar! Kan kokuyorum! Çürümüş toprak kokuyorum! Sudan çıktım, nem basmış her yanımı! Dışıma bakıyorsunuz! Kıçıma bakıyorsunuz! İçimi neden sormayı akıl edemiyorsunuz? Siz mi çok aptalsınız, yoksa ben mi her şeyi çok farkındayım! Siz mi çok uyuşmuşsunuz yoksa ben mi çok ayığım? Halbuki içtiğim zaman, hepinizden fazla içerim, sarhoş olmaksa en büyük eğlencemdir, bilirsiniz…

Gecenin kahrı ve sitemi üzerinize olsun! Hey, siz! Düşünmeyi bilmeyen insan müsveddeleri! Deliye akıl danışan akıl yoksunları! Pöh!

………..
Sigara ve su… Ne zamandan beri kan kardeşler? Boğazımı tırmalayan sigarayı ancak suyla söndürebiliyorum. Elimde, bacağımda ve kolumda dalgınlığımın cezası meydana gelen yanık izleri, sigaranın teması esnasında suyun ulaşamadığı yerlerdi. Hemen anında buz basmayı akıl etseydim yine aynı yanık lekeleri kalır mıydı?

Sabahları sürünerek kalkıyorum yataktan. Nasıl da tembel ve pisim. Ruhum kirli benim, ruhum! Sabahları iç yüzümü yıkamaya üşendiğimden ve ayda bir banyo yaptırma eksersizlerini salladığımdan olsa gerek, geçenlerde bitlendi. Bir baktım, kımıl kımıl bir şeyler geziniyor beynimin kılcal damarlar arası boşluklarında. Tek tek elime gelenleri parmaklarımın arasında ezmeye çalıştım ama, sonradan boş verdim. Nihayetinde bitlerimle yaşamayı öğrendim.

Bitlerimi kaşırken ve dolaşırken ortalıkta aval avare, taşları tekmeleyen ayaklarımdan kaldırmayı akıl edip akılsız başımı; birden karşımda durup duranın haşmetiyle titredi ruhumun zembereği. O ki, dünyanın tüm kahır ve düzenine meydan okurcasına dikiliyordu! Ne fırtına, ne rüzgâr ne de başka bir doğal afet, kimseler görkemine gölge düşüremezdi!

Sudan çıkıp beni kucaklamasına izin verdim. Duruşu dahi koşulsuz güven veriyordu. Dile gelip bir şey söylemesine gerek yoktu. Heybeti ile yeterince her şeyi izah ediyordu. O zaman anladım ki Tanrı işini biliyor. Baktıkça bakası geliyordu insanın. Korkuyla güvenin el ele tutuşup şuursuz yürüdüğü bir yoldu onun yolu. Homeros'un yazmalarındaki ölümsüzdü! Ne çok konuştuk karşılıklı, bütün gizimi çözdü fütursuz bakışlarıyla. Büyülendim de geldim. Aklım onda, bedenim burada, şimdi nefes alamaz haldeyim.

Sular damlıyor tenimden, alnımdan, saçlarımdan. Lime lime dökülen etimin yerine yenisi filizleniyor. Yaşım yok! Geçmişim var! Yarınım yok! Bugünüm var! Bir kere ölene bin kere ölmekte bir, bir kere ölmekte. Ölüm yok! Sonsuz uçurum var! Kimsem yok! Ben varım! Öyleyse daha fazla düşünmenin anlamı yok!

Aynaya baktığımda karşımda yabancı birini görüyorum çok vakittir. Gözleri buz, yüreği buz, yine de derinlerde, çok derinlerde insanca, insana dair bir şeyler gizliyor. Kim bilir, belki de yalnızca doğru anlarda ve doğru gözlerle buluştuğunda ortaya çıkıyordur insanlığı. O anlarda olmasa, ölümden dönmek bu kadar kolay olmazdı.

Sudan çıktım. Umutsuzum. Çırılçıplak ve soyutum. Sigarayı söndürüp odamı toparlamalıyım. Ve sonra başımla kıçımı alıp onun yanına kaçmalıyım, insanlıktan…

Elif Eser
elif.eser4@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Gece ve gündüz

Geceyi gördüğümüzden, ay doğduğunda veya güneşi kaybettiğimizden, gündüz demişiz aydınlığa.

Gece: kimileri için yalnızlık saatleri,kimi için uyunması gereken en ideal zaman, şairlere ilham vakti, bazıları için hırsızlık, cinayet gibi olayların hayata geçirilmesi için en uygun vakit, kimine açlık, kimine özlem, kimine soğuğu çağrıştırır. Kimine karanlık gelir gece, kimine aydınlık.

Bana hep kendimi çağırtır gece. Özlemler, hatırlar, olaylar, olgular anımsarım hep(geçmişe dair) şiirler en güzel bu saatlerde dinlenir. Sevda kırıntılarının üstümüze tekrar dökülmesi hep gece saatlerine tekamül eder. Bazen yalnızlığınız en koyu haliyle bir şiir bir şarkı bir yazı halinde sunuluverir önünüze. Derken hep Acabalar işgal eder beyin hücrelerinizi, acaba sevdiğimde şimdi beni düşünüyor mudur? Acaba yarın istediğim gibi bir gün yaşayacak mıyım?....

Sorular müziksiz de olsa dans halindedirler. Sarmaş dolaş beyninizde bir oyana bir bu hatta birde şu yana dönüp dururlar. Bazen sabah olsun isteriz aydınlık geldi mi güneş doğdu mu tüm her şeyi aydınlatacak sanırız.

Gündüz: Adı üzerinde düz bir gün geliiiiiir geçer. Öyle kapılırsınız ki yaşam seyrine, ruhunuzu bedeninize ancak akşam çağırabilirsiniz. Aslında geceye yatırımlarınızdır gündüz yaşadıklarınız. En faizli haliyle gece istediğiniz saatte çekebilirsiniz.

Gündüzlerin aydınlığı getirdiği pek söylenemez aslında. Çünkü ne yana dönseniz yine karanlıklar esir almıştır aydınlığı. Güneşe aldananlar yanılgı içindedir. Yani insanın ruh halini bir yana bırakırsak aslında hala gecedir. Hem de kasvetli, cinayetli, savaşlı gecedir. Dökülen kanların kırmızı dahi görünmez. Ülke karanlıklara gömülüdür sizin anlayacağınız. Geceyle gündüz kavramı, şiir yazanları, sevişenleri, uyuyanları, ilgilendirsin…

Ama aslında gerçek aydınlığın geldiği falan yok. Hala ay aydın değil gündüzler, hala ışıyamıyor güneş.

Bir gün bir bilge öğrencilerine sormuş: Geceyle gündüzü nasıl ayırırsınız demiş? Öğrencilerden birisi ,keçiyle koyunu ayıramadığımda anlarım ki gecedir demiş. Öteki gökyüzüne bakarım karanlık değilse anlarım ki gündüz olmuş demiş. Bilge kişi: Yanlış demiş. Öğrenciler: hocam siz nasıl anlarsınız demişler.

Bilge kişi: Yürürken karşıma bir kadın çıktığında siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona arkadaş diyebildiğimde, ve yine yürürken önüme çıkan bir erkeği zengin mi yoksul mu bakmadan aldırmadan kardeşim sayabildiğimde anlarım ki sabah olmuştur.

Aydınlık başlamıştır.demiş….

Biz şimdi siyah beyaz ayırmadan bir baharın en çiçekli halini görmeyi umarak yaşıyoruz. Soysuz köpekler gibi değil yani. İnsan emen adi şerefsiz keneler gibide değil…

Aydınlığı bekliyoruz. Güneşe bakarken gözlerimizin kamaşmayacağı,geceleri sedalar içinde uykuya dalarken “ne olacak diye” düşünmeyeceğimiz geceler ve gündüzleri kucaklamayı umarak yaşıyoruz

Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


DÜNYA DEĞİŞİRKEN DİLİMİZ BİZİ VAR EDEN...

Gaddar bir yoklukta, umut söyleşiyordu insanla. Çünkü umut, insana mahsustu ve insan için bu dünya kurulduğundan beri insanla beraber doğmuştu.

Umuttaki sevgi, her bireyi kucaklıyordu; gölgelendirmeden geleceğini. Çok eskiden kalanları göz ardı etmeyen tek adres belki de umuttu yaşayan insan için.

Eskidendi eskiden mısralarına uyan ne çok şey değişti şu alıp başını bir yerlere gitmeye uğraşan ama, gitmemek için direnen yaşlı DÜNYAMIZDA.

Dünya insanı, insan olmanın erdemiyle aydınlık yaşam, aydınlık gelecek isteğinden vazgeçmeden, eskiyi neden özler hâle geldi?

Bilenler bilir...

Zira, eskiden çok ama çok eskiden ülkemizde ve dünyada daha bir temiz yeryüzü vardı. Nükleer silahlar ve dünyayı yok eden paranın gücüne endekslenmiş büyük güçler o zamanlar vardı ama, bu denli büyük müydü acaba?

Belki yok yoklukta vardı ama, NE KANSER, NE HEPATİT B VE ÇEŞİTLERİ, NE ÇAĞIN HASTALIĞI DEPRESYON VARDI.

Hele ki üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, yani üç yanı denizlerle çerçevelenmiş, toprağı bereketli, insanı insan olan yurdumuzda, neler vardı neler...

Türkçe’mizdeki o büyük ünlü ve ünsüz uyumundan bir haber kalem sahipleri de yoktu... Gel gelelim ünlü harflerin yerine; ÜNLÜLER GEÇİDİNDE; GÖRSEL MEDYA Türkçe’mizi yanlış kullananlarla kuşatıldı.

Öğrenimimiz Türkçe’ydi, ve Türkçe olması gerekiyordu o zamanda da, bu zamanda da. Bu gün, İngilizce eğitimi yapan bazı okullarda, öğrenci; doğru düzgün bilmediği dil ile en zor fizik kanunlarını ve kimya formüllerini öğrenmeye, ezberlemeye çalışıyor...

Fakat eskiden; çok değil on yıl öncesinde ; Fransızca’da, İngilizce’de, Almanca’da münferit ders programlarındaydı. Yani, öğrencilerimiz öğrenmek istediği yabancı dili; ezbere olmamak koşuluyla, ilk harfinden başlayıp, dildeki zaman fiilleriyle öğreniyor, Yabancı Dili, yabancı dili olarak belliyor, kafasını karıştırmıyordu.

Zira, ÜLKEMİZİN ırmakları, nehirleri ve illeri, Tükçe kelimelerle isimlendirilmiş ise, coğrafyada İngilizce; olmaz, olamazdı... ama, oluyor mu olmaması gereken!..

İşin dil kısmı böyleyse ve İngilizce dünya dili olmaya devam ederken, esasında; DÜNYA DİLİ OLAN TÜRKÇE'MİZİN DÜNYANIN İLK BEŞ DİLİNDEN OLDUĞUNU BİLİYORDUK BİZ ESKİDEN...

ŞİMDİ; HATIRLATIYOR MUYUZ?

ANCAK; BU GÜZEL DİLİMİZİ HATIRLATAN BİRİLERİ DE VAR BU ÜLKEDE VE BİZİM DİLİMİZİ ÖĞRENEN DÜNYALILAR DA VAR BU DÜNYADA.

Çünkü dilimizin ince anlamlarını, öyle konuşulduğu gibi üç yüz kelimeyle kalmadığını biliyor DÜNYA İNSANLARI.

Biz de, dilimizin zenginliğiyle konuşacağız ve öznesi belli etken yazarlara kalem uzatacağız, değil mi? Popüler ahdedilen, üstüne üstlük Dünya Dili İngilizce’yi bilen ve yurt dışında doğmuş yazara, kitabını İngilizce’den Türkçe’ye çevirmesinin nedeninin sorgulayacağız ve kitabını önce niçin İngilizce yazdığını da soracağız? “Yoksa bu yazın şekli de, edebi bir akım sanılıyor!”

Olur mu böyle bir şey?

Tabiki olmaz. Fizik Kanunu gibi, BİLİMSELDİR EDEBİYAT VE EDEBİYATIMIZIN GEÇMİŞİNDEN GELEN TÜRKÇEMİZ.

Ve CEVAP VERECEĞİZ ONLARA: “Edebiyatta; hem de Türk Edebiyatı’nda böyle yeniliklere yer yok!...”diyeceğiz.

ÇÜNKÜ; EDEBİYATIMIZ; TÜRKÇE'YLE ÇOĞALIR, TÜRKÇE'MİZLE HAYAT BULUR...

AKSİNİ SÖYLEYEN VARSA BUYURSUN, SÖYLESİN VE CEVAP VERELİM BİZDE... AMA DİLİMİZİ KİRLETMEDEN, DİLİMİZİN ZAMİRİYLE, FİİLİYLE VE SIFATIYLA ONLARA YÜKLENEN ANLAMLARIN KAYBETMEYEN BÜTÜNLÜĞÜNDE.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KALEM SANCISI

Bu kalem kutsal, kuşların gözünde
sana dair inanılmaz şeyler damlattı çünkü
çünkü seni damıttı güneşten dünya yüzüne
zamanın, anıların külüne yazdı
zonkladı dolunay ve yıldızlar
içinde ben vardım
yazdı.

Hilmi Haşal

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Paranoyakça hazırlanmış bir web sayfası. http://www.bulletinboardforum.com/movies/red_and_black.htm Merak edenlere özel not: bu web sayfası çoluk çocuğu rahatsız edecek bir içerik barındırmıyor. Paranoyakça dedim ya mecburen açıklama ekledim. Ne olur ne olmaz.

Basit hazırlanmış bir, helikopterle savaş alanından sivilleri kurtarma operasyonu oyunu. http://www.ezprezzo.com/games/globalrescue.html Bilgisayarınızın klavyesindeki ok yönlerini kullanarak helikopteri hareket ettiriyorsunuz. Space tuşu ip sallamanıza veya ipi geri çekmenize yarıyor. Her kurtardığınız sivil için puan alıyorsunuz. Bu oyunu oynarken patron bulunduğunuz yere yaklaşırsa "BOSS ALERT" ikonuna basabilirsiniz.

Online flash games. Yani bisürü flash oyun http://www.onlineflashgamez.com/ oyna oynaya bildiğin kadar. Ama dikkat, burada boss alert yok.

Polis suçluları yakalamak için billboardları kullanırsa ne olur? http://www.wsoctv.com/news/8189100/detail.html Bu web sayfasındaki habere göre polis suçluları yakalamak için mobil billboardları kullanmış ve kaydadeğer bir başarı elde etmiş.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060607.asp
ISSN: 1303-8923
7 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com